• Sonuç bulunamadı

COUNCIL OF EUROPE AVRUPA KONSEYİ AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ ÜÇÜNCÜ DAİRE DAĞTEKİN VE DİĞERLERİ - TÜRKİYE KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ STRAZBURG

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "COUNCIL OF EUROPE AVRUPA KONSEYİ AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ ÜÇÜNCÜ DAİRE DAĞTEKİN VE DİĞERLERİ - TÜRKİYE KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ STRAZBURG"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ

ÜÇÜNCÜ DAİRE

DAĞTEKİN VE DİĞERLERİ - TÜRKİYE (Başvuru no, 70516/01)

KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ

STRAZBURG 13 Aralık 2007

İşbu karar AİHS ’nin 44/2. maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecektir.

Şekli düzeltmelere tabi olabilir.

AVRUPA KONSEYİ COUNCIL

OF EUROPE

______________________________________________________________________________________

© T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2007. Bu gayrıresmi özet çeviri Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı tarafından yapılmış olup, Mahkeme’yi bağlamamaktadır. Bu çeviri, davanın adının tam olarak belirtilmiş olması ve yukarıdaki telif hakkı bilgisiyle beraber olması koşulu ile Dışişleri Bakanlığı Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Genel Müdür Yardımcılığı’na atıfta bulunmak suretiyle ticari olmayan amaçlarla alıntılanabilir.

(2)

USUL

Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan 70516/01 no’lu davanın nedeni Ahmet Dağtekin, Mahmut Dağtekin, Bozan Dağtekin, Abdo Demir ve Abdülkadir Fırat adlı beş T.C.

vatandaşının (“başvuranlar”) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ’ne (“AİHM”) 15 Mayıs 2001 tarihinde İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin (“AİHS”) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.

Başvuranlar Diyarbakır Barosu avukatlarından C. Aydın tarafından temsil edilmektedir.

AİHM, 12 Aralık 20Û5 tarihinde başvuruyu Hükümet’e bildirmeye ve AİHS’nin 29/3.

maddesini uygulayarak, başvurunun kabuledilebilirliğiyle esaslarını beraber incelemeye karar vermiştir.

OLAYLAR

DAVANIN KOŞULLARI

Sırasıyla 1960, 1955, 1948, 1942 ve 1958 doğumlu başvuranlar Şanlıurfa’da ikamet etmektedir.

22 Kasım 1984 talihinde, 3083 Sayılı Kanun yürürlüğe girmiştir. Bu Kanun’un 5.

maddesi, ihtiyacı olan ve belirli seçilebilme ölçütlerine uyan (“hak sahipleri”) çiftçilere devlet arazilerinin kiraya verilmesi olanağını sağlamıştır. 3083 Sayılı Kanun’un 24/1. maddesi, özel olarak, belirli suçlardan mahkum edilmiş kimselerin bu Kanundan yararlanma haklan bulunmadığını belirtir.

3083 Sayılı Kanun’un resmen, yürürlüğe girmesinin ardından, başvuranlar, sözkonusu Kanun uyarınca hak sahibi olmaya uygun çiftçilerin belirlenmesinden sorumlu Komisyon’a başvurmuşlar, kendilerine Türkiye’nin güneydoğusundaki Ceylanpınar ilçesinde toprak sağlanmasını talep etmişlerdir. Ardından hak sahibi olarak belirlenmişler, Tarım Reformu Genel Müdürlüğü’nden (“Genel Müdürlük”) kira karşılığı süresiz olarak kiralık arazi edinmişlerdir. Başvuranlar geçimlerini bu toprakları işleyerek kazanmışlardır.

Genel Müdürlük, yaptığı “güvenlik soruşturmasının” ardından, 25 Mart 1997 tarihinde, başvuranların hak sahibi sıfatlarını sona erdirmiştir.

Başvuranlar, 2 Mayıs 1997 tarihinde, Gaziantep İdare Mahkemesi’ne ayrı davalar açmışlar, 25 Mart 1997 tarihli kararın iptalini talep etmişlerdir. 1997 yılına dek kiralarını düzenli olarak ödediklerini belirtmişlerdir. Kira sözleşmelerini son erdirecek geçerli bir neden bulunmadığım da iddia etmişlerdir. Bu bağlamda, 80’li yıllarda yasadışı terör örgütü PKK’ye (Kürdistan İşçi Partisi) üye oldukları gerekçesiyle haklarında cezai dava açılmış olmasına rağmen, tüm suçlamalardan beraat ettiklerini öne sürmüşlerdir.

Gaziantep İdare Mahkemesi, 29 Mayıs 1997 tarihinde, Genel Müdürlükten, 25 Mart 1997 tarihli karara ilişkin belgeleri sunmasını istemiştir.

5 Eylül 1997 tarihinde, Gaziantep İdare Mahkemesi, Genel Müdürlükten, bir kez daha, idarenin güvenlik endişeleri ile ilgili daha fazla bilgi ve belge istemiştir.

1

(3)

4 Kasım 1997 tarihinde, Genel Müdürlük, Tarım Bakanlığının, devletin güvenliğini ilgilendirmesi nedeniyle bu belgeleri sunmaktan imtina ettiğini belirtmiştir. Bu bağlamda, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 20/3. maddesine atıfta bulunmuştur. Genel Müdürlüğün görüşleri başvuranlara sırasıyla 13 Ekim 1997, 10 Aralık 1997, 15 Aralık 1997 ve 19 Aralık 1997 tarihlerinde bildirilmiştir. Hükümet’e göre, başvuranlar yanıt olarak görüşlerini sunmamışlardır.

Gaziantep İdare Mahkemesi, 24 Şubat 1998 tarihinde, başvuranların davalarını reddetmiştir. Mahkeme, başvuranların hak sahibi sıfatlarını iptal eden 25 Mart 1997 tarihli karar ile Genel Müdürlüğün ilgili belgeleri sunmayı reddetmesinin iç mevzuata uygun olduğuna karar vermiştir. Gaziantep İdare Mahkemesi’nin bir üyesi, idare makamlarının başvuranların hak sahibi sıfatlarının iptal edilmesine gerekçe göstermediğini belirterek mahkemenin kararlarına karşı görüş belirtmiştir.

Başvuranlar itiraz etmişlerdir.

Danıştay, sırasıyla 10 Kasım 2000, 14 Eylül 2000, 26 Ekim 2000, 10 Kasım 2000 ve 16 Kasım 2000 tarihlerinde, Gaziantep İdare Mahkemesi’nin kararlarını onamıştır.

Danıştay’ın kararı, 25 Ocak 2001 tarihinde Ahmet Dağtekin’e, 1 Kasım 2000 tarihinde Mahmut Dağtekin’e, 22 Aralık 2000 tarihinde ise geri kalan başvuranlara bildirilmiştir.

HUKUK

I. HÜKÜMET’İN ÖN İTİRAZLARI

L Başvuran Mahmut Dağtekin ‘e ilişkin başvurunun kabuledilebilirliği

Hükümet, görüşünde, Mahmut Dağtekin’e ilişkin başvurunun altı aylık süre geçtikten sonra yapıldığını savunmuştur.

AİHM, AİHS’nin 35/1. maddesi uyarınca, nihai kararın verildiği tarihten itibaren altı ay içinde yapılan başvurulan ele aldığını hatırlatır. Altı aylık süre, 35/1. madde çerçevesinde, ulusal mahkemenin nihai karan ilan ettiği ya da başvurana veya avukatına bildirdiği tarihin ertesi günü veyahut iç hukuka ve uygulamaya göre, başvuranın resen (ex officio) kararın bir örneğini almaya hak kazandığı durumlarda, yazılı kararın tebliğ tarihinden itibaren işlemeye başlar (bkz. Kahramanoğlu - Türkiye, 61933/00).

Mevcut davada, Mahmut Dağtekin’in, ulusal yargı sürecinde kanuni temsilcisi bulunmaktaydı. Danıştay’ın 14 Eylül 2000 tarihli kararı, Mahmut Dağtekin’in avukatına 1 Kasım 2000 tarihinde tebliğ edilmiştir. Oysa ki başvuru AİHM’ye 15 Mayıs 2001 tarihinde, altı ay süre geçtikten sonra yapılmıştır.

Yukarıda belirtilenler ışığında, AİHM, Mahmut Dağtekin ile ilgili başvurunun, AİHS’nin 35. maddesinin 3. ve 4. fıkraları uyarınca altı ay süre kuralıyla örtüşmediği için reddedilmesi gerektiği sonucuna varır.

2. İç hukuk yollarının tüketilmesi

2

(4)

Hükümet, başvuranların, Danıştay’ın verdiği kararların düzeltilmesini talep etmemeleri nedeniyle iç hukuk yollarını tüketmediklerini savunmuştur. Ayrıca, başvuranlar, idarenin 4 Kasım 1997 tarihli görüşlerine yanıt olarak görüş sunmadıkları için, AİHS’nin 35, maddesi çerçevesinde iç hukuk yollarını tüketmiş olarak değerlendirilemeyeceklerini ifade etmiştir.

Hükümet’in itirazının ilk kısmına ilişkin olarak, AİHM, önceki davalarda öne sürülen benzer argümanları inceleyip reddettiğini yineler (bkz. özellikle Gök ve Diğerleri - Türkiye, 71867/01, 71869/01, 73319/01 ve 74858/01). AİHM o davalarda vardığı sonuçlardan sapmasını gerektirecek özel bir koşul tespit edememiştir. Sonuç olarak Hükümet’in ön itirazının bu kısmını reddeder.

Hükümet’in itirazının ikinci kısmına ilişkin olarak, AİHM, AİHS’nin 35/1. maddesine göre, ancak bütün iç hukuk yollan tüketildikten sonra bir meseleyi ele alabileceğini hatırlatır.

Bununla beraber, iç hukuk yollarım tüketme zorunluluğu, yalnızca, başvuranların AİHS kapsamındaki mağduriyetleriyle ilgili etkili, yeterli ve erişilebilir olağan kanun yolları bulunduğu durumlarda geçerlidir. Mevcut dava başvuranların şikayeti kira sözleşmelerinin haksız olarak sona erdirilmesi ile ilgilidir. Başvuranlar, Genel Müdürlüğün 25 Mart 1997 tarihli kararının iptali için idare mahkemelerinde dava açmışlardır. AİHM’ye göre, esas mesele yargılama sırasında başvuranların idarenin görüşlerine cevap vermemiş olmamaları değildir: başvuranların talepleri usuli gerekliliğe uyulmaması sebebiyle reddedilmemiştir.

Başvuranların davalarının yerel mahkemeler tarafından incelendiği ve konuya ilişkin nihai ve bağlayıcı bir karar verildiği göz önünde bulundurulduğunda, AİHM, başvuranların AİHS’nin 35/1. maddesi çerçevesinde iç hukuk yollarını tükettikleri biçiminde değerlendirilmeleri gerektiği ve Hükümet’in itirazlarının bu kısmının onaylanamayacağı sonucuna varır.

II. AİHS’NİN 6. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI 1. Yargı sürecinin uzunluğuna ilişkin

Başvuranlar yargı sürecinin uzunluğunun makul süre koşulunu aşarak AİHS’nin 6/1.

maddesini ihlal ettiğini iddia etmiştir.

AİHM, ihtilaflı yargı sürecinin 2 Mayıs 1997 tarihinde başlayıp sırasıyla 26 Ekim 2000, 10 Kasım 2000 ve 16 Kasım 2000 tarihlerinde sona erdiğini kaydeder. Dolayısıyla iki aşamalı yargı, yaklaşık olarak üç yıl beş ay sürmüştür. Bu nedenle AİHM, mevcut davada yargı sürecinin, AİHS’nin 6/1. maddesi çerçevesinde makul süre koşulunu aştığı biçiminde değerlendirilemeyeceği sonucuna varır.

Dolayısıyla başvurunun bu kısmının AİHS’nin 35. maddesinin 3. ve 4. fıkraları kapsamında açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle reddedilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

2. Yargı sürecinin adilliği

Başvuranlar Genel Müdürlüğün hak sahibi sıfatlarının iptal edilmesine ilişkin belgeleri ulusal mahkemelere sunmamasının, AİHS’nin 6. maddesinin 1. fıkrası ile 3. fıkrasının (a) ve (b) bentleri çerçevesindeki adil yargılanma haklarını ihlal ettiğinden şikayetçi olmuşlardır.

Hükümet başvuranların iddialarına itiraz etmiştir. 2577 Sayılı Kanun’un 20/3. maddesiyle uyumlu olarak, başbakanın veya bir bakanın, devletin güvenliğini veya hayati menfaatlerini

3

(5)

ilgilendiren bilgi ve belgeleri bir idare mahkemesine sunmaktan imtina edebileceğini belirtmiştir. Hükümet’e göre, mevcut davada, idare, 3038 Sayılı Kanun’un 24. maddesi ile Bilgi Edinme Hakkı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Esas ve Usuller Hakkında Yönetmeliğin 38. maddesinin sağladığı takdir yetkisini kullanmış ve sözkonusu bölgenin güvenliğini göz önünde bulundurarak hak sahibi listesinde değişiklik yapmıştır.

AİHM, mevcut davada, esasen konuların birbirleriyle örtüşmesi, ayrıca, cezai durumlara uygulanan bir bent olmakla birlikte, 6. maddenin 3. bendinin, aynı maddenin 1. bendinde güvence altına alman adil yargılamaya ilişkin genel ilkelerin özel unsurları olarak, değerlendirilebileceğinden hareketle, başvuranın şikayetini 6/1. madde altında incelemenin daha uygun olacağına kanaat getirmiştir.

A. Kabuledilebilirliğe ilişkin

AİHM, bu şikayetin AİHS’nin 35/3. maddesi kapsamında dayanaktan yoksun olmadığım kaydeder. Ayrıca başvurunun başka bir gerekçe altında da kabuledilemez olarak değerlendirilemeyeceğine işaret eder. Bu nedenle başvuru kabuledilebilir olarak ilan edilmek durumundadır.

B. Esas

AİHM, 6/1. maddenin, herkesin “bir mahkeme tarafından davasının görülmesini isteme hakkına” sahip olduğunu içerdiğini ve buna, erişme hakkının, başka bir deyişle, hukuki konulara ilişkin mahkemelerde dava açma hakkının dahil olduğunu hatırlatır. Öte yandan, bu hak mutlak değildir, erişim hakkı, yorum yoluyla, bu hakkın niteliğinden ötürü devlet tarafından düzenlemeyi gerektirmesi sebebiyle, kısıtlamalara tabi olabilir;

Bu bakımdan, AİHS’nin gereklerinin yerine getirilip getirilmediğine ilişkin nihai kararın AİHM’ye ait olmasına karşın, Sözleşmeye Taraf Devletlerin belirli bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak, uygulanan kısıtlamaların, bu hakkın özüne zarar verecek ölçüde veya şekilde bireyin erişme hakkını kısıtlamaması veya daraltmaması gerekmektedir. Ayrıca bir sınırlama, meşru bir amaç gütmüyorsa ve başvurulan yollar ile ulaşılmak istenilen amaç arasında makul bir denge gözetilmemişse, 6/1 ile uyumlu olmayacaktır (bkz. Tinnelly & Sons Ltd ve Diğerleri ve McEldııff ve Diğerleri - İngiltere).

AİHM ayrıca, daha geniş anlamda bir kavram olarak adil yargılamanın unsurlarından biri olan silahların eşitliği ilkesinin, taraflardan her birine, kendini karşı taraf karşısında ciddi bir zaafiyet içinde bırakmayacak şekilde, davasını sunmak için makul bir fırsat tanınmasını gerekli kıldığını hatırlatır (bkz. Nideröst-Hııber - İsviçre). Ayrıca, çekişmeli yargılama hakkının, ilke olarak, bir ceza veya hukuk davasında tarafların, mahkemenin kararını etkilemek amacıyla gösterilen tüm delillerden ve dava dosyasındaki görüşlerden haberdar olmaları ve bunlarla ilgili görüş bildirmeleri olanağı anlamına geldiğini kaydeder (bkz. Lobo Machado - Portekiz).

Davanın ayrıntılarına dönecek olursak, AİHM, başvuranların, geçimlerini, 3083 Sayılı Kanun uyarınca kendilerine kiralanan arazileri işleyerek kazandıklarını kaydeder. AİHM ayrıca, taraflar arasında, güvenlik soruşturmasının kira sözleşmelerinin iptal edilmesine yol açan sonucunun, başvuranlara hiçbir zaman bildirilmediği hususunun tartışmasız olduğunu gözlemler. Ayrıca bu belgelerin, Gaziantep İdare Mahkemesi’nin açıkça talep etmesine karşın, ulusal güvenliği ilgilendirmesi nedeniyle Tarım Bakanlığının isteği doğrultusunda ulusal mahkemeye sunulmadığı konusunda da mutabıktırlar.

4

(6)

AİHM, bu güvenlik soruşturmasının sonucunun, başvuranlar için önemli sonuçlar doğurmasına karşın, ulusal yargı sürecinin hiçbir aşamasında, başvuranlara, sözleşmelerinin iptal edilme nedenini öğrenme veya hak sahibi sıfatlarının iptal edilmesinin yasallığına itiraz etme olanağı tanınmadığı kanısındadır. AİHM, Türkiye’nin güneydoğusunda var olan sözkonusu güvenlik endişelerinin ve yetkili makamların çok titiz davranma ihtiyaçlarının farkındadır. Öte yandan bu durum, ulusal makamların, ulusal güvenlik ve terörü ilgilendirdiğini beyan ettikleri her durumda, ulusal mahkemelerin etkili denetiminden muaf oldukları anlamına gelmemektedir. İstihbarat bilgilerinin niteliği ve kaynaklarına ilişkin haklı güvenlik endişelerini giderecek, bunun yanında bireye karşı usule uygun adil muamelede bulunulmasına yönelik önlemleri alabilecek yöntemlere başvurulabilir (bkz. Chahal - İngiltere). AİHM, mevcut davada yaşandığı üzere, güvenlik soruşturmasının sonuçlarının başvuranlara veyahut ulusal mahkemelere açıklanmadığını, başvuranların, yetkili makamların gerçekleştirebileceği herhangi keyfi bir eyleme karşı yeterli teminattan yoksun bırakıldıklarını gözlemler.

Yukarıda belirtilenler ışığında, AİHM, güvenlik soruşturması raporunun açıklanmamasının, AİHS’nin 6/1. maddesi çerçevesinde, başvuranların adil duruşma haklarını ihlal ettiği sonucuna varır. Buna göre bu madde ihlal edilmiştir.

III. AİHS’YE EK 1 NO’LU PROTOKOLDÜN 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI

Başvuranlar ayrıca AİHS’ye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi’ne atıfta bulunarak, ulusal makamların adil olmayan kararlarından ötürü, ulusal makamlardan kiraladıkları topraklarından mahrum bırakıldıklarını iddia etmişlerdir. Ayrıca bu toprakları işlemekle elde edecekleri gelire güvendiklerini ileri sürmüşlerdir.

Hükümet bu iddialara itiraz etmiş, ulusal makamların başvuranların hak sahibi sıfatlarını iptal ederken keyfi davranmadıklarım ifade etmiştir. Ayrıca başvuranların AİHS’ye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi çerçevesinde “mülkleri” bulunmadığını savunmuştur.

AİHM, bu şikayetin yukarıda incelendiği belirtilen davalardan biri ile bağlantılı olduğunu ve o dava gibi kabuledilebilir ilan edilmesi gerektiğini kaydeder.

AİHM ayrıca, bu başvuruda öne sürülen asıl AİHS sorununun, ulusal yargı sürecinin AİHS’nin 6/1. maddesi çerçevesinde adil olup olmadığı meselesi olduğunu kaydeder. Bu maddenin ihlal edildiğinin tespit edildiği göz önünde bulundurulduğunda, AİHM, başvuranların AİHS’ye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi uyarınca öne sürdükleri şikayetlerine yönelik ayrı bir karara varılmasının gerekli olmadığı kanısına varır (bkz. Uzun - Türkiye, 37410/97; Sadak ve Diğerleri - Türkiye, 29900/96, 29901/96, 29902/96 ve 29903/96).

IV. AİHS’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİA EDİLEN DİĞER MADDELERİ Başvuranlar ayrıca AİHS’nin 13., 14. ve 18. maddelerine atıfta bulunmuşlardır.

Hükümet bu iddialara itiraz etmiştir.

5

(7)

AİHM, bu davada, bu maddelerin ihlal edildiğini gösterir hiç bir unsur bulamamıştır.

Dolayısıyla başvurunun bu kısmı açıkça dayanaktan yoksundur ve AİHS’nin 35. maddesinin 3. ve 4. fıkralarıyla uyumlu olarak reddedilmelidir.

V. AÎHS’NÎN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI AİHS’nin 41. maddesi’ne göre:

“Mahkeme işbu Sözleşme ve Protokollerinin ihlal edildiğine karar verirse ve ilgili Yüksek Sözleşmeci Tarafın iç hukuku bu ihlali ancak kısmen telafi edebiliyorsa, Mahkeme, gerektiği takdirde, hakkaniyete

uygun bir surette, zarar gören tarafın tatminine hükmeder.”

A. Tazminat

Başvuranlar maddi tazminat olarak aşağıdaki meblağları talep etmişlerdir:

- Ahmet Dağtekin ve Bozan Dağtekin’e 37.637’şer Euro (EUR);

{ - Abdo Dağtekin’e 84,648 EUR;

- Abdülkadir Fırat’a 67.718 EUR.

Ayrıca manevi tazminat olarak 10.000’er EUR talep etmişlerdir.

Maddi tazminatla ilgili olarak, AİHM, 6/1. maddeyle uyumlu yargı sürecinin sonucu konusunda tahmin yürütemeyeceğini kaydeder. Buna göre, başvuranlara bu başlık altında tazminat ödenemeyeceği sonucuna varır.

Başvuranların manevi tazminat taleplerine ilişkin olarak, AİHM, elindeki tüm bilgi ve belgeleri göz önünde bulundurup, tarafsızlık esasıyla hareket ederek, başvuranların her birine bu başlık altında 6.500’er EUR ödenmesine karar vermiştir.

B. Yargılama masraf ve giderleri

Başvuranlar ayrıca, ulusal mahkemeler önünde meydana gelen yargılama giderleri için 810’ar EUR, AİHM önünde meydana gelen yargılama giderleri için ise toplam 2.077 EUR talep etmiştir. Başvuranlar bu taleplerle ilgili olarak Diyarbakır Barosu’nun Ücret Çizelgesi’ne atıfta bulunmuşlardır.

Hükümet bu taleplere itiraz etmiştir.

AİHM’nin içtihadına göre, yargılama giderleri, ancak gerçekliği ve gerekliliği kanıtlandığı ve makul bir meblağ olduğu takdirde başvurana geri ödenir. Bu davada, başvuranlar tazminat olarak talep ettikleri meblağların harcandığını belgeleyememişlerdir. Bu nedenle AİHM bu başlık altında tazminat ödenmemesine karar verir.

C. Gecikme faizi

AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın eklenmesinin uygun olduğuna karar vermiştir.

6

(8)

BU GEREKÇELERE DAYANARAK AİHM, OYBİRLİĞİYLE

1. Başvurunun Mahmut Dağtekin ile ilgili kısmının kabudedlîemez olduğuna;

2. Geri kalan başvuranların yargı sürecinin adilliği ve mülkiyetin çekişmesiz kullanımı haklan ile ilgili şikayetlerinin kabuledilebilir, başvurunun geri kalanının kabuledilemez olduğuna;

3. Yargı sürecinin adilliğine ilişkin olarak AİHS’nin 6/1. maddesinin ihlal edildiğine;

4. Başvuranların AİHS’ye Ek 1 No’lu Protokol’ün 1. maddesi kapsamındaki şikayetlerinin ayrı olarak incelenmesine gerek bulunmadığını;

5. (a) AİHS’nin 44. maddesi’nin 2, fıkrası gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç

ay içinde, ödeme tarihinde geçerli olan döviz kuru üzerinden Yeni Türk Lirası’na çevrilmek üzere ve uygulanabilecek her türlü vergi kesintisinden muaf tutularak Savunmacı Hükümet tarafından başvuranların her birine 6.500’er EUR (altı bin beş yüzer Euro) manevi tazminat ödenmesine;

(b) yukarıda belirtilen üç aylık sürenin sona erdiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan marjinal kredi kolaylığı oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına;

7. Başvuranların adil tatmine ilişkin diğer taleplerinin reddedilmesine KARAR VERMİŞTİR.

İşbu karar, İngilizce olarak hazırlanmış ve Mahkeme İç Tüzüğü’nün 77. maddesi’nin 2. ve 3. fıkraları uyarınca 13 Aralık 2007 tarihinde yazılı olarak tebliğ edilmiştir.

Stanley NAISMITH

Boštjan M. ZUPANČIČ Başkan

Referanslar

Benzer Belgeler

Yukarıda belirtilenler ışığında Mahkeme, başvuranların yakınının kaybolduğu koşulların spekülasyon ve varsayımlara neden olduğunu ve bu yüzden Hakkı Kaya’nın

Maddi zararla ilgili olarak AİHM, iddia edilen zarar ile AİHS ihlali arasında aşikâr bir nedensellik bağı bulunması gerektiğini ve adil tatminin, gerektiğinde, mali destek kaybı

3. a) AİHS’nin 44/2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Türk Lirası’na

Mevcut durumda, AİHM Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 30 Temmuz 1998 tarihli kararının başvuranların tutumlarının duruşmanın seyrini olumsuz yönde etkileyecek

Başvuran 9 Kasım 1999 tarihinde Erzincan Devlet Hastanesi’nde muayene edilmiş, vücudunda kötü muamele izine rastlanmamıştır.. Aynı gün başvuran, baronun

AĐHM, başvuranların güvenlik güçleri tarafından işkence ve cinsel tecavüze maruz kaldıkları yönündeki şikayetlerini müteakip, Diyarbakır Cumhuriyet

Kayseri İdare Mahkemesi 25 Ocak 1994, 25 Ocak 1995 ve 16 Ocak 1996 tarihinde verdiği üç ayrı kararda, Rektörlüğün adı geçen mahkemenin başvuran lehine vermiş

Böyle olunca, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile iç hukuk arasındaki ilişkide, sonraki yasa (lex posteriori) ya da özel yasa (lex specialis) kurallarının geçerli