• Sonuç bulunamadı

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ İKİNCİ DAİRE AHMET AKMAN - TÜRKİYE DAVASI. (Başvuru no: 33245/05) KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ STRAZBURG.

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ İKİNCİ DAİRE AHMET AKMAN - TÜRKİYE DAVASI. (Başvuru no: 33245/05) KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ STRAZBURG."

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

AVRUPA KONSEYİ CONSEIL

DE L’EUROPE

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ İKİNCİ DAİRE

AHMET AKMAN - TÜRKİYE DAVASI

(Başvuru no: 33245/05)

KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ

STRAZBURG 13 Ekim 2009

İşbu karar AİHS’nin 44/2 maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecektir. Şekli düzeltmelere tabi olabilir.

1

(2)

2 USUL

Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine açılan (33245/05) no’lu davanın nedeni T.C. vatandaşı Ahmet Akman’ın (başvuran) 23 Ağustos 2005 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına ilişkin Sözleşme’nin (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi - AİHS) 34. maddesi uyarınca yapmış olduğu başvurudur.

Başvuran Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde İstanbul Barosu avukatlarından S. Turan tarafından temsil edilmektedir.

OLAYLAR

26 Ekim 2003 tarihinde, birçok dernek, bazı ölmüş insanların anısına İstanbul’da toplanma kararı almıştır. Başvuranın da aralarında bulunduğu yaklaşık 300 kişi, Söğütlüçeşme mahallesinde buluşmuşlardır. Bu kalabalık çöp konteynırlarını ateşe vererek yolun üzerine barikat kurmuşlar, polisin uyarılarına uymayarak taş ve sopalarla saldırmışlar ve beş polis memurunu yaralamışlardır. Yine aynı kişiler bir toplu taşıma otobüsüne, bir polis aracına ve bir sivil araca hasar vermişlerdir.

Bunun üzerine polis müdahale etmiş ve on yedi kişiyi gözaltına almıştır.

On altı yaşındaki başvuranın ifadesine göre, olay sırasında dört polis tarafından yakalanmış ve şiddete maruz kalmıştır. Yine başvurana göre, polisler kendisini karakola götüren araçta tekme ve yumruk atmaya, copla vurmaya ve hakaret etmeye devam etmişlerdir.

Başvuran, saat 18:35’te Bakırköy hastanesinde muayene edilmiştir. Başvuranın kötü muameleye maruz kaldığından şikâyetçi olması üzerine elleri ile karın bölgesinin röntgen filmi çekilmiştir. Bunun sonucunda düzenlenen raporda, sol kaşının üzerinde 4x3 cm boyutlarında, sağ kaşının üzerinde 2 cm çapında bir şişlik, kafatasının arka tarafında 1,5 cm’lik, çene altında ise 4 cm boyunda 2 cm eninde bir sıyrık, sırtta 20-25 cm ve göğüs kafesinin alt kısmında on beş cm boyunda iki kırmızımsı lezyon, sağ elin ikinci ve dördüncü parmaklarında şişlikler, sol elde 1 cm’lik bir sıyrık, sağ bacağın dış kısmında 1 cm boyunda sekiz ya da dokuz sıyrık, sol bacak üzerinde üç ya da dört kızarıklık, sağ bacak kaval kemiği üzerinde 4x3 cm boyutlarında bir şişlik ve sol uyluk kemiği üzerinde 10x4 cm boyutlarında bir ekimoz tespit edilmiştir.

Başvuran, daha sonra gözaltında bulunan diğer iki çocukla birlikte Emniyet Müdürlüğü Halkalı Çocuk Büro Amirliği’ne sevk edilmiştir. İfadesi avukat eşliğinde alınmıştır.

Ertesi gün saat 13 sıralarında, başvuran, çocuklar için yetkili savcı önüne çıkarılmıştır.

Savcı, saat 15 sıralarında başvuranın serbest bırakılmasına karar vermiştir. Başvuran, savcı önünde herhangi bir kötü muameleden dolayı şikâyetçi olmamıştır.

Başvuran, saat 17 sıralarında babasına teslim edilmiştir. Muayene saati belirtilmeyen, ancak ilgili şahıs serbest bırakılmadan hemen önce düzenlendiği sanılan tıbbi raporda daha önceki raporda belirtilen lezyon izleri yine tespit edilmiştir.

(3)

3 A. Başvuran hakkında başlatılan ceza soruşturması

31 Aralık 2003 tarihinde, İstanbul Çocuk Mahkemesi savcısı başvuran hakkında güvenlik güçlerine hakaret etme, kamu malına zarar verme ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na aykırı davranma suçlamalarıyla bir iddianame hazırlamıştır.

Bu mahkeme, 13 Ekim 2004 tarihinde ratione materiae yetkisizlik kararı vermiş ve dosyayı Bakırköy Çocuk Mahkemesi’ne göndermiştir.

Başvuran, daha sonraki olası gelişmeler hakkında bilgilendirilmediğini belirtmektedir.

Hükümet, AİHM’ne bu davayla ilgili son duruşmanın 30 Nisan 2009 tarihinde görüldüğünü bildirmiştir.

B. Polis memurları hakkında başlatılan ceza soruşturması

Buna paralel olarak başvuran, 31 Ekim 2003 tarihinde maruz kaldığı işkence ve yaralamayla ilgili İstanbul Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunmuştur. Savcılık ratione loci yetkisizlik kararı vererek, dosyayı Küçükçekmece savcılığına göndermiştir.

Küçükçekmece savcılığı 30 Ocak 2004 tarihinde başvuranın şikâyetiyle ilgili ifadesini almıştır.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi tarafından 17 Aralık 2004 tarihinde düzenlenen tıbbi rapor, yukarıdaki raporların tutarlılığını doğrulamıştır.

Savcı, 18 Ocak 2005 tarihinde başvuranı teşhis amacıyla yüzleştirmeye davet etmiştir. 2 Şubat 2005 tarihinde gerçekleşen yüzleşme sırasında ilgili şahıs, teşhis odasında bulunan polislerin kendisine kötü muamele uygulayan polisler olmadığını ifade etmiştir.

14 Şubat 2005 tarihinde, Küçükçekmece savcılığı, başvuran gözaltındayken karakolda görev yapan polis memuru A.İ. hakkında kısmi takipsizlik kararı vermiştir.

22 Nisan 2005 tarihinde, Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi başvuran tarafından yapılan itirazı reddetmiştir.

İlgili şahıs, 4 Mayıs 2005 tarihinde tekrar doktor muayenesinden geçirilmek ve İstanbul polisi teşkilatında görev yapan personele ait fotoğraf listesinden yararlanarak kimlik teşhisini bir kez daha denemek için savcılığa çağırılmıştır.

Başvuran, 11 Mayıs 2005 tarihinde polis memuru E.M.’yi kendisine kötü muamele uygulayan polislerden biri olarak teşhis etmiştir.

20 Mayıs 2005 tarihinde, başvuran Adli Tıp Kurumu doktorları tarafından muayene edilmiştir. 8 Ağustos 2005 tarihinde düzenlenen raporda, sağ elin ikinci ve dördüncü parmaklarında ve sağ bilekte ağrı olduğu, burunda bir eğrilme ve sırtta parazit ve mantar üremeleri nedeniyle oluşan siyah lekeler tespit edilmiştir. Aynı raporda, ilgili şahsın bel ve köprücük kemiği üzerinde yedi yıl önceki yaralara ait olduğunu söylediği birer kesik izi bulunduğu ve ayrıca kendisinin daimi uyuşukluk halinden şikâyet ettiği belirtilmiştir. Yine bu raporda, yukarıda bahsi geçen 26 ve 27 Ekim 2003 tarihli raporlarda belirtilen yara izlerinden bazılarının sert cisimlerle vurulan darbelerden, bazılarının ise dış etkenlerle veya dış etkenlere bağlı olmaksızın meydana gelen düşme veya çarpmalar sonucunda oluştuğuna

(4)

4 hükmedilmiştir. Raporda son olarak yara izlerinin tıbbi yönden başvuran üzerine kasten uygulanan şiddet yüzünden olduğunu söylemenin mümkün olmadığı belirtilmiştir.

21 Kasım 2005 tarihinde, savcılık gözaltının başında ve sonunda düzenlenen tıbbi raporların uyumlu olduğu kanaatine varmış ve başvuranın iddiasının aksine polis karakolunda yapılan bir işkence eyleminin söz konusu olmadığına hükmetmiştir. Savcı ayrıca başvuranın vücudunda tespit edilen yara izlerinin çıkan olaylar esnasında kalabalığın saldırısını durdurmak için kullanılan orantılı güç sonucu meydana geldiği kanaatiyle diğer sanıklar hakkında takipsizlik kararı vermiştir. Savcı ayrıca başvuranla aynı anda ve aynı yerde gözaltına alınan bir kişinin gözaltına alınan hiç kimsenin işkence görmediği ve kötü muameleye maruz kalmadığı yönündeki ifadesine atıfta bulunmuştur. Bu takipsizlik kararında D.A.Ö., E.M. ve « Küçükçekmece karakolunda görev yapan kimlikleri belirsiz polis memurları » sanık olarak belirtilmiştir.

14 Şubat 2006 tarihinde, Eyüp Ağır Ceza mahkemesi başvuran tarafından yapılan itirazı reddetmiştir. Bu karar ilgili şahsa 10 Mart 2006 tarihinde tebliğ edilmiştir.

C. Polis memurları hakkında başlatılan disiplin soruşturması

Bu arada, sanık polisler D.A.Ö., A.İ. ve E.M hakkında disiplin soruşturmaları başlatılmıştır. Başvuran, bu soruşturma kapsamında adı geçen polisleri fotoğraf üzerinden teşhis etmeye çağırılmıştır. 19 Kasım 2004 tarihinde, ilgili şahıs, avukatı eşliğinde, polis memuru E.M.’yi kendisine kötü muamele uygulayan polislerden biri olarak teşhis etmiştir.

30 Mart 2005 tarihinde, Emniyet Genel Müdürlüğü Disiplin Kurulu «disiplin soruşturmasına takipsizlik » kararı vermiştir. Disiplin Kurulu, gözaltının başında ve sonunda düzenlenen tıbbi raporların hemen hemen aynı olması dolayısıyla, ilgili şahsın gözaltı sırasında işkence görüp görmediğini kesin bir şekilde tespit etmenin mümkün olmadığı kanaatine varmıştır. Disiplin Kurulu, tespit edilen lezyonların söz konusu olayların gerektirdiği orantılı güç kullanımına tekabül ettiğini bildirmiştir.

Bu karar, başvurana 27 Mayıs 2005 tarihinde tebliğ edilmiştir.

Küçükçekmece komiseri M.A. hakkında ise, icra ettiği görev dolayısıyla, ayrı bir disiplin soruşturması açılmış ve Adalet Bakanlığı 23 Mayıs 2005 tarihinde bu soruşturmayla ilgili takipsizlik kararı vermiştir. Bu karar başvurana 2 Haziran 2005 tarihinde tebliğ edilmiştir.

Başvuran, 1 Ağustos 2005 tarihinde bu son kararın iptali için Ankara İdare Mahkemesi önünde itiraz etmiştir.

23 Mart 2006 tarihinde, mahkeme işkence iddialarını doğrulayan hiçbir kanıt unsuru bulunmadığı gerekçesiyle bu itirazı reddetmiştir.

18 Mayıs 2007 tarihinde, Danıştay bu kararı onamıştır.

D. Tıp Fakültesine karşı yapılan idari itiraz

31 Ekim 2003 tarihinde, başvuran suç duyurusunda bulunurken aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde muayene edilmesini istemiştir.

(5)

5 Savcı, bu talebi sözlü olarak reddetmiştir. Başvuran, 7 Kasım 2003 tarihinde söz konusu tıp fakültesi nezdinde yeniden talepte bulunmuştur.

11 Kasım 2003 tarihli yazısında fakülte, ilgili şahsa, kurumun tıbbi eğitim verdiğini ve dolayısıyla tanı ve tedavi konularıyla ilgilenmediğini bildirmiştir.

Başvuran, 4 Ocak 2004 tarihinde bu kararın iptali için İstanbul İdare Mahkemesi önünde itiraz etmiştir.

20 Temmuz 2005 tarihinde, idare mahkemesi bir bilgi tebliği niteliğindeki karara bu şekilde itiraz edilemeyeceğini ve adli makamların her halükarda kötü muamele iddiaları hakkında gerekli araştırmaları yapmakla yükümlü olduğunu gerekçe göstererek bu başvuruyu reddetmiştir.

28 Ekim 2008 tarihinde, Danıştay üniversite hastanelerinin sağlık hizmeti verme yükümlülüğü de olduğu gerekçesiyle bu kararı bozmuştur. Dosyadaki unsurlara göre, bu dava idari mahkeme önünde görülmeye devam etmektedir.

HUKUK

Başvuran, tutuklanma sırasında, polis karakoluna götürülürken ve gözaltı sırasında kötü muameleye maruz kaldığından şikâyetçi olmaktadır. Başvuran öte yandan, mevcut davada yürütülen soruşturmanın etkinlikten yoksun olduğu kanısındadır. Başvuran ayrıca, suçlanan polislerin mahkûm edilmemesi suretiyle etkili itiraz hakkının ihlal edildiğinden şikâyetçi olmakta ve bunun, kendi düşüncesine göre, tazminat elde etmesine engel oluşturduğunu ileri sürmektedir. Başvuran şikâyetlerini AİHS’nin 3. ve 13. maddelerine dayandırmaktadır.

Hükümet, başvuranın savlarına karşı çıkmakta ve o günkü yürüyüş sırasında meydana gelen olayların vahametine dikkat çekerek, ilgili şahıs üzerinde tespit edilen lezyonların ulusal makamların da kaydettiği gibi tutuklama amacıyla kullanılan orantılı güç sonucu oluştuğunu savunmaktadır.

AİHM, başvuranın dile getirdiği şikâyetlerin AİHS’nin 35. maddesinin 3. paragrafı anlamında açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve başka bir kabuledilemezlik gerekçesi bulunmadığı kanaatini taşımakta ve bu itibarla başvuruyu kabuledilebilir ilan etmektedir.

Her şeyden önce AİHM şu iki noktayı hatırlatmaktadır: birincisi, başvuranın vücudunda tespit edilen lezyonların AİHS’nin 3. maddesi alanına girecek kadar ciddi olduğuna itiraz edilmemektedir (İtalya aleyhine Labita davası [GC], no 26772/95, prg. 120, CEDH 2000-IV) ; ikincisi, mevcut davadaki olgular ulusal düzeyde adli makamlarca belirlenmiş ve bu tespitleri çürütecek herhangi bir kanıt belgesi sunulmamıştır (Türkiye aleyhine Dölek davası, no 39541/98, prg. 60, 2 Ekim 2007). AİHM ayrıca, Küçükçekmece savcısının 21 Kasım 2005 tarihli ve ağır ceza mahkemesinin 14 Şubat 2006 tarihli kararlarında olduğu gibi, başvuranın polis karakolunda tutulduğu sırada kötü muameleye maruz kaldığını gösteren hiçbir unsur bulunmadığı kanaatine varmaktadır.

Bunun yanı sıra, tutuklama anıyla ilgili olarak AİHM, adli makamların başvuranın vücudunda tespit edilen lezyonların güvenlik kuvvetlerinin tutuklama için gerekli görülen

(6)

6 orantılı güç kullanımı sonucu meydana geldiği yönündeki gerekçesini destekleyen herhangi bir kanıt belgesinin sunulmadığını gözlemlemektedir.

AİHM, elbette, başvuranın kalabalığın hareketlenmesiyle gerekli hale gelen güçlü bir müdahale sırasında yaralandığını; gösteri sırasında maddi hasarların meydana geldiğini ve beş polis memurunun yaralanmasının bile başlı başına olayların ne kadar ciddi boyutlarda olduğunu göstermeye yettiğini ve güvenlik güçlerinin müdahale etmek zorunda kaldığını göz ardı etmemektedir.

AİHM, öte yandan ilgili polis memurlarını teşhis etmek amacıyla geniş çaplı bir soruşturma yapıldığını da not etmektedir.

AİHM, buna karşın yukarıda bahsi geçen kararların başvuranın tutuklanma koşullarını somut bir biçimde ortaya koymadığını; mesela tutuklama işlemini kaç polisin gerçekleştirdiğini veya başvuranın üzerinde silah ya da yaralayıcı başka bir cisim bulunup bulunmadığını açıklamadığını gözlemlemekte ve AİHM’nin kullanılan gücün orantılı olup olmadığını değerlendirirken belirgin bir şekilde incelenemeyecek ve söz konusu şikâyetin

« dördüncü derece » diye adlandırılmasına imkân vermeyecek nitelikte başka bir koşul öne sürmediğini kaydetmektedir (bakınız, Türkiye aleyhine Günaydın davası, no 27526/95, prg.

24-33, 13 Ekim 2005 ; Fransa aleyhine Selmouni davası [GC], no 25803/94, prg. 99, CEDH 1999-V ; Slovenya aleyhine Rehbock davası, no 29462/95, prg. 76-78, CEDH 2000-XII ; Fransa aleyhine R.L. ve M.-J.D. davası, no44568/98, prg. 72-73, 19 Mayıs 2004 ; ve Türkiye aleyhine Zülcihan Şahin ve diğerleri davası, no 53147/99, prg. 51-54, 3 Şubat 2005).

Oysa, başvuranın vücudunda tespit edilen lezyonların sayısı hem çok fazladır ve hem de adli makamların üzerinde daha çok açıklama yapmasını hak edecek vahamettedir. Tam da bu noktada AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmaktadır.

AİHM, böylece başvuruda dile getirilen temel hukuki sorunu incelediği kanaatindedir.

Davanın tüm unsurları ve tarafların argümanları göz önüne alındığında AİHM, diğer şikâyetlerin incelenmesine yer olmadığı kanaatine varmaktadır (bakınız, diğerleri arasından, Türkiye aleyhine Fazıl Ahmet Tamer ve diğerleri davası, no 19028/02, prg. 102, 24 Temmuz 2007).

Başvuran, AİHS’nin 41. maddesinin uygulanması ve olası bir manevi tazminat konusunu AİHM’nin adil takdir yetkisine bırakmaktadır. Yargılama masraf ve giderleri için ise başvuran, avukat ücreti, tercüme bedeli ve posta masrafları karşılığında toplam 6 260 Euro (EUR) talep etmektedir.

Hükümet, bu taleplere itiraz etmektedir.

AİHM, başvurana manevi tazminat olarak 5000 EURO ödenmesinin hakkaniyete uygun bir karar olacağı kanaatindedir.

AİHM, yargı masraf ve giderleri için yapılan talebi ise herhangi bir kanıt belgesi sunulmaması nedeniyle reddetmektedir.

BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE, 1. Başvurunun kalan kısmının kabuledilebilir olduğuna;

(7)

7 2. AİHS’nin 3. maddesinin ihlal edildiğine;

3. Kalan diğer şikayetlerin incelenmesine gerek olmadığına;

4. a) AİHS’nin 44/2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Türk Lirası’na çevrilmek üzere, her türlü vergiden muaf tutularak Savunmacı Devlet tarafından başvurana 5.000 (beş bin) Euro manevi tazminat ödenmesine;

b) sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar Hükümet tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda basit faiz uygulanmasına;

5. Adil tatmine ilişkin diğer tüm taleplerin reddine;

KARAR VERMİŞTİR.

İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77. maddesinin 2. ve 3.

paragraflarına uygun olarak 13 Ekim 2009 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.

Referanslar

Benzer Belgeler

2.Yakalanan her kişiye yakalama nedenleri ve kendisine yöneltilen her türlü suçlama en kısa zamanda ve anladığı bir dille bildirilir. Bu maddenin 1.c fıkrasında

maddesinin gerektirdiği şekilde ölümün meydana geldiği şartlar hakkında etkili bir soruşturma yapılmasını kendiliğinden (ipso facto) gerekli kılar. Bir

Maddi zararla ilgili olarak AİHM, iddia edilen zarar ile AİHS ihlali arasında aşikâr bir nedensellik bağı bulunması gerektiğini ve adil tatminin, gerektiğinde, mali destek kaybı

3. a) AİHS’nin 44/2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Türk Lirası’na

Başvuran ayrıca eşinin ölümü üzerine yürütülen resmi soruşturmanın yetersizliğinden ve Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı tarafından açılan ceza

Konuyla ilgili olarak, AİHM, İzettin Zengin’in ölümü hakkında yürütülen soruşturmanın cesedin bulunur bulunmaz başlatıldığını, 29 Kasım 1998 tarihinde,

BaĢvuran ayrıca, davanın görüldüğü mahkemenin, kendisine her bir suç ile ilgili olarak 5816 sayılı Kanun’da öngörülen bir yıllık asgari hapis cezası

Genel olarak, daha önce psikotropik ilaçla tedavi edilmiş veya kronik alkol bağımlılığı hikayesi olan hastalara kıyasla daha önce psikotropik ilaç almamış hastalar için