• Sonuç bulunamadı

Evrimleşmesinin 5-6 milyon yıl gibi uzun bir dönemini Afrika'da geçiren insan, daha sonra değişik tarihlerde önce Avrasya'ya, daha sonra ise Avustralya ve Amerika anakaralarına yayıldı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Evrimleşmesinin 5-6 milyon yıl gibi uzun bir dönemini Afrika'da geçiren insan, daha sonra değişik tarihlerde önce Avrasya'ya, daha sonra ise Avustralya ve Amerika anakaralarına yayıldı"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1İnsanın gerçek tarihi bundan 7.5 milyon yıl önce Afrika anakarasının Sahel bölgesinde başladı. Şempanzelerle kuzen tür olan Australopithecus africanus ile başlayan evrimleşme, Homo habilis, Homo erectus ve daha sonra çağdaş insanı temsil eden Homo sapiens ile günümüze gelindi. Bu evrimleşmede 900 cc ile başlayan beyin sığası günümüz

insanında 1345 cc ye ulaştı. Beyin sığasındaki bu artış, ilerde alet yapımına olanak sağlayacak olan bilişsel

kapasitemizi de arttırdı. Evrimleşmesinin 5-6 milyon yıl gibi uzun bir dönemini Afrika'da geçiren insan, daha sonra değişik tarihlerde önce Avrasya'ya, daha sonra ise Avustralya ve Amerika anakaralarına yayıldı.

İnsan uygarlığının önünü önce alet yapımındaki becerisi açmıştır. Ancak alet yapımı, taşı iyi tanıma ve taşa önceden hangi şeklin verilebileceğinin tasarlanması gibi yüksek bir bilişsel beceri gerektirdiğinden, geliştirilmesi uzun bir zaman aldı. Tarihte ilk kez 2.5 milyon yıl önce Homo erectus ile birlikte basit düzeyde de olsa taş aletler yapılmaya başlandı. Ancak 0.5 milyon yıl önce kendi türümüzü temsil eden Homo sapiens'in ortaya çıkmasıyla birlikte, taş aletlerin teknik kalitesi ve sayısında önemli bir artış oldu. 50 bin yıl öncesinde ise, av aletleri zıpkın, balta, mızrak, ok ve yaylarla daha modernize edildi. Bu sayede insanlar, diğer hayvanlara karşı önemli bir üstünlük elde ederek daha iyi avcılık yaptılar ve daha iyi beslendiler. Ancak, insanın avcılık konusundaki olağanüstü başarısına rağmen, doğanın sunduğu ürünler sınırlıydı, ta ki tarımsal yaşama geçene kadar. Uzun bir avcılık/toplayıcılık yaşam tarzı sonunda insanlar avladıkları hayvan ve topladıkları bitkiler konusunda geniş bir bilgi ve deneyime sahip oldular. Bu da, tarımın önünü açacak ötelemeyi yaptı. Uzun bir gözlem ve deneme sonunda, bitkilerin sulanması, gübrelenmesi, tozlaşması, diğer yandan hayvanların üretimi ve beslenmesi konularında ilk bilgilere eriştirler. Tarımsal yaşama geçmekle birlikte, doğanın kendilerine sunduğu besin olanaklarının çok ötesine geçtiler. Böylece milyonlarca yıllık süren avcı/toplayıcı yaşam tarzı da terk edilmeye başlandı. Tarımın başlangıcı olan MÖ 10.000 yılından sonra insanın tarihi artık farklı yazılmaya başladı. Daha iyi beslendiler, nüfusları arttı, hepsinden de önemlisi, sahiplenecek mülkleri olmaya başladı. Tarım, kendi üretim araçlarını yaratırken, onlara sahip olacak sınıflı toplumunu da yarattı. Böylece insanlık tarihinde ilk olarak varsılların ve yoksulların savaşı da başlamış oldu. Avcı/ toplayıcılıkta şekillenen oba ve kabile türü barışçı ve eşitlikçi toplumsal örgütlenmeler, yerini savaşçı olan şefliklere, giderekte devletlere bıraktı.

Tarım, her anakarada o bölgenin iklimi, coğrafik özellikleri ve hepsinden önemlisi de tarıma elverişli türlerin bulunup bulunmamasına bağlı olarak her toplumda farklı gelişti. Bazı toplumlar, bulundukları co ğrafyadan dolayı tarıma

erken, bazıları geç, bazıları ise Avustralya yerlileri gibi avcı/toplayıcı kalarak hiç başlayamadı. Bu da onların ilerdeki toplumsal geri kalmışlıklarının yazgısını belirleyecekti. Avrasya'nın aksine, Afrika ve Amerika kıtalarının kutuplara doğru ince uzun şeklinin olması, tarıma elverişli olan Akdeniz iklimi özelliklerine sahip enlemlerinin kısa olması anlamına geliyordu. Bu da, her iki anakarada tarımın yapılabilirliliğini bölgesel anlamda sınırlayan bir etmendi. Bu nedenle tarım, Afrika'nın Sahel ve Etiyopya bölgesinde, Kuzey Amerika'nın ise doğu kesimiyle sınırlı kaldı.

Avrasya'nın ise verimli Akdeniz enlemleri, Mezopotamya'dan Çin'e kadar geniş bir alana yayılıyordu. Bu da, bu anakaraya geniş bir tarımsal alan sunuyordu. Diğer yandan, insanın Yeni Zelanda, Avustralya ve Amerika'ya gelmeleri, Afrika'ya göre daha sonra olduğu için, buraya ayak basan insan ile diğer hayvanlar arasında evrimsel ve ekolojik bir denge kurulamamıştı. Buraların yerli hayvanları, avcılıkta uzmanlaşmış olan insana karşı kendilerini koruyabilecek stratejiler geliştiremedikleri için, kolay av olmuşlardı. Böylece, tarımın kaynağını oluşturan

evcilleşmeye uygun çoğu memeli türleri de ortadan kalkmış oldu. Bu da, bölge insanlarının tarıma geçmelerini ciddi olarak ertelemiştir. Avustralya'da ise bu durum daha ciddi boyutlarda yaşanmıştır. Afrika ve kısmen de Avrasya, diğer anakaralardan eski oldukları için, buralardaki hayvanlar insanlarla milyonlarca yıl birlikte evrimleştiler ve sonuçta avcılıkta çok uzmanlaşmış olan insanlardan kendilerini koruyabilecek önlemler geliştirdiler. Ancak Afrika'nın tarım açısından şansızlığı, hayvan çeşitliliği çok zengin olmasına rağmen, evcilleşmeye uygun memeli türlerinin son derece az olmasıydı. Bu durum, Afrika için gerçekten büyük bir ekolojik bir şanssızlıktı. Afrika'da yaşayan, Afrika mandası, çalı domuzu, zebra ve su aygırı gibi bazı hayvanların kültüre alınmaları bugün bile hala başarılamamıştır.

Fırat ve Dicle havzalarının çevrelediği, "bereketli hilal" olarak da isimlendirilen Mezopotamya, coğrafik özellikleri nedeniyle tarımsal olanaklar açısından oldukça şanslıydı. Kültüre alınma kolaylığı ve üstün besleyicilik değerleri bakımından bu gün bile kabul edilen temel tarım ürünlerinin çoğunun yabani formları bu bölgede bulunuyordu. Diğer yandan, bu bölgede insan ve hayvan ilişkisi uzun bir geçmişe dayandığı için, hayvanlar zamanla kendilerini

insanlardan koruyabilecek stratejileri geliştirme fırsatları bulup yok olmaktan kurtuldular. Diğer yandan, verimli Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü uzun bir enlem çizgisine sahip olması, bu anakarayı diğerlerinden üstün kılan başka bir özelliğiydi. çin için de benzer özellikleri söyleyebiliriz. Bu nedenle tarım önce MÖ.8500 yılında Mezopotamya'da, sonra da MÖ. 7.500 yılında çin'de başladı. Bunları daha sonra ise, MÖ 6000 yılında Kuzey Amerika'nın doğu kesimi,

(2)

Batı Avrupa, Mısır ve Hindistan'ın İndus vadisi, MÖ 5000 yılında Afrika'nın Sahel bölgesi ve Orta Avrupa, nihayet MÖ 3.500 yılında da Orta Amerika, Amazon ve İngiltere izledi. Avustralya ise modern insan adaya ayak basana kadar hiçbir zaman tarıma geçemedi.

Tarım, doğrudan veya dolaylı etkileriyle tek başına toplumların yazgısını belirlemiştir. Daha fazla beslenme

olanakları sunduğu için tarımla geçinen toplumlar nüfuslarını arttırdılar. Nüfusun artması ise, daha fazla asker ve daha iyi gelişmiş bir toplumsal örgütlenmeye yol açtı. Tarım aletlerinin geliştirilmesine duyulan gereksinimden dolayı madencilik gelişti. Madenciliğin ilerlemesiyle de silah teknolojisi gelişti. Kültüre alınan hayvanlar sadece besin olarak değerlendirilmedi, aynı zamanda hayvanın yük taşıma ve savaşlarda kullanılması gibi gücünden de yararlanıldı. Uçak günümüzde ne anlam taşıyorsa, zamanında at da o anlamı taşıyordu. Keza Hannibal da filleri savaşlarda kullanarak önemli bir üstünlük elde etmişti. Tarımla geçinen toplumların yiyecek fazlasını depolayarak savaş ve kıtlık

dönemlerde kullanmaları da savaşlarda önemli lojistik destek sağlıyordu. Diğer yandan, tarım toplumları hayvanların evcilleştirilmesi sürecinde hayvanlardan aldıkları mikroplara karşı genetik olarak bağışıklık oluşturdukları için, bunları diğer toplumlara, özellikle büyük uygarlıklar kurmuş olan İnka ve Aztek'lere bulaştırarak savaşlarda önemli bir üstünlük elde ettiler. Kolomb öncesi dönemdeki Amerika yerli halkının nüfusunun % 95'i Avrupalı'ların getirmiş olduğu çiçek kabakulak, grip, tifüs, hıyarcık ve veba gibi bulaşıcı hastalıklar sonucu ölmüştür. Keza aynı akıbeti, Avustralya, Güney Afrika, ve Büyük Okyanus Ada toplumları da yaşamıştır. Bu toplumlardan Avrupalı'lara bulaşmış hastalık sayısı ise son derece azdır. Tarımın ötelediği en önemli yenilik ise yazının bulunmasıdır. Yazı, çiftçilikle uğraşan insanların, koyun sayısını ve tahıl miktarı bilmek ve bunları daha sonra hatırlamak gibi bir gereksinimden doğdu. Bunları da kilden yapılmış tabletlere bazı simgelerle işaretlemekle işe başladılar. Belli bir ekonomik ve siyasi toplumsal örgütlenmeye sahip olmadıkları için, avcı/toplayıcı toplumların yazıyı geliştirebilmelerinin maddi temelleri yoktu. Yazının bulunması bilginin gücünü attırdı. çok daha uzak ülkelere ve çok daha eski zamanlara ait bilgiyi, çok daha sağlıklı ve çok daha ayrıntılı bir biçimde aktarma olanağı verdiği için yazıyı geliştiren toplumlar olağanüstü bir üstünlük elde etti. Özetle, Tarım, yazının, kentlerin, maden işletmeciliğinin, büyük siyasal örgütlenmelerin, sanatın, kısaca; uygarlık dediğimiz şeyin tüm parametrelerini oluşturan unsurların ön koşulu olmuştur.

Avrupa odaklı bir tarih yaklaşımıyla, Batı Avrupa'nın ve Avrupalılaşmış Amerika'nın üstünlüğünü kabul etme saplantısına kapılmış bir anlayışın tam tersine, bu günkü Batı, sahip olduğu çoğu temel kültürel unsurlarını başka

toplumlardan, özellikle şu anda sözde özgürleşmeye çalıştıkları Mezopotamya halklarından almıştır. Son 500 yıl hariç, Avrupa'nın dünya teknolojisi ve uygarlığına hiç bir katkısı olmamıştır. Bugün Batı'nın kullandığı Latin alfabesi bile, Sümerliler tarafından geliştirilmiş olan Sami alfabesinin kopyalanması ve uyarlanması sonucu türetilmiştir. Onların tek şansı, Mezopotamya gibi, başta tarım olmak üzere yazı ve metal işleme gibi gelişmeleri kopya alabilecek yakınlıkta olan bir coğrafyada yaşamalarıydı. Irak'ın devrik lideri Saddam Hüseyin'in "Bizim atalarımız tarihin ilk uygarlıkları kurarken, sizin atalarınız mağaralarda yaşıyordu" betimlemesi, aslında tarihi bir gerçekliği

yansıtmaktadır. Şimdi, akıllarda gizli kalan "yarışı oldukça önde başlatan Mezopotamya ve çin bu üstünlüğünü neden Avrupa'ya kaptırdı" sorusunu yanıtlamak gerekiyor:

Eski Mezopotamya'nın toprak ve bitki örtüsü şu andakinden çok farklıydı. Daha önce ormanlarla kaplı yeşil bir bitki örtüsüne sahip Mezopotamya'da, ormanların kesilmesi ve yıllarca süren tarımsal faaliyet sonucu toprak erozyonu, toprak tuzlanması ve toprak kaymaları oldu. Sonuçta ise tarıma uygun olmayan çöl ve step alanlar gelişti. Avrupa'da ise suyun bol ve tarımın geçmişinin yeni olması nedeniyle, böyle bir olumsuzluk yaşanmadı. Dolayısıyla tarımla gelen güç, Mezopotamya'dan Avrupa'ya kaymaya başladı. Çin'de ise Mezopotamya'dakine benzer bir olay yaşanmadı.

Onun etkilendiği olumsuzluk farklıydı: Avrupa'nın, Alp ve Pirene gibi yüksek dağlarla çevrelenmesi ve girintili çıkıntılı beş yarım adadan oluşması, bölgeler arasında önemli bir coğrafik yalıtılmışlık yaratıyordu. Bunun yanı sıra, bu coğrafyada çeşitli etnik ve siyasi gruplarının varlığı, kontrolünün zor olması nedeniyle tek bir devletin kurulmasına olanak vermiyordu. Bu nedenle Avrupa her zaman çok toplumlu bir coğrafya olmuştur. Doğu Asya'nın ise yüzey şekilleri görece sadedir. Diğer yandan, siyasi ve etnik grupları fazla yoktur. Bu nedenle bu bölge, tek bir devletin kontrol edebileceği bir ülkenin kurulmasına olanak tanıyordu. O da çin imparatorluğu oldu.

Doğu Asya'da tek kurulan Çin imparatorluğuna karşın, Avrupa'da pek çok sayıda devletlerin kurulması, bu coğrafyaya rekabet, yeniliklere açık olma ve yeniliklere karar verme noktalarının fazla olması gibi olanaklar yarattı. Çin'deki durum ise bunun tersiydi. Ülkenin geleceği konusunda alınacak kararlar, tek bir kişiye, yani şansa bağlıydı. çin, Amerika'nın keşfinden önce Avrupa'dan çok ileri olmasına karşın, çin imparatoru'nun yenliklere kapalı olması ülkeyi bir durgunluk dönemine soktu. Olayı bir örnekle somutlaştırırsak: Kolomb, Amerika gibi bir anakaranın varlığına

(3)

kuramsal olarak inanmış ve bu projesini pek çok sayıda krala açıklamış ve destek istemiştir. Projesi beş kral tarafından reddedildikten sonra nihayet İspanya kralından destek almıştır. Olan da zaten bundan sonra oldu. 1492 tarihinde Kolomb'un Amerika'yı keşfiyle birlikte artık insanlık tarihi farklı yazılmaya başlandı.

Doç. Dr. Mahmut YANAR / Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi CUMHURİYET TARIM ve HAYVANCILIK 10.10.2006

Referanslar

Benzer Belgeler

NASA’n›n morötesi dalgaboylar›na duyarl› Gökada Evrim Kaflifi (GALEX) uydusu, Araba Tekeri’nin de, görünür çap›n›n iki kat›na kadar uzanan daha genifl bir

«Hayatımızda bütün faaliyetimiz, memleket işle­ rinde keyfî, müstebitçe hareket edenlere karşı mü­ cadele ile geçmiştir» diyen Atatürk, en kutsal

Vaktile, benim de kalem yar­ dımımla milliyetçi “Turan,, gazete­ sini çıkarmış olan Zekeriya Beyin Türk ordusunu, Türk milliyetper­ verlerini ve Türk

Ali Aybar, Avusturya Kültür Ataşesi Prof, mazından sonra Üsküdar Mezarlığı'nda toprağa verildi.. Kassper, Avni Arbaş gibi kültür ve sanat yaşamımızda

Cemaati tarafından “Papa Eftim” olarak sıfatlandırılan Türk Ortodoks Patriği liırgut Erenerol’un cenaze töreni Galata Pahaiya Merkez Türk Ortodoks

FOSAMAX tablets - 福善美 錠 [ 發表藥師 ] :朱仲安 藥師 [ 發布日期 ] :2003/9/15. FOSAMAX(alendronate sodium)為

Ney ve nısfiyeyi, mest olduğu demlerde; gelişi güzel, fakat bir bahçeden rastgele toplanan çiçekler gi­ bi, hoş çalar ve ayık olduğu zamanlarda ise; değil