• Sonuç bulunamadı

Dua ve Þükür Dua ve Þükür

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Dua ve Þükür Dua ve Þükür"

Copied!
52
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Dua ve Þükür Dua ve Þükür

GERÇEÐÝN GÖZ KAMAÞTIRAN IÞIÐI

BÝLGÝNÝN

BÝLGÝNÝN YENÝDEN YENÝDEN A A Y Y ARLANMASI ARLANMASI

(2)

Aylýk Kültürel ve Siyasi Dergi

Onur Baþkaný:

Dr. Refet Kayserilioðlu Sevgi Yayýnlarý Tic.Ltd.Þti. adýna

Sahibi ve Genel Yayýn Müdürü:

Ayþegül Kayserilioðlu Yazý Ýþleri Müdürü:

Güngör Özyiðit Yayýn Kurulu:

Güngör Özyiðit Nelda Bayraktar

Hale Ürkmezgil Haberleþme ve Okur/Abone Ýliþkileri:

P.K: 227 Beyoðlu/Ýstanbul Yönetim Yeri:

Ceylan Sk. No: 9/bod.kat Güzelyalý, Pendik/Ýst.

Baský:

Hedef Dijital Baský Taksim Cad. No: 19/A

Taksim/Ýstanbul Fiyatý: 7 TL Yýllýk Abone: 75 TL

Yurt Dýþý: 90 TL Cilt: 44 Sayý: 520 Nisan 2012

ÝÇÝNDEKÝLER

Dua ve Þükür ... 2

Dr. Refet Kayserilioðlu

“Evet” ama Yetmez ... 8

(Tanrý Yanýlgýsý - VIII)

Ahmet Kayserilioðlu

Gerçeðin Göz

Kamaþtýran Iþýðý ... 13

Güngör Özyiðit

Reenkarnasyon Terapisi ve

Ýþleyiþi ... 17

(Karma ve Reenkarnasyon - III)

Çeviren Derleyen: Zühal Voigt

Yunus Emre

Hayatý ve Felsefesi - III ... 23

Derleyen: Nihal Gürsoy

Din ve Ahlâk Ýliþkileri Üzerine

Sosyolojik Araþtýrmalar ... 29

Yalçýn Kaya

Böyle Doðdum ... 34

Nelda Bayraktar

Bilginin Yeniden Ayarlanmasý ... 38

(Canlý Kryon Celsesi)

Dergimizin internet sitesini

www.sevgidunyasidergisi.com www.dostluk.org adreslerinden ziyaret edebilirsiniz

(3)

Sevgili Dostlar

Dünyanýn size yetmediði, dar geldiði, kendinizi sonsuzluðun, evrenin bir parçasý olarak hissetmek istediðiniz anlar oluyor mu? Öyle ise, insanlýða ve dünya yaþamýna bütünü, yuvarlaðý tam gören gözlerle bakabilen yüce dost- larýn, evrensel varlýklarýn onlara benzememiz için bizlere verdikleri ip uçlarýndan biraz söz edelim. Hep önümüze bakmaktan, hep yarýnýmýzý düþün- mekten ve sadece, önce kendimize odaklanmaktan çýkmamýz gerektiðine iþaret ediyorlar öncelikle: “Ýyi olmak için küçücük, küçücük bir þey size kâfi gelir.

Düþününüz... Düþününüz ki, sizin düþünceniz baþka düþünceler yanýnda bir kývýlcýmdýr. Unutmayýnýz ki, kâinatý düþünenler var.” Kâinatýn iþleyiþi, idaresi, salimen varlýðýný sürdürmesi için ya da onunla ilgili bilemediðimiz daha birçok þeyler hakkýnda düþünenler yanýnda, gezegenimizi nasýl daha iyi bir hâle kavuþtururuz, çocuklarýmýzý geleceðin sefil ve bedbaht dünyasýnda deðil de, huzur dolu bir dünyada nasýl yaþatýrýz diye düþünmek ne kadar küçük kalýyor gerçekten. Âlemlerin bambaþka bir yerinde, bizimkinden çok baþka bir düzende, kendi hayýrlarýna yaratýlmýþ bir düzende varolanlardan bahsettik- lerinde: “Öyle bir yerde, öyle onlar, öyle olur. Böyle bir yerde, böyle siz, böylesiniz... Ama ne orada ne de burada sevgi ayrýlmaz... Ama ne orada ne de burada sevgisiz yaþanmaz. Orada da, burada da her þey, O'nun sevgisin- den varedildi. Öyle biliniz.”O ve O’nun her þeyi sevgisinden varetmesi, bu sevgi olmaksýzýn yaþamýn olmamasý, buna inanmak, kani olmak bizlerin âlem- lerle, bizden bambaþka bir düzene sahip nice varlýklarla bir olabileceðimizin müjdesi deðil mi? Öyleyse bunun için önce kendi dünyamýzdan baþlayabiliriz iþe. Gönlümüze ve aklýmýza hiçbir engel koymadan þu ilkeyi her zaman düþüncelerimizin bir köþesinde tutabiliriz: “Kardeþlerinizin görünüþü ne olur- sa olsun ya da inancý, sevgi, her gönüle girer. Siz yalnýz sevgi verici iseniz, iþinizi iyi bilip yapýnýz. Öyle yapýnýz ki, verdiðiniz elden ele dolaþýp artsýn.”

“Siz, sevgide sýnýr tanýmayýnýz... Ve asla kardeþleriniz arasýna sýnýr koy- mayýnýz...” Bunlarý yapmak isteyenlere, yapmakta kararlý olanlara, en azýn- dan düþüncelerine alanlara ne mutlu...

En Derin Sevgilerimizle SEVGÝ DÜNYASI

(4)

Dr. Refet Kayserilioðlu

Dua ve Þükür

“Þükürle dilemesini bilene, O dilediðini verendir.

Bunda þüpheniz olmasýn.”

Ýstekleri yönünde bütün ruhî kudretlerini seferber etmiþ, çalýþmaya ve düþünmeye koyulmuþ kiþi, bir de Yaradaný'ný tanýyor, Ona sevgilerini ve ricalarýný, gönülden gelen yakarýþlarla iletiyorsa elbette yardýmlar ona daha çok ve daha çabuk ulaþacaktýr. Çünkü bu ikinci þahýs hem ilâhi düzene uygun davranmakta, hem de o

düzene ve onu Kuran'a inandýðýný, teslim olduðunu bildirmektedir. Üstelik rica ve yalvarmalarýyla dilek kapýlarýný zorlamakta,

onlarýn kolaylýkla açýlmasýný

saðlamaktadýr.

(5)

ÇALIÞMA YERÝNE DUA MI?

Vaktiyle bir adam vardý.

Dua hakkýnda iyi sözler duymuþ, duanýn çok tesirli olduðunu iþitmiþti. Hemen gidip bir kulübeye kapan- dý. Ýsteklerinin olmasý için dua etmeye baþladý.

Günlerce dua etti, yal- vardý, yakardý. Ama dilek- leri olmadý. Tam isyana sapacakken bilen bir kiþi ona yanlýþýný gösterdi.

"Sen önce kendine düþen- leri yap da ondan sonra Allah'tan yardým dile."

dedi.

Dua hakkýnda çok yanlýþ düþünce ve kanaatler vardýr. Kimisi duanýn hiçbir tesiri olmadýðýný düþünürken, bir baþka grup kiþi de dua ile her þeyin elde edilebileceði kanaatindedir. Bazýlarý ilâhî düzen ve Allah'ýn adaleti bizim dua ve dilek- lerimizle deðiþip durmaz derken, bazýlarý da, dua da ilâhî düzen içinde

Yaradan'ýn koyduðu bir kanundur, Yaradan "dua edin" demekte deðil midir, diye cevap vermektedirler.

Bunlarýn doðrusu nedir?

Duanýn bir tesiri var mýdýr, varsa ne tarzdadýr?

Duanýn mânâsý ve mahi-

yeti nedir? Ýnsana kazan- dýracaðý þeyler nelerdir?

Sadece darda kalanlar için bir teselliden mi ibarettir?

Ýþte bu yazýda bunlarý incelemek istiyoruz.

Dua, kendimiz, sevdik- lerimiz veya sevmedikle- rimiz için ya da toplum ve insanlar için olan dilek- lerimizi Tanrýya bildir- mek, dileklerimizin olmasý için O'nun iznini ve yardýmýný rica etmektir.

Bu tarife göre dua hem kendimiz için, hem de baþkalarý için olmaktadýr.

O baþkalarý, yaþayan insanlar olabildiði gibi, ölmüþ kiþiler de olabilir.

Baþkalarý için olan dualar, ya onlarýn hayrýný dileyen

"Hayýr dua" lar olur ya da onlarýn kötülüðünü dileyen "Beddua: kötü dua"lar olur.

Acaba her þey dua ile elde edilebilir mi? Yani çalýþma yerine dua mý yapalým? Daha bu soruyu okurken birçoðunuzun

"hiç öyle þey olur mu?"

dediðinizi duyar gibiyim.

Elbette öyle þey olmaz.

Çalýþmak, gayret etmek bizden istenen ilk þeydir.

Bir çiftçi düþünelim ki, tarlasýna tohum atmamýþ, oturduðu yerden "Allahým

bana bol mahsul ver!."

diye yalvarýyor. Bu elbette kabul olmayacak bir duadýr. Onun için Müslümanlar arasýnda:

"Olmayacak duaya âmin deme" diye bir söz vardýr.

Hattâ mahsul almak için yalnýz tarlayý sürmek ve tohum atmak da yetmez.

Ayni zamanda gereken sulamayý, çapalamayý, yabani otlardan ayýkla- mayý, bir kelime ile gereken bakýmlarý yapmak gerekir. Bütün bunlarý yaptýktan sonra da yine mahsul olmayabilir.

Meselâ þiddetli bir fýrtýna, bir sel veya baþka bir afet mahsulü alýp götürebilir.

Ýþte bize düþen, her þeyi yaptýktan sonra bizim irademizi aþan þartlar için Yaradan'ýn yardýmý ve korumasýný dilemektir.

Bizim Celselerimiz'de bu gerçek þu sözlerle gayet güzel dile getir- ilmiþtir: "Tohum atýl- madan mahsul istenmez.

Önce baþlayýnýz, sonrasý için dileyiniz. Ýþte o zaman size yardým edilir."

Hiçbir gayret gösterme- den, bizden beklenenleri yapmadan miskince otu- rup: "Yarabbi bana þunu ver, bunu da ver" diye dilek listesini sýralayýp

(6)

sipariþte bulunmak, arzu- larýmýzýn gerçekleþmesi için yetmeyecektir. Yüce Yaradan'ýn koyduðu bir düzen vardýr. O düzene

"ilâhi düzen" diyoruz.

ilâhî düzen insanlarýn dünyada olgunlaþmalarýný saðlayacak tarzdadýr. Bu olgunlaþma elbette birçok zahmetler ve sýkýntýlarla ve bizim alýn terimizle elde edilir. Kendi emeðimizin semeresi olduðu için kýymetlidir.

Öyle olmasa da bir sihirli deðneðin dokunmasýyla bir insan hemen olgunlaþý- verseydi bu onun için hem çok deðersiz hem de çok iðreti olurdu. Çünkü olgunluk, çeþitli tecrü- belerin neticesinde elde edilen bilgilerin ruha be- nimsetilmesiyle kazanýlan bir durumdur, bir oluþ halidir. Yani insan bir kalýptan çýkýp daha büyük ve daha güzel bir kalýba döküle döküle olgunlaþýr, büyür, yücelir gider.

Bu sebeple isteklerimiz ancak bizim gayret ve çabalarýmýzla elde edilir.

Bizim Celselerimiz'de bu çok güzel dile geti- rilmiþtir:

"Düþünceniz, bilginiz, sevginiz, iyiliðiniz, doðru- luðunuz, çalýþmanýz iste-

diðiniz her þeyi size verir.

Sizi idare edenler bu düzeni böyle kurdular."

Gayret ve çalýþmayý yal- nýzca çalýþma olarak ele almamak gerekir.

Yapmamýz istenen iþi en iyi bir þekilde yapmak, o konudaki arzularý en iyi þekilde gerçekleþtirmek için bilgimizi artýrmamýz, uzun uzun düþünmemiz, sevgimizi, çevremize iyi- liðimizi, doðruluðumuzu artýrmamýz icap eder. O takdirde isteklerimizi engelleyecek hiçbir þey veya kiþi kalmaz ortada.

Bilâkis bize çevremizden yardýmlar yaðar.

DUAYA

NE LÜZÛM VAR?

Madem ki her þey bizim düþüncemiz, emeðimiz karþýlýðýnda elde ediliyor, öyleyse duaya ne lüzûm var? Nitekim hiç dua etmediði, hattâ Allah'a inanmadýðý halde yalnýz emeðiyle, sebatý ve yýlmak bilmez gayretiyle istedik- lerini elde etmiþ kiþiler çoktur, diye bir düþünce akla gelebilir. Ýlk bakýþta makul gibi görünen bu düþünce aslýnda iþin oluþ mekanizmasýný

bilmemenin neticesidir.

Yaradan bir düzen kur- muþtur. Bu düzende kiþi- den ilk beklenen davranýþ bir istekte bulunmaktýr. Bu istek yeteri kadar kuvvetli olmalýdýr. Yalnýz dilde, yalnýz düþüncede kalma- malýdýr. Bütün ruhu sara- cak ve bütün kudretleri seferber edecek nitelikte olmalýdýr. Kiþi seferber olmuþ kudretleriyle iste- diði þeye sarýlacak, o yönde yýlmadan gayret gösterecek, o þeyi elde etmek için devamlý düþünecek, yeni çareler araþtýracaktýr. Bunlarý yapan þahsýn isteklerini gerçekleþtirmesi ilâhî kanunun gereðidir. Bu söylenilenleri yapan þahýs, aslýnda ilâhi düzene uymuþ, Yaradan'ýn kanun- larýndan yararlanma yolu- nu bulmuþtur. Bu haliyle, o, Yaradan'a yönelmiþ ve O'nun iznini dilemiþ olmaktadýr. Fakat henüz bunun bilincine varma- maktadýr. Yaradan elbette baðýþlayandýr, kullarýnýn uyanmasý için sabýrla bekleyendir. Kanuna uymakta devam eden þah- sýn idrakinin açýlmasý, gerçekleri görebilmesi için zaman zaman ona yardým- lar yapýlýr. Meselâ çalýþýp didindiði, kuvvetle dilediði halde bir arzusu, olmayacak bir sebepten

(7)

son dakikada gerçek- leþmez. Emeklerinin boþa gitmesi o þahsa kendi iradesinden üstün bir büyük iradenin varlýðýný düþündürmeye baþlar. Bir kaza bin bir emekle büyüt- tüðü yavrusunu elinden alýverir. O önce üzülür, isyan eder. Ama neticede O büyük iradeye sýðýnmak zaruretini hisseder.

Ýstekleri yönünde bütün ruhî kudretlerini seferber etmiþ, çalýþmaya ve düþünmeye koyulmuþ kiþi, bir de Yaradaný'ný tanýyor, Ona sevgilerini ve ricalarýný, gönülden gelen yakarýþlarla iletiyorsa elbette yardýmlar ona daha çok ve daha çabuk ulaþa- caktýr. Çünkü bu ikinci þahýs hem ilâhi düzene uygun davranmakta, hem de o düzene ve onu Kuran'a inandýðýný, teslim olduðunu bildirmektedir.

Üstelik rica ve yalvarma- larýyla dilek kapýlarýný zor- lamakta, onlarýn kolaylýkla açýlmasýný saðlamaktadýr.

Ayrýca bu þahsýn idrâkini uyandýrmak için sýkýntýlara uðratmaya, bazý arzularýný durdurmaya, bazý emek- lerini boþa geçirtmeye de lüzûm yoktur. Çünkü o uyanmýþ, inanmýþ, gerçeði görmüþtür. Nasýl doðru

yolda koþan ata kýrbaç vurmaya lüzum yoksa, onu da uyaranlarla taciz etmeye ihtiyaç yoktur.

Öyleyse bize düþen gayret, düþünce ve çabalarý gös- terdikten sonra da duaya lüzum vardýr. Bu hem dileklerimizin daha çabuk olmasýnýn saðlanmasý, hem de kaza ve belâlardan korunmamýz için þarttýr.

ÖNCE

BAÞKALARININ HAYRINI DÝLEMEK Bizim celselerimizde þöyle söyleniyor:

"Aranýzda hayrý baþ- kalarýna istemeyen, ken- disine hayýr beklemesin.

Çünkü o yanlýþta, çünkü o ayrýlýkta olandýr."

Ýnsanlýk bir bütündür ve ortak bir kaderi vardýr.

Ýnsanlar ne derece birliðe ulaþýrlarsa onlara gelecek- ler öylesine büyük olur.

Sevgi ile birleþmiþ insan- lýðýn hem karþýlýklý yardýmlaþmalarý çok, hem de onlara gelecek ilâhî yardýmlar fazladýr. Bu bir- liði de, en baþta birbiri için hayýr dilemek saðla- yacaktýr elbet. Eðer bir kiþi, kendisinden önce insan kardeþlerinin hayrýný dileyebiliyorsa gönülden,

o kiþi insanüstü mertebeye adým atmýþ demektir. Ýna- nan, teslim olan kiþilerden beklenen dua önce baþka- larý için, sonra kendisi için de dilemektir. Bu bir cel- sede ne güzel dile geti- rilmiþtir:

"Yalvarýn, dileyin, isteyin, ama vermek için, isteyin ama baþkalarý için... isteyin ama kendi- nize de..."

Ve üstünlüðü kardeþle- rimiz için istediðimize baðlamakta: "Üstünsünüz kendinize istediðinizi kar- deþinize istediðinizden"

demektedir. Ayný gerçek þöyle dile getirilmektedir :

"Siz kendinize isteme- diðiniz kötüyü, kardeþ- leriniz için istemeyensiniz ya... Siz her türlü iyiyi, kendinizden önce, kardeþ- lerinize dileyensiniz ya, öyleyse korkuda, endiþede, þüphede olmanýz yersizdir."

Yalnýz almak insaný mutlu etmeye yetmez.

Hem yenilerini alabilmek için hem de gerçek mutlu- luða ulaþmak için alýnan- larý bir uçtan vermeye baþlamak lâzýmdýr. Alý- nanlar hep bizde kalýrsa, o birikme birçok hastalýk-

(8)

larýn sebebi olur. Geçiþe müsaade etmek, hayýrlý bir kanal olabilmek lâzýmdýr.

Mevlevîler bu gerçeði çok güzel bir sembolle belirt- mektedirler. Semâ ederken (ilâhî raks) sað ellerini göðe açarlar, sol elleri ise yere dönüktür. Böylece:

"Haktan alýp halka verdik- lerini" düþünürler. Ayný gerçek bizim celseleri- mizde þöyle ifade edil- mektedir: "Gönlünüzü O Her Þeyden Yüce Olan'a açýp dileyiniz. Görünüz ki size neler verecek. Bir elden alýp öbür elinizle vermeniz için." Yine bir celsede dua ve dilekleri- mizin gerçekleþmesi için lâzým olan diðer þartlar þöylece sýralanmaktadýr:

"Eðer istiyorsanýz hayrý, teslim olmasýný, inanmasýný öðreniniz önceden. Ýnanmanýn gerçek yolu mantýktan geçer. Önce inanýp teslim olunuz. Ve sonra bütün istemediklerinizi içinizden atýnýz. Gönlünüzü O Her Þeyden Yüce Olan'a açýp dileyiniz.."

DUA, YARADANLA ARAMIZDA BÝR GÖNÜL BAÐIDIR Ýçimizde Yaradan'ýn sevgisinden varedilmiþ bir

öz vardýr. O öz daima asýl kaynaðýna doðru koþmak bizi de peþinden sürükle- mek ister. Eðer biz Yaradan'a gerçekten ina- narak, her þeyin O'ndan olduðunu bilerek yönelir ve sevgilerimizi sunarsak, en güzel þekilde duaya baþlamýþ oluruz. Biz, bütün gönüllerde olan o yüce öz ile bir olmak isti- yoruz. Her zerrede ondan bir þey olduðunu biliyo- ruz. Ve onun koyduðu kanunlara ve düzene uymayý diliyoruz. Yani O her þeyi ve her yeri kaplayan bütünle ahenk- leþmek dileðindeyiz. Bu ruh hali ile yola çýkýlýnca önümüzde hiç bir engel kalmaz ve gönlümüzün ta içinde O'nu duymaya, O'nu bulmaya baþlarýz.

O'na böylesine yakýn olmak ne güzeldir, insan mutludur, emniyet ve güven içindedir. Korkusu ve endiþesi yoktur. Bilir ki o kullarýný sever, korur ve baðýþlar. Bilir ki O abes iþ yapmaz. Yine bilir ki ister hoþumuza gitsin, ister git- mesin O'nun yaptýðý mut- laka hayrýmýzadýr. Çünkü O bizim sahibimiz ve sev- gilimizdir. Bu idrake varan kiþinin söyleyeceði bir tek söz vardýr: "Yaradaným benim istediðim deðil,

senin dilediðin olsun." Bu idrakle o sözleri söyleye- bilen kiþi gönlünde her an O yüce sevgiliyi duyar, hisseder. O her an O'nunla beraberdir. Ýþte dua bu devamlý birliðe ve mükemmel mutluluða götüren sihirli anahtardýr.

Dua'nýn esasý dilemektir.

Dilemek ve istemek baþarý yolundaki ilk adýmdýr.

Kendimizi dileðimize uygun hale getirmek ve dileðimiz yönünde gayret göstermek ikinci ve üçün- cü adýmlardýr. Þu durumda duanýn ilâhi kanunlarýn ve ilâhi nizamýn ayrýlmaz parçasý olduðu apaçýktýr.

Mademki tekâmül bizim serbest irademizle olmak- tadýr. Öyleyse önce iste- mek, sonra arýnmak ve yapmak gerekmektedir. Bu þartlara uyan kiþiye bütün kapýlarýn açýlacaðý ve büyük yardýmlarýn yaða- caðý aþikârdýr. Dua hak- kýndaki sözlerimi iki dua ile baðlamak istiyorum.

Dua 1: "Bizi Sevgisinden Vareden.

Hayýrla varettiðin bu hayýrlý güne, hayýrlý adýný anarak hayýrla baþlýyorum.

Sen günümü, iþimi ve her þeyimi adýn gibi hayýrlý kýl." Bu dua güne baþlarken söylenmeli.

(9)

Dua 2: "Âlemleri

Yaratan, Vareden ve onlara kendinden sevgiyle Veren.

Seni biliyoruz, ki Sen inkâr edilmeyecek, bilmemiz lâzým gelen mabûdumuzsun. Önünde küçüklüðümüzün farkýna varýp secde ediyoruz. Sen bizi koru ve baðýþla."

ÞÜKÜR NEDÝR?

Bizi Sevgisinden Vareden'e teþekkür etmek, sevgi ve þükranlarýmýzý sunmaktýr. Þükür bir mem- nuniyet halinin, sevincin ve mutluluðun ifadesidir.

Þükredebilmek Yaradan'a inandýðýmýzý, O'nun verdiklerini gördüðümüzü ve bunlarýn büyüklüðünü anladýðýmýzý göstermektir.

Ýþte bu sebepten dolayý þükür hali ruhumuzu yücelten, bizi Yaradan'a yaklaþtýran ruhumuzun ve bedenimizin titreþimlerini artýran bir durumdur.

Þükür halindeki bir insan, içinin yýkandýðýný ve sü- ratle arýndýðýný hisseder.

Çünkü þükür halinde biz yukarýlardan devamlý büyük tesirler alýrýz.

Gerçek þükür aldýðýmýzý vermekle olur. Borçlu olduðunu bilen ve O'na olan borcunu ancak insan kardeþlerine iyi yaptýklarý

ve iyi verdikleriyle ödeye- bileceðini bilen kiþi bu yolda durmadan gayret sarfeder. Eðer bir kimse Yaradan'ýný seviyorsa, O'nun kullarýný da seviyor demektir. Ve bir celsede dendiði gibi:

"Sevenlerin sedasý yal- nýz sevinç, yalnýz þükür- dür. Ýmdat ve feryat deðil"

Þükrümüzü, sevinç ve kahkahalarýmýzla, içimiz daha da dolarsa gözyaþ- larýmýzla dile getiririz. Ýþte o olgunluk aný ne mutlu bir andýr. O'nun gerçekten gönlümüzü doldurduðu, bize misafir olduðu bir büyük andýr. O durumda yapacaðýmýz dilekler gerçek hedefini mutlaka bulur. Bunun için: "Þü- kürle dilemesini bilene, O, dilediðini verendir" den- mektedir. Þükür üstün tesirlerle dolmamýzý, yýkanmamýzý saðla- dýðý için, hem beden saðlýðýmýz, hem de ruh saðlýðýmýz için fevkalâde lüzûm- ludur.

Annelee Skarin'in dediði gibi: "Þükür modern insanýn kaybol- muþ akorundaki üç ana

sesten biridir." Þükürle bedenimiz ve ruhumuz ana akorunu bulur ve ahenge ulaþýr. Ama bu gerçeði bilenler ve þükredenler ne kadar azdýr insanlar ara- sýnda. Acaba dünyamýzda- ki bitmeyen sýkýntýlarýn, savaþlarýn, kötülüklerin ve düþmanlýklarýn gerçek sebebi þükretmeyi bilme- yiþimiz midir? Bakýnýz bu- nun için Bizim Celseleri- miz’de ne deniyor:

"Þükrediniz. Çünkü insanlar arasýnda þükre- denler pek azdýr. Siz onlarýn yardýmýna koþunuz. Siz þükreden- lerin sayýsýný artýrýnýz."

Ýþte bunu yapabilirsek dünya gerçekten mutluluk þarkýlarýnýn söylendiði ve kahkahalarýn çýnladýðý bir cennet olacaktýr.

(10)

ÝKÝ BÜYÜK BÝLGÝN ÝKÝ AYRI YORUM

150 yýl önce Ýngiltere'de biyoloji bilginleri Charles Darwin (1809-1882) ve Russel Wallace (1823-1913) tarafýndan ortaya konan "Evrim Teorisi" baþtacý olarak doða bilimlerinin temellerine saðlamca yerleþti.

Geçen zaman içinde biyolojide ve ilgili bilim dallarýnda yapýlan keþifler de, bu teoriyi yeni bulgularla adým adým destekle- yerek günümüze kadar geldik.

Canlýlarýn en ilkel formlar- dan baþlayýp, geliþerek, türden türe geçip evrimle en sonunda insana ulaþýldýðý anlatýlýyordu, kýsaca bu teoride. Doðal bir seçilimle ortamýnýn gereklerine uyamayan yeni türlerin, yaþam savaþýnda yenik düþtüklerinden silinip gittikleri teorinin temel öngörülerinin en baþýnda geli- yordu. Hayat kavgasýnda sade- ce daha iyi silahlanmýþ, daha geliþmiþ, soyunu sürdürmede baþarý kazanmýþ türler ayakta kalabildiðinden, evrim gittikçe mükemmele doðru geliþmek- teydi. Milyonlarca hattâ mil- yarlarca yýl içinde, tüm denizlerde, karada, havada yani bütün dünyada zincirleme bir- birini tetikleyen, sürekli tekrarlanan, akla hayale sýðmaz dýþ etkenlerden oluyordu bu evrim Darwin'e göre. Yani olan bitenlerde bir plan, proje ve amaç yoktu. Bu durumda teoride bir tasarýmcý yer almýyordu. Gerçi kitaplarýnýn yeni baskýlarýnda, zaman zaman Yaratýcý'nýn rolünden titrek ifadelerle söz etmiþse de, esas düþüncesinin bu olmadýðý rahatça anlaþýlýyordu. Teorinin temellerini Ahmet Kayserilioðlu, Psikolog

Tanrý Yanýlgýsý - VIII

“Evet” ama Yetmez

(11)

Darwin ile birlikte atan Russel Wallace, parapsikolojiyi de çok derinden incelediðin- den bu konuda onunla çatýþýyordu. Wallace'a göre evrim gerçekten bu þekilde iþliyordu ama, Yaradan kendi koyduðu bu kanundan yararlanarak canlýlarý geliþtiriyordu. Wallace ayrýca, düþünce sahibi, icat ve keþif yete- neðindeki insaný diðer canlýlardan, çok daha fazla ayrýcalýklý sayýyordu. Ýnsan zihninin doðal seçilimle bir baþka varlýktan oluþ- masýnýn mümkün olmadýðýna inanýyordu.

Materyalizmin baskýn olduðu 19. yüzyýl- da, Darwin'in otomatik iþleyen, bir yaratýcýya gerek duymayan evrim teorisi yorumu kabul görmüþtü. Ve þimdi de genelde böyle düþünüldüðünden, Wallace'ýn yorumuna hiç deðinilmediðini ya da þöylece bir söz edilip, dip notu gibi kullanýldýðýný görmekteyiz bilim âleminde. Þimdi böyle...

Bakalým gelecek yýllar hangi yorumu öne çýkaracak, yaþayanlar görecek!..

Ama biz þimdilik Wallace yorumunu bir kenara býrakýp teorinin bir tasarýmcýya, bir yaratýcýya gerek duymayan Darwin yorumu üzerinde biraz daha duralým. Çünkü incele- mekte olduðumuz "Tanrý Yanýlgýsý"nýn yazarý Dawkins, ateist inancýnýn temellerini doðrudan Darwin'e, özellikle onun doðal seçilim düþüncesine dayandýrýyor. Kitabýnýn Tanrý'ya inançsýzlýðýnýn temellerini anlattýðý 4. bölümünde, Evrim Teorisi'nin doðruluðu- nun kanýtlarý üzerinde fazlaca durulmamýþ.

Sanki yerçekimi gibi herkesçe ortaklaþa onaylanan gerçek bir doða kanunu gibi ele alýnmýþ. Kitabýnýn o bölümünü sýrasýyla adým adým inceleyeceðiz elbette. Ama o deðinmemiþ bile olsa, evrim teorisini destekleyen bilimsel bulgular üzerinde çok az da olsa durmamýzda yarar görmekteyim.

Öncelikle þunu belirteyim. Darwin doðaldýr ki, ancak kendi döneminin bilgileri ýþýðýnda kitaplarýný yazdýðýndan, temel- lerindeki doðrulara raðmen, varsayýmlarýnda pek çok yanlýþlara da düþmüþ. Bunlardan en önemlisi kendisinden önce evrimi savunmuþ olan Lamarck'ýn (1744-1829) adýmlarýný izleyerek, canlýlarýn sonradan kazandýklarý özelliklerin, yavrulara da geçtiðini savun- muþ olmasý. Ayný Lamarck gibi, zürafalar aðaçlarýn üst yapraklarýna uzana uzana boyunlarýný uzattýlar diye düþünüyordu.

Ama Darwin'in ölümünden birkaç yýl sonra baþka bir biyolog Weismann (1834-1914) bunun yanlýþ bir varsayým olduðunu net bir þekilde ortaya koydu. Öyle ki, bir farenin 20 nesil boyunca soyaðacýndaki bütün yavru- larýnýn her birinin kuyruklarýný kestiði halde, yeni fareler yine kuyruklu olarak doðdular.

Bugün biliyoruz ki, beden hücrelerindeki deðiþiklikler soya geçmiyor. Üreme hücre- lerinin genlerinde bir deðiþiklik olursa, ancak o zaman gelecek nesiller bundan et- kileniyor. Aslýnda bence Weismann'a bile gerek yoktu bu gerçeðin kanýtlanmasýnda.

Hz. Ýbrahim'den beri sünnet oluyor çocuklar ama, doðanlar yine sünnetsizler. Çinli kadýn- lar güzel olsun diye yüzyýllarca ayaklarýný cenderelere koyup küçülttüler ama çocuklar yine normal ayaklý doðdular.

GERÇEKTEN BÜYÜK KUVVET YOKTUR

Darwin'in bu ve benzeri yanlýþ varsayým- larýna sýðýnarak teorinin temellerindeki doðrularý görmezden gelme yanlýþýna düþmemiz, bizi ancak gerçekçilikten uzak- laþtýrýr. Baþka bir yanlýþýmýz da þu olabilir.

Sanki bütün materyalist biyologlar iþbirliði yapýp yanlýþ olgularý, doðru diye bize yuttur- maya çalýþýyor ve Evrim Teorisi'ne bizi zor-

(12)

luyorlar diye düþünenler var etrafýmýzda.

Bunlara kulak asmadan, Amerikan mahkemelerinde tanýklarýn tekrarladýklarý gibi: "Doðruyu, sadece doðruyu" dile getirmek ana hedefimiz olmalý. Bilim adamlarýnýn dur durak bilmeden ömür boyu fedakârca çalýþmalarýyla, derin düþünce ve buluþlarla ortaya koyduklarý olgulara, gerçeklere ancak saygý duyup, onlara sadece teþekkürlerimizi sunabiliriz. Ama yorumlarý- na katýlýp katýlmama konusunda ise ala- bildiðine özgürüz. Onlarýn bilimsel dürüstlüklerine güvenmekle beraber, fazla uzmanlaþmalarý dolayýsýyla diðer branþlar- daki eksik bilgilerinin de farkýndayýz. Ayrýca

"Sürüden ayrýlaný kurt kapar" mantýðýyla akademik kariyer kaygýlarýndan dolayý yan- lýþ yorumlarda çakýlýp kalmalarý da, insan psikolojisinin tuzaklarýndan biri. Tutarlý bir karþý tez öne sürememeleri de ayrý bir etken.

Yorumlarýnda geçmiþte yaþanan bir Katolik kilisesi baðnazlýðý da pekalâ mümkün. Ama tamamen aynýsý deðil. Çünkü ortaya konan bilimsel gerçekler ve olgular, bilim âlemince çaprazlama yeni deneyler ve yeni bulgularla sürekli kontrol edilip gözden geçiriliyor, durmamacasýna. Ve yanlýþlanabilmek bilim- sel metodolojinin temel kavramlarýndan biri.

Nitekim "Piltdown Adamý" gibi yarý insan yarý maymun sahte fosille insanlýk 40 yýl boyunca aldatýlmaya çalýþýldý ama yine de sahtekârlýðý ortaya çýkaran gerçekçi bilim adamlarý oldular.

EVRÝMÝ DESTEKLEYEN OLGULAR Bütün bunlarý da göz önünde tutarak evrim teorisini destekleyen belli baþlý olgu- larý kýsaca þöyle sýralayabiliriz:

** EVRÝMDE SIRALI OLUÞ:

Dünyanýn oluþumundan sonraki ilk 1,5-2 milyar yýlda hiçbir hayat izine rastlamý- yoruz. Sonraki 2 milyar yýlda ise sadece çekirdeksiz (prokaryot) ilkel hücreler, yani bakteriler, mavi-yeþil algler var dünyamýzda.

Günümüzden 600 milyon yýl kadar önce baþlayan Kambriyen Döneminin baþlarýnda- ki 10 milyon yýlda ise, birdenbire patlama þeklinde canlýlarýn altýn döneminin yaþandýðýný görmekteyiz. Günümüz hayvan- larýnýn pek çoðunun atalarý birdenbire beliriverdi dünyanýn her tarafýnda. Gerçi Kambriyenin hemen öncesindeki 40 milyon yýllýk Ediacara Döneminde de, pek çoðu yumuþakçalardan olmak üzere organize hay- van fosilleri bulunmuþsa da, bunlarýn Kambriyen Patlamasýndaki canlýlarla bir akrabalýðýnýn bulunmadýðý anlaþýlmýþtýr.

Çaðdaþ devrimci biyologlarýn en tanýn- mýþlarýndan Stephen Jay Gould (1941- 2002), soylarý tükenip geleceðe adým ata- madýklarýndan Ediacara Dönemi canlýlarý için ironik bir þekilde "baþarýsýz bir deney"

yargýsýný dile getirmekten kendisini ala- mamýþtýr. Ancak Kambriyen Patlamasý tam bir baþarý. Çünkü sonraki devirlerde sýrasýy- la eðrelti aðaçlarý, çiçekli bitkiler, böceklerin çoðu, omurgasýzlar, balýklar, kara omur- galýlarý, dinozorlar, sürüngenler, kuþlar, memeliler, primatlar ve þimdiki zamanýn canlýlarý, en sonunda da insan ortaya çýktý.

Bütün bunlarý fosil kayýtlarýndan ve radyoaktif elementlerle zaman ölçüm- lerinden anlamaktayýz. Darwin ve Wallace'ýn öngördüðü gibi zaman içinde canlýlarýn basitten karmaþýða doðru, türden türe geçerek adým adým geliþtiði böylece doðru- lanmaktadýr. Ama þimdi fosillerin pek çoðu elimizde olmasýna raðmen hâlâ geçiþ form-

(13)

larýný elde edebilmiþ deðiliz ve bulma ümit- leri de çok zayýfladý.

**EMBRÝYOLOJÝK KANIT:

Ýnsan dahil bütün canlýlarda döllenmiþ tek bir hücrenin yani zigotun anne karnýnda deðiþik evrelerden geçerek kýsa bir zamanda organize bir canlý haline geldiðini görmek- teyiz. Bu oluþum bizlere canlýlarda türden türe geçiþin mümkün olduðunun bir kanýtýný veriyor. Ayrýca ayný soyaðacýndaki canlýlarýn anne karnýndaki embriyolojik geliþimlerinde de çok benzerlikler var.

** ORTAK BÝYOLOJÝLER:

Canlýlarýn arasýnda organ geliþimlerinde ve çalýþmasýnda fizyoloji, botanik bilimler- ince saptanan çok benzerlikler var. Ayrýca ortak genler, hormon sistemlerindeki yakýn- lýklar, kan akrabalýklarý, protein ve enzim- lerdeki yakýnlýklar; canlýlarýn birbirinden türediði, soyaðaçlarýnýn ayný olduðu kanýsýný uyandýrmaktadýr. Kedi-köpek-kurt, at-eþek- katýr gibi birbirine görünüþ olarak da çok benzeyen canlýlar da bu görüþümüzü destek- lemektedir.

** GENLERDEKÝ PLASTÝK ÖZELLÝKLER:

Tüm canlýlarýn hücrelerinde bulunan nük- leik asit moleküllerinin(DNA) döner merdi- ven gibi çift helezoni görünüþü birbirinin aynýsý. Ancak DNA'yý oluþturan nükleotid denen küçük moleküller de birbirinin aynýsý olmakla beraber, canlýlar bunlarýn diziliþi dolayýsýyla birbirinden ayrýlýrlar. Hücredeki tüm temel olaylarýn yönetimi, enzimlerin, proteinlerin yapýlmasý tamamen DNA'nýn elinde. Kendini eþleme özelliðinden dolayý canlýlarýn üremesi de tam tamýna DNA'nýn hüneri. Bütün bu nedenlerden dolayý DNA

yaþamýn temel taþý. DNA molekülünün belli bölümlerini gen diye adlandýrýyoruz.

Canlýlýðýn temel unsuru olduðundan en iyi korunan bu molekül ve dolayýsýyla genler.

Yalnýz bu noktada iyice anlamamýz gereken çok önemli bir gerçek var. Bu kadar iyi korunmasýna, hattâ ayný bir türün genetik þifresinin milyarlarca yýl bozulmadan zamanýmýza geldiðini görmemize raðmen DNA'nýn kaya gibi saðlam, deðiþtirilmesi imkânsýz bir molekül olduðunu asla sanma- malýyýz. Býrakýnýz türler arasýndaki DNA ve gen farkýný, ayný tür içinde bile çok çeþitli gen farklýlýklarý (varyasyonlar) olduðu bugün bilimsel bir gerçek. Darwin, gen kav- ramýný bilmemekle beraber "doðal seçilim"i tek bir türdeki çeþitlilikleri gözlemlediði için evrim teorisinin temellerine yerleþtirmekte kendini haklý görüyordu. Ayný tür diyebil- mek için birbiriyle çiftleþip yavru sahibi olabilmeleri gerekiyor. Evet bir köpek türü var. Ama yine de etrafýmýz her biri ayrý sevimlilikte çok farklý köpeklerle dolu deðil mi? Biz insanlar da tek türüz ama birbiri- mizden ne kadar çok farklýyýz.

Darwin teorisyenleri DNA'nýn çok korunaklý, ama yine de deðiþebilirlik özel- liðinden dolayý dýþ ortamýn etkileriyle can- lýlarýn genlerinde, kromozomlarýnda fark- lýlýklar oluþabileceðini haklý olarak öne sürüyorlar. Bugün mutasyon olarak adlandýrdýðýmýz bu gen deðiþimlerinden dolayý da türden türe geçerek hayatýn, bu kadar çeþitlendiðini söylüyorlar. Hem de ne kadar çok çeþit. 10 milyon kadar türün varolduðu sanýlýyor bugün. Ýnþallah kav- galarýmýzla sadece kendimizi deðil, bu en az 3 milyar yýllýk geliþimin mucizesi canlý tür- lerini de yokluða mahkûm etmeyiz.

Yapay bir seçilimle, deðiþik diþi ve erkek

(14)

çiftleþtirilmeleriyle farklý hayvan ve bitki çeþitlerini zaten binlerce yýldýr elde edip dur- maktayýz. Þimdi ise bilimimiz ilerledi. Artýk laboratuvarlarda sirke sineklerinde (dro- zophila) x ýþýnlarýyla genetik deðiþiklikler yapabiliyoruz. Gözleri, kanatlarý farklý sirke sinekleri elde etmek artýk olaðan. Ortamýn, dýþ etkenlerin DNA molekülünü deðiþtire- bildiðinin bir kanýtý da bu laboratuvar bulgu- larý.

Ama son 40 yýldýr çok daha ötelere gittik bu konuda. Artýk gen mühendisliðiyle, biyo- teknolojide harikalar yaratýyoruz. Genlerde rekombinasyonlar yaparak neler neler elde ediliyor ve daha neler neler elde edilecek.

Sistem aslýnda basit: DNA'nýn ancak belirli nükleotidlerinde býçak gibi kesim yapan enzimler var bugün elimizde. Tersi de mümkün. Belli nükleotidlerde tutkal gibi yapýþtýran enzimleri de biliyoruz. Böylece ayný bir terzi gibi uygun kesim ve dikimler yaparak, istediðimiz genetik özellikte bir DNA molekülüne ulaþabiliyoruz. Örneðin, insanda ensülin hormonunu üreten geni biliyoruz. Biyoteknolojiyle bu genin aynýsýný üretip, bir bakterinin gen sistemine eklediðimizde, onu týpatýp insan ensülini üretiminde kullanabiliyoruz. Bakteri çok kýsa sürede süratle çoðalabildiðinden, onlar bir fabrika gibi seri üretim yaparak þeker hastalarýnýn imdadýna koþuyorlar.

Bütün bu örnekler DNA'daki deðiþebilirlik yani plastiklik özelliðinden dolayý türden türe geçiþlerin mümkün olabileceðini açýkça kanýtlamaktadýr.

**DOÐAL SEÇÝLÝM: Ayný tür içinde bile çok çeþitli canlýlar olduðunu zaten görüp duruyorduk. Bunun sebebinin gen farklýlýk-

larýndan olduðunu son yüzyýlda anladýk. Ýþte bu çeþitlilikten dolayýdýr ki, dýþ ortamdaki deðiþikliklere uyabilen ve yaþamýný sürdüre- bilenler olduðu gibi, silinip gidenler de ola- biliyor. Klasik örnek: 1850'lerden önce Ýngiltere Manchester'da beyaz kelebek sayýsý çok fazla pek az da siyah kelebek varken sonraki yýllarda durumun tamamen tersine çevrilmesi. Beyazlarýn silinip ortalýðý tama- men siyahlarýn kaplamasý. Sebebi basit:

Sanayi dumanlarýndan kararan aðaçlar üzerindeki beyazlarýn apaçýk bir av haline gelmesi ve siyahlarýn doðal bir kamuflaja kavuþmasý...

Benzerini antibiyotiklerin icadýndan sonra gördük. Baþlangýçta çok etkili olup hastalarý çabucak saðlýða kavuþturan bu ilaçlarýn adým adým etkisizleþtiðini üzüntüyle farket- tik. Sonralarý bunun en büyük nedeninin yine doðal seçilimin bir cilvesi olduðunu anladýk. Çeþitlilik (varyasyon) hastalýk bak- terilerinde de var. Çok azý bu antibiyotikten etkilenmeyecek genetik yapýda. Diðerleri ölüp giderken meydan bu azýnlýktakilere kalýp hýzla çoðalýyorlar. Ve bize de yeni bir antibiyotik çeþidi icat etme kalýyor sadece.

Biyolojinin temel teorileri ve varsayým- larýnda "Tanrý Yanýlgýsý"nýn yazarý sayýn pro- fesörle görüyorsunuz bir farkýmýz yok. Ama yorumlarýmýzda öyle deðil. Esas farkýmýz

"doðada planlayýcý, tasarlayýcý ve uygulayýcý zekâlarýn mý bu kanunlarý kullanarak yaþamý çeþitlendirdiði" ya da "plansýz, amaçsýz sýrf doðal etkenlerin sonucunda mý bugünlere ulaþtýðýmýz" noktasýnda olacak. Bunu yap- mak için yazarýn kitabýnda Tanrý'nýn yok- luðunu savunduðu 4. bölümdeki konularý gelecek sayýdan itibaren adým adým inceleyeceðiz.

(15)

Bilmem denediniz mi? Güneþe çýplak gözle uzun süre baktýktan sonra, gözünüzü normal ýþýða çevirdiðinizde, ýþýk karanlýk görünür gözünüze bir zaman. Sonra yavaþ yavaþ alýþýrsýnýz daha az ýþýkta görmeye. Týpký bunun gibi, büyük gerçek- lerle göz göze gelindiðinde de, diðer doðal düzeydeki gerçekler bir süre görünmez olur; hiç deðilse eski önemini yitirir, yeni gerçeðin ýþýðý yanýnda sönük kalýr. Ve ondan sonra artýk insan kendinden daha fazla bir þey olur. Kendini aþar, benliðinden taþar ve tanrýsal soluklu bir hayat yaþar. Her þeyiyle adanmýþ bir hayattýr bu. Her þeyden önce inandýðý gerçeði göz önünde tutar, kendini ona göre ayarlar ve gerektiðinde yolu uðruna parasýný pulunu, malýný mülkünü, kanýný

canýný gözden çýkarabilir. Her þeyin bir bedeli vardýr. Ýnancýn bedeli de, o uðurda yaþamak, onun dýþýnda kendini inkâr etmektir. Gerçeðin ýþýðýna kendi küçük benliðinin, egonun gölgesini düþürmemektir. O yüzden inanmak bir yiðitliktir.

Ölüme göz kýrpmadan, sarýlýp solmadan baka- bilmektir. Daha doðrusu ölümü yaþarken yen- mektir. Öyleleri ölümde bile ölümsüzlüðe giden bir yol bulurlar. Ne zaman inanmýþ, erdemli bir insan düþünsem, bütün heybetiyle, koca düþünür Sokrat gelir gözümün önüne.

ÖLÜMDEN ÖLÜMSÜZLÜÐE SIÇRAMAK Sokrat öðrenmeyi ve insanlarýn öðrenmelerine

Gerçeðin

Göz Kamaþtýran Iþýðý

Güngör Özyiðit, Psikolog

(16)

yardýmcý olmayý iþ edinmiþti kendine. Çarþý pazar dolaþýr, insanlarla konuþur, yönetici ve aydýnlarý söze tutar, onlarla birlikte kavramlarýn özünü araþtýrmaktan pek hoþlanýrdý. Bunun için de kendine özgü bir diyalog yöntemi geliþtir- miþti. Ýlkin her þeyi biliyorum sananlarýn, bilgiç- lik taslayanlarýn bilgisizliðini sererdi gözler önüne. Böyle bilginin enginliði ve büyüklüðü önünde insanýn küçüklüðünü ince bir alayla gös- terirdi. Ve kendinin, eðer biraz bilgeyse, bunun

"Hiçbir þey bilmediðini bildiðinden" ileri geldiði- ni söylerdi. Sonra yönteminin "doðurtma" dediði tekniðini uygulayýp, ustaca sorular sorarak gerçeði yine karþýsýndakine buldururdu.

Bilgisinin derinliði, konuþmasýnýn çekiciliði ve alçak gönüllü hali ile kýsa zamanda çevresine bir çok genci toplamakta zorluk çekmedi. Gençlerle en çok konuþtuðu konular þunlardý: Erdem nedir?

En iyi yönetim biçimi hangisidir? Ýyi yaþayýþýn yolu nedir? Bireycilik mi, toplumculuk mu?

Ýþte Sokrat'a baldýran zehrini içiren, sonra da onu ölümsüzler sýrasýna geçiren bu sorulara verdiði karþýlýk olur.

Ýnsanlarý aymazlýk (gaflet) uykusundan uyandýrmasý, rahatýný kaçýrmasý, aydýnlarýn ve yöneticilerin bilgilerindeki kofluðu ortaya koy- masý birçok kiþinin düþmanlýðýný üzerine çekme- sine yol açar. Zamanýn ileri gelenleri, çýkarlarýný sürdürmek için Sokrat'ý ölüm cezasý ile yargýla- maya karar verirler. Peki ne ile suçlayacaklardý?

Egemenler, gücü elinde bulunduranlar bir kim- seyi yok etmek isterlerse, onlar için gerekçe bul- mak kolaydýr. Yalan ve iftiranýn kökü kurumadý ya! Onlar da öyle yaparlar, Sokrat'ý tanrýlara saygýsýzlýk, gençleri baþtan çýkarmakla suçlarlar.

Oysa o, inandýðý tek Tanrý'ya karþý saygý ile doludur ve hep içinde ona yol gösteren bu Tanrý sesini dinler. Yine bütün hayatýný iyi, erdemli

olma yoluna adamýþtýr ve kendisi erdemin somut timsalidir. Öyle iken o, yargýçlar önündeki ünlü savunmasýnda kendini ölümden kurtaracak yol- lara sapmaz, istese bunu çok iyi becerirdi.

Kaçmasý için hazýrlanmýþ fýrsatlara da yanaþmaz.

Çünkü içindeki ses, ölüme doðru adým adým gitmesi gerektiðini fýsýldýyordur. Ve sonunda Sokrat'ýn baldýran zehri içerek ölümüne karar verilir. Zehri içme saati gelmeden öðrencilerinin birinin elinde bir saz görür. Ve ondan sazýn nasýl çalýnacaðýný öðrenmek ister. Öðrencinin

"Üstadým, biraz sonra zehri içeceksiniz. Çalmaya vaktiniz olmayacak pek. Çalmanýn zevkini almadan öðrenmek niye?" demesi üzerine, Sokrat giderayak son dersini vererek þöyle der:

"Dostum, asýl zevk çalmakta deðil, çalmayý öðrenmektedir."

Sonra vakit geldiðinde, güneþin batýmýna yakýn, içinde baldýran zehri bulunan kaseyi irkil- meden, tiksinmeden sonuna kadar içer. Aðlayýp baðrýþanlarý susturup yatýþtýrýr. Gidip bir divana uzanarak ölmeye yatar ve ölümü ile ölümsüzleþir.

Çaðýný aþar da, çaðlar ötesine ulaþýr.

Sokrat'ýn öðrencisi Eflatun'a (Platon) göre dünya bir tutuklular evidir. Ýnsan bu dünya maðarasýnda eli kolu baðlý, arkasý ýþýða dönük bir durumdadýr. Dýþarýdaki varlýklarýn gölgesi maðara duvarýna vurmakta, insan da gerçek diye bu gölgeleri seyretmektedir. Ne var ki, gölgeden gerçeðe geçmek tutsaklýktan özgürlüðe sýçramak insanýn elindedir. Ýnsan dilerse kendini kurtara- bilir. Bunu da doðuþtan beraberinde getirdiði akýl ve düþünme yetisi sayesinde saðlar. Dinler de aþaðý yukarý buna yakýn bir yorumla insanýn geçi- ci bir süre için dünyaya düþtüðünü, bir süre meþakkat çekeceðini belirtir. Ve insan ancak aklýný kullanýr da, vahyin de yardýmýyla kendini Tanrý'nýn buyruðuna teslim ederse yeniden

(17)

yitirdiði cennete kavuþabilir der. Bu durumda insana düþen görev, gölgelerin ardýndaki gerçeðe varmak, böylece kendini kurtarmak ve dolayýsý ile baþkalarýnýn da kendini kurtarmasýna yardýmcý olmaktýr.

TEPEDEN TIRNAÐA AKIL

Aristo, Eflatun'un en iyi öðrencilerinden biridir. O derste olmadýðýnda Eflatun' un (Platon) þöyle dediði söylenir: "Akýl burada deðil." Ýslam dünyasý onu "Üstad-ý evvel (ilk üstat) olarak tanýr. Böyle biri ile çaðdaþ olmak bile insana onur verir.

Aristo, öðrencisi Büyük Ýskender'e þunu öðret- miþtir: "Ýyilik yapýlmayan gün boþa geçmiþtir."

Makedonya kralý Philip, on dört yaþýndaki oðlu Ýskender'i yetiþtirmesi için Aristo'ya bir mektup yazarak çaðrýda bulunur: "Philip'ten Aristotales'e saðlýkla, bir oðlum var ve onun varlýðýna þükrediyorum ve onun seninle ayný zaman dili- minde yaþadýðýna seviniyorum çünkü senin tarafýndan eðitilip hem bize hem de miras alacaðý krallýða lâyýk bir insan olacaðýný umut ediyorum.

"Aristo bu çaðrýya uyar. Philip'in sarayýna gelir ve sekiz yýl orada kalýr. Genç prens öðretmenini babasý kadar sever. Babasýnýn onu var ettiðini, Aristo'nun ise ona iyiliði öðrettiðini söyler. Aristo boþ vakitlerinde Homeros'un "Ýlyada" adlý eserini düzeltir, açýklamalar yazar. Kitabý bitirdiðinde onu Ýskender'e hediye eder. Genç prens bu kitabý o denli sever ki onu her zaman yanýnda taþýr.

Darius'u yendiðinde hazineler arasýnda içi mücevherlerle dolu, dýþý deðerli taþlarla iþlenmiþ bir sandýk bulduðunda, sandýðý boþaltarak, içine Ýlyada açýklamasýný koyar. Ancak, Asya seferinde Aristo'nun en önemli eserlerini yayýnladýðýný ve herkesin yararýna sunduðunu öðrendiðinde hemen kaleme sarýlýr ve þu mektubu gönderir.

"Ýskender'den Aristotales'e saðlýkla, sadece sözlü aktarýlmasý gereken bilgi dallarýyla ilgili yayýnýn bir hataydý. Senden edinmiþ olduðum daha derin bilgi bütün herkese daðýtýlýyorsa benim üstün- lüðüm nerede kaldý?!"

Ýskender bilgiyi kendi tekelinde sanýyor, ken- disinin diðer insanlardan ayrýcalýklý ve üstün kalmasýný istiyordu. Dünyaya egemen olma ihti- rasý gözünü öylesine bürümüþtür ki, öðrenmenin öðretilmek için olduðunu, bilginin paylaþýldýkça büyüdüðünü göremez. O, dünyaya egemen olmak için bedenleri tutsak eder ve saltanatý otuz beþ yýllýk ömrü ile sýnýrlý kalýr. Aristo ise öldükten sonra da akýllarda ve gönüllerde yaþamayý sürdürür.

Mevlâna ile Selçuklu Sultaný'nýn konuþmalarý da bunu çaðrýþtýrýr. Hani Selçuklu Sultaný Mevlâna'ya sorar: "Her ikimiz de sultanýz.

Aramýzdaki fark ne?" Mevlâna yanýtlar: "Sizin sultanlýðýnýz ömrünüz ile sýnýrlýdýr. Yani ölümünüze kadar sürer. Benim sultanlýðým ise asýl ölümden sonra baþlar ve bütün bir geleceði kucaklar…"

SON AKÞAM YEMEÐÝ Hz. Ýsa'nýn son akþam yemeðini

düþündüðümde yüreðim burkulur. Ne dokunaklý bir sahnedir o ! Ýsa sofranýn ortasýnda canýndan çok sevdiði havarilerinin arasýndadýr. Öyle iken her birinin nasýl sürçeceðini bilir. Hele birinin para karþýlýðýnda kendisini ele vereceðini bildirir.

Petrus'un dayanamayýp ortaya atýlarak "Herkes sürçse de ben senin arkandan geleceðim gerekirse ölüme bile" sözüne karþýlýk "Doðrusu sana derim, bu gece bir horoz ötesiye dek beni üç kez inkâr edeceksin" der. En yakýnlarýnýn bu durumu hüzünlendirir onu. Yine de onlara son bir

(18)

ders vermekten geri durmaz. Her birinin, onu ele verecek olan Yahuda da dahil, tek tek ayaklarýný yýkayarak þöyle der: "Siz bana efendi diyorsunuz.

Ben sizin ayaklarýnýzý yýkýyorum. Siz de insan- lara öylece hareket edin ki asýl efendilik budur."

Sonra havarilerinden üçünü yanýna alarak dua etmek için daða çýkar. Caný çok sýkýlmaktadýr.

Nitekim yanýndaki kiþilere üzüntüsünü paylaþ- mak istercesine bugün caným ölüm derecesinde kederlidir. Burada yanýmda uyanýk durun" di- yerek, her derdin devasý Yaradan'a yönelir ve

"Madem ki böyle olmasý gerekiyor, bu güçlüðü de yardýmýnla geçeyim. Ta ki benim istediðim deðil, Senin dediðin olsun diyerek dua eder.

Geriye döndüðünde yandaþlarýný uykuda bulur.

Yine de sevgisi galip gelir de baðýþlayan bir sesle: "Ruh istekli, fakat beden zayýf " der.

Nihayet sabah olup vakit geldiðinde, Yahuda yaklaþýr yanlarýna, Ýsa'yý öperek belli eder ve ele verir. Ýsa bu öldüren buse ile kendisini ele veren havarisine "Dostum bunun için mi geldin?" diye sitem eder. O anda diðer havariler de korkudan kaçýþýr dört bir yana. Petrus, üç kez onu taný- madýðýný söylediðinde bir horozun öttüðünü duyar.

ZORLUKTAKÝ ZERAFET Tanrý'ya giden yol kýldan ince, kýlýçtan keskindir derler. Gerçekten bu yolda nice gülyüzlü güç günler geçirmiþ, kritik dönemler atlatmýþ ve ölüme teðet geçen anlar yaþamýþtýr.

Ulu iyilik habercisi Hz.

Muhammed'e insanlarý doðru yola iletmek için seçildiði bildirildikten sonra üç yýl vahiy kesilir. Gülyüzlü, bu süre içinde çok sýkýntýlar çeker. Kaygýlý düþünceler dolaþýr baþýnda. Kendinden ve giderek kendine bilgi getirenden bile kuþkulan- maya baþlar. O güne dek güvenilir ( el-emin), dürüst, özü sözü doðru bir insan olarak tanýn- mýþtýr. Bu tarafýna gölge düþürmek, kendini ve kimseyi yanýltmak istemez. Ancak, vahiy kesil- diðine ve üç yýldýr bir haber gelmediðine göre, iki olasýlýk kalýyordu geriye: Ya gelen Tanrý'nýn meleði Cebrail deðildi, vesvese veren yönünden aldatýcý, yanýltýcý bir varlýktý ya da gelen geçekten Cebrail'di fakat Muhammed'in bu görevi yapa- mayacaðý anlaþýldýðýndan iliþki kesilmiþti. Birinci halde etrafý aldatmýþ olmanýn ezikliði, ikinci durumda ise insanlara onun kanalý ile gelecek bir nimete engel olmanýn, bunu hak etmeyerek yolu týkamanýn sorumluluðu yüklenir omuzlarýna.

Günler aylar gibi, aylar yýllarcasýna uzun gelir ve günün birinde, geceye yakýn bir kuþluk vaktinde yalnýz baþýna dolaþýrken Hira daðýnda, bu kaygýlarýn en yoðunlaþtýðý bir anda kendini atmaya karar verir dik bir yamaçtan aþaðýya. Tam atacaðý anda Cebrail yetiþir imdada ve hasretiyle yandýðý vahiy yeniden baþlar gürül gürül akmaya.

Alnýndaki soðuk ecel terleri vahyin sýcak, bilgi kokan terlerine karýþýr. Ölüm düþüncesi yeniden hayata, yaþamaya ve yaþatmaya dönüþür.

(19)

Alman Reenkarnasyon araþtýrmacýsý ve terapisti Thorwald Dethlefsen, Reenkarnasyonun bir terapi aracý olarak nasýl kullanýldýðýný þöyle izah ediyor:

"G.C.Jung (Ýsviçre'li Psikiyatr) daha ilk araþtýrmalarýnda, enerji iliþkilerini açýklayan bir "Kompleks model" ortaya atmýþtý. "Duygu Aðýrlýklý Kompleks" adýný verdiði bu kom- pleksin de, "Ben Kompleksi" gibi, kendi yoðunluðunu arttýrma çabasýnda olduðunu söylemiþti. Böyle bir kompleksi, devamlý büyüyen bir kristal gibi düþünebiliriz.

Herhangi etkili bir deneyim, sonrasýnda, duy-

gusal olarak bu deneyime uyan baþka olaylarý da kendi etrafýnda toplar ve bu þekilde hep daha fazla enerji yüklenir. Bu enerji büyümesi o hale gelebilir ki, böyle büyüyen bir enerji merkezi, normalinde diðer enerji topluluklarýn- dan daha üstün olan "Ben Kompleksi" kadar kuvvetlenebilir hattâ ondan daha kuvvetli olarak üste çýkma tehlikesi gösterir. Tüm unutulmuþ veya bastýrýlmýþ deneyimlerin her biri, enerji kuvveti birbirinden farklý kompleks- ler oluþtururlar. Jung, duygu vurgusu yüksek komplekslerin iþleme düzenini ve onlarýn insan düþüncesi ve davranýþlarý üzerindeki tesirlerini, çaðrýþým deneyleriyle ortaya koymuþtur."

Karma ve Reenkarnasyon - III

ReenkarnasyonTerapisi ve Ýþleyiþi

Çeviren ve Derleyen: Zühal Voigt

(20)

Bu metod hastaya söylenen bir kelimenin çaðrýþtýrdýðý diðer kavramlardan, hastanýn trav- masýný bulmaya çalýþmak þeklinde tanýmlanýr.

Örneðin, aðaç ve kök, yaðmur ve bulut gibi.

Dethlefsen, böyle bir ruhsal kompleksin bir molekül yapýsýnda olduðunu söylüyor. Mole- külün merkezinde, travmanýn asýl sebebi olan deneyim bulunuyor. Bu merkez, kiþinin yaþamý ve yaþamlarý boyunca, duygusal yönden benzer olaylarý etrafýnda toplayarak büyüyor. Böyle bir komplekse, kiþinin gösterdiði semptom (belirti) dolayýsýyla ulaþabilmek zor deðil. Örneðin her- hangi bir þeye karþý duyulan bir korku bir semp- tom oluyor. Asýl zor olan, bu molekülün katman- larýný tek tek ortadan kaldýrarak, asýl sebebe ulaþabilmekte. Yani herhangi bir þeye duyulan korku kýrmýzý hat alýnarak, bu korkunun ortaya çýktýðý tek tek olaylarý bilince taþýmak suretiyle, korkunun ilk sebebine ulaþmak. Hasta hafýzasýn- dan çoktan silinmiþ ya da bastýrýlmýþ olaylarý tek tek hatýrladýkça, kompleksin etki enerjisi azalý- yor ve hasta rahatlýyor ama asýl sebebe ulaþýl- madýkça da, korkunun tamamen geçmesi mümkün deðil. Bu da kolay bir þey deðil, çünkü sebebi unutmuþ ve bastýrmýþ olan bilinç, onun tekrar ortaya çýkarýlmasýna direnç gösteriyor. Bu yüzden bilincin kontrolünün asgariye indirildiði hipnoz metoduyla, travma sebeplerinin ortaya çýkarabilmesi daha verimli bir yol. Asýl sebebe varýldýðýnda ise, o sebebe ait olan ve olaydan baðýmsýz olarak yýllar, hattâ yüzyýllar boyu serseri bir gezegen gibi, kiþiyi bir yaþamdan ötekine takip ederek, benzer olaylarda kendini gösterip büyüyerek kiþinin þikayetlerine ve korkularýna neden olan duygu, sonuçta kendisini doðuran sebebe tekrar kavuþmuþ oluyor.

Semptomlar ve þikâyetler kayboluyor, hasta iyileþiyor.

Dethlefsen'in özellikle altýný çizdiði þey, trav- malarýn bilinç altýndan insan yaþamýný etkiliyor

olmalarý. Semptomlar ve þikâyetler, ancak bilinç altýndaki bilinmeyen kaynaklardan geliyorlar.

Onlarýn bilinçli hale getirilmeleriyle, etkileri de son buluyor. Bilinç altýnýn araþtýrýlmasý sýrasýn- da da, doðuma kadar gidilip, arayýþýn orada son- landýrýlmasýný Dethlefsen büyük bir hata ve yanýlgý olarak niteliyor:

Doðum ve Anne Karný Travmasý

"Bunun suçlusu, buradaki yaþamýmýzý sadece bir defa parlayýp sönen bir varoluþ olarak anla- mak isteyen batý dünyasýnýn aksiyom (doðruluðu herkesçe kabul edilen varsayýmlar) tarzýndaki ön yargýsýdýr."

Ana rahmine düþtüðümüz andan itibaren geçirdiðimiz embriyon yaþamý ve doðum anýnda yaþadýklarýmýz da, sonraki hayatýmýzý etkileye- cek travmalar yaratmasý açýsýndan çok önemli.

Bir önceki sayýmýzda sözünü ettiðimiz, Dethlefsen'in hastasý Nurnbergli Bayan Ýnge'nin kadýnlardan nefret ettiðini, özellikle hamile kadýnlarýn katil olduðunu düþündüðünü hatýr- larsýnýz. Terapi esnasýnda, Ýnge'nin annesinin, karnýndaki bebek üç aylýkken onu düþürmeye çalýþtýðý ortaya çýkar. Ýnge hipnozda, bu safhayý tüm bedensel acýlarý, korkularý ve nefret duygu- larý ile yeniden yaþar. Duygularýnýn nereden kaynaklandýðýný anladýktan sonra, hamile kadýn- lara duyduðu nefret de yok olur.

Bir baþka kadýn hasta, yaþamý boyunca aþaðýlýk kompleksiyle savaþmýþtýr ve hep erkek olmayý istemiþtir. Terapi esnasýnda, zamanda geri götürüldüðünde, ana rahmine düþtüðü aný yaþar. Babasý o esnada þu sözleri sarfetmiþtir:

"Umarým çocuðumuz olmaz. Ama olursa, hiç olmazsa erkek olsun."

Reenkarnasyon olayýnýn, geri gidiþ esnasýnda anlatýlanlarýn, tarihi açýdan onaylanmasýyla

(21)

ispatlanýr hale gelmesiyle; reenkarnasyon tera- pisi ile travmalarý ve çeþitli rahatsýzlýklarý olan bir insanýn iyileþtirilmesi, birbirinden farklý þeyler ve farklý olarak ele alýnmasý gerekiyor.

Bunun da sebebi, insan psikolojisinin kendini koruma amaçlý birçok bariyerler inþa etmesi. Bu þu demek oluyor ki, terapi esnasýnda anlatýlan her þey, yaþanmýþ olan gerçeklere bire bir uymayabiliyor. Kiþi, geçmiþte kendisine travma olmuþ olan olaylarda, bazý þeyleri deðiþtirebili- yor, kamufle edebiliyor, kendisine acý veren þey- leri örtüp, gerçekte olmamýþ bazý þeyleri anlata- biliyor. Bu durum da, reenkarnasyon deney- lerinde anlatýlan olaylarýn ve hattâ kimliklerin araþtýrýlmasýnda, araþtýranlarýn karþýsýna güçlük- ler olarak çýkabiliyor. Örneðin, geçmiþ yaþamýn- da öðretmen olmayý istemiþ ama geçirdiði bir kaza dolayýsýyla sakat kalarak bu arzusunu gerçekleþtirememiþ kiþi, geri götürüldüðünde yaþadýklarýný anlatýrken kendisini öðretmen olarak tanýtabiliyor. Ancak terapistin geniþ tecrübesi ve deneylerin tekrar edilmesi yoluyla asýl gerçeklere ulaþýlabiliyor. Dethlefsen, reenkarnasyon incelenirken, hedefe göre bir metod kullanýlmasýný öneriyor. Hedef reenkar- nasyon gerçeðinin ispatlanmasý ise, zamanda tarih olarak geri gitmenin, hedef bir rahatsýzlýðýn tedavisi ise, kiþinin duygularý ve korkularý üzerinden geri gitmenin daha saðlýklý sonuçlara ulaþtýrdýðýný belirtiyor.

Terapistin Mutfaðýndan

Dethlefsen, kendisine yardým aramak üzere gelmiþ bir hastanýn terapisi konusunda þunlarý söylüyor.

"Psikoterapi baþlangýcýnda hasta ve onun terapisti, birlikte ruh içinde bir seyahate çýkmak üzere bir birlik kurarlar. Her ikisi de seyahatin nasýl olacaðýný, nelerin onlarý beklediðini ve seyahatin nasýl sonuçlanacaðýný baþtan itibaren

bilemezler. Hasta, terapisti ile olan baðlantýsý sayesinde bu seyahat için desteklenmiþtir. Ama terapist bu seyahate yardýmcý ve danýþman olarak katýldýðý halde, sonuçta bu yine de has- tanýn kendi ruhsal âlemine yapýlan bir seyahattir.

Bu yüzden her terapinin baþlangýcýnda hastama, terapide yapýlmasý gereken þeyleri onun yapmasý gerektiðini ve benim ancak yol gösterici olmaya çalýþacaðýmý belirtirim."

Buradan da anlaþýlacaðý þekilde, reenkarnasy- on terapisinin baþarýsý için en önemli þey, ter- apistin tecrübeli ve bilgili biri olmasý gerektiði kadar, hastanýn þifaya kavuþabilmek için aktif olmaya hazýr olmasý, kendi geçmiþindeki olay- larý doðru deðerlendirerek, kendi ruhsal yaþamý içinde her þeyi doðru yerine oturtabilmesidir de.

Psikolog terapinin baþlangýcýnda, hastasýna onun terapiye bizzat katýlmasýnýn gereðini anlat- týktan sonra, hipnoza ne derecede yatkýn olduðunu anlamak üzere bazý testler yapýyor.

Dethlefsen, hipnozun bilinç kaybý demek olmadýðýný, tersine belli bir bilinç seviyesine ulaþmak olduðunu vurgulayarak, çeþitli hipnoz dereceleri bulunduðunu; bazýlarýnýn derin hipnoz uykusuna dalabildiklerini, bazýlarýnýn ise kendi- lerini tamamen uyanýk hissettiklerini ifade edi- yor. Bundan sonra hastasýnýn, telkin ettiði çeþitli resimleri görmesi üzerinde çalýþýyor. Onun son- rasýnda ise, hastasýnýn bilinçaltýndaki resimler kendiliðinden su yüzüne çýkmaya baþlýyorlar. Bu resimlerin semboliðini iyi anlayabilen bir tera- pist, hastasýnýn ruhsal manzaralarýna giden yolu bulmuþ demek oluyor.

Sonrasýnda hastanýn doðum anýna gidiliyor.

Hasta, doðumu sýrasýndaki bütün fiziksel etkileri yeniden yaþýyor, kendisini dünyaya getiren dok- torun veya ebenin sözlerini duyuyor. Annesi ve ailesi hakkýnda bilgi veriyor. Protokoller okun- duðunda edinilen intiba, hastanýn bu bilgileri

(22)

yetiþkin bir ruh haliyle aktardýðýdýr, hattâ ondan da öte, yeni dünyaya gelmekte olan bir bebeðin bilebileceði þeyleri çok ötesindekileri de aktar- maktadýr. Örneðin, terapistin doðumu esnasýnda orada bulunanlarý daha önceden tanýyýp taný- madýðý hakkýndaki sorulara, annesini veya babasýný, ya da çevresindekilerden birini daha önceki hayatlarýndan da tanýdýðý bilgisini aktarýyor. Ötesi, geçmiþ hayatlarýnda yakýný olan birinin,o anda nerede bulunduðunu da ama bu yaþamda kendisi ile ilgisi olmayacaðýný da bildiriyor. O anda terapistle konuþan bilinç, hem o anda doðmakta olanýn bilinci hem de onun geçmiþi ve geleceði de gören üst bilincidir.

Sonraki aþamada terapist, hastanýn anne karnýndaki safhalarýný da yaþamasýný isteyerek, o zamandan kalma bir travma olup olmadýðýný araþtýrýyor ve daha sonra, aslýnda hiçbir þeyin unutulmuþ olmadýðý konusundaki güveni saðlamlaþan hastasý ile birlikte, daha gerilere giderek, geçmiþteki yaþamlarý taramaya baþlýyor.

Bu noktada, yine Dethlefsen'in hastalarýndan birinin terapi protokollerinden alýntý yapacaðýz.

1946 doðumlu kadýn hastasýný doðumundan öncesine götürdüðünde, hasta Napolyon zamanýnda Almanya'da yaþamýþ bir baronun evlilik dýþý, tüberküloz hastasý, 12 Eylül 1812 doðumlu kýzý Claudia olarak ortaya çýkar. Ayrýca sol kolu doðuþtan felçlidir ve annesi bu duru- mun, evli bir erkekle yaþadýðý kendi günahýnýn bir cezasý olduðuna inanmaktadýr. Bu yaþamýnda geri gidildiðinde, felçli kolunun, annesinin karnýnda iken, anne ve babasýnýn ahýrda yaptýk- larý bir tartýþma esnasýnda, huysuzlaþan oradaki atýn annesinin karnýna attýðý çiftenin sonucu olduðu anlaþýlýr. Claudia bu yaþama on dört yaþýnda iken, 13 Ocak 1826'da veda etmiþtir.

Claudia'nýn doðumundan öncesine gidildiðinde, hasta kendisini farelerle dolu

karanlýk bir kulenin zindanýna kapatýlmýþ bulur.

Almanya'da Köln (Kolonya) civarýnda yaþayan Lene isimli bir kadýndýr. Sene 1723'tür. Lene 1697 doðumludur.Okuma yazma bilmeyen Lene, bu rakamlarý terapistin uðraþlarý sonucu, baþka bir yere bakarak bir kaðýda yazar. Basit bir köylü kadýný olan Lene'nin köylü kocasý Hans, o bölgenin düküne karþý bir isyan hareketine karýþmýþtýr ve aranmaktadýr. Dükün adamlarý, bulamadýklarý Hans'ýn yerine Lene'yi zindana atarlar. Dayaða raðmen kocasýnýn nereye gittiði- ni söylemeyen Lene'yi aç ve susuz býrakýrlar.

Gitgide kuvvetten düþerek ölüme yaklaþan Lene, atýldýðý karanlýk zindandaki farelerin bitkin bedenini kemirmeye baþlamalarýný dehþetle yaþamaktadýr.

Fareler beni kemiriyorlar!

"Lene: ...Beni bu kuleye attýlar..

Farelerin olduðu yere.. Boðazýma hiçbir þey girmedi. Ne kadar güçsüz düþersem, o kadar yakýnýma geliyorlar..Artýk kovalayamýyorum...þimdi...(inlemeler)

Dethlefsen: Anlat, ne oluyor?

L: Gitsinler..

D: Efendim?

L: Gitsinler..Fareler...Beni kemirmeye baþladýlar..Ayaklarýmý

kemiriyorlar..ah..Allah kahretsin..

D: Ne görüyorsun, tarif et.

L: Ahh....bu...

D: Dikkatle bak.

L: Bir de bakayým mý? (iniltiler) D: Bak.

L: Göremiyorum.

D: Ne renk görüyorsun, onu anlat.

L: Onlar siyah...siyah...ooohh.

D: Devam.

L: Ahh. (Yüzünde tiksinme ifadesi) D: Koklama, sadece bak.

L: Aman Allah'ým.,

(23)

D: Anlat, neler oluyor?

L: Beni kemiriyorlar.

D: Ýyice bak.

L: Ama bu...Benden çok þey istiyorsun.

Beni yerlerken onlara bakayým mý? Ama nasýl..

D: Ýðrenme.. Sadece bak. Baktýn mý?

L: Evet.

D: Peki, þimdi ilerleyelim. Sonra sana ne oluyor? Haydi, anlat.

L: Bayýlýyorum.

D: Nasýl bir duygu bu?

L: Güzel.. Artýk birþey hissetmiyorum.

D: Hâlâ birþey görüyor musun?

L: Evet, görüyorum. Ama o ben deðilim.

Yani benim tabii. Ama.. ama kendi kendimi görüyorum.

D: Nasýl? Nasýl oluyor bu?

L: Ah, öldüm ben.. Hah.. (Rahatlama ifadesi)

D: Peki, anlat ne oluyor þimdi?

L: Beni açlýktan öldürdüler. Þimdi merdi- venlerden aþaðýya iniyorlar. Birisi bana bir tekme atýyor. Yani bana deðil, ama bedeni- me. Biri tekme atýyor ve kalkýp onu takip et- memi söylüyor. Ama olacaðý yok tabii, öl- düm ya. Sonra biri "Bu geberdi galiba" di- yor. Þiþman fareler bedenimi kemiriyorlar."

Protokolün devamýný ne yazýk ki yer meselesi yüzünden buraya alamýyoruz. Sonrasýnda Lene kocasýný arýyor, onu saklandýðý kulübede, kol- larýnda baþka bir kadýnla görüyor. Kocasý içmek- te ve eðlenmektedir. Daha sonra da sekiz ve iki yaþlarýnda olan iki oðluna gidiyor, onlar aç karýnla annelerini bekliyorlar. Ama ölüm eþiðini geçtikten sonra birçok varlýklarda görüldüðü gibi, Lene de eski hayatýna karþý belli bir mesafe kazanmýþtýr. Ne kocasýna kýzýyor, ne de çocuk- larýna karþý panik hissediyor. Onlarý, tabii ki onlar hissetmeden sevip okþuyor ve yanlarýndan ayrýlýyor. Lene içinde bulunduðu durumu tera-

piste þu sözlerle anlatýyor: "Her þeyi görebiliyor ve her þeyden haberdar olabiliyorum. Ama her yerdeyim ve hiçbir yerdeyim. Bu öyle bir durum ki, nasýl açýklayayým? Her þey dengede ve sakin.

Bir yerde olmayý sadece isteyebilirsin ve bir anda oradasýn. Yalnýzca düþüncelerle. Çünkü bir bedenin yok."

Lene terapiste, tekrar dünyaya gelmek istemediðini söylüyor ama zamanda biraz daha ileriye gittiðinde, yeni bir bedenle doðacaðýný haber veriyor. Bu ancak 14 yaþýna varabileceði Claudia'nýn yaþamýdýr.

"D: Yeni yaþamýn nasýl geçecek?

L: Kýsa, çok kýsa.

D: Neden kýsa?

L: Tekrar acý çekeceðim. Ama ruh deðil, sadece beden acý çekecek. Ruh zannederim bir hayli dengeli olacak. "

Zamanda Claudia'nýn yaþamýndan sonrasýna gidildiðinde, varlýk yeniden bir bilanço yapar ve Claudia'nýn yaþamýndan, bedensel olarak istedik- lerini tam yapamadýðý halde, memnun olduðunu ama tekrar geleceðini bildirir. Bu sefer ne öðreneceði sorulduðunda þunlarý söyler:

"Kader nasýlsa, onu öylece kabul etmeyi öðrenmem gerek. Baþýma ne gelirde gelsin, ondan en iyi þekilde faydalanmayý. Bir ör- nekle anlatayým: Çok susadýðýn zaman yarý dolu bir bardak gördüðünde, "ah, sadece yarýsý dolu" dememek, "çok þükür ki yarýsý dolu bir bardak" diyebilmek. Ýþte bunu öð- renmem gerek, anladýn mý ne kastettiðimi?"

Dethlefsen hastasýný, terapinin yapýldýðý 1975 senesine getirip uyandýrmak istediðinde Lene farelerle sorunu olduðunu, onlara karþý büyük tiksinti duyduðunu söyler. Bunun üzerine onu tekrar Lene'nin yaþamýna geri götürür ve öldüðü

(24)

sahneyi tekrar incelemesini ister. Amacý fare fobisini ortadan kaldýrmaktýr. Baþlangýçta dire- nen varlýk, sonra terapistin dediðini yapar. (Bu bölümden de sadece birkaç satýr alýyoruz.)

"D: Objektif olarak ne oluyor burada?

L: Beni kemiriyorlar, aðrýlarý hissediyo- rum.

D: Fareler sizi yiyor. Ama siz de daha önce tavþan yakalayýp yediniz.

L: Evet, haklýsýnýz.

D: Ne oluyor objektif olarak?

L: Ben de açtým ve tavþaný öldürdüm.

Ama fareler aslýnda beni öldürmüyorlar.

Ben haksýzým. Ben zaten ölüyorum. Ötekiler beni aç býrakarak öldürüyorlar. Bana yiye- cek ve su vermiyorlar.

D: Bundan fareler mi suçlu?

L: Hayýr."

Varlýk farelerin doðal bir ihtiyaçtan dolayý zaten ölmekte olan bedenini kemirdiklerini kavradýktan sonra, terapist onu farelere daha yakýndan bakmaya teþvik eder.

"D: Þimdi onlarýn baþýna ve yüzüne bakýn.

L: Ah evet, aslýnda sevimliler..ama....neyse iyi...

D: Pekâlâ þimdi barýþýn farelerle.

L: Okey.

D: Ama bunu gerçekten böyle düþün- melisiniz.

L: Gerçekten söylüyorum."

Bu aþamadan sonra Dethlefsen hastasýný 1975 senesine getirir ve bir fareyi gözlerinin önüne getirmesini ister.

"D: Ne hissediyorsun?

L: Hiçbir þey.

D: Her þey yolunda mý?

L: Evet, bir fare iþte. Ama kolum?

D: Ne var kolunuzda? (Claudia olarak sol kolu felçliydi) Hareket ettirin.

L: Kolumu hissetmiyorum.

D: Þimdi bu kola geri gidiyoruz. Nereden geliyor bu kol hissi?

L: 1812.

D: Þimdi hangi senedeyiz?

L: 1975.

D: 1812 senesindeki bir kolun 1975 sen- esinde ne iþi var?

L: Evet ama.. Aman Allah'ým.. Tabii ya, ben öldüm.

D: Felçli kolun bu yaþamýnýzla ilgisi yok.

Bu zamanda yaþanan bir karýþýklýk.

1975'deyiz ve kolunuz çok çok iyi.

L. Evet, unutmuþtum."

Dethlefsen daha sonra, terapi esnasýnda yaþadýklarýný tam olarak hatýrlayacaðý ama korku ve þikâyetlerinin ne zamanki olaylardan kay- naklandýðýný da bileceði konusunda telkinleriyle ve þu sözlerle hastasýný uyandýrýr.

"Geçmiþinize hatýrlayabileceksiniz ama onun geçmiþ olduðunu bileceksiniz. Siz þu andan itibaren, geçmiþteki olaylarýn duygu- larýyla deðil, burada ve þimdide yaþýyor- sunuz.Geçmiþin bütün olaylarý üzerinizdeki etkisini kaybetti. Siz onlarýn bilincindesiniz ama onlarýn üzerinizde artýk bir etkisi yok.

Çünkü bilinçte olan hiçbir þey etkide buluna- maz, ancak bilinçaltý bunu yapabilir.”

Böylece Reenkarnasyon terapisinin ne þekilde iyileþtirebileceði hususuna kýsaca deðinmiþ olduk. Gelecek sayýlarda kiþisel karmamýz ve hastalýklarýmýzýn anlamlarý konusu ile devam edeceðiz.

Alýntýlar:

Yeniden Doðuþ Deneyimi/Thorwald Dethlefsen

(25)

YUNUS EMRE FELSEFESÝNDE VAROLUÞ

Yunus Emre'nin varoluþ meselesine yaklaþýmý da tasavvuf anlayýþý içinde olmakla birlikte ken- disine özgüdür. Ýslam Ýlâhiyatý'na göre Tanrý birdir. Doðmamýþtýr, doðurulmamýþtýr, O'nun eþi ve benzeri yoktur. Hiçbir þey O'na denk olamaz.

Her þey O'ndan gelmiþ, O'nun iradesi ve emriyle yaratýlmýþtýr. O'nun hiçbir þeye ihtiyacý yoktur.

O, hiçbir varlýk yok iken vardý ve varlýðýn ilk

nedenidir. Yaratan O'dur. Baþlangýcý ve sonu yoktur. Yani öncesiz ve sonsuzdur. O, ne dilerse o olur. Tanrý'nýn sýfatlarý çeþitli mezhepler arasýnda tartýþma konusu olmuþtur. Belli baþlý mezhepler Tanrý'nýn Evren'den ve insandan ayrý bir varlýk olduðunu doðrulamýþlardýr. Bir kýsým mutasavvýflar ise Tanrý'yý bazen Evren'le bir, bazen de insanla bütünleþmiþ olarak kabul etmiþlerdir. Bu ve buna benzer pek çok görüþ arasýnda "Vahdet-i Vücut" (Varlýðýn Birliði) felsefesi de yer almaktadýr. Yunus Emre'de de bu

Yunus Emre Hayatý ve

Felsefesi III

Derleyen: Nihal Gürsoy

Geçen sayýlarýmýzda

yaþamýna ve görüþlerine

yer verdiðimiz Yunus

Emre'nin pek çok yönden

içinde bulunduðu tasavvuf

düþüncesinin ýþýðý altýnda

þekillenen felsefesini þiir-

lerinden takip etmeye

devam ediyoruz.

Referanslar

Benzer Belgeler

etkin olan iyonlaştırıcı radyasyonun kullanıldığı ışınlama teknikleri geliştirmiştir [4-13]. Özellikle yaygın bir şekilde kullanılan MeBr’ün Montreal

Karayolu köprüleri, kent içi otoyollar, yeşil vadile­ ri ezerek geçen viyadükler, otomobil im­ paratorluğunun “asfalt ağları” olarak İstanbul’un dört

Müfettişleri, mahkemeleri sonuna kadar iz­ leyecek, bu bozuk sicilin mahkemeler önünde hesap verişini halka duyuracak. Bulduğumuz her türlü yeni belgeyi kamu­

Sonuç olarak, Türk Kültürünün temel eserlerinden olan ve sosyal bir tablo özelliği gösteren Dede Korkut Hikayelerinde Oğuz topluluğuyla ilgili pek çok kültürel

Peygamberlerin  hayatları  incelendiği  zaman  her  birinin  nice  musibet  ve  felaketlere 

Hadis kitapları dua ile ilgili rivayetlerle doludur Peygamberimizin zaman zaman yaptığı dualar da bilinmektedir Geçmiş peygamberlerden bir

 Ayet, hadis, sure ve dua öğretimi demek, öğretilmesi planlanan dinin ana kaynaklarının/kaynaklarından öğretilmesi anlamına gelir.... Ayet, Hadis, Sure ve

Özet: Bu makalede 142 takson A9 (Artvin, Şavşat) karesi için yeni kayıt olarak verilmektedir.. Anahtar Kelimeler: Yeni kare kayıtlar, A9 Artvin,