• Sonuç bulunamadı

OSMANLI_ TOPLUMUNDA TASAVVUF VE SUFiLER

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "OSMANLI_ TOPLUMUNDA TASAVVUF VE SUFiLER"

Copied!
52
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ATATÜRK KÜLTÜR,

DİL

VE

TARİH

YÜKSEK KURUMU TÜRK

TARİH

KURUMU YAYINLARI

XXX. Dizi -

Sayı

3

1

OSMANLI_ TOPLUMUNDA TASAVVUF VE SUFiLER

Kaynaklar - Doktrin - Ayin ve Erkan - Tarikatlar - Edebiyat - Mimari - İkonografi - Modernizm

2.

Baskı

Hazırlayan

Ahmet Yaşar OCAK r-:

TÜRK TARİH KURUMU

ANKARA,2014

(2)

DEVİR NAZARİYESİ VE OSMANLI TASAVVUF EDEBİYATINDA DEVRİYYELER

ABDULLAH UÇMAN

Türk halle

edebiyatının

bir bölümünü meydana getiren tekke ede-

biyatı

veya daha

doğru

bir ifadeyle söylersek tasavvufi

muhtevalı şiir

türleri

arasında

görülen ve

doğrudan doğruya

"Vahdet-i vücud" fel- sefesini

benimsemiş mutasavvıflarca

muteber

sayılan

"devir"

anlayı­

şına

uygun olarak, daha çok

Alevi-Bektaşi

zümresi ile

Melam.ı-meşrep

bir

kısım şairler tarafından

kaleme

alınan

manzumelere devriyye

adı

veril.mektedir

1

İslam

tasavvufunda "Vahdet-i vücud"

2 anlayışını

benimseyen

mutasavvıflarca

Allah,

''Vücud-ı

mutlak" olarak kabul edilmekte; buna göre kainatta mevcut bütün

varlıklar Cenab-ı Hakkın

isim ve

sıfatları­

nın değişik şekillerde

tecellileri olarak görülmektedir. Su

nasıl boğar, ateş

yakarsa, mutlak

varlığın zatının gereği

de zuhur etmek, görün- mek, yani ortaya

çıkmakt:ır3.

Hatta bu konuda

mutasavvıfların

büyük bir

kısmı

hadis-i kudsi olarak kabul ettikleri

şu

ibareyi

sık sık

zikreder- ler: "Küntü kenzen mahfiyyen fe ahbebtü en u'refe fe halaktü'l-hall<a li u'refe"

4

'Rıza Tevfik, "Devriyyeler'', Peyôm-ı Edebi, nr. 25, 10 Mart 1330/25 Mart 1914; Fuad KöprülU, Tıirk Edebiyatmda ilk Mıııasawıjlar; 2.b. Ankara 1963, s. 275; AbdOJbak.i Gölpıoarlı, Alevi-Be!.1aşi Nefesleri, lstanbul 1963, s. 70-71; Agah Sun Levend, "Halit ve Tasavvufi Halle Edebiyatı", Tiirk Dili (Halle Edebiyatı Özel Sayısı), c. XIX, sayı 207, Aralık 1968, s. 184.

2"Vahdet-i vücud" meselesi için bk. Mahir

iz,

Tasawuf', İstanbul 1969, s. 207-221; Abdülbaki Gölpınarlı, 100 Sanıda Tasawııf. 2.b., lsıaobul 1985, s. 57-60; Musıafa Kara, Tasawuf\•e Tarikatlar Tarihi, isıaobul 1985, s. 313-346; Mustafa Tahralı, "Fusüsü'l-lıikem Şerhi ve Vahdet-i Vücüd lleAJalcalı

Bazı Meseleler'', Alımed Avni Konuk, FıısCısıı'l-Hikem Tercı1me ve Şerhi, (Haz. Mustafa Tahralı-Selçuk

Eraydın) c.l, İstanbul 1987, s. XXIX-LXIV; İsmail Fenni Ertuğrul, Valıder-i Vücüd ve İbn Arabi (baz.

Mustafa Kara), isııınbul 1991.

3 Rıza Tevfik, "Devriyyeler'', Peyônı-ı Edebi, nr. 25, 1 O Mart 1330; aynı yazı için bk. Rıza Tevjik'in Tekke ve Halk Edebiyatı İle İlgili Makaleleri (baz. Abdullah Uçman), Ankara 1982, s. 84-94.

'Muteber hadis kitaplarında yer almayan bu ibareyi Rıza Tevfik, "Ben bir gizli define idim, öyle arzu ettim ki bilineyim ve balkı yarattım ki, onlar vasıtasıyla ma'ruf olayını!" (a.g.e .. s. 87) şeklinde açıklarken; son devir mutasavvıOarından Osman Kemali Efendi (öl. 8 Ocak 1954) ise şöyle çevirir. "Ben bir gizli hazine idim, ben beni bilmeği sevdim ve makam-ı ilimde bilinmek için balkı izhar ettim; ta ki ben beni bileyim!" (Osman Kemali Ozan, Aşk Sızmtılan, İstanbul 1977, s. 30). Manası doğru olmakla beraber bu ifadenin İbn Teyroiyc, Zerkeşi ve Askııliini tarafından hadis olmadığı belirtilmiştir. Meali,

Devir Nazariyesi ve

Osmanlı Tasavvuf.=-~~biyatında Devriyye~er. ı -

5

75 · · ·

(3)

Mutasavvıflara

göre yeryüzündeki bütün

varlıklar

tek tek

Cenab-ı Hakk'ın

bir

sıfatına,

insan ise

"eşref-i

mahlükat" olarak

yaratıldığın­

dan

dolayı

mutlak

varlığın

bütün isim ve

sıfatlarına,

yani bir

bakıma doğrudan doğruya zatına mazhardır.

Ancak

Cenab-ı Hakk'ın sıfatları

insan

şeklinde

tecelli etmeden önce, basitten mükemmele

doğru

bir

sıra

takip eder ve kainatta mevcut bütün

varlıklardan

süzülüp geçerek derece derece insana

doğru

gelir.

İnsan

ise, insan suretinde bu §.leme gelmeden önce maddi olarak "ata (baba) belinde" ve "ana rahminde"

bir parça sudan (meni) ibarettir. Ana ve

babanın

vücudundaki o su ise,

onların

yeyip içtikleri madenlerden meydana

gelmiştir. Şu

halde var-

lık

olarak insan meni haline gelmeden önce, maddi

bakımdan

kainatta

dağınık

bir halde durmakta, her zerresi

ayrı

bir

varlıkta

bulunmak- tadır5. İnsan da bu yüzden bütün kainatın hulasası, yani §.lem.in özü (Zübde-i §.lem) kabul

edilmiştir6• İşte,

mutlak

varhğın sıfatlarının

kai- nattaki bütün

varlıklardan

süzülüp en sonunda insan kisvesine bürü- nerek tecelli etmesi

görüşüne

tasavvufta "devir" nazariyesi; mutlak

varlıktan insanın

vücut

bulmasına,

insandan da

"hakikat-ı

insaniye"ye

ulaşarak "insan-ı

kamil" suretinde tekrar

aslına dönüşe

kadar süren devi/hadisesini anlatan manzumelere de tekke

edebiyatında

devriyye denmektedir.

Burada bahsedilen devir veya dönüp

dolaşıp

tekrar

başlangıç

nok-

tasına geliş

hadisesi

mutasavvıflar tarafından

360 derecelik bir daireye

benzetilmiş

ve ilahi nurun

vücud-ı

mutlaktan

çıkıp

kfilnata inmesi;

cansızlar,

nebat ve hayvanlara, oradan da

insanın

vücut

bulmasına

Allah Teii.la'nm "lns ve cinni beni bilmeleri içio yarattım!" (ZAriyıiı, 56) iiyeı-i cclilcsinden alınmıştır (bk. Ahmet Serdardoğlu, Usıil-i Hadis ve Mevzuiiı-ı Aliyyıi '/-köri Terı:çemesi, Ankara 1966, s. 92). Rıza Tevfik de başka bir makalesinde, ıarih boyunca çeşitli münakaşalara sebep olan bu süzün, Bursalı lsmail Hakkı'nın Hazarôt-ı Hams"ıııa atıfta bulunarak, ebiidis-i Davudiye'den olduğunu belirtir (bk. "Ziit-ı Hak", Ceride-i SiıfiJ,•e, nr. 102, 6 Aj;'Ustos 1914, s. 104).

ı AbdOlbiiki Gölpınarlı, Mevlii.ııa'nın bu daimi yaradılışı ve oluşu anlatırken, "Cihao başka bir cihan doğurur, mahşer başka bir mahşer meydana çıkanr. Kıyameıe dek bu kıyameti anlatsam gene bitmez!" sözlerini naklettikten sorua, "Toprağın suyu içtiğini, otlar bitirdiğini, otlan bayvanlan yediğini, bayvanlann insana gıda olduğunu, insanı, gene !oprağın yediğini, bu alemin boyuna değişip durduğu"ou aolaıtığını belirtir (bk. 100 Sanıda Tasavvuf; s. 59-60).

6 Şeyh Galip şu ölümsiiz mısrasıyla şöyle dile getirir:

Hoşça bak z5tına kim :zübde-i alemsin sen Metdüm-i dide-i ek-viiıı olao ademsin sen

Buradaki "z51'' kelimesinin "insan-ı kfuııil" anlamında farklı bir yorumu için bk. Hilmi Yavuz,

"Hakça Bak Zıitına ya da Epiınelesthai Seauıou: Bir Arkeoloji Denemesi", Şeylı Galip Kitabı, İstanbul 1995, s. 59-70.

576

1 AbduUah

Uçmıın

(4)

kadar geçen süreyi kapsayan 180 derecelik

kısma

"kavs-i nüzul"

(iniş yayı);

dünyadan, yani süfli kabul edilen bu alemden tekrar yüce var-

lığa (vücud-ı

mutlak)

ulaşıncaya

kadar geçen zamana da "kavs-i urO.c"

(çıkış yayı) adı verilınektedir7

Devir nazariyesine göre maddi haleme intikal eden

ilalıi

nur, önce

cansızlar

aleminde (alem-i cemadat) tecelli ed.er, daha sonra

sırasıyla

nebat (alem-i nebatat), hayvan (alem-i hay- vanat), en sonunda da insan

şeklinde

vücut bulur. Ancak bu

oluşum,

biyolojik manada bir

değişme

veya tekamül

değildir. İnsan

ise, insan olarak bu aleme geldikten sonra gayret, çaba ve kabiliyetine göre

"insan-ı

kamil" haline

yükselebileceği

gibi, "kutb" bile olabilmektedir.

Kutb,

insanın

dünya

hayatında

iken

varabileceği

en son nokta (zirve) kabul

edilmiştir'l.

Böylece en sonunda insan ve

insan-ı

kamil

şeklinde

tecelli eden

ilalıi

nür "visal-i Hakk"a ermek suretiyle tekrar

başlan­

gıç noktasına,

yani

aslına dönmüş

olur ki, tasavvufta buna "ahadiyet"

makamı

da denmektedir.

İslam dünyasında devir nazariyesinin ortaya çıkışında, ilk defa İhvan-ı Safa'nın (945-985), daha sonra aynı görüşü benimseyip sür- düren

İbn

Miskeveyh'fu. (öl. 1030) ortaya

attığı

bir

tür

tekamül anla-

yışının

etkisi

olduğu

ileri sürülmektedir

9

Vahdet-i vücud

anlayışını şekillendiren

Muhiddin

İbn

Arabi

başta

olmak üzere,

aynı

yolu izle- yen Sadreddin-i Konevi, Mevlana Celaleddin-i Rfuni, Feyzi-i Hindi,

İbn

Y§min, Yunus Emre ve Niyazi-i

Mısri başta

olmak üzere pek çok

mutasavvıf

ve

mutasavvıf-şair tarafından

benimsenen devir nazari- yesi, esasen "Biz Allah'tan geldik, yine O'na

döneceğiz"

(Bakara, 156) mealindeki ayet ile, "Her

şey

sonunda yine

aslına

döner" hadisinin

ışığı altında açıklanmaya çalışılmıştır"10.

Anadolu'daki tasavvufi faaliyetler

arasında

ilk defa Niyazi-i

Mısri

(1617-1693), Risôle-i Devriyye

adlı

mensur eserinde

ayrıntılarıyla

ele

7 Erzurumlu İbrahim Hakkı, Ma 'rifemô111e. İstanbul 131 O, s. 30.

'Tasavvufta sii61er keneli derecelerini "talibin", 0müridin", 0silik.io", --sairin°, ut.ahirin", uvisılin"

ve "kutb" olmak nzere yedi tabakaya ayırırlar. Eo yukıında kııtb bulunmaktadır. Her devirde balifetullah olan ve Allah tarafından maddi ve mıloevi aleme tasarruf kudreti verilmiş bulunan birisi vardır ki, buna

"KutbU'l-aktab" decı.ir. Ondan sonra sırayla Uçler, yediler ve kırklar gelir. Bunların toplamı Uç yüz olup filemi mii.oeo idare etmeye memurdurlar (Bu tabir için aynca bk. Fuad Köprü!U, "Abdal", Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi, c.I, İstanbul 1935, s. 24-27; F.de Jong, "Qotb", EP: Asaf Halet Çelebi, "Kutb", Eşrefoğlıı Divam, lstaobul 1944, s. 196-197; Süleyman Uludağ, Tasawııf Terimleri Sözlıiğii, İstanbul

1991, s. 299-300).

'Süleyman Uludağ, "Devir", TDVİ.A, IX, s. 231-232.

ıo A.g.e., s. 232.

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvuf ıfdeİıiyatında Devriyyeler 5 7 7

(5)

alıp anJatb.ğı

devir meselesini

ayrıca

bir daire çizmek suretiyle daha iyi açıklamaya çalışmış, ayru bilgileri ve daire şeklini Erzurumlu İbrahim

Hakkı

(1703-1780) da Ma'rifet-nô.me

adlı

ünlü eserinde hemen hemen aynen

alıp tekrarlamıştır11

Ancak Niyazi-i

Mısri'nin

(1618-1692) yazma halindeki risalesi yakın zamana kadar bilinmediği, İbrahim

Hakkı'nın

bir ansiklopedi mahiyetindeki ve defalarca

basılan

eseri ise çok daha

g~niş

bir çevre

tarafından tanındığı

için, devir konusundaki fikirler onun orijinal

görüşleri

olarak kabul

edilmiş

ve bu konudaki hemen bütün

çalışmalarda

Ma'rifet-nô.me'deld bölüm kaynak olarak

gösterilıniştir12

Niyazi-i

mısri

Risôle-i Devriyye'nin sonunda bu daire konusunda

şunları

söyler:

" ... Ve mümkündür

ki vfıcibü'l-vücCıd

ile

mümkinü'l-vücCıdu

bir dô.ire farz idesin

ki anı

hatt-1 müstakim ile iki lasma taksim ider. Ve ana

hatt-ı

mevhum ve kutr-1 dô.ire dirler. Pes bu hat ile bu dô.ire iki kavs

şeklinde görinüı:

Çünki bu heste-i mevhumdan ibaret olan

hatt-ı

mevhum

rücCı-ı

asla

vusCıl

ile miyô.neden ref' olunur. Pes

şekl-i

dôire kemô hüve bir görinür ve "Kabe kavseyni ev edna"

sırn

anda

bilinüı: İmdi

mezheb-i hükema üzre

devrfın-ı vücudı

bu mikdar

beyfın

ile

hatrrı olundı"13

Rıza

Tevfik de,

Arşi'nin

devriyyesinde geçen:

Gezerdim üç yüz

altmış

menzili gün gibi

şeb-ta-ruz

mısramı açıklarken,

"Bu üç yüz

altmış

menzilden

maksadı

devirdir.

Devir daire demektir. Bir daire üç yüz

altmış

derecedir, bu aded pek

mühimdir" demektedir

14

"Tekvin", yani

kainatın yarablması

konusunu

açıklayan

bir

kısım mutasavvıflara

göre

başlangıçta

"adem (yokluk)

aynası"nda z§.tını

seyretmek üzere mutlak

varlıktan ayrılan

ilahi nllr, Niyazi-i

Mısri

ile Erzurumlu

İbrab.im Hakkı'nın çizdiği

dairelerde de belirttikleri gibi,

11 Niyazi-i Mısri, hak.kında bilgi için bk. Abdülbaki Gölpınarh, "Niyazi",

IA.

c. IX, s. 305- 307;

a.y., "Niyw-i Mısri", ŞM. c.VD, (1972), s. 183-226; A. Gölpınarlı makalesinde, Niyazi-i Mısri'nin eserleri arasında al-Davraı al-Arşiyye adıyla l 658'de telif edilmiş Arapça bir risalesinin de bulunduğunu kaydeder; Baba Doğramacı, Niyazi-yi Mısri-Hayaıı ve Eserleri, Ankara 1988; Mustafa Kara, Niyazi-i Mısri. Ankara 1994.

"Abdurrahman Giizel, "Niyazi-i Mısri'nin Gözden Kaçan Bir Eseri: rusaıe-i Devriyye", TKA (Faruk Kadri Timurıaş'aArmağan), XVIl-XXI/1-2 (1983), s. 122.

ua.g.e .• s. 137.

""Arşive Gaybi" Peyônı-ı Edebi, nr. 38, 15 Mayıs 1330/28 Mayıs 1914; aynı yazı için bk. Rıza Tevjik'lıı Tekke ı•e Halk Edebiyatı ile ilgili Makaleleri. s. 192-206.

578

1 Abdullah Uçman

(6)

sırayla "ak.1-ı

küll" (Taayyün-i evvel,

Tarikat-ı

Muhammediye), "Ukül-i tis'a" (dokuz

akıl), "nüfüs-ı

tis'a", "tabayi-i erbaa" (dört mizaç: kuruluk,

y-2§.!ı:hls,_ sıcaklık, soğukluk), "anasır-ı

erbaa" (toprak, hava, su,

ateş)

ve oradan da

toprağa

kadar

inmiştir

ki,

mutasavvıflar

buna "mebde"

(başla,ngıç)

veya "kavs-i nüzul" derler. Tasavvuf

erbabına

göte

"akl-ı

küll",

yaratıcı

kudretin aktif kabiliyeti olup "nefs-i küll" denilen pasif kabiliyeti meydana

getirmiştir. Bunların

her ikisinden

"eflak-ı

tis'a"

(dokuz gök), "tabayi-i erbaa" (dört mizaç) ve

"anasır-ı

erbaa" meydana

gelmiştir.

Bir nevi baba durumundaki dokuz gök ile, anne vaziyetin- deki bu dört unsurun

birleşmesinden cansızlar,

bitkiler ve hayvanlar meydana

gelmiş

olup, insan ise en son ve en mükemmel

varlık

oldu-

ğundan,

en üst basamakta

bulunmaktadır15

Bu yüzden insan,

varlı­

ğın

en son

durağı

olarak kabul

edilmiştir16

Bütün bu mertebelerden sonra

toprağa

kadar

inmiş

olan ilahi nür, yine

aynı sırayı

takip ede- rek topraktan madene, madenden bitkiye bitkiden hayvana, hayvan- dan insana ve kabiliyetine göre insandan da

insan-ı

kfunile yükselmek suretiyle devri tamamlayarak ilk

çıkış

(zuhur)

noktasına,

yani Hakk'a

ulaşır

ki, bu ikinci devreye "maad" (son), "suiid" veya !'kavs-i uruc"

denmektedir.

İnsana

gelmeden önce toprak, maden, nebat ve hayvan

şeklinde

tecelli eden ilahi nurun, "nüsha-i kübra",

"berzah-ı

c§mi" ve

"Zübde-i alem" olan insanda tecelli etmek için adeta can

attığı

ifade edilmektedir

11

Ancak burada,

adı

geçen türler

arasındaki geçiş

nokta-

larında bazı gelişmiş

cinsler veya ara

varlıklar bulunmaktadır.

Mesela madenle nebat

arasında

ara

varlık

olarak mercan, nebatla hayvan ara-

sında

hurma

ağacı

(nahl-i hurma), hayvanla insan

arasında

ise

bazıla­

rına

göre at,

bazılarına

göre maymun,

bazılarına

göre de "nesnas" deni- len

"vahşi

adam" yer

almaktadır.

Bir nevi evrim teorisini de

hatırlatan

bu

görüşün sistemleşmiş

halde

İslam dünyasında

ilk defa

İhvan-ı

Safa risalelerinde (945-985) yer

aldığını

ortaya

çıkaran İsmail Yakıt, aynı

meselenin

Osmanlılar

"Rıza Tevfik, "Devriyeler", Peyôm-ı Edebf. nr. 25, 10 Mart 1330; a.y., "lnsarun Ulilvv-i Şaru", Peyôm-ı Edebf, nr. 29, 31Mart1330/13 Nisan 1914; Fuad Köprü!O, Tı7rk Edebiyatmda ilk Mutasawıjlar.

s. 275-276; GOi pınarlı, Alevi-Bektaşi Nefesleri, s. 71; a.y., J 00 Sanıda Tasawııf. s. 71-72.

16 Bir mutasavvıf şair bu durumu şu mısralarla dile getirmiştir:

Keodi bilsoiln bilblar şeklinde peyda eyledio

Çeşm-i 3şıkdan dOnOp sonra temaşa eyledin

17 Devir meselesi ve insanın "eşref-i mablükat" yeryilzUııde Ceoab-ı Hakk'ın halifesi olduğu konusunda geniş bilgi içio bk. Koouk, Fıısiisıı '/-Hikem Terciinıe ve Şerlıis. 107-179.

Devir Nazariyesi ve Osmanlı TasavvuC.Edebiyatında Devdyyeler 5 79

(7)

döneminde ise

Kınalızade

Ali Efendi (XVI.yy.) ile Ma'rifetnô.me sahibi Erzurumlu

İbrahim Hakkı

(XVIII.yy.)

tarafından

ele

alındığını

örnek- lerle

açıklamıştır. İsmail Yakıt

incelemesinde

ayrıca, İhvan-ı Safa'nın

anatomik

bakımdan

insana en

yakın varlık

olarak maymunu;

Kına­

lızade

Ali Efendi'nin maymun, at, fil ve

papağanı; İbrahim Hakkı'nın

ise

nesnası gösterdiğini

belirtmektedir

18

İbrahim Hak.kı'ya

kaynak olan Ri.sô.le-i Devriyye'sinde Niyazi-i

Mısri

de ara türleri mercan, nahl-i hurma ve maymun olarak

şu şekilde

zikretmektedir:

" ... Ve bu

ecsam-ı

mürekkebôtun meratib-i

erbaa-yı

mezku- resi miyô.mnda

mutavassıt

mürekkebat hem vardur. Amma ma'deniyat ile nebôtôt

arasında mutavassıt

mercandur. Zira ki salabetde hacer gibidür. Ve nebat gibi zerre-be-zerre

ka'r-ı

derya- dan bitüb

veclı-i

ma'den yukaru gelüp yabis oldukda berk olur.

Ve amma nebôtô.t ile hayvan

arasında mutavassıt

nahl-i hurma- dur. Zira ki ol nebôt iken hayvan gibi mezkürine mukli.ri.n olma-

dıkça

neticesi hurma olmaz. Ve

başını

kat' itseler helô.k olub kuruyub berk ü barid kalmaz. Ve amma hayvanôt ile insan ara-

sında mutavassıtlann azharı

maymundur. Zira ki cümle

a'zôsı şir

zenebinden maada birün ve derD.nu insana

müşôbihdür

diyu

mutavassıtlarun

vücudunda hikmet budur ki her biri kendi mer- tebesi esfelinden nihôyet-i

a'lasına vôsıi

olub

merfıtib-i

mevcu- dat ol teselsül birle müretteb ola, mertebe-i insôniyede nihayet bula!"

19

Abdülbaki

Gölpınarlı

ise bu konuda,

İslam şeriatında

ilk insan ve ilk peygamberin Hz. Adem olduğu anlayışına karşılık: "Adem' den önce nice ademler vardı!" görüşünü ileri sürerek; Adem Peygamber'in insan-

lığını

idrak eden ve vahye mazhar olacak kabiliyeti kazanan ilk insan

olduğunu

iddia eden

bazı sılfilerin bulunduğunu

da belirtmektedir

20

Bir

kısım mutasavvıflar

ise mutlak

varlıktan başlayıp insanın

vücut

buluşuna

kadar süren devrin,

Kur'an-ı

Kerim' deki bir ayete (Mearic, 4) biraz

farklı

bir anlam verilerek ortalama 50.000

yıl

içinde

gerçekleşti-

""Darwin'deo Ôoce lslam Düşünürlerinde evrimle llgili Fikirler'', Felsefe Ar!.ivi, sayı 24, İstanbul 1984, s. 101-122.

19 A. GOzel, "Niyazi-i Mısri'Din Gözden Kaçan Bir Eseri: Risale-i Devriyyc", a.g.e .. s. 134.

ıo 100 Sonıda Tasavı'1ıj. s. 72.

580

1 Abdullah Uçman

(8)

ğini

ifade

etmişlerdir21• İşte bazı mutasavvıf şairlerin

devriyye

adıyla

kaleme

aldıkları

manzômelerinde,

kısaca

ifade edecek olursak, kai-

natın yaratılmasındaki asıl

gaye olan

insanoğlunun

dünyaya

gelişi

ve tekrar dünyadan

gidiş macerasının anlatıldığını

söyleyebiliriz .

. Devriyye

tarzında yazılan

manzumeler,

işledikleri

konulara göre

başlıca

iki

kısma ayrılmaktadır.

Bunlardan, ilahi

nfırun

mutlak

varlık­

tan

ayrılıp

süfli alem

sayılan

dünyaya, yani

cansızlar

alemine gelin- ceye kadar olan

macerasını, başka

bir ifadeyle söylersek "kavs-i nüzül"

safhasını

anlatanlara

"ferşiyye";

buradan

canlılar

halemine, nebatat, hayvanat ve insana, insandan da gayret kabiliyetine göre

insan-ı

kamile

ulaşmayı,

yani "kavs-i uruc"

safhasını

anlatanlara ise

"arşiyye" adı

verilmektedir.

Ferşiyyelerde

mutlak

varlıktan ayrılıp

dünyaya (alem-i süfli) gelinceye kadar geçen macera,

arşiyyelerde

ise dünyadan tekrar

varlığa doğru yapılan

manevi yolculuk

anlatılmaktadır.

Osmanlı edebiyatında

devriyye örnekleri daha ziyade Alevi-Bek-

taşi

zümresine mensup bir

kısım

halk

şairleriyle melami-meşrep bazı şairler tarafından

ortaya

konulmuştur.

Özellikle vahdet-i vücud mese- lesine pek

sıcak

bakmayan

diğer

tarikat müntesibi

şairler

devriyye türüne de pek rağbet etmemişler, bunların bir kısmı daha çok insa-

nın

ana rahmine

düştüğü

andan

başlayarak

dünya

hayatını,

ölümü ve kabir alemini tasvir eden hayali devriyyeler

yazmışlardır. Sayıları

pek fazla olmamakla beraber bir

kısım Bektaşi şairlerinin yazdıkları

dev- riyyelerde ise "tenasüh", "hulül" ve "ittihad"

22

gibi, Hind

menşeli

ve

İslam dışı

bir

takım inanışlara

yer vermeleri

dolayısıyla,

bunlar

diğer­

lerinden oldukça

farklıdır.

Genellikle dörtlükler halinde

kıt'a şeklinde

veya kaside

tarzında yazılan

devriyyelerin destan,

koşma,

nefes ve ilahi

tarzında

örnekleri de

vardır23

"Mesela Gaybi Kedfi '1-Gııôda bunu şöyle ifade eder.

Elli bin yıl denilir ba 's ile neşrin berzahı Kuvveı-i alem zuhür-ı ademe vere vila

Ancak söıkonusu ayetin mcilli şöyledir. "Melekler ve Rub (Cebrail), oraya, süresi (dünya senesi ile)

elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar!". Gölpınarlı ise, bu ayetin bu tarzda yorumlanmasının mUmldin

olmadığını belirtir (100 Sanıda Tasawııf. s. 62).

:uBu tabirler hakkında daha geniş bilgi için bk. Gölpınarlı, 100 Samda Tasavvuf, s. 91; Konuk,

Fıısiısıı '/-Hikem Tercüme ve Şerlıi, c.I, s. L VIII-LX.

11Mustafa Uzun, "Dcvriyye". TDEA, c.II, s. 282-283; a.y., "Devriyye", TDVIA c.IX, s. 252. F:ızla Omeğj bulunmamakla beraber bugüne kadar üç tane de mensur devriyye tesbit edilmiştir. Bunların biri Niyazi-i Mısri'nio Risôle-i Devriyye

si

olup yukanda da belirttiğimiz gibi Abdurrahman Güıel tarafından

Devir Nazariyesi ve

Osmanlı

Tasavvuf

Ede~iyatında

DevriyyelEk'

I · 5si

(9)

Tasavvuf

edebiyatının

mahiyeti

bakımından anlaşılması

ve

açıklan­

ması

en güç ve

karmaşık

türlerinden biri durumundaki devriyyeler ve bu türde kaleme

alınmış

örnekler

hakkında şimdiye

kadar derli toplu bir

çalışma yapılmadığı

gibi, bu türdeki eserler de tam olarak tesbit

edilmiş değildir.

Bu konuda

yapmış olduğumuz araştırmalar sırasında

15'i Yunus

.Eı:me'ye, 6'sı Oğlanlar Şeyhi İbrahim

Efendi'ye, 5'i

Haşim Baba'y~.

4'ü Kaygusuz Vizeli Alaeddin'e, 3'ü

Eşrefoğlu

Rfu:ni'ye, 3'ü Dertliye, 2'si Ahmed Yesevi'ye, 2'si

Arşi'ye,

2'si Hatayi'ye, 2'si Niyazl-i

Mısri'ye,

2'si sinan Ümmi'ye, 2'si Neyzen Tevfik'e, 2'si Osman Kemali Efendi'ye

ait

olmak üzere

Şiri, Yazıcızade

Mehmed, Nesimi, Pir Sul- tan Abdal, Yaksam,

Necınl, Gufranı,

Sarban Ahmed, Uryani, Kaygusuz Abdal, Kaygulu Sultan, Bayburtlu Celili, Zahmi, Edib Harabi, Hasan Dede, Hüsni, Erzurumlu Emrah, Ahu Baba, Aşık Tokatlı Nuri, Şahi, Güvenç Abdal, Hamdi Baba, Mefhari, Gedayi,

Rıza

Tevfik ve Ahmet Talat Onay

tarafından

kaleme

alınan

toplam

80

kadar devriyye

örneği

tesbit

edilmiş bulunınaktadıru.

yayımlanmıştır (a.g.e .• s. 126-137). ikincisi Sinan Üaımi'ııiıı Kutbıi '1-Meôni adlı ve şimdilik tek nüshası bilinen (İzmir Mitli Kü t{lphanesi, or. 2011 /5) risalesidir. Tamamı J 2 v:ırak olan bu eser üzerinde Mehmet Erdem tarafından "Sinan Ümmi ve Kııtbıi '/-Mea11i isimli Risalesi üzerine Bir inceleme., adıyla 9 Eylül Üniversitesi flaJıiyat FakOltesi'nde bir y1lksek lisans tezi bazırl:ınmıştır (İzmir 1997). Üçil.ncüsü ise, Kaygusuz Abdal'm Bııdala11ôme'sinio N. ve V. bölOmleri de tam anlamıyla bir devriyye örneğidir, (bk.

Abdunahınan G!lzel, Kaygıısıı= Abdal '111 Mensur Eserleri, Ankara 1983, s. 58-64). Bu konuda Abdülbili Gölpınarlı (Melamilik ve Melômiler, lstaobul 1931, s. 274) ile A. Güzel de aynı kanaatedir (bk. "Tekke

Şiiri", Tilrk Dili, sayı 445-450, Ocak-Haziran 1989, s. 323).

"Bunlann bir kısmı konuyla ilgili yayınlarda mevcuttur. Meseli Yunus Emre'ninkilcr F. Köprülü (Tıirk Edebiyatında İlk Mıııasawiflar. s. 278-279), A. Gölpmarlı (Alevi-Bel.tıişl Nefesleri, s. 73-74), M.

Uzun (TDEA. D, s. 282) ve son olarak da Mustafa Tatçı (J'ıı111ıs Emre Divaııı, c. U, s. 161-lı;2, 175-178, 180, 184-185, 195-199, 202-208, 213-218, 227-228, 236-238, 254-255, 269-270) tarafından; Yazıcıoğlu Mehıned'inki Amil Çelebioğlu (Mıılıammediye'de "Faslün fi Ma'rifeti'r-Rab ve 'o-Ncts" başlığıyla, c.IV, s. 771-780) tarafından; Arşi'ninkiler Rıza Tevfik ("Arşive Gaybi", Peyam-ı Edebi. or. 38, 15 Mayıs 1330) tarafından; Eşrefoğlu Riimi'ninkiler Asaf Halet Çelebi (Eşrefolğıı Divani, İstanbul 1944, s. 106-l 08, 11 i-

l 12; aynca bk. Tıirk Edebiyatıııda İlk Mutasawiflar; s. 296); Şirl'ninki Rıuı Tevfik ("Devriyyeler"), S. NiiZlıet Ergun (Bektoşf Şairleri, lsuınbul 1930, s. 357-358), M. Nihat Ôzön (Edebiyat ve Teııkid Sözlıiğıl, İstanbul 1954, s. 63-64) veA. Gölpınarlı (Alevi-Bel.tıişi Nefesleri, s. 75-77) tarafından; ibrahim Efeodi'ninkiler Rıza Tevfik ("Dil-i Dani"dan bir kısım~ "İbrahim Efendi", Peyıiııı-ı Edebi, or. 44, 26 Haziran 1330), Abdülbaki Gölpıoarlı Melamilik ve ılt/elaınilcr, s. 96, 106, 110) ve F. Abdullah Tansel ("Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi veDevriycsi",AÜİFD, XVll (197l)s. 187-199)tanıfından; Gaybi'ninkiler Rıza Tevfik (Te:rtes Ho1troıifis, Leyden 1909, s. 249-250; "Keşfll'l-gıtii", Peyıim-Sabalı, or. 1236-11666, 12 Mayıs 1338/1922) ve A. Gölpınarlı (Melômflik ve Melıimiler. s. 116-118) tarafından; Kaygusuz Abdal'ınla Abdumıhman Gü.ıel (Kaygıısuz Abdal'111 Mensur Eserleri. s. 74) tı.rafmdan; Kaygusuz Vızeli Aliieddio ile Sarban Ahmed'inki A. Gölpmarb (Kaygıısıız Vizeli Alôeddiıı, İstanbul 1932, s. 42, 53-56, 76- 77) tarafından; Niyazi-i Mısıi'nink.iler Rıza Tevfik ("Devriyyeler Üzerine Rıza Tevfik' in Yayımlanmamış Bir Eseri", a.g.e .. s. 137) tarafından; Hatayi'nink.iler S. NiiZlıet Ergun c1latôyi Divam, İstanbul 1956, s.

49-50, 156) tarafından; Gufrfuıi'oinki Mehmet Önder ("lfal.k Ozanı Karamanlı Gufraııi ve Bir Devriyesi", fil. Uluslararası Tıirk Halk Edebiyatı Semineri, Eskişehir 1989, s. 297-300) tarafından; Hüsni'ninki A.

Talat Onay (Tıirk Halk Şiirleri11i11 Şekil ve Nev'i, haz. Cemal Kurnaz, Ankara 1996, s. 233-238) ve Cem Dilçin (Önıeklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 348-551) tarafından; Ahmed Yesevi'oinki Kemal

582

1 Abdullah Uçman

(10)

Kronolojik

sırayla

ele alacak olursak tasavvuftaki devir teorisi ile buna

bağlı

olarak devriyyeler

hakkında

ilk ciddi

araştrrmaları

yapan ve bu konuda derli toplu ilk bilgileri veren

kişinin Rıza

Tevfik oldu-

ğunu

görürüz.

Rıza

Tevfik, Türkiye'deki halk

edebiyatı

ve buna

bağlı

olarak tekke

edebiyatı alanındaki araştrrmalar

için erken

sayılabile­

cek bir tarihte, 1909

yılında

"E.J.W. Gibb Memorial" serisinde

yayım­

lanan Textes Houroüfis adlı bir bölümünü meydana getiren "Etude sur

la Religion des Houroüfis"

25 adlı

incelemesinde, Hurufilik doktrinini gözden geçirirken bu inanç sistemi içinde ana

hatlarıyla

devir teorisini de ele

almış

ve XVIl.

yüiyıl mutasavvıf şairlerinden

Sun'ullah Gay-

bi'niıı Keşfü'l-Gıtası

ile XVIII.

yüzyılda yaşamış

Celveti

şeyhi Haşim Baba'nırı

devriyyesinden

bahsetmiştir. Ayrıca Gaybi'niıı:

Bu suretler kamu bir bir bozulur Geri ma 'ni denizinde düzülür

matlaıyla başlayan

nefesini de bir devriyye

örneği

olarak

zikretmiş

ve bunun

Fransızca'ya

tercümesiyle

şerhini yapmıştrr. Rıza

Tevfik burada konuyla ilgili olarak

şu açıklamaları yapmaktadır:

".. HurUfilere göre Kelimetullah, yani Fazl, cümle

yaratılmışla­

rın kaynağıdır

'mebde');

dolayısıyla,

her

şeyin

son

sığındığı

yerdir (maad). Kur'an' da: "O'ndan (yani Allah'tan) geldik, tekrar O'na dönece-

ğiz!"

ve Hz. Peygamber'in bir hadisinde: "Her

şey

sonunda yine

aslına

rücu eder!"

dendiği

gibi, bütün

mahlfil<atın

sebeb-i vücudu O'dur ve sonuçta yine O'na dönülecektir.

Şu

halde insan da dahil olmak üzere, kainattaki bütün

varlıklar değişken

ve f§..ni, gerçek gibi

açık

seçik görü- nen bir

hayatın

bütün tehlikelerini geçirecekler ve bir

oluşun

(devr) bütün merhalelerini kat'ettikten sonra, ezeli, ebedi ve ölümsüz olan

Eraslan (Ahmed-i lt?sevi Divam'ııdaıı Seçmeler. Ankara 1990, s. 129-130); Dertli'ninkiler Ziyaeddin Fahri (Erzunım Şairleri. İstanbul 1927, s. 117-119) ile Şemsettin Kutlu (Şair Dertli. c. II, isıanbul 1979, s. 216) tarafından; Nesimi'o.inlci A. Gölpmarlı (Nesimi-Usıili-Riılıi, İstanbul 1953, s. 29-31) tarafından;

Haşim Baba'nınkiler Rıza Tevfik ("Devriyyeler Ü:ı;erine Rıza Tevfik'İD Yayımlanmamış Bir Makalesi", a.g.e., 558-562) tarafından; Bayburtlu Celfili'ninki TDEA'de (c. Il, s. 29); Zahmi, Tokatlı Nuri, Ş3lıi ve

MeOıari'ninkiler A. Talfit Onay (Tıirk Halk Şiirleriııin Şekil ve Nev'i, s. 233-243) tarafından; Hüsml,

Harabı Baba, Nuri ve Şabi'oiokiler M. Zeki Pakalın (Osmaıı/ı Taıilı Deyimleri ve Terimleri Sözlıiğii, c.I, İstanbul 197 l, s. 442-444) tarafından; Hasan Dede 'ninki Ali Rıza Köseoğlu (Hasan Dede, Ankara 1960, s.

3) ile Metiu Akar ("Hasan Dede'nin Bir Dört!OğünOn Şerhi", Tıirk Dıinyası /11ce/emeleri, sayı 8, lstanbul 1997, s. 7-11) tarafından; Kemili Efendi'ninkiler Baha Doğramacı tarafından yayımlanmıştır (Kemôli Divaııı 'ndan Aşk Sızmtılan, İ.staobul 1977, s. 189-195, 229-231).

"M. Clcment Huart'la birlikte, Leiden 1909, s. 221-313.

Devir Nazariyesi ve

Osmanlı

Tasavvuf

Ede~iyatmda

Devriyyeler ··

ı 58B

(11)

Keli.metullah'a dönecekler ve onun içinde

erıyıp

yok

olacaklardır.

Bu, bir

bakıma

Hurüfiler'in

Nirvana'sıdır.

Burada sadece

şunu işaret

edeyim ki, sUfilerin "devr" dedikleri

şey

"tenasüh"

değildir.

Bununla birlikte "devr" ve "tenasüh" terimleri

çoğu

zaman birbirine

karıştırıl­

mıştır. Araştırmalarım sırasında

bu terimler üzerinde de

kısaca

dura-

cağım.Yeri gelmişken

çok dikkate

değer

bir parça zikredeyim; böylece Hüseyin .

~aybi

Baba

adlı

bir Hurüfi

şairinin26

bu önemli

gerçeği

bize

öğrettiği şiirinin

gerçek

manasını

daha iyi kavrayabiliriz

27:

Bu

sfıretler

kamu bir bir bozulur

Geri ma'nJ2

8

denizinde düzülür Ne

sfıret

huyu kesb etdinse bunda Tamam olunca devrP

9

hep gezilür Gele gide

olasın

çünki insan Bu sözden gayrisi senden üzülür Bu kez bir söz olursun ölmesi yok Ebed mül . kiinde

insanlıkyazılur3°

Gelür gider hemdn insan olursun Nihayet her libôsm

gayrı

süzülür3

1

26 Abdotbdki Gölpınarlı, Rıza Tevfik'in burada, esasen Bayniıni-MeJamiliğine mensup bir Hamzavi olan Gaybl'yi "tenasilh"e inanan bir Hurufi şairi olarak göstennesini naklı olarak ağll" bir dille tenkit eder, aynca bu manzumenin kendisindeki Gaybi diva.ıuııda bulunmadığını belirtir. (Me/limilik ve Mellimileı; s.

118-120).

"Gaybi'nin "devr" hakkında yazmış olduğu Kqfii "/-Guli başlıklı bilinmeyen bir eserinin ve yine aynı konuda Haşim Baba'nın "Devriyye-i Fcrşiyye"sinin el yazını nOshalan bendedir, bu ikisinden de şimdiye kadar hiç bahsedilmemiştir.

,_.Buradaki "ma'ni" kelimesi "evrensel ruh" dernektir.

"Evrim halinde bir devir (devr) vardır. Bu devri ıaınamlamak ve şahsiyetin olgunlaşması için bu seyahate devam etmek gerekir. Kemale erişmek için bu seyahat şarttır.

30''Y:ı.ıılur'' kelimesi modern Türkçe'de ''yazılır" dernektir, fakat eski Türkçe'de ilkbaharda açmak manasında "y:ı.ı-" kökünden ''yayılmak" demektir. Yuı da fikrin kağıt üzerinde açması demektir. Yaymak ve yaylak da aynı kök1en gelir. Burada kelimeyi yayılmak (s'etendre) ile tercümeyi Hwüfilik anlayışına daha uygun buldum.

11 BW11da ileri sürOlen fikir oçıJ..11r; şairin, sadece pek çok Hurufi şairi gibi Kur'an'daki bir ayete ("Cenab-ı Hak her ao tecelli etmektedir", Rahman, 29) telmihte bulunduğunu belirtmekle yetineceğim, bu ayet panteist (Rıza Tevfik bu terimi vahdet-i vOcud anlamında kullanıyor) manada yorumlanırsa, Allah her gün yeni bir elbise giyer, yani her an değişik şekillerde görOnebilir. İnsan, mutlak varlığın her gün değiştirdiği bu maddi elbiselerden sıynlabildiği ölçOde kemale erer; Allab'a yaklaşır, bu ilhahi güzelliği tadabilir, perdeyi aralayabilir; her ınrıu şekilden mUnezzeb bir varlığa ulaştığını, yani Mutlak Varlık olduğu hissini duyar.

584

1 Abdullah Uçman

(12)

Senin her bir

libô.sın

bir mevicdir

Kıdem

bahrinde böylece bozulur Bu zevke

erişince kişi

Gaybi Vücudundan deri gibi yüzülür3

2

·Fakat

tıpkı

devr

(oluş)

dairesinde

olduğu

gibi

Kelirnetullah'ın

insanda en yüksek noktaya

ulaşması,

iki uçun (kavs) birbirine

kavuş­

masıyla

gösterilir. Burada "tecelli-i

zat-ı İlah:iyye"

meselesine geliyoruz.

Tasavvufi sistemde en önemli mesele budur. Tasavvufun bütün insan

anlayışı

(antropolojisi), ahiret konusu

(eskatoıloji)

gibi Mesih-Meh- di'den gelir; macro-microcosme teorisi de bu meseleye

dayanır"33

Rıza

Tevfik, 1914

yılında yayımladığı

"Devriyyeler"

adlı

makale- sinde de devir teorisini ana

hatlarıyla açıklamış

ve devriyyelerin tam olarak

anlaşılabilmesi

için dinlerin, daha

doğrusu

tasavvufun "tekvin"

bahsinin iyice bilinmesi

gerektiği

üzerinde

durmuştur. Rıza

Tevfik burada konuyu

kısaca şu şekilde

özetlemektedir:

" .. Yalmz devriyye

dediğimiz şiirlerin

mevzuunu, mahiyetini ve ehemmiyetini anlamak için

şu

kadar bilmek kifayet eder ki, a.J.em-i mad- diye, yani en sonra zuhur eden a.J.em-i süfliye

düşen

bir

varlık

ihtida cemad suretinde tecelli eder, sonra nebat, sonra insan

sfıretlerine

irtika eyleyerek

akıbet

"memlekiyet" derecesine suud eder,

ferişte-nihad

olur ki

"insan-ı

k8.mil", "kutb" ona derler. Bu mertebeyi bulunca "visa.J.-i Hak" saadetine nail olarak

Vücud-ı

Mutlak'a rücu eder ve O'nda fam ve müstehlek olur.

Asıl

O'ndan

gelmiş

ve kademe kademe filem-i mad- diye, filem-i

şuhuda inmişti

ya!. Yine mertebe mertebe suud ederek

aslına

rücu eyler. Bu hareket-i devriyye bir daireye

teşbih olunmuş

ve

Vücud-ı

Mutlak'tan

anasır

alemine ininceye kadar vaki olan

kısmına

kavs-i nüzül,

anasırdan

yükselip asla rücfr edinceye kadar icra olu- nan seyahate kavs-i uriic

denilmiştir3~.

Bir

şeyin

mebde-i

zuhfırundan

n Şair bur:ıda meşhur mutasavvıf Seyyid Nesimi'ye telmihte bulunuyor. Seyyid Ncsimi, fanatiklerin korkunç zulmüyle Halep'te derisi yO.ziilerek öldürOlmllştür. E.J. W.Gibb, Osmoıılı Şiiri Torilıi adlı eserinde, bu fanatizm şehidi hakkında biyografik bilgi vermiştir. Diğer taraftan "insilfilı" (derisi yüz1llınek) kelimesi, süfi terminolojisinde çok iyi bilinrnel.1edir. Nesimi'nin halefleri olan mistik şairler, onun ölümünden istiareli olarak bahsederlerken "terk" derler.

11 Buradaki 2,6-31 numaralar arasınd:ıki dipnotları metne aittir. Te.rıes Houro(ıjis '11iıı 248-252.

sahifeleri arasındaki kısmı Fransızca'dan çeviren sayın Zeynep Kerman'a burada teşekkür ederim.

l''"Cem', cem'-i ba'de'l-fark, fark-ı ba'de'l-cem', cem'ü'l-cem' gibi tabirıit-ı mübimmenin insan-ı

kamil itikadıyla sıkı sıkıya alakası vardır ve hep bunların mihveri "devir" itikadıdır. Onun esası da

Devir Nazariyesi ve Osmanlı Tasavvuf Edebiyalıııda Devriyyeler

585

-:·

(13)

müfadına

kadar

geçirdiği

bu safahata

tatavvurat-ı

vücüd (modalites de l'exis tance) denilir.

Televvünat-ı

vüCU.d dahi

denildiği vardır.

Bu hare- kete de devir derler.

İşte

devriyye diye ma'ruf olan manzumeler bu seyahate dair

yazılan şiirlerdir

ki

bazılarında

tenasüh (metempsycose)

itikadı

sarihtir,

bazılarında

da fik.r-i felsefi, devir derece-i ma'kulesini

aşamamıştır"35

Rıza

. Tevfik burada, ileri

sürdüğü

fikirleri desteklemek üzere

İbn

Yfun.lıı'inas:

Zedem ez ketm-i adem hayme

be-sahrô-yı

vüciid Ve'z-cemôdi be-nebati seferi kerdem ii reft

mataıyla başlayan

devriyyesi3

7

ile

Mevlana'nın:

Amede evvel be-iklfm-i cemad Ve'z-cemôdi der nebati uftô.d

38

"ıubiır" nazariycsidir!" (Not metne aittir).

l> Rıza Tevfık'ifı Tekke ve Halk Edebiyatı ile ilgili Makaleleri, s. 84-94.

J'TOrk asıllı bir İran şairi olup asıl adı Fahreddin Mabmud'dur. 1286'da Horasan'da Fııryumad'da doğdu, 1368'de Oldü.

ilk

tahsilini iyi bir şair olan babası Yeıninüddin Tuğra'nın yanında yapu. Bütün hayab Horasan'da mahalli bükiimdarlann saraylannda geçti. Bir ara Tebriz'e giderek vezir Gıyaseddin

Muhammed bin Reşidüddin 'in maiyetinde bulundu. Şiirlerini bir araya topladığı divanı bir savaş sırasında yağmacıların eline g~ti ve kayboldu. Şair, daha sonra yeni bir divan tertip; etti (Daha geniş bilgi için bk.

Ahmed Ateş, "lbn Yemin", iA, c.V/2, s. 835-836).

''Rıza Tevfik'in çok önem verdiği bu devriyycoio tamamı şölledir:

Zede~ ez ketm-i adem bayme bc-sahrJ.-yı vocud Ve 'z-ccmiidi be-nebati seferi kerdem reft Ba'd ez anem keşiş-i nefs be-lıayvfuü bud Çün restdem be-vey ez-vey gil.zeri kerdem u reft Ba'd ez

an

der sadef-i stoe-i inşan be-sara

K.:ııre-i besti-i bodr3 gühcri kerdem ü reft Bll-mcmfilik pes ez aı:ı savmaıı-i kudsi-ra Kcrd bcr gcştcm u nil'li nazari kerdem ü rcft Ba'd ez an

ru

suy-ı ô burdem iı çiln İbn Yemin Heme iı geşıem u terk-i diğeri kerdcm ü reft

Rıza Tevfik hem burada, bem de daha sonra başka bir makalesinde bu manzumenin tcrcllo:ıesini de

yapmışhr, tercüme aynen şöyledir: "Yokluğun gizliliğinden çıkıp varlık ovasına çadır kurdum ve cemadat alemindeo ncbauit alemine bir sefer ettim, geçtim. Ondau sonra nefsimin meyli beni hayvanlığa çekti götUrdO, oraya vannca oradan da geçtim gittim. Sonra insanın sinesinde kemal-i sara ile kendi varlığımın

katresini bir gevher ettim gittim. Daha sonra meleklerle ma 'bed-i mukaddesi tavaf ederek hilsn-i nazar ettim geçtim. Nihayet göıümü O'na, yani Hakk'a çevirdim. Ve İbn Yemin gibi hep O oldum, başkasından vazgeçtim!" ("Keşfil'l-gıta", Peyônı-Sabalı, ar. 1236-11666, 12 Mayıs 1338/1922).

ıı "Ônce cansızlar alemine geldi, sonra oradan nebat alemine düştü!" (bu manzumenin tamamı için bk. Tıirk Edebiyatında İlk Mıııasawıjlar. s. 276-277; Melamilik ve Melônıiler. s. 273-274).

586

1 Abdullah Uçman

(14)

Diye

başlayan

manzumesini

zikretmiş, ayrıca Şiri'nin:

CihÔII var olmadan ketm-i ademde Hak ile birlikte

yekdôş

idim ben

Yarattı

bu mülkü çünkü ôdemde

Yazdım

tasvirini

nakkaş

idim ben

kıt'asıyla başlayan

devriyyesi ile Edib Harabi'nin:

Kôf u

nun hitabı

izhôr olmadan Biz bu

kôinatın ibtidôsıyız

matlaıyla başlayan

devriyyesine yer

vermiştir.

Rıza

Tevfik

aynı yıllarda

bu makalelerden

başka

mesela "Yunus Emre

Hakkında

Biraz Da.ha Tafsilat"

39, 'l\.rşi

ve

Gaybi"~0• "Mebhas-ı

Tekvin."

4

1,

"Zat-ı

Hak"

42,

"Manzum Türkçe Mev'izelerden Birkaç Nümü.ne Da.ha"

43

ve

"Keşfü'l-gıta"44

gibi

başka

makalelerinde de zaman zaman devriyye konusu üzerinde

dınmuş, "heyecan-ı

ilham"

bakı­

mından

en güzel devriyyelerin

İranlı şairler tarafından

kaleme

alındı­

ğını

belirterek, Türk

edebiyatında

da Yunus Emre'den

başlayarak Şiri,

Arşi, Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi, Sun'ulla.h Gaybi, Niyazi-i Mısri ve

Üsküdarlı Haşiıİı

Baba gibi bir

kısmını Bektaştler'in teşkil ettiği

bir grup

şairin

eda

bakımından

son derece

başarılı

devriyyeler

yazdıkla­

rını

örneklerle ortaya

koymuştur45

Rıza

Tevfik'ten sonra Fuad Köprülü, Türk

Edebiyatında İlk

Muta-

savvıflar adlı

eserinde, Yunus Emre

dolayısıyla

devir teorisi ve devriy- yeler üzerinde de

dınmuş

ve devriyyeleri panteist ve kabalist felsefe

anlayışıyla karşılaştırarak

tasavvuftaki devir

anlayışının

bunlardan çok

farklı olduğunu açıklamıştır.46

Fuad Köprülü burada

ayrıca,

Türk

"BıiyıikDııygıı (Fevkal3de Nüsha), nr. 10-13, 10 Temmuz 1329123 Temmuz 1913, s. 177-183.

'"Peyıim-ı Edebi, nr. 38, 15 Mayıs 1330!28 Mayıs 1914 .

., Ceride-i Sıifryye, nr. 3-103, 31Temmuz1330113 Ağustos 1914, s. 5-7.

'1 Cerfde-1 Slıfiyye. nr. 102, 24 Temmuz 1330/6 Ağustos 1914, s. 103-104.

-0peyıinı-1 Edebi. nr. 18, 63, il K.aııun-ı evvel 133511919.

""Peyıim-Sabalı, or. 1236-11666, 12 Mayıs 133811922.

'J Rıza Tevfik yukarıda zikrettiğimiz makalelerinden başka değişik vesilelerle mesela Mufassal Kaınııs-ı Felsefe ("Beau" maddesi, c.I, İstanbul 1330/1914, s. 684-685) veAbdıillıak Hıinıid ve Mıilıilıazar-ı Felsefryesi (İstanbul 1334/1918, s. 227, 402-408) gibi eserlerinde de devir meselesi üzerinde durmuştur.

""Tıirk Edebiyarmda ilk Mıırasavvıjlar. 2.b .. Ankara 1963, s. 275-277.

Devir Nazariyesi ve

Osmanlı Tasavvuf·~.~biyatında

Oevriyyeler. ,

587

(15)

tasavvuf

edebiyatı

tarihinde Kaygusuz Abdal ile Niyazi-i

Mısri, Oğlan­

lar

Şeyhi İbrahim

Efendi ve

Üsküdarlı Haşim Baba'nın

devriyyeleri

bulunduğunu

belirterek, örnek olarak da Yunus Emre ile

Eşrefoğlu

Rfuni'nin birer devriyyesini

yayım.lamışbr~7

Abdülbaki

Gölpınarlı

1932

yılında yayımlanan

Kaygusuz Vizeli Alô.eddin

adlı

kitablillJl "Lügatçe"

kısmında

yer alan "Devr" madde- sinde,

sılfiyyenin

"devr"

anlayışını

ele

alınış

ve ilahi nurun

"hazarat-ı

ha.ms"taii geçerek insana gelinceye kadar geçirmiş olduğu merha- leleri ana

hatlarıyla anlatmışbr.

Abdülbaki

Gölpınarlı,

devir teorisi

hakkındaki açıklamalardan

sonra

Kızılbaş

ve

Bektaşi şairlerinin

çok güzel devriyyeleri

olduğunu belirtmiş, ayrıca

kitapta yer alan örnek- ler

arasında

Kaygusuz Vizeli

Alaeddiıı'e

ait dört, Dukakinzade Ahmed

(A.Gölpınarlı

daha sonra bu ismi Sarban Ahmed olarak

düzeltmiştir)

ile

Oğlanlar Şeyhi İbrahim

Efendi'ye

ait

birer devriyye

bulunduğunu kaydetmiştir48

Abdülbaki

GölpınarlıAlevf-Bektaşf

Nefesleri

adlı kitabında

ise dev- riyye konusunu müstakil bir bölüm halinde ele

almış;

önce esas iti- bariyle devir teorisini

incelemiş,

daha sonra edebi bir tür olarak dev- riyyelerden

bahsetmiş

ve

sırayla

Yunus Emre, Pir Sultan Abdal,

Şiri,

Yeks8.ni, Necmi ve Neyzen Tevfik'e (2 adet) ait toplam yedi devriyye

örneğine

yer

vermiştir~9

A.

Gölpınarlı

burada, devriyye

tarzında

man- zume yazan bir

şairin şiirinde

Adem, Nuh, Musa veya

İsa olduğunu,

Adem ile cennetten

sürüldüğünü,

Nuh ile Tufan'dan

kurtulduğunu,

Zekeriyya ile

biçildiğini;

yani bir nevi

şairin

hayalinde gelip

geıç­

tiği

alemleri

anlatmış olduğunu

söyleyerek bu

tür

manevi yolculuk-

ları

anlatan manzumelerin esasen klasik devir

anlayışına

tam olarak uymamakla beraber

bunları

da devriyyeler

arasına

koymak zorunda

kaldığını belirtmişt:ir5°.

Abdülbaki

Gölpınarlı

100 Soruda Tasavvuf

adlı kitabında

da vah- det-i

vücıld, yaradılış,

devir ve devriyye

konularını ayrıntılı

bir

şekilde

,; a.g.e., s. 278-279, 296-299.

,sKaygıısıız VizeliA/ôeddiıı.1stanbul 1932, s. 129-130.

"Alevi-Bekıaşi Nefesleri. İstanbul 1963, s. 70·82.

50 a.g.e., s. 72.

588

1 Abdullah Uçman

(16)

ele

almış

ve

vermiş olduğu

örneklerle konunun daha iyi

anlaşılmasını sağlamıştır51

Bunlardan

başka

Mustafa Nihad Özön'ün Edebiyat ve Tenkid Söz-

lüğü (İstanbul

1954, s. 62-64) ile Türk Dili ve

EdebiyatıAnsiklopedisi'nin

"Devr" ve "Devriyye" (c. II,

İstanbul

1977, s. 280, 282-283) maddele-

riiıde;

Cem Dilçi'nin Örneklerle Türk

Şiir

Bilgisi (Ankara 1983, s. 348- 351) adlı kitabı ile İskender Pala'nın hazırladığı Ansiklopedik Divan

Şiiri Sözlüğü

(c.I, Ankara 1990, s. 129-130) ile Süleyman

Uludağ'ın

Tasavvuf Terimleri

Sözlüğü'nde (İstanbul

1991, s. 139) devir teorisi ve buna

bağlı

olarak devriyye türü

hakkında

bilgiler

bulunmaktadır.

Abdurrahman Güzel, Türk Dili dergisinin Halk

Şiiri

özel

sayısın­

daki "Tekke

Şiiri"

bölümünde devriyye konusunu da müstakil olarak ele

almış,

burada

Rıza

Tevfik'in devriyyeler

hakkındaki

makalesinden

başlayarak

konuyla ilgili olarak Fuad Köprülü, Abdülbfilci

Gölpınarlı,

Amiran Kurtkan ve İsmail Yakıt'm görüşlerine yer vermiştir. A.Güzel incelemesinde daha sonra devir teorisi, kavs-i nüziil ve kavs-i uriic ile tenasüh,

huliıl

ve ittihad meselelerine de

değinmiş. ayrıca

kendisinin devriyyeler

hakkında

müstakil bir

çalışma hazırladığını belirtmiştir.

Kaygusuz

Abdal'ın,

mensur Budalaname ile manzum Gülistan ve Nes- nevi'sinden devir meselesini

işlediğini

belirten A.Güzel daha sonra örnek olarak Yunus Emre'nin:

Ey

kardaşlar

ey yarenler sorun bana kanda idim Dinler isen deyiverem ezeli vatanda idim

mısralarıyla başlayan

devriyyesine yer

vermiştir52

Abdurrahman Güzel bundan

başka

Niyazi-i

Mısri'nin

mensur dev- riyyesi Risale-i Devriyye'nin

baş tarafında

da devriyye konusunu ele

alıp incelemiş, ayrıca

bundan etkilenen

İbrahim Hakkı'nın

Ma'rifet- name'sindeki "devr" bölümüyle Niyazi-i

Mısri'nin

eserini mukayese

etmiştir53

"100 Sonıda Tasawuf. lstanbul 1969, 2.b. lsıanbul 1985, s. 57-72. Abdülbfilô Gölpın:ırlı zam:ın zaman başka eserlerinde de konuyla ilgili bilgiler vermiştir. (Msl.bk. "Halk Edebiyatımızda Zümre Edebiyatları", Türk Dili-Halk Edebiya11 Özel Sayısı, C.XIX, sayı 207, Aralık 1968, s. 365; Tasawııftan dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri, lsıaobul 1977, s. 93-95).

"Tı1rk Dili (Halk Şiiri Özel Sayısı), sayı 445-450, Ocak-haziran 1989, s. 320-324.

"a.g.e .. s. 122-125.

Devir Nazariyesi ve Osmanh

Tasavvurfüi;biyatında

Devriyyel.er-

l ·58g

(17)

Mustafa

Tatçı

da Yunus Emre

Divanı'nda,

ana

hatlarıyla

devir konu- sunu ve Yunus Emre'nin

şiirlerinde

devir meselesini örneklerle ele

alıp incelemiştir.

Ancak Mustafa

Tatçı

burada, Yunus Emre'nin bütün devriyyelerini tesbit etmek yerine daha önceden de bilinen devriyye- leri söz konusu etmekle

yetinmiş, ayrıca

Yunus Emre'nin:

Beni bunda viribiyen bilür ben

işe geldünı

Kqrarum yok bu dünyada giderem

yumışa

geldüm

mısralarıyla başlayan

manzumesini de devriyye-i

arşiyye örneği

olarak

değerlend.irmiştir54

Rıza

Tevfik'in, 1990

yılında

bize intikal eden terekesinden

çıkan

konuyla ilgili

başka

bir makalesi ise

tarafımızdan bazı

notlar ve

açık­

lamalarla birlikte "Devriyyeler Üzerine

Rıza

Tevfik'in

Yayımlanma­

mış

Bir Makalesi"

adıyla yayımlanmıştır55

Esas itibariyle devir teo- risi ve devriyyeler üzerine daha önceden

bildiğimiz görüşlerini

burada da

kısmen

tekrarlayan

Rıza

Tevfik,

1940'lı yıllarda yazdığını

tahmin

ettiğimiz

makalesinde bir

kısım

Yunan

filozoflarıyla

Mevlana Cela.led- dln-i RUmi,

İbn

Yfunin,

Aynü'l-kudat-ı

Hemedaru, Sun'ullah Gaybi ve Niyaz1-i

Mısri

gibi

tanınmış bazı mutasavvıfların kainatın

ve

insanın yaradılışı

(tekvin)

hakkındaki görüşlerini

ele

almış;

daha sonra xvm.

yüzyılın meşhur

Celveti

şeyhlerinden Üsküdarlı Haşim Baba'nın56, mutasavvıfa arasında şöhret

bulan "Devriyye-i

Ferşiyye"sinin

kendi- sinde bulunan bir yazma

nüshasını

iktibas

etmiştir. Rıza

Tevfik maka-

$4 C.I, Ankara 1990, s. 305-308.

"'Tıirklıik Aroştınııo/orı Dergisi, VD (1993), s. 537-564.

J60sk0dar fnadiye dergahı şeyhi Bandırmalı Yusufİzzcddio Efendi'nio oğludur. 1718'dc lstanbul'da ÜskOdar'da doğdu. Celvetilik 'ten Haşimiyye adıyla bir kol kurdu, fakat bu kol pek yayılmadı. Haşim Baba

esasında Celveıi şeyhi olmakla beraber Meliimiliğe de girdi; Mısır'da K.asrü'l-ayn Bef..-ıaşi dergahı şeyhi

iken tsıanbul'a gelen ve 1757'de vefat eden KuıbO'l-abdal Hasan Baba'dan nasib alarak Bektaşi oldu.

Hana bir ar.ı Hacıbektaş'a gitti ve orada dört yıl kadar dede-babalık yaptı. Abdülbaki Gölpınarlı'ya göre bişimiyye kolu, Celveıili.kle Bektaşiliğin birleşıirilmesinden meydana gelmiştir. Haşim Baba ve kurduğu kol asıl Cclvcıiler tarafından kabul ve tasvib edilmemiştir. Hatta Hiişim Baba vefat ettiği zaman (1783), cenaze namazı kılınmak üzere Hüdayi Asiıaoesi'ne göt1lıillınü.ş, ancak Pir makamı şeyhi BOyük Ruşen Efendi (öl. 1794), dergdhın cümle kapısını açtırmamış, bunun üzerine cenaze dergahın alı tarafındaki

yolda dergdh duvarına bitişik bir musalla taşı Gzerine götürülüp oamazı orada kılınmıştır. Halifesi Gi.ritli Salacıziide Mustafa (öl. 1805), daha bir silre bu kolu yOrütmüştür. Haşim Baba'nın müretteb divanı (İ.0. Kıp., TY. 333, 3518) yayıınlaııım~ olup (lsıanbul 1252/1863), aynca melametle ilgili Voridôt adlı mensur bir eseri ile Anka-yı Moşnk adıyla Bektaşlli.kle ilgili bir eseri daha vardır (Geniş bilgi için bk.

Bursalı Tahir, Osmanlı Mıiellijleri. C.I, İstanbul 1330, s. 189-190; Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlöııa'dan Sonra Mevlevilik, lstaobul 1953, s. 198, 300-301; H. Kamil Yılmaz, Aziz Molınıııd Hıidtiyhi ve Celveıiyye

Tarikatı, İstanbul 1982, s. 243-245; a.y., "Hiişim Baba", TDVlA, c. XVI, s. 406-407).

590

1 Abdullah TJçman

(18)

lesinde

Haşim Baba'nın

devriyyesini

şerhedeceğini

de

belirttiği

halde, muhtemelen makalesinin bu

kısmını yazamamıştır57

Mustafa Uzun ise TDV

İslô.m

Ansiklopedisi'nde

yayımlanan

"Dev- riyye"

mtı.ddesinde

konuyu Türk

edebiyatındaki

tarihi

gelişmesi açı­

sından

ele

almış; muhtevaları bakımından

Ahmed Yesevi, Yunus Einre,

İbrahim

Efendi ve

Şab.hi'nin

devriyyeleri üzerinde

durmuş, ayrıca yaşnamelerin

de bir nevi devriyye

sayılabileceğini bazı

örnek- lerle

açıklamıştır58

Konuyla ilgili

genişçe

bir

bibliyografyanın

da yer

aldığı

maddede, klasik

İran edebiyatında

devriyye yazan

şairler

üze- rinde de

durulmuştur.

Anadolu

toprakları

üzerinde xrv.

yüzyıldan

itibaren görülmeye

başlanan

tasavvufi

muhtevalı

Türk

edebiyatında

Yunus Emre'den

baş­

layarak özellikle,

Şiri,

Kaygusuz Abdal, Niyazi-i

Mısri, Oğlanlar Şeyhi İbrahim

Efendi, Sun'ullah Gaybi ve

Haşim

Baba'nm, hatta

Rıza

Tev- fik'in

yazmış olduğu

devriyyeler devr

anlayışını

en küçük

ayrıntısına

kadar ele

alıp işlemelerinden dolayı ayrı

bir önem

taşımaktadır.

Bunlar

arasında

özellikle vahdet-i vücud

anlayışını

benimseyen

şairlerin,

bu

düşünce tarzının

da etkisiyle, en basit unsurdan

başlayarak

(maden, toprak, su,. hava, nebat, hayvan gibi) geçilen bütün devreleri, girip

çıkılan

bütün halleri (tecelli) genellikle

şahsi maceraları imiş

gibi dile getirdikleri için, ortaya sanki bütün bu olup bitenler mutlak

varlığın

dilinden

anJatılıyormuşçasına

bir durum

çıkmaktadır.

Bu yüzden mutlak bir cezbe halinde mesela Yunus Emre:

Ol kô.dir-i ki.m

feyeklı.n

lütf edici Rahman benem Kesmeyen nzlam veren cümlelere sultan benem derken,

aynı

halet-i ruhiye içinde

Eşrefoğlu

Rumi:

Sanursun

Eşrefoğluyam

ne Rümi'yem ne

İzniki

Benem ol dô.im ü baki göründüm suretô insan diyebilmektedir.

İki yüzyıl sonra yaşayan Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi de hemen hemen

aynı şekilde:

A.g.e., s. 546.

"TDVIA, c. IX. s. 251-253.

Devir Nazariyesi ve Osmanlı TasavvufJ:_c!ebiyalında Devriyyı:Ier

591

(19)

Ewel benem ahir benem bôtm benem zahir benem Hem mü'min ü tersô benem in.kar ü iman

olmuşam

Zerrôt-ı

ôlem hep benem ademde olan her demem Hem

İbrahim

Edhem benem Belh içre sultan

olnwşam

sözleriyle

aynı duyguları

dile getirmektedir

59

DevriY.Ye yazan bir

kısım şairler

ise devriyyelerinde ana rahmine

düşme anından başlayarak

dünyaya

gelişini,

ölümünü ve hatta hazan ölümden sonraki hayata ait

bazı

devreleri de içine alan bir hikaye anla-

tırlar.

Mesela Hüsni (öl.1892)

adlı

hali<

şairinin şu:

Ak süt iken

lazıl

kana

karışıp

Emr-i Hak'la

coşup

cevlana geldim

Mô-i cari gibi alap

yanşıp

Katre-i nôçizden ummana geldim

**

Dokuz ay dokuz gün

batn-ı

môderde Kudretten gözüme çekildi perde

Vaktim tamam olup ôhiri yerde

Çılap

ten donundan cihana geldim

kıt'alanyla ba_şlayan

ve "kavs-i

urfıc"u

anlatan devriyyesi bu gruba giren örneklerden biridir. Bu tür manzumelerde

şair,

ana rahmine

düşme &n.ından başlayarak insanın başına

gelecek olan maddi ve manevi

sıkıntılara

da

işaret

etmekte; dünya

hayatında

bunlardan ken - disini

korumanın yolları

ile kabir ve ahiret

hayatının

güzelliklerini

"Rıza Tevfik bir makalesinde bu durumu şöyle açıklar:" ... Sufiyye şuarası zaten nefy-i VOcud etmekten çekinmedikleri için bilhassa kimden millhem olurlan:a onun lisanından söylerler ve kendilerini o

an

için o hüviyene mütecclü görebilirler; batta vecd ü bal esnasında visilc ermek ve "Hak'la Hak olup Hak'ta nefy-i vücud etmek" davasıyla halik-ı kainat namına şiirler söylemiş olanlar pek çoktur. Mesclba

meşhur Eşref-i Rilıni bir şiirinin nihayetinde kendi hüviyetinden bahsederken:

Benem ol Eşmef-i Riımi ne Rilmi'ycm ne Iznilô Benem ol daim il baki gölündüm silreıa insan!

demişti. Böyle demek -badd-i zatında doğnı olmasa bile- zaten vahdet-i vilcud itikadının zaruri ve mantıki bir neticesidir. Devriyye nfunıyla yazılan şiirlerin cllmlesinde şairin aldığı vaziyet budur. Bunlarda şah' hep Vücud-ı Mutlak namına söz söyler ve ne gibi suretlerle dlem-i imkanda cilve-nilmün olduğunu

uzun uzadıya anlatır." ("Türkçe Manzum Mev'izelerden Birkaç NOmılne Daha", Rıza Tevfık'iıı Tekke ı•e Halk Edebiyatı ile İlgili lvfakoleleri, s. 254).

592

1 Abdullah Uçroan

Referanslar

Benzer Belgeler

 - İnsanlar arasındaki toplumsal ilişkilerin yapısını, grup olarak insan davranışlarını inceleyen bilim dalıdır.  - Toplumun içinde yaşayan

Elde edilen sonuçlardan incelenen agrega ocaklarına ilişkin agregaların granülometrik dağılımının uygun olmadığı, diğer özelliklerinin ise beton üretimi

By using the new Wired-AND Current-Mode Logic (WCML) circuit technique in CMOS technology, low- noise digital circuits can be designed, and they can be mixed with the high

Physical Layer: WATA does not specify the wireless physical layer (air interface) to be used to transport the data.. Hence, it is possible to use any type of wireless physical layer

Şekil 3.1 Taguchi kalite kontrol sistemi. Tibial komponent için tasarım parametreleri. Ansys mühendislik gerilmeleri analizi montaj tasarımı [62]... Polietilen insert

Tablo Tde de gi\rlildiigii gibi IiI' oram arttlk&lt;;a borulardaki su kaybulda azalma olmaktadlL $ekil 2'de IiI' oranlanna bagh olarak beton borularda meydana gelen su

Ancak arazi fiyatlar ı son dönemde artmış.İstanbul ’a yapılacak yeni havalimanının yakınlarında yaşayan köylüler tedirgin.. Maden ocaklar ında işçi olarak

Hem Osmanlı Hükümeti’nin hem de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin eğitim konusunda gerçekleştirmeyi düşündüğü yeniliklerden birisi de cemaat okullarında görev