• Sonuç bulunamadı

Gündemdeki sanatçı:Ara Güler:Çağdaş Marco Polo

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Gündemdeki sanatçı:Ara Güler:Çağdaş Marco Polo"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

CUMHURİYET 2

13 HAZİRAN 1993 PAZAR ______________

__________________________________

KÜLTÜR

_______________ GÜNDEMDEKİ S A N A T Ç I

G Ü LER

ONAT KUTLAR

A.G.: Demokrat Parti zamanında Nazilli tarafında Adnan Menderes bir baraj açacak. Adı Kemer Barajı. Biz şimdi Hayat Mecmuası olarak orta sayfaya veriyoruz. Çünkü hükümet bize yardım ediyor. Kağıdı bizim için özel olarak yaptırıyor. Yağ çekiyoruz aslında gazete olarak şeye., kağıdımız bitmesin diye. Neyse, Menderes açılış yapacak, fakat barajın resmi yok. Ba­ raj bitmiş, Fransızlar yapıyor barajı. Oraya gidip resmini çekmek lazım. Başlamış (tam anlaşılmıyor) çekece­ ğiz, hadi oraya gittik. Şimdi önce İz­ mir’e gittik tayyareyle. Ordan arabay­ la Aydrn’a geldik. Ondan sonra da gittik Vali’ye. Dedik ki merhaba. Şim­ di biz gittiğimiz zaman Hayat Mec­ muası herkesin (tam anlaşılmıyor) benim vilayete şey geldi.... Hayat mec­ muası geldi. Kendi vilayetinin propa­ gandasını... (telefon çalıyor).

S.R.: Affedersin sör. Şu telefona bakayım. (Telefon konuşması)

A

.

z ilerde

bir kuyu var. Kuyunun

suyunun üstünde bir

heykel kafası parlıyor.

Neresi burası yahu?

Roma heykelleri, Afrodit

mabedi, hipodrom. ‘Bu

köyün adı ne?’diye

sordum

çocuğa. ‘ Geyre’dedi.

A.G.: Ha, neyse Vali’ye gittik. Vali bize bir araba ve bir şoför verdi. Bara­ ja gideceğiz. Ben yolu bilmiyorum. Şoför yahu dedi, şimdi ben bir yol bi­ liyorum, o kestirme yoldan gidelim. Biz ordan çıktık. İşte güneşin batışı­ ndan sonra. Böyle yaz günü de değil ha. Yani kış; kar yağmur yok ama, kış. Hava aydınlık ama. Şimdi ordan yola çıkınca, güneş battıktan sonra ortalık karardı. Birtakım yerlerden geçiyoruz. Acayip kayalardan. Siluet­ leri böyle canavara benziyor. Şoförün canı sıkılmış gibi. Ben hiç resim çek­ miyorum, adam sinirlenmesin diye. En sonunda bir yere geldik. Ve adam arabayı çekti, durdu. Kaybolduk dedi. Kaybolmuşuz. İyi dedim, kay­ bolduksa olduk. Yani burası Tür­ kiye’dir. Türkiye’de olduğumuzu bili­ yoruz, Japonya’ya gitmedik. Mutla­ ka yakında bir yer vardır. Bir köy. Köylerde de ev vardır. Bir eve gireriz. Bizi misafir ederler. Y ann sabah yo­ lumuza devam ederiz. Herif aksileni­ yor, bilmem ne... Sonra oraya bura­ ya.... önümüze bir köy geldi. Gece. Karanlık. B ak ü k .... (tam anlaşılmı­ yor) ışık yanıyor. Girdik, kahve. Kahvede., tamam biz içeri girdik.... Gaz lambası yanıyor. Köyde elektrik falan yok. Merhaba., merhaba. Teker teker herkes merhaba dedi. Gözüm alıştı. Bir de baktım ki orda iki adam domino oynuyor. Başka ikisi de pişti. Ama ortada masa yok. Masa ne bili­ yor musun? Bir R o m a ... (tam an­ laşılmıyor) onun üstünde. Böyle yan­ dan çardak gibi bir yer var. Adamlar altında çay içiyorlar. Bir de baktım ki Roma sütunu var kahvenin damının ortasında, anladın mı? Allah allah, ne biçim yer? Hemen birkaç tane resim çektim orda, kahvede. Leica yanımda ama, içinde film yok. Allahtan ayrıca birkaç rulo almışım. Karanlıkta çek­ tim. Adamlar sonra bize yer verdiler. Şoförle aynı odada kaldık. Konuş­ muyoruz. Kızdı herif bana. Sonra sa­ bah oldu. Sabahın köründe çıktım. Pat, bir lahit. Bu masadan büyük bir mermer lahit. Roma lahdi. Üstünde yazılar (anlaşılmıyor) bilmem neler

Çağdaş M arco Polo

-insanlarla ilgiliyim. M anzara fotoğrafçısı değilim.

,ölümle karşı karşıya kalan insanlann resmini çekmek

önemlidir benim için.Fotoğraf sanatçısı dediğimiz tiplerin

böyle meseleleri yoktur. Benim işim,fotoğrafçılık mesleğidir.

var. Altını delmişler lahdin, üstünde herifler üzüm eziyorlar, altı­ ndan da şıra. Az ilerde bir kuyu var. Kuyunun

suyunun üstünde bir S a v a ş l a r heykel kafası parlıyor.

Neresi burası yahu o güne kadar kimsenin bilmediği? Bir çocuk “Ağabey sen taşlan se­

viyorsan....” Dolaştık. Bir sürü yer gösterdi. Roma heykelleri, Afrodit Mabedi, hipodrom.... Sordum çocu­ ğa: “Bu köyün adı ne?” “Geyre” dedi. Hiç duymamışım.

S.R.: Tabii sen orda kaldın... (Gülüşmeler)

A.G.: Yok yahu. Gittim, barajı çek­ tim geldim. Sonra patronlara Şevket Rado'ya falan “Şey” dedim, “Yahu ben bir yere gittim. Şöyle şöyle bir şeyler buldum. Bizden evvel giden yok buraya. Bunun röportajını ya­ palım ...” Resimleri gösterdim. “Bun­ lar yaramaz” dedi, “bizim mecmuada

gün mühlet istedim. Bu defa bir ar­ kadaşım da geldi. Paris'ten ar­ kadaşım. Şey Gülçin’in kocası. Gene gittik Vali’ye. Aynı şoförü istedim. Dedim ki herife “Şimdi gene kay­ bol”.. adam kaybolmadı. Buldu. Gündüz çünkü. Güzel resimler çekip yolladık. Sonra yine bir belayla karşı­ laştık. Resim altlan ne olacak? Neyse, gene Rüstem Bey’e gittim. Dedi ki “Bunlar Roma. Roma uzmanı bir adam var, Türk. Amerika’da, benim uzaktan akrabam olur...”, “Adı ne” dedim, “Kenan Erim”. Resim alt- lannı o yazdı.

T ö re getirmiştin. Doğa'nın örttüğü uygarlıklar. Harika fotoğraflardı. Ara, senin gazetecilik yıllann uçsuz bucaksız keşiflerle dolu. Başka gaze­ tecilerden de başka fotoğraf sanatçı- lanndan da önemli ölçüde aynlıyor- sun.

A.G.: Vallahi bazı gazeteciler var. İşte Ankara’da dört tane parlamento- cuyla falan. Ne bileyim, ne Japonya ilgilendirir onlan ne Endonezya. Ne diyorsun sen.

O.K.: Haklısın. En son nerelere git­ tin?

A.G.: Oooo.. O kadar çok ki....

Fotoğraf: FİLİZ KUTLAR

ne işi var....” Öyleydi. Gazetecilikte böyle sanat manat, tarih marih.... Fa­ lan artist bilmem kimle bilmem ne yapıyor. Çok daha mühim tabii. Son­ ra Sabahattin Eyuboğlu’na göster­ dim. Sonra bir gün şeyle karşılaştık.... (anlaşılmıyor) Sonradan müzeler ge­ nel müdürü oldu. Bakü resimlere, il­ gilendi. Haritalara bakük. Yeri çiz­ dik. “İlk kez karşılaşıyorum. Roma dönemi SİTi olmalı” dedi. Sonra bir

S.R.: Kenan Erim. Rahmetli oldu. Yani bulduğun yer Afrodisyas....

A.G.: Rahmetli oldu. Ve ondan sonra işte bu çocuk geldi buraya. Bana telefon etti. Çok metodik bir ço­ cuktu. Orda şey kurduk... Sonra o git­ ti orda kaldı. Afrodisyas’ta. Orasıyla bütünleşti. Fakat gücendiğim bir şey var. Kitap yazdı, içinde bu işin nasıl başladığım yazmadı. Yani gitmiş gü­ nün birinde, Allah bunu leyleğin üstü­

K

.enan Erim telefon etti bana.Sonra gitti kaldı

Afrodisyas’ta. Orasıyla bütünleşti. Fakat gücendiğim bir şey

var: Kitap yazdı. İçinde bu işin nasıl başladığını yazmadı. Ama

ölmeden bir hafta önce bana bir mektup yazdı. Benden o ilk

fotoğrafları istedi. Onlan hiç unutmadığını söyledi.

röportaj hazırlayıp bir İngiliz dergisi­ ne yolladım. Aradan bir süre geçti. Bir telgraf aldım. O zaman faks yok. Amerika’dan, altında Horizon mec­ muası. Horizon. O zaman böyle bir ad duymamışım.

S.R.: Ünlü Horizon.

A.G.:Tabii. Ama Türkiye’de bilmi­ yoruz. Amerikan Haberler Merkezi’- nde bulup gördüm. Müthiş bir dergi. Ama fotoğrafları renkli istiyorlar. On

ne oturtmuş, Afrodisyas’ı bulmuş. Fakat ölmeden bir hafta önce bana bir mektup yazdı". Öleceğini mi bili­ yordu neydi? Benden o ilk fotoğraf­ ları istedi. Onlan hiç unutmadığım söyledi. Yolladım.

O.K.: O fotoğraflan çok iyi hatırlı- yonım. Çünkü seninle onlar yüzün­ den tanışük. Haürlıyor musun, ben o sıralarda Doğan Kardeş’te çalışmaya başlamışüm. Sen onlan Vedat Nedim

(Anlaşılmıyor) Afrika’da Mombasa, Lake Victoria, Uganda, Tanzanya, Asya ve Uzakdoğu’da Racastan, Trichi Pari Vaum, Madras, Bombay, Semerkand, Taşkent, Ulanbator, Brunei’de yani Bomeo Adası’nda Bander Sri Bagavan, Sulavesi Adası, Toraja, Bali, Saravak sonra Malez­ ya’da Saba Krallığı, Kota Kina Balu, Yeni Zelanda’da Oakland, Bangla­ deş’te Dakka, Chittagong....

O.K.: Nasıldı çor­ ba?

S.R.: Sör. Senin o Chittagong fotoğraf- lanm ünlü fotoğrafçı Salgada görünce bayıldı değil mi? Zey­

nep Avcı’nın evindeki

geceyi haürlıyor mu­

sun? Hepimiz

bayıldık.

A.G.: Evladım, iyi bir çocuktur. Sonra oraya gitmek için çok uğraşü.

O.K.: Neden? Zor bir yer mi? A.G.: Bak, Chittagong yeryüzünün en büyük gemi söküm atölyesidir. Bengal Körfezi’nde. Kilometrelerce karelik bir kumsal. Çevresi kervan geçmez ormanlar. Orada yırtıcı Ben­ gal kaplanları vardır. Körfez ise med- cezir’i ile ünlüdür. Eski gemiler gelir, deniz yüksekken, sonra alçalınca

kuma oturur. Binlerce atölyede, on binlerce işçi onlan parçalar. Gittim oraya önce, çevredeki balıkçı köyleri­ ni dolaştım. Oralarda resimler çek­ tim. Sonra kumsala ulaştım. Dolaşı­ rken fark ettim. Bir sezgi. Çok entere­ san görüntüler olacak burada. Güne­ şin, parçalanan gemilerin, şeylerin arkasında batacağını hesapladım. Bir de beni enterese eden şey, yani orda, böyle ortaçağdaki gibi. Hani kalyon­ larda forsalar kürek çeker. Bir davul çalar tam tam., ritmik olarak. Ürper­ tici bir şey. Aynen öyle. On on iki kişi ağır, demir parçalanın, zincir omuz­ larında heyamola ile kum üstünde çe­ kiyorlar. Denizin çekildiği zamanlar­ da yirmi dört saat durmadan çalışı­ yorlar. Zor bir iş... (anlaşılmıyor) İnsan terinin ne olduğunu görüyor­ sun. Binlerce insan. Akşamı, yani gü­ neşin batışını beklerken onlarla ko­ nuştum. Vardiyalarla çalışıyorlar. Paydoslarda onlarla birlikte çorba iç­ tim.

O.K.: Nasıldı çorba?

A.G.: Nasıl olacak? Berbat. Ne içti­ ğin belli değil. Patates de var içinde, bilmem ne de. Ama ben alışığım. Ker­ tenkele bile yedim. Gece, çadırlarda onlarla birlikte yattım. Orda ter basit bir şeydir. Hava sıcak. Elli derece. Çalışan insan görmek istedim. Ben in­ sanlarla ilgiliyim. Manzara fotoğ­ rafçısı değilim. Savaşlar da önemlidir benim için. Ölümle karşı karşıya ka­ lan insanlann resmini çekmek önem­ lidir. Fotoğraf sanatçısı dediğimiz tip­ lerin böyle meseleleri yoktur. Benim işim, fotoğrafçılık mesleğdir. Bu yüz­ den her zaman, “fotoğraf sanat değil­ dir” diyorum, beni anlamıyorlar. Fo­ toğraf şartlara, olaya, insanlara ve

‘F

A .

otoğraf

sanat değildir’ diyorum,

beni anlamıyorlar.

Fotoğraf şartlara, olaya,

insanlara ve

makineye bağlıdır. Bu

yüzden sınırlıdır. Kendi

hayalinde düşünüp

bâr fotoğraf

j

kuramazsın.

makineye bağlıdır. Bu yüzden sınırlıdır. Kendin hayalinde düşünüp bir fotoğraf kuramazsın. Örneğin, şu Galata köprüsünde bir fotoğraf dü­ şün. Nasıl çekeceksin o fotoğrafı. Ben çocukluğumdan beri o köprüyü tanınm. Vapur gelecek diye beklemi­ şim, sevgilim gelecek diye. Günün çe­ şitli saatlerinde geçmişim oradan. Bü­ tün bunları yaşayarak, yaşatarak çek­ mek isterim. Nasıl çekeyim? Nerede benim mavi sevgilim?

Bak, bu son güzel cümlemi de unut­ ma.

O.K. ve S.R. - Seni nasıl unuturuz usta!

NOT: Büyük fotoğrafçımız, yeryüzü­ nün büyjik Leica ustalarından biri, görüntü dünyamızın onuru Ara G ü­ ler için ne zamandır bir yazı yazmak istiyordum. Onun yaşamının ve us- talığnın sonsuz gizlerini anlatmak bir yazının harcı değil. Bu yüzden, şu günlerde İstanbul’da, Paris’te, Nancy’de sergilerinin kapandığ, An­ kara’da Fransız Kültür Merkezi’nde “II Etait Une Fois İstanbul” adlı ser­ gisinin açıldığı haftada, ona sadece, kendisiyle yapılmış bir söyleşiden ge­ lişigüzel bölümleri yayımlayarak bir selam göndermek istedim.

A.G. Ara Güler, S.R. Samih Rıfat, O.K. Onat Kutlar’dır. Selam Ara.

T ah a Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Etkinlik 2.. Doğru ifadelerin başına D, yanlış olanların başına Y yazalım.C. Noktalı yerlere uygun kelimeler yazarak dilekçe yazma

Ancak 1850 -1875 yılları arasında İstanbul'da yaşayan ve ilk olarak Ayasafya’nın tezyinatını ya­ pan İtalyan ressam ve nakkaşı Fossati’nin tavsiye ve

Zafer Üskül için böyle de, değerli sanatçı vc Beyoğlu adayı Halil Ergün için farklı mı.. Gene kocaman

C oşkun Aral, dünyanın neresinde savaş belası varsa, oralardan ço­ ğunu gidip görmüş ve oralarda çalış­ mış bir gazete fotoğrafçısıydı.. Kendisi­ ne ikinci

1963 yılı için söylenecek çok şey var ama bizim için önemli olan Ankara’ya taşınmış olmamızdı.. Atiye Altınok isminde yaşlıca bir

[6] Bu olgumuzda, pinch-off sendromu nedeniyle port haznesi ucundan kopan ve pulmoner artere embolize olarak ventriküler aritmilere neden olan kateter parçasının,

İstanbul’u ziyaret eden turistlere yönelik olduğu kadar geç­ mişimizin bir yansıması olan saltanat kayıkları ile boğaz se­ fası yapmak isteyen herkese hitap

Ama ertesi yıl, 1971’in 3 Kasım günü yine çıkış nedeni anlaşılamayan ikinci bir yangın, o güzelim binayı bir kez daha alevler içinde bıraktı. Bir