• Sonuç bulunamadı

BEND EDEBİYAT DERGİSİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "BEND EDEBİYAT DERGİSİ"

Copied!
37
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

BEND EDEB İYAT DERGİSİ

İ N T E R N E T T E Y A Y I N L A N A N Ü Ç A Y L I K E D E B İ Y A T V E D Ü Ş Ü N C E D E R G İ S İ

SAYI: 1 YIL - 2021

OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI

EDİTÖR

HACI ÖNEN

(2)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ

İnternette Yayınlanan Üç Aylık Edebiyat ve Düşünce Dergisi

EDİTÖR HACI ÖNEN

SAYI: 1

YIL - 2021

OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI

(3)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

DERGİMİZİN YAZAR VE ŞAİRLERİ:

Hacı Önen

Mustafa Uğurlu Aslan

Mustafa Acar

Abdurrahman Yalçi

Roger Acun

Abdullah Yalçi

Haşim Özdaş

Üsame Bozkurt

Kutbettin Ekinci

(4)

İÇİNDEKİLER ... Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

BAŞLANGIÇ: BİR YOLA KOYULMAK ... 4

Hacı Önen ... 4

ZAMANA GÖMÜLÜ NOTLAR ... 5

Hacı Önen ... 5

ORTA ÇAĞ MUHACİRİ ... 8

Roger ACUN ... 8

ÖLÜM FANTAZİSİ ... 10

MUSTAFA ACAR ... 10

DİYARBEKİRLİ ŞAİRDEN KUR’AN’IN LAFZINI İNKAR EDENLERE REDDİYE ... 12

Mustafa Uğurlu ... 12

MAMOSTE ... 14

MUSTAFA ACAR ... 14

PENABERÊ EVÎNÊ ... 16

ROGER ACUN ... 16

ESKİMEK VE YENİDEN ESKİMEK ... 18

Üsame BOZKURT ... 18

ŞİİRSEL AŞKIN MİKRO ESTETİĞİ ... 20

Roger ACUN* ... 20

TUTSAK İNSAN ... 25

Kutbettin Ekinci ... 25

DÜŞÜNCENİN İZİNDE ... 28

Hacı Önen ... 28

MİLLİYETÇİLİK VE HAYALÎ ULUS ... 30

AHMET İRFAN DAĞLI ... 30

BABA TÂHİR-İ URYÂN (D. 937- Ö. 1010) ... 32

Hacı ÖNEN ... 32

TAKDİM: KİTAP TANITIMI ... 34

Mustafa Uğurlu ARSLAN ... 34

(5)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

BAŞLANGIÇ: BİR YOLA KOYULMAK Hacı Önen

Bir işe başlamak, eskilerin deyişiyle iptida etmek, bir yola koyulmaktır. Her şey bir başlangıçla beraber başlar. İlk adımı atmak, beraberinde bir devamlılığı da getirir. Devamlılık ise, başarı için en önemli koşuldur. Zira devam etmeyen her iş yapılmamış gibi gelir insanlara.

Yürüyüş dahi ilk adım ile başlar. İlk adımı atabilen bir çocuk gelecekte yürüyebileceğini göstermiş olur. Yürümek yani bir yola koyulmak… Her insanın sahip olmayı istediği şey gideceği bir yola sahip olmaktır. Ancak o zaman insan amaçsızlıktan kurtulabilir.

Başlamak bir amaç sahibi olduğumuzu gösterir. Zira insan bir amaç olmadan yaşamına devam ettiremez. İnsan bir yolda ancak bir amaç için yürüyebilir. Amaç, insana, insanî varoluşa neden var olduğunu ve niçin yaşadığını hatırlatır. Bu yüzden insan yaşamında bir amaçsızlık, insan için bir yok oluştur.

Biz de bu düşüncelerle 2020 yılında “BEND EDEBİYAT DERGİSİ” adlı bir dergi ile edebiyat ve düşünce alanında yeni bir başlangıç yaptık. Zaman ve şartlar gereği bu dergiyi internet üzerinden yayınlamaya karar verdik. Öncelikle dergimizde toplanan yazıları günlük yayınlayacağız. Ancak yılda iki sayı olarak dijital ortamda bir dergi şeklinde yayınlamayı planlıyoruz. Umarız bu yolculuk herkes için hayırlı olur.

(6)

ZAMANA GÖMÜLÜ NOTLAR Hacı Önen

Anlaşılan geldi zamanı

Ortaya çıktı zamana düşülen notlar Zamanı geldi demek

Kelimeleri unutulmuş şiirlerin

Bir dost ölmüş gibi etrafta mezar sessizliği Her şey başka bir iradeye bağlı sanki Savrulup duruyoruz durmadan Bir söğüt dalı gibi

Durup düşünüyorum ve diyorum Yanlış olmalı

Yanlış anlaşılmış olmalı zamansız kelimelerim

(7)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

Bir yol bir hakikat bir varlık

Galip döndüğümüz bütün yollardan

Yenilmiş olarak dönüyoruz kalabalıklar içinde Bu defa evet bu defa

Gönüllerin derin izlerinde Mecnunun sonsuz çölünde Hızır’ın yankılanan sesinde

Biz varız henüz nefes alan çınarlar gibi Zamanın dehlizlerinin içinden

Zamanın içine atılmış varlığımla Ben varım diyorum

Biliyorum sesim duyulmuyor rüyalarımda Oysa ne gürdü çocukluktan kalma bağırışlarım Ve zaman geçtikçe geçti

Anlaşılmaz kelimeler kaldı kala kala Adem’den payıma

Belki diyorum Belki ihtiyaç yoktur

Güneyli çocuğun düşünceli duruşu Belki zamanın içinde yürüyüşüm Yeterlidir anlatmaya

Aynı yıldızlara mı bakıyorum Dünyadaki tüm insanlarla Ne kadar farklıyız oysa

(8)

Ne kadar uzağız bunca yakınlığa rağmen Ve dondurdum hayallerimi

Başka bir zamana taşımak için Bir gün belki bir gün

Aşarım zamanı ve sonsuzluğu

Belki duyulur o zaman sesim uzaklardan.

2020-Sonbahar

(9)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

ORTA ÇAĞ MUHACİRİ Roger ACUN

Bir orta çağ muhaciriyim hüzün bir eşkıyadır yüzümde ezgiler bilirim aşk üstüne antik ve biraz da eflatuni

Bir orta çağ muhaciriyim gözlerim zifiri zindan kitabe kokuludur sözlerim kal u beladan beri celâliyim ve hep bu yüzden

cariyeler uzak durur benden

Bir orta çağ muhaciriyim

(10)

ve küflenmiş harf dolu hamayıllar bağrı hicr ile dağlı bir firariyim

Celâliyim

atım rüzgâr yeleli

ve ben fırtına sözlü bir süvariyim harami hançerleri döner yaramda meramıyla inleyen bir üryaniyim

Bir ortaçağ muhaciriyim al yeşil basmalarda asi bir sarıdır suretim kan kokulu toprakta bir cemredir cesedim

Celâliyim

bir orta çağ muhaciriyim ve hep bu yüzden

cariyeler uzak durur benden firariyim

ŞAİRİN “AYIN ÖTEKİ YÜZÜ”

ADLI KİTABINDAN (2006)

(11)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

ÖLÜM FANTAZİSİ MUSTAFA ACAR

Ölümün acısına tiryaki Ölümü isterim, ölümü, illakî Bir kadeh ölüm ey saki

Olsam da günah hamili bir şakî Ölüme sür beni Ya Bakî!

Ölüme vurgun bu beden Bunca hasret neden Ey ölümü var eden Usandım artık bu tenden

Ölümü armağan edemez gayrı senden Çek artık bu ağır ruhu benden

(12)

Ölüme hasret

İki dünyamı da ölüme hasr et Ey Mumît

Ölmem için bahşet acil bir nusret Ölüm gelsin de

Yemin edemez olayım artık asra Ölüm gelsin “Kable harab-ı Basra“

Kalksa da o gayb tülü

Hayat ölsün, ölüden çıksın bir ölü Ölümler yeşertsin ölünün külü Ölüm için gözlerim kan gölü İşte geliyorum

Kucağını aç ey ölüler çölü

(13)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

DİYARBEKİRLİ ŞAİRDEN KUR’AN’IN LAFZINI İNKAR EDENLERE REDDİYE

Mustafa Uğurlu

Bugünlerde Kur’an’a “Beşer Kelamıdır” diyen “herze-vekil’e” bir reddiyedir.

“Yuridune liyutfiu nurallâhi bi efvâhihim Vallâhu mutimmu nurihi velev kerihe’l kâfirun”

Nazm-ı celîli elli babdan ibâret sanmışın Cehlini arz eyleyip kendi nârında yanmışın

Her zamân u zemîne ayrı bakar âyetleri Kıt zekanla Kur’ân’ı tarih kitâbı sanmışın

“O hevâsından konuşmaz” âyetin görmez misin A’malar köyünde kendin tâcir-i mum sanmışın

Belagattan anlamaz bir zenîn-i zennun musun Lugavî ma’nâ dururken argoya bağlanmışın

(14)

Kudret-i Rabbâni'yeye iftirâdır herzele

Asrımızda kendini Kezzâb-ı kizb mi sanmışın

Tâberi kalksa inan kizbini tekzib edecek Bunca cehlinle aceb kendin Ebâ Cehl sanmışın

Üflemekle bil ki sönmez envâr-ı şems bilesin Ahmâku’l-humakâdan bir ders alıp aldanmışın

Mustafâ dur böyle itnâb eyleme bed kişiye Bunca sözden ders alıp tevbe eder mi sanmışın 06.12.2020 Diyarbekir

(15)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

MAMOSTE MUSTAFA ACAR Xweş heval in mamoste Em şagird in ew hoste

Em fêkî ne ew dar in Bav û dayik û yar in

Me b'pirtûk û lênûsan Şa dikin bi pênûsan

(16)

Bê çalaki, bê xebat Nakin ew tucar tebat

Her roj ji bo zarokan Dikolin ew dîrokan

Dertînin zaf gewheran Tov berdidin l'her deran

(17)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

PENABERÊ EVÎNÊ ROGER ACUN

Ez penaberê evînê me min taya mirinê girtîye li ber derîyê te

De were porkûrê

min tenê nehêle li dervê çavên şevê evînê bi xof in

Qey tu di xewa şêrîn de yÎ

û wek zarokekî vegerîyayî çîrokan

Ji xewa giran rabe dade agirekî Zerdeştî

(18)

kilamekê bîbêje li ser sitêrkan

Ez penaberê evînê me

kefenê min di bin çengê min deyî lê û bêhntengim bîstekê li ba min rûnê

Rûyê min ê mîna pelê payizî zêrîn li hêvîya qeramûşkeke te qerimîn

Ez penaberê evînê me tu ji min bawer nake heger li neynika ava bîrê binêr di şewqa heyvê de

Porkurê ji xewa giran rabe êdî derîyê dilê xwe veke li min ez penaberê dilê te me lê

Ji kitaba “Mehsera Evînê”

(19)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

ESKİMEK VE YENİDEN ESKİMEK Üsame BOZKURT

Adem: Bir taşıma aletinin icadından söz ediyor ada sakinlerimiz. Neymiş efendim başka diyarlara gidip nice zenginlikler elde edebilirlermiş. “Birbirimizden uzağız evladım, başımız rahat, yapmayın, etmeyin! Ulaşabilen ulaşılabilendir. Malımız, servetimiz, ırzımız pâyimal olur.” dedim, fakat ne fayda! Sözlerimi bunaklığıma verip dinlemediler bile.

***

Havva: Şimdikiler beşiklere iyiden iyiye alıştı. Hâlbuki biz öyle miydik? Anamızın ya sırtında, ya kucağında yahut ayaklarında idik. Onun gül teninin kokusundan ayrı ânımız geçmez, terinin kokusunu kendi kokumuzdan ayıramazdık. Çocuklarına dokunmadan uykunun kollarına bırakıveriyorlar şimdiki anneler. Hem bu kadar nizami hareket eden şeyden korkulur, insafsız olur.

***

Havva: Kandiller sardı her bir yanını memleketin. Gecemiz, gündüzümüz kalmadı.

Sevdiğinin gözlerini geceleri seyretmek için pencerelerinden ayın ışığını içeriye buyur edenler yok artık. Ezan ışığın kırılma vaktiydi. Şimdi değil.

***

Adem: Çin isminde bir diyardan kâğıtlar geliyormuş. Dayanıklı ve yazımı kolaymış bunların. Bilginlerde bir heyecan almış başını gitmiş. Yersiz bir iş! Taşa, kemiğe, deriye yazmak gibi olur mu? Kolay yazılan kolay yitirilmez mi? Hem zor olmazsa bir iş nâehiller

(20)

girmez mi? Bir de kağıt dedikleri şey mamul bir eşya. Hâlbuki taş öyle mi? Doğduğu haliyle alnının yazısını oraya nakşeden sizsiniz. Fakat bu sözlerim beyhude. O kâğıtlar gelir gelmez bunları yazsalar bari.

***

Adem: Ok ve mızrak denen şeylerden bahsediyor gençler. Bu benim mahvımdır. Ben ki yiğit bir pehlivanım. Uzaktan gelen vücutsuz bir alete ne edebilirim? Korkakların icadıdır bu, dedim. Şöyle bir gülüp geçtiler. İçinde kol kuvveti olmayan bu silahlar, yiğidi arkadan vurmaktır, dedim. Silahlarını beklediklerini sezdim tebessümlerinden.

***

Şeytan: “Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın”.

***

Melek: “Orada bozgunculuk yapacak ve kan dökecek birisini mi yaratacaksın?”

NOT:

Bu öykü İnsanokur Dergisinin 5. sayısında "Yar Olup Yad Olmayan" adı ile yayınlanmıştır.

(21)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

ŞİİRSEL AŞKIN MİKRO ESTETİĞİ Roger ACUN*

Ene’l-Aşk

Her şair, İnsanoğlunun çağlar boyu biricik sığınağı olan; korkunun, tutkunun, sevincin, hüznün, aşkın ve ayrılık acısının harmanlandığı, tüm insanların bağdaş kurduğu tabiat sofrasında bize renklerin, kokuların ve seslerin çağıldayışını duyurmak için bizi, alnı akıtmalı kır atların sırtında kadim zamanların atmosferine sürükler.

Sanatın Mayası Aşk

Sanatçı, kulvarında koştuğu sanat dalının malzemesiyle anlatır aşkı. Ressam, çizgilerin figüratif kompozisyonuyla yansıtır aşkını bakmayı bilen gözler görsün diye. Renklerin sevişmeleriyle kaynayan yüreğini alıp tuvale yerleştirir özenle. Heykeltıraş, taşın fazlasını atarak cansız bedenler çıkarır ortaya tüm ustalığıyla ve söz, göğsünün sedefsi düğmelerini çözmeye başlar. Şiirin elvani bahçesi günbegün yeniden tomurcuklanır. Her tomurcuk apayrı bir güzellik sunar estetik algımızın albenisine.

Aşk, dünya edebiyatında en çok işlenen temalardan biridir. Her sanatçı, kendinden önceki mirasın öz suyundan beslenerek aşk ırmağında bir maceraya atılmış; o ırmağa kendi kokusunu vererek aşkın gizemini deşifre etmeye çalışmıştır.

(22)

Aşkın Pervanesi Âşık

Ateşe yaklaşmak için can atan pervane, en coşkulu anında canını ateşe verir. Bu delilikten başka nedir? Âşık zaten delilikle itham edilir. Klasik şiir geleneğinde sevgilinin saçları bir zincir gibi aşığı zapt etmeye çalışır. Sevgilinin zülüfleriyle bağlanmak, âşık için bir tedavi sürecidir. Âşık, hareket etmesi halinde sevgilinin o değerli zülüflerini incitip sevgiliyi rahatsız edeceği korkusuyla taşkın hareketlerde bulunmaktan kaçınır.

Ünlü aşk hikâyesi Leyla ile Mecnun’da Kays, Leyla’nın aşkından delirip çöllere düşünce o denli derbederleşir ki kuşlar başına yuva yapar. Kuşların, bir insanın saçları arasında yuva yapması, o insanın herhangi bir yaşam belirtisi göstermemesi demektir. Aksi takdirde kuşlar, hareket eden bir varlığın üzerine konmaya cesaret edemez.

Deliliğin delili kendinden vazgeçmek değil midir? Bazen kendinizden sıyrılıp o oluverirsiniz, dallanıp budaklanır kahrınız. Başı dumanlı dağlarda başıboş gezinen kısrakların nal şakırtıları, isyan meşalelerini titretir göz bebeklerinizde. Baktığınız her yerde ondan bir şeyler görürsünüz. Bir yorgan yüzünün desenlerinde isminin harfleri belirir. Bir hurufî olur gözleriniz

Âşıklar, sevgililerinden aldıkları mektuplarda bile sözden ziyade bir şeyler bulmak ister:

bir iz, bir işaret ya da bir umut... Franz Kafka, Milena’ya yazdığı mektupların birinde Milena’nın “Doktor gelip beni muayene etti.” sözlerine karşılık şöyle der: “Eğer doktor sende, benden bir şeyler bulmadıysa doktorluğuna inanmam.” Bu ifadeler, Özdemir Asaf’ın “ Seni, bende; beni, sende arıyorlar.” dizelerini andırıyor.

(23)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

şiirinde seher yeli, gerçek bir postacının kimliğiyle karşımıza çıkar. Sevgili, uzağında bulunup ayrılık acısıyla kavrulan aşığına halini anlatan mektuplar yazıp seher yeline verir. Seher yeli, âşığa bu mektupları ulaştırıp âşığın inleyişlerini ve sevgiliye duyduğu derin aşkı sırtlayıp bunları sevgiliye ulaştırır.

Klasik şiirde sevgilinin parlak yüzü, güzellik açısından güneşi ve ayı kıskandıracak türdendir. Sevgili, gündüz dışarı çıkarsa güneşin; gece dışarı çıkarsa ay’ın, onun parlaklığı karşısında sönük kalacağı düşünülür. Böylece ay ve güneş, yenilgiye uğrayarak göğün arenasından çekilip sevgilinin zaferini ilan eder. Halk şiirinde de sevgilinin güzel yüzü, ay’a ve güneş’e benzetilir. Özellikle dolunay, sevgilinin yüzüdür.

Klasik şiirde sevgilinin kaşları yay, kirpikleri ok, zülüfleri yılan olarak düşünülür.

Sevgili, kirpik oklarını aşığın gönlüne nişan aldığı ve bu okları hedefe isabet ettirdiği için âşığın gönlü, delikli bir küreye dönüşür. Şair, bu delikli küreyi kafese benzettiği için sevgiliyi de bu kafesin kuşu gibi düşünür. Divan şiirindeki bu mantık, halk şiirine de geçmiş. Halk şairleri, bu mizanseni doğrudan anlatmasalar da kirpik okları, gönül kuşu, gönül kafesi, gibi metaforları sıkça kullanmışlardır.

Klasik şiirdeki sevgililer, misillemesiz ilanı aşkların havada uçuştuğu umursamaz nazeninlerdir. Âşıkların aşklarına karşılık vermedikleri gibi onlar için ağlamaları da düşünülemez Bu nedenle klasik şiirde gözü yaşlı bir sevgili imajına pek rastlanmaz.

Aşığın İmtihanı Ayrılık

Aşk sözcüğünde bir bağlanma vardır. Şairler, bu bağlanma edimini çoğunlukla “zincir”

sözcüğüyle ifade etmeyi uygun bulmuşlardır. Aşkın ve âşıkların niteliği değiştiği için bağlanmanın da niteliği değişmektedir. Ayrılık, aşk sarmaşığının köküne her an dökülecekmiş gibi duran bir baldıran zehrini andırır. Âşık, sevgiliden ayrılmayı ölümden beter görür.

Âşığın, yürekte pişirerek söylediği sözlerinde saflığın görkemi vardır. Cananına kavuşma uğruna canından vazgeçen âşık, bazen de bu uğurda birtakım güçlerle çarpışmayı göze

(24)

köz olur hem şairi hem dinleyenleri yakar. Lirizmin fırtınalı denizleri, gönül lavlarıyla mayalanır.

Aşkın fizyolojik belirtileri içinde en çok bilineni kan akışının hızlanması yani tansiyonun yükselmesidir. Bunun da nedeni kalp atışlarının hızlanmasıdır. Sevgili, görüldüğünde âşık, heyecanlandığı için sıcak kan, damarlarda delice devinir âşık, kızarır ve terler.

Sevgilinin adı anıldığında âşık, ne kadar kötü durumda olsa da aniden canlanır. Âşığın kan debisi yükselir. Kalkmak için doğrulmaya çalışan âşık, -bedeni fiziksel açıdan buna izin vermeyince- acılar içinde yığılıverir ama gönül, yâre kavuşmak için âşığa elveda deyip kızıl küheylanların sırtında yâre doğru koşmaya başlar.

Ayrılığın İncileri Gözyaşı

Aşk acısı, beraberinde gözyaşını getirir. Gözyaşı ile gönüldeki elemin nemi dışarı atılır.

Bu nem, uzun uzun aktığı için gözün alt kısmını kızıla boyar. Kan çanağına dönen gözlerden boşalan gözyaşları, kana benzetilir. Göz ağrısı deyimi de aşk acısından dolayı dökülen gözyaşlarının göze verdiği hasardan esinlenerek söylenmiştir.

Gözyaşı, âşıkların dert ortağıdır. Hüznü simgeleyen özelliğinin dışında bir de sevinci imleyen farklı bir yönü vardır. Âşık, iki sebeple gözyaşı döker: hicran kederi ve vuslat sevinci.

Âşığın ayrılık acısıyla döktüğü gözyaşları bir denizse sevinçten döktüğü gözyaşları ancak bir ırmak olur.

Doğu’nun mistisizmi beraberinde çok sayıda söylenceyi getirmiştir. Bu söylencelerin içinde vuslatsız aşkların dramatize edildiği epizotlar, efsaneleşerek halkın derin muhayyilesinde renkten renge girmiştir. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Vamık ile Azra, Tahir ile Zühre ve Mem û Zin gibi âşıklar, aşkın deşifre olmuş sembolleridir.

Gözyaşının Mürekkebi Şiir

Kadim devirlerde gözyaşı şişeleri alınırdı. Beklenen kişi gelinceye kadar dökülen

(25)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

doldurur. Gamlı gönül, aşkın coşkusuyla fokurdamaya başlayınca aynı mekânı paylaşan ruh, yani can da o kaynayan denizde yalpalayan gemi gibi oynardı.

İlk şiirler aşkla dökülür dillerden her dem. Gözyaşı ile cilalanır kelimelerin harfleri.

Cilalı harflerden “A”, “Ş”, “K” bir sırrı çözmeye çalışır tarih boyunca: Bir katre gözyaşında kaç cilt kitap vardır?

*Dicle Üniv. Sosyal Bilimler Enstitüsü Kürt Dili ve Kültürü Ana Bilim Dalı / Doktora Öğrencisi

(26)

TUTSAK İNSAN Kutbettin Ekinci

Gözkapaklarımı ancak hafif aralayabildim. Duvarda asılı duran lengeri büyüklüğünde ahşap görünümlü hakiki naylon saat on bir sıfır üçü gösteriyordu. Yıllardır sabahları kalkarken peşimi bırakmayan belimdeki ağrılar yine eşlik ediyordu zihnimdeki kramplara… Yorganı bir tekmeyle kenara çektim, zar zor doğruldum lavaboya doğru isteksiz eringen yürüdüm. Yüzüme su dökmek için elimi musluğa atarken, başımı kaldırdığımda aynadan elli bir yıllık ömür haritasının içinden zümrüt yeşili iki gözün billur parlak ışığının beni içine çektiği bir tünele girdim. Zemininde türkuaz mavisi, yanları şafak kızılı, bazı yerleri zifiri karanlık, bazı yerleri loş ıslak ve sisli, çıkış ucunda ise beyaz mor ışıkların aşağıdan yukarıya helezoni dansını seyrettiğim bir tünel… Endişenin, sevincin, aşkın, korkunun, acının, özlemin, umudun karışımından bir çözeltiyi içmiş gibiyim. Maziyle şimdinin karmaşık bütün bağlantıları, her taraftan kuşatılmış şu ana müdahale etme acizliğini yaşıyorum. Geçmişin kuşatması ve geleceğin muammasında çaresiz bir tutsak gibiyim. Beni bekleyen şey nedir diye zihnimin çektiği acıyı tadıyorum.

Kendi varoluşumuza bile karar vermediğimiz biz insanlar neye karar verir ki? İnsan neden yaşar, kimin için yaşar? Bir zindanı mı yaşıyoruz, özgür müyüz? Zekamıza,

(27)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

Kıl çadırlarda büyüyen, saçları jöleye yabancı, merhameti emziren koyundan öğrenen çocuklar…

Dostuna sarılır gibi şalvarında kaçak sigarasını usta parmaklarıyla sardığında okşayıp okşayıp biraz sonra ondan alacağı ilk nefesin hazzını bekleyen; toprağın, yağmurun, çamurun ve ıslak yoncaların adamları...

Zımparaya dönüşmüş el ayasıyla bebeğini okşayan; zarafetini, narinliğini papatyalara ve gelinciklere terk eden yirmili anneler…

Gölgenin dostluğunu güneşle; ateşin dostluğunu karla anlayan; ovanın güvensizliğinden dağların şefkatini anlayan; yüzü binlerce kez meltemle okşanmış ve binlerce kez lodostan sille yemiş haşmet yüzlü ve ruhları terbiyelenmiş yaşlılar…

Ya yıldızlara yabancı, toprağı kirli bilen metropol insanları…

Kalabalıklarla yürüyen kalabalıklarla görüşen, kalabalıklarla oturan şehrin yalnız ve kimsesiz insanları…

Makamlarına kurulmuş makinelerin, borsaların, plazaların, sistemlerin parlak suratlı obezleri; parayla dost, dostsuz; stresi mümbit, huzuru çorak; yüzüne gülünen gıyabında küfredilen, geniş çevreli dar yürekli; her gün her saat kaybetme korkusu yaşayan yalnız ve korkak patronlar…

Şehrin alımlı rengârenk ışıklarıyla raks edercesine tavus kuşunu kıskandıran giyimleriyle, kuğuların endamıyla kaldırımlarda dolaşan; topraktan yoksun envai çeşit saksılar gibi müzeyyen; bütün benliğini ince beline pamuk ellerine ve pürüzleri giderilmiş yüzüne hasreden bir bakmalık bir kokmalık gölgesiz ve meyvesiz kadınlar…

Altın kafeslerde büyük bir itinayla beslenerek ve giydirilerek yetiştirilmiş hayata hazırlıksız gençler…

Anneyi besleme ünitesi, babayı para kaynağı belleyerek yetişmiş gençler…

Akletme yeteneği körelmiş matematik zekâlı gençler…

Kendini geleceğe, geleceğini mesleğe, mesleğini paraya bağlamış bedbaht gençler…

Dili başka, esprisi başka, arkadaşlığı başka, sohbeti başka dijital dünyanın insanları…

Kimyasal zehirli bir gaz gibi şehir köy, vatan, millet, ırk, din ayırımı yapmadan sınırları

(28)

Doğanın yerleşke üsleri olan köyler de dijital dünyanın mahkumu artık…

Sur gibi direnen tarih ve kültür merkezleri bile artık yorgun ve yenik…

İnsan ister istemez Sur gibi bir mekanda doğup büyümenin bir tercih olmadığının farkında oluyor, ama bu bir şans mı bilemiyor insan….

Taşları ve ateşi seven Sur’un çocuklarından olmak bir şans mı?

Dükkânların önüne bırakılan yemek artıklarına saldıran çocuklardan olmak…

Cep kesen çocuklardan olmak…

Sur’da evsiz ve okulsuz kalmak…

Hiç biri tercih değil…

Neyse…

Yüzümü yıkayıp bir an önce Tanrı’nın nefesinin hissedildiği yere, Ulu Cami’ye, cuma namazına yetişmeliyim. Oradan yağmurun ıslattığı siyah taşların toprak kokusunu koklaya koklaya eczaneye gitmeliyim.

Beni ne bekliyor acaba?

Bekleyip görmekten başka ne çare…

02.07.2017

(29)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

DÜŞÜNCENİN İZİNDE Hacı Önen

“Düşünmek insana özgü bir hususiyettir.” diye başlarsak söze, çok alışıldık bir cümleyle başlamış oluruz. Ya da herkesin zaten bildiğini tekrarlamış oluruz. Düşünmek insana özgüdür, zira sadece insan konuşan bir canlıdır. Düşünmek esasen bir dil ile düşünmektir. Dildeki kavram ve ifadeler insana düşünme imkânını sağlar.

“İnsan niçin düşüncenin izindedir?” sorusu cevaplanabilir mi acaba? İnsanî yaşam, sürekli bir belirsizlik üzerine kuruludur adeta. İnsan için hem gelecek zaman hem insanî varlık sonsuz bir belirsizlik içindedir. Düşünme eylemi bu belirsizlik içinde ve bu belirsizlik sebebiyle ortaya çıkıyor belki de.

Aklın var oluşu, insan için düşünmenin kaçınılmaz olduğunu gösterir. Bu aynen kalbin varlığının, hissiyatı var kılması gibidir. İnsan aklî varlığını kullanarak düşünürken, adeta içine düştüğü belirsizliği silmeye uğraşır.

Sonuçta insan aklıyla içinde yaşadığı dünyaya bir düzen kazandırmak için bir uğraş verir. Bir nizam içindeki yaşamda her şey hesap edilmiştir. Nizamî yaşam içinde her şey yerli yerindedir. Sonuçta bu yaşamda belirsizliğe yer yoktur. Zira belirsizlik insanî yaşamı tedirgin eder. Buna çare olarak bir düzen içinde adeta matematiksel bir hesapla kurgulanan bir yaşam tasarlanmak istenmiştir.

Sonuçta unutulan bir durum ortaya çıkabilir. Belirsizliklerin silindiği bir dünyada insanın düşünmesine ihtiyaç kalmaz. Zira her şeyin bir düzen içinde olduğu yaşamda insanlar hiçbir şeye şaşırmaz. Böyle bir yaşamda her şeyin hesaplanabilir bir nedeni vardır.

Gerçekte insanlar ancak şaşırdıkları zaman düşünmenin ve aklını kullanmanın farkına

(30)

bildiktir artık. Oysa düşünmek şaşırmakla başlar. Çoğunlukla en çok şaşıranlar, çocuklardır.

Düşünce gücünü de en çok onlar kullanır. Bunun için olmalı ki büyük filozofların düşünceleri, daha çok bir çocukların düşüncelerine benzer. Yetişkin insanların düşüncelerine benzemez.

Zira önemli düşünürler, henüz şaşırabilmektedirler. Sonuçta onlar, henüz düşünebilmektedirler.

Sonuç olarak düşünme eylemi, bir belirsizlik içinde ve şaşırmayla başlar. Şaşırmak düşüncenin başlamasını sağlar. Belirsizlik sürekli bir düşünce eylemi içinde olayı zorunlu kılar.

Sonuçta insanın bir problemi varsa, düşünmek için bir sebebi de vardır. Düşünmemek için kendisine çareler arayanlar, kendi varlıklarını da gereksiz hale getirir. Belki de bunun için Descartes “Düşünüyorum, o halde varım.” demiştir. Zira düşünmek, insan için varoluşsal bir problemdir.

(31)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

MİLLİYETÇİLİK VE HAYALÎ ULUS AHMET İRFAN DAĞLI

Milliyetçilik modern dönemde birçok kişinin zihnini meşgul etmiş bir problemdir.

Milliyetçilik bir yönüyle insanı dar bir alana sıkıştırırken, diğer yandan herkese tatlı gelir. Bir yönüyle ıstırap verir, bir yönüyle insana cetleriyle gururlanma imkânı sunar.

Genelde milliyetçilik her toplumda gizli de olsa bir hoşnutlukla karşılanır. Aynı zaman da milliyetçilik çokça tartışılır. Bu çelişki bu kavramın neyi ifade ettiğinin açık olmamasından kaynaklanır. Aynı zamanda insanlar kendileri milliyetçilik yapınca zevk alır, başkaları onlara karşı milliyetçilik yapınca bundan gocunur.

Milliyetçilik fikri ulus kavramı üzerine bina edilir. Peki, ulus nedir? Benedict Anderson ulusu şöyle tanımlar: “Ulus hayal edilmiş bir siyasal topluluktur.” Ulus kavramında hem egemenlik hem de sınırlılıklar vardır. Yine de ulus, hayal edilmiş bir topluluktur. (Anderson, s.

20)

Ulus var olmadığı zaman hayal edilerek adeta oluşturulmak istenmiştir. Bir ulusun üyesi olduğunu ifade eden insanlar çoğu zaman tanışmayacak veya birbirleri hakkında bir şey duymayacaktır. Buna rağmen her bir üyenin zihninde ulus, bir toplum olarak hayal edilmeye devam edilir. (Anderson, s. 20)

Ulus kavramının bu belirsiz hali milliyetçilik ile ilgili fikirleri temelinden sarsar. Zira milliyetçilik, artık ulusların öz bilinçlerine uyanma süreci olmaktan uzaklaşmış olur. Zira ulus var olmadığı halde icat edilmiştir.

(32)

Bu durumda ulus kavramı yapay bir varlığa sahip olmuş olur. Bu da milliyetçiliği derinden sarsar. Zira milliyetçilik var olmayan bir ulusu yeni baştan kurma işine dönüşür.

Aynı duygulara sahip bir toplumun gerçekten var olması, bireylerin birbiri ile direkt temas etmesi ile mümkün olur. Bu durumda yüz yüze temasın geçerli olduğu ilkel köyler dışındaki bütün toplumlar hayal edilmiş sayılır. (Anderson, s. 21) Esasında bir köyde dahi insanlar birbirlerini iyi tanımaz ya da en azından aynı ruh haline sahip olmaz.

Her şeye rağmen ulus sınırlı bir yapı olarak hayal edilir. Zira ulus bir milyar insanı kapsasa dahi, başka uluslara mensup insanları kapsamaz. Ulusun sınırları vardır. Bir ulus kendisini insanların tümü ile örtüşüyor olarak hayal etmez. (Anderson, s. 21)

Ulus, kendince bir yapıya bürünürken, başka toplumları dışarıda bırakmak zorunda kalır. Dışarıda bırakılmış topluluklar çoğu zaman öteki olarak ifade edilir. Böylece artık biz ve onlar ayrımı başlar.

Ulus egemen olarak hayal edilir. Çünkü kavram aydınlanma ve devrimin ilahi olarak buyurulmuş hiyerarşik hanedanlık mülklerinin meşruiyetini aşındırmakta olduğu bir çağda doğmuştu. (Anderson, s. 21) Sonuçta ulus yoluyla bir devlet kurulması amaçlanır. Böylece ulus sahip olduğu devlet gücüyle bir egemenlik kurmayı amaçlar. Esasen çoğu zaman devletler, bir ulus kurmaya çalışır. Böylece döngü tersine döner. Böylece bazı devletler, gücünü oluşturulan ulustan almayı hayal eder.

Ulus bir topluluk, bir cemaat olarak hayal edilir, çünkü her ulus’ta fiilen geçerli olan eşitsizlik ve sömürü ilişkileri ne olursa olsun ulus daima derin ve yatay bir yoldaşlık olarak tasarlanır. (Anderson, s. 22)

İlahi inançlarda ulus esas değil, aynı inanca sahip insanların birlikteliği esastır. Söz gelimi İslam, insanlara bir ulus kurmayı teklif etmez. Farklı toplulukları farklı kavimler şeklinde tasnif eder, insanlara üstünlük hakkı vermez. Zira kimse içine doğacağı kavmi veya milleti seçemez. Farklı kavimler sadece farklı renktedirler veya farklı dilleri konuşurlar. Bu durum insanların bir arada yaşama tecrübesini kolaylaştırır

(33)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

BABA TÂHİR-İ URYÂN (D. 937- Ö. 1010) Hacı ÖNEN

Baba Tâhir-i Uryân, İran’da yaşamış ünlü bir âlim ve şairdir. Baba Tâhir-i Uryân, Tahir adını mahlas olarak şiirinde kullanmıştır. Baba ve Uryan isimleri ise, onun tasavvufî yönüne işaret eder. Uryan kelimesi, Kalenderiye tarikatına mensub kişiler için kullanılmıştır. Baba Tâhir-i Uryân, Kalenderiye tarikatına mensup bir mutasavvuftur. Baba Tâhir-i Uryân, kaynaklarda bazan Hemedânî, bazan da Lurî nisbesi ile anılmıştır.

Tarih eserlerinde Baba Tâhir-i Uryân’ın Tuğrul Beyle görüştüğü ifade edilmiştir.

Râvendî, Râhatü’s-Sudûr adlı eserinde Baba Tâhir-i Uryân’ın Tuğrul Beyle görüştüğünü şöyle aktarır:

“Duydum ki, Tuğrul Bey Hemedan şehrine yöneldiği zaman o şehirde üç evliya yaşıyordu. Bunlar, Baba Tâhir, Baba Cafer, Şeyh Hemşa adlı üç evliya idi. Bunlar, Hemedan kapısında bir dağda, Hadr olarak isimlendirilen bir yerde yaşıyordu. Sultan Tuğrul Bey, onları görünce atından indi. Askerlerinden bir bölüü yanına aldı ve yürüdü. Beraberinde veziri Ebû Nasr el-Kenderî vardı. Onların yayına geldiler ve ellerini öptüler. Baba Tâhir meczuptu ve Tuğrul Bey’e dedi ki “Ey Türk! Sen Allah’ın halkına ne yapmayı düşünüyorsun.” O da “Senin emr ettiğini yapacağım.” dedi. Baba Tâhir dedi ki, Allah’ın şu ayette yapmanı emr ettiği şeyi yap: ( ِناَسْح ِْلا َو ِلْدَعْلاِب ُرُمْأَي َ هاللّٰ َّنِا) “Muhakkak ki Allah, adaleti ve iyilik yapmayı emreder.” Sultan,

(34)

ağladı ve “evet öyle yapacağım.” dedi. Baba Tâhir, sultanın elini tuttu ve “Ahdimi kabul ediyor musun?” dedi. Sultan “evet kabul ediyorum.” dedi. Baba Tâhir, her zaman abdest aldığı ibriğinin kırılmış olan baş tarafını, onun parmağına koydu. Sonra Baba Tâhir dedi ki, “Ben âlemin mülkünü senin eline verdim, adil ol.” Sultan onu her zaman yanındaki bir muskada taşırdı. Sultan, bir savaş çıktığında onu takar ve savaşa öyle giderdi.”

Baba Tahirê Uryan’ın ne zaman doğduğu ve vefat ettiği konusunda kesin bir bilgi yoktur. Onun yaşadığı dönemle ilgili iki farklı görüş vardır.

Bir görüşe göre o, 10. Yüzyılda yaşamıştır. Baba Tâhir’in muamma niteliğindeki bir kıtasından faydalanılarak onun 937 doğduğu ileri sürülmektedir. Bu tarih, Rızâ Kulı Han’ın onun ölüm tarihi olarak verdiği 1010 tarihi ile bağdaşmaktadır.

Bir diğer görüşe göre o, 11. Yüzyılda yaşamıştır. Buna göre O, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey ile aynı çağda yaşamıştır. Sultan Tuğrul Bey, üç büyük tasaavuf büyüğünü ziyaret etmiştir.

Bunlardan biri de Baba Tahirê Uryandır. Buna göre o, 1055’te vefat etmiştir.

Baba Tahirê Uryan, şu iki eseri yazmıştır:

1-Kelimetu’l-Kisar: Bu tasavvufî bir eser olup, revaçta bir eserdir.

2-Dubeytî: Bu en önemli eseri olup, aruzla yazılmış bir eserdir.

Dubeytî eserinin dili konusunda tartışmalar vardır. Bu eserin dilini Farsça olduğu iddia edilmiştir. Ayrıca bu eserin dili bugünkü Farsçaya benzemediği için bunun eski farsça olduğu iddia edilmiştir. Oysa Dubeytî adlı eserin dili Kürtçedir. Bu eser Kürtçenin lorî lehçesi ile yazılmıştır.

(35)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

TAKDİM: KİTAP TANITIMI Mustafa Uğurlu ARSLAN

Türk edebiyatının tarihî seyri tetkik edildiğinde, belirli şehirlerde edebiyat ve sanat faaliyetlerinin icra edildiği muhitler oluşmuş ve bu edebî muhitlerde sanat faaliyetlerinin belirli hamiler etrafında teşekkül ettiği görülmüştür. Tarih boyunca özellikle İstanbul, Bursa, Erzurum ve Diyârbekir gibi şehirler edebî mahfillerin en yoğun olduğu yerler olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yedinci yüzyıldan itibaren Arap hâkimiyetine giren ve daha sonra Büyük Selçuklular, Artuklular, Eyyûbîler, Anadolu Selçukluları, İlhanlı, Timur, Akkoyunlu ve Safevî gibi çeşitli devletlerin hâkimiyeti altında kalarak farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan Diyârbekir, Anadolu’nun İslâmlaşma sürecinde önemli bir geçiş noktası olma özelliği kazanmıştır. Osmanlı devrinde ise en büyük ve en önemli eyaletlerden birinin merkezi, aynı zamanda İran’a sefer eden orduların hareket üssü olma özelliğine sahip olmuştur. Askerî, siyasî ve ekonomik açıdan münbit bir coğrafya olan Diyârbekir, edebî açıdan da Osmanlı döneminde bir kültür merkezi olma hususiyetini muhafaza etmiştir.

Özellikle dokuzuncu yüzyıldan itibaren Diyârbekir; Ahmed el- Bardahî gibi belagat âlimlerinin yanı sıra bu şehirde yaşamış devlet erkânı, din adamı, mutasavvıf, ilim erbâbı,

(36)

tüccar, esnaf ve Diyârbekir’de yaşamış serbest meslek ile uğraşan pek çok dîvân şairi yetiştirmiştir. Bu sebeple şiirin, hemen hemen sosyal hayatın her safhasına nüfuz ettiği şehir insanını Evliyâ Çelebi; “Güzel ve sayısız sevimli çocukları vardır. Gençleri güzellikte ve tatlılıkta hoş görünüşlü, peri yüzlü, ay parçası gibidirler. Şark diyârı olduğundan bölgesel şive ile belâğat üzere konuştuklarında gönlü yaralı âşıklar hayat bulur. Her davranış ve hareketleri, yürüyüş ve duruşları adamı hayran eder. Hepsi zarîf ve nükteci çocuklardır. Bu şehir doğu tarafında ve Acem’e yakın olduğundan nice yüz fasih ve beliğ şairler vardır. Çoğu Fuzȗlî ve Rȗhî-i Bağdâdî tarz kasîde söyleyen seçkin şairler vardır. Bunlardan biri ünlü Cevşenî’dir”

şeklinde tarif etmiştir. Evliyâ Çelebi’den bir asır sonra XVIII. yüzyılda- şair Âgâh zamanında Diyârbekir’de âlim ve şairleri bir araya getiren edebî topluluğun varlığı, şehri edebî faaliyetlerin icra edildiği bir merkez haline getirmiştir. Bu yüzyılda Diyârbekir, edebiyat mahfillerinin neşv ü nemâ bulduğu bir yüzyıl olmuş, Âgâh-ı Semerkandî önderliğinde Encümen-i Dâniş adı verilen edebî mahfiller; yerli ve yabancı şairlerin de dikkatlerini çekmiş, ulemâ ve şuarânın uğrayıp istifade ettikleri bir muhit olmuştur. Ali Emîrî Efendi, özellikle Şair Âgâh zamanında Diyârbekir’de çok önemli edebiyat toplantılarının yapıldığını, bu sohbetlere Ümmî, Emîrî, Hâsım, Hâmî, Hamdî, Şûrî, Fâmî, Mûcib, Lebîb, Vâlî gibi şehrin belağatta söz sahibi olan şairlerinin katıldığını, bu edebiyat sohbetlerine pek çok vilâyetten şair kimselerin iştirak ettiğini, bunların içerisinde Nâbî gibi bir devre damgasını vuran şairlerin de bulunduğunu dile getirmekte, Diyârbekir’de yapılan edebiyat musahabeleri ve müşâarelerinin birkaç yüz yıl devam ettiğini ifade etmektedir.

Diyârbekir’de bulunan klâsik medreselerde dînî ilimlerin yanı sıra pozitif ilimler de okutulmakta, ayrıca tasavvuf, hüsn-i hat, mûsıkî gibi farklı sanatlarda eğitimler verilmekteydi.

Bu sebeple edebiyatla ilgilenen kişilerin çoğu aynı zaman mûsikî-şinas, hattat, müzhip ve şair gibi sıfatlara da hâiz kimselerdi. Diyârbekirli dîvân şairlerinin bir kısmı Türkçe, Arapça ve Farsça olmak üzere üç dilde şiirler yazmışlar, bu dillerde dîvânlar teşkil etmişlerdir.

Diyârbekir’de yaşayan gayrimüslimler de dîvân edebiyatıyla ilgilenmişler başta âşıkâne olmak üzere rindâne ve şûhâne gazeller kaleme almışlardır. Bunlardan XVI. yüzyılda yaşamış olan Mesîhî aynı zamanda iyi bir hattat, XIX. yüzyılda yaşamış olan Lutfî ise, şairliği kadar münşîliği ile de tanınan gayr-i müslim şairlerdendir. Ayrıca Diyârbekir’in Şair Sırrı Hanım, İffet Hanım, Fatma Bacı gibi yetiştirmiş olduğu çok kıymetli hanım şairleri de vardır.

(37)

BEND EDEBİYAT DERGİSİ - 1. SAYI - YIL: 2021 (OCAK-ŞUBAT-MART SAYISI)

şair ve yazar, sekizinin bestekâr, altısının ressam, beşinin de hattat olduğu ifade edilmiştir. 2014 yılında İhsan Işık tarafından neşredilen “Diyarbakırlı İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar”

adlı eserinde bu sayının 1000’i aştığı ifade edilmiştir.

Yukarıda zikredilen çalışmalar tetkik edildiğinde bugüne kadar Diyârbekirli dîvân sahibi şairlerin bir arada bulunduğu müstakil bir çalışmanın yapılmadığı görülmüştür. Başta Ali Emîrî Efendi’nin Tezkire-i Şuarâ-i Âmid, Esâmi-i Şuarâ-yı Âmid adlı eserleri, Şevket Beysanoğlu’nun Diyârbekirli Fikir ve Sanat Adamları adlı eseri, Şefik Korkusuz ve İhsan Işık’ın çalışmaları şüphesiz Diyârbekirli dîvân şairlerini tanıma ve anlama hususunda önemli katkılar sağlamıştır. Bizim çalışmamızda öncelikle Diyârbekirli dîvân sahibi şairlerin biyografilerinin tek bir eserde toplanması amaçlanmıştır. Diyârbekir’de yetişen dîvân şairlerinin dîvânlarının büyük çoğunluğu elimize ulaşmış ve bu eserler ile ilgili akademik çalışmalar da incelenmiştir. Çalışmamızda dîvânı bugün elimize ulaşmayan dîvân sahibi şairlere de kaynağı belirtilerek yer verilmiştir. Ayrıca eserde zikredilen şairlerin dîvânları ile ilgili tespit edebildiğimiz akademik çalışmalar da kaynak olarak gösterilmiş ve böylece kapsamlı bir “Diyârbekirli dîvân sahibi şairler antolojisi ve kaynakçası” oluşturma gayreti içerisine girilmiştir.

Çalışmamızda, XVI. yüzyıldan başlanarak XXI. yüzyılın başlarına kadar tespit edebildiğimiz dîvân sahibi şairlerin hayatlarına, edebî şahsiyetlerine, eserlerine yer verilmiş ve şairlerin biyografilerinin sonuna şiirlerinden örnekler ilave edilmiştir. Çalışmada XVI. yüzyılda 6, XVII. yüzyılda 4, XVIII. yüzyılda 5, XIX. yüzyılda 25 ve XX. yüzyılda 7 olmak üzere toplam 47 şaire yer verilmiştir. Her şair biyografisinin müstakil kaynakçasına yer verildiği gibi eserin sonuna, ele aldığımız şairlerin eserleri ile ilgili yapılan akademik çalışmaları da ihtiva eden genel bir kaynakça ilave edilmiştir. Ayrıca yazma eser kütüphaneleri taranarak ulaşabildiğimiz Diyârbekirli dîvân sahibi şairlerin gerek müellif hattı gerekse müstensih hattı ile yazılmış olan dîvânlarına erişilmiş, bu eserlerden “örnek metinler” oluşturulmuş ve çalışmanın sonuna eklenmiştir. Bu mütevazı çalışmamızın başta Türk edebiyatı, tarihi ve irfanına katkı sağlaması en büyük temennimizdir. Bilvesile Osmanlı edebiyatına büyük katkı sunan Diyârbekirli ilim, fikir ve sanat adamlarını rahmetle anıyor, eserin neşrinde büyük katkı sağlayan Dicle Üniversitesi Proje Birimine (DÜBAP) teşekkürlerimizi arz ediyoruz.

2020 / Diyarbakır

Referanslar

Benzer Belgeler

Kitap, Proto-Moğol ve Türk İlişkileri, “Cengiz Han ve Moğollar Türk Müdür?” Sorusu Üzerine, Moğol İmparatorluğu Bürokrasisinde ve Ekonomisinde Türkler,

İstanbul Üniversitesi Kırıkkale Üniversitesi Ankara Üniversitesi Mimar Sinan Üniversitesi Necmettin Erbakan Üniversitesi İstanbul Medipol Üniversitesi Selçuk

Petrokimya endüstrisi atıksularının arıtımında yaklaşık % 49 TOK giderimi elde etmek için optimum değerler 250 mg/L TiO 2 , 0.5 mM Fe(III) konsantrasyonu ve 50

[r]

Granisetron grubunda da sistolik, diastolik ve ortala- ma kan basınçları, tüm izlem zamanlarında bazal ölçüme göre istatistiksel olarak anlamlı azaldı

通識中心與雙和醫院合辦之「臨床教學與行動學習研討會」

Cai ve ark., (2004)’te fenolik ve antioksidan maddeleri ihtiva eden 112 farklı bitkinin kansere karşı etkilerini bulmak için total antioksidan kapasitesine ve total

Mahmut İhsan ÖZGEN Marmara Üniversitesi Mehmet Emin ARAT Marmara Üniversitesi. Mehpare TİMOR