• Sonuç bulunamadı

ALLÂH A ÎMÂN ETMEK Rasûl, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti, mü minler de

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ALLÂH A ÎMÂN ETMEK Rasûl, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti, mü minler de"

Copied!
28
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

ُذوُعَنَو ُهُرِفْغَت ْسَنَو ُهُنيِعَت ْسَنَو ُهُدَمْحَن َِِّلِلّ َدْمَحْلا َّنِإ ْنِمَو َان ِسُفْنَأ ِروُر ُش ْنِم َِّلِلّاِب ْنَم ،َانِلاَمْعَأ ِتَائِِّي َس

ُهَل َيِدَاه َلاَف ْلِل ْضُي ْنَمَو ُهَل َّل ِضُم َلاَف ُ َّلِلّا ِهِدْهَي

،ُهَل َكيِر َش َلا ُهَدْحَو ُ َّلِلّا َّلاِإ َهَلِإ َلا ْنَأ ُدَه ْشَأَو

ُهُلو ُسَرَو ُهُدْبَع اًدَّمَحُم َّنَأ ُدَه ْشَأَو

: ُدْعَب اَّمَأ ...

(3)

ALLÂH’A ÎMÂN ETMEK

Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle…

Hamd, -âlemlerin Rabbi olan- Allâh’a mahsustur. O’na hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefisle- rimizin şerrinden ve amellerimizin kötülüğünden O’na sığınırız. O’nun hidâyete erdirdiğini hiç kimse saptıra- maz, saptırdığını ise hiç kimse hidâyete erdiremez.

Şehâdet ederim ki, Allâh’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki, Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem O’nun kulu ve Rasûlüdür…

Bundan sonra:

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya inanmak, îmânın şartlarının birincisi, en büyüğü ve hepsinin esasıdır.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

﴿

ٰ َمِبٰ ُلو ُسَ رلاٰ َنَم ٰ ا

ٰ هِ بَرٰ ْنِمٰ ِهْيَلِاٰ َلِزْنُاٰا

ٰ َنوُنِمْؤُمْلاَو ٰ

ٰ

ٰ ٌّ لُك

ِٰ للاِبٰ َنَم ٰ ا

ٰ

ٰ لَمَو

ٰ هِتَكِئ

ٰ هِبُتُكَو ٰ

ٰ هِلُسُرَو ٰ

ٰ هِلُسُرٰ ْنِمٍٰدَحَاَٰنْيَبُٰقِ رَفُنٰ َلَ ٰ

ٰ

﴿ ٥٨٢

﴾ ﴾

“Rasûl, Rabbinden kendisine indirilene îmân etti, mü’minler de (îmân ettiler). Her biri; Allâh’a, melekleri- ne, kitâblarına ve rasûllerine îmân ettiler ve şöyle dedi-

(4)

ler: O’nun rasûllerinden hiçbirini ayırt etmeyiz.” (Bakara:

2/285)

Ömer bin Hattâb radîyallâhu anh’dan rivâyet edildiğine göre, Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

ْ نَع

َْرَمُع ْ

ْ ن ب ْ

ْ باَّطَخلا ْ

ُْه نَعْ ُ َّللَّاْ َي ضَر ْ

،

َْلاَق ْ :

َْلاَق ْ

ْ

ُْلو ُسَر

ْ َّللَّا ْ ىَّل َص ْ

َُّْللَّا ْ

ْ ه يَلَع ْ

َْمَّل َسَو ْ :

ْ َّللَّا بْ َن م ؤُتْ نَأْناَمي لَْا «

ْ ه ر يَخْ رَدَق لا بْ َن م ؤُتَوْ ر خ لْاْ م وَي لاَوْ ه ل ُسُرَوْ ه بُتُكَوْ ه تَك ئَلاَمَو

ْ ه ر َشَو

»

ْ

“Îmân; Allâh’a, meleklerine, kitâblarına, rasûllerine, âhiret gününe ve hayırlısıyla şerlisiyle kadere inanmandır.”

[(SAHÎH HADÎS:) Müslim (8); Tirmizî (2610)…]

Allâh’a inanmak, îmânın temeli ve özü olup, asıl- ların aslıdır. Diğer bütün inançlar ona tâbidir ve bu asıl- dan kaynaklanır. Allâh Subhânehu ve Teâlâ’ya îmân, O’nun varlığına ve birliğine, kendisinden başka ibâdete layık ilâh olmadığına, isimlerinde, fiillerinde ve sıfâtla- rında eksiksiz ve mükemmel olduğuna îmân etmeyi ve bunlarda hiçbir şüphe duymamayı içerir. Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

(5)

ٍٰء ْيَشٰ ِ لُكٰ ُقِلاَخٰ َْۚوُهٰ َ لَِاٰ َه لِاٰ َلَٰ ْْۚمُكُ بَرٰ ُ للاٰ ُمُكِل ذ ﴿

﴿ٰ ٌّلي كَوٍٰء ْيَشٰ ِ لُكٰى لَعَٰوُهَوُْٰۚهوُدُبْعاَف ٢٠٥

﴾ ﴾

“İşte Rabbiniz Allâh budur. O’ndan başka ilâh yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır. Öyleyse yalnız O’na ibâdet edin. Zîrâ O, her şeye vekîldir.” (En’âm: 6/102)

Allâh’u Teâlâ’ya îmân, tevhîdin üç türünde O’na inanmayı ve gerekleriyle de amel etmeyi mecbur kılar.

Bunlar: Rubûbiyyet, Ulûhiyyet, İsim ve Sıfât Tevhîdi’dir.

RUBÛBİYYET TEVHÎDİ:

Rubûbiyyet, Allâh’u Teâlâ’nın “Rabb” ismine nis- bet edilen bir kelimedir. Rabb’lık demektir. Rabb keli- mesi lügatte: “Terbiye edici, mülk ve iktidar sâhibi, efendi, yönetici, idare edici, nimet verici ve tamâmlayıcı”

gibi mânâlara gelir. Tevhîd: “Birlemek, bir kılmak” de- mektir. Rubûbiyyet tevhîdi ise: “Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı fiillerinde birlemektir.” Nitekim İmâm İbn Ebi’l- İzz rahîmehullâh rubûbiyyet tevhîdi hakkında şöyle demiştir: “Her şeyi yaratanın Allâh olduğunu, kâinatta sıfât ve fiilleri birbirine denk iki yaratıcı olmadığını ikrar etmek buna girer.” [Şerhu’l-Akîdeti’t-Tahâviyye: 1/25.]

(6)

Allâh Subhânehu ve Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

﴿

ِٰ ِللُٰد ْمَحْلَا

ٰ مَلاَعْلاٰ ِ بَر ٰ

ٰ َني

ٰ

﴿ ٥

﴾ ﴾

“Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsustur.”

(Fatiha: 1/2)

ُٰراَ فَغْلاُٰزي زَعْلاٰاَمُهَنْيَبٰاَمَوٰ ِضْرَ ْلَاَوٰ ِتاَو م َ سلاٰ ُ بَر ﴿

﴿ ٦٦

﴾ ﴾

“Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi Azîzu’l-Gaffâr’dır (üstündür, çok bağışlayıcıdır).”

(Sad: 38/66)

ُٰهْدُبْعاَفٰ اَمُهَنْيَبٰ اَمَوٰ ِضْرَ ْلَاَوٰ ِتاَو م َ سلاٰ ُ بَر ﴿

﴿ٰ۟اًّ يِمَسُٰهَلُٰمَلْعَتٰ ْلَهٰ هِتَداَبِعِلْٰرِبَط ْصاَو ٦٢

﴾ ﴾

“(Allâh) Göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbidir. Şu halde O’na ibâdet et ve O’na ibâdette ka- rarlı ol. Hiç O’nun adaşı olan birini biliyor musun?” (Mer- yem: 19/65)

Rubûbiyyet tevhîdi, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın yaratan, yaşatan, yöneten, idare eden, hüküm veren,

(7)

işleri dengede tutan, rızık veren, dirilten ve öldüren…

olduğunu tasdîk ve ikrar etmektir. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:

ٰي فٰ َضْرَ ْلَاَوٰ ِتاَو م َ سلاٰ َقَلَخٰ ي ذَ لاٰ ُ للاٰ ُمُكَ بَرٰ َ نِا ﴿

َٰلَعٰى وَت ْساَٰ مُثٍٰماَ يَاِٰةَ تِس

ُٰهُبُلْطَيَٰراَهَ نلاٰ َلْيَ لاٰيِشْغُيٰ ِشْرَعْلاٰى

ُٰهَلٰ َلََاٰ هِرْمَاِبٰ ٍتاَرَ خَسُمَٰموُجُ نلاَوٰ َرَمَقْلاَوٰ َسْمَ شلاَوٰ اًّثي ثَح

﴿ٰ َني مَلاَعْلاٰ ُ بَرُٰ للاٰ َكَراَبَتٰ ُرْمَ ْلَاَوٰ ُقْلَخْلا ٢٥

﴾ ﴾

“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş’a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allâh’tır. İyi bilin ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allâh ne yücedir!” (Araf: 7/54)

ٰ ُكِل ْمَيٰ ْنَ مَاٰ ِضْرَ ْلَاَوٰ ِءا َم َ سلاٰ َنِمٰ ْمُكُ قُزْرَيٰ ْنَمٰ ْلُق ﴿

ُٰجِرْخُيَوٰ ِتِ يَمْلاٰ َنِمٰ َ يَحْلاٰ ُجِرْخُيٰ ْنَمَوٰ َراَصْبَ ْلَاَوٰ َعْم َ سلا

(8)

ْٰمَ ْلَاُٰرِ بَدُيٰ ْنَمَوٰ ِ يَحْلاٰ َنِمٰ َتِ يَمْلا

ٰ َلََفَاٰ ْلُقَفُْٰۚ للاَٰنوُلوُقَيَسَفٰ َر

﴿َٰنوُقَ تَت ١٢

﴾ ﴾

“De ki: ‘Kimdir sizi gökten ve yerden rızıklandıran?

Kimdir kulaklarınızı ve gözlerinizi yaratan? Kimdir ölü- den diriyi, diriden ölüyü çıkaran. Kimdir bütün işleri çekip çeviren, kâinatı yöneten. ‘Allâh!’ diyecekler. De ki:

O hâlde, Allâh’a karşı gelmekten sakınmayacak mısı- nız?” (Yunus: 10/31)

﴿ٰ ُهاَ يِاٰ َ لَِاٰاو ُدُبْعَتٰ َ لََاَٰرَمَاٰ ِ ِللٰ َ لَِاُٰمْكُحْلاٰ ِنِا ﴿ ٥٠

﴾ ﴾

“Hüküm vermek yalnızca Allâh’a aittir. O, kendi- sinden başka hiçbir şeye ibâdet etmemenizi emretmiş- tir.” (Yûsuf: 12/40)

Kâinatta Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın dilediği şey olur, dilemediği şey olmaz. Göklerde ve yerde olan her şey ve herkes O’nun yarattığı kuludur. O’nun izni olmadan hiçbir şey yapamazlar ve isteyemezler. Kâina- tın tasarrufu O’nun elindedir. O’nun hükmü ve ege- menliği altındadır. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır:

(9)

ٰ ُبِ ذَعُيٰ ِضْرَ ْلَاَوٰ ِتاَو م َ سلاٰ ُكْلُمُٰهَلَٰ للاَٰ نَاْٰمَلْعَتْٰمَلَا ﴿

ٰ َشَيٰ ْنَمِلٰ ُرِفْغَيَوٰ ُءا َشَيٰ ْنَم

ٌّٰري دَقٰ ٍء ْيَشٰ ِ لُكٰ ى لَعٰ ُ للاَوٰ ُءا

﴿ ٥٠

﴾ ﴾

“Bilmez misin ki, göklerin ve yerin mülkü tasarru- fu Allâh’a aittir. O, dilediğine azâb eder, dilediğini de bağışlar. Allâh, her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Mâide:

5/40)

Şeyh Hâfız el-Hakemî rahîmehullâh rubûbiyyet tevhîdine dair şöyle demiştir: “(Rubûbiyyet)Allâh’ın her şeyin Rabbi, mutlak sâhibi, yaratıcısı, çekip çeviricisi, on- da tasarrufta bulunanı olduğunu, egemenlikte hiçbir ortağının bulunmadığını, hiçbir kimseyi zilletten dolayı velî edinmediğini, emrini geri çevirecek ve hükmünü red edecek hiç kimsenin olmadığını, O’na karşı durabilecek bir zıttı, O’nun bir benzeri, O’nun bir adaşı bulunmadığı- nı, rubûbiyyetin ihtiva ettiği mânâlardan herhangi biri- sinde isim ve sıfâtlarının gereklerinden herhangi bir hu- susta O’nunla çekişebilecek herhangi bir kimsenin olma- dığını, kesin bir inanç ile kabul ve ikrar etmektir.” [Hâfız el- Hakemî, A’lâmu’s-Sunneti’l-Menşûra: 41.]

(10)

ULÛHİYYET TEVHÎDİ:

Ulûhiyyet: “İlâhlık” demektir. İbâdet edilerek it- aat edilen “ma’bûd” anlamındaki ilâh kelimesinden türemiştir. Tevhîd: “Birlemek, bir kılmak” demektir.

Ulûhiyyet tevhîdi ise: “Kulların kendi fiillerinde Allâh Subhânehu ve Teâlâ’yı birlemeleridir.” Yani ibâdette Allâh’u Teâlâ’yı birlemektir. Bu sebeble bu tevhîde

“tevhîd-i ibâde/ibâdet tevhîdi” de denilir. Nitekim Şey- hu’l-İslâm İbn Teymiyye rahîmehullâh şöyle demiştir:

“Ulûhiyyeti yalnızca Allâh’a ait kılma, O’ndan başkasına ibâdet etmemeyi, O’ndan başkasından hiçbir şey dile- memeyi gerekli kılar.” [İbn Teymiyye, Duâ ve Tevhîd: 60.]

İlâhımız Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

ُٰهَ نَاٰ ِهْيَلِاٰي حوُنٰ َ لَِاٰ ٍلو ُسَرٰ ْنِمٰ َكِلْبَقٰ ْنِمٰاَنْلَسْرَاٰا َمَو ﴿

﴿ٰ ِنوُدُبْعاَفٰ۬اَنَاٰ َ لَِاَٰه لِاٰ َلَ

٥٢

﴾ ﴾

“Senden önce hiçbir rasûl göndermedik ki ona:

‘Şüphesiz, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse ba- na ibâdet edin’ diye vahyetmiş olmayalım.” (Enbiya: 21/25)

Ulûhiyyet tevhîdi, Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın hak ve gerçek ilâh olduğuna, O’ndan başka ibâdeti hak eden ilâh bulunmadığına ve O’nun dışındaki tüm ilâhla-

(11)

rın bâtıl ve sahte olduğuna kesin olarak inanmaktır.

Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

ِٰهِنوُدٰ ْنِمٰ َنوُعْدَيٰ اَمٰ َ نَاَوٰ ُ قَحْلاٰ َوُهٰ َ للاٰ َ نَاِبٰ َكِل ذ ﴿

َٰوُهَٰ للاَٰ نَاَوٰ ُلِطاَبْلا

﴿ُٰ۟ري بَكْلاٰ ُ يِلَعْلا ٰ ١٠

﴾ ﴾

“Bu böyledir. Çünkü Allâh hakkın tâ kendisidir, onu bırakıp da taptıkları ise bâtıldır. Şüphesiz Allâh çok yücedir, çok büyüktür.” (Lokman: 31/30)

Ulûhiyyet tevhîdi, ibâdeti, boyun eğmeyi ve mut- lak itaati sadece O’na tahsis etmek; kim olursa olsun hiçbir kimseyi hiçbir şeyde O’na ortak etmemektir.

Namaz, oruç, zekât, hac, kurban, adak, dua, yardım istemek, sığınmak, tevekkül, korku, ümit, sevgi, tevbe ve yöneliş, saygı ve korku, huzurunda kendini küçük görme ve hüküm istemek gibi görünen ve görünmeyen hiçbir ibâdeti O’ndan başkasına yapmamaktır. Tüm ibâdet çeşitleriyle sevgi, korku ve ümitle sadece Allâh’a ibâdet etmektir.

Şeyh Hâfız el-Hakemî rahîmehullâh, ulûhiyyet tevhîdine dair şöyle demiştir: “Allâh Azze ve Celle’yi zâhirî ve bâtınî; sözlü ve amelî bütün ibâdet çeşitlerinde birlemek, kim olursa olsun Allâh’ın dışındaki tüm varlık- lar hakkında (onlara yapılacak) ibâdeti hiçbir şekilde ka-

(12)

bul etmemektir.” [Hâfız el-Hakemî, A’lâmu’s-Sunneti’l-Menşûra: 36.]

Allâh’u Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

اًّـْيَشٰ هِبٰاوُكِرْشُتٰ َلََوَٰ للاٰاوُدُبْعاَو ﴿

ٰ

﴿ ١٦

﴾ ﴾

“Allâh’a (tevhîd üzere) ibâdet edin ve ona hiçbir şeyi şirk (ortak) koşmayın.” (Nisâ: 4/36)

ٰ َياَيْحَمَوٰي ك ُسُنَوٰي ت َلََصٰ َ نِاٰ ْلُق ﴿

ٰ ِ بَرِٰ ِللٰي تاَمَمَو

﴿ٰ َني مَلاَعْلا ٢٦٥

﴾ ﴾

“De ki: Şüphesiz benim namazım da, diğer ibâdet- lerim de, yaşamım da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allâh içindir.” (Enam: 6/162)

Ulûhiyyet tevhîdi, İslâm Dîni’nin başlangıcı ve so- nudur; dışı ve içidir. Peygamberlerin ilk ve son çağrısı- dır. Bu tevhîdin teşekkülü için nebîler gönderilmiş, kitâblar indirilmiştir ve cihâd kılıçları çekilmiştir. Bu tevhîde istendiği gibi îmân edenler mü’min olarak isim- lendirilmiştir. Bu tevhîde îmân etmeyenler ise kâfir ola- rak isimlendirilmiştir. Nitekim Allâh’u Teâlâ, şöyle bu- yurmaktadır:

(13)

َٰ للاٰ اوُدُبْعاٰ ِنَاٰ ًّلَو ُسَرٰ ٍةَ مُاٰ ِ لُكٰ ي فٰ اَنْثَعَبٰ ْدَقَلَو ﴿

ٰ ْتَ قَحٰ ْنَمٰ ْمُهْنِمَوُٰ للاٰىَدَهٰ ْنَمٰ ْمُهْنِمَفٰ َْۚتوُغاَ طلاٰاوُبِنَتْجاَو

ٰ سَفٰ ُةَل َلَ َ ضلاِٰهْيَلَع

ُٰةَبِقاَعَٰناَكٰ َفْيَكٰاوُرُظْناَفٰ ِضْرَ ْلَاٰيِفٰاوُري

﴿َٰني بِ ذَكُمْلا ١٦

﴾ ﴾

“Andolsun, biz her ümmete: ‘Allâh’a kulluk edin ve tâğûttan kaçının’ diye bir rasûl gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allâh hidâyet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık (hükmü) hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da (tevhîdi) yalanlayanların sonunun ne oldu- ğunu görün.” (Nahl: 16/36)

İSİM VE SIFÂT TEVHÎDİ:

İsim: “Kur’ân ve Sünnet’te Allâh’u Teâlâ’nın zâtını ifâde etmek için kullanılan kelimedir.” Sıfât: “Kur’ân ve Sünnet’te Allâh’u Teâlâ’nın vasıflarını ifâde etmek için kullanılan kelimedir.” Tevhîd: “Birlemek, bir kılmak”

demektir.

İsim ve sıfât tevhîdi ise: “En güzel isimlerin ve en

(14)

kâmil sıfâtların Allâh’u Teâlâ’ya ait olduğunu tasdîk ede- rek, O’nu, bu isim ve sıfâtlarında birlemek” demektir.

Şeyh Hâfız el-Hakemî rahîmehullâh, isim ve sıfât tevhîdinin tanımı hakkında şöyle demiştir: “Allâh’u Teâlâ’nın Kitâb-ı Kerîm’inde kendi zâtını, Rasûlü’nün de sahîh Sünnet’te O’nu nitelendirdiği güzel isimler ile yüce sıfâtlara îmân etmek, bunları keyfiyetsiz olarak geldikleri gibi kabul etmektir.” [Hâfız el-Hakemî, A’lâmu’s-Sunneti’l-Menşûra:

45.]

Allâh Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır:

َٰني ذَ لاٰ اوُرَذَوٰۖاَهِبٰ ُهوُعْداَفٰ ى ن ْسُحْلاٰ ُءا َم ْسَ ْلَاٰ ِ ِللَو ﴿

َٰنوُلَمْعَيٰاوُناَكٰاَمَٰنْوَزْجُيَسٰ هِئا َم ْسَاٰي فَٰنوُدِحْلُي

﴿ ٢٨٠

﴾ ﴾

“En güzel isimler Allâh’ındır. O halde O’na o güzel isimleriyle dua edin. O’nun isimleri hakkında yanlış yola (ilhada) sapanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezâsına çarptırılacaklardır.” (Araf: 7/180)

ٰ ُلَثَمْلاٰ ِ ِللَوٰ ِْۚءْوَ سلاٰ ُلَثَمٰ ِةَرِخ ْلَاِبٰ َنوُنِمْؤُيٰ َلَٰ َني ذَ لِل ﴿

ُٰ۟مي كَحْلاُٰزي زَعْلاَٰوُهَوٰ ى لْعَ ْلَا

﴿ ٦٠

﴾ ﴾

(15)

“Kötü sıfâtlar âhirete inanmayanlara aittir. Mesel- i A’lâ/en yüce sıfâtlar ise Allâh’ındır. O, Azîz ve Hakîm’dir.” (Nahl: 16/60)

Allâh Azze ve Celle’nin isim ve sıfâtları, bütün kemâl sıfâtlara sâhib ve her türlü noksan sıfâtlardan beridir. O, bu özelliğiyle bütün varlıklardan ayrılır ve eşsizdir. O’nun zâtı diğer zâtlara benzemediği gibi sıfât- ları da aynı şekilde başkalarının sıfâtlarına benzemez ve de benzetilemez. Çünkü O’nun eşi, dengi ve benzeri olabilecek hiçbir varlık yoktur; hiçbir zaman olmamış ve olmayacaktır. O, yarattığı mahlûkata hiçbir yönden hiç- bir şekilde kıyâs edilemez. Allâh Tebâreke ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

ٌّْٰۚء ْيَشٰ هِلْثِمَكٰ َسْيَل ﴿

﴿ ٢٢

﴾ ﴾

“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” (Şura: 42/11)

ٌّٰدَحَاٰاًّوُفُكُٰهَلٰ ْنُكَ يْٰمَلَو ﴿

﴿ ٥

﴾ ﴾

“O’nun hiçbir dengi yoktur.” (İhlâs: 112/4)

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın, kendi zâtı hakkın- da söyledikleri ve Rasûlü’nün Âlemlerin Rabbi hakkında beyân ettikleri geldiği gibi kabul edilir ve haber verilen hiçbir sıfât inkâr edilemez.

(16)

İmâm İbn Kudâme rahîmehullâh şöyle demiştir:

“er-Rahmân’ın Kur’ân-ı Kerim’de geçen ve (Muhammed) Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem’den sahîh olarak sâbit olmuş sıfâtlarına îmân etmek, onları teslimiyetle kabul etmek, red, te’vîl, teşbih ve temsille onlara itiraz etmeyi terk etmek (her mükellefe) farzdır.” [İbn Kudâme, Lumatu’l- İtikâd: 5.]

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

ٰاًّراَنُٰهْلِخْدُيُٰهَدوُدُحٰ َ دَعَتَيَوُٰهَلو ُسَرَوَٰ للاٰ ِصْعَيٰ ْنَمَو ﴿

ٌّٰ۟ني هُمٰ ٌّباَذَعُٰهَلَوٰۖاَهي فٰاًّدِلاَخ

﴿ ٢٥

﴾ ﴾

“Kim Allâh’a ve Rasûlü’ne isyân eder ve O’nun koyduğu sınırları aşarsa, Allâh onu ebedî kalacağı ce- hennem ateşine sokar. Onun için alçaltıcı bir azâb var- dır.” (Nisa: 4/14)

İsim ve sıfâtlar tevkifi yani vahye dayalı olup, aklın hiçbir dâhili yoktur. Nitekim Hüccetu’l-İslâm Abdulkâhir el-Bağdâdî rahîmehullâh, Allâh’u Teâlâ’nın isimleri hak- kında şöyle demiştir: “Ehl-i Sünnet, şu hususta icmâ et- miştir: Allâh’u Teâlâ’nın isimlerini tesbit etmenin yolu ya Kur’ân’dır ya sahîh Sünnet’tir. Ya da ümmetin bu konu- daki icmâsıdır. O’na kıyâs yoluyla bir isim itlak etmek doğru değildir.” [el-Fark Beyne’l-Fırâk: 265.]

(17)

Bu isim ve sıfâtların mânâları bilinmekle birlikte keyfiyetleri ve hakîkatleri yaratılmış olanlar için gaybtir.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

ٰاًّمْلِعٰ هِبَٰنوُطي حُيٰ َلََو ﴿

﴿ ٢٢٠

﴾ ﴾

“Bilgice Allâh’ı kavrayamazlar. “ (Taha: 20/110)

َٰر َصَبْلاَوٰ َع ْم َ سلاٰ َ نِاٰ ٌّمْلِعٰ هِبٰ َكَلٰ َسْيَلٰاَمٰ ُفْقَتٰ َلََو ﴿

ٰ ًّلَُُ۫ؤ ْسَمُٰهْنَعَٰناَكٰ َكِئ ل۬وُاٰ ُ لُكَٰدا ؤُفْلاَو

﴿ ١٦

﴾ ﴾

“Hakkında kesin bilgi sâhibi olmadığın şeyin peşi- ne düşme. Çünkü kulak, göz ve kalb, bunların hepsi on- dan sorumludur.” (İsrâ: 17/36)

İmâm Ebû Süleymân el-Hattâbî rahîmehullâh şöy- le demiştir: “Allâh’u Teâlâ’yı kabul etmek demek, O’nun keyfiyetini değil, varlığını kabul etmek olunca, sıfâtlarını kabul etmekte bunların keyfiyetlerini belirlemek değil, varlıklarını kabul etmek anlamına gelir.” [Zehebî, el-Erbeîn fî Sıfâti Rabbi’l-Âlemîn: 93.]

Şeyhu’l-İslâm İbn Teymiyye rahîmehullâh ise şöy- le demiştir: “Sıfâtlar konusundaki tevhîde gelince, bu konuda tâkib edilmesi gereken esas şudur: Allâh’ın bizzat kendisi ve Rasûlleri’nin gerek isbât ve gerekse nefyetme

(18)

açısından vasıflandırdıkları şeylerle vasıflandırılmasıdır.

Kendisinin, kendisi hakkında isbât ettiğinin kabul edil- mesi ve nefyettiğinin de red edilmesidir. Şu bir vakıadır ki, ümmetin selefi ve imâmlarının yolu, tekyif (keyfiyet- lendirme), temsîl (benzetme), tahrif (değiştirme) ve ta’til (işlevsizleştirme) olmaksızın Allâh’ın kendisi hak- kında isbât ettiği (bildirdiği) sıfâtları isbât etmektir.” [İbn Teymiyye, Mecmûu’l-Fetâvâ: 3/3.]

Bu sebeble Allâh Azze ve Celle’yi Kur’ân ve Sün- net’te geçen sıfâtlarıyla tanımak ve bu isim ve sıfâtları sınırlandırmamak esastır. Hepsine hiçbir tahrif yani bozma ve çarpıtma, hiçbir ta’til yani işlevsiz kılma, hiç- bir tekyif yani keyfiyet izafe etme, hiçbir temsil yani denk ve benzer tanıma olmaksızın îmân edilir.

Allâh Azze ve Celle’nin Kur’ân ve Sünnet’te bildiri- len tüm isimlerine îmân etmek farzdır. O’nun kendisin- den başka ilâh bulunmayan ُدَحَلأَا el-Ahad olduğuna, daimi bir hayat sâhibi يَحْلَا el-Hayy olduğuna, kendisin- den önce hiçbir şeyin var olmadığı ُلَّوَلأَا el-Evvel oldu- ğuna, hiç yok olmayacak يقَابْلَا el-Bâkî olduğuna, kendi- sinden sonra hiçbir şeyin bulunmayacağı ُر ِخلآا el-Âhir olduğuna, hiç bir şeye ihtiyaç duymayan ُدَم َّصلَا es- Samed olduğuna, eksik ve noksanlardan uzak ُسو دُقْلَا el- Kuddûs olduğuna, zâtında, sıfâtlarında ve fiillerinde

(19)

mükemmel olan es-Selâm ُمَلا َّسلَا olduğuna, tüm mahlûkatı kuşatan ُطي ِحُمْلَا el-Muhît olduğuna, her şeyi hakkıyla gören ُري ِصَبْلَا el-Basîr olduğuna, her şeyi hakkıy- la işiten ُعيِم َّسلَا es-Semî’ olduğuna, her şeyden haberdar ُريِبَخْلَا el-Habîr olduğuna, her şeyi hakîkatiyle bilen ُميِلَعْلَا el-Alîm olduğuna, dilediğini dilediği zaman yapmaya gücü bulunan ُريِدَقْلَا el-Kadîr olduğuna, her istediğine gâlib olan ُرِهاَقْل el-Kâhir olduğuna, dilediğini zorla yap- َا tırtan ُرَّابَجْلَا el-Cebbâr olduğuna, gücünü her daim koru- yan ve yok olmayan ُمو يَقْلَا el-Kayyûm olduğuna, kuvveti sonsuz, mağlup edilemeyen ُزيِزَعْلَا el-Aziz olduğuna, kendisinden başka yaratıcı olmayan ُقِلاَخْلَا el-Hâlık oldu- ğuna, yerleri ve gökleri ve de ikisi arasındakileri emsal- siz olarak yaratan ُعيِدَبْلَا el-Bedî’ olduğuna, mahlûkatın mutlak hükümdarı ُكِلَمْلَا el-Melik olduğuna, tek hük- metme yetkisine sâhib ُميِكَحْلَا el-Hakîm olduğuna, mut- lak adalet sâhibi ُل ْدَعْلَا el-Adl olduğuna, tesbih ve tenzih edilen, âcizlik ve eksikliklerden uzak olan es-Subbûh ُحو ب سلَا olduğuna, azâmet ve ikrâm sâhibi olan َو ِلَلاَجْلا وَذ ِماَرْكِلإْا Zu’l-Celâli ve’l-İkrâm olduğuna, hamd edilmeyi hak eden ُديِمَحْلَا el-Hamîd olduğuna, kullarına sevgi ve

(20)

şefkat, merhamet, lütuf ve rahmet sâhibi olan ُنٰمْحَّرلَا er- Rahmân ve ُميِحَّرلَا er-Rahîm olduğuna, mahlûkatın ihti- yaç duyduğu şeyleri onlara bol ve geniş olarak veren ُقَّزاَّرلَا er-Rezzâk olduğuna, kullarının tevbelerini kabul eden ُبَّاوَّتلَا et-Tevvâb olduğuna, yücelik ve azamette kendisine karşı çıkan azgın varlıkların bellerini kırıp güç- lerini yok eden ُرِِّبَكَتُمْلَا el-Mutekebbir olduğuna, hesabı en çabuk gören ِبا َس ِحْلا ُعيِر َس Serîhu’l-Hisâb olduğuna, zâlimlerden ve tâğûtlardan intikam alan ِماَقِتْنِلإْا وُذ Zû’l- İntikâm olduğuna, hak edenlere şiddetli şekilde azâb eden ِبَاقِعْلا ُديِد َش Şedîdu’l-İkâb olduğuna îmân etmek farz olduğu gibi Kur’ân ve Sünnet’te geçen diğer isim- lerine de îmân etmek farz olup, îmânın bir gereğidir.

Allâh Subhânehu ve Teâlâ’nın hayat, evvel, âhir, ilim, semi, basar, kudret ve kelâm gibi sıfâtlarına îmân etmek farz olduğu gibi, uluvv, istiva, nüzul, nefs, yed, vech, ayn, gazâb ve rıza gibi keyfiyetsiz sıfâtlarına da îmân etmek farzdır.

İmâm İbn Abdilberr rahîmehullâh, şöyle demiştir:

“Ehl-i Sünnet, Kitâb ve Sünnet’te geçen sıfâtları kabul etmek ve onları mecâzî anlamları ile değil de hakîkat an- lamlarına göre kabul etmek hususunda icmâ halindedir.”

[Zehebî, el-Uluvv: 250 (573) ]

(21)

İmâm Şafiî rahîmehullâh ise şöyle demiştir:

“Allâh’u Teâlâ’nın Kitâbı’nda geçen ve Rasûlü’nün üm- metine haber verdiği bir takım isimleri ve sıfâtları vardır.

Kendisine bu sıfâtların Kur’ân-ı Kerîm’de yer aldığı konu- sunda delîl ulaşan ve Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sel- lem’den sahîh rivâyetlerden haberdar olan hiçbir kimse- nin onlara muhâlefet etmesi câiz olmaz. Bir kimse kendi- sine delîl ulaştıktan sonra onlara muhâlefet ederse kâfir olur.” [el-Humeyyis, Usûlu’d-Dîn İnde’l-İmâm Ebî Hanîfe: 36.]

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, şöyle buyurmaktadır:

﴿

ُٰ للَا

ٰ َلَٰ

ٰ لِاٰ

َْٰۚوُهٰ َ لَِاَٰه

ُْٰۚموُ يَقْلاٰ ُ يَحْلَا ٰ

ٰ

﴿ ٥٢٢

﴾ ﴾

  “Allâh, (o Allâh’dır ki) O’ndan başka ilâh yoktur.

O, Hayy’dır, Kayyûm’dur.” (Bakara: 2/255)

ٍٰء ْيَشٰ ِ لُكِبَٰوُهَوُْٰۚنِطاَبْلاَوُٰرِهاَ ظلاَوُٰرِخ ْلَاَوُٰلَ وَ ْلَاَٰوُه ﴿

﴿ٌّٰمي لَع ١

﴾ ﴾

“O, Evvel ve Âhirdir. Zâhir ve Bâtın’dır. O, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Hadîd: 57/3)

(22)

﴿ٌّٰمي لَعٍٰء ْيَشٰ ِ لُكِبَٰ للاَٰ نِا ﴿ ٢٢٢

﴾ ﴾

“Muhakkak ki Allâh, her şeyi çok iyi bilendir.”

(Tevbe: 9/115)

﴿ُٰري صَبْلاُٰعي م َ سلاَٰوُهَوٌّْٰۚء ْيَشٰ هِلْثِمَكٰ َسْيَل ﴿ ٢٢

﴾ ﴾

“O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. Semî’dir, Basîr’dir.” (Şura: 42/11)

ٰ ذَ لاٰ َكَراَبَت ﴿

ِٰهِدَيِبٰي

ٰ ُكْلُمْلا

ٰ

ٰ لَعٰ َوُهَو

ٰ دَقٰ ٍء ْيَشٰ ِ لُكٰى

ٰ ٌّري

ٰ

﴿٢

﴾ ﴾

“(Bütün) Mülk elinde bulunan Allâh ne yücedir. O, her şeye hakkıyla kadirdir.” (Mülk: 67/1)

ٰى تَحٰ ُهْرِجَاَفٰ َكَراَجَت ْساٰ َني كِرْشُمْلاٰ َنِمٰ ٌّدَحَاٰ ْنِاَو ﴿

﴿ِ للاَٰم َلََكَٰعَم ْسَي ٦

﴾ ﴾

“Eğer müşriklerden biri, senden ‘emân isterse’, ona emân ver; ta ki Allâh’ın kelâmını dinlemiş olsun.”

(Tevbe: 9/6)

(23)

﴿ٰى وَت ْساٰ ِشْرَعْلاٰىَلَعُٰن مْحَ رلَا ﴿ ٢

﴾ ﴾

“Rahman Arş’a istiva etti.” (Taha: 20/5)

ٰ ْمُكُ بَرٰ َبَتَك ﴿

﴿ٰ َةَمْحَ رلاِٰه ِسْفَنٰى لَع ٢٥

﴾ ﴾

“Rabbiniz kendi nefsi üzerine rahmeti yazdı.”

(Enam: 6/54)

ٰ َ يَدَيِبٰ ُتْقَلَخٰاَمِلَٰدُج ْسَتْٰنَاٰ َكَعَنَمٰاَمٰ ُسي لْبِاٰا َيَٰلاَق ﴿

﴿ ٥٢

﴾ ﴾

“(Allâh) Dedi ki: Ey İblis, iki elimle yarattığıma (Âdem’e) seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (Sad:

38/75)

﴿ِْٰۚماَرْكِ ْلَاَوٰ ِل َلََجْلاٰوُذٰ َكِ بَرُٰهْجَوٰى قْبَيَو ﴿ ٥٥

﴾ ﴾

“Ancak celâl ve ikrâm sâhibi Rabbinin yüzü bâkî kalacaktır.” (Rahman: 55/27)

(24)

﴿َٰرِفُكَٰناَكٰ ْنَمِلًّٰءا َزَجْٰۚاَنِنُيْعَاِبٰي رْجَت ﴿ ٢٥

﴾ ﴾

“Gözlerimizin önünde akıp gitmekteydi. (Kendisi ve getirdikleri) İnkâr edilmiş olana (Nûh’a) bir mükâfat olmak üzere.” (Kamer: 54/14)

ٰاو ُضَرَوْٰمُهْنَعُٰ للاٰ َي ِضَر ﴿

﴿ٰ ُهْنَع ٨

﴾ ﴾

ٰ

“Allâh onlardan râzı olmuş, onlarda Allâh’tan râzı olmuşlardır.” (Beyyine: 98/8)

َٰنِمٰ ٍب َضَغِبُُٰ۫ؤا َبَوُٰةَنَك ْسَمْلاَوُٰةَ لِ ذلاُٰمِهْيَلَعٰ ْتَبِرُضَو ﴿

َٰوٰ ِ للاٰ ِتاَي اِبٰ َنوُرُفْكَ يٰ اوُناَكٰ ْمُهَ نَاِبٰ َكِل ذٰ ِ للا

َٰن يِبَ نلاٰ َنوُلُتْقَي

﴿َٰ۟نوُدَتْعَيٰاوُناَكَوٰاْو َصَعٰاَمِبٰ َكِل ذٰ ِ قَحْلاِٰرْيَغِب ٦٢

﴾ ﴾

“Onların üzerine horluk ve yoksulluk (damgası) vuruldu ve Allâh’tan bir gazâba uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allâh’ın âyetlerini inkâr etmelerinden ve (gönderilen) nebîleri haksız yere öldürmelerindendi. (Yine) Bu, isyân etmelerinden ve sınırı çiğnemelerindendi.” (Bakara: 2/61)

(25)

Allâh Subhânehu ve Teâlâ, kendi zâtına yakışır bir şekilde daim hayat sâhibidir. Tüm hayatlar, yaşamları için O’na muhtaçtır. O, evveldir, varlığının başlangıcı yoktur; âhirdir, varlığının sonu yoktur. Öncelerde ve sonralarda meydana gelenleri, gizli ve açık gerçekle- şenleri, sesle ve fiille olanları yani her bir şeyi en ince ayrıntısına kadar bilmektedir. İşitmektedir ve görmek- tedir.

Dilediğini dilediği an yapmaya ve yaptırmaya gü- cü yetendir. Mahlûkata ait olan fiillerin tamâmını O ya- ratmış ve yaratmaktadır. Hiçbir güç O’ndan müstağni değildir. O, dilediğiyle dilediği şekilde konuşandır.

Kelâmı mahlûk yani yaratılmış değildir. İndirdiği tüm kitâblar, O’nun kelâmı olup, beşer sözü değildir. O’nun kelimelerinin nihâyeti yoktur. Denizler mürekkeb, ağaç- lar da kalem olsa, O’nun kelimelerini yazmakla bitire- mezler.

O, zâtı ve sıfâtları itibariyle mahlûkatından yüce ve münezzehtir. Tamâmının üstünde; güç ve kudret sâhibidir. Hiçbir mahlûkatına ihtiyacı yoktur. Hiçbir şey O’nu sınırlandıramaz ve ihâta edemez. O, Arşına istivâ etmiştir. Arş da ve başkaları da var olmak için O’na muhtaçtır. Dilediği şekilde dünyâ semâsına nüzul eder.

O, kendi nefsini övdüğü gibi ihtiyaçsız olandır. O’nun bildirdiği üzere keyfiyeti bizler için meçhul olan yed, vech ve ayn gibi sıfâtları vardır. O, kâfirlere ve mücrim-

(26)

lere gazâb eder. Onlardan ve yaptıklarından râzı olmaz.

Mü’minlerden ve yaptıkları güzel amellerden râzı ve hoşnut olur.

ُد ْمَحْلاَو َِّلِلّ

ِِّبَر َنيِمَلاَعْلا ىَّل َصَو ،

َُّلِلّا ىَلَع ِهِقْلَخ ِرْيَخ دَّمَحُم

ىَلَعَو ِهِلآ ِهِب ْح َصَو َمَّل َسَو

.

Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur.

Salât ve selâm yaratılmışların en hayırlısı Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellem’in, âlinin ve ashabının üzeri- ne olsun.

(27)
(28)

“Îmân; Allâh’a, meleklerine, kitâblarına, rasûllerine, âhiret gününe ve hayırlısıyla şerlisiyle kadere inanmandır.”

[(SAHÎH HADÎS:) Müslim (8); Tirmizî (2610)…]

Referanslar

Benzer Belgeler

Kültürel mirası tanımlayan değerleri belirlerken en başında, bu miras unsuru ile ilişkili bütün toplulukların kendi değerlerinin ve görüşlerinin alınması,

Üçüncü şartımızın anlamı şudur; Yani kelime-i tevhidi söyleyen kimse; diliyle ve kalbiyle bu kelimenin gerekli kıldığı her şeyi, her haberi, Allah ve

Rasûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem’e ait olan ikinci şefaat, cennet ehlinin cennete girebilmesi için olan şefaattir. Üçüncü şefaat, günahları ile

a) Sendika! çalışmaları ilgilendiren her türlü mevzuatla ilgili bilgi, belge ve yayınları toplar, düzenler ve değişiklikleri takip eder, Sendika Yönetim Kuruluna sunar

Yoksa onlar Allâh'a birtakım ortaklar mı koştular ki, onlar O'nun yaratması gibi yaratmışlardır da, bu yüzden (Allâh-u Te'âlâ'nın ve onların) yaratma(ları)

Eğer bi- lirseniz, şüphesiz Allah katında olan sizin için daha hayırlı- 96.. Sizin yanınızdaki tükenir, Allah katında olan

Bu taklîdciler, hükmde hatâ etmesi veyâ bilmemesi câiz olan kimselerin sözü ile amel edip de, hatâdan berî olan Peygamberin hadîsini terk etmekle, müctehidleri taklîdden

Allah bizim kutsal olmamızı ister, bu da doğal olarak bizi çevremizdeki pek çok kişinin günahlı faaliyetlerinden ayırır?. Kutsanmak bilhassa Allah’a hizmet için