••
••BUYUK
• •
MECiDiYE
CAMİİ VE ••
ORTAK OY
KUUEYTTÜAK
e
KUUEYTTÜAKKuveyt Türk Katılım Bankası Kültür Yayınları Dizisi: 4
"BÜYÜK MEClDIYE CAMll VE ORTAKÖY"
EDİTÖR Mehmet Baha Tanınan YAYIN KURULU Yrd. Doç. Dr. Gözde Çelik
Prof. h.c. M. Uğur Derman Prof. Dr. Ahmet Ersen Cengiz Göncü
Dr. M. Çağhan Keskin Serap Timaş Koçak Dr. Sevgi Parlak Prof. Dr. Turgut Saner Prof. Dr. M. Baha Tanınan
Ferhan Tekin.mirza
PROJE KOORDİNATÖRÜ Hasan Yılmaz
KURUMSAL ILETlŞL\11 Gökhan Şengül
Esra Hebil
KiTAP TASARIM Abdüsselam Ferşatoğlu FOTOÔRAF Cihat Htdır
SON OKUMA Dr. Mustafa Demiray YAPIM Fotografika Ltd. Şti.
Selami Ali Mh. Vakıl Sk. No: 2/2 D.7 34664 Tel: +90 (216) 201 10 94 Üsküdar lstanbul
BASKI ve ClL T Pasifik Ofset
Cihangir Mah. Güvercin Cad. No:3/1 Baha iş Mrk. A Blok 34310 Ha.ramidere / lstanbul
ISBN 978-605-63459-2-0.
BASKI YERi ve YILI İstanbul 2014
. '"
Copyright © Her hakkı mahfuzdur.
Tüın yayın haklan Kuveyt Türk Katılım Bankası'na aittir.
Tanının amacıyla yapılacak kısa alıntılar harıç, yayıncının izni olmaksızın tümüyle veya kısmen, hiçbir yolla ve hiçbir ortamda yayınlanamaz ve çoğalnlaaıaz.
KUVEYT TÜRK KATILIM BANKASI A.Ş.
Büyükdere Cad. No: 129/1 34394 Esentepe I lST ANBUL Tel.: +90 (212) 354 11 11
www.kuveytturk.com.tr
B
oğaziçi'nin kültür ve sanatımızdaki önemli yeri, özellikle de "İs
tanbullu" kimliğinin oluşumun
daki etkisi inkar edilemez.
Boğaz bana daima zevkimizin, duygumuzun büyük düğümlerinden
biri gibi gelmiştir. Ôyle ki onun bizde
külçe/eşmiş manasını çözdüğümüz
zaman büyük hakikatlerimizden birini bulacağız sanmışımdır.·
Türklerin Boğaziçi'ne yerleştikleri Os-
manlı dönemindeki gelişmelere değinme
den önce, anayurtlarındaki kara iklimi- nin şekillendirdiği kültür kimliğinden üç
tarafı denizlerle çevrili Anadolu'da edi- necekleri yeni bir kimliğe geçişlerine göz atmak yerinde olacaktır.
Türkler, lç Asya'dan Batı'ya doğru aşa
ma aşama gerçekleştirdikleri göçleri sonunda, Malazgirt zaferini müteakip
yerleştikleri Anadolu'da ilk kez denizle
tanıştılar. Anadolu Selçuklu Devleti, her ne kadar Karadeniz ve Akdeniz kıyıla
rını kısmen egemenliği altında tutabil-
miş, özellikle "altın çağını" yaşadığı 1.
Alaeddin Keykubad'ın saltanatı sırasında
(1220-1237) Alanya'da bir tersane inşa
OSMANLI DÖNEMİ BOGAZİÇİ UYGARLIGI
edilmiş olsa da, bu dönemde Türklerin Akdeniz ve Karadeniz'de kalıcı ve etkili bir varlık gösterdikleri söylenemez. Esa- sen Haçlı Seferleri ve Moğol-İlhanlı isti-
lası gibi iki felaketi göğüslemiş olan Ana- dolu Selçukluları bu istikrarsız ortamda ancak Orta Anadolu'da kök salabilmiş
ve bu yörede kısa zamanda kendilerine has bir kültür ortamı yaratabilmişlerdi.
Selçukluların tlhanlılara yenildiği Köse-
dağ Meydan Savaşı (1243) ile başlayan Moğol baskısı Anadolu'daki göçebe ve
yarı göçebe Türkmen topluluklarını, nis- peten daha özgür yaşayacakları Batı Ana- dolu kıyılarına doğru sevk etmiştir. Sel-
çukluların daha önce kalıcı bir egemenlik
kuramadıkları kıyı şeridinde, 14. yüzyıl
da, başlangıçta yarı bağımsız, 1335'te 11-
hanlı Devleti'nin çökmesi üzerine de tam
bağımsız beylikler ortaya çıkar. Bunlar kuzeyden güneye doğru Osmanlı, Kare-
sioğlu, Saruhanoğlu, Menteşeoğlu ve Te-
keoğlu beylikleridir. İşte Türklerin tarih- te denizi ciddi anlamda ilk keşfetmeleri
bu dönemde gerçekleşmiş, söz konusu beylikler kurdukları donanmalarla Ege Denizi'nde ve Akdeniz'de savaşmışlar, adaları ve Yunanistan kıyılarını vurmuş-
OSMANLI DÖNEMi BOGAzlÇI UYGARLJQI 15
R1 ll. Mehmed (Fatih)
_ f
~
16 .______ BÜYÜK MEClDM:CAMİi
VE ORTAKÖYlar, ayrıca Venedikliler ve Cenevizlilerle deniz ticaretini başlatmışlardır.
Bütün bu gelişmelere rağmen Beylikler döneminde Türklerin denizle içli dışlı
bir hayat tarzı yaratabildiklerini söyle- mek zordur. Nitekim bu çağda Türkler- le meskun kıyı şehirleri sayıca sınırlıdır.
Antik Miletos'un kalıntıları üzerinde yer alan ve 15. yüzyı 1 başlarında Menteşeoğ
lu Beyliği'nin merkezi olan Balat, Latmos Körfezi Büyük Menderes'in alüvyonla-
nyla bataklığa dönüştüğü için denizden
kopmuş, açıkta demirleyen gemilerdeki mallar şehrin limanlarına nehir üzerin- den sallarla ulaştırılır olmuştu.• Aynı du- rum Küçük Menderes'in doldurduğu Ko- ressos Körfezi kıyısında, antik Efesos'un
sınırında, Aydınoğlu Beyliği'nin merkezi Ayasluk (bugünkü Selçuk) için de geçer- lidir. Saruhanoğlu, Karesioğlu ve Os-
manlı başkentleri olan Manisa, Balıkesir
ve Bursa ise zaten kıyı kentleri değildi.
Tekeoğlu Beyliği'nin merkezi Antalya'da da mahallelerin surlarla kuşatılarak de- nizden soyutlandığını biliyoruz. Esasen bu dönemde, Rodos'a ve Oniki Adalar'a egemen olan Saint Jean Şövalyeleri ile
Kıbrıs'ta hüküm süren Lusignanların
güçlü donanmalarıyla gövde gösterdikle- ri Anadolu kıyılarında şehir kurmak hiç de akıllıca bir girişim olmazdı. Kaldı ki göçebe kültüründen yerleşik düzene, ka- rasal iklim koşullarından Akdeniz ikli- minin koşullarına geçiş sürecini yaşayan
bir toplumun yalılarla donatılmış bir şe
hir hayatı yaratabilmesi de pek mümkün
değildi.
Türklerin denizle tam anlamıyla barışık
bir hayat tarzını ve bunun sahnesi olan
mekanları yaratması için lstanbul'un fethini izleyen Osmanlı yüzyıllarını
beklemek gerekecektir. Gerçekten de
Boğaziçi'nin kendine has coğrafyasının biçimlendirdiği yaşama kültürü ve bunun mimariye yansıması olan yalılar Osmanlı
döneminin ürünüdür. Bu, Bizans döne- minde Boğaziçi'nin tamamen terk edilmiş olduğu anlamına gelmez. Nitekim Bizans Devleti'nin güçlü ve Karadeniz'e egemen
olduğu erken dönemlerde Boğaz kıyıların
da bazı sarayların var olduğu bilinmek- tedir. Vaniköy ile Göksu Vadisi arasın
da olduğu tahmin edilen Brokhroi (veya Prookhtoi) mevkiinde 1. lustinianos'un (527-565) yaptırdığı saray, "Sophianai
Limanı" olarak anılan Çengelköy'de II.
lustinos'un (565-578) karısı Sophia için
inşa ettirdiği, 568'de yapımına başlanan
saray ve İmparator VI. Leon (886-912) ile gözdesi Zoe'nin arada kullandıkları,
muhtemelen Orraköy'de yer alan Dami- anu Sarayı bunlardandır.
Mamafih muhtemelen güvenlik kaygısı,
Bizans'ta hüküm süren hanedanların ve çevrelerinde oluşan aristokrasinin, sur
dışındaki yazlık sarayları ve av köşkleri
için çoğunlukla Çekmece gölleri çevresini ve Kadıköy-Gebze hattını tercih etmele- rine neden olmuştu. Özellikle 1204'te Latinlerin Konstantinopolis'i istilasından
sonra bir daha eski gücüne kavuşamayan Bizans'ın son döneminde Boğaziçi -tıp
kı Adalar
gibi-
daha çokiskana
elverişli koylarda yer alan mütevazı balıkçı köy-!erine ve yamaçlarda yer alan manastır
komplekslerine ev sahipliği yapmıştı.
Boğaziçi Bizans zamanında yoktu.
Gerçi Boğaziçı 'nin iki sahilinde tektük köyler ve bazı kiliseler görülürdü. Ancak o zamanki haliyle bugünkü Çanakkale Boğazı'mızı andırır gibi ıssızdı. Boğaziçi, fetihten sonra iki sahil boyunca, Kavaklar'a kadar imtidiid edew köylerle, yalnız
kendine benzer bir mamure oldu.
Boğaziçi doğrudan doğruya Türklerin eseridir.
Boğaziçi lstanbul'un fethini müteakip
"sultani konuklarını" ağırlamaya baş
lar. II. Mehmed (Fatih) (1451-1481) Rl),
"hadaik-i hümayun" olarak anılan salta- nat bahçelerinden Tokat Bahçesi'ni tesis ederek Osmanlı hanedanının Boğaziçi'ne göstereceği itibarın kapısını açmış oluyor- du. Fatih döneminden itibaren padişahla
rın, devlet ve ilmiye ricalinin Boğaziçi'ne
gösterdikleri ilgi giderek artacak, 16. ve 17. yüzyıllarda Boğaz kıyıları çeşitli sa-
hilsarayları, kasırlar, köşkler, yalılar ve has bahçelerle donanacaktır.
XVI. asrın ortasına kadar Boğaziçi lstanbu/'ım hayatına hemen hemen uzaktan karışır. Vakıa her hükümdar şu veya bu köyü tercih ederek bir bahçe veya köşk yaptırır.
Büyük vezirler ve devlet adamları
bazen siyasi icaplarla, bazen de zevkleri için bazı köylerin imarına çalışırlar. Diger taraftan Bogaziçi
lstanbul'ım her tarafı gibi ve hatta biraz fazla müstahsildir, bu yüzden
kendiliğinden teşekküllet olur.
lstinye ve Bebek Karadeniz'e gidip gelen gemicilerin top/andıkları
OSMANLI DÖNEMi 600Azlçl UYGARU~I 1 7
R2 III. Ahmed ve şehzadesi
yerlerdi; Beykoz dalyanları XVI.
asırdan beri mevcuttu. Fakat şehrin eğlence ve zevk hayatı daha ziyade Haliç ve Kağıthane taraflarında idi.
Tophane, Fındıklı, Beşiktaş gibi lstanbul'a çok yakın köyler hariç,
Boğaz köyleri lstanbul için -bilhassa o zamanın vasıtalarıyla-ancak komşu
semtlerdi.
Fatih, Tokat Bahçesi'ni kurdurmuştu.
II. Bayezıt sık sık bazı Boğaz
köylerine gitmekten hoşlanırdı.
Yavuz, Bebek'te Bebek Köşkü'nü
BÜYÜK MECiDiYE CAMft VE ORTAKÖY
yaptırmıştı. Kanuni, lstinye'yi sever, II. Selim Beşiktaş Köşkü'nü, III.
Murad Fındıklı Sarayı'nı yaptırırlar.
Beşiktaş Köşkü'nü sahili doldurarak
genişleten I. Ahmed' dir. Dolmabahçe
adı bu devirden kaldı. Fakat saray uzun zaman Beşiktaş Sarayı adını
kaybetmez. 1. Ahmed, sık sık buraya gelirdi. Bu devirden itibaren Boğaz,
lstanbul'un zevkine girmiş denilebilir.
Şiirde yavaş yavaş onun sesi işitilmeye başlar. llk sesleniş, IV. Murad'ın Şeyhülislam'ı Yahya Efendiden gelir.
Yahya Efendi lstinye'de bülbül dinlemesini seviyordu.
Ko kafes nağmesini nağme-i peyderpeye gel, Rayegan dinleyelim bülbülü lstinye 'ye gel
beyti onundur."'
Yahya Efendinin lstinye'de yalısı
var mıydı? Burasını bir kere bile
düşünmedim. Sanatın yalanı
hakikatlerin hakikatidir; lstinye bizim için ilk defa onun bu beytinde
parıldar ve bunun için muhayyilem onu benimsemiştir.
IV. Murad'ın kendisi de Boğaz'ı
seviyordu. Fındıklı Köşkü'nü genişletmişti. Beşiktaş Sarayı'nı da
asıl kuran odur. Emirgan 'daki büyük
yalıyı kendisi yaptırmış ve musahibi Mirgune oğluna hediye etmişti.1•
Bu devirde Boğaz, hiç olmazsa
Rumelihisarı ve Kanlıca'ya kadar olan kısmında iyiden iyiye moda idi. Nazma Tarih'inde, Fındıklılı'da maceralarını okuduğumuz,
ihtiraslarına ve entrika kabiliyetlerine
şaşırdığımız, yahut hüsnüniyet/erini
beğendiğimiz gözü pek vezirle.rin, haris, devletin ihtiyacı olan
parayı bulmak için daima azapta
.::.
-
defterdarların, nazik ve çelebi
reisülküttap/arın, çoğu ocak•
kapısından ayrılmayan ulemanın
ekserisinin Boğaz'da yalıları vardı
ve lstanbul baharı başlar başlamaz
bu yalılara taşınıyorlar, sisli lodos
sabahlarını, ışığın kanlt cümbüşü akşamları karşı sahillerde bir ağaç
kümesinin veya biraz fazla çıkıntılı kayaların vücuda getirdikleri
kararmış gümüşten yalnızlıkları
pencerelerinden çubuklarını ve kahvelerini içerek, afyonlarını
yutarak seyrediyorlar, geceleri
mehtabın kabarttığı suları bir kere daha görmek için elbette
yataklarından fırlıyorlar, fırtınalı
gecelerde şimşek ışıklarını, akıntılı
sularda eski minyatürlerde gördükleri
R3a Eski Küçüksu Kasrı
Çin ejderhaları gibi renkli ve korkunç
akışını seyrediyorlardı. 1'
Bununla beraber bu kadar felaketle biten XVll. asır zevkimizin tam teessüs ettiği asırdır.
lki asırlık tereddüt ve düşünceden
sonra sivil mimar1miz Boğaz'a yaraşacak bir üslup bulmuş, üstelik
hayatımız da bu inceliği ve onun külfetlerini kabul edebilecek hale
gelmiştir. Bu devirde Boğaziçi'nin
iki sahili vezirlerin, ilmiye ricalinin,
defterdarların, zengin halkın yalıları ile örtülü idi. Azledilen
şeyhülislamların XVIII. asırdan
sonra taşraya nefyedilmeyip
nisbeten şehirden uzak yerlerde veya
OSMANU DONEMi 80GAZlÇI UYGARUCI 19
çiftliklerde kalması adeti başlayınca Boğaz biraz daha şenlenir ..
.. . Bahai Efendi yalısı ve Amcazade Hüseyin Paşa yalısı bu XVII. asır
sonunda en beğenilen yalı/ardır.
Her ikisinde de Avusturya sefirlerine birer ziyafet verilmişti.
Hüseyin Paşa yalısındaki ziyafet 1700'dedir. Dört yüz kadar davetli
"Jtı_
BÜYÜK MECk>NE CM<ll "E ORTAKÖ'büyük bir kadırgaya bindirilerek
Anadoluhisarı'na kadar getirilir."
Boğaziçi'nin kuşkusuz en debdebeli dö- nemi 18. yüzyıldır. Osmanlı Devleti, mü- teaddit ıslahat girişimlerine rağmen eski gücünü yitirmeye devam ederken payi-
tahtın yaşama kültürü, teşrifatı, mutfağı,
musikisi ve konut mimarisi eskislııe oran- la zenginleşmiş, İstanbul Türkçesinin kı-
R3b Eski Küçüksu Kasrı'nın deniz cephesi restitüsyonu
vamıru bulduğu ve divan şiirine yansıdığı
bu "zarif inkıraz" sürecinden Boğaziçi de nasibini almıştır. III. Ahmed (1703-1730) ·
(R2) ile çevresinin Boğaz kıyılarında inşa
ettirdikleri sahilsaraylan ve yaWar (IU)
için Nedim'in düzenlediği tarih manzu- meleri, divanında önemli bir yer tutar.
OSMANLI DÖNEMi BOOAzlÇI lNGARLl~I 21
R5ID. Ahmed'in şehzadelerinin sünnet düğününde Haliç üzerinde düzenlene.Q eğlenceler
III. Ahmed devrinde sadrazam Teberdar Mehmed Paşa, Acem elçisine burada ziyafet verir. Ve
konuşma sırasında "Sizin Çarbağmız
varsa, bizim de Anadoluhisarı'mız
var" diye övünür. Hakikaten bu XVIII. asır başında Boğaziçi,
imparatorluğun büyük gururlarından
biridir. Teberdar Ahmed Paşa'nın
halefi Çorlulu Ali Paşa'nın yalısı
Ortaköy'de idi. Bir gece Sultan Ahmed'i bu yalıya davet etmiş,
alaturka saat beşe kadar mum
donanması yapılmıştı."
Pera'da ikamet eden sefirlerin, ileri gelen yerli Hıristiyan ve Levanten ailelerin 18.
yüzyılda Boğaz'da yazlık konutlar edin- mesi yörenin kültürüne daha önce olma- yan yeni bir boyut katar.
XVIII. asırda Boğaziçi'nde tıpkı Beyoğlu'nda olduğu gibi ve şüphesiz
biraz daha hür bir şekilde ecnebilerin
hayatı başlar. Daha IV. Mehmed
devrinden itibaren sefaretler sık sık Bentler'e Belgrat ormanına
gidiyordu. lbrahim Paşa zamanında
ve onıt takip eden zamanlarda Büyükdere, biraz sonra III. Selim'in
Fransız Sefareti'ne bir yalı hediye etmesiyle Tarabya ecnebi kolonisinin
yazlığı olurlar. Buralarda kendi
aralarında bazen zengin azınlık
ailelerinin katıldığı eğlenceler tertip ederler, hatta Bentler' de büyük gece
eğlenceleri yaparlardı.
R4 Küçl!ksu mesiresi
OSMANLI DôNEMI 80GAZlçj lNGARın 23
R6 19. yüzyılda
Kahire'de yalılar
Bu arada 18. yüzyılın ortalarından itiba- ren İstanbul kültüründe izleri giderek yo-
ğunlaşacak olan Batı etkileri Boğaziçi'nin
fiziksel ortamında ve hayat tarzında, şehir merkezine oranla daha az etkili
olmuştur. Yüzyıllar içinde özellikle Is- tanbul 'daki gelişmelerden beslenerek bi- çimlenen Osmanlı kültürel kimliğine ait birçok unsurun yerine Batı' dan ithal edil-
miş olanları koymayı amaçlayan Tanzi- mat ricalinin de Boğaziçi'nde geleneğe
büyük ölçüde saygılı davranmış olması
dikkat çekicidir. Batı'da ne fiziki yapısı,
ne mimarisi ne de hayat tarzı.olarak ben- zeri bulunan Boğaziçi'ni ya değiştirmeye
muvaffak olamamışlar ya da -keyifli alış
kanlıklarıyla bizzat bağlı oldukları için- buna kalkışmamışlardır bile. Tıpkı, geç-
miş kültürümüze ilişkin hemen her şeyin
toplum hafızasından silinmiş olduğu gü-
~
&MJK MEcioNE °'"i"EORT-nümüzde geleneksel yemek kültürünün hala yaşa bilmesi gibi ...
Tanzimat'la birlikte Boğaziçi uygarlığı
nın, daha öce sahip olmadığı birtakım
yeni katkılarla daha da zenginleşmiş ol-
duğu gözlenir. Öncelikle muntazam va- pur seferleri Boğaziçi'ne ulaşımı kolay-
laştırmış, buna bağlı olarak kıyılardaki
nüfus yoğunluğu artmış, Tanzimat dö- neminin hanımlara sağladığı rahatlığın
da etkisiyle Göksu ve Küçüksu mesireleri önceki zamanlarda görülmeyen bir rağ
bete mazhar olmuştur (R4).
Boğaz vapurlarının başlaması, hem
Boğaz köylerinin nüfusunu, hem de buralardaki mesirelere halkın
rağbetini arttırır. Kadın kıyafeti
müreffeh, zengin sınıfın toplandığı
sayfiye yerlerinde muayyen bi~
hadden fazla münakaşa edilmez. Ve
aşk maceraları bir çeşit müsamaha
ile görülmeye başlar. Cevdet Paşa, bazı parçaları bir çeşit hatırat gibi kabul edilmesi Lazım gelen Tezakir-i Cevdet'de bu devirde tanınmış
insanlar ve yüksek memurlar için bilhassa Boğaz'da yazlığa gitmenin
nasıl zaruri bir moda olduğunu ve umumi zevkin tabiat güzelliğine nasıl açıldığını anlatır.l0
Tanzimat döneminde Boğaziçi'nde yeni bir eğlence türü de ortaya çıkar: Meh-
taplı yaz gecelerinde deniz üzerinde ter- tip edilen musiki fasılları ... Muhafazakar kesimlerin hoş görmediği bu eğlencele
rin Tanzimat'ın şehir hayatına getirdiği
serbesti sayesinde yaygınlaştığı genelde kabul edilir.
Üçüncü Mustafa Devrinde
lstanbul'da bulunan Baron de Tott,
R7 Venedik'te Canal Grande üzerinde pala:zzolar
hatıralarında Büyükdere'de Fransız
sefarethanesinde yapılan bir musiki alemini kıskanan semtin Rum
ahalisinin hemen o gece saz takımları
ile sandallara atlayıp sefarethanenin
karşısına geldiklerini anlatır. Bu rekabet Tanzimat'm Boğaz'daki
mehtap eğlencelerinin başlangıcı sayılabilır. Müslüman halkın ve bilhassa rictılin açıktan açığa musiki
alemlerı yapmalarına devir pek müsait değildi. Bu gibi şeyler, daha ziyade ya saraylarda, köşklerde,
hususi ikametgahlarda yapılıyor,
yahut da tekkelerde oluyordu.
Binaenaleyh Tanzimat'tan evveline ait sazlı sandal alemleri tablolarını
uydurma şeyler gibi kabul etmek
doğrudur.·'
OSMANLI DÖNEMi BOOAziÇl UYGARUGI 25
RB Valide Paşa
Ne var ki bu sosyal etkinliğin geçmişi ve kültürel kökenleri incelenmemiştir.
m.
Ahmed'in şehzadelerinin sünnet düğünü
münasebetiyle Haliç üzerinde düzenlenen
eğlenceler (RS), mehtap alemlerinin öncü- leri olarak görülebilir mi? Suyla musikinin iç içe geçtiği bu alemlerin ilham kaynağı
neresi olabilir? İstanbul ile tarihi ve kül- türel bağları olan iki şehir akla geliyor:
Nil'e bağlı yapay kanallar ve göletler üze- rinde sıralanan yalılarıyla Memluk dö- nemi Kahire'si (R6). Kahire'de, Memlfık sultanlarının ve emirlerinirı, binlerce kan- dilin aydınlattığı ve çiçeklerin süslediği
sallar ve kayıklar üzerinde düzenlediği
musikili ve rakslı eğlenceler, Haliç üze- rinde düzenlenen "sfır-i hümayun"daki
eğlenceleri hatırlatır. 151 ?'de Osmanlı
A egemenliğine giren Mısır'da
maddi kül-
26 BUYÜK MECiDiYE CAMii VE ORTAKÖY
türün ve gündelik hayata ilişkin alışkan
lıkların Kavalalı Mehmed Ali Paşa döne- mine kadar canlılığını koruduğu hesaba katılırsa, Kahire ile İstanbul arasında bu konuda bir etkileşimin olması akla yakın
geliyor.
Öte yandan, Osmanlı dünyasının Avrupa'ya
açılan "ilk kapısı" olan, kanallar boyun- ca palazzoların dizili olduğu ve su üze- rinde görkemli kutlamaların icra edildi-
ği Venedik (R7) de diğer bir etki kaynağı
olarak düşünülebilir.
Bütün bir adab ve teşrif atı bulunan ve her mehtap gecesi bir yalı tarafından yaptırılan bu alemler maşeri bir opera, bir nevi ay ışığı ibadeti gibi bir şeydi ve şehir onunla, Venedik
dojlarının denizle evlenme merasimi gibi kendi güzelliğini, yaşama tarzını,
kendi sanatını, bütün hususiyetlerini
aldığı denizle tebcil ediyordw ...
Gerçekten bu lstanbul'un Venedik ve Napoli gibi kendi dehasını idrakiydi.~1
Birçok müellif arasında özellikle Abdül- hak Şinasi Hisar ( ö.1963) tarafından şairane bir dille anlatılan bu fasılları
düzenleyenler dönemin ileri gelen devlet
adamları ve Kavalalı Mehmed Ali Paşa hanedanının, yaz aylarını Boğaziçi'nde,
"saray yavrusu" yalılarında geçiren üye- leriydi. Bunlar içinde özellikle son Mısır
Hidivi Il. Abbas Hilmi Paşa'nın (ö.1944) annesi, "Valide Paşa" olarak tanınan
Prenses Emine'nin (ö.1931) (R8) mehtap
fasılları meşhurdu.2
Valide Paşa, Valide-i Hidivf lstanbul'un bir süsü, bir ziyneti idi. Kışları Mısır' a gider, yazları
da Bebek'teki yalısına gelirdi ...
Güzelliği, kibarlığı ve saltanatı
lstanbul halkına destan olmuştu.
Bilhassa bindiği kayığın güzelliği,
mavi kadife örtüsü ve bu örtünün ucundaki, denize sarkan, adeta denizin içinde yüzen gümüş balıklar
pek meşhurdu. Sakın, bir cins balık
olan gümüş balıkları zannedilmesin, hakiki gümüşten, kuyumculara
yaptırılmış, gayet sanatkarane küçük
balıklar denize sarkar ve adeta deniz içinde yüzer/ermiş ve kayık
yürüdükçe bu sun'i balıklar denizin içinde pek hoş bir seda, adeta bir musiki çıkarırlarmış.ı-'
Kendine özgü terminolojisi ve hanımlara
mahsus giyim tarzıyla bu mehtap fasılla
rı, Boğaziçi sakinlerinin lstanbul'un diğer
kesimlerinde yaşayanlardan farklı bir kül- türe sahip olduklarının göstermekteydi.
R9 Bebek Zeynep Kamil (Abdülhalim Paşa) Yalısı
R10 Emirgan Hidiv lsmail Paşa Yalısı
OSMANLI DÖNEMi BoGAzlÇI UYGARUGI 2 7
R11 Emirgan'da
Çınara1tı Meydanı
, i l i l
.~ i l il 1
O zamanlar Boğaziçi'nin, hatta, kendine mahsus ıstılahları bile vardı.
Mesela "mehtap" demek mehtaplı
bir gecede Boğaziçinde dolaşan bir
kayıkta bir saz takımının peşinden
onu dinleyerek yapılan gezinti demekti. "Va/de Paşanın mehtabı"
demek bu saz alemini anım tertib
ettiğini söylemekti. "Mehtapçılar"
demek de bu gezintiye iştirak edenler demekti. "O mahller ki derya içredir;
deryayı bilmezler!" Biz de bu yalı, kayık, Boğaziçi hayatını o kadar tabif bulurduk ki bunların hususiyetleriyle alakalanmak hatırımızdan geçmezdi.
Fakat birkaç şehir genişliğindeki
lstanbulun başka semtlerinden bize misafir gelmiş akrabalarımız bizim mesela mehtapta denize çıkarak bir
~ saz takımı arkasından dolaşmak
~
28 SUYUK MECiDiYE CAMii VE ORTAKÖYgibi adetlerimizin birçoğunu esrarlı
bulurlar ve kendileriyle beraber mehtaba çıktığımız geceler kayığın döşemelerini ıslatan rutubetten
hastalanacaklarını sanırlar, incecik
kayığın devrileceğinden korkarlar ve bu tılsımlı ışıklar içinde esrarlı bir haz ile mırıldanan suların üstünde bir nevi periler diyarına girmiş olduklarını sanırlar ve belki de bu
güzelliğin kendilerini çarpacağından korkarlardı.ı'
Hanımlarım bu gece gezintilerine mahsus bir giyiniş tarzları vardı. Türk olan Hidiv ailesinin Mısırlı dediğimiz azaları teşrif atlı ve gösteriş zevkli bir ömür sürdüklerinden, bunların bazısı
sandalla yapılan bu gece gezintileri için bile ferace giymekten ve yaşmak takmaktan üşenmez/erdi. Ancak -şair
Nigiir Hanım gibi bir iki istisnadan
başka-bütün Boğaziçi'li hanımlar
bu külfeti fazla bulurlar ve üstlerine, daima bol, Bursa ipeğinden beyaz
maşlahlar, beyaz tül üstüne yol yol
sarı ipek maşlahlar, yakalarının kenarları ince sırma işlemeli krem
maşlahlar, veya daha koyu, kapalı
ve dar maşlah ve yeldirme arası
mantolar giyerler ve başlarına da o renkte hesap işlemeli örtüler
sararlardı. Orta halli hanımlar renkli yeldirme/er giyerler ve beyaz tülbent
başörtüleri örtünür/erdi. Bunların
arasında renkli, yahut siyah çarşaflı hanımlar da tek-tük bulunurdu.ıw
Bu arada yalı mimarisi varlığını sürdür- mekte, yarı bağımsız bir statüye sahip
Mısır'ın servetiyle beslenen Kavalalı Meh-
R12 Çengelköy iskele Meydanı'nda Rum Ortodoks Kilisesi
med Ali Paşa hanedanının inşa ettirdiği yalılar, bazıları Çırağan ve Beylerbeyi sa-
raylarını aşan devasa boyutları ve şaşaalı
iç mekanlarıyla çağdaşları olan mir1 sa- raylarla boy ölçüşmekte, fakat gerek plan
şemaları, gerekse de zenginliğin teşhir
edilmesini hoş görmeyen eski Müslüman terbiyesini yansıtan sade cephe tasarım
larıyla Osmanlı geleneğini devam ettir- mektedir. Bebek'te Kavalalı Mehmed Ali
Paşa'nın (ö.1849) kızı ve Sadrazam Yusuf Kamil Paşa'nın (ö.1876) eşi olan Zeynep Kamil Hanım'ın (ö.1881), daha soma
kardeşi Abdülhalim Paşa'ya (ö.1894) in- tikal eden yalısı (R9) ile Emirgan'da Hidiv
İsmail Paşa Yalısı (R10) bu iddialı sahilha- neler içinde özellikle kayda değer.
OSMANLI DÖNEMi BOOAzlÇI UYGARLIÖI 29
R13 iskele meydanında kahvehane
30
Hatırası, debdebesi ve sanatkar zevkleri bize kadar gelen, hayatımızda
hala mevcut izlerinden yürüyerek
yakalayabildiğimizden dolayı bizim için asıl geçmiş zaman ülkesi olan
Boğaziçi ile Çamlıca bu devrin
Boğaziçi ve Çamlıca'sıdır. Filhakika
Tanzimat'ın getirdiği şahsi emniyet ve müsavat fikri, sultan hanımların
ve vezirlerin genişleyen hayatları,
bilhassa Kırım muharebesinden sonra
Mısır hanedanının lstanbul'a yaz için gelişleri, yalı, köşk yaptırmaları, koruları tanzim ettirmeleri, Boğaz'ı
ve Çamlıca 'yı değiştirir.
Boğaziçi kıyılarında oluşan iskan, ropog- rafya verilerinin yanı sıra Osmanlı döne- minin hayat tarzından ve hiyerarşisinden
--.... BUYUK MECIOlYE CAMii VE ORTAKÖY
kaynaklananan kendine has özellikler sergiler. Ulu çınarların gölgelendirdiği
meydanlar, kıyı boyunca sıralanan ma- hallelerin çekirdeğini oluşturur. İskele, çeşme, cami veya mescit, meydanlarda muhakkak bulunması gerekli unsurlardır (Rll). Bazı durumlarda hamam, ayrıca
mahallede gayrimüslim cemaatler yaşı
yorsa kilise veya sinagog, bazen her ikisi birden bunlara eklenir (R12). Meydanın
çevresinde kahvehane (R 13), kayıkhane,
dükkan gibi kamunun kullanımına mah- sus birimler sıralanır.
Meydanın gerisinde, orta halli ailelere ve esnafa ait mütevazı konutlardan oluşan
mahalle dokusu yayılır. Bazı mahallelerin gerisinde, tabanı bostanlarla kaplı olan
vadilerin sınırında mahalle içeriye doğru uzanır ve yamaçlara tırmanır. Kıyı şeridi
ise büyük ölçüde yalılara tahsis edilmiştir (R14). Bahçeleri yüksek duvarlarla birbi- rinden ayrılan yalıların çoğu arkadaki yamaçlarda yer alan birer koruya sahip- tir. Koruların içinde, yalı sahiplerinin zaman zaman kullandıkları köşkler yer
alır (R15). Mahalleleri birbirine bağlayan
kıvrımlı dar yollar, yüksek bahçe duvar- .
!arının arasından ve kıyıdaki bahçelerle
koruların bağlantısını sağlayan köprüle- rin altından geçip gider.
Boğaziçi uygarlığının oluşum ve gelişim
süreçlerini, onun "alamet-i farikası" ha- line gelmiş olan yalılardan ayrı düşün
mek pek mümkün değildir. Her ne ka-
R14 Büyükdere kıyısında yalılar
dar arkeolojik verilerden yoksun isek de, Bizans döneminde bu kıyılara özgü bir konut mimarlığının gelişmediği söylene- bilir. Esasen, Osmanlı lstanbul'unda göz- lenen "yazlığa taşınma" alışkanlığı, kök- leri Türklerin göçebelik dönemine inen, Anadolu'da "yaylaya çıkma" biçiminde tezahür eden bir geleneğin lstanbul'daki
devamından başka bir şey değildir. Başka
bir deyişle, Boğaziçi, coğrafi tanım açısın
dan değilse de işlev açısından İstanbul'un
"yaylası" olarak görülebilir.
Türk konut mimarlığını ilginç bir biçim- de Uzak Doğu konut mimarlığına yaklaş
tıran, buna karşılık Batı konut geleneğin
den farklı kılan, yaşama birimlerini doğal
çevreyle olabildiğince bütünleştirme ve
OSMANLI DÖNEMi BOOOIÇI UYGARUCı 31
R15 Kandilli'de
yalılar ve köşkler
böylece konutu "şeffaflaştırma" eğilimi, Boğaziçi'nde yalılarla ifadesini bulmuş
tur. Örneklerin büyük çoğunluğunda uygulanan "karnıyank/zülvecheyn" so-
falı plan tipinde, yalınm "kalbini" teşkil
eden, odalar arasında iletişim sağlama
nın yanı sıra divanhane (kabul mekanı) işlevini üstlenen sofalar, kıyıya paralel uzanan yalıyı derinliğine kat ederek bir cephesiyle Boğaz'a, diğer cephesiyle ar- kadaki korulara açılmaktaydı R16). Böy- lece her ilci yönde yer alan, zemini yüksel-
tilmiş ve çepeçevre sedirlerle donatılmış
olan eyvanlarda oturulduğunda, yan yana dizili bol miktarda pencereden de- nizin mavisiyle korunun yeşili aynı anda
algı lana bilmekteydi.
32 --.. BÜYUKMECIDIYECAMllVEORTAKÔY
Boğaziçi'ndeki yalı mimarlığının "ls- tanbul dışı" ilham kaynakları hemen hiç sorgulanmamıştır. İstanbul'un yakın çevresine, Anadolu ve Rumeli'deki fetih öncesi Osmanlı dünyasına, sonra daire- yi genişleterek Kahire ile Venedik'e bu amaçla göz gezdirmek doğru olacaktır.
Bu meyanda Anadolu'da "nehir yalıla
rına" sahip olan iki şehre göz atmak il- ginç olabilir. Acaba Amasya ile Antakya,
Boğaziçi'nde yeşerecek olan yaşam bi- çiminin öncüleri olarak kabul edilebilir mi? Amasya'da Yeşilırmak'ın kuzey kı
yısında korunabilmiş olan, Antakya'da ise ne yazık ki ancak eski fotoğraflarda
görülebilen Asi boyunca sıralanan yalı
lardaın hiçbirisi l9. yüzyıldan daha önce- ye ait değildir (Rl7, 18). Bütün şehirlerimiz
gibi, bu ikisinin de kültür tarihi, buradan
yetişen ünlüler, vakıflar, mimari eserler üzerinden okuna gelmiş olduğundan,
Amasya ve Antakya'daki nehir yalıları
nın ne kadar geriye gittiğini bilemiyoruz.
lstanbul'dan önce Osmanlı payitah-
tı olan, lstanbul'un fethinden sonra da Rumeli'nin "kapısı" olduğu için önemini koruyan Edirne' de, Tunca Nehri'nin kol-
ları üzerinde yer alan kasır ve köşklerin
de Boğaziçi'ndeki oluşuma ilham kayna-
ğı teşkil edebilmiş olduğu pek iddia edi- lemez. Nitekim Edirne Sarayı içinde ve çevresinde yer alan, yalı konumuna sahip konutlar da, hanedanın Edirne'de yaşa- .
mayı tercih ettiği 17. yüzyılın ikinci yarı
sına ve daha sonrasına aittir (R19).
Kahire ve Venedik ile Boğaziçi'nin yalı geleneği arasında bir bağlantının olup
olmadığı da henüz irdelenmiş değildir.
Benzerliklerin ötesinde, böylesi bir etki-
leşimin hangi şartlar altında ve ne gibi
eksenler üzerine gerçekleştiğini, belge- lerle açıklığa kavuşturacak araştırmalara ihtiyacımız var.
Aynı şekilde, Boğaziçi'ndeki yalı mimar-
lığının nasıl bir oluşum sürecinden geçti-
ğini de bütün ayrıntılarıyla tespit edemi- yoruz. Bu eksikliğin başlıca nedeni, yalı mimarlığında başından beri tercih edi- len ahşap malzemenin suya ve yangına dayanıksız olmasıdır. Batı'da gözlenen,
yüzyıllar boyunca yönetici sınıfa mensup olma ayrıcalığını koruyarak ailenin "ala- meti" haline gelmiş malikanelerde yaşa
yan aristokrasinin yokluğu da diğer bir neden olsa gerektir. Sonuçta var olduğu
nu bildiğimiz yüzlerce yalıdan günümüze
kalabilmiş (eğer "kalmak" denebilirse ... ) en eski örnek 1699 tarihli Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı'nın divanhanesidir
(lUO). Bugüne ulaşmayan ancak 20. yüz-
yılda -başta S. Hakkı Eldem olmak üze- re- araştırmacılar tarafından özellikleri
R16 Çengelköy'de Sadullah Paşa Yalısı'nın üst kat
sofası
OSMANLI DÖNEMi BOGAzlÇI UYGARU!'.3! 3 3
R17 Amasya'da Yeşilırmak kıyısında yalılar
tespit edilen örnekler de 18. yüzyıldan
geriye gitmez.
Maddi veri kıtlığına rağmen, lstanbul'un
gelişimini esas alarak, yalılar konusun- da şu özetlemeyi yapabiliriz:10 Ahırkapı
sahilinde, 5. yüzyılın ilk yansında kuru- lan Eukoleon Sarayı (R21 ı ile yine Bizans döneminde Haliç kıyısında,. surlarla kıyı arasında yer aldığı bilinen konutları -ama sırf konumlan açısından- lstanbul'da- ki yalı mimarlığının ilk örnekleri olarak görmek mümkündür. Ayrıca Topkapı Sarayı'nın kıyıdaki yapılarından, 16.
yüzyılın sonlarına ait Sinan Paşa Köşkü
~ (incili Köşk) (R22), 1643 tarihli Sepetçiler
_rJ 34 BÜYÜK MECiDiYE CAMii VE ORTAKÖY
Kasrı (R23) da Osmanlı döneminin öncü
yapıları olarak gösterilebilir. Ne var ki, Bizans deniz surlarının beden duvarları
ve burçları üzerine oturan bütün bu ya-
pılar ancak "leb-i derya" olmalarıyla ya-
lılara yaklaşmakta, buna karşılık denize
"tepeden bakan" konumlarıyla onlardan
ayrılmaktadır.
Sur içiudeki asıl şehrin (Osmanlı kaynak- larındaki adıyla "nefs-i lstanbul''un) ilk
yazlığı olan Haliç kıyıları ise yalı mimar-
lığının en erken uygulama ve gelişme ala-
nı olarak görülebilir. Hoş, Boğaziçi'ndeki
maddi veri ve görsel belge yokluğu Ha- liç için de geçerlidir. Mamafih, Sokol-
lu Mehmed Paşa (ö.1579) ile İsmihan Sultan'ın ( ö.1585) neslinden gelen İbra
him Hanzadeler'in II. Selim döneminden (1566-1574) 20. yüzyılın ilk çeyreğine
kadar Sütlüce'deki yahlarında yaşadıkla
rı bilinmekte ve Antoine-Ignace Melling sayesinde bu yalıların 18. yüzyıl sonla-
rındaki durumları tespit edilebilmektedir
(R24). İbrahim Hanzade yalılarının daha önceki yüzyıllarda da, kıyıya paralel geli-
şen, yayvan kitleli, ahşap yapılar olduğu
hemen kesin gibidir.
Kanımızca lstanbul'daki yalı mimarlığı
nın gelişiminde en önemli dönüm nok-
talarından birisi, 17. yüzyıl başlarında
Haliç'in kuzey kıyısında inşa edilen ve
R18 Antakya'da Asi kıyısında yalılar
giderek genişleyen Tersane (Aynalıka
vak) Sarayı olmuştur. Surlarla kuşatı
larak şehirden soyutlanmış olan Top-
kapı Sarayı'ndan farklı olarak, Tersane
Sarayı'mn ana binası, Haliç kıyısı boyun- ca uzanan, lineer tasarımlı devasa bir ya-
lıdır (R25). Levııl'nin minyatürlerinden ve
bazı Batılı sanatçıların tasvirlerinden Ha- liç cephesini tanıdığımız bu saray komp- leksi daha sonra Boğaz kıyılarında tesis edilecek sahilsaraylarının ve yalıların başlıca arketipi olarak kabul edilmelidir.
Kuruluşu en azından I. Ahmed dönemi- ne (1603-1617) kadar inen fakat asıl
m.
Ahmed döneminden itibaren gelişen Be-
şiktaş Sarayı bu yapıların en önemlisidir
(R26).
OSMANLI DÖNEMi BOOAZIÇI UYGARUC'.>I 35
R19 Edime'de Tunca kıyısında
Demı.rtaş Kasrı
III. Ahmed'in şehzadeleri için düzenlenen debdebeli sünnet düğünü sırasında, Ter- sane Sarayı'nın önünde, Haliç üzerindeki
kayıklarda ve sallarda gerçekleştirilen, padişah ve maiyetinin yanı sıra bütün
İstanbul halkınca izlenebilen eğlenceler (R5), Haliç'ıt:e, en azından 18. yüzyıl baş
larında, sur içindeki lstanbul'dan farklı, doğal çevrenin güzelliklerinden azami derecede keyif almayı amaçlayan, "de- niz odaklı" hedonistic bir yaşam tarzının oluştuğunu gösterir.
Haliç'in güney kıyısında, kara surlarının kıyıya saplandığı Ayvansaray mevkiin- den Eyüp'ün merkezine, oradan da Ba- hariye kıyısına uzanan ve hanedanın ka- dm üyelerine tahsis edilen salıilsarayları,
bu dizinin sonundaki Bahariye Kasrı, öte
yarıdan Hasköy ve Halıcıoğlu kıyılarında varlıklı Yahudilere ve Ermenilere ait yalı-
lar, Sütlüce'den ileride yer alan Karaağaç
,-~
J1! 3 6 BÜYÜK MECiDiYE CAMii VE ORTAKÖY
Kasrı (R27), Tersane Sarayı'nın başlattığı
bir yapıJaşma tipinin Haliç kıyılarında yaygınlaştığının göstergeleridir.
Boğaziçi ise, Haliç ktyılarının sahilsaray-
ları ve yalılarla dolmasını müteakip, 17.
yüzyıldan itibaren "şenlenmeye" başlar.
Yalı mimarlığının da, buna paralel ola- rak, Haliç kıyılarından Boğaz kıyılarına taşındığı ve giderek daha ııincelikli" bir düzeyde gelişimini sürdürdüğü söylenebi- lir. Bu arada, III. Ahmed dönemi (1703- 1730), Haliç'in bitimindeki Kağıthane
ve Silahtarağa mesirelerinde olduğu gibi,
Boğaz kıyılarında da hanedanın kullandı
ğı sahilsaraylarıyla devlet ricaline ait yalı
ların sayıca arttığı, Boğaziçi uygarlığının
zirveye ulaştığı zaman dilimidir.
Ne yazık ki günümüze ulaşabilen en eski
yalı örnekleri 1699'dan geriye gitmez.
Bebek'in iç kesiminde yer alan ve yalı
mimarlığının kapsamına girmeyen Ka- vafyan Konağı sayılmaz iise, 18. yüzyılın
son çeyreğinden kalabilen iki örnekten birisi Emirgan 'daki Şerifler Yalısı (R28J, diğeri ise Çengelköy'deki Sadullah Paşa Yabsı'dır (R29). Nuruosmaniye Külliyesi ile beraber din! mimaride gözlenen, an- cak etki alanı cephe düzeni, mimari ay-
rıntılar ve süsleme programıyla sınırlı
kalan barok üslup, Boğaziçi'ndeki bazı yalılarda geleneksel dört eyvanlı plan şe
masının merkezindeki dikdörtgen sofa-
nın elips biçimini alması şeklinde tezahür eder (R30), fakat cepheler büyük ölçüde eski ağırbaşlı ifadelerini korur.
Aslında plan şemaları, yayvan kitleleri ve çıkmalarla hareketlendirilmiş cephe- leriyle birbirlerine benzedikleri halde her
yalının zaman içinde biçimlenmiş ken- dine has bir ifadesi vardı ve bu yapılara
sinen bu "yaşanmışlık" Boğaz kıyıları
nın tekdüze bir görünüm sergilemesini engelliyordu.
Bu
yalılarınhepsi de
canlı gibi görünürlerdi. Guya hepsinetanıdıklarımızın huyları ve şefkatleri
sinmişti. Yüzleri sevdiğimiz yüzlere;
kapıları sözlerini bildiğimiz ağızların susmasına; yola uzanan cumbalarının altındaki destekler büyük
annelerimizin sarkık gerdan/arına;
sokağın üstünden karşı tarafa geçen
açık veya üstü örtülü köprüleri sevgili
boyunlarına atılmış kollara benzerdi.
Körleştirilmiş pencereleri düşmüş
birer dişe; açık kayıkhane/erinin siyah
deliği kör olmuş birer göze; kabarmış
ve yosunlaşmış bahçe duvarı ermiş ağaçlara; bahçelerinden sulara sarkan ağaçları türbelerinde yaşayan
evliyalara benzerdi. ıı
Bütün bu yalılar ayrı ayrı yaşlarda
ve huy/arda insanlar gibiydi. Eski zamandan kalma bazı büyük ve çok odalı karanlık yalılar köşe
minderinde bir nine veya koltuğunda
bir dede gibi, geçen kafilemizin
karşısında yapyalnız, mazilerinin birer ruya gibi geçmiş hatıralarına
bürünerek, bizi ne merak ne de tasvib etmeden, geçişimizi, geçmiş olmamızı beklerlerdi. Öteki yalıların
kimi neşesinden gülen bir çocuk, kimi hırslı ve süslü bir genç, kimi uslu bir orta yaşlı, kimi bunamış ve
şefkati artmış bir ihtiyar gibiydiler.
R20 Anadoluhisarı 'nda Amcazade Hüseyın Paşa Yalısı'nın
divanhanesi
OSMANLI DÖNEMi BOOOIÇI UYGARLl~I 3 7
R21 Ahırkapı'da Bukoleon Sarayı'nın kalıntıları
Kimi gösterişli bir Hanımefendiye,
kimi çocuk ruhlu bir bacıya, kimi de
akrabalarımızın bazılarına o kadar benzerdi ki biz, önlerinden geçtikçe, hepsi de bize onlar gibi neşeU ve
zevklı, yahut içli ve inıanlt bir şeyler
söyleyeceklerini sanır, dinler hatta, bazan da söylediklerini işitirdik.
Osmanlı mimarisi genelinde olduğu gibi,
yalılarda da geleneğin kırılması Tanzimat ile başlar. Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın Osmanlı yönetimiyle barışması münase- betiyle inşa ettirdiği Beykoz Kasrı (R3 J ),
kagir yapısı ve düşeyde gelişen kitlesiyle, daha sonra padişahların yaptıracağı Dol- mabahçe, Beylerbeyi, Çırağan ve Periye
saraylarına öncüliik eder. Bütün bu ya-
pılarda zülvecheyn sofalı geleneksel plan
rf ~~
38 --- BÜYÜKMECiOIYECAMllVEORTAKôYşemaJarı varlığını sürdürür (R32, 33). Fakat
yamaçların tatlJ meylini devam ettiren ve adeta onların tabii bir uzantısı gibi du- ran yayvan kitleler, eliböğründeler veya konsollar üzerinde ileri atılarak yalıları Boğaz'ın hareketli sularıyla bütünleştiren çıkmalar, cepheleri gölgeleyen geniş sa- çaklar artık tarihe karışmıştır. 20. yüzyı
lın başlarında, Rumeli Hisarı'ndaki Zeki
Paşa Yalısı (RN) gibi "apartman kwklı"
binalar daha sonra Boğaz'ın kıyılarını ve
yamaçlarını istila edecek olan çok katlı
betonarme yapıların habercisidir. Çoğu
Sedat Hakkı Eldem'in tasarımı olan ve gelenekle çağdaş mimariyi sentezlemeyi amaçlayan yalılar Boğaziçi peyzajına 20.
yüzyılda eklemlenen sınırlı sayıda örneği oluşturur (R35, 36).
-~---~~=
~-
- -
Boğaziçi'nin nispeten az incelenmiş bir yönü de yöredeki tasavvufi hayat ve bu
hayatın odaklarını teşkil eden tekkeler- dir. • Oysa lslam alemindeki metropol- ler içinde tasavvufi hayatın en yoğun ve renkli biçimde yaşandığı, hemen bütün
tarikatların temsil edildiği Osmanlı İstan
bul'unda, 19. yüzyılın sonlarında sayısı
250'yi geçen tekkelerden 34 kadarı Boğa
ziçi kıyılarında bulunmaktaydı. Başka bir
deyişle, günümüzde "Tarihi Yarımada"
olarak anılan asıl şehirle bunun "uydula-
rı" olan Eyüp-Galata-Üsküdar üçlüsünde
yoğunlaşan tasavvufi hayat, dönemin öl- çütlerine göre merkeze uzak olsalar da,
Boğaziçi yerleşimlerine de yansımaktay
dı. Hatta Boğaziçi'nin, İstanbul'unfethin
den önce Osmanlı denetimine giren bazı
--:-:.'..----=-~-·--
- ---'-=
R22 Sınan Paşa Köşkü (incili Köşk)
kesimlerinde tarikat faaliyetleri Tarihi
Yarımada'ya oranla daha erken bir tarih- te başlamıştı. Rumelihisarı'nın arkasın
daki Şehitlik Tekkesi, adı geçen hisarla çağdaştır (1451). Öte yandan, Beykoz'un gerisindeki Akbaba Tekkesi'nin, Dol- mabahçe Sarayı'nın arkasındaki Ahmed Turani Tekkesi'nin ve Rumelihisarı'nda
ki Karabaş Tekkesi'nin de hemen fetihten sonra tesis edilmiş olmaları muhtemeldir.
Rumeli Hisarı'na güney yönünde komşu
olan ve Boğaziçi'nin mistik folklorunda önemli bir yeri işgal eden Durmuş Dede Tekkesi,• Gülşen! tarikatının piri Şeyh
lbrahim Gülşenl'nin (ö.1533) halifelerin- den Şeyh Hasan Zarifi Efendi (ö.1569)
tarafından 1528'de kurulmuş, I. Ahmed
OSMANLI DÖNEMi BOOAzlÇI UYGARUÖI 3 9
R24 Sütlüce' de lbrahim Hanzadeler'e ait yalılar
döneminde ( 1603-1617) Akkirmanlı
Ali Baba'nın şeyhliği sırasında Dur-
muş Dede (ö.1616) adında bir meczup Akkirman'dan gelerek tekkeye yerleşmiş
ve kerametleriyle lstanbul'da ün salarak o tarihten itibaren bu tesisin kendi adıyla anılmasına sebep olmuştur.
Evliya Çelebi'nin bizzat tanımış oldu-
ğu Durmuş Dede'nin, özellikle Karade- niz seferine çıkan denizciler tarafından
ziyaret edildiği, bu kimselerin, tekkeye zahire ya da dedeye sadaka verip onun
"desturunu" ve hayır duasını almadan yola koyulmadıkları, aksi takdirde yol-
culuklarının başarısızlıkla, hatta felaket- le sonuçlanacağına inandıkları bilinmek-
~
tedir.Durmuş
Dede'ninvefatından
sonra4 2 - BÜYUK MECiDiYE CAMii VE ORTAKÖY
da bu gelenek yaşatılmış, adı geçen zat lstanbul'un din'i folklorunda "gemicile- rin koruyucu velisi" olarak yerini almış
tır. llya Kalfa eliyle 1898'de yeniden inşa ettirilıniş olan tekke 1938'den sonra Be-
bek-Rurnelihisarı yolunun genişletilmesi sırasında yıktırılmıştır (R37, 38). Durmuş
Dede'nin türbesinin duvarında şu sevimli beyit yazılı imiş:
Hak-i pay-i evliyaya yüzünü sürmüş dede Bu hisarın kutbu olmuş Hazret-i
Durmuş Dede
Ayrıca Boğaziçi'ndeki tekkeler içinde,
Çırağan Sarayı'nın arkasındaki yamaç- ta 1538'de kurulan ve hala popüler bir ziyaretgah olmayı sürdüren Yahya Efen-