• Sonuç bulunamadı

T. C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI (İNGİLİZ DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM DALI

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "T. C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI (İNGİLİZ DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM DALI"

Copied!
85
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T. C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI

(İNGİLİZ DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM DALI

JACK LONDON’IN THE IRON HEEL VE GEORGE ORWELL’İN NINETEEN EIGHTY-FOUR ROMANLARINDA GÜÇ ÖGELERİNİN

İNCELENMESİ

Yüksek Lisans Tezi

Funda HAY

Ankara-2013

(2)

T. C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI

(İNGİLİZ DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM DALI

JACK LONDON’IN THE IRON HEEL VE GEORGE ORWELL’İN NINETEEN EIGHTY-FOUR ROMANLARINDA GÜÇ ÖGELERİNİN

İNCELENMESİ

Yüksek Lisans Tezi

Funda HAY

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Sema EGE

Ankara-2013

(3)

T. C.

ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ BATI DİLLERİ VE EDEBİYATLARI

(İNGİLİZ DİLİ VE EDEBİYATI) ANABİLİM DALI

JACK LONDON’IN THE IRON HEEL VE GEORGE ORWELL’İN NINETEEN EIGHTY-FOUR ROMANLARINDA GÜÇ ÖGELERİNİN

İNCELENMESİ

Yüksek Lisans Tezi

Tez Danışmanı: Prof. Dr. Sema EGE

Tez Jürisi Üyeleri

Adı ve Soyadı İmzası

Prof. Dr. Sema EGE ……...……….…………

Doç. Dr. Nazan TUTAŞ ……...……….…………

Yrd. Doç. Dr. Ayça VURMAY ……...……….…………

……… ……...……….…………

……… ……...……….…………

Tez Sınav Tarihi: 14.06.2013

(4)

TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE

Bu belge ile bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim.

Tezi Hazırlayan Öğrencinin Adı ve Soyadı Funda HAY

İmzası

………

(5)

i

İÇİNDEKİLER

GİRİŞ………...…1

I. JACK LONDON’IN THE IRON HEEL ROMANINDA GÜÇ ÖGELERİ .…10 II. GEORGE ORWELL’İN NINETEEN EIGHTY-FOUR ROMANINDA GÜÇ ÖGELERİ ….………...38

SONUÇ………..66

KAYNAKÇA……….73

ÖZET………....…..77

ABSTRACT………....…...79

(6)

1 GİRİŞ

Bu çalışmada, Jack London’ın The Iron Heel (1908) (Demir Ökçe)1 ve George Orwell’in Nineteen Eighty-Four (1949) (Bin Dokuz Yüz Seksen Dört)2 adlı romanlarında siyasi güç ögeleri incelenecek ve bu anlamda, “iktidar” üzerinde durulacaktır. Tarih boyunca insanoğluyla beraber gücün de var olduğu görülmektedir. İnsanlığın ayrılmaz bir parçası olan güç unsurları da on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda artan teknoloji ve faşizm, komünizm gibi baskıcı yönetimlerle beraber, Atlantik’in iki yakasında da yazarların sıklıkla ele aldığı konulardan olmuştur. The Iron Heel ve Nineteen Eighty-Four, yazıldıkları dönemde içerikleri bakımından editörler tarafından basımı reddedilmiş ve basıldıktan sonra da çeşitli dillere çevrilerek güncelliğini uzun yıllar korumuş eserlerdir. Bu sebeple, yapılan çalışmada incelenmek amacıyla adı geçen romanlar seçilmiştir.

Kapitalizm3 ve totalitarizm4 gibi iki farklı sistemin eleştirildiği romanlarda yazarların, kurguladıkları yönetimlerle gerçek hayatta da kendi çıkarlarına uygun kurallar belirleyen iktidarı eleştirdikleri görülmektedir ve bu sebeple, insanoğlunun edindiği gücü, ideolojilerinden5 üstün tuttuğu şeklinde bir çıkarım yapmak mümkündür. Kapitalizmin, sınıflar arasındaki ayrımı daha da belirginleştirip, sadece kapital sahiplerinin çıkarlarına hizmet etmesi Jack London’ın eleştirdiği ve

1 Türkçeye Demir Ökçe olarak çevrilen The Iron Heel, ilk kez Sabahattin Ali tarafından çevrilmeye başlanmış ancak Emin Türk Eliçin’in tamamladığı çeviriyle Mayıs 1978’de Öncü Kitabevi’nden çıkmıştır.

2 Nineteen Eighty-Four’un Türkçeye ilk çevirisi Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adıyla 1958’de Işık Kitaplar tarafından basılmıştır.

3 Anamala dayanan ve kâr amacı güden üretim düzeni, sermayecilik (TDK).

4 Demokratik hak ve özgürlüklerin baskı altında tutulduğu, bütün yetkilerin bir elde veya küçük bir yönetici grubunun elinde toplandığı demokratik olmayan devlet düzeni (TDK).

5 Siyasal veya toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dinî, moral, estetik düşünceler bütünüdür (TDK).

(7)

2

totalitarizmin halkı ezmesi, sert kurallarla özgür düşünceyi ve bireyselliği yok etmesi de George Orwell’in eleştirdiği konulardır. Bu sebeple, sözü edilen romanlardaki güç ögeleri incelenirken, hem yazarların siyasi görüşlerini şekillendiren bu dönem olaylarından hem de kendi mektup ve günlüklerinden faydalanılarak yazarların düşünceleri temel alınacaktır.

Politik gücün etkisini gösterdiği dönemlerde yönetimlerin güç kullanımlarına eleştiri niteliğinde olan bu eserlere, Michel Foucault’nun güç anlayışı da uygulanabilir. Foucault, gücün her yerde olduğu ve her yerden çıkabileceği yönündeki görüşüyle gücü, sonradan elde edilebilecek bir olgu olmaktan çıkararak, günlük yaşamın bir parçası olduğunu iddia eder. Foucault’nun bu yaklaşımı, dinin, eğitimin, adaletin ve ordunun birer güç ögesi haline dönüştürüldüğü The Iron Heel’de ve teknolojinin, dilin, polis teşkilatının, aile kurumunun ve sevginin iktidara hizmet eden birer güç ögeleri olarak kullanıldığı Nineteen Eighty-Four’da uygulanmaya müsait bir yaklaşımdır. Ancak bu çalışmada, Foucault’nun düşüncelerine uygun olarak gündelik yaşamın bir parçası olan güç olgusunun eleştirildiği romanlar için bir Foucault uygulaması yapılmak yerine yazarların kendi dönemleriyle bağlantılı olarak eleştirdikleri güç unsurları incelemesi yapılacaktır.

Güç, insan hayatında sıklıkla kullanılan ve üzerinde çalışılan bir kavramdır;

ancak bu kavramı tanımlamak kullanımı kadar kolay değildir. Farklı dönemlerde yaşamış düşünürlerin, yazarların ve politikacıların güç üzerine farklı yorumları bulunmaktadır. İngiliz filozof Thomas Hobbes, insan gücünü, “insanın daha iyi bir gelecek elde etmek için sahip olduğu araç” olarak açıklayarak gücün yanlış

(8)

3

kullanımını göz ardı etmektedir (Hobbes, 1998: 58).6 Alman düşünür ve ekonomist Max Weber gücü, “bir kişinin ya da bir grubun, toplumsal bir aktivitede, diğerlerinin itirazlarına rağmen, isteklerinin farkında olmaları gereken risk” olarak tanımlarken (Weber, 2004: 182), biri güç kazandığında diğerinin kaybedeceğini belirtmektedir (akt. Barrett, Stokholm, 2001: 473). Weber, Hobbes’a göre daha kapsamlı yaptığı bu

“güç” tanımında gücün tek taraflı kullanılabilecek bir olgu olduğunu göstermektedir.

İngiliz düşünür ve tarihçi Bertrand Russell ise gücü, “kasıtlı etkilerin üretimi” olarak tanımlayarak, aynı isteklere sahip iki kişiden daha fazlasını başaran kişinin diğerinden güçlü olacağını belirtmektedir (Russell, 2004: 23). Ancak güç, insanın sadece rekabet ortamının olduğu koşullarda rakiplerini geçerek isteklerine ulaşması durumunda değil, istekler dışında diğer insanlar üzerinde de söz sahibi olmak istemesiyle de söz konusu olabilecek bir olgudur.

Farklı tanımları olduğu gibi farklı türleri de olan güç, kullanılmak istenen etki alanına göre değişiklikler göstermektedir. Russell’ın da sınıflandırdığı gibi para gücü, askeri kuvvet, sivil otorite ya da insanları etkileme gücü gibi (Russell, 2004: 4) formları olan güç için insanın diğer insanlar, hayvanlar ya da nesneler üzerinde hâkimiyet kurma arzusu olduğu söylenebilir. Tarih boyunca farklı yönetim şekillerinin elinde bulunan güç, monarşiden, oligarşiye pek çok farklı yönetimin elinde bulunmuştur; ancak değişmeyen tek bir şey kalmıştır: insanoğlunun güç ve iktidar hırsı. Her ne kadar modern dünya, daha “demokratik” ve daha “eşit” olarak düşünülse de aslında tüm bunlar, insanları farklı yönetimler altında sömürmeye devam etmek için ortaya atılan etiketlerdir. Her yönetim biçimi, ideolojileri ne olursa

6 Bu çalışmada İngilizce kaynaklardan kullanılan alıntılar tez yazarı tarafından çevrilmiştir.

(9)

4

olsun iktidardan vazgeçmemek uğruna mücadele etmekte ve “demokratik”,

“eşitlikçi” ve “özgürlük yanlısı” tüm amaçlarını göz ardı etmektedir.

Bu çalışma çerçevesinde incelenecek romanlar için Russell’ın güç ile ilgili düşüncelerinin uygun olduğu görülmektedir. The Iron Heel ve Nineteen Eighty- Four’da yönetimler, Russell’ın da sınıflandırdığı gibi çeşitli güç türlerini kullanarak, insanlar üzerinde hâkimiyet kurmaktadır. Söz konusu yönetimlerin, Bertrand Russell’ın, herkesin Tanrı olmak istediği ancak bunun imkânsızlığını kabul etmekte zorlandıkları (Russell, 2004: 3) yönündeki düşüncesini haklı çıkaracak nitelikte güç odaklı olduklarını söylemek mümkündür.

Çalışmanın ilk bölümünde Amerikalı yazar Jack London’ın The Iron Heel romanındaki güç ögelerinin toplumsal yapıyla ilişkileri incelenecektir. On dokuzuncu yüzyıl sonu Amerika’sının siyasi ortamının görüldüğü romanda, Ernest Everhard adında bir devrimcinin kapitalizmle olan mücadelesi anlatılmaktadır. Romandaki en önemli unsur “Iron Heel” (Demir Ökçe)7 olarak adlandırılan oligarşinin, elindeki gücü korumak için başvurduğu, şiddet ve hile içeren yöntemlerdir. London’ın güç ve siyasetle ilgili görüşlerini şekillendirmesini sağlayan Charles Darwin’in “en uyumlu olanın hayatta kalması” görüşü ile Marx’ın, yine Darwin’in mücadele anlayışı doğrultusunda geliştirdiği “toplumsal evrim” görüşlerini The Iron Heel’de de görmek mümkündür. On dokuzuncu yüzyıl sonunda kapital sahiplerinin, işçi sınıfını ezerek ve paranın getirmiş olduğu kurumları satın alma gücüyle zenginliklerini ve iktidarlarını koruyabilmelerinin başlıca sebebi olarak kabul ettikleri Sosyal Darwinizm, Darwin’in evrim için ileri sürmüş olduğu hayatta kalma mücadelesi

7 Kitabın ilk Türkçe çevirisinden itibaren “Demir Ökçe” ifadesi ile kullanılan “Iron Heel” oligarşi sistemini tanımlayan gücü temsil etmektedir.

(10)

5

“struggle for existence” ve ilk kez Spencer tarafından kullanılan uyumlu olanın hayatta kalması “survival of the fittest” görüşlerinin toplumsal boyuta taşınmasıdır.

Darwin’in canlılar için öne sürdüğü evrim teorisine göre, zorlu koşullar karşısında güçlü olan tür içinde bulundukları koşullara uyum sağlayabilir ve güçsüz olan da yok olmaya mahkûmdur. London da doğa karşısında uygulanan bu mücadelenin toplumda da geçerli olduğunu savunurken bazı ırkların, özellikle beyaz ırkların, yaşam mücadelesi için daha uyumlu olduğunu belirtir. Ancak kapitalistler arasındaki rekabet ortamının, var olma mücadelesi olarak savunulmasını eleştiren London, romanında da iktidarda olmalarının gerekçesini toplumda güçlü olmalarına bağlayan kapital sahiplerine yer vererek hayatta kalma mücadelesinin sermaye sahiplerinin güç sahibi olma gerekçesi haline getirilmesine karşı çıkmaktadır. Darwin dışında Marx’ın sosyalizm anlayışının görüldüğü romanda yazar, Marx gibi toplumsal evrim sırasına göre üretim fazlalığına dayanan kapitalizmden sonra ihtiyaç doğrultusunda üretime geçilecek sosyalist düzenin geleceğine inanmakta ve bu doğrultuda ideal devlet düzeni olarak sosyalizmi sunmaktadır.

London, yirminci yüzyıl başında Amerikan kapitalist yönetiminin sebep olduğu toplumsal ve siyasal olaylara tanık olmuş bir isim olarak romanı The Iron Heel’de yaşanan bu sorunlara eleştirmiştir. Hayattaki tecrübeleri ve kendi çabası sonucu kitaplardan edindiği bilgilerle görüşlerini geliştiren yazar, sosyalizmin hiçbir ekonomik tartışmasının ya da hiçbir mantık ve göstergesinin alt sınıfın içinde bulunduğu, yaşam koşullarının insanın sağlıklı bir yaşam sürmesi için elverişli olmadığı “Toplumsal Çukurun” (Social Pit) duvarlarının etrafında yükseldiğini gördüğü gün kadar kendisini derinden etkilemediğini belirtmiştir (London, 1982:

278). Yaşadığı dünyada kimi insanların bir çukurun içinde olduğunu fark ettiği

(11)

6

zaman bir şeylerin ters gittiğini düşünerek, ezen kapitalist sınıfı ve ezilen işçi sınıfını eserlerinde konu edinmiştir. London, The People of Abyss, The Iron Heel, ve Martin Eden gibi romanlarında ve “Revolution”, “What Life Means to Me” ve War of the Classes kitabında topladığı makalelerinde sahip oldukları maddi güçle tüm devlet kurumlarını yöneten ve London’ın ifadesiyle “Toplum Çukurunda” olan “uçurum insanlarını”,8 (people of the abyss) kendilerine boyun eğdirmek zorunda bırakan kapitalist sınıfı yermektedir.

Bu sebeple, London’ın romanının daha iyi anlaşılabilmesi için dönemin Amerika’sında yaşanan toplumsal ve siyasal olaylara da yer vermek gerekmektedir.

Jack London’ın The Iron Heel eserini yazdığı dönemde Amerika’da sanayileşmenin etkileri görülmektedir. Sanayi Devrimi’yle ortaya çıkan kapitalizmin güç kazandığı bu dönemde zengin ve fakir arasındaki uçurumun da arttığı görülür. Parasal

“Aristokratlar”9, güçlerini korumak için o dönemin en önemli güç kaynaklarından biri olan kapitallerini kullanarak iktidarda söz sahibi olmaya ve iktidarı kendi çıkarlarına alet etmeye başlamış ve bu suretle, iktidardakiler, “prangalı” hale gelmiştir (London, 2009: 118). Dönemin Amerika’sıyla paralellikler gösteren “The Iron Heel” yönetiminin, para gücü sayesinde ordu, din, eğitim, hukuk gibi devletin

8 London’ın önce 1903’te yayınlanan, Türkiye’de 1979’da “Uçurum Halkı” adıyla May Yayınlarından çıkan ve sonraki yıllarda “Uçurum İnsanları” olarak da çevrilen The People of Abyss romanının adı, daha sonra da 1907’de basılan The Iron Heel romanının bir bölümü olarak kullandığı “uçurum insanları” ifadesi o dönemde toplumun alt tabakası için yaygın olarak kullanılmaktadır. London, H.G. Wells’ten etkilenerek kullandığı bu ifadenin ilk kullanıcısı olarak Wells’in kendisini gördüğünü The Iron Heel’de kurguladığı editör Meredith’in verdiği dipnotlarla göstermiştir (London, 2009: 138).

9 Amerika’da yasalar çerçevesinde aristokrat, kral ya da prens gibi unvanlar kullanılmamaktadır.

Ancak gayri resmi olarak güç kazanan zengin sınıf için “aristokrat” kelimesi kullanılmaktadır (Bkz.

Kautsky, John, H., (2002), Social Democracy and the Aristocracy: Why Socialist Labor Movements Developed in Some Industrial Countries and Not in Others, New Jersey: Transaction Publishers.

(12)

7

her kurumunda etkili olduğu ve işçi sınıfının varlığını sahip olduğu bu olanaklarla tehdit ettiği görülmektedir.

İkinci bölümde ise, London’ın eserinde olduğu gibi, İngiliz yazar George Orwell’in Nineteen Eighty-Four adlı romanındaki güç ögeleri ve bu ögelerin toplumsal yapıyla ilişkileri incelenecektir. Aslında London gibi sosyalist olan Orwell, “Big Brother” (Büyük Birader)10 adında totaliter bir rejim kurguladığı romanında, döneminin toplumsal sorunlarını, kendi deneyimlerinden ve gözlemlerinden yola çıkarak anti-komünist bir yaklaşımla eleştirmektedir.

İnsanoğlunun en büyük tutkularından biri olan iktidar isteğinin farklı zamanlarda ve farklı yönetimlerde kendini göstermesinden yola çıkan Alman siyaset bilimci Hannah Ardent de bütün ideolojik düşüncelerde totalitarizmin bir ögesi bulunduğunu belirterek (Arendt, 1976: 514), ideoloji isimlerinin ve bu etiketlerin altında sunulan amaçların aldatıcı olduğunu vurgulamaktadır. Çalışmanın ilerleyen bölümlerinde de inceleneceği gibi farklı ideolojilerle iktidara geçen İspanya, İtalya, Almanya ve Rusya yönetimlerinin de tamamen güç elde etme savaşına girmeleri Arendt’in iddiasını haklı çıkarır niteliktedir. Orwell de bu yönetimlerin kendi ülkelerinde girdikleri ‘güç mücadelesini’ takip eden bir yazar olarak Animal Farm (Hayvan Çiftliği)11 ve Nineteen Eighty-Four gibi eserlerinde dönemin diktatörlüğe dönüşen yönetimlerini eleştirmiş, böyle bir siyasal yapılanmaya tepki çekmek istemiştir.

Bu sebeple, ikinci bölümde Orwell’in totaliter rejim eleştirisi incelenirken, romanın başkarakteri Winston Smith tarafından gözlemlenen baskıcı ve yıkıcı Parti

10 Türkçe çevirilerde “Büyük Birader” olarak kullanılan “Big Brother”, “Büyük Güç”, “Büyük Otorite” anlamlarına gelmekte ve romanda totaliter rejim için kullanılmaktadır.

11 Animal Farm, Türkiye'de ilk kez “Hayvan Çiftliği” adıyla 1954 yılında Halide Edip Adıvar'ın Türkçe çevirisiyle basılmıştır.

(13)

8

politikalarına odaklanılacaktır. Yazarın totaliter rejimi, neden, nasıl eleştirdiği ve etkilendiği siyasal olaylar, yazarın günlükleri ve mektuplarından yola çıkılarak ortaya koyulacaktır. Bu romanda, Sovyet Rusya yöneticileri için ideal toplum düzeni olarak görülen komünizmin de insanoğlunun güç arzusu karşısında faşist yönetim özellikleri göstererek totaliter bir rejim haline gelebileceği gösterilmektedir.

Benzer şekilde Nineteen Eighty-Four da öncelikle yazıldığı dönemin emperyalist toplumunu yansıtmaktadır; ancak değişen güç dengeleriyle diğer toplumların içinde bulundukları politik kargaşanın da bir resmini çizmektedir.

Orwell’in Nineteen Eighty-Four’da eleştirdiği konular arasında İngiltere’nin sömürgelerindeki tutumu, milliyetçilik ve komünizm gibi iki farklı ideolojiyle yönetimi ele geçiren Avrupa rejimleri, özellikle İspanyol Faşizmi, Alman Nazizmi, Rus Komünizmi ve bunların yanı sıra II. Dünya Savaşı sırasında atom bombası kullanımının da gösterdiği gibi insanoğlunun teknolojiyi ‘mutlak güce’ hizmet uğruna kullandığı gerçeği bulunmaktadır. “Big Brother” yönetimi, gazete, dergi gibi yayın organlarını ve dili kendi çıkarlarına uygun olarak kullanan ve iktidarın dışında kalan diğer insanları da baskı uygulayarak yönetime boyun eğmeye mahkûm eden bir diktatörlük olarak resmedilmiştir.

Farklı iki sistem -kapitalizmin ve totalitarizm- eleştirildiği bu eserlerde ortak nokta iktidarı koruma hırsıdır. Halkın eşitliği ve kendi kendini yönetmesi anlayışına dayanan Rus komünizminin en önemli temsilcilerinden biri olan Trotsky de her devletin güç üzerine kurulu olduğu görüşünü savunur (akt. Weber, 2008: 156). Stalin taraftarı olarak bilinen Trotsky’nin sözlerine bakılırsa temelinde eşitlik anlayışı bulunan ve idealleştirilen komünizm gibi bir yönetim şeklinin bile hedeflerinden

(14)

9

saptığı ve totaliter bir yönetime dönüştüğü sonucuna varılır. Görüldüğü gibi devlet, eşitlik anlayışıyla kurulsa da iktidar ve onun bir sonucu olan güçten ayrı tutulamaz.

London’ın da Orwell’in de farklı tarihlerde farklı olaylar sonucunda kurguladıkları yönetim biçimlerinin temel olarak ‘mutlak güç’ anlayışı üzerine kurulu olduğunu görmek mümkündür. On dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda yaşanan siyasi olayların örneklerinin görüldüğü bu eserlerin dönem hükümetlerine birer eleştiri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

İnsanoğlunun kalıtsal bir parçası haline gelen ve insanlığın her aşamasında karşılaşılan ‘güç ve iktidar’ hırsı ve bu güç karşısında zayıf olanın hayatta kalmak için verdiği mücadele her iki romanda da karakterlerin verdiği mücadeleler doğrultusunda benzerlik gösterdiği noktalardır. Jack London ve George Orwell’in dönem eleştirisi olarak yazdıkları romanlarında güç, belirli gruplar tarafından sahip olunan ve bu gruplar tarafından mutlak hâkimiyet kurma amacıyla çeşitli türlerdeki unsurlarla ‘manipüle’ edilen bir olgu olarak gösterilmektedir. Her iki yazar da romanlarında farklı yönetim sistemlerinin güç arzusuyla baskıcı yönetimlere dönüşmesini eleştirmektedir.

(15)

10 BÖLÜM I

JACK LONDON’IN THE IRON HEEL ROMANINDA GÜÇ ÖGELERİ Bu bölümde Jack London’ın The Iron Heel romanında güç ögeleri incelenerek, yazarın kendi dönemindeki toplumsal yapılara nasıl eleştiriler getirdiği gösterilecektir. Bu nedenle, yazarın hangi deneyimlerle, hangi toplumsal olaylar neticesinde ve hangi düşünürlerin görüşlerinden etkilenerek siyasi görüşlerini geliştirdiği konularına da yer verilecektir. Romanda kurgulanan “Iron Heel”

yönetiminin, elindeki gücü toplum üzerinde nasıl kullandığı on dokuzuncu yüzyıl sonu Amerikan yönetimiyle bağlantılı olarak incelenecektir. London’ın Amerika’da gözlemlediği siyasi olaylar neticesinde benimsediği sosyalist görüşler doğrultusunda eleştirdiği “Iron Heel” yönetimiyle Amerikan kapitalizmini eleştirdiği görülmektedir.

Bu doğrultuda, iktidarı elinde bulunduran sınıfın başvurduğu ekonomik güç ve bu güç sayesinde kendilerine hizmet etmelerini sağladıkları eğitim, yargı, din, ordu ve basın güçleri London’ın romanında eleştirdiği unsurlar olarak bu çalışma çerçevesinde incelenecek konulardır.

London, The Iron Heel’in yazın türünü ve içeriğini, 1897 yılında Alaska’nın Klondike bölgesinde altın arayışıyla geçirdiği günlerde tasarlamıştır. Yazar olma planları yaptığı bu dönemde, defterine ütopya ya da bilim kurgu gibi türleri seçerek gelecekle ilgili eserler yazan İngiliz yazar H. G. Wells tarzı bir roman yazması konusunda notlar almıştır. Daha sonra “Klondike Notebook” (Klondike Defteri) olarak bilinen defterinde The Iron Heel’in kurgulanmasını sağlayan şu notlar yer almıştır:

Endüstriyel oligarşi yöneticileri tarafından yönetilen ücretli kölelik fikrinden doğan, sonunda yeniden

(16)

11

üretimi durduracak Wells tarzı bir roman yaz. Ya geleceğe girmenin yeni yolunu bul ya da yeni ve henüz olgunlaşmamış bir medeniyetteki insanların bulup çıkaracağı yazıları olan bir hikâyenin gerçek zamanında sonra başla.

(akt. Watson, 1983: 99)

London’ın The Iron Heel’i notlarına uygun olarak kurgulayarak, geleceğe yönelik bir anlatım tekniği ve yüzyıllar sonra bulunan anı defterinin ışığında şekillenen bir hikâye kurgusu oluşturduğu görülmektedir.

The Iron Heel, Avis Everhard adında bir kadının “Everhard Manuscript”

olarak adlandırdığı anı defterinin M.S. 2600’lerde ya da romanda aktarıldığı şekliyle 419 B. O. M. (the Brotherhood of Man) zamanında Anthony Meredith adında bir editörün eline geçen bu defteri kendi okuyucularına sunmasıdır. Babası Berkeley Üniversitesi’nde profesör olan zengin bir kız olan Avis, babasının işçi sınıfına olan ilgisi sayesinde sıklıkla düzenlenmeye başlanan toplantılara katılarak işçi sınıfını ve kendi sınıfını yakından tanımaya başlar. Bu toplantılarda babasının özel misafiri olarak katılan Ernest Everhard adında işçi sınıfı için mücadele eden bir gençle tanışmasıyla Avis kendisini bu mücadelenin içinde bulur. Ernest, işçi sınıfına mensup biri olmasına rağmen fabrikalarda çalışan diğer işçiler gibi değildir;

üniversiteden ders alarak kendini yetiştirmiş, entelektüel ortamlarda bulunan ve ağır işlerde çalışmak yerine çeviri yaparak geçimini sağlayan bir gençtir. Roman, Avis’in babası John Cunningham tarafından düzenlenen toplantılar sayesinde tanıştığı Ernest ile birlikte yer aldıkları toplumsal mücadelenin ve devrimci bir lider olarak Ernest’ın sosyalist görüşlerinin bir aktarımıdır.

Avis’in sonradan dâhil olduğu işçi sınıfı yaşamının ve bu sınıfın kapitalist sınıfla olan mücadelesinin bir anlatımı olarak kurgulanan romanda London, iki farklı

(17)

12

düzlem sunmaktadır. İlk düzlemde 1932 yılında gerçekleşeceği kurgulanan sosyalist devrime kadar geçen yaklaşık yirmi yıllık bir süreç anlatılırken, ikinci düzlemde de yirmi yedinci yüzyılda eline geçen Avis’in anı defterine “olaylarda değil, yorumlamada hatalar” (London, 1982b: 319) olduğu gerekçesiyle dipnotlar ekleyerek açıklamalar getiren editör Meredith’in yorumları bulunmaktadır. Bu şekilde ikili bir anlatım sunan London, dönem olaylarının içinde bulunan ve kapital sınıfa karşıt bir görüş benimseyen Avis aracılığıyla verdiği bakış açısında daha öznel bir anlatım sunarken, Meredith aracılığıyla yirminci yüzyıl başlarında yaşanan olaylara dönemin gazete ya da kitaplarından alıntılarla destekleyerek daha nesnel ve gerçekçi bir bakış açısı sunmaktadır. Meredith’in yorumları, kapitalizmden ve kapital sahiplerinin güç arzusuyla sebep oldukları kaos ortamından uzak bir sosyalist görüş sunmakla beraber London’ın yirminci yüzyıl Amerikan kapitalizminde görülen yanlışlıkları eleştirme aracıdır. Yazar, bu yönetimin para gücü sayesinde adalete, eğitime, dine, basına ve iktidarın kendisine sahip olmasını eleştirerek, romanında özellikle bu güç unsurlarının kapital sahipleri yönetimi altında bulunmasına karşı çıkmaktadır.

London, kapitalistlerin sahip olduğu bu gücün yine güç sayesinde yenilebileceğinin bilincinde olarak Sosyal Darwinizmin toplumsal var olma anlayışından uzaklaşmamış ve işçilerin de kendi güçleri sayesinde varlıklarını devam ettirebileceklerini vurgulamıştır. Bu düşünceyle sadece sermaye sahiplerinin toplumda var olabileceği görüşünün yanlışlığına dikkat çekerek, işçilerin de birlik olarak toplumda kalabileceklerini göstermeye çalışmıştır. Yazar, romanında hükümeti, kapitalistlerin hâkimiyetinden kurtarma yöntemi olarak ilk önce işçilerin

“seçme gücüne” başvuracaklarını öne sürmektedir. Romanda Ernest, seçimlerle güç dengesinin değişebileceğine olan inancını şu sözlerle ifade etmektedir: “Acı

(18)

13

deneyimlerimizden biliyoruz ki, hakka, adalete ya da insanlığa çağrı size hiçbir şekilde dokunmayacaktır. … Bu yüzden biz de güç elde etmeyi öğrettik. Seçim günü oylarımızın gücüyle, hükümetinizi sizden alacağız” (London, 2009: 53). Ancak London, işçi sınıfının iktidara geçme amacıyla başvuracağı ilk adım olan seçme hakkının, bu sınıfı amacına ulaştıracak etkin bir yöntem olamayacağını da gözler önüne sermektedir. İktidara geçmelerini sağlayacak bir oy çokluğunun sağlanması durumunda kapitalistler, “hükümeti işçi sınıfına devretmeyeceklerdir” (London, 2009: 54). Ayrıca romanda devlet bünyesindeki her sistemin, kapital sınıfın kontrolünde olmasından dolayı seçimlerin de tarafsız olarak yapılamayacağı ve aslında “seçim gücünün” kapitalistlerin elinde olduğu vurgulanmaktadır.

The Iron Heel’de de belirtildiği üzere halk, seçimlerle gelen hükümetler tarafından yönetildiklerini düşünürken, Ernest’ın da ifade ettiği gibi “politika makineleri” (political machines) tarafından yönetilmektedirler (London, 2009: 45).

Sanayileşmeyle beraber artan fabrika ve makineler sebebiyle mecazî olarak kullanılan politika makineleri, on dokuzuncu yüzyılda Amrika’da uygulanan bir politik kuruluştur. Genellikle büyük şehirlerde görülen bu organizasyonlarda projeler

“patron” adı verilen bir yöneticiler tarafından yönetilmektedir. Seçimlerde aday politikacı için oy toplamaya dayalı bir seçim kampanyası olan makinelerde

“patronlar”, seçmenlere para, mülk ya da işe alma garantisi vererek, onların hizmet ettiği partiye oy vermelerini sağlamaktadır. Hiyerarşik bir düzen içinde yürütülen makinelerde çalışan herkes bir ödül almaktadır. Partilerden bağımsız olarak çalışan ve istedikleri ücretleri verebilen her politikacıya hizmet eden makine patronları

(19)

14

seçmenle politikacı bir aracı konumundadır. 12 London ise romanında makine patronlarının, politikaya atılan kapitalistler olduğunu göstermektedir. Editör Meredith’in yirmi yedinci yüzyıl okuyucusu için yaptığı açıklamaya göre, “önceleri makine patronları, yasa çıkaracakları zaman kapitalistlerden yüklü vergiler alırlardı;

kısa zaman içinde kapitalistler, kendi politika makinelerine sahip olmayı ve makine patronlarını kiralamayı daha ucuz buldular” (London, 2009: 45). Kapitalistler, din adamlarından üniversite hocalarına, senatörlere kadar çeşitli alanlarda kiraladıkları insanlarla, kendi ideolojilerini benimsetmeye çalışmaktadırlar. London, üst mevkilerde bulunan insanların satın alınmasıyla, kapitalizmin ekonomik gücünü göstermekte ve bu güç kullanımını eleştirmektedir.

Romanda yasal olarak hükümette söz sahibi olamayan işçi sınıfının grevlerle ve ayaklanmalarla daha sert bir yöntem uyguladığını kurgulayan London, romanında yer verdiği işçi sınıfı hareketliliklerini dönemin Amerika’sının ve Avrupa’sının bir yansıması olarak sunmaktadır. 1886 Haymarket olayını ve 1871’de işçilerin birlik olup gerçekleştirdiği devrim sonucu iki aylığına yönetimde kalan hükümet, Paris Komününü13, The Iron Heel’de “The Chicago Commune” bölümünde kendi karakterlerinin deneyimleri olarak anlatmakta ve yaşanan şiddet sahnelerine detaylarıyla yer vererek iktidarın kullandığı güç ögelerinden biri olan ordu gücünü

12 Daha fazla bilgi için bkz. Etzioni-Halevy, Eva, (1979) Political Manipulation and Administrative Power: A Comparative Study. London: Routledge and Keagan Paul.

13 Sosyalist, komünist, anarşist ve 1789 Fransız Devrimi’nin takipçisi Jakobenler gibi farklı grupların bir araya gelerek oluşturdukları hükümettir. Sadece 72 gün yönetimde kalmayı başaran Paris Komünü, Fransa’nın uzun yıllar devam eden savaş halini fırsat bilerek kendi yönetimlerini kurmayı başaran işçilerin bir devrimi niteliğindedir. Son dönemlerde sık sık hükümetin değiştiği Fransa’da şehirlerin güvenliği devlet tarafından silahlandırılan ve çoğunluğu işçilerden oluşan halk tarafından sağlanmaktaydı. Paris’i Prusya işgalinden de kurtaran, “National Guard”adı verilen bu topluluk;

hükümetin halkın silahlarını bırakması talebi üzerine ayaklanmış ve kendi yönetimlerini kurmuştur.

Ancak hükümet ordusu karşısında daha fazla direnemeyen Komün 28 Mayıs 1871’de dağıtılmış;

komün üyelerinin birçoğu idam edilmiştir [Daha fazla bilgi için bkz. March, Thomas, (1896), The History of the Paris Commune of 1871. London: Swan Sonnenschein & Co].

(20)

15

eleştirmektedir. Amerika’da 1886 yılında farklı iş alanlarından yaklaşık yarım milyon işçinin katılımıyla gerçekleşen eylem, işverenlerin emekçilerin daha iyi çalışma koşulları ve daha iyi ücret taleplerini reddetmeleriyle Amerika tarihinin en büyük mitinglerinden birine dönüşmüştür. İşçilerin günlük çalışma sürelerinin sekiz saate indirilmesi için başlattıkları bu mücadele grev kırıcıların ve silahlarla miting alanına gelen göstericilerin birbirlerine girmesiyle kanlı bir şekilde sonuçlanmıştır.

Bu büyük grev sonrası birçok sosyalist ve anarşist tutuklanmış, bir kısmı da idam edilmiştir (Olson, 2002: 126). Ekonomi patronlarına hizmet eden ajanlardan ve askerlerden oluşan bir ordu gücüne sahip olan Amerikan hükümetinin, eylemleri durdurmak için uyguladığı bu gibi baskı ve şiddeti ortamına romanında yer veren London, böylece hükümetin başvurduğu sert müdahaleleri de eleştirmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi Klondike’da geçirdiği dönemde The Iron Heel’in konusunu belirleyen London’ın, “Roman - Sanayi Kaptanları” başlığıyla aldığı nottan da anlaşıldığı üzere, o günlerde işçi sınıfı ve hükümet arasında yaşanan olayları incelenmeye değer bulduğu görülmektedir. London defterine, “dünyayı kontrol eden sanayi alanındaki oligarşi yöneticileri, işçilerin korkunç mücadeleleri; Paris Komünü’ndekine benzer sahnelerin olduğu bazı büyük şehirler. Okuyup bilgi edin.”

(akt. Watson, 1983: 99) şeklinde bir not alarak dönem olaylarının göz ardı edilmemesi gerektiğini göstermektedir. Kendisi için bir yol gösterici niteliğinde olan bu notlarına göre, Avrupa ve Amerika’da yaşanan olayları inceleyen London, romanında yaşananları aktararak işçilerin mağduriyetlerini ve hükümetlerin yanlış politikalarını gözler önüne sermektedir. The Iron Heel’de 1886 Haymarket olaylarına benzer şekilde işçilerin başlattığı eylemde “bazı grev liderleri idam edilip, birçoğu hapse mahkûm edilirken, greve katılan binlerce işçi sığır ağıllarında toplanarak

(21)

16

işkenceye maruz bırakılmıştır” (London, 2009: 94). “Şiddetin şiddeti doğurduğuna”

(London, 1995: 132) inanan London, 1880’lerde Amerika’da yaşanan demiryolu grevlerine benzer bir tablo çizerek, iktidarın gücünü korumak için başvurduğu şiddetin boyutunu göstermektedir. Aynı zamanda işçi sınıfının kendini koruma çabası olarak bu şiddete yine şiddetle karşılık vermesiyle ortaya çıkan kanlı sahneleri hatırlatarak, yönetimlerin uyguladığı politikalara tepki çekmektedir.

Bununla birlikte dönemin siyasi hareketlilikleriyle benzer bir şekilde ele aldığı romanında devletin işçi hareketlenmelerini takip edebilmek için işçilerin arasında ajanlar yerleştirdiği gerçeğine de yer vermiştir. Hem romanda hem de gerçek hayatta olduğu gibi devletler, ajan-provokatörlere (agents-provocateurs) başvurarak işçilerin herhangi bir eylem hazırlığı içinde olup olmadığını ya da provokatörler sayesinde kimlerin devlete karşı çıkma eğilimde olduğunu önceden öğrenebilmektedir. Bunun yanı sıra casuslar, devlet karşıtı kişi ya da grupları yasa dışı eylemlere teşvik ederek, bu kişilerin yakalanmasını sağlamaktadırlar.14 Romanda Ernest, bu durumu şöyle ifade etmektedir: “Oligarşi şiddet istiyordu ve ajan- provokatörleri işe aldı. Tartışmasız Köylü ayaklanmasına sebep olanlar da ajan- provokatörlerdi” (London, 2009: 132). London, romanında yer verdiği bu ajan provokatörlere, yirminci yüzyılın başlarında Rusya’da sosyalist yönetime, devrimcilere ve Yahudilere karşı ortaya çıkan, aşırı milliyetçi grup olan “The Black Hundreds”ın adını vermiştir. “The Black Hundreds”ın gerçek faaliyetlerini olduğu gibi kullanan London, romanında da bu grubun, rejim yanlısı ve işçi eylemlerinde

14 Daha fazla bilgi için bkz. Newton, Michael, (2007), The Encyclopedia of American Law Enforcement. New York: Facts on File.

(22)

17

sert müdahalelerde bulunan tavrını aktararak, dönemin hükümetinin sahip olduğu ordu gücü sayesinde alt sınıf üzerinde kurduğu baskıyı eleştirmektedir.

Totaliter devletlerin, insanların bilinçlenmesini engellemek amacıyla eğitim haklarını ellerinden alma ya da kendi çıkarlarına yönelik eğitim verme anlayışı London’ın eserinde de görülür. London, eğitim gücünün sınıflar arasındaki ayrımı artıran ve işçi sınıfının üstünlüğüne hizmet eden bir unsur olarak kullanılmasını eleştirmektedir. “Iron Heel” yönetimi altında üst sınıfa mensup çocukların gittiği okullarda her türlü olanak mevcutken; tüm bu isyanlardan ve grevlerden sonra işçi sınıfına ait çocukların göz ardı edilerek ilköğretim zorunluluklarının kaldırıldığı görülmektedir. Romanda da belirtildiği gibi “devlet okulları kötüleşti ve eğitim zamanla zorunlu olmaktan çıktı. Okuma yazma bilmeyen genç nesildeki artış tehlikeli bir hal aldı” (London, 2009: 127). Böyle bir kurgu ile London, gençler arasındaki okur-yazarlık oranının düşürüldüğünü, böylece yeni nesilde, içinde bulundukları kötü koşullara karşı gelecek bilincin oluşmasının engellendiğini göstermektedir. London, kapitalistlerin, eğitimi de güçlerini korumak amacıyla kullanmasına dikkat çekerek, eğitim gücünün iktidara hizmet eden bir unsur olarak görülmesini eleştirmektedir.

London romanında, din gibi insanların düşüncelerinin temelinde bulunan bir kurumun, iktidarın devamlılığını sağlayan bir güç unsuruna dönüştürülebildiğini göstererek kapitalist sınıfın sahip olduğu gücün boyutuna dikkat çekmektedir. “Iron Heel” yönetiminde görüldüğü üzere, kilise de zenginler tarafından satın alınmıştır ve papazlar, kapital sahipleri tüm imkânlarını sağladığı için karşılık olarak onların kabul gördüğü şekilde vaazlar vermektedir (London, 2009: 11). Romanda belirtilen “lekeli

(23)

18

paralarınızı bize getirin” (London, 2009: 38) şeklindeki kilise sloganı, papazların hangi yollardan kazanılırsa kazanılsın kapitallerden gelecek her parayı kabul edip dinlerini onların hizmetine sunmaya hazır olduklarını gösterir niteliktedir.

Kapitallerin çıkarlarına karşı olabilecek ve onların varlığına tehdit niteliğinde olan hiçbir konuşma yapılamaz ve kapitallerin gerçek niyetini anlayıp halkı uyarmak isteyenler görevlerinden azledilmektedir. Editör Meredith aracılığıyla dönemle ilgili bilgilerin verildiği dipnotlarda London, yirminci yüzyılın başında kabul edilemez doktrinler söyleyen kilise dışında pek çok manastır bulunduğunu ve özellikle

“vaazları sosyalizmle lekelendiğinde” görevlerine son verildiğini belirtmektedir (London, 2009: 11). Bu yönetim altında ülkenin en takdir gören piskoposlarından biri olan Morehouse’un son konuşması kapitalist düzene bir eleştiri niteliğinde olduğu için papaz konuşmasının ortasında kürsüden indirilerek önce delilikle suçlanmış, sonra da kendi sınıfı tarafından dışlanmıştır. Kendi sınıfını içinde bulundukları bu duruma karşı uyarmak, onları uyandırıp ‘prangalarından’ kurtarmak isterken, söyledikleri her şey bir delinin saçmalıkları olarak değerlendirilip görevinden azledilir. Yaşadığı zengin hayatı bırakıp, fakir semtlerde ihtiyaç sahiplerine yardım etmeyi seçen Morehouse’un fakirlere yardım ettiği anlaşılınca da akıl hastanesine kapatılarak izi kaybettirilir. “Iron Heel” yönetimi, hükümete karşı gelenleri iz bırakmadan ortadan kaldırmaktadır ya da onları toplumun diğer üyeleri tarafından da dışlanacak bir konuma düşürerek unutulmaya bırakmaktadır. Morehouse’un sonu

“Iron Heel”in istediği her şeyi yapabileceğine bir örnektir.

Romanda da Ernest’ın yinelediği gibi toplumun her kurum ve kuruluşunun satın alındığı ülkede basın da kapitalistler için çalışmaktadır; “kapitalist sınıfın sırtından geçinen bir parazit” olarak Amerikan basının “görevi halkın düşüncelerini

(24)

19

şekillendirerek baştaki güce hizmet etmektir ve bunu da çok iyi yapmaktadır”

(London, 2009: 63). Bu şekilde, London, insanların haber alma kaynaklarının da iktidara hizmet eden ve “kurulu düzene tehdit teşkil edebilecek hiçbir bilgiyi yayınlamayan” (London, 2009: 63) bir kuruluş haline dönüştürülmesini eleştirmektedir.

London, basının haberleri gerçekliğiyle yansıtmamasının yanı sıra çarpıtıcı haberlerle ya da reklamlarla halkı kandırmasını ve bu şekilde kapital sahiplerinin basını bir güç unsuru olarak kullanmasını eleştirmektedir. Yazar, “What Life Means to Me” makalesinde ve The Iron Heel’de basının reklamlarla ilaç firmalarının kâr edebilmek adına düşük maliyetle “patentli ilaç” (patent medicine) adı altında ürettikleri aslında patentsiz olan ilaçların satılmasına yardımcı olmalarını yermektedir (London, 1916: 20; London, 2009: 45). Eğitim ve öğretim oranın düşük olmasıyla beraber halk, basında yer alan iktidar vaatlerine ve göz boyayıcı çalışmalara inanmakta ve bu şekilde iktidara karşı gelenlerin sayısı azaltılmaktadır;

böylece iktidar da kendi çıkarlarına hizmet eden çalışmaları halka hizmet olarak gösterip gücüne güç katmaktadır. Romanda Ernest, basının yapmış olduğu bu hileyi gazetede yayınlamak istediğinde, gazetenin editörünün kendisine “alçak demagog”15 diye bağırdığı görülmektedir (London, 2009: 45). Editörün bu tepkisinden de anlaşıldığı üzere, basın kapitallerin hizmetinde halka yanlış bilgiler sundukları gerçeğini inkâr ederek, bu gerçeği göstermek isteyenlere tepki göstermektedir.

15 Mantıklı savlar öne sürmek yerine popüler olan istek ve önyargılara başvurarak destekçi bulmaya çalışan politik lider (Oxford Dictionary). Demagog kelimesine, Türkçede “laf cambazı” olarak karşılık verilmiştir (TDK)

(25)

20

The Iron Heel’de ahlâk anlayışının da kapitalist yönetimlerin amaçlarına uygun olarak değerlendirildiği görülmektedir. Anlatıcı Avis’e göre, gücünü “kendi haklılığının tatminkâr anlayışından” (London, 2009: 167) alan kapitalist sistem, ahlâk değerlerini de kendi çıkarlarına uygun hale getirerek, Avis’in tabiriyle,

“aristokrat ahlâk” ya da “efendi ahlâkı” denilen yeni bir anlayış geliştirmişlerdir.

Kendi ahlâk değerlerine göre, yaptıkları her eylemin doğruluğuna inan kapitalistler, kendilerine olan inancın verdiği güçle ülke genelinde hâkimiyet kurmaktadırlar.

Romanda editör Meredith de dönemin etik kavramını, kendi toplumuna açıklamaya amacıyla John Stuart Mill’in On Liberty eserinde değindiği ahlâk görüşüne değinmektedir. Mill’e göre, “nerede yükselen bir sınıf varsa orada ahlâk kavramının büyük bir kısmı, sınıf çıkarlarından ve sınıfın üstünlük duygularından doğmaktadır”16 (akt. London, 2009: 37). Mill’in görüşleriyle düşüncelerini destekleyen Meredith’in de değindiği gibi oligarşi mensupları ahlakî tutarsızlıklardan ve kapitalist çarpıklıklardan yeni bir ahlâk anlayışı oluşturmuş; biyoloji ve evrim onları yalanlasa bile kendi ahlâklarına inanmış ve üç yüzyıl boyunca metafizik ahlâkçılarını şaşırtacak şekilde insan gelişimini büyük oranda yavaşlatmıştır (London, 2009: 167). “Brotherhood of Man” toplumunun alışık olmadığı bir anlayış olarak gösterilen bu kapitalist ahlâk, toplumun ideal düzene ulaşmasının önünde duran bir engel olarak gösterilmektedir.

Eğitim, dinî ve etik değerlerin yanı sıra adalet de kapitalist yönetimin sahip olduğu güç ögelerinden biridir. Hukuk sistemini ele geçiren “Iron Heel” yönetimi, her zaman kendisinin haklı ve karşısında duranın haksız görüldüğü bir adalet anlayışı

16 John Stuart Mill, On Liberty, Boston: Ticknor and Fields, 1863.

(26)

21

geliştirmiştir. Avis ve Ernest’ın aralarında geçen konuşma da artık adaletin güç sahibi olanın elinde olduğunu kanıtlamaktadır:

- ‘Söyler misiniz adaletin yasayla bir ilişkisi var mı?’

diye sordum.

- ‘Yanlış bir ilişki kurdunuz’ diyerek gülümsedi.

- ‘Güçle mi?’ diye sordum ve başıyla onayladı.

(London, 2009: 35)

Romanda da görüldüğü gibi insanların haklı olmaları onların zenginliklerine ve mahkemeleri satın alabilme güçlerine bağlıdır. Orta sınıf da mahkemelerin sadece yönetime hizmet ettiğinin ve bunun sebebinin de yargıçların satın alınmaları olduğunun farkındadır: “Mahkemeler tekelcilerin elinde. Biz, insanlar da yargıçlarımıza yeterince ödeme yapmıyoruz” (London, 2009: 73). Kim ödeme yaparsa o haklıdır. Ancak bu yozlaşmanın farkında olmak onu düzeltmeye ve bu sisteme karşı durmaya yetmemektedir. Orta sınıf, kendi küçük kapitallerini kaybetme riskini göze alamadığından bu düzene karşı işçi sınıfının yanında yer almayı reddetmektedir.

İnsan bedeninin de kapital sahiplerine hizmet için kullanılacak bir nesne olarak görüldüğü “Iron Heel” yönetimiyle London, kapitalist sistemde işçilerin sadece çalışabildiği sürece bir değeri olduğunu göstermektedir. Çalışırken kolunu makineye kaptıran Jackson’ın davasını araştırırken Avis, adalet sistemlerinin güce sahip olanın elinde olduğunu ve “toplumlarının kan üzerine kurulu olduğunu”

öğrenir (London, 2009: 33). İşçi, makineden kaynaklanan bir sorun yüzünden kolunu kaybettiği için işverenine tazminat davası açar; ancak kendisine hiçbir ödeme yapılmaz. Bunun sebebi, karşı tarafın söz sanatında usta bir avukata sahip olması ve

(27)

22

fabrikada olaya tanıklık eden herkesi Jackson’ın aleyhinde ifade vermeye mecbur bırakmalarıdır. Dava sonrası Jackson’a fabrikada kol gücü kullanmayacağı başka bir iş de verilmez. London, böyle bir sahneyle kapitalist bir toplumda parası olanın hiçbir zaman haksız olmadığını gösterirken insanın sadece kas gücünün para ettiğini de göstermektedir. Yazar, “What Life Means to Me” isimli makalesinde emeğin satmak zorunda olduğu tek şeyin kas olduğunu ve onur dışında piyasada her şeyin alınıp satıldığını belirtir (London, 1916: 12-13). Böyle bir kapitalist toplumda her şey metalaştırılmakta ve satın alınabildiği sürece bir değer taşımaktadır; bu yönetimde de görüldüğü gibi insanın kapital sahiplerinin gözündeki değeri fabrikalar için kullanabileceği kas gücüne bağlıdır. “Iron Heel” yönetiminin artan fakirlikle beraber insanları, zor şartlar altında çalışmaya mecbur bıraktığı ve yönetim için çalışan hukuk sistemi sayesinde kendilerini savunma hakları ellerinden alınan insanların, bedenlerinin de iktidara hizmet eden bir unsur olarak kullanıldığı görülmektedir.

Yaşanan grevler ve yapılan eylemler dışında Amerika yönetiminin çıkardığı yasaları da romanında eleştiren London, kapitalizmin halka istediği yasayı, istediği şekilde uyguladığını göstermektedir. İspanya-Amerika Savaşı sonrası ordudaki zayıflıklar sebebiyle 1903’te yürürlüğe giren “The Militia Act” (Milis Yasası) yasası gereğince devletin istediği zaman on sekiz kırk beş yaş arası sağlam olan her erkeği orduya çağırabilme hakkını eleştirmektedir. Yasaya göre, ordu listesinde adı bulunan kişiler görevi reddettiklerinde askeri mahkemeye çıkartılıp cezaya çarptırılabilirler.

İnsanların itiraz hakları da bu yasayla ellerinden alınmıştır. Romanda Ernest, bu yasanın sadece işçi sınıfını değil küçük kapital sahiplerini de etkilediğini belirtmektedir. Güç kazanan küçük kapital sahiplerinden oluşan orta sınıf, iktidar

(28)

23

sınıfına tehdit oluşturmaya başladığı her an orduya çağırılıp güçlerini uzak sömürgelerde kullanmaları istenebilir. Bu yasanın kapitallere sadece işçi sınıfından doğabilecek sorunları değil, gelişmekte olan küçük kapital sahiplerinden kaynaklanan sorunları da ortadan kaldırmalarına yardımcı olacak çok yönlü olanaklar sağlamaktadır.

İktidarın elinde bulundurduğu güç karşısında sadece işçi sınıfını değil orta sınıfın da ezildiğini gösteren London, kapitalistlere karşı verilmesi gereken mücadelede birlik olmanın önemini vurgulamaktadır. The Iron Heel’de, Darwinci bir yaklaşımla ilkel adamı, diğer hayvanlar üzerinde üstünlük kurmuş, birleşebilen bir hayvan olarak tanımlamaktadır. Bu doğrultuda, rekabet ve birliktelik arasında binlerce yıl süren mücadeleden her zaman birlikteliğin galip çıktığını savunarak rekabetçi kapitallerin ancak insanın birleşebilme özelliğinin öne çıkarılıp, birlik olunarak yenilebileceği görüşünü ileri sürmektedir (London, 2009: 72). Romanda, bu amaca uygun olarak devrimci lider Ernest’ın, büyük kapital sahiplerine karşı küçük kapitalleri işçi sınıfıyla birlik olmaya davet ettiği görülmektedir. London, romanında savunduğu birlik olmanın gücünü somut olarak sunabilmek için Almanya, İtalya, Fransa, Avustralya ve Yeni Zelanda gibi ülkelerde işçilerin 1913 yılında birlik olup hükümetlerini devirdiği ve yerlerine Sosyalist hükümetlerin getirildiğini kurgulayarak, tüm işçi ve küçük kapitalleri onlar gibi birlik olmaya davet etmektedir.

Birlikte mücadele eden işçiler sayesinde aslında faşizmle yönetilen Almanya ve İtalya gibi ülkeleri de sosyalizme ulaşacak ülkeler arasında göstererek ütopya benzeri bir yaklaşım sunan London, kapitalistlerin mücadele etmeden sahip oldukları gücü bırakmayacaklarını dolayısıyla kapitalizmin tamamen ortadan kaybolmasının zaman alacağını göz önünde bulundurarak aynı dönemlerde Japonya, Kanada, İngiltere,

(29)

24

Meksika ve Küba gibi ülkelerde de oligarşinin yönetimi ele geçirdiğini kurgulamıştır.

Bu gibi örneklerle birlik olmanın sağlayacağı kuvvetin tüm dünyada etkisini gösteren bir sosyalist devrim sağlamasının zorluğunu göz ardı etmeyen London, gerçekçi bir anlatım sunmaktadır.

İktidarın güç kullanımına yönelik eleştirilerini dönemin politikacı ve düşünürlerinden yaptığı alıntılarla ya da konuyla ilgili yazılan kitap ya da gazetelerle destekleyen London, kapitalist sistemin sebep olduğu kötü yönetimin yanlışlıklarına pek çok kişinin dikkat çektiğini göstermektedir. London, Amerikalı politikacı John C. Calhoun’un 28 Mayıs 1836’da resmi mevzuatlar üzerine yaptığı bir konuşmasından alıntı yaparak on dokuzuncu yüzyılda güç kazanan kapitalist sınıfın hükümet üzerinde etkisinin uzun süredir devam eden bir sorun olduğuna ve aradan geçen zamana rağmen bu konuyla ilgili bir önlem alınamadığına dikkat çekmektedir.

Calhoun kendi döneminde yükselen sınıfı şu sözlerle açıklamaktadır: “hükümette halkın kendisinden daha büyük bir güç ortaya çıkmıştır. Bu güç, kitle haline getirilen çeşitli çıkarları olan ve bankalardaki fazla miktardaki para ile bir arada tutulan insanlardan oluşmaktadır”17 (London, 2009: 57). London, Calhoun’dan yaptığı bu alıntıyla kapitalist sınıfın çıkar ilişkilerini ve ellerindeki gücün kaynağını özetlemektedir. Calhoun'un düşüncelerinin yanı sıra yazar, bu gücün sadece yönetimi ele geçirmekle kalmayıp aynı zamanda ülkedeki tüm sistemi etkileyip, güç dengelerini değiştireceğini düşünerek oluşturduğu gelecek kurgusu için 1847-1849 yılları arasında Amerikan başkanlığını yapan Abraham Lincoln’un öngörüsünü de sunmaktadır. Lincoln’a atfedilen sözlerde başkanın para gücünün cumhuriyeti yok

17 John C. Calhoun’un “Resmi Mevzuatlar Üzerine Konuşmalar” başlıklı konuşmasının tam metni için bkz. Calhoun, John C., Hunter, Robert M.,T., (1843), Life of John C. Calhoun. New York: Harper

& Brothers.

(30)

25

edebilecek bir boyuta ulaşabileceği vurgulanmaktadır. Lincoln’a göre, “çok yakın gelecekte yaklaşmakta olan bir kriz görüyorum… Şirketler göklere çıkartıldı, bunu yüksek mevkilerde yozlaşma çağı takip edecek ve ülkenin para gücü, halkın yargılarını etkileyerek, servet birkaç elde toplanana ve Cumhuriyet yıkılana kadar egemenliğini sürdürmeye devam edecektir”18 (London, 2009: 57). London, bu gibi politikacıların, ülkelerin geleceği ile ilgili kaygılarına romanında yer vererek, Amerika’daki kapitalist sistemin varlığını uzun süredir devam ettirdiğini ve yaklaşmakta olan baskın yönetim anlayışının öngörülmesine rağmen engellenememesine dikkat çekmektedir.

Romanda, yirminci yüzyılda görülen kapitalist sistemin üç yüzyıl daha devam edeceği yönündeki kurgu, kapitalizmin ardından kurulan bir sosyalist devlet yapısıyla toplumsal sorunlara çözüm sunmaktadır. Bir sosyalist olarak sosyalist bir toplumun yakın bir gelecekte mümkün olmayacağını düşünen London’a göre,

“öncelikle kapitalizm yönetime geçmeli; dünyayı sömürmeli; milletler arasındaki hayatta kalma mücadelesi daha şiddetli, daha yoğun ve daha geniş çapta olmalı”

(London, 1965: 122). Yazar, on dokuzuncu yüzyıl Amerika’sında etkisini gösteren Karl Marx’ın öne sürdüğü “sosyoekonomik devlet basamaklarıyla” benzerlikler gösteren bir düşünceyle sosyalizme geçişin yaşanması gereken bazı adımlar kapsadığı görüşündedir. Marx’a göre toplumsal evrim “ilkel komünizm, kölelik, kapitalizm, sosyalizm ve komünizm” sırası ile gerçekleşecektir ve kapitalizmden sosyalizme geçiş, toplum gelişiminin vazgeçilmez bir parçasıdır. London da benzer

18 Abraham Lincoln’uın bu sözleri William F. Elkins’e 21 Kasım 1864 tarihinde yazdığı bir mektup kullandığı öne sürülmektedir. Ancak bu mektubun kaynağına ulaşılamadığı için Lincoln’un kesin olarak bu sözleri söylediğini söylemek mümkün değildir. [Daha fazla bilgi için bkz. Nichols, John, (2011), The "S" Word: A Short History of an American Tradition...Socialism. New York: Verso].

(31)

26

düşüncelerle sosyalizmin toplumsal evrimin bir ürünü olarak “kölelik, feodalizm ve kapitalizmden sonra gelen bir adım” olduğunu ifade etmiştir (London, 1895). Bu doğrultuda The Iron Heel’de London, yirminci yüzyılda da iktidarı elinde tutan kapitalist sınıfın gücünü kullanmadan iktidardan vazgeçmeyeceğinin dolayısıyla sosyalizmin yakın bir gelecekte devrim amacını gerçekleştiremeyeceğinin bilincinde olarak sosyalist toplumu yüzyıllar sonra gerçekleşebilecek bir sistem olarak kurgulamıştır. Romanda Editör Meredith, kapitalist sistemi sosyal evrimde maymunlar dönemine benzemekte ve kapitalizmin güç sahibi olduğu bu dönemi en iyi hayat biçimine geçmek için yaşanması gereken bir süreç olarak değerlendirmektedir (London, 2009: 138). Bu sebeple, romanında da sosyalizmin bir devlete uygulanmasının ve bunun sonucu olarak kapitalizmin ve kapitalizmin getirisi olan “sermaye”, “grev”, “grev kırıcı” gibi kavramların insanoğlunun hayatından çıkıp, sadece tarih kitaplarında kalmasının uzun bir süreç gerektirdiğini vurgulamakta ve kapitalizmin yanlışlıklarının sosyalist bir toplum kurularak düzeltilebileceğine göstermektedir.

London’ın The Iron Heel romanı, hem iki farklı zaman dilimini kapsayan anlatımıyla hem de kapitalizmden sosyalizme geçiş aşamasının zaman alacağı düşüncesiyle uzak bir tarih için kurgulanan sosyalist devlet düzeniyle Edward Bellamy’nin Looking Backward: 2000-1887 (1888) (Geçmişe Bakış)19 romanıyla benzerlikler göstermektedir. The Iron Heel’den yirmi yıl önce yazılan Looking Backward: 2000-1887’nin London üzerinde doğrudan bir etkisi olduğunu söylemek mümkün olmasa da on dokuzuncu yüzyıl Amerikan kapitalizminin London dışında

19 Edward Bellamy’nin Looking Backward: 2000-1887 romanı Türkiye’de ilk kez Fahri Yaraş’ın çevirisiyle 2011’de Say Yayınlarından çıkmıştır.

(32)

27

başka yazarların da son bulmasını umut ettiği ve bu nedenle, kapitalist düzende görülen yanlışlıkları eleştiren yazarların, eserlerinde ideal devlet düzeni olarak sosyalizmi sundukları görülmektedir. London da Bellamy gibi on dokuzuncu yüzyıl Amerikan kapitalizminin sebep olduğu işçi sınıfı ve zengin sınıf arasındaki uçurumun, eşitsizlik ve adaletsizlik ortamının “kardeşlik” anlayışına dayanan bir toplumla düzeltilebileceğini düşünmektedir. Bu sebeple London, Bellamy'nin Looking Backward romanında “Brotherhood of Humanity” (İnsanlık Kardeşliği) toplumuna benzer şekilde “Brotherhood of Man” (İnsan Kardeşliği) toplumu kurgulayarak, kapitalizm sonrası kurulacak yeni düzenin, bütünlük ve birlik anlayışına uygun olması gerektiğini vurgulamaktadır.

Romanda, sosyalist bir devlet kurulmasının ihtiyaç olarak görülmesine sebep olan “Iron Heel” yönetimi, kapital sahipleri tarafından yönetilen ve kapitalistlerin sahip oldukları iktidarın bir getirisi olarak kendi sınıflarını diğer sınıflardan üstün tutup, özellikle işçi sınıfını ezerek, bu sınıfın yasal haklarını elinden alan bir oligarşi yönetimidir. London’ın, The Iron Heel’de tanımlandığı gibi bu yönetim bir bakıma

“zengin bankerlerin, demiryolu patronlarının, şirket yöneticilerinin ve tekel patronlarının oluşturduğu Plütokrasi” yönetimidir (London, 2009: 84) ve sahip oldukları ekonomik güç sayesinde ülkedeki her birliği, kuruluşu kendi hâkimiyeti altında toplayarak kendi doğrularıyla kendini haklı gösterecek yasalarıyla hâkimiyetini sürdürmektedir. Romanda da belirtildiği gibi “üniversiteleri ve kiliseleri maddi yönden destekliyorlardı, papazlar da uysal bir bağlılıkla dizlerine kapanıyorlardı. Paranın getirdiği güce sahiptiler ” (London, 2009: 38) Para gücüne dayalı bu kapitalist yönetim, sahip oldukları iktidarı korumak için tüm imkânlarını

(33)

28

kullanmaktadır; romanda Plütokrasi sınıfının sahip olduğu güç şu şekilde ifade edilmektedir:

Bugün Plütokrasi, bütün gücü elinde tutmaktadır.

Yasaları onlar çıkarıyor çünkü Senato, parlamento, mahkemeler ve devletin yasama organları onların elinde. Hepsi bu değil. Yasaların arkasında onları yürütecek bir güç de olmalıdır. Bugün Plütokrasi yasa çıkarır ve onları dayatmak için de her emrine amade olan polise, donanmaya ve son olarak da milis kuvvetlerine, yani sana, bana, hepimize sahiptir.

(London, 2009: 87)

London’ın kurgusunda görüldüğü üzere, ne orta sınıf ne de işçi sınıfı Plütokrasi karşısında söz sahibi olabilmektedir; iktidarın elinde bulundurduğu güç organları olası her tür tehdide karşı kapitalist sınıfın varlığını devam ettirmelerini sağlamaya yönelik kullanılmaktadır.

Romanında Plütokrasi yönetiminin devleti kontrol eden bir karar organı olduğunu vurgulayan London, bu düşüncelerini dönemin Amerika’sında sanayileşmeyle birlikte ülke içerisinde etkisini arttıran kapital sahiplerine dayandırarak, güç kazanan sınıfın devletin her bölgesini ele geçirdiği ve kendi aralarında paylaştığı gerçeğini de gözler önüne sermektedir. On sekizinci yüzyıl sonunda Samuel Slater ve arkadaşları tarafından kurulan tekstil fabrikasıyla sanayileşme sürecine geçen Amerika, 1807 Ambargo Hareketi (Embargo Act) ile limanlarda kısıtlamalar getirmiş ve özellikle İngiltere'den gelen ürünlerin ülkeye girişinin yapılamamasından dolayı bu ülkeden sağlanan ihtiyaçları kendi üretim sistemini kurarak gidermeye başlamıştır.20 Ambargo Hareketi’nden önce başlayan

20 Daha fazla bilgi için bkz. Hillstrom, K., Collier, L., (2006), The Industrial Revolution in America, Vol. I, Santa Barbara:ABC-CLIO.

(34)

29

sanayileşme süreci, pek çok farklı alanda kurulan fabrikalar ve şirketlerle hız kazanmıştır. Amerika’nın en eski sendikalarından biri olan “Industrial Workers of the World” sendikasının kurucularından Eugene Debs'in de belirttiği gibi Amerika'da makinelerle beraber gelen kapitalizm (Debs, 1908: 460), rekâbet ortamına da sebep olmuştur. Küçük kapitallerle, ülkedeki sanayi ve teknoloji gelişmelerini takip eden ve bu şekilde rakiplerini geçmeyi başaran kapital sahipleri, daha geniş bölgeye ulaştırdıkları hizmetlerle ürünlerinde ülke genelinde sabit fiyat uygulamasına geçerek rakiplerini geride bırakmış ve kapitalizmin bir sonucu olan tekelciliği doğurmuşlardır. Dönemin önde gelen sanayici ve bankerlerinden Andrew Carnegie21 demir-çelik alanında, Jay Gould22 demiryolu ve borsa alanlarında, J. P. Morgan23 bankacılıkta ve John D. Rockefeller24 petrol alanında tekel oluşturmuştur. Yirminci yüzyıl Amerikan ekonomisi üzerine araştırmalarıyla tanınan Amerikalı gazeteci Matthew Josephson’a göre, “bu kişiler Ortaçağ’daki emsalleri, saldırgan ekonomik çağın egemen figürleri kadar soyguncu baronlardı” (Johnson, 2011: vii). Küçük

21 Küçük yaşta çalışmaya başlayan Carnegie, çalıştığı her fabrikada ve firmada sektörle ilgili gelişmeleri yakından takip ederek işverenlerinin dikkati çekmiş ve adım adım yükselmiştir.

Dönemin revaçta olan alanlarında yaptığı yatırımlarla zenginleşmeye başlayan Carnegie, petrol sektöründen sonra demir-çelik alanına yönelerek bu sektörde önemli bir isim olmuştur. [Daha fazla bilgi için bkz. Edge, Laura B., (2004), Andrew Carnegie: Industrial Philanthropist. Minneapolis:

Lerner Publications].

22 Gould, matematik ve araştırma isteği sayesinde doğru yatırımlar yaparak zenginleşen bir yatırımcıdır. Gould, Amerika’da “Kara Cuma” (Black Friday) olarak bilinen spekülasyon sayesinde adını duyurmuştur. Bir grup arkadaşıyla altına yaptığı yatırımlarla altın piyasasını ele geçiren Gould, piyasada dalgalanmaya sebep olmuş, ancak devletin duruma el koymasıyla beklediği başarıya ulaşamamıştır. Altından sonra demiryolu alanına yönelen Gould, bu sektörde büyük başarı sağlamıştır [Daha fazla bilgi için bkz. Klein, Maury, (1997),The Life and Legend of Jay Gould. Mary Land: The John Hopkins University Press].

23 Morgan, bir bankada çalışmasıyla adım attığı bankacılık kariyerinde yükselmeye başlamıştır.

“Finans alanında bir dâhi”olarak tanınan Morgan, kriz ve savaş dönemlerinde yaptığı doğru alım satımlarla Amerikanbankacılık alanında önemli bir isim olmuştur [Daha fazla bilgi için bkz. Alef, Daniel, (2010), J. P. Morgan: America's Greatest Banker. Santa Barbara: Titans of Fortune Publishing].

24 Küçük bir komisyoncuda muhasebeci olarak başladığı iş hayatında, iş dünyasıyla ilgili her türlü finans ve yatırım prensiplerini öğrenerek kendi komisyon şirketini kuran Rockefeller, artan sermayesini petrol rafinerileri kurarak değerlendirmiştir. O zamanlar pek bilinmeyen bu sektör, artan ihtiyaçlarla beraber Rockefeller’a bir servet sağlamıştır [Daha fazla bilgi için bkz. Segall, Grant, (2001), John D. Rockefeller: Anointed with Oil. New York: Oxford University Press].

Referanslar

Benzer Belgeler

1110 Kral’ın bedeninden sökülen egemenliğin devlete intikali yeni egemen beden olarak toplumsal beden aracılığı gerçekleşmiş Salisburyli John’un

Çok yönlülük Rönesans’ı diğer tarihi dönemlerden ayırt edici temel özelliklerden biridir. Nitekim Rönesans denince ilk akla gelen isimlerinden biri olan Michelangelo

Gerek Tunus’ta gerekse Mısır’da meydana gelen halk isyan hareketi, kitleselliğini korumasından ve zorba rejim karşısında ölüm pahasına bile olsa değişim

BK.m.390/2’ye göre, “vekil, müvekkile karşı vekaleti iyi bir surette ifa ile mükelleftir.” İsviçre Borçlar Kanununda ise ‘iyi bir suretle ifa’ ifadesi yerine ‘sadakat

Birinci kısımda, roman özel mülkiyet, miras, sömürü, din, toplumsal evrim, sınıf ayrımı, komünist düzen ve kapitalist karmaşa, devlet, işgücü, sınıf sistemi

el-Mehdî’den sonra halife olan birinci oğlu Musa el-Hâdî, veliaht kardeşi er-Reşîd’i azledip onun yerine oğlu Cafer için biat almak istemiş; ancak er-Reşîd’in

Türk – Japon ilişkileri konusunda büyük önem arz eden Ertuğrul Firkateyni Faciası üzerine yazılan ilk ilmi eser Süleyman Nutki’nin 1911 yılında Osmanlıca

Aslında bu denklemi Ballard’ın romanlarında Althusser’in ideoloji hakkında yaptığı tespite benzer bir şekilde özetlemek mümkündür: Mimari, “bireylerin gerçek