• Sonuç bulunamadı

Claudia sana hatırlatmam gerekiyor mu bilmiyorum ama en son yaptığımız iş gezisinden beri maaşımızda yüklü bir artış oldu ve kabul edelim dört

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Claudia sana hatırlatmam gerekiyor mu bilmiyorum ama en son yaptığımız iş gezisinden beri maaşımızda yüklü bir artış oldu ve kabul edelim dört"

Copied!
8
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

KOKU

Suarenin olduğu gece…

“Hepinizin bildiği gibi Felix Şatosu yıllar önce Felix ailesinin son üyesi olan Arthur Felix’ten büyük büyük babama… Bir saniye. Claudia! Canım lütfen bana hatırlatır mısın, büyük amcam mıydı yoksa büyük babam mı?

“Büyük amcanız efendim.”

“Ah, her zamanki gibi bu sefer de haklıymışım. Nerede kalmıştım acaba… Hah buldum! Evet, büyük büyük babamdan bu yana burayı kimse kullanmamış yani burası yeni otelimizi inşa etmek için mükemmel bir alan olacak.”

“İnşa etmek mi? Bu mükemmel şatoyu bir turist tapınağına dönüştürme planına ne oldu!” Bay Benson’ın eşi Rose genellikle tam bir baş belası olup çalışanların başını belaya sokmaya bayılsa da bu sefer bizimle aynı fikirde olmasına kendi kulaklarımla duymasam inanmazdım.

Üniversitedeki ilk yılımdan beri çalıştığım bu şirkette böyle şeyleri pek göremezdiniz. Tabii ki buraya Bay Benson’ın asistanı olarak başlamamıştım. Şirketin lobisinde durup gelen müşterilere yolu gösteriyordum. Ne kadar gereksiz bir iş olsa da şikâyet edebilecek durumda değildim ve beni işe almayı kabul eden tek yer orasıydı. İlk başladığımda en fazla üç ay dayanacağımı düşündüğüm yerde yaklaşık beş yıldır çalışıyordum ve başladığım iş kadar saçma olan bir geziye gitmeye hak kazanmıştım. En azından Rose bunun bir gezi olduğunu söylerse ona inanacağımızı ve yaz tatillerimizi yarıda bırakıp onlarla birlikte Tanrı’nın bile adını unuttuğu eski bir şatoyu görmeye istekli bir şekilde gelip temmuz sıcağında kilometrelerce yol yürümeyi kabul edeceğimizi düşünmüştü. Ama olay her nasıl olursa olsun Bay Benson’ın her yere arkasından sürüklediği çalışanları olarak gelmeyi kabul etmiştik ve bunun kesinlikle eğer gelmezsek bizi işten çıkaracağını söylemesi ile bir alakası yoktu.

“O minik, tatlı plan mı? Ah, evet evet hala o planı uyguladığımdan emin olabilirsin. Sadece...

Plâna biraz daha yıkım ve biraz daha inşa ekledik o kadar.” Eşinin sinirlenmeye kararlı bir şekilde devam ettiğini anlamış olan Bay Benson hemen: “Ama sana söz veriyorum, her şey pazar günkü toplantıda konuştuğumuz gibi olacak.” diye eklemeyi unutmadı. Ne kadar sözlerine kendi kendini inandırmış olsa da Rose bundan hiç memnun gözükmüyordu.

“Lütfen bana kızmayı bırak Rose, o şato dünya ile aynı yaşta bile olabilir, muhtemelen içeri girer girmez tüm bina üzerimize yıkılır. Ayrıca demin karşılaştığımız adamın tiyatrocular hakkında ne dediğini de unutma. O insanları tanımıyoruz bile ve kim bilir ne kadar süredir o şatoda yaşıyorlar.

Sence biz orayı o durmadan bahsettiğin turist tapınağına çevirirsek buradan ayrılmak isteyecekler mi?”

“Sen burayı yerle bir edip lüks bir otel yaptığında gideceklerini nereden biliyorsun?”

“Tiyatrocular bu durumda en küçük tehdit o binanın küçük bir esintiye bile dayanacağını sanmıyorum. Bunu kontrol etmek için yeni ayakkabılarınla metrelerce uzanan bu çamurlu ormandan geçmek istemezsin hem de karanlık olurken.”

“İşte tam bu yüzden sana çalışanlarını getirmeni söyledim Richard Benson!”

Yaz tatilim git gide daha da mükemmel bir hal alıyordu (!) Bizi buraya getirmeden günler önce karar vermeleri gereken konu hakkında şu ana en ufak bir cümle bile etmemişlerdi. Bu yüzden de çamurlu ormanda yeni ayakkabıları kirlenen ben olacaktım.

Birkaç dakika daha tartıştıktan sonra Rose ve Bay Benson yavaş adımlarla onlar için saatlerce hazır bekleyen limuzinlerine yöneldiler ve tabii ki biz hava hızlıca kararmaya devam ederken burada kalmış ve az önce ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk.

“Bizi almaya en azından bir araba göndereceklerdir, değil mi?” Willy’nin ses tonundaki

rahatsızlığı anlayabilmek için bir dâhi olmaya gerek yoktu. Gece vakti ormana girmekten korkmak normal bir şey aynı gece vakti ormana gitmeye gönderilmenin normal olmadığı gibi.

“Bay Benson bizi ormanlık bir arazide kimsesiz bırakmak isteseydi bunu daha önceki

gezilerimizde çoktan yapardı çocuklar. Bu yüzden korkmamızı gerektirecek hiçbir sebep yok.”

Tatlı, küçük, saf Claudia. Bay Benson’ın niyeti bize araba göndermek olsaydı araba çoktan burada ve bekliyor olurdu. Muhtemelen taksiyle dönmemizi bekliyordu.

(2)

“Claudia sana hatırlatmam gerekiyor mu bilmiyorum ama en son yaptığımız iş gezisinden beri maaşımızda yüklü bir artış oldu ve kabul edelim dört asistan bir kişi için gereğinden oldukça fazla.” Jace’e ne kadar katlanamıyor olsam da şu anda en mantıklı konuşanın o olduğu şüphesizdi.

Willy kendisinin aslında Bay Benson’ın değil Rose’un asistanı olduğunu açıklayan fazla resmi konuşmasını yaparken bu saçmalığa daha fazla dayanamayacağımı anlayarak ormana doğru ilerlemeye başladım.

“Bella. Bella!” Jace’in bağırışlarını duyabiliyordum ama umurumda değildi, bu işi bitirip eve gitmek için sabırsızlanıyordum. Belki Bay Benson bugün çok iyi bir iş çıkardığımızı söyleyebilir ve bize kendimize yemek ısmarlamamız için fazladan para bile verebilirdi. Fakat o kadar şanslı olduğumuzu düşünmüyordum.

Bir dakika bile geçmeden arkamdan gelen ayak seslerini işitmeye başlamıştım. Hala durmaksızın kavga ediyorlardı. Bazen üçünün de üniversiteyi bitirmiş yetişkinler olduğunu kendime

hatırlatmakta zorlanıyordum çünkü anaokulu öğrencileri gibi davranmak gibi tuhaf bir hobiye sahiplerdi.

“Bella ne kadardır seni takip ediyoruz bilmiyorum ama uzun bir süre olduğunu söyleyebilirim.

Nereye gittiğimiz hakkında en ufak fikrin dahi yok değil mi?” Sonunda biri anlamıştı.

“Kesinlikle.” Beni neden takip ettiklerini bile bilmiyordum tek yaptığım şey ormanın tam

ortasından içeri girmek ve şatonun orada olacağını ummaktı. Bay Benson veya başka birinin bize bir yol tarifi veya en azından bir harita verdiği söylenemezdi. Küçücük bir pusulamız bile ormanın içinde dolanıp durmaktan başka bir şey yaptığımız yoktu.

“Harika! En azından bize söyleyebilirdin.”

“Hiçbirinize arkamdan gelmenizi söylemedim Jace. Hem kavga etmeye öyle odaklanmıştınız ki beni duyacağınızdan bile emin değildim.”

Jace tam bana cevap vereceği sırada Claudia’nın yumuşak sesi aramıza girdi

“Willy’i bulamıyorum.” Ne? Ne demek Willy’i bulamıyordu?

Görünüşe göre Jace düşünebilme konusunda benden daha hızlıydı.

“Lütfen bana Willy’nin gecenin bir yarısında ormanda yalnız başına dolaşacak kadar aptal olmadığını söyle Bella çünkü eminim Claudia bunu yapmayacaktır.”

Jace’i umursamaz bir şekilde Claudia’ya yöneldim

“Nereye gitti?”

“Bana tuvaletini yapması gerektiğini söyledi ve bir anda ortadan kayboldu. Yemin ederim ki yapabileceğim hiçbir şey yoktu.”

“Ummm… Claudia bize söyleyebilirdin!” Tanrım! Bu insanların sorunu neydi? Eğer biraz daha onlarla zaman geçirirsem aklımı kaçıracaktım.

“Size söylemem gerektiğini düşünmedim. Sonuçta Willy bir yetişkin ve kendi başının…” Claudia sözünü bitiremeden Jace onu böldü.

“Claudi, Willy’nin kaybolduğunu bize söylemeyi gerekli bulmadın ama ayaklarının ağrıdığını söylemeyi gerekli buldun öyle mi?”

Bir an için Claudia’nın kendini savunacağını veya özür dileyeceğini düşündüm fakat ağzından çıkan kelimeleri duyduktan sonra ne kadar yanılmış olduğumun farkına vardım.

“Aynı filmlerde olduğu gibi gözlüklü, şişko ilk ölen.” Claudia’ya sanki uzaylıymış gibi bakan Jace yine benden önce davranmıştı.

“Bil bakalım sırada kim var? İpucu ister misin? Aptal sarışın her zaman ikincidir!”

“Hayır. İkinci her zaman ukala zengindir!” Onlar kavga etmeye devam ederken burnuma harika bir koku geldiğini hissettim. Sanki bu dünyadan değilmiş gibi…

“Bella !” Claudia’nın sesi korku doluydu. Ne olduğunu anlamıyordum. Bu mükemmel koku resmen olan her şeyi unutmamı sağlamıştı.

Güzel koku burnumdan yavaşça geri çekilirken ayak bileğimde kıpırdayan şeyi hissetmeye başlamıştım. Jace bana bakmamamı işaret etse de çok geçti. Bacağımdaki o yaratığı gördüğüm anda çığlık atıp Claudia ve Jace’in olduğu yere sıçradım. O yılanın artık bacağımda olmadığını gördüğümde rahatlamıştım ama bu uzun sürmedi çünkü demin durduğum yere bakınca bize doğru gelmekte olan yılanları gördüm. Yılan ordusunu.

(3)

Ne olduğunu anlayamadan üçümüz de koşmaya başlamıştık ve an itibariyle kaybolan tek kişi Willy değildi. Hepimiz kaybolmuştuk. Jace ve Claudia’yı artık ne görebiliyor ne de

duyabiliyordum sadece dallara sürtünen kollarım ve arkamdan gelen yılanlar… Yılanların hızlı olduğunu her zaman düşünüyordum ama açıkçası bu kadarını beklemiyordum. En ufak bir yanlış hareketimde beni yakalayacak kadar yakınımdalardı. Tıslamalarını duyabiliyor ve arada bir bileğime sürtünen kaygan ciltlerini hissedebiliyordum. Koşarak nereye varacağımı bilmiyordum, tek şansım şatoyu bulmaktı. Bay Benson’a şatoyu bulamamakla ilgili tonla bahane bulabilir ve hepsine de inanmasını sağlayabilirim ama artık oyunun kuralları değişmişti. Yaşamak istiyorsam o lanet şatoyu bulmak zorundaydım.

Ben daha hızlı koşmaya çalıştıkça yılanlar da hızlanıyordu. Bunun hakkında mantıklı bir açıklamam yoktu ama hızlandıklarına emindim. Kollarım dallara çarpmaktan dolayı kırmızı çiziklerle dolmuştu. Her an ağlamaya başlayabilirdim. Hatta başlamamış olmam tuhaf bile sayılabilirdi. Bu ormandan canlı çıkabilecek miydim? Gelecek bir anda belirsizleşmiş ve içimi öncekinden çok daha büyük bir korku salmıştı. Koku… Yine o muhteşem koku… Nereden geliyor olabilirdi. Onu bulmam gerekiyordu. Onu bulmalıydım. Yılan seslerini artık duymuyordum ve git gide yavaşlamaya başlamıştım. Sanki bedenimin kontrolü artık bende değil, o muhteşem

kokudaymış gibi. Artık hareket edemiyordum. Sadece kokuya odaklanmıştım ve gözlerimi kapattım.

Ne kadardır gözlerim kapalıydı bilmiyorum ama gözlerimi açmamı zorlaştıracak kadar olduğunu gözlemleyebiliyordum. Korku artık gitmişti ve yerini nereden geldiğini anlayamadığım bir merak kaplamıştı.

Hayır… Bu olamazdı. Saatlerdir aradığım şato tam karşımda duruyordu. Buraya ne zaman gelmiştim. Ne zamandır şatonun önündeydim. Bütün kavramlar kendiliğini yitirmişti. Hiçbir şey mantıklı gelmiyordu. Çitler… Yukarıdan baktığımda şatonun etrafı çitlerle çevriliydi. Çitleri geçtiğimi bilmeme rağmen arkama bakmam gerekiyordu. Belki bir ihtimal yanlış görmüştüm.

Çitleri geçmiştim. Peki, bunu ne zaman yapmıştım? Aklımı kaybettiğimi düşünmekten başka çarem yoktu. Başka bir açıklama olamazdı.

Bir anda yılanların sesiyle irkilip tekrar gerçekliğe döndüm. Çitleri geçebilirler miydi? Ani bir hareket eşliğinde tekrar şatoya döndüm ve elimden gelen en hızlı şekilde kapıya dayandım.

Düşündüğümden çok daha kolay açıldı. Korkunun insanların daha güçlü olmasını sağladığını duymuştum. Sanırım haklılardı.

İçeri girdiğimde yüzümün şaşkınlığımı gizleyemeyecek bir hal almış olduğunu düşünüyordum ki ağzımdan bunu onaylayacak tiz bir sesin çıkmasını engelleyemedim. Bugün daha ne kadar şaşırabilirdim bilmiyordum. Burası… Bu şato... 18. Yüzyıldan kalma bu şato… Bir harabe…

Asla... Burası sanki yepyeniydi. Kapıdan girdiğimde ayaklarımın altında uzanan kan kırmızısı halı, tavandan sarkan devasa avize ve küçük parlayan taşları, parlak duvar kâğıtları, inanılmaz müzik…

İnanılmaz müzik mi?

Buranın terk edilmiş eski bir bina olması gerekmiyor muydu? Sanırım Bay Bernhard’ın bahsettiği tiyatrocular bu işi fazlasıyla ciddiye alıyorlardı.

Tam yanımda bulunan ve şu ana kadar fark etmediğim kapı aniden açılınca ve bugünkü sürprizlerin sona ermediğinin anlamamı sağladı çünkü karşımda 18. yüzyıldan kalma bir suare sahnesi duruyordu. Gördüğüm şeyin bugün olanlar arasından en tuhafı olup olmadığını tartarken gereğinden fazla zaman harcamış olacaktım ki büyük salonun içerisinde sanki gülmelerini bastırmak için fazla çaba sarf eden kadınlardan biri beni fark etti ve saklamaya çalıştığı gülümsemesini rahat bırakarak büyük bir neşeyle bana yaklaşmaya başladı. Aksini söyleyemezdim. Kadının bana geliş şekli beni rahatsız ediyordu.

Tamam, ona ne söyleyeceğimi bulmam gerekiyordu. “Merhaba, rahatsız ettiğim için çok üzgünüm ama patronum yarın burayı yerle bir edecek o yüzden gitmek zorundasınız.” diyemezdim ya. İtiraf ediyorum. Hayatımda ilk ve muhtemelen son defa Jace’in yanımda olmasını istedim. Bunu

söyleyebilecek tek kişi oydu.

Jace ve Claudia…

(4)

Onlara ne olduğunu düşünemeden kadın boynuma sarıldı. Hatta öyle sıkı sarıldı ki ilk anda beni boğmaya çalıştığını düşündüm. Ne yapacağımı bilememekle birlikte kadının sarılışına karşılık verdim. Birkaç saniye kadar sonra benden ayrılmış ve suarenin yapıldığı büyük odaya dönmüştü.

Elbisesi o kadar büyüktü ki dönerken neredeyse beni düşürecekti. Ucuz kurtulmuştum. Bu gece sürekli olduğu gibi.

“Ve onur konuğumuz Molly. Polonya’dan gelen kuzenim sonunda burada.” Herkes alkışlamaya başladı. Sorun şuydu ki adım ne Molly’di ne de Polonya’dan gelmiştim. Polonya’da yaşayan bir arkadaşım vardı ama bunun pek yararı olacağını düşünmüyordum.

Kadına açıklamak için döndüğümde beni içeriye sürüklediğini henüz fark edebilmiştim.

“Molly biliyorsun insanları dış görünüşlerine göre yargılamam ama Polonya’da nasıl bir giyim anlayışınız var. Yoksa… Molly eğer Duncan amcam yine parasını kumarda yediyse ve o yüzden sirkte çalışmak zorunda kaldıysan bana her zaman söyleyebilirsin.”

“Lavinia, beni kuzenin ile tanıştırmayacak mısın?” Yumuşak fakat oldukça yoğun bir ses kuzenim ile konuşmamızı… Bu kadın kuzenim falan değildi. Neyim vardı benim böyle.

“Ah, beni mazur gör James. Bugünlerde bulutların üzerinde dolaşıyormuş gibiyim. Molly bu nişanlım James Baker. James bu kuzenim Molly Hall.” Soyadım gerçekten de Hall’dı ama kuzenim… Hayır. Bu tiyatrocu bunu nerden bilecekti ki? Tesadüf olsa gerek.

James bana elini bile uzatamadan ufak tefek bir adam tarafından bölündük ve James bizden özür dileyerek uzaklaşmak zorunda kaldı. Yine o koku. Bu da neyin nesiydi. Neden her yerde bu koku vardı ve en önemlisi nereden geliyordu.

“Hayır, Molly kesinlikle burada kalıyorsun.” Ummm… Buraya nasıl gelmiştim. Lavinia’nın kolu belime sarılmış ve yürümem konusunda bana yardımcı olmaya çalışıyordu? Neden

yürüyemiyordum? O güzel kokuyu son aldığım zamandan beri hiçbir şey hatırlamıyordum. Tabii yürüyemiyor olduğumu da unutmamak gerek. Uzun bir koridorda ilerliyorduk ve bu yolun bir sonu olmadığında karar kılmıştım. Vücudum gittikçe daha da ağırlaşıyor ve kendimi taşımak bir işkence halini alıyordu. Kuzenime... Beynim benimle oyunlar oynamayı ne zaman bırakacaktı.

Lavinia’ya burayı boşaltmaları gerektiğini söylemeliydim… Yorgunluk. Tek hissedebildiğim şey oydu.

“İşte. Burası senin odan.”

Lavinia’nın neşeyle gösterdiği ve beni bir bowling topuymuşum gibi içine yuvarladığı oda kesinlikle ama kesinlikle bir zindandan farksızdı. 18. Yüzyıldan ne beklenebilirdi ki? Hiçbir fikrim yoktu. Tarih dersim hiçbir zaman iyi olmamıştı.

Lavinia’ya söylemek zorundaydım ama yorgunluk… Çok yorgundum. Yarın sabah da söyleyebilirdim. Kuzenimin benden kaçacak değildi. Ne söyleyecektim. Belki yarın sabah hatırlarım.

Uyanmıştım.

Mükemmel bir sabah olacaktı bu. Yatağımdan hızlıca kalkıp dolabımdan kuzenim Lavinia’nın ne zaman onları ziyarete gelsem giymem için bıraktığı elbiselerden birini çıkarıp üzerimi değiştirdim.

Neredeyse zıplayarak aşağıya koştum ve kuzenimin boynuna atladım. Onu çok özlemiştim.

Lavinia beni yumurtaları toplamam için iteklerken James’e çalışanları Jace, Willy ve Claudia’ya selam verdim.

MELEK KAYRA ÖZTÜRK

İSTEK ÖZEL BARIŞ ORTAOKULU

(5)

MAVİ

Mavi bende özgürlüktür. Mavi belki de huzur, belki de gökyüzü, belki de derin denizler, belki de iki çift göz...

Belkilerim çoktur mavide benim. Aslında babamı anne karnında iken kaybedişim de mavidir.

Belki de ismim annemin, babamın derin mavi gözlerine hasreti sebebiyle Mavi’dir.

Bilemiyorum ki...

Mavi... Annem her seslenişte beni derin bir özlemle çağırırdı.

Ablam Hasret’i hiç sormadım anneme. Neden Hasret’ti ablam? Büyüdükçe babamın mesleği ile ilgili şeyleri daha iyi anlamaya başladım.

Onun bir zamanlar gemilerde kaptan olduğunu öğrendim. Demek annem babama hasretti.

Mavi ile Hasret sevgiden doğmuştu. Sevgi ne güçlü bir bağdı.

Zordu çocukluğum. Kolay mı ki koca İstanbul’da babamdan yadigâr kalan bir babaannem ile iki küçük çocuğu, Hasretle Maviyi, büyütmek?

Annem yakın bir okulda çalışıyordu. Ablamın okuldan getirdiği defterleri yere serdiği zamanki mutluluğum belki şimdiki öğretmenliğimin ışığıydı. Babaannemin elinde olan minicik maaşı tek odamızı ısıtıyor, anneme az da olsa destek oluyordu. Babaannem de eski kadınlardandır, nurlar içinde uyusun. Sobanın üzerinde kapıdan temiz karları kürekle alır, ısıtır bizi o temiz suyla leğenle yıkardı. Annemin yorgun gelen bedeninin bize yaptığı sıcacık çorbayla hayat verirdi bize...

Büyüdük işte bazen mavi bazen hasretle. Babaannem de annem de baba boşluğunu kapatamadılar ama büyük bir dağ oldular bize...

Hasret okulu bitirdiğinde de işe başladığında da annemin gözünden düşen gözyaşına şahittim.

Hep bir “keşke” vardı dillerinde. Babaannemin üzüntüden hasta oluşu… Yaşı da vardı belki.

Ama biliyordum ki hasretinin önüne geçemiyordu hiçbir şey. Babamın maviliklerdeki yok oluşunu ne babaannem ne annem kabul edebilmişti.

Bilmem belki de mavinin uçsuz bucaksız oluşu da babamdandır. Okulum bitti, doğuya çıkan öğretmenlik atamam, evden ayrılmam, İstanbul’un mavisinden uzak kalışım hayatımdaki diğer hasretlerdi. Ablamla başladığımız iş hayatı, annelerimizi biraz olsun rahata erdirdi.

Şimdi benim hayatımda başka bir dönem vardı. Bu yeni hayatımda minicik kasaba, minicik eller, sobayla ısınan sınıf ve mavi gibi derin gözler. Bu çocukların da benim gibi hasretleri olması beni ne kadar derin etkilemişti. Gözlerdeki ışık, içteki heyecan, umudun var oluş göstergesiydi. Dört senemin sonunda İstanbul’a dönüş, içimdeki hasret tarifsizdi. Diğer yandan buraya alışmış çocuklarım için çarpan kalbimin üzüntüsü de tarifsizdi. Onlar için elimden geleni yaptığımı düşünüp gözümde mavi gönlümde hasret ile eve dönmek için Kars treninde buldum kendimi. Yolculuklar bana hep bizlerden uzakta tanımadığım babamı hatırlatırdı. Özlem belki de kendini özletirdi. Yuvamın sıcaklığına, annemin çorbasına, Hasret’imin varlığına, babaannemin duasına kavuşmuştum. Cebimde bir sürü umut; gözleri ışık ışık çocuklarımla, gözlerdeki özgür maviyle yeni hayatıma merhaba diyerek...

Birbirimizi derin maviyle sevdik.

ALYA CEVHER 6-A

(6)

REVOLT

Merhaba ben Lowan Henderson. Avustralya’da Quennsland’da kardeşim Lowanna, annem ve babamla yaşıyorum. 7. sınıfa gidiyorum. Kardeşimle aynı okuldayız. O da 6. sınıfa gidiyor.

Babam bir yün fabrikasının fabrika müdürü. Annem ise coğrafya öğretmeni.

Son zamanlarda Avustralya’da hiçbir şey iyi gitmedi. Yangınlar, dolu, hayvanların infazı...

Lowanna hayvanlara bayılır. Yangınları duyunca ne kadar çok üzüldüğünü tahmin

edebilirsiniz. Büyükannem yangınların aktif olduğu Victoria eyaletinde yaşıyor. Olaylardan bizi ilk o haberdar etti. Bir süre sonra ise başbakan Scott Morrison hayvanların çok su tükettiğini 10.000 yabanı devenin öldürüleceğini açıkladı. Ailem ve birçok insan buna karşı çıksa da sesimizi duyuramadık ve develer hayatını kaybetti. Bu çok vahşi ve yanlış bir

durumdu. Günler geçti ve biz sesimizi duyuramadık. Yangınların gücü azaldı ama bu sefer de dolu başladı. Yakın zamanda ise yeni bir açıklama daha yapıldı. Yaklaşık 6,9 milyon kanguru öldürülecekti. Lowanna bu haberi duyunca da çok üzüldü.

Sizlere babamın yün fabrikasında çalıştığını söylemiştim. İş arkadaşlarından duyduğu kadarıyla bu 6,9 milyon kanguru, koyunların otlaklarını kullandıkları için öldürülecekmiş. Avustralya’nın en büyük geçim kaynaklarından biri yün üretimidir. Yani anlayacağınız devlet maddi çıkarların için böyle bir karar almıştı!

Tüm bunlar olurken biz Victoria’ya gitme kararı aldık. Büyükannemi alıp Quenns’e getirecektik. Lowanna buna çok sevindi çünkü kanguruları kurtarabileceğini düşünmeye başladı. Nasıl olacağını sorduğumda “ Victoria’da yaşayan insanlar ile konuşup orada olayları gözlemler, sosyal medyada paylaşırsam çok ilgi görür ve farkındalık yaratabiliriz “ cevabını aldım.

Perşembe günü uçakla Victoria’ya gittik. Telefonlarımızın şarjlarını doldurduk. Lowanna ilk paylaşımı olarak Victoria’da yaşayan insanlarla röportaj yapmaya karar verdi. Çabuk

olmalıydık. Yaklaşık bir haftamız vardı ve bu bir haftada tüm dünyanın dikkatini üzerimize toplamalıydık. O sırada ise annem ve büyükannem eşyaları topluyorlardı.

İlk büyükannemizin komşusu Bay Brown ile başladık. Bu konuda pek bir bilgilerinin

olmadığını, zaten oraya yaklaşılmasına izin vermediklerini söyledi. Diğer röportajlarda pek iyi gitmedi. Lowanna ile konuşmaya ve belki de pes etmemiz gerektiğini söylemeye karar verdim ki aklıma bir fikir geldi. Her şeyi kendimizin gözlemlemesi çok daha iyiydi. Oraya bizi

yaklaştırmıyorsalar biz yasa dışı olsa da gideriz. Böyle olmasını istemezdim ama 7 milyondan fazla hayvanı öldürmenin de yasal olduğunu düşünmüyorum.

Bir gün boyunca ortamla ilgili bilgi topladıktan sonra planımıza başlamak üzere uykuya daldık.

Ertesi gün ailemizin meşgul olmasından yararlanıp eskiden safari yapılan alanlara doğru yol aldık. Kaç kilometre bilmiyorum ama yolun biraz uzak olduğunu öğrendik. Safari araçları da

(7)

olaylardan sonra hizmet vermeyi bırakmışlardı. Pek de tekin görünmeyen bir araç vardı. Bizi safari alanına yaklaştırabileceğini söyledi. Hiç güven vermese de buraya boşu boşuna

gelmemiştik. Araca bindik. 2-3 saatlik yolun sonunda çöle benzeyen bir yere geldik. Adam parasını istedi. Eline uzattığım ilk parayı alıp uzaklaştı. Ne yapacağımızı bilemedik. Lowanna kararlıydı. Şeritlerle kaplanmış safari alanına doğru ilerledi. Bana kalsa en kısa zamanda geri dönmek için yola çıkmalıydık ama Lowanna pek pes edecek gibi gözükmüyordu. Hava kararmaya başlamadan canlı yayını başlattık. İzleyen kişiler akrabalarımızdı sadece. Onlardan bunları bütün sosyal medya hesaplarında paylaşmalarını istedik.

Safari alanında yürürken karşımıza minik bir kanguru çıktı. Lowanna canlı yayını bırakıp onunla ilgilenmeye başladı. Yavru bizden çekiniyordu. Neden bize baktığını anlayamamıştık ama sadece Lowanna’nın açık çantasına bakıyordu. Lowanna’nın çantasındaki meyve poşeti gözüküyordu. Lowanna onu korkutmamak için poşetten çıkardığı armudu yere koydu ve beni çekerek uzaklaştı. Fotoğraflarını çektikten sonra ise havanın karardığını fark edip geri dönmeye başladık. Ama bizi bir afacan takip etti. Kanguru peşimizi bırakmıyordu. Alanın bitişine

geldiğimizde ise korkarak uzaklaşmaya başladı. Lowanna “Hayvanları korkutarak buradan uzak tutmaya çalışıyorlar.” diye bir iddiada bulundu. Ben de ona hak verdim. Buraya taksi çağırmak yasaktı, ne yapacağımızı düşünürken safari aracının bizi beklediğini gördük. Adam vicdan azabı çekip geri döndüğünü söyledi. Yolda biraz daha sohbet ettik. Adam aslında iyi biriymiş. Safariler yasaklandıktan sonra ailesini geçindirmek için işe devam etmiş. Yolun sonunda adama veda edip eve döndük.

Evde nereye gittiğimizi sorduklarında ortamı gezdiğimizi ve bilgi topladığımızı söyledik.

Ailemize planın hepsini değil ama bir kısmını anlatmıştık. Yemeğimizi yedikten sonra yarın ne yapacağımızı düşünerek uykuya daldık.

Ertesi gün yine aynı araçla aynı yere gittik. Lowanna daha fazla kanguru görme umuduyla yanına bolca armut aldı. Yine safari alanının başlangıç kısmında canlı yayına başladık. Küçük kanguru tekrar geldi. Bu sefer bizden o kadar çekinmiyordu. Armutları önüne koyduk ve geri çekildik. Kanguru bizi tekrar takip etti. Ama başlangıç noktasına döndüğümüzde her seferinde geriye çekiliyordu. Beş gün böyle geçip gitti. Yayın için çok çalışsak da kanguruyla yayından daha çok ilgileniyorduk. Kangurunun yediği yiyecekleri araştırıp onları getirmeye özen gösteriyorduk. Bu sürede yayınımız dikkat çekmedi.

Quenns’e gideceğimiz gün bir plan yaptık. Lowanna ile tekrar safari alanına gidecek, kanguruyu yanımıza alacaktık. Zaten büyükannemin uçak korkusu yüzünden otobüs ile eve dönecektik. Kangurunun dikkat çekmeyeceğini düşündük. Dikkat dağıtmak için annemin telefonunu yanımıza aldık. Onlar telefonu ararken alana gidecektik.

Yine aynı araçla aynı alana gittik. Ama bu sefer alanın etrafı korumalarla kaplıydı! Oradan hızlıca ayrılacaktık ki korumalardan birisi bizi durdurdu. Diğer korumalara “Bu çocuklar! O görüntüdekiler! Alana giriş yapan bunlar!” diye bağırmaya başladı. O an safari alanının etrafında kameralar olduğunu fark ettik.

(8)

Etrafımızda toplanıp bize neden alana girdiğimizi sordular. O sırada Lowanna korumalardan su istedi. Korumanın peşinden gitti. Koruma ona su vermek için arkasını dönünce Lowanna’nın uzaklaştığını gördüm. Ben korumalara burada safari olduğunu duyduğumuzu ve merak edip girdiğimizi söyledim. Beni uyarıp annem ile babamın telefon numarasını istediler.

Sorgu bittikten sonra Lowanna çantası dolu bir şekilde geldi. Birbirimize bakıp sadece güldük.

Kısa bir süre sonra annem ve babam kızgın bir şekilde geldiler Bizleri arabaya oturttular.

Sonrasında korumalar ile konuşmaya başladılar. İşleri bittikten sonra ise yolculuk çok sessiz geçti.

Son eşyalarımızı da topladıktan sonra otobüse bindik. Yolculukta arada sırada Lowanna’nın sırt çantasını açıp kanguruyu besliyorduk. Quenns’e vardığımızda babamla annem bir hafta

bilgisayarı yasakladı. Ama sonrasında telefonlarımızdan bir mesaj aldık. Bu adam safari

şoförüydü, ona telefon numaramızı vermiştik. Mesajda umarım işinize yarar demişti. Altında da videolar vardı. Adam neredeyse her şeyi kaydetmişti. Korumaların bizi sorguya çekmesini, yolda adama planımızı anlatmamızı, her şeyi! Bunları sosyal medya hesaplarımızda paylaştık.

Kısa bir sürede dikkat çekti. Yaklaşık 1-2 gün gibi... Oradaki gerçekler olmasa da iki çocuğun bu macerası insanların dikkatini çekti. Bu sırada kanguruyla ilgileniyor, bunu ailemize nasıl açıklayacağımızı düşünüyorduk.

Ailemize anlattığımızda kızmak yerine yaptığımız şeyin çok tatlı olduğunu ama onlarla paylaşmamız gerektiğini söylediler. Kanguruyu bir süre daha besleyip doğal ortamına

bırakacağımızı söylediler. Bir ay boyunca her platformda hikâyemiz yayıldı ve bir ayaklanma başladı. Ayaklanmada kangurumuzun resimleri kullanıldı. Protestolar düzenlendi. Halkın baskısı ile hayvan katliamlarından vazgeçildi. Victoria’da safariler yeniden başladı. Biz de kangurumuzun adını Revolt ( ayaklanma, başkaldırma) koyduk.

Bizde Revolt’u büyüdüğünde doğal yaşam alanına bırakacağız. Ben öğrendim ki birileri sesini duyurur, birileri farkındalık yaratır diye beklerseniz her şey devam edecek. Sesiniz çıktığı kadar bağırın. Böylece sesini duyuramayan herkesin sesi olursunuz.

BENGÜ BEYHAN ERİŞÇİ 6-A

Referanslar

Benzer Belgeler

Buf- fington (bu husus tartışmalıdır, zira New-York Tribüne gazetesinin gökdeleni 1872-1875 yılları arasında mimar Richard Moris H-unt, tarafından yapılmıştır), bu

Bu gruptakiler şu anda insanlar tarafından gerçekleştirilen birçok işin gelecekte büyük ölçüde robotlar tarafından devralınacağını öngörse de, insan

Sonuçta aşırı büyük memelerin küçültme cerrahisinde hangi yöntem seçilirse seçilsin özellikle yara yerine ait komplikasyonların oranı yüksektir, ancak ameliyat sonrası iz

Periferik kanda myeloid blastların artımı ile karakte- rize klonal bir megakaryositozis sendromu olan ve geçici myeloproliferatif hastalık (GMPH) olarak adlandırılan

Kutup ışıkları- nın kuzey yarıkürede görülenlerine ku- zey şafağı anlamına gelen "aurora bore- alis", güney yarıkürede görülenlereyse güney şafağı,

Evyap firmasından Arko Men, Ülker firmasından Çokokrem ve Tekel / Mey firmasından Yeni Rakı markalarının analiz birimi olarak seçildiği örnek olay çalışmalarında,

Haluk Eraksoy, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Çapa, İstanbul, Türkiye

Ankara’da ya şayan dört kişilik bir ailenin “gıda için” yapması gereken asgari harcama tutarı bir önceki aya göre yüzde 0.48 oran ında geriledi.. Son dört yıl