ANALİTİK FELSEFE
Analitik felsefe, 20. yüzyılın yaklaşık elli ya da altmış yıllık bir kesitinde, başka her şeyi
unutturacak kadar etkili olmuş olan felsefe anlayışı veya okulunu temsil eder. Analitik felsefe, aslında büsbütün yeni veya salt 20. yüzyıla özgü olan bir felsefe değildir. Pek çoklarına göre, 17.
yüzyılda Hobbes ve Locke tarafından kurulan, fakat 19. yüzyılda neredeyse tümden unutulan bir felsefe geleneğinin 20. yüzyılda, yeni birtakım araçların da yardımıyla, olabilecek en görkemli şekilde canlanışına tekabül eder. (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları 2009 s.597.)
Analitik felsefenin belirleyici sıfatı felsefenin ilk ve en önemli görevinin analiz olduğu, kompleks gerçeklik, varlık veya kendilikleri kendilerini oluşturan basit kendiliklere indirgeyecek bir
analizden meydana geldiği kabulünden çıkar. Gerçekten de analitik felsefe geleneğine mensup filozoflara göre, basit unsur ya da kendilikler, kendileriyle karşılaşıldığında başka herhangi bir şeyin yardımı olmadan, dolayımsız olarak anlaşılabilir olma anlamında basittirler. (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları 2009 s.597.)
Analitik geleneğe mensup filozoflar, “açıklığa” olağanüstü büyük bir önem yüklediler. Bu
bağlamda, bilgimizin kaynağını büyük ölçüde meydana getiren deneyimin aslında açık olduğunu kabul ediyorlardı; fakat deneyimin bize yalın öğelerle gelmediğini, karşı karşıya kaldığımız
deneyim unsurlarının tam tersine bütünler veya kütleler olduğunu ileri sürdüler. Dahası, bu bütünü ya da kütleleri deneyimlememiz, onlarla ilgili tutumlarımız veya inançlarımızdan, bilumum korku ve endişelerimizden etkilenir. Analitik filozoflara göre, bizim istenen açıklığa erişmemiz ancak söz konusu deneyim kompleksleri, kendilerini meydana getiren ve her biri, başka herhangi bir şey değil de olduğu şey olan basit bileşensel unsurlarına ayrıştırıldığı zaman mümkün olabilir. İkinci olarak açıklığa, zihin deneyimin bu basit bileşenleriyle doğrudan temas içine girdiği, umutların ya da korkuların işe hiçbir şekilde karışmadığı deneyim, dolayımsız bir karşılaşma şeklinde yaşandığı zaman ulaşılabilir. Açıklığın olmazsa olmaz bu iki koşulunun aslında birbiriyle yakından ilişkili olduğu kabul edilir. (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları 2009 s.597.)
Analitik filozofların bakış açısıyla, gündelik dilin muğlaklık ve belirsizliklerle dolu olmak
anlamında hayli yetersiz, felsefi amaçlar açısından uygunsuz, anlam açıklığına erişmek yönünden sıkıntılı olduğu kabul edilir. Evrenin duyu verilerinden, izlenimler veya yalın olgulardan meydana geldiğini öne süren analitik filozoflar açısından, bu gerçeği açığa vuran şey, gündelik dilin
dünyanın, acılık ve tatlılık, yeşillik ve kırmızılık, yuvarlaklık ve düzlük benzeri şeyler yerine evler ve armutlar benzeri bütünlerden oluştuğunu temsil etmesidir. Gündelik dili, bu dilin muğlaklık, belirsiz anlamlılık ve benzeri bilumum tuzaklarını geleneksel pek çok çözümsüz problem ve felsefi ihtilafın en önemli kaynağı olarak gören analitik filozoflar, bu yüzden felsefi soruşturmanın
başlamasından önce, gündelik dilin mümkün olduğu ölçüde arındırılması gerektiğini düşünürler.
Gerekli açıklığı temin edecek böyle bir hazırlık çalışmasının kaçınılmaz olduğunu öne süren bu filozoflar, böyle bir hazırlığın layıkıyla hayata geçirilmesi durumunda geçmişin çözümsüz felsefi problemlerinin ve sonuçsuz ihtilaflarının çözümlenip sonuçlandırılabileceğini iddia ederler.
(Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları 2009 s.597.)
TEMSİLCİLERİ;
Edward Moore
Frege
Wittgeinstein
Russell