• Sonuç bulunamadı

Aile olmanın önemi...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Aile olmanın önemi..."

Copied!
80
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

EDİTÖR

Aile olmak

Bu sayımızda aile olmanın önemi, ailenin toplumdaki yeri ve aile içindeki sorunlar ve çözüm yöntemlerini ele aldık. Günümüz modern toplumlarından yeniden keşfedilen aile kavramı, Türk gelenekleri içinde ayrı bir öneme sahiptir. Büyüğe saygı ve küçüğe sevgi temellerinin atıldığı aile, toplumun küçük bir örneğidir. Özel- likle büyük aile kavramının halen yaşadığı ülkemizde birey değil topluluk kavramı önem kazanmıştır. Aile çocuğun ilk gelişiminin yaşandığı yerdir. Aynı zamanda çocuk ilk eğitimi de ailesinden alır. Anne babalara önemli görevler düşen çocuk eğitimi ise zahmetli ve emek gerektiren bir süreçtir.

Sayfalarımız arasında aile içi rollerden, bilinçli evliliğe, kocanızı baba yapmanın yollarından, ailede sorunu çözme sorumluluğunakadar birçok konuyu ele aldık. Ayrıca sizi farklı diyarlara götürecek Mairitus gezi yazı- mızı da beğeninize sunuyoruz. Her ay olduğu gibi bu ayda kısa haberlerimiz size yol gösterecek ve farklı ko- nularda hazırlanan zengi içeriğimiz sayesinde Psikiyatri alanındaki gelişmeleri takip edebileceksiniz.

Havaların ısındığı ve baharın kendini gösterdiği bu günlerde iyi okumalar diliyorum...

Özgür Çetin

Aile olmanın önemi...

(2)

4

YAYINCI

İDER İnsani Değerler ve Ruh Sağlığı Vakfı Sağlık İktisadi İşletmesi

GENEL YAYIN DİREKTÖRÜ Uğur İlyas Canbolat

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Özgür Çetin

YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Meral Ünlü

YAYIN KURULU

Oğuz Tanrıdağ, Nevzat Tarhan, Oğuz Tan, Ah- met Muhtar Şengül, Yıldız Burkovik, Başar Bil- giç, Furkan Tarhan, Gürkan Karadare.

DIŞ HABERLER Ayda Çayır

KATKIDA BULUNANLAR

Orhan Gümüşel, Zehra Erol, Kemal Arıkan, Alper Evrensel, Serdar Alpaslan, Ebba Lohmann, Fun- da Gü¬dücü, Hasan Basri İzgi, Yasemin Kalka- van, Çiğdem Demirsoy, Oğuz Tan, Neşe Özkarslı, Yıldız Burkovik, Hande Sinirlioğlu, Aynur Sayım, Sinem Öztep, Dilek Özdemir.

TASARIM Emine Şahinbaş REKLAM Furkan Tarhan BASIM YERİ

İMAK Ofset Basın Yayın Sanayi Ticaret Şti.

Atatürk Caddesi Merkez Mah. Göl Sokak No:1 Bahçelievler İstanbul

Tel: 0 212 656 4997 YAYIN TÜRÜ

İki ayda bir yayınlanır, ücretsiz dağıtılır YÖNETİM YERİ

Alemdağ Cad. Site Yolu No: 29 34768 Ümraniye İSTANBUL

www.NPİSTANBUL.com www.mcaturk.com www.noropsikiyatri.com E-Posta: bilgi@mcaturk.com

bilgi@npistanbul.com BİLGİ HATTI

0 216 418 1500 - 0216 633 0633

Faks: 0 216 418 15 30 - 0 216 634 12 50

İDER İnsani Değerler ve Ruh Sağlığı Vakfı Sağ- lık İktisadi İşletmesi’nin ücretsiz yayınıdır.

Nevzat Tarhan Dürüstlük ve açıklık

Doğru yolu izlerken neyin doğ- ru, neyin yanlış olduğunu belir- leyen rehberler vardır.

Orhan Gümüşel Kuşak çatışmaları

İnsanoğlu geçmişinden getirdik- leriyle geleceğine dair kaygıları- nı çözme çabasıyla diğer canlı- lardan ayrılı

r.

Baş ağrısına neden olan psikiyatrik hastalıklar

Hasan Basri İzgi Aile içi şiddet

Kişinin bedensel ve ruhsal açı- dan zarar görmesine, yaralanma- sına veya sakat kalmasına neden olan davranışların hepsine şid- det denir. Toplum içi şiddete yö- nelik yasal düzenlemeler varken aile içi şiddet gizli kalmakta, ya- sal yetersizlikler nedeniyle önle- nememektedir.

6

14 8

20

(3)

İÇİNDEKİLER

Neşe Özkarslı Kocanızı baba yapmanın yolları

Katı sınırların çizildiği topluluklarda kadın ev içi görevleri, erkek ev dışı görevleri alır.

Funda Güdücü Sağır Ailede gizli yara ‘ensest’

“Babam öldüğünde ağlamadım” ro- manını okuyanlar gerçek ensest ya- şam öyküsünü, yazarın anlatımıyla bir çocuğun ne yaşadığı konusunda bilgi edinmişlerdir.

Oğuz Tan

Evlilikte aldatmak affedilirim mi?

Bir kadın, bir erkek… Dünyanın eze- li gerçeği budur. Erkeğin kadına, ka- dının erkeğe duyduğu arzu, karşı ko- nulması en güç tutkulardan biridir.

Mairitus: Aşkın ve dansın ülkesi

30

52

74 26

34

Bilinçli evlilik

Boşanma oranlarının hızla arttığı, parçalanmış aile sorunları nedeniyle uyuşturucuya ve suça bulaşan genç- lerin sorunlarına dikkat çeken NPİS- TANBUL Hastanesi’nden Nevzat Tarhan bilinçli evlilikler konusunda önerilerde bulundu.

Kırmızı yüzlü müsünüz? 16

Ailede sorunu çözme sorumluluğu 18 Depresyonda manyetik mucize 22 Kadınlar kabus görmeye daha yatkın 23 Gökyüzünde her gece tarihi izliyoruz 24

Gözlerin hiç değişmemiş 29

Hızlı düşün mutlu ol 33

Aile birliğinin sağlanmasında cinsellik 38

Duygusal basınç 42

Okul öncesi çocuklarda arkadaşlık ilişkileri 44

Sınırda yaşamak 46

Gelişim, öğrenme ve öğrenme güçlükleri 48 Ayrılmak neden bu kadar zor? 51

Çalışan kadın 55

Ailede ölüme tepki 56

Aile içi roller 58

Anne baba arasındaki kavgalar 59

‘Psikiyatri portaliniz’ yayında! 60 Mutlu olmanın yolu şükran duymaktan geçiyor 63

İyimser ol genç kal 64

Yalnızlıkla beyin arasındaki bağlantı açığa çıktı 66

Babanın evi ihmal etmesi 67

Kitap 68

Aldatılmak kader mi? 70

Psikiyatri hemşireliği 73

Gezi: Mairitus 74

Test 78

Bulmaca 81

Karikatür 82

(4)

6

Dürüstlük

(5)

“Bir insanın doğru yolu izlemekle yolu- nu şaşırıp kaybolduğunu hiç görmedim.”

Bu söz eğitimcilerin çocuğa dürüstlüğü öğretirken söyledikleri bir sözdür. Doğru yolu izlerken neyin doğru, neyin yanlış olduğunu belirleyen rehberler vardır. Bu rehberlerin bir kısmı biyolojik eğilimler- dir. İkinci kısmı ahlaki vicdandır, üçüncü kısmı toplumun çizdiği sınırlardır.

Adalet bölümünde vurguladığım gibi adil olmakla dürüst olmak biri birini ta- mamlayan değerlerdir. Çocuklar üzerin- de yapılan deneyler adil paylaşım eğili- minin doğuştan geldiğini doğrular nite- liktedir. Freud’un çok yerinde tanımla- dığı vicdan kavramı toplumun egomu- zun bir bölümünü geliştirmesi ile ilgili- dir. Hangi normların ahlaki olduğunu ise toplumun kültürel standartları belirliyor.

Ahlaki vicdan oluşması suçluluk ve pişmanlık duyguları ile yakından ilgili- dir. Dürüst bir davranışın arkasında ah- laki vicdan her zaman olmayabilir. Ahla- ki vicdanı olmayan dürüst davranış satın alınabilen bir vicdandır. 100 lira rüşve- ti reddeden ama 100 bin lira rüşvet kar- şılığında direnemeyen memur bu tipe uyar. İnsanoğlu hatalı bir davranışı haklı ve mazur göstererek bahaneler bulmaya her zaman hazırdır. Küçük bir hata baş- ka bir hatayı davet eder. Bir küçük kıvıl- cımın şartlar hazırsa yangın başlatma- ya yettiğini biliriz. Bunun için dürüstlü- ğün taviz vermeye tahammülü yoktur. İl- kelerinden fedakarlık yapmak sonu gel- meyecek yeni ilkesizlikleri doğurur. Tek- rarlar alışkanlığa dönüşür ve doğal kabul edilmeye başlanır. Rüşvet almayan kişi-

ye “Namussuz herif verdiğim parayı al- madı” denildiğini duymuşsunuzdur. Dü- rüstlük herkeste olması gereken bir de- ğer iken günümüzde “meziyet’’ olması anlamlı değil mi?

Üç türlü dürüstlük vardır

Birincisi gerçek dürüstler, çıkarlarına ters olsa da sözlerinde dururlar. İnanma- dıkları şeyi yapmazlar. Her türlü etki kar- şısında sonuna kadar direnirler. Niyetle- ri, düşündükleri, söyledikleri ve yaptık- ları hep uyum içindedir.

İkincisi dürüst görünenler: Bunlar baş- kalarını aldatmak için maksatlı bir şekil- de doğru davranış gösteririler. Böyleleri- ni günlük yaşamda hemen tanıyamayız.

Yanlış hareketlerinde suçluluk, pişman- lık duymamaları ile anlaşılabilirler.

Üçüncü tür dürüstlük ise durumsal dü- rüstlerdir. İçinde bulundukları ortam im- kan vermediği için dürüst davranırlar.

Gerçeği konuşmak, dürüstlük farkı Sevdiğin bir insana toplum içerisin- de nefesin kokuyor, dişlerin kirli demek gerçeği söylemektir ama doğru değildir.

Bu durumda niyet ve nezaket etkenlerini sorgulamak gerekir.

Yalan, yanlış farkı

Hava raporunu sunan raportörün ertesi gün söylediklerinin çıkmaması çocuklar tarafından yalan olarak algılanabilir. Ra- portörün söylediklerinin kesin doğru de- ğil, tahmin olduğunun bilinmesi yanlışla yalanı ayırır.

Yalan bilerek ve isteyerek bir çıkar için veya kendini savunmak için kişinin doğ- ruları değiştirmesi veya gizlemesidir.

Dürüstlük ve bilgi saklamak

Dürüst insanın her söylediği doğru ol- malı ama her doğruyu her yerde söyle- mek doğru değildir. Bazı durumlarda bilgi saklamak gerekebilir. İncitici ger- çekleri söylemek gerekmez. Bir kadına eşinin aldattığını söyleyerek ilişkilerini bozmak gerçek ama yanlış bir hareket- tir. Diğer taraftan ilişkilerini onararak bir şeyler yapabilmek için bu bilgiyi sakla- mak doğru bir harekettir. Burada kişile- rin iç dürüstlüğü yani ahlaki vicdanı be- lirleyici rol oynar.

Bazı durumlarda bilgi saklamak yalan- cılığın bir türüdür.

Toplumun, genlerimizin ve ilahi öğ- retinin içimizdeki temsilcisi vicdandır.

Bunu Freud haklı olarak üst ben olarak tanımlamıştır. Sorgulayıcı ve denetleyi- cidir. Kişiyi eğitir. Fazla sıktığında da kişiyi depresyona sokar. Gevşek ve ku- ralsız olduğunda da kişi antisosyal, acı- masız, utanmaz birey yapar. Bu neden- le dürüst olmayan bir davranışta, tutum- da yüzü kızaran bireyleri çoğaltmak dü- rüstlüğün değer olarak yaşatılması ile il- gilidir.

Doğruluk acıdır, meyvesi tatlıdır Her din ve kültür doğruluğu yüceltmiş- tir. Kısa vadede bir şeyler kaybetse de doğru insan uzun vadede hep kazanmış- tır. Tarihte bunun örnekleri çok fazladır.

Musevilikte dürüstlük çok fazla vurgu- lanır. Fıkıh kitabı Talmud’da bunun pek çok örneğini görürüz. İslam dininde de benzer vurguyu görürüz. “Aldatan biz- den değildir, iman ve yalan aynı anda bir arada bulunamaz” gibi özdeyiş ve pey- gamber sözleri bilinmektedir.

Anadolu’da Ahi teşkilatlarında dürüst olmayan esnafın damına işaret konarak cezalandırıldığı bilinirdi. Kendi çocuk- luğumuzda babamızın sık vurguladığı

“Doğruda aç eğride tok görmedim” sözü;

annemizin sık vurguladığı, “İdam sehpa- sında yalanı öğreten annesinin dilini ısı- ran genç” örneği hep kulaklarımızdadır.

Dürüst olmak kendimizi iyi hissetti- rirDürüstlük insanın içindeki ayartıcı dür- tülerine karşı bir zaferi olduğu şekilde al- gılanırsa kişi de başarı duygusu uyandı- rır ve kişiyi mutlu eder. Ama çıkar odaklı yaşam felsefesi olan insanlar için bu ge- çerli değildir. Dürüstlüğü yöntem ve de- ğer olarak benimseyen kişiler sonuçlarını hemen alamazlar. Güven olarak geri dö- nüşü için zamana ihtiyaçları vardır. An- cak kısa vadede de içsel bir ışık ve se- vinçli bir sıcaklığın vücutlarında dolaş- tığını hissedebilirler. Bu erdemliliğin pe- şin ücretidir.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan

ve açıklık

PSİKİYATRİ VE YAŞAM

(6)

8

Kuşak çatışmaları

İnsanoğlu geçmişinden getirdikleriyle geleceğine dair kaygılarını çözme çaba- sıyla diğer canlılardan ayrılır.

İnsanın sosyal evriminde değişirken fark- lılaşmak gibi bir esas dikkat çekicidir. De- ğişmedeki görünüm yenilenen ve gelişen

bilgiyi haz yöneliminde kullanmak, fark- lılaşma ise haz eğilimini yaşama şeklidir.

Örneğin dünya’nın hangi coğrafyasında yaşarsa yaşasın zebraların farklı mutfakla- rı yoktur. Ot oburdurlar ve önlerine çıka- nın besin olup almadığını ayırdıktan sonra herhangi bir işleme tabi tutmadan sırf bes- lenebilmek maksadıyla yerler. İnsan ise beslenebilme maksadının yanına beğenile- rini de ekler ve buna yaşamı devam ettire- bilmenin yanında öznel yorumuna dayalı bir başka haz unsuru da eklemiş olur. Çev- resindekilere de böyle aktarmaya çalışır.

Balığı; buğulama, haşlama, kızartma ya da ızgara olarak sevmek ve önermek gibi.

Bu insanın ona verilenlere öğrendikle- rini katarak yeni bilgiyi oluşturmak sure- tiyle yönlendirmesidir işte. Sadece davra- nış tercihlerinde değil her boyutta kullanı- lır. Duygu, düşünce ve davranış dengesi- nin öznel şekillendirmesidir.

Daha önce de belirttiğimiz gibi insa- nın; diğer canlıların aksine basit yaşamsal uyumlarla sınırlı olmaması, bilgiyi üret- me, uygulama ve gelecek kuşaklara aktar- ma becerisi, gezegenin kaynaklarını yö- netme hakkını da eline almasını sağlamış- tır. Bununla beraber kavimler halinde ya- şayan insan gruplarının birbirleriyle ilişki- lerinde ve kendi içlerindeki dinamikleri de geçmiş nesillerden aktarılan bilgilerin sos- yal yapılanmalarına yansıması olarak orta- ya konmuştur. Yansımalar ne olursa olsun biyolojik ortaklıkların ve sosyal yapıları- nın etkileşimi ortak kaygıları da beraberin- de getirmiştir. Dünya üzerinde sadece in- sanın geçmişle ve gelecekle ilgili kaygıla- rı vardır.

Bu noktada çatışmayı yaratan ana unsur- da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Ki- şinin öncelikle kendisini nereye koydu- ğu önemlidir. Kendi yaşamı ile ilgili kay- Uzman Ergen Psikologu Orhan Gümüşel

(7)

gı ve beklentileri büyük kişilik dairesinin ilk çemberidir. Bu çemberin hemen dışın- da; hayatı beraber yaşadığımız, direkt ve yoğun paylaştığımız diğer insanların oluş- turduğu çember gelir ki bu çemberin en önemli öğesi ailemizdir.

Yeteneklerimizi fark etme, bunları ilgi duyduğumuz alanlarda kullanma ve geliş- tirme ve kullanma stilimiz anlamına gele- bilecek değerler bütününü aile içinde ka- zanırız. Bu kazanım aile içindeki ilişki di- namiğinden ve hangi ebeveynle ne tür öz- deşimler kurduğumuzla yapılanır. Yaşadı- ğımız sosyal çevre ve hayata dair gelişen inançlarımızla şekillenir. Bunları da ya- şamla ilgili ihtiyaçlarımız, algılarımız ve kaygılarımız etkiler.

Daha da açmak gerekirse; özellikle bi- zimki gibi genç ve yapılanmakta olan ül- kelerin hatta onları oluşturan genç nüfus yoğunluğunun ihtiyaç, kaygı ve arzuları oturmuş yani belli bir stabilizasyonu yaka- lamış toplumlara göre daha yoğun ve de- ğişkendir. Hızlı değişime ayak uydurmaya çalışırken de farklılaşma nesiller arasında daha dar bir açı ile hareket eder. Yani daha az yaş farkı nesil farkı yaratabilir.

Kuşak çatışması denen olgu yaşam stili- ne göre çeşitli şekillerde görülse de duygu olarak benzerlikler gösterir. Bunlar değer- sizlik, yetersizlik, anlaşılamama duygu- su, birlikte olmaktan zevk alamama, uzak- laşma ve yabancılaşma duygusu vs. olabi- lir. Görülme şeklindeki değişiklikte sosyal statü, aile yapısı, otorite yapılanması gibi özelliklere göre farklılaşma gösterebilir.

Örneğin; ülkemizde 1970’ler de genç ol- mak ile 2000’ler de genç olmak aynı olgu- lar üzerinde dahi farklılık gösterebilir. Do- ğaldır ki kişiliği 70’li yılların şartlarında

gelişen şimdinin ebeveynleri de çocukları ile farklı bakış açılarına sahiptirler.

O yıllarda bir gencin gece dışarı çıkmak istemesine karşı gösterilecek otorite de somut tehditler içeren argümanlar ( terör olayları, sokağa çıkma yasakları…) daha çok olduğu için ebeveynin yaptırım gücü hem daha fazla hem de kolay uygulanabi- lir olabilirdi. Günümüzde ise bir genç gece dışarı çıkma ile –ki buna yetişkin deneme- si diyebiliriz- büyüdüğü mesajı vermek ve bu yolla bireyselleşmesini ortaya dökmek isteyebilir. Yine o günlerde türlü imkansız- lıklar içinde bir şeyleri çaba göstererek ka- zanmak zorunda kalan gençleri, bugünün anne babaları şimdiki çağda bütün konfor önlerine sunulan ve tüketmeyi öğrenmiş çocuklarını anlamakta zorlanabilirler.

Kısacası diyebiliriz ki kuşak çatışması beraberce düşünemeyen, değişen şartlara uyumu sağlayamamış ya da tüketim çar- kına kendini bırakmış, birbirlerine empa- tik yaklaşamayan ailelerde daha sık ve şid- detli yaşanır.

Burada en önemli konu empatik körlük yaşamadan kaliteli ve güvenli iletişime açık ve hevesli davranmaktır.

Empatik körlüğü önleme adına dikkat edilebilecek 3 önemli noktayı şöyle sıra- layabiliriz:

•Zihin Okuma: Zihin okuma daha ön- ceki davranış biçimlerini referans alarak değişimi görmezden gelme suretiyle orta- ya çıkan ya da çıkması muhtemel durum- lar için çoğunlukla negativist tahminler yürütmektir.”Bunu söylersem kesin şu ce- vabı alırım. O zaman engellenmiş olurum.

Ben istediğimi yapayım hiç olmazsa” ve

“Yine söylediklerimi anlamadı kesin şöyle davranacak” gibi eğilimler zihin okuma-

ya neden olabilir. İletişim kusuru olarak da “Onun gibi düşünmek değil onun yeri- ne düşünmek” anlamına geleceğinden em- patik iletişimi engelleyici bir özellik taşır.

•Kendi Doğruna Sadakat: İletişimi

“Kimin doğru olduğunu” bulmaya sürük- leyen yani kısır döngüye götüren bir yak- laşımdır. Zaten farklılaşmadan kaynakla- nan çatışmayı kangren haline getirmekten başka işe yaramaz. Doğru olan kimin ya da neyin doğru olduğunu tartışmak değil

“Neyin uygun olduğu” bağlamında kon- sensüs oluşturmaya çaba göstermektir.

Aksi takdirde karşımızdaki fikrinin ya da görüşünün değil kişiliğinin sorgulandığını düşünerek savunmaya ve sürekli karşı hi- potez oluşturmaya geçer.

•Kişiselleştirme: İletişimin “sen ben”

dalaşına dönmesidir. Sürekli ve zorlayıcı bir ikna çabasını beraberinde getirir. Böy- le bir iletişim tarzı hem sıkıcı hem gergin- liğe açık hem de uzadıkça incitici olabi- lir. Çünkü sürekli olarak karşıdakini sa- vunmaya zorlayacaktır. İletişimin yönün- de karşılıklı anlaşma değil birinin kaybe- deceği bir güç savaşına dökülecektir. Unu- tulmamalıdır ki çocuklar ve gençler ego- larını son derece katı savunurlar. Yani on- lar sizin kaybedeceğiniz bir evladınız ol- duğu ancak kendilerinin zaten kaybedecek bir şeyleri olmadığı gibi hareket ederler.

Durum bu noktaya gelince de sıklıkla var- mak istenilen sonuçtan uzaklaşılan, karşı- lıklı sevgi ve saygı yitimine neden olabile- cek, insanların gittikçe birbirinden kaçın- dığı, suçluluk ve öfkenin iç içe yaşandı- ğı duygulanımlar, süreklilik gösteren alın- ganlıklar ortaya çıkacaktır.

TREND

(8)

10

TREND

Psikiyatrik hastalıklarda genetik danışmana neden başvurulur?

Şayet bir psikiyatrik veya mental sağ- lık durumuyla ilgili kişisel veya ailevi bir öykünüz varsa, bir psikiyatrik ge- netik danışmana başvurabilirsiniz. Psi- kiyatrik genetik danışman bu durumun sebebi veya ailenizde bir daha görülme ihtimaliyle ilgili sorularınızı yanıtlama- nıza yardımcı olur. Bu tip psikiyatrik durumlar depresyon, bipolar bozukluk, şizofreni ve diğer bozuklukları kapsar.

Gebeyseniz veya bunu planlıyorsanız, bu psikiyatrik bozuklukla ilgili çocuğu- nuzun taşıyabileceği riskler de tartışılır.

Genelde, psikiyatrik genetik danış- manlık seansları sırasında genellikle herhangi bir genetik test yapılmaz. Fa- kat seans sırasında gerçek genetik araş-

tırma sonuçları hakkında bilgi edinebi- lirsiniz.

Randevuma hazırlanmak için neler yapmalıyım?

Randevudan en iyi şekilde yararlana- bilmek için, ailenizdeki psikiyatrik du- rumlar hakkında mümkün olduğunca çok bilgi toplamaya gayret edin. Şunla- rı öğrenmeye çalışın:

Kendi mental sağlık öykünüz ve gün- cel durum

Ailenizde kimlerin mental sağlık so- runları var?

Şayet biliyorsanız, ailenizde psikiyat- rik hastalığı olanların tanıları ve isim- leriAilenizdeki kişilerde hastalık tanısının konduğu ve bulguların başladığı yaşlar?

Randevu sırasında neler yaşanır?

Genetik danışmanlık seansı yaklaşık bir saat kadar sürer. Seansın içeriği kişi- den kişiye değişir. Yine de olabilecekler konusunda birkaç genel örnek verelim.

-Genetik danışman detaylı bir aile öy- küsü alır. Bu konuda ne kadar çok bil- gi edinirseniz, danışman da ailenizde bulunabilen psikiyatrik durumların tipi ve özellikleri hakkında o kadar iyi ince- leme yapabilir, sizinle o kadar çok şey paylaşabilir.

-Danışman aile öyküsüyle ilgili bilgi- lerinden yararlanarak, ailenizdeki has- talığın olası sebebi hakkında bilgi verir.

Bazı kişiler kendilerinin, çocuklarının veya diğer aile üyelerinin bu psikiyat- rik durumu veya ilişkili psikiyatrik du- rumların gelişme riskleri hakkında ko-

Psikiyatrik genetik danışmanlık

(9)

TREND

Psikiyatrik genetik danışmanlık

nuşmak isterler.

-Psikiyatrik hastalığın sebepleri ve bulguları hakkında bilgi verir

-Her ne kadar çoğu psikiyatrik has- talık için genetik test henüz mevcut olmasa da, genetik danışman başka aile üyelerinin hastalanma olasılığını sizinle birlikte değerlendirir

-Genetik danışman aynı zamanda ev içi ve dışındaki çevresel risk faktörle- rini, risk altındaki genç bir kişide ne- lere bakılması ve ne zaman tedavi ara- yışına gidilmesi gerektiğini ele alır

-Genetik danışman ailenizdeki risk-

le ve bu durumun yol açtığı belirsiz- likle duygusal olarak başa çıkabilme- niz için stratejiler geliştirmenize yar- dımcı olur

Genetik danışmanlık almak için nereye başvurabilirim?

NPiSTANBUL

Nöropsikiyatri Hastanesi Dr Ebba Lohmann

Alemdağ Cad. Site Yolu No: 29 34768 Ümraniye / İstanbul Phone: 0216 633 0 633 www.npistanbul.com

(10)

12

HABER

Depresyon öyküsü olan aileleri takip eden araştırmacılar aile üyelerinin özel- likle sağ beyin kortekslerinde anlamlı bir incelme olduğunu saptadılar. Söz konusu incelmenin depresyon yatkınlı- ğının bir göstergesi olabileceği ileri sü- rülüyor.

Araştırmacılar beyin görüntüleme ça- lışmasında, deprese hastaların torunla- rında ve büyük ebeveynlerinde, kendi- leri depresif epizot veya anksiyete bo- zukluğu geçirmiş olsun veya olmasın, bir incelme tespit ettiler.

İnsanlar bu ailevi özelliğin genetik ol- duğunu varsaysalar bile, çalışmanın ya- zarlarından, psikiyatri profesörü Dr.

Braley Peterson bunun her zaman için doğru olmadığı kanısında. “Bu incel- menin genetik kökenli yahut hasta ebe- veynlerin elinde büyümenin bir sonucu olup olmadığını bilmiyoruz. Çalışmalar

ebeveynlerin depresif olmasının çocuk- ların yetiştiği ortam üzerinde etkili ol- duğunu ortaya koyuyor.”

Araştırmacılar yaşları 6 ila 54 arasında değişen, 131 kişinin beyin görüntülerini çektiler. Bunların yaklaşık yarısının aile öyküsüne bağlı olarak yüksek depres- yon riski altında olduğu düşünüldü. Di- ğer yarısı ise düşük risk grubundaydı.

Düşük risk grubuyla karşılaştırıldığın- da, yüksek risk grubunda, kortikal ka- lınlık haritalarında sağ serebral yarı kü- renin geniş alanları boyunca %28 ora- nında anlamlı incelme görüldü.

Serebral korteks muhakeme, planlama ve duygu durumunda önemli rol oyna- yan bir bölge. Araştırmacılara göre, korteksteki incelme kişinin dikkatini verme ve sosyal ve emosyonel ipuçları- nı yorumlama becerisini olumsuz etki- leyebilir.

Dr. Peterson’a göre, beynin bu kısmın- daki incelme emosyonel uyaranları işle- me faaliyetini etkileyebilir. Bu da kişiyi emosyonel bir dünyada yalıtarak, dep- resyon ve anksiyete geliştirmeye yatkın kılabilir.

Sağ yarı küredeki incelme depresyon yatkınlığıyla ilişkilendirilirken, sol ya- rıkürenin aynı bölgesindeki ekstra in- celme gerçek depresyon semptomları geliştirmeyle ilişkili görüldü.

Bu incelme bir risk faktörü mü? Yoksa bir depresyon belirtisi mi? Gelecekte depresyona gireceğinize dair bir işaret mi? Uzmanlar bu ilginç ve karmaşık so- ruların yanıtını arıyor.

Kaynak: nytimes.com

Korteksteki incelme

depresyona neden oluyor mu?

(11)

HABER

Araştırmacılar fiziksel olarak fit olan yaşlı erişkinlerin daha iyi spasyal hafı- zaya ve daha büyük hipokampusa sahip olduklarını tespit ettiler. Hippocampus dergisinde yer alan çalışma, fiziksel ola- rak fit erişkinlerdeki hipokampus bü- yüklüğünün spasyal hafızaya % 40 ora- nında katkı sağladığını ortaya koydu.

Beynin medyal temporal lobunun de- rinliklerinde yer alan hipokampus hafı- za oluşumunda kilit rol oynuyor. Çıka- rıldığı takdirde kişinin en yeni dene- yimleri hafızaya depolama becerisi de köreliyor. Hipokampus ayrıca spasyal navigasyon ve diğer ilişkili hafıza tiple- rinde esaslı rol oynuyor.

İnsanlarda bazı aktivitelerin hipokam- pus büyüklüğünü modifiye ettiğine ina- nılıyor. Söz gelimi, Londra’da taksi sü- rücülerinin yer aldığı bir çalışmada, hi- pokampusun arka bölgesinin deneyimli taksicilerde daha büyük olduğu saptan- dı. Almanya’da tıp öğrencileri üzerine

yapılan bir çalışmada final sınavlarına çalışan öğrencilerde aynı hipokampus bölgesinin genişlemiş olduğu belirlen- di.Çalışmalarda ayrıca hipokampusun yaşla birlikte küçüldüğü ortaya çıktı, bu süreç küçük fakat önemli bilişsel gerile- melerle de paralellik gösteriyor. Daha önceki çalışmalarda egzersizin sıçanlar- da hipokampus büyüklüğünü ve spasyal hafızayı arttırdığı saptanmıştı. Bu yeni çalışmada ise egzersizin insanlarda hi- pokampus büyüklüğü ve hafızayı etki- leyebildiği ilk kez ispatlandı.

Illinois ve Pittsburgh

Üniversiteleri’nden araştırmacılar yaş- ları 59 ila 81 arasında değişen,165 eriş- kinin kardiyorespiratuar zindeliğini ölç- tüler. Manyetik rezolans görüntüleme tekniğini kullanarak, deneklerin sağ ve sol hipokampuslarının hacimsel analizi- ni gerçekleştirdiler. Ayrıca katılımcıla- rın spasyal muhakemesini test ettiler.

Araştırmacılar fitness ile bazı spasyal hafıza testlerinde gösterilen performans arasında anlamlı bir ilişki olduğunu saptadılar. Fitness ile hipokampus bü- yüklüğü arasında da güçlü bir korelas- yon söz konusu idi.

Çalışmanın öncülerinden psikoloji profesörü Art Kramer sonuçları şöyle değerlendirdi: “Daha fit olan kişilerin hipokampus hacimleri de daha büyük.

Hipokampus dokusu daha fazla olan ki- şilerin spasyal hafızaları da daha iyi.”

“Bu gerçekten klinik olarak anlamlı bir bulgu, çünkü yaşam tarzı olarak be- nimsediğimiz davranış ve tercihlerin ileri yaşta görülen beyin küçülmesini etkileyebildiği görüşüne destek çıkıyor.

Fit kaldığımız takdirde, öğrenme ve ha- fızada rol oynayan beynin kilit bölgele- rini de korumuş oluyoruz.”

Kaynak: ScienceDaily

Fitness hipokampusu

B Ü Y Ü T Ü Y O R

(12)

14

Kişinin bedensel ve ruhsal açıdan zarar görmesine, yaralanmasına veya sakat kalmasına neden olan davra- nışların hepsine şiddet denir.

Toplum içi şiddete yönelik yasal düzenlemeler varken aile içi şiddet gizli kalmakta, yasal yetersizlikler ne- deniyle önlenememektedir. “Kocası değil mi? Hem döver hem de sever” düşüncesi nedeniyle doğal bir olay olarak kabul edilmektedir. Tüm dünyada ve her sosyoekonomik seviyede görülmektedir. Eşe (çoğunlukla ka- dına), çocuğa ve beraber kalan yaşlıya şiddet uygulaması şeklinde olmaktadır.

Psikiyatrik hastalarda tespit edilen fiziksel ve cinsel şiddetin %90’nı aile bireyleri tarafından yapılmaktadır.

Şiddete maruz kaldığını mağdurların %35’i söyleyebilmekte ve söyleme süreleri 2-7 yılı bulmaktadır. %80 mağdur “yapacak fazla bir şey yok” düşüncesi ile çaresizliği kabul etmektedir.

Aile içi şiddet

Uzm. Psikolog Dr. Hasan Basri İzgi

(13)

HABER

Nedenleri:

1. Biyolojik nedenler:

• Erkeklik hormonlarının (testosteron gibi) etkisi

• Şizofreni, paranoid bozukluk gibi psikiyatrik hastalıklar

• Antisosyal veya narsistik kişilik bo- zuklukları

• Alkol ve madde kullanımı

• Dürtü kontrol bozuklukları 2. Psikolojik nedenler:

• Duygusal baskı ve sorumluluklardan kurtulma

• Hayal kırıklıkları için çıkış yolu bul- ma• İsteklerini gerçekleştirme

• Empati yeteneğinin olmaması

• Aile içi şiddetin olduğu bir ailede bü- yüme

3. Sosyal nedenler:

• Şiddet uygulamasına maruz kalma (şiddet öğrenilen bir davranıştır)

• Toplum tarafından paylaşılan bir de- ğer yargısı olması (“kızını dövmeyen dizini döver”, “kadının karnından sıpa- yı, sırtından sopayı eksik etmeyecek- sin” anlayışları ve annesini, kız karde- şini döven erkek çocuğunun itibar gör- mesi gibi)

• İletişim becerilerinin yetersizliği (duygular ifade edilemez, şiddete baş- vurulur)

• Hatalı namus ve ahlak anlayışları (namus cinayetleri)

• Yoksulluk ve eğitimsizlik

• Ekonomik bağımlılık (kadında)

• Kadının mesleğinin ve gelirinin daha iyi olması

Şiddetin seyri:

Ruhsal bağların oluşumu sonrası or- taya çıkar (çoğunlukla balayı dönemin- den sonra). İlk şiddet eylemi şiddet ola- rak algılanmaz, ancak şiddet artma eği- limi gösterir. Duygusal bağlar zayıflar, mağdurda korku (boşanma halinde daha büyük bir şiddetle karşılaşma korkusu) ve utanma (çevrenin ve ailesinin muhte- mel tepkileri nedeniyle) duyguları geli- şir. Yıkıcı bir evlilik ve hapis hayatı ya- şanır. Şiddette en ciddi maliyet boşan- manın gerçekleşmesi olduğu için şidde- tin dozu artırılarak boşanma engellenir.

Şiddette kısır döngü:

Kişide gerginlik artar, patlama görü- lür, daha sonra özür diler. Ancak “her özür dilemenin arkasından daha büyük şiddet uygulaması” gelir. Sonuçta sonu gelmeyen bir kısır döngü ortaya çıkar.

Şiddete başvuran kişide görülen bazı özellikler:

• Eşinin davranışlarını kontrol etme is- teği• Kıskançlık

• Kendi ihtiyaç ve isteklerinin daha önemli olduğuna inanma

• Alınganlık

• Gerçekçi olmayan beklentiler

• Düşük benlik algısı

• Sorunları için başkalarını suçlama eğilimi

• Ani duygusal tepkiler

• Dürtüsellik

• Yanlış davranışlarını kabul etmeme Şiddetin çeşitleri:

1. Fiziksel şiddet:

Sarsma, hırpalama, dövme, hapsetme, silahla yaralama, öldürme

2. Duygusal şiddet:

Bağırma, hakaret etme, küçük düşür- me, tehdit etme, iletişimi yasaklama, ruh sağlığını bozucu tüm eylemler

3. Ekonomik şiddet:

Çalışmanın engellenmesi, zorla çalış- tırma, gelirine el koyma

4. Cinsel şiddet:

Evlilik içi ırza geçme (kişinin rızası olmadan cinsel ilişkiye zorlama), başka kişilerle cinsel ilişkiye zorlama, cinsel yönden aşağılama, cinsel organlara za- rar verme

Şiddetin sonuçları:

1. Fiziksel sonuçları:

• Organ yaralanmaları

• Kalıcı sakatlanmalar

• Ölüm

• Büyüme ve gelişme geriliği 2. Ruhsal sonuçları:

(Daha önemlidir; tedavisi zordur ve uzun süre etkilidir.)

• Depresyon

• Korku bozuklukları

• Kişilik bozuklukları

• Alkol ve madde bağımlılığı

• İntihar eğilimi

• Şiddet eğilimi

• Cinsel işlev bozuklukları

• Uyku bozuklukları 3. Sosyal sonuçları:

• Beden ve ruh sağlığı bozuk bir top- lum meydana gelir (cinayetlerin ve inti- harların arttığı bir toplum vb).

4. Şiddeti uygulayan üzerindeki so- nuçları:

• Psikolojik bozukluklar

• Depresyon

Şiddeti önlemede yapılması gere- kenler:

• Toplumsal ve bireysel eğitimler: şid- detin ne olduğunun anlatılması

• Yanlış toplumsal anlayışların düzel- tilmesi

• Danışmanlık hizmetlerinin sağlan- ması• İlgili bireylerin psikiyatrik tedavile- rinin yapılması

• Toplumsal örgütlerin aktif çalışması

• Yasal düzenlemeler (şiddet uygula- yana uygulanacak cezaların caydırıcı olması vb.)

• Yazılı ve görsel medyada şiddeti öğ- retici yayınların engellenmesi.

(14)

16

Kırmızı yüzlü müsünüz?

İnsanlar ne kadar sağlıklı olduğunuza yüzünüzün rengine bakıp karar veriyor…

Genel kabul olarak, al yanaklı olmak sağ- lıkla ilişkilendirilirken, solgun, sarı beniz- li olmak hastalıkla örtüştürülüyor. School of Psychology’den araştırmacılar bunda haklılık payı olduğunu ispatladılar.

St Andrews Üniversitesi’nden bir ekip kan ve kandaki oksijen miktarıyla cilt renginin ne ka- dar değiştiğini ölçtüler. Bilgisayar grafikleri yardımıyla, katılımcılar fotoğraflardaki yüzle- rin rengini daha sağlıklı kılmaya çalıştılar. So- nuçta katılımcıların tüm yüzlerde sağlıklı görü- nümü arttırmak için oksijen miktarı daha fazla olan kan rengi ekledikleri saptandı.

Araştırmanın öncüsü lan Stephen bu durumu şöyle yorumluyor. “Cildimiz çok sayıda kılcal damar içeriyor. Oksijenle yüklü kan bunlar ara- cılığıyla cilt hücrelerine taşınıyor. Bu sayede cilt hücrelerimiz “nefes alıyor” ve egzersiz sı- rasında ısı kaybetmemiz mümkün oluyor. Fizik- sel açıdan fit veya seks hormonları daha yüksek olan kişilerde bu kan damarları daha fazla. Sağ- lıksız, formsuz, yaşlı veya sigara kullanan kişi- lere göre, bu kişilerin yüzleri daha kolay kızarı- yor. Ayrıca kalp veya akciğer hastalıkları olan veya formsuz kişilerle kıyaslandığında, fizik- sel olarak formda olan kişilerin kanlarında daha fazla oksijen barınıyor.”

Çalışma sonuçlarını değerlendiren Profesör Dave Perrett, şu açıklamayı yapıyor: “Katılım- cılar oksijen düzeyleri düşük, daha koyu, hafif- çe mavi kana nispetle, çok fazla oksijen içeren, parlak kırmızı rengin daha sağlıklı gözüktüğüne karar verdiler. İnsanların bu ince farklı görebil- miş olması çarpıcı. Bu durum oldukça kırmızı yüzlü kişilerin neden o kadar sağlıklı gözükme- diğini açıklayabilir; sorun kanlarının rengi ola- bilir. Önemli olan sadece kan miktarı değil. Sağ- lıklı gözükmemizi sağlayan şey kanımızın tipi.”

Stephen son olarak şu tavsiyeyi yapıyor: “Fi- ziksel çekicilik sağlıklı bir görünümle yakından ilişkili olduğu için, siz de sigarayı bırakıp, daha fazla egzersiz yaparak, ciğerlerinize ve kalbini- ze özen gösterirseniz, sağlıklı ve çekici bir gö- rünüme kavuşabilirsiniz.”

Kaynak: Sciencedaily

(15)

HABER

(16)

18

Ailede sorunu çözme sorumluluğu

(17)

İnsanlar arasındaki her ilişkide, birinin ihtiyacının karşılanmadığı, karşısında- kinin davranışından memnun olmadığı, yani “sorunu olduğu” zamanlar vardır.

Kocanız ilgi göstermeyebilir, çocuğu- nuz sözünüzü dinlemeyebilir, arkadaşı- nız sizi yanlış anlayabilir. Böyle anlar- da kişinin canı sıkılır, bezgin ve rahatsız olur. Eğer canımız sıkkınsa, üzgünsek, mutsuzsak bu duygularımızın nedeni karşımızdakinin davranışı bile olsa bu bizim sorunumuzdur, bu duygu bize ait- tir ve duyguyu değiştirme, sorunu çöz- me sorumluluğu da bize aittir. Duygu- muzun değişmesi, rahatlamamız ve so- runumuzun çözülmesi için karşımızda- kinin bir şey yapması gerekse bile so- run bizimdir.

Bu iletişimde önemli bir unsur, neden önemli çünkü iletişimimizde karşımız- dakine tutumumuzu, konuşmalarımızı nasıl yapacağımızı belirliyor. Bir prob- lem durumunda yaşadığımız olumsuz duygu, karşımızdakinin davranışının bir etkisi olmaktan ziyade bizim kişilik yapımızın getirdiği düşünce sistemimi- zin ürünüdür.

Çünkü görüyoruz ki aynı davranış kar- şısında farklı insanlar farklı etkiler ya- şıyabiliyor, birinin üzüldüğü davranışa başka biri bunda üzülecek ne var diye- biliyor. O halde diyebiliriz ki bizi üzen şey karşımızdakinin sözü ya da davranı- şı değil bizim ona bakış açımızdır.

Eğer ilişkimiz sırasında hoşumuza git- meyen bu duyguların sorumluluğunu tümüyle karşımızdakine yüklersek, onu suçlayıcı, eleştirici, yargılayıcı konuş- malar yaparsak ilişkinin çatışmaya dön- me ihtimali fazladır.

Bu tür konuşmalara “sen dili” diyo- ruz. Sen dili eleştirici, suçlayıcıdır ve ilişkiyi çatışmaya götürür, çünkü kim- se eleştirilmekten hoşlanmaz. Eğer biri- ne bu tür mesajlar gönderiyorsak büyük bir ihtimalle karşımızdaki ya savunma- ya ya da saldırıya geçecektir, konuşma bu hale geldiyse eğer artık iletişim ka- nalları kapanmış demektir.

Konuşmalar çatışmaya döndüğünde yaşam zevksiz bir hal alacak ve prob- lemler çözümsüz kalacaktır. O halde ya- şamı daha güzel kılmak, sorunları prob- lem ve iletişim çatışmalarına dönüştür- memek için sağlıklı iletişimin koşulları-

nı yani nasıl bir dil kullanacağımızı ve problem çözme yöntemlerini bilmemiz gereklidir.

• İletişim temelde konuşmaya daya- nır. Ancak konuşmak, insan ilişkilerin- de yapıcı olduğu kadar yıkıcı da olabi- lir. Karşımızdakini bize yakınlaştırabil- diği gibi uzaklaştırabilir de. Demek ki iletişim dediğimizde konuşmaktan öte bir şeyden söz ediyoruz.

• İletişimin aracı konuşmak, ama ko- nuşmak sadece bir araç ve araçlardan sadece biri. Biz konuşmadan da karşı-

mızdakine bir şeyler iletebiliriz, örne- ğin beden dilimizle. Ya da hiç bir jest ya da mimik kullanmasa bile bazen karşı- mızdakinin sessiz kalması pek çok an- lam taşıyabilir, onun sessizliğinde bir şeyler işitebilir, duyabiliriz.

• İletişim bir dil işlemi değil insan işle- midir, karşılıklı etkileşimdir.

• İletişim kendini, ihtiyaçlarını, ne is- tediğini anlatabilmek ve karşısındakini, onun ihtiyaçlarını, ne istediğini anlaya- bilmektir.

• İletişimin en önemli özelliği iki yön- lü olmasıdır. Bir konuşan (ileten), bir de dinleyen (duyan, iletiyi alan) var.

Bu ikisi aynı olmayabilir, örtüşmeye- bilir. Her zaman karşımızdakinin söy- lemek istediği ile duyduğumuz aynı ol- mayabilir. Bu şu demek oluyor; “dinle- mek” başka şey “duymak” başka. Gön- derilen mesajı doğru yorumlayabilmek (duyabilmek) için iyi bir dinleyici ol- mak sağlıklı iletişimin ön koşulu. Çün- kü gönderilen ileti (mesaj) her zaman açık olmayabilir. Başarılı bir iletişim için söylenenin karşıdaki kişi tarafından tam olarak anlaşılması gerekir.

Ailede sorunu çözme sorumluluğu

Uzm. Psikolog Çiğdem Demirsoy

(18)

20

HABER

Baş ağrısına neden olan psikiyatrik hastalıklar

‘Depresyon, bipolar, yaygın anksiyete, panik, obsesif kompulsif bozukluk, mükemmeli-

yetçilik, narsisistik, borderline, antisosyallik, sigara, alkol ve madde kullanımı, obezite

ve uyku bozukluğunda baş ağrısına sık rastlanıyor’

(19)

Liyezon psikiyatride ağrının yeri Ağrı sadece konsültasyon-liyezon psikiyatrisinin değil, genel tıbbın kar- dinal semptomlarından birisidir. Yani

“ağrı”sız tıp düşünülemez.

Somatik belirti veren her hastalık organik mi?

Prensip olarak hayır diyebiliriz. Yani bazı somatik belirtiler organik değil, psişik kökenlidir. Hatta daha ileri gide- rek şunu söyleyebilirim ki, somatik bul- guların ağırlıklı bir bölümü organik kö- kenli değildir. Ancak, günümüz tıp an- layışında her şey ince moleküler meka- nizmalarla açıklanmaya çalışılmaktadır.

O yönde elde edilen bulgular söz konu- su anlayışı desteklemektedir.

Baş ağrısı nedir?

Baş ağrısı kişinin yaşam kalitesini ile- ri derecede etkileyen non-spesifik bir semptomdur. Yani salt baş ağrısına da- yanarak her hangi bir tanı konulamaz.

Baş ağrısı hangi nedenlere bağlıdır?

Birçok nedenle ortaya çıkabilir. Örne- ğin anemi gibi sistemik nedenleri ola- bilir. Ya da baş-boyun bölgesini etkile- yen lokal sebeplere dayanabilir. Bunla- rın dışında psişik kökenli baş ağrısı da ortaya çıkabilir. En sık rastlanan sebep migrendir. Diğer sık rastlanan ağrı tür- leri ise gerilim tipi baş ağrısı ve “clus- ter” baş ağrısıdır.

Depresyon ve migren

Baş ağrısıyla birlikte görülen fiziksel

sorunlarla psişik sorunlar karşılıklı bir etkileşim içindedir. Yani biri diğerinin sonucudur diyemiyoruz. Ama aynı or- tak mekanizma ile ortaya çıkan iki yön- lü etkileşim içindedirler. Bunun tipik ör- neği depresyondur. Hem migren hem de depresyon aynı nörotranstmitter meka- nizmaları ile ortaya çıkmaktadır. Böyle- ce migrende depresyona ve depresyon- da migrene çok sık rastlanmaktadır.

Hangi psikolojik hastalıklara eşlik eder?

Depresyon, bipolar bozukluk, yaygın anksiyete bozukluğu, panik ve obsesif kompulsif bozukluklara baş ağrısının sıklıkla eşlik ettiğini görüyoruz. Bu tür- den birinci eksen bozukluklarının yanı sıra ikinci eksen dediğimiz kişilik bo- zukluklarını da içeren hastalıklardan B kümesi kişilik bozukluklarında (narsi- sistik kişilik bozukluğu, borderline ki- şilik bozukluğu ve antisosyal kişilik bo- zukluğu) baş ağrsına sık rastlıyoruz.

Baş ağrısının tekrarlaması

Baş ağrısının kronik bir hal almasını etkileyen birçok faktör vardır. Bunlar arasında obezite, uyku düzensizlikleri, baş ağrısı ilaçlarının kontrolsüz bir şe- kilde fazla kullanımı, yeme düzeninde bozukluklar ilk sıraları oluşturmaktadır.

Bu arada bir takım psişik faktörlerin de etkili olduğuna dair ipuçlarına sahibiz.

Mesela, mükemmeliyetçilik, öfkenin dışa vurulamaması, eşlik eden psikiyat- rik bozuklukları sıralayabiliriz.

Baş ağrısı ile uykusuzluk arasında bağlantı var mı?

Kesinlikle yakın bir ilişki vardır. Hor- lama, uyku apnesi, insomnia denilen az uyuma, uykuya dalmakta ve sürdür- mekte güçlük, sabah yorgunluğu. Bun- lar hep baş ağrısını tetikleyen faktörler- dir.

Baş ağrısında EEG’nin fonksiyonu Epilepsinin bazı türlerinde baş ağrısı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla böyle bir olasılığı ekarte etmek için EEG’den yararlanabiliriz. Yine bazı araştırmacı- lar, migrene bağlı olarak ağrı tarafında

EEG zemin aktivitesinde yavaşlama or- taya çıktığını vurgulamakta ve EEG nin migrende işe yarar bir teknoloji olduğu- nu iddia etmektedirler.

Baş ağrısı ne zaman kronik hale ge- lir?Baş ağrısının kronikleşmesi, yukarı- da da ifade ettiğim gibi şişmanlık ilaç- ların kontrolsüz kullanımı ve eşlik eden psikiyatrik bulgularla vb birlikte orta- ya çıkmaktadır. Dolayısıyla herhangi bir baş ağrısı olgusunda bu türden çeşit- li faktörlerin tedavide dikkate alınması önemlidir.

Hangi fiziksel hastalıklar baş ağrısı nedenidir?

Bu soruya “kütüphaneler dolusu” fi- ziksel sebep baş ağrısına yol açabi- lir şeklinde cevap verirsem yanlış ol- maz. En basit bir diş çürüğünden, ilaç yan etkisine, ani basınç değişikliklerin- den anemiye kadar yüzlerce sebep sıra- lanabilir.

Madde kullanımı ve baş ağrısı Madde kullanımı, yüksek doz alın- ması ve yoksunluğu ciddi baş ağrısı se- bepleri arasındadır. Burada herhangi bir maddeden söz etmiyorum. Sigara, al- kol, opiat vs hepsi…

Psikiyatri ve nörolojinin beraber yaklaşması

Baş ağrısı psikiyatri, nöroloji ve algo- lojinin ortak alanına girmektedir. İlaç aşırı kullanımı, obezite, uyku bozuklu- ğu, depresyon, anksiyete, bipolarite ve kişilik bozukluklarının sıklığı göz önü- ne alınırsa psikiyatrisiz bir baş ağrısı polikliniğinin başarısız olacağı açık ve kesindir. Nörolojisiz bir baş ağrısı po- likliniği ayırıcı tanıyı imkansız kılar.

Algoloji ise her tülü ağrının en ince me- kanizmalarının ele alındığı bir tıp disip- lini olarak süreçte mutlaka yerini alma- lıdır. İlaç tedavisine ek olarak, biofeed- back, kognitif davranışçı tedavi ve re- laksasyon tedavilerinin büyük önemi vardır. TMU her türlü tedavi girişimine bir türlü yanıt vermeyen olgularda de- nenebilecek iyi bir seçenektir.

Baş ağrısına neden olan psikiyatrik hastalıklar

Prof. Dr. M. Kemal Arıkan

HABER

(20)

22

HABER

Washington Post 11 Kasım 2008 tari- hinde yazar Shankar Vedantam After Shock MANGETİC RELİEF FOR DEP- RESSİON? başlığı ile kaleme aldığı ya- zıda; geçtiğimiz Ekim ayında, Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) majör depresyon te- davisinde manyetik tedavinin kullanımı- na onay verdiğini belirtti. Pek çok bilim adamı bu tekniğin sevindirici pek çok ge- lişmenin habercisi olduğunu düşünüyor.

Şizofreni, post-travmatik stres bozuklu- ğu, bipolar bozukluk veya manik depres- yon üzerindeki etkileri şimdiden araştır- macıların ilgisini çekmiş durumda.

Tedavinin gerisindeki temel prensip psikiyatriye değil fiziğe, özellikle 19.

yüzyılda elektromanyetizma prensibinin keşfine dayanıyor. İngiliz fizikçi Michael Faraday ve arkadaşları yaptıkları deney- de, içinden elektrik akımı geçen bir telin etrafına mıknatıs yerleştirildiğinde, mık- natısın dönmeye başladığını keşfettiler.

Buna karşın, bobin etrafında manyetik bir alan dönmeye başladığında, telin içe- risinde bir elektrik akımı indükleniyor- du. Elektromanyetizma prensibi elektrik ve manyetizmanın ilişkili fenomenler ol- duğunu düşündürdü.

Transkraniyal Manyetik Uyarım (tTMU)(rTMS) tekniğinde, beynin içe- risinde küçük elektrik akımları indükle- mek için elektromanyetizma prensibin- den faydalanılır. Hasta dişçi koltuğunu andıran bir iskemleye oturtulur ve alnı- nın sol tarafına manyetik bir bobin yer- leştirilir. Ardından güçlü, dalgalanan bir manyetik alan oluşturulur.

Nöronlar veya sinir hücreleri elektro- kimyasal ajanlar oldukları için (siste- matik örüntülerde kimyasal sinyalizas- yon kullanarak, enerji burst’leri iletirler), manyetik alan bunları uyarır. Bu uya- rım beyindeki metabolik aktiviteyi ve kan akımını değiştirir. Yapılan çalışma- da, hastalara 40 dakika içerisinde yakla- şık 3000 hızlı manyetik vuru tatbik edil- di. Manyetik alan depresyonda rol oyna- dığı düşünülen, sol prefrontal kortekse (sol şakak civarına) odaklandırıldı. Has- talar bazen saçlı deride uyuşma veya ha- fif bir ağrı bildirdiler.

FDA onaylı tTMU (rTMS) cihazını üre- ten Neuronetics Şirketi’nin tıbbi sorum- lusu Mark Demitrack bu konuda şunları söylüyor. “Psikiyatrik hastalıklarda anti- depresan kullanıldığında, hücrenin elekt-

rokimyasal özellikleri değişime uğruyor.

Manyetik tedavi tekniği de aynı sonu- ca ulaşmanın, sinir hücrelerinin işleyişi- ni değiştirmenin bir başka yolu sadece.”

tTMU (rTMS) çalışmasına ön- cülük eden psikiyatri doçenti John O’Reardon’un bu konudaki yorumu şöy- le: “Elektrokonvülsif tedavinin aksi- ne, manyetik uyarım tedavisinde hafıza problemleri yaşanmıyor. İlaç tedavisinde olduğu gibi, hastada kilo artışı olmuyor, cinsel yaşantı olumsuz etkilenmiyor.”

Çalışmayı bırakma oranlarının oldukça düşük olması, yan etkilerin minimal dü- zeyde olduğunu düşündürüyor.

National Institute of Mental Health’den Goodman prosedürün fayda ve etkililiği hakkında şunları belirtiyor: “TMU göre- ce non-invazif ve iyi tolere edilebilen bir teknik. Gerçek etki mekanizmaları hak- kında keşfedeceğimiz daha çok şey var.

Bu sayede depresyonun altta yatan biyo- lojisi hakkında da pek çok şey öğrenebi- liriz.”

Kaynak: Health News /Shankar Vedan- tam

Depresyonda manyetik mucize

(21)

West England Üniversitesi’nin yaptığı çalışmada, kadınların erkeklerden daha fazla kabus ve duygusal rüya gördüğü ortaya çıktı.

170 gönüllünün katıldığı çalışmada, katılımcılardan en son gördükleri rü- yaları kaydetmeleri istendi. Kadınla- rın %30’u ile karşılaştırıldığında, er- keklerin sadece %19’u kabus gördüğü- nü bildirdi. Araştırmacı Dr Jennifer Par- ker kaydedilen rüya sayısında cinsiyet- ler arasında bir fark olmadığını belirtti.

Bir başka araştırma ise kadınlarının uykusunun erkeklere göre daha fazla

bölündüğü belirlendi. Bu durum mens- trüel siklüs sırasında vücut ısısında meydana gelen değişikliklerle ilişkilen- dirildi. Çalışmaya katılan kadınlar çok daha fazla, sevilen birinin kaybı gibi, travmatik olaylara ilişkin rüyalar bildir- diler. Dr Parker’e göre, emosyonel bil- giyi işleme açısından, kadınlar çözüm- lenmemiş meseleleri rüya yaşantılarına aktarmaya daha yatkınlar.

Edinburgh Uyku Merkezi’nden Dr Chris Idzikowski çalışma sonuçlarını şöyle yorumladı: Kadınların daha fazla mı kabus gördükleri yoksa bunları daha

iyi mi hatırda tuttuklarına karar vermek pek kolay değil. Kadınlarda uykusuz- luk sorununun daha fazla oluşu mev- cut literatürle tutarlı bir bulgu. Daha sık uyanma onların rüyaları hatırda tut- malarına yol açıyor olabilir. Fakat aynı zamanda uykunun kesintiye uğrama- sı korkuya zemin oluşturuyor olabilir.

Çarçabuk unutulduğu için, kabus gör- me sıklığı muhtemelen her iki cinsiyet- te de sanıldığından daha fazla.”

Kaynak. BBC.NEWS

Kadınlar kabus

görmeye daha yatkın

(22)

24

Gökyüzünde her gece tarihi izliyoruz

(23)

Gökyüzünde her gece tarihi izliyoruz

Geceleri gökyüzünde görüp de “Bu benim yıldızım” dediğiniz yıldızın yüz yıl önceden size göz kırptığını düşündünüz mü hiç? Veya bu gece parlayan yıldızları sizin göreme- yeceğinizi ama sizin torunlarınızın gecelerini süsleyeceğini aklınıza getirdiniz mi?

Bir gece balkonunuzda oturup gökyü- zünde parıldayan yıldızlara bakarken, belki de dedenizin zamanında ölmüş bir yıldızı seyrettiğinizi düşündünüz mü hiç? Evet, seyretmekte olduğunuz yıl- dızın parıltısı Kanuni Sultan Süleyman zamanında oluşmuş olabilir. Bir başka deyişle Kanuni’yi görmüş bir yıldızla göz göze olabilirsiniz. Tabii Kanuni’nin seyrettiği yıldızlar da onun zamanından çok önce parıldayanlardı.

Gökyüzünde parlayan bir yıldızın han- gi zamanda parlayıp, hangi zamanda yeryüzüne ışığını gönderebildiği tama- men ne kadar uzaklıkta olduğuna bağ- lıdır. Kiminin 100 ışık yılı, kiminin 10 bin ışık yılı uzakta olduğunu düşünür- sek, gökyüzündeki her bir yıldızın tari- hin bir başka döneminin şahitleri oldu- ğu söylenebilir.

10 trilyonluk ışık yolculuğu

Işık yılı bir ışığın bir yıllık sürede kat ettiği yoldur. Bu yolun uzunluğu yak- laşık 10 trilyon kilometredir. Bir ışığın 100 ışık yılı uzaklıkta olması demek, 10 trilyon x 100 kilometrelik bir mesafe anlamına geliyor.

Eğer yüz ışık yılı uzaktaki bir yıldız- sa seyrettiğiniz, o aslında yüz yıl önce yola çıkıp da dünyamıza ancak erişebil- miş ışıktır. Adeta bir zaman okyanusu

olan uzayda hangi yıldızın ışığının ne zaman insanoğlunun temaşasına sunul- duğu, okyanusun neresine yerleştirildi- ğine bağlı. Dünyadan 500 ışık yılı uzak- taki yıldızın ışığı 500 yıl sonra ulaşır- ken, 1 trilyon kilometre uzaktaki yıldı- zın göz kırpmasını bir yıl sonra görebi- lirsiniz.

Gökyüzünü aydınlatan bu devasa lam- baların her gece bize sundukları ziyafe- tin bu kadar uzun sürede hazırlandığını bilmek ne kadar muhteşem bir şey de- ğil mi?

Güneşin şu anki halini göremeyiz Peki seyrettiğimiz yıldızın şimdiki hali nasıl? Bunu bilmek için yıldızın şu anki halini gösteren ışığını, yani 100 yıl son- rasını beklemekten başka çare yok. Ta- bii o zaman da yine o anki halini, yani

‘şimdiki zaman’ halini görmek müm- kün olmayacak.

Mesela Güneş Dünya’dan sadece 150 milyon kilometre uzaktadır. Işık hızının saniyede 300.000 kilometre olduğunu göz önünde bulundurursak Güneş ışık- larının Dünya’mıza ulaşması için yak- laşık sekiz dakika gerekir. Sonuç ola- rak Güneş’e her baktığımızda da aslın- da onun sekiz dakika önceki halini gö- rürüz.

ESA evrenin ilk halini görüntüleye- cek

Işığın bu uzun yolculuğundan ilham alan ESA (Avrupa Uzay Araştırmaları İdaresi) hâlâ inşa edilmekte olan Planck adlı bir uydusuyla “Büyük Patlama”dan geriye kalan radyasyonu inceleyecek ve evrenin kökeni hakkındaki sorulara ya- nıt bulmaya çalışacak.

Planck uydusunun incelemeyi plan- ladığı CMB yani Evrenin Mikrodal- ga Zemini’nin radyasyon ışınları Big Bang’den haberler getirecek. CMB, Big Bang’den yaklaşık 300.000 yıl sonra evrene yayılan ilk ışıktır. Big Bang’in yaklaşık 15 milyar yıl önce gerçekleş- tiği düşünülünce CMB radyasyonunun Dünya’ya ulaşması için milyarlarca yıl gerekti.

Eğer bu radyasyon incelenebilirse ev- renin Big Bang’den sadece 300.000 yıl önceki halini görebileceğiz. ESA’nın Al- man bilim adamı Max Planck’tan ismi- ni alan 2 tonluk uzay aracının, 31 Tem- muz 2008’de Fransız Guyanası’ndaki uzay merkezi Kourou’dan ”Ariane 5”

roketiyle fırlatılması planlanıyor. Eğer bu uydu amacına ulaşırsa evrenin ilk hallerini görebilme fırsatını yakalaya- cağız.

Zeynep Sevde Şimşek

(24)

26

Ailede gizli yara ‘ensest’

“Babam öldüğünde ağlamadım” romanını okuyanlar gerçek ensest yaşam öyküsünü, yazarın anlatımıyla bir çocuğun ne yaşadığı konusunda bilgi edinmişlerdir.

Uzm. Dr. Funda Güdücü Sağır

(25)

Gazetenin ilk sayfasının köşesinde, dayısı tarafından defalarca tecavüze uğ- rayan kızın haberini görünce haberin devamını okumak için üçüncü sayfayı açtığında her satırda gözlerinden yaşlar döküldü ve katılarak ağlamaya başladı.

Ağladığı aslında kendisiydi. Her satırda zihninde kapanan sayfalar açılıyor nem- li, paslı kokular burnuna geliyordu. Ba- caklarını aynı abisi bacaklarını bastırdı- ğı gibi hareket ettiremiyordu. Boğazın- daki yumruyu bağırarak atmak istiyor- du. Çaresizlik bütün vücuduna ateş gibi yayılmış, tükenmiş hissediyordu. Tele- fonun sesiyle irkildi ve hatıraların ver- diği ağırlıktan silkelendi, hatta telefo- nun çalmasına sevindi. Uzun zamandır obsesif kompulsif bozukluk tanısı ile te- davi alıyordu. Her şeyini anlattığını dü- şündüğü doktoruna, kapandığını sandı- ğı artık kendisini hiç etkilemeyen bir konuyu anlatmadığını fark etti. Derinle- re bir yere, istemeden olta atmış ucun- da hiç istemediği kötü kokular gelen bir şeyler yakalamıştı. Oltayı sallıyor ama geri denize atamıyordu çıkanları. Rü- yaları geçmişin izlerini vermeye başla- mıştı. Ensest öyküsünü anlatmak onun için çok zordu. Anlaşılamayacağı, bu durumdan kendisinin mesul tutulacağı, yargılanacağı kaygıları çocukluktan ge- len endişelerdi. Aynen annesine bu du- rumu anlatamadığı gibi… Bu olaydan sonraki daha ilk görüşmede olanları an- latabilmek, doktorunun onu anladığı ve yargılamadığını hissetmek yarasını aç- mak için bir fırsat oldu.

Çocukluk dönemi cinsel tacizin izle- ri maalesef ömür boyu yetişkin bireyin peşini bırakmayabiliyor. Yaşanmış taciz artık travma olarak beyinde yazılı kalı- yor. Bu anıları uyaran ufak olaylar bile aynı sıkıntıyı yaşatabiliyor. Cinsel taci- zin yaşandığı ortamdaki sesler, kokular, renkler dahi tekrardan yaşanabiliyor.

Sanki o anı tekrar yaşıyorcasına anısına girip orada kilitlenip kalabiliyor. Orada- ki korku, sıkıntı ya da anlamlandırama- dığı duygu yine yaşantılanıyor, bütün vücudu kasılabiliyor. Ya da bu travma- tik yaşantıyı kurgulayıp, kendi zihnin- de tekrar sahneleyip, kendi kontrolün- de değiştirebilmek için hayal dünyası- nı kullanıyor.

Okuduğu bir haber, duyduğu bir olay bazen tamamen ilgisiz görünse de zi- hinde bir bağlantı kurarak travmatik ya- şantıyı aktifleyebiliyor. Öfke, kızgınlık bazen mağdura bazen saldırgana dönü- yor. Mağdurenin hangi şartta olursa ol- sun kendini koruyamamasına kızılıyor, bazen de saldırgan için ailenin küçük bireyine karşı “nasıl sapıkça düşüne- biliyor, bunu nasıl yapabiliyor” şeklin- de öfke duyup onun patolojisinden çok, nasıl cezalandırılması gerektiğine dair kararlar alıp içsel sistemini rahatlatıyor.

Ensest terimi, birbirleri arasında kan bağı bulunan, çoğu kültürde yasal ya da yasal olmayan kurallarla cinsel birlikte- likleri yasaklanmış olan kişilerin cinsel ilişkide olma durumunu ifade eder. En- sest yasağı evrenseldir; yani her kültür- de ufak değişikliklerle kural olarak kar- şımıza çıkar.

Yani, hemen her toplumda patolo- jik kabul edilen bir durumdur. Ensestin yaygınlığına ilişkin kesin rakamsal veri- ler yok denecek kadar sınırlıdır. Bunun temel sebebi ensestin toplumda utanç duyulan bir olgu olmasıdır, ensest iliş- ki içinde olan bireyler, bunu her zaman gizleme eğilimindedirler. Bu durum, açığa çıkmadıkça da istismar devam et- mekte, olayın vehametini artırmaktadır.

Cinsel istismar dışarıdan değil, en gü- venilen ortam olan aileden gelmekte- dir. Bu kişiler bazen baba bazen anne, bazen abi, dede, dayı, amca olabilmek- tedir. Eldeki verilere göre baba-kız en-

sestinin daha yaygın bir durum olduğu- nu söylemektedir. Anne-oğul ensesti- nin ise ortaya çıkması nerdeyse yok gi- bidir. İç içe ve kalabalık yaşanan top- lumlarda daha sık olmakla aynı oranda da saklanan bir durumdur. Prof. Dr. Ha- luk Yavuzer, 1986-1992 yılları arasın- da aile içi cinsel istismar üzerine yapı- lan bir araştırmada, 31 ensest ilişki va- kasından 20’sinin baba veya ağabey ta- rafından uygulandığının ortaya çıktığını belirtmektedir.

Dokuz Eylül Üniversitesi, Hukuk Fa- kültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bah- ri Öztürk’ün yönetiminde 1997 yılın- da yapılan kamuoyu araştırması kap- samında Türkiye genelinde, çocuk iken aile içinde cinsel tacize uğramış kız- ların oranını da ortaya çıkarmaktadır.

Buna göre bu kadınların % 0,82 ‘si ço- cuk iken babalarından , % 0,77 ‘si er- kek kardeşlerinden ve % 1,97 ‘si de ya- kın akrabalarından cinsel tacize uğra- dığını beyan etmiştir. Bir başka ifade ile her 100 kız çocuktan yaklaşık 4 ‘ü aile bireyleri tarafından veya akrabala- rı tarafından cinsel tacize uğramaktadır.

Bu rakamlar elde edilebilen verilerden sağlanan sonuçlardır. Hala istatistiklere yansımayan, bilgisi kendinde kalanlar bu rakamlarda görünmemektedir.

Çocuk yaşta yaşanan ensestiyöz yak- laşımlar bazen bir sevgi gösterisi gibi algılanabilmekte, durumu algıladıkça da temel güven duygusunun tamamen yıkılmasıyla sonuçlanabilmektedir. Ona

HABER

Ailede gizli yara ‘ensest’

(26)

28

zarar vermekten öte, kendini koruyup gözetebilecek gördüğü ailesinden isteği dışında yaklaşıma maruz kalmak; dün- yayla ilişkili her türlü tehlikelerle her an karşılaşabileceği duygu ve düşüncesini geliştirir. Artık dünya o kadar da emni- yetli bir yer değildir!

Vücutta belki hiç iz bırakmayan bu ya- şantılar, beyinde çok derin izler bırakır.

Bu izler bazen dokunduğunuzda, bazen de daha dokunmadan kendini anımsa- tır. Ya da tamamen kapsül içine alına- rak bu yaşantılanan olay beynin en de- rinlerine saklanır ki kendisi dahi ulaşa- masın. Acısı ve katlanabilirliği dayanıl- maz olan durumlarda kapsüle atılmak- ta, hazmı daha da zorlaşmaktadır. Bir çivi gibi sistemin içinde durmaktadır.

Bu anılara ulaşmak hiç mümkün ola- mayabileceği gibi, ansızın gün yüzüne de çıkabilir. Katarsisle kusarcasına, dışa cerahati boşaltabilir kişi. Yoğun ağlama

ve sinir krizi şeklinde yaşanabilir bu çı- kış. Kokular, sesler, görüntüler bazen bu kapsülün yırtılmasına neden olabilir.

Ensest ilişkinin utancı, istismara uğ- rayan kişinin çaresizlikleriyle birleşin- ce, ciddi yıkım ve kişilik bozuklukları- na sebep olmaktadır. İlişkide tarafların rızasının bulunması dahi, olayın suç du- rumunu ortadan kaldıramaz.

Ensest kimi kez aile içinde gördüğü halde görmezlikten gelinen bir duruma dönüşür. Anne kendini cinsel ilişkiden korumak için bilinçli olmayan bir şekil- de çocuğunu eşine ya da diğer bireyle- re kurban sunabilir. Sadece annenin de- ğil, ailenin diğer fertlerinin de bu ola- ya kör kalabildikleri çoğu kez aşikardır.

Aile içinde ensest ilişki doğal karşılan- maya başlanmış olabilir, toplumda du- yulma riskini göze alınamadığı için is- tismara uğrayan susturulabilir, aileyi ekonomik olarak ayakta tutan kişinin

bu olayda yer alması gibi bu suçun ör- tülmesi için türlü sebepler olabilir. Ha- liyle bu suçu işleyenlerin tedavi alma- sı mümkün olamamaktadır. Bu durum- dan etkilenen kız ya da erkek çocukla- rın kişiliği, cinsel kimliği parçalara bö- lünmüş ya da dağılmış olarak saklanır.

Ruhunda açılan yaralar tekrar ne zaman ağrıyacağı belli olmaksızın kapatılır.

Kurbanlarını en yakınlarından seçen bu kişiler aslında kendi kişilik bozuklukla- rının kurbanıdırlar.

Bu davranışlar, çoğu kez narsisistik davranış bozukluğu şeklinde ortaya çı- kar, bazen toplumda oldukça saygın bi- reylerin görünmeyen yüzünde saklı ka- lır. Başka alanlarda oldukça başarılı, dürüst çalışkan olabilirken kendi görü- nen kişiliğine yabancı kalan bu kişi için ensestiyöz yaşantı tek haz alanı olabi- liyor ve bundan vazgeçemiyor. Bazen bu durumu kendi de yargılasa, savunma mekanizmaları bu durumu ensest lehi- ne çeviriyor. Antisosyal kişilikler de en- sest ilişkiye girebilir hatta vicdan mu- hasebe ihtimalleri çok zayıf olur. Alkol, madde kullanımı da gerçeği değerlen- dirmeyi bozarak bir babanın kızına ba- kışını değiştirebilir. Babası alkol aldığı- na evde saklanan bir kız çocuğunun ye- tişkin yaşta bunu hatırlarken nasıl tit- rediğini görmek buna bir örnek olabi- lir ancak.

İster cinsel istismar deyin ister en- set kurbanı deyin sonuçta en yakının- dan gelen bu darbenin çoğu kez dışarı- dan gelen darbeden daha yaralayıcı ola- cağı açıktır. Yaşanan travma ileriki yaş- larda bazen psikoz, bazen borderline ki- şilik bozukluğu, bazen çoklu kişilik bo- zuklukları olarak ortaya çıkar. Kişi bu durumu kendine ve topluma yararı ol- mayan yanlış yerlerde tamir etme tela- şı içine girer. Yazık ki ailede başlayan darbe ve saldırganlık, daha sonra ken- di elleriyle oluşturduğu durumlarla dı- şarıdaki hayatta devam edebilir. Kişilik bozuklukları yanı sıra adı ister depres- yon, travma sonrası stres bozukluğu is- ter dissosiyatif bozukluk olsun yarala- rı sarılmadıkça bazen sürekli, bazen ara ara canı yanmaya devam edecektir.

Bizde toplum olarak onları görmezden ve duymazdan gelir, ayıplayıp kapatma yoluna gidersek suça iştirak etmiş; bir çocuğun ya da ergenin hayatının karar- ması için yardım etmiş olmaz mıyız?

HABER

(27)

Uzun zaman oldu...

Ama gözlerin hiç değişmemiş…

Beynimiz yüzleri tanımada en önem- li bilgileri gözlerden çıkartıyor. Bunu ağız ve burun takip ediyor. Araştırma- cılar bir dereceye kadar benzerlik gös- teren, yüzlerce yüz resmini analiz ede- rek bu sonuca vardılar.

Bir arkadaşınızın fotoğrafına baktığı- nızda, yüzündeki en ufak

bir ayrıntının bile onu tanımanızda et- kili olduğunu düşünebilirsiniz. Oysa

yapılan deneyler yüzün hangi mesafe- den görüldüğüne bakılmaksızın, bey- nimizin kolay çözümlerden yana oldu- ğunu gösteriyor. Şimdiye kadar bunun sebebi netlik kazanmamıştı. 868 erkek- le 868 kadınının yüz resimlerinin analiz edildiği bu yeni çalışma bu konuya ışık tutabilecek nitelikte.

Çalışma sonuçları resimlerin büyüklü- ğü 30 x 30 piksel olduğu takdirde, en

faydalı bilginin elde edilebileceğini or- taya koyuyor. Ağız ve burun görüntüleri ile karşılaştırıldığında, gözlerin görün- tüsü beyne en güvenilir bilgiyi sağlıyor.

Yani kısaca beyindeki yüz tanıma me- kanizmaları gözleri kodlamada uzman- laşmış durumda.

Kaynak: sciencedaily

(28)

30

Evlilikte aldatmak

affedilebilir mi?

Referanslar

Benzer Belgeler

Saadettin ÖZDEMİR’in danışmanlığında tamamlanıp, yüksek lisans tez savunma tutanağından başarılı olduğu anlaşılan, Felsefe ve Din Bilimleri Anabilim Dalı

“GEÇİCİ MADDE 3 – 31/12/2011 tarihine kadar mahkemeler, yetkili mülki idari amirlikleri ve diğer makamlarca basılı yayınlarla ilgili olarak verilmiş toplatma,

Tuzla İlçe Milli Eğitim şube Müdürü Sayın Hacı Osman Yırtıcı Tuzla Halk Eğitimi Merkezinde maske ve fiziksel mesafe kurallarına uygun olarak açılan Tehlike ve Çok

Çelik yapı sistemlerinin ve elemanlarının analiz ve boyutlandırılmasında, dayanım esaslı tasarım kurallarının yeni deprem yönetmeliği kapsamı içine alınmasıyla,

www.ikonmenkul.com.tr web sayfamızda yer alan her türlü bilgi, grafik, arastırma sonuçları,rapor, görüs ve tavsiyeler genel anlamda bilgi vermek amacıyla hazırlanmıs olup, sitede

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Ağustos ayı Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında, faiz oranlarında herhangi bir değişikliğe gitmedi.. Böylece

Serin İklim Tahıllarında Büyüme ve Gelişme Devreleri (Devam).. Kardeşlenme: Çimlenen her tohumdan birden çok sapın

Gemide alacağımız sabah kahvaltımızın ardından arzu eden misafirler rehberimizin ekstra olarak düzenleyeceği ‘Valetta şehir turuna (55 €)’ katılabilirler..