Sonunda
Nasıl da Yandı?
ıllar önce “Tiyatro” dendimi, herkesin gözlerinin önüne ilk
olarak Şehir Tiyatrosu’nun Tepeba- şı’ndaki iki ahşap bina sı gelirdi: Dram Tiyat rosu ile Komedi Tiyat rosu... Koca İstan bul’da başka tiyatro yok muydu? Vardı el bet! Ama en güzel oyunlar, en ünlü oyun culardan hep bu iki ti yatroda seyredilirdi. Bu dediklerim 1940’lı
yılların başı... İkinci Dünya Sava- şı’nın tüm dünyayı ateşe, kana boğduğu, bir türlü geç mek bilmeyen o zor yıllar... Alman orduları nın topuyla tüfeğiyle gelip Trakya sınırımıza dayanmasına karşın, Şehir Tiyatrosu kapıla rını kapatmamış, bü yük zorluklarla da olsa, sahnelerini tiyatrose- verlere açık tutmaya çalışmıştı. Hem de Al man uçaklarının ansı zın çıkagelip kenti
Özlem in T a d ı
Y a n g ı n ...
1 7 Nisan 1970... Tepebaşı’ndaki Dram
Tiyatrosu, nasıl çıktığı anlaşılamayan yangına teslim oldu.
bombalaması karabasanına, gece leri uygulanmaya başlanan o tatsız karartmaya karşın...
Şehir Tiyatrosu’nun temsillerini verdiği bu iki tiyatro binası nerede miydi? Bugün, Tepebaşı’nda, TÜ- YAP sergi binası ile katlı otoparkın olduğu yerde... İkisinin de cephesi Galatasaray’da İngiliz Sarayı’nın önünden gelip Perapalas’a doğru uzanan tramvay caddesine bakar dı. Yani, tam adıyla, Meşrutiyet Caddesi’ne... İkisinin de cephesi Bristol Oteli gibi, Londra Oteli gibi bir sıra Beyoğlu Oteli’nin ve de Karlman Pasajı’nın karşısındaydı.
Burada sözünü edeceğim Dram
kısmı, eski adıyla Tepebaşı kışlık Be lediye Tiyatrosu, tüm Tepebaşı’nın simgesi olmuş izlenimini veren bir binaydı. O olmazsa, Tepebaşı, Tepe- başı olmaktan çıkar gibi gelirdi ba na... Aslında, insanı öyle ilk bakışta etkileyecek denli büyük ve gösteriş li bir yapı da değildi. Yanyana kon durulmuş, dik çatılı birkaç binanın biraraya gelmesiyle oluşmuştu.
Ş
ehir Tiyatrosu’nun her yıl perdelerini daima Ekim ayının ilk günü açması ge lenek durumuna gelmişti. Yaz ayları turneler ve yeni oyunla rın hazırlanmasıyla geçer, ekimG ü z elim T e p e b a ş ı T iy a tr o s u Y ı l l a r a N a s ıl D a y a n d ı, So n u n d a N a s ıl d a Y a n d ı?
...V e b ir g"nn sonra..
Bir mücevherden farksız değerde olan tarihsel tiyatrodan hâlâ alevler yükseliyor.gelince de Dram kısmı hep bir Shakespeare klasiğiyle açılırdı. Komedi kısmı da bir Molière oyu nuyla... Dram’da “Hamlet” ya da “Romeo Juliet”... Komedi’de de “Kibarlık Budalası” ya da ne bile yim, “Cimri” gibi klasiklerle...
Bizimkiler Şehir Tiyatrosu’na hâlâ eski alışkanlıklarıyla Dârülbe- dayi demekte ısrar ederlerdi. Yok sa, bildiğim kadarıyla Dâriilbedayi adı kaldırılalı çok olmuştu. Eğer gü zel bir oyun varsa, Dram kısmına da giderlerdi, Komedi kısmına da... Sıkılmayacağımdan emin oldukları bir oyunsa, beni de götürürlerdi. Tabii, oturduğum yerde kıpır kıpır
kıpırdanmamamı, yüksek sesle ko nuşmamamı, ayaklarımı ikide bir sallayıp öndeki koltuğa vurmama mı daha baştan sıkı sıkı tembih ederek... Tiyatroda, oturduğun yer de fındık, fıstık yenmeyeceğini de, gazoz mazoz içilmeyeceğim de o yaşlarda öğretmişlerdi bana.
B
abamın dediğine göre bu tiyatronun en önemli kişi si Muhsin Ertuğrul Bey’di. Dram’da da, Komedi’de de herşeyin onun kumandası altın da yürütüldüğünü söylerdi. Meğer oyunların seçiminden sahneye konmasına, kostümlerindikilme-B ü tü n D ü n y a • A ğ u sto s 2 0 0 3
sinden, ışık düzenine, herşeyde, ama herşeyde onun sözü geçermiş! “Tiyatroda demokrasi olmaz! Başrejisör, gerçek bir diktatör olmalıdır!” derdi.
Ç
ok sonraki yıllarda ki mi tiyatrocu dostları mın da aynı görüşte olduklarını fark ettiğim zaman, fazla şaşma mıştım. Sanıyorum Hazımları, Vasfi’leri, Bedia’ları, Cahide’leri, Behzat’ları, İ. Galip’leri, Talât’ları, Hüseyin Kemal’leri, Şaziye’leri, Halide’leri hep o yıllarda Şehir Ti- yatrosu’nun bu iki sahnesinde seyrettim. Yalnız sahnede mi? On ların tüm rolleri paylaştıkları o dö nemin yerli filmlerinde de...Şehir Tiyatrosu’nda Ahmet Ve- fik Paşa’nın “Merakî’sinden Rey Kardeşler’in “Deli Dolu” opereti ne, Musahipzade’nin “Mum Sön- dü”sünden Goldoni’nin “İki Efen dinin Uşağı”na dek ne oyunlar izlemedim ki!
Hâlâ gözlerimin önünden git meyen bir oyun var ki, ne zaman aklıma gelse, içimden keşke bu gün de oynansa derim. Hangi oyun muydu bu? Edmond Ros- tand’ın Sabri Esat’ın çevirisi olan “Cyrano de Bergerac”ı! 1945-46 sezonunda Dram kısmında oyna nan bu beş perdelik oyunda Hü seyin Kemal Gürmen, Cahide Son- ku ile birlikte öylesine büyük bir başarı elde etmişti ki, oyun aylar ca sahneden kaldırılmamış, gören ler, bir kez daha görmek için kuy ruklara girmişlerdi.
Dram kısmının binası, kutu gi bi ahşap bir binaydı. Bildiğim ka darıyla, Sultan Hamid döneminin
ünlü şehremini Mazhar Paşa’nın zamanında (1881-1890), kentin 6. Daire belediye başkanı olan Bla- que Bey’in kurnaz bir taktiği ile inşa ettirilmişti. O dönemde Tepe- başı tarafları baştan sona açıklık olup, hep mezarlıkmış. Anlatıldığı na göre bu Blaque Bey, kurnazlık edip çingenelerin orada çergi kur masına göz yummuş. Ama karşı taraftaki büyük binaların sahibi olan varlıklı aileler çingenelerin pislik ve şamatasından rahatsız olup şikâyet etmeye başlayınca, “Bana, bu arsada bir tiyatro binası inşa etmek için gerekli olan para yı bulup hibe ederseniz onları bu radan çıkartırım!” demiş.
O sıralarda, 1874’te yeni açılan Galata Tüneli’nden çıkartılan toprakları taşıma ücreti olarak da belediyenin kasasına bir miktar para girmişmiş. İşte sözünü ettiği miz bu kutu gibi, şirin mi şirin, derli toplu tiyatro binası bu kaynaklardan aktarılan paralarla inşa ettirilmiş.
B
inanın mimarı, o gün lerin tanınmış mimar larından Ermeni asıllı Hovsep Aznavur... 1880’li yıllarda inşa edilen binanın salonu klasik İtal yan tiyatro binalarında olduğu gi bi at nalı biçimindeydi. Parterde 256 koltuk yer almaktaydı. Ayrıca birinci ve ikinci kat locaları da 182 kişi alıyordu. En üste de “ga leri” denen bir balkon vardı. Tanınmış yazar ve tiyatro adamı mız Haldun Taner’in belirttiğine göre, ünlü Fransız şair, yazar, oyuncu, sinema yönetmeni ve de ressam Jean Cocteau 1954’teİs-G ü zelim T e p e b a ş ı T iy a tr o s u Y ı l l a r a N a s ıl D a y a n d ı, S o n u n d a N a s ıl d a Y a n d ı?
tanbul’a geldiği zaman tiyatroları mızı görmek istemiş, özellikle bu tiyatroya götürüldüğünde hayran lığını gizleyememişti.
Y
ıllarca değişik tiyatro ve gösteri kumpanya ları tarafından kulla nılmıştı bina. Yıl: 1916, günlerden 19 Ocak... O zamana dek kısa bir sü re hep İstanbul yakasındaki deği şik sahnelerde ya da bahçelerde oyun veren Dârülbedayi oyuncu ları, Beyoğlu tarafında ilk kez se yirci karşısına Tepebaşı’ndaki bu salonda çıkmışlar. Oyun, Hüseyin Suat Bey’in, Emile Fabre adlı Fransız yazarın “La Maison d'Argi- le” adlı yapıtından uyarlanmış “Çürük Temel” adlı bir oyun muş... Reşat Rıdvan Bey tarafın dan sahneye konmuş. Oyunun konusu, boşanan bir çiftin üzeri ne kurulmuşmuş...Bakınız, ilk genel provaya çağ rılan davetliler için hazırlanan da vetiyede neler yazıyor:
“Dârülbedayi'nin ilk temsil edeceği ‘Çürük Temel’in umumi provası, Kânıın-ı Sâni'nin 6. Çar şamba günü akşam saat dokuz bu çukta Tepebaşı Kışlık Tiyatro su’nda icra edileceğinden teşrifle riniz mütemennâdır efendim.”
6 Kânun-ı Sâni, milâdi takvime göre, 19 Ocak gününe rastlıyor. Mütemennâ da, temenni edilir, ar zu edilir, demek...
Bu oyunda kimler mi oyna maktaymış? Elbette ki o günlerin en ünlü aktör ve aktrisleri... Roza Felekyan, Kınar Hanım, Eliz Bine- meciyan, Sara Mannik Hanımlar ile Adrien Binemeciyen, Muhsin
Ertuğrul, Nurettin Şevkatî ve Ah met Muvahhit Beyler...
Bu ilk geceyi Şehzade Ziyaed- din Efendi, Harbiye, Adalet ve Na fıa nazırları başta olmak üzere dö nemin pek çok ünlü kişisi şeref lendirmiş. Oyun ertesi günü de as ker ailelerinin yararına olarak bir kez daha tekrar edilmiş. Biletler mi ne kadarmış? Alt katın A, B, C, D locaları l ’er lira, diğer localar 80 kuruş. Üst katın A, B, C, D locala rı 80’er kuruş, diğer localar 50’şer kuruş. Parterde ilk dört sıra koltuk 25, diğer koltuklar 20 kuruş. San dalyeler 15, yalnızca giriş, 5 kuruş. Herhalde fark etmişsinizdir: Gö rüldüğü gibi Birinci Dünya Sava- şı’nın olanca şiddetiyle sürüp gitti ği o yokluk günleri için hiç de ucuz değil bilet fiyatları!..
T
epebaşı’ndaki bu kışlık tiyatro binası, 1925 yı lından sonra Şehir Ti- yatrosu’nun aynı za manda müdüriyet bi nası da olmuş. Yıllarca, İstanbul lu tiyatıoseverler, sahne sanatının en büyük yazarlarının, en güzel oyunlarını hep bu salonda izlemişler... Show’dan Pirandel- lo’ya, Gogol’dan Feydeau’ya... Ve de kendi yazarlarımızın oyunları nı... Cevat Fehmi’leri, Refik Erdu- ran’ları, Reşat Nuri’leri, Ahmet Kutsi’leıi...Yanıbaşındaki eski adıyla “An- fi”, sonraki adıyla Komedi Tiyatro su, Başbakan Menderes’in 1950’le- rin sonlarındaki yıkım çalışmaları sırasında ortadan kaldırılırken, Dram kısmı bir süre daha hizmet vermekte devam etmişti. Ama 1970’e geldiğinde binanın iyice
es-B ü tü n D ü n y a • A ğ u sto s 2 0 0 3 ,
kidiği göz önüne alınarak provala ra, oyunlara da kapatılmıştı.
İlgililere göre Dram kısmı bina sı her geçen gün biraz daha köh neleşiyor, başta yangın, her türden tehlikelere kucak açabilecek duru ma düşüyordu. Öte yandan, Tepe- başı ile çevresi ne zamandır hızla değer kazanmaktaydı. Aynı yerde inşa edilecek dev bir otopark, ya da kiraya verilecek büyük bir iş merkezi belediyeye tiyatronun sağladığından çok daha fazla gelir sağlayamaz mıydı?
T
iyatrocular 7 Ocak1970 tarihinde yaptık ları bir törenle Dram kısmını terk ettiler. Yalnız binayı terk et mekle kalmadılar, o güzelim binayı istemeye istemeye kaderi ne de terk ettiler. Son oyun, 1969 yılında oynanan Fransız kadın yazar Daphne du Maurier'nin “Sonbahar Fırtınası” adlı yapıtı olmuştu.
1 9 l6 ’da ilk temsilin verildiği günden buyana, yaklaşık 55 yıl boyunca, o sahnede dile kolay, 368 yapıt sahneye konup oynan mıştı. Bu süre içinde verilen tem sil sayısı 13.272. Tiyatroya gelen biletli seyirci sayısı ise tastamanı- na 1.680.928. Yani, oyun başına, yaklaşık 130 seyirci! Oyunlar bundan sonra, Harbiye’deki Sü- merbank’ın, eski sergi binası iken tiyatro binası olarak düzenlenen binada sürdürülecekti.
1970 yılının 17 Nisan gecesi nedeni anlaşılamayan ve binayı bir anda sarıveren bir yangın, tiyatroseverleri can evinden vur du! Şükür ki, binanın büyük bir
64
kısmı yine de nasılsa yanmaktan kurtulmuştu. Herkeste bir umut: Belki bina yeni baştan yapılırcası- na onarılır da tümüyle yok olmaktan kurtarılırdı! Ama ertesi yıl, 1971’in 3 Kasım günü yine çıkış nedeni anlaşılamayan ikinci bir yangın, o güzelim binayı bir kez daha alevler içinde bıraktı! Bir zamanların Türk tiyatrosunun kalbinin attığı bu tarihî bina, artık yer yer dumanlar tüten bir enkaz dan başka bir şey değildi!
Bir mücevherden farksız zara fetteki bu binanın yer aldığı arsa da, günümüzde çok katlı bir ser gi binası yükselmekte... Zarafet ten yoksun! Soğuk görünüşlü! Ve de her köşesiyle itici bir beton kitle!.. Ne yanıbaşındaki Peıa Pa las ile uyum sağlamakta, ne de karşı sırasındaki 1800’lü yıllar dan kalma her biri başka zarafet teki yapılarla...
Düşünüyorum da, en azından 90 yıllık bu tarihî bina göz gö re göre kaderine terk edilmesey di, günümüzde ondan ne de güzel yararlanılabilirdi!
B
aştan sona yenilene rek tiyatro olarak da kullanılabilirdi, konfe rans salonu olarak da... Pekala konser sa lonu da olarak da yararlanılabilir di, tiyatronun yönetim binası ola rak da... Hatta ve hatta, ulusal bir tiyatro müzesi olarak da!Sahi, koca İstanbul’da, iftihar la ele güne gösterebileceğimiz modern bir tiyatro müzemiz var mı acaba?»
EserTutel@butundunya.com.tr