• Sonuç bulunamadı

T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ İLKÖĞRETİM ANA BİLİM DALI (OKUL ÖNCESİ EĞİTİMİ PROGRAMI) “OKUL ÖNCESİ ÇOCUKLARDA AKRAN KABULÜNÜN ÇEŞİTLİ DEĞİŞKENLER AÇISINDAN İNCELENMESİ” YÜKSEK LİSANS TEZİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ İLKÖĞRETİM ANA BİLİM DALI (OKUL ÖNCESİ EĞİTİMİ PROGRAMI) “OKUL ÖNCESİ ÇOCUKLARDA AKRAN KABULÜNÜN ÇEŞİTLİ DEĞİŞKENLER AÇISINDAN İNCELENMESİ” YÜKSEK LİSANS TEZİ"

Copied!
112
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ANKARA ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

İLKÖĞRETİM ANA BİLİM DALI (OKUL ÖNCESİ EĞİTİMİ PROGRAMI)

“OKUL ÖNCESİ ÇOCUKLARDA AKRAN KABULÜNÜN ÇEŞİTLİ DEĞİŞKENLER AÇISINDAN

İNCELENMESİ”

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Azize Ummanel

Ankara Eylül, 2007

(2)

ANKARA ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

İLKÖĞRETİM ANA BİLİM DALI (OKUL ÖNCESİ EĞİTİMİ PROGRAMI)

“OKUL ÖNCESİ ÇOCUKLARDA AKRAN KABULÜNÜN ÇEŞİTLİ DEĞİŞKENLER AÇISINDAN

İNCELENMESİ’’

YÜKSEK LİSANS TEZİ

Azize Ummanel

Danışman: Doç. Dr. Emine Gül Kapçı

Ankara Eylül, 2007

(3)
(4)

iii ÖNSÖZ

Bu araştırmanın amacı okul öncesi çocukların sosyal kabulünün mizaç özellikleri, gelişim düzeyi, duygusal davranışsal sorunlar ve ebeveyn kabul- reddi açısından incelenmesidir.

Araştırmanın birinci bölümünde araştırmanın problemi tanımlanmış, amaç, önem, sınırlılıklar belirtilmiş ve tanımlar yapılmıştır. İkinci bölümünde konu ile ilgili alan yazındaki araştırmalardan bahsedilmiştir. Üçüncü bölümde araştırmanın yöntemi anlatılmıştır. Bu bölüm araştırma modeli, evren ve örneklemi, veri toplama araçları ve verilerin analizi alt başlıklarından oluşmaktadır. Dördüncü bölümde araştırmanın bulgularına yer verilmiş ve yine bulgular bu bölümde tartışılmıştır. Beşinci ve son bölümde ise araştırmanın sonuçları ve bu sonuçlar doğrultusunda yapılan öneriler yer almaktadır.

Bu araştırma süresince beni destekleyen ve yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen hocam ve danışmanın Doç. Dr. Emine Gül Kapçı’ya, gösterdikleri sabırdan ötürü aileme ve dostlarıma, veri toplama çalışmaları süresince yardımlarını esirgemeyen ve okullarını bana açan okul çalışanları Havva Onaç, Alev Albayrak, ve Melek Baştaş’a, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı’na, bu tezde emeği geçen herkese ve tabi ki bu araştırmanın özünü oluşturan tüm çocuklara sonsuz teşekkürlerimi sunarım.

(5)

iv

ÖZET

OKUL ÖNCESİ ÇOCUKLARIN AKRAN KABULÜNÜN ÇEŞİTLİ DEĞİŞKENLER AÇISINDAN İNCELENMESİ

Ummanel, Azize

Yüksek Lisans, İlköğretim Anabilim Dalı Tez Danışmanı: Doç. Dr. Emine Gül Kapçı

Eylül 2007, 104 sayfa

Bu çalışmanın amacı okul öncesi çocuklarda akran kabulünü yordayan değişkenleri belirlemektir. Çalışmaya alınan değişkenler sırası ile çocuğun mizaç özellikleri, gelişim düzeyi, duygusal-davranışsal sorunları ve ebeveyn kabul-reddidir.

Betimsel bir araştırma olan bu araştırmanın evrenini Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki okul öncesi çocuklar oluşturmaktadır.

Araştırmanın örneklemini ise Kuzey Kıbrıs’ta üç okul öncesi eğitim kurumuna devam eden 75’i kız, 83’ü erkek olmak üzere toplam 158 çocuk oluşturmuştur. Bu çocukların yaş aralığı 40-72 aydır.

Araştırmaya katılan çocuklara sosyometri uygulanmıştır.

Ebeveynler Çocuklar İçin Kısa Mizaç Ölçeği (ÇMÖ), Erken Gelişim Evreleri Ölçeği (EGE) ve Aile Çocuk İlişkileri Anne Formu (AÇİ- A)’nu, öğretmenler ise Okul Öncesi Davranış Ölçeğini (ODÖ) doldurmuşlardır. Araştırmada çocukların mizaç özelliklerinin, gelişim düzeylerinin, duygusal davranışsal sorunlarının ve ebeveyn kabul-reddinin akran kabulünü yordayıp yordamadığına Adımsal Regresyon Analizi (stepwise multiple regression analize) ile bakılmıştır. Araştırma sonucunda okul öncesi dönemde görülebilecek duygusal davranışsal sorunların ve kişisel sosyal gelişimin akran kabulünü yordadığı görülmüştür. Sonuçlar akran kabulünün önemi ile ana-baba ve öğretmen eğitimine doğurguları açısından tartışılmıştır.

(6)

v SUMMARY

AN EVALUATION OF THE PEER ACCEPTANCE IN PRE-SCHOOL CHILDREN

Ummanel, Azize

Degree of Master, Department of Primary Education Theesis Advisor: Assoc. Prof. Emine Gül Kapçı

September 2007, 104 pages

Present study aims to investigate the contribution of temperament, development, emotional-behavioral problems and parental acceptance-rejection on the peer acceptance of pre- school children.

A total of 158 children (75 girls and 83 boys) aged 40-72 months, attending various preschools in TRNC participated in the study. Sociometry was administrated to children. Parents of children completed the Short Temperament Scale for Children, the Ages and Stages Questionnaire and the Parental Acceptance Rejection Questionnaire-Mother Form. Preschool teachers completed the Preschool Behaviour Checklist. Stepwise multiple regression analysis was utilized to examine the variables that predict peer acceptance in preschool children. Results showed that the emotional-behavioral problems and the level of personal- social development are significant predictors. Resutls are discussed in terms of the importance of peer acceptance and its implications for parent and teacher education.

(7)

vi

İÇİNDEKİLER

Sayfa

JÜRİ ÜYELERİNİN İMZA SAYFASI………..ii

ÖNSÖZ………..iii

ÖZET………..iv

İÇİNDEKİLER………..vi

TABLOLAR LİSTESİ………..vii

BÖLÜM 1. GİRİŞ………..1

Problem………1

Amaç……….8

Önem………9

Sınırlılıklar………...………….9

Tanımlar………...10

2. SOSYAL İLİŞKİLER İLE İLGİLİ YAKLAŞIMLAR………...11

Akran İlişkileri….………...11

Arkadaşlık………..12

İlgili Araştırmalar………...17

3. YÖNTEM……….36

Araştırmanın Modeli……….36

Evren ve Örneklem………..36

Verilerin Toplama Araçları………..38

Verilerin Analizi………...……….49

4. BULGULAR ve YORUMLAR………..50

5. SONUÇ ve ÖNERİLER……….………...70

Sonuç………..…………..70

Öneriler………..………71

KAYNAKÇA……….………...73

EKLER……… ……...92

(8)

vii

TABLOLAR DİZİNİ

Sayfa No Tablo 1 Örneklemi oluşturan kız ve erkek çocukların okullara

göre dağılımı

37

Tablo 2 Örneklemi oluşturan çocukların anne babalarının demografik değişkenlere göre frekans dağılımları

37

Tablo 3 Örneklemi oluşturan çocukların demografik değişkenlere göre dağılımları

38

Tablo 4 Her bir alt ölçek puanının cinsiyete göre t-testi sonuçları

51

Tablo 5 Alt ölçeklere göre yaş farkını gösteren betimsel istatistik sonuçları

55

Tablo 6 Her bir alt ölçeğin yaşa göre tek yönlü varyans analizi sonuçları

57

Tablo 7 Her bir alt ölçek puanının gelir düzeyine göre betimsel istatistik sonuçları

59

Tablo 8 Her bir alt ölçeğin gelir düzeyine göre tek yönlü varyans analizi sonuçları

61

Tablo 9 Her bir alt ölçeğin sosyal kabul ve birbiri ile olan ilişkisi

63

Tablo 10 Akran kabulünün kestirilmesine ilişkin adımsal regresyon analizi sonuçları ve regresyon eşitliği

68

(9)

GİRİŞ

Problem

Doğum öncesinden itibaren bireyin tüm yaşantısı çevresine uyum sağlama çabası içerisinde geçmektedir. Doğum sonrasında bebeğin içinde yaşadığı aile yapısı, bireyler arasındaki ilişkilerin niteliği, ailenin sosyo-kültürel statüsü, daha ileri yaşlarda ise akran grupları, okul ve toplumdaki diğer kurumlar, bireyler, toplumun değerleri, normları çocuğun gelişimine yardımcı olan ya da onu sınırlandıran çevresel faktörler olarak gösterilebilmektedir (Senemoğlu, 2000).

Doğumla başlayan sosyal ilişkilerde akranlarla ilk etkileşimin hastanelerdeki bebek bekleme odalarında kurulduğu söylenebilir (Sagi ve Hoffman, 1976; Simner, 1971). Akran, yaşça denk olan kişi anlamına gelmektedir. Sosyal ilişki; birbirinden haberi olan, en az iki insan arasında bir süre devam eden, anlamlı, belirli amaçları bulunan sosyal bağ (http://www.tdk.gov.tr/TR/SozBul.aspx?F6E10

F8892433CFFAAF6AA849816B2EF05A79F75456518CA); akran ilişkileri ise, yetişkin-çocuk ilişkisinden farklı olarak kendine özgü özellikleri olan ve çocuğun sosyal gelişimi açısından büyük önem taşıyan ve yetişkinlerle olan ilişkilerde sahip olamayacağı türde farklı rollere sahip oldukları ilişkiler anlamına gelmektedir (Kemple, 1991). Bekleme odasında ağlama ile başlayan akran ilişkileri, yaşamın ilk yılında çocuğun bebek akranlarına karşı gülümsemesi, onlara yönelmesi ve dokunmasıyla devam etmektedir (Vandell, Wilson ve Buchanan, 1980; Hay, Nash ve Pedersen, 1983). Brooks ve Lewis (1976)’in yapmış oldukları bir araştırmaya göre sosyalleşme sürecine girmiş olan bebekler tanımadıkları bebeklere tanımadıkları yetişkinlere oranla daha sıcak davranmaktadırlar. Buradan da anlaşılacağı gibi çocukların iletişime girmeleri için karşılarındakini tanımaları değil, karşılarındakinin akranları

(10)

olması onlar için daha önemli bir kriter gibi görünmektedir.

Akran ilişkileri çocukların kurmuş oldukları sosyal ağlardan (social networks), ebeveynleri ile olan ilişkilerinden (Kochanska, 1992; Kerns ve Barth, 1995; Moss, Goesseling, Parent, Rousseau ve Dumont, 1997), kardeşlerinden (Herrera ve Dunn, 1997) ve öğretmenlerinden (Howes, Matheson ve Hamilton, 1994) etkilenebilmektedir. Büyümekte olan çocuğun hayatında, akran ilişkileri önemli bir yer tutmaya başlamaktadır. Bu yüzden sosyal kabul görmek onlar açısından oldukça önemli bir hale gelmektedir (Mounts, 1997). Sosyal kabul, kişinin içinde bulunduğu sosyal çevre tarafından kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Deather-Deckard (2001) akran ilişkilerinde akranlarla oyun oynamanın önemine vurgu yaparak bu ilişkilerin çocuğun yaşamında kritik bir öneme sahip olduğunu belirtmişlerdir. Howes ve Phillipsen (1998) yapmış oldukları bir araştırmada çocukları çeşitli ortamlarda 9 yıl boyunca izlemişlerdir. Araştırma sonucunda bebeklik döneminde akranlarıyla oyun oynayan ve sosyal beceriler kazanan çocukların yaşamlarının ileriki dönemlerinde daha az saldırgan ve daha az içe kapanma davranışları sergilediklerini saptamışlardır. Bu araştırmaya benzer olarak Warden, Cheyne, Christie, Fitzpatrick ve Reid (2003) yapmış oldukları bir araştırmada popüler çocukların sosyal becerilere sahip olduklarını, reddedilen çocukların ise popüler olanlara göre sosyal becerilerinin düşük olduğunu ve anti sosyal davranışlar sergilediklerini saptamışlardır. Popüler çocuk akranlarınca tercih edilen çocuk; reddedilen çocuk ise akranlarınca ilişki kurmada az tercih edilen veya tercih edilmeyen çocuk olarak kabul edilmektedir.

Akran kabulünü etkileyen etmenler arasında çocukların sosyal becerilere sahip olup olmama durumu da bulunmaktadır. Bir takım araştırmacılara göre sosyal becerilere sahip olmak akranlarınca kabul görmeyi de olumlu şekilde etkileyebilmektedir (Denham, McKinley, Couchoud ve Holt, 1990; Mostow, Izard, Fine ve Trentacosta, 2002). Bir başka deyişle sosyal becerilerin yüksek olması akran kabulünü artırabilmektedir. Örneğin Hazen ve Black (1989)’ın yapmış oldukları bir araştırmaya göre iletişim becerisini yüksek olan okul öncesi çocukları iletişim becerisi düşük olan akranlarına göre grup

(11)

içerisinde daha fazla sosyal kabul görebilmektedirler. Benzer bir şekilde yapılan bir başka araştırmada 182 okul öncesi dönem çocuğunun davranışları incelenmiş ve saldırgan, rahatsız edici davranışlar gösteren ve işbirlikçi oyundan kaçınan çocukların diğer akranlarına göre daha fazla sosyal ret yaşadıkları saptanmıştır (Walker, 2004). Okul öncesi çocuklarla bir araştırma yapan Ladd, Price ve Hart (1988) okul öncesi çocukların sosyal becerilere sahip akranlarını daha fazla tercih ettiğini saptamışlardır. Bu araştırmada çocukların işbirlikçi oyun süresince sergilemekte oldukları davranışları, tartışmalarını üç dönem boyunca gözlemlemişler ve sosyometrik düzeylerini ölçmüşlerdir. Sonuç olarak çocukların davranışlarının sosyal statülerini etkileyebileceği saptanmıştır. Dönem başında diğer çocuklarla işbirlikçi oyun oynayan çocukların sonralarda da akranlarıyla işbirlikçi oyun oynamaya eğilimli olduğu ve bu durumun da sosyal statülerini etkilediği saptanmıştır.

Yani en başından işbirlikçi oyun oynayan çocuklar daha sonra tek başına oyun türüne geçmemektedirler. Böylelikle akranlarıyla sürekli etkileşim halinde olmakta ve bu durum da onların sosyal statüsünü artırmakta, popülerliklerinin yüksek kalmasını sağlamaktadır. Ayrıca arkadaşlarıyla sürekli tartışan çocukların sosyometri puanları düşük çıkmıştır. Yani çok fazla tartışan, uyumsuzluk yaratan çocuklar akranlarınca ret görebilmektedirler. Tartışmanın, uyumsuz olmanın sosyal reddi artırdığını anlayan çocuklar davranışlarını değiştirseler bile sosyal ret görmeye devam edebilmektedirler. Buna karşılık çok fazla davranış problemleri göstermeyen ve arkadaşlarıyla çok fazla tartışmaya girmeyen ve buna rağmen sevilmeyen çocuklar olduğu da saptanmıştır. Araştırmacılar bunu dönem başında sevilmekle ilgili olduğunu yönünde açıklamışlardır. Eğer bir çocuk dönem başında sevilen çocuk olursa yıl boyunca sevilen çocuk olarak kalabilmektedir. Akranları tarafından sevilmeme ise bir risk faktörü olarak düşünülebilmektedir. Hartup (1992)’a göre, sevilmeyen, saldırgan davranışlar sergileyen ve rahatsız edici özellikleri olan çocuklar risk altındaki çocuklardır. Bu riskler Katz ve McClellan (1991)’a göre ruh sağlığında bozulma (poor mental health), okul başarısı ve kötü bir iş yaşamı olarak sıralanmıştır.

Çocukların çoğu sosyal ilişkilerinde zaman zaman problemler yaşayabilmektedirler. Popüler çocukların birçok arkadaşı varken, akranlarınca

(12)

kabul görmeyen çocuklar kendilerini yalnız ve mutsuz hissedebilmektedirler (Burton,1986). Çocukluk döneminde yalnızlığı, Qualter ve Munn (2002), tek başına oynamak olarak tanımlamışlardır. Yalnızlık duygusunu yaşayan çocuklar akran ilişkilerinde olumsuzluklar yaşayabilmektedirler. Kendilerini dışlanmış, mutsuz, sıkılmış, keyifsiz ve arkadaşlarından uzakta hissedebilmektedirler. Boivin, Hymel ve Burkowski (1995)’ye göre yalnız çocuklar akranları tarafından reddedilmiş ve cezalandırılmış çocuklardır ve bu reddetme de zamanla artabilmektedir.

Sosyal kabulün ve reddin bireyin yaşamına etkileri konusunda pek çok araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalardan birine göre (http://www.ericdigests.org/1999-1/loneliness.html), erken çocuklukta yaşanan yalnızlık yetişkinlik döneminde de devam edebilmektedir. Yalnız çocuklar, akranlarıyla etkileşime girmekle kazanacakları ve yaşamları boyunca gerekli olan sosyal becerileri öğrenme fırsatını kaçırabilmekte ve yetişkinlik döneminde de bu nedenden ötürü yalnızlık yaşamaya devam edebilmektedirler Mounts (1997), yapmış olduğu bir araştırmada okulda sosyal kabul görmeyen çocukların daha sonraki okul yıllarında da akranlarınca sosyal kabul görmediklerini ortaya koymuştur. Benzer bir biçimde Mikami ve Hinshaw (2003), erken yaşlarda sosyal kabul görmeyen çocukların ergenlik ve yetişkinlik döneminde de çevreye uyum sağlamalarında güçlük çekebileceklerini saptamışlardır. Kiesner (2002)’e göre erken yaşlarda tek başına oynayarak zamanlarını geçiren çocuklar akran reddi, depresyon ve kaygı belirtileri sergilemektedirler. Yine erken yaşlarda görülebilecek anti sosyal davranışların, çocukluk ve ergenlik döneminde sosyal retle birlikte depresyon belirtilerine katkıda bulunabileceği araştırma bulguları arasında yer almaktadır.

Çocukluk döneminde yaşanan sosyal reddin ve saldırganlık davranışlarının yaşamın ileriki yıllarında dışa yönelim (externalizing) bozukluklarıyla bağlantılı olabileceği ve sağlık sorunlarına da katkıda bulunabileceği gösterilmiştir. Prinstein ve Greca (2004)’nın gerçekleştirdiği bu aştırmaya farklı etnik kültürlerden 148 kız çocuğu katılmış ve ölçümler çocuklar 4-6.sınıfta ve 10-12. sınıflarda iken tekrarlanmıştır. İlk ölçümlerde çocukların

(13)

sosyal kabulleri ile saldırganlık ve rahatsız edici davranışları değerlendirilmiştir. İkinci ölçümlerde ise çocukların dışa yönelim davranışları, madde kullanımı ve cinsel ilişkilerinde risk alıp almadıklarına bakılmıştır.

Araştırma sonucunda çocukluk döneminde görülen akran reddi, saldırgan ve rahatsız edici davranışlar ile altı yıl sonra görülen dışa yönelim bozukluğu, madde kullanımı ve cinsel risk alma davranışları arasında bir ilişki olduğu saptanmıştır. Bir başka araştırmaya göre de akranları tarafından zorbalığa maruz kalan ana okul çocuklarının yüksek düzeyde yalnızlık, stres ve okula karşı olumsuz tutum sergiledikleri görülmüştür (Kochenderfer ve Ladd, 1996).

Coie, Lochman, Terry ve Hyman (1992), yapmış oldukları bir araştırmada uyum düzeyi düşük olan ergenlerin çocukluklarında saldırgan ve sosyal kabul görmeyen çocuklar olduklarını saptamışlardır. Bütün bu bulgular doğrultusunda erken çocukluk dönemde akranları tarafından reddedilen çocukların yaşamlarının ileriki dönemlerinde de uyum sorunları yaşadıkları ve risk altında oldukları söylenebilir.

Sosyal ilişkilerin önemine değinen Criss, Pettit, Bates, Dodge ve Lapp (2002), yapmış oldukları boylamsal bir araştırmada, bu konudaki araştırmalara bir başka boyut ekleyerek aile sıkıntıları açısından akran kabul-reddini incelemişlerdir. Bu çalışmada aile sıkıntıları, akran ilişkileri ve davranış problemleri arasındaki ilişkiye bakılmış ve sosyal kabul ile arkadaşlığın ailede yaşanan sıkıntılar (çevresel eksiklikler, kaba disiplin ve evlilik problemleri) ve çocukların davranış problemleri arasında bir dengeleyici olduğunu saptamışlardır. Bu araştırmacılara göre sosyal kabul görmek çocukların sosyal becerileri ve daha sonraki dönemdeki sosyal ilişkilerini etkileyebilmektedir.

Araştırmaya göre sosyal kabul ve arkadaşlık çocukların davranış bozuklukları göstermesinde koruyucu bir rol oynamaktadır. Bir diğer deyişle çocukların davranış bozuklukları göstermesinde koruyucu bir etkendir. Erken yaşlarda arkadaş sahibi olmak saldırganlık ve sosyal ret riskini de ortadan kaldırmaktadır. Bu bulgu Ladd ve diğerleri (1988)’nin araştırma bulgularını desteklemektedir.

Akran ilişkileriyle ilgili bir derleme çalışması Hay, Payne ve Chadwick (2004) tarafından yapılmıştır. Derleme sonucunda çocukların birbirlerini

(14)

anlaması (social understanding) ve duygularını düzenleyebilme düzeylerinin (emotion regulation) çocukların akran grupları içindeki sosyal becerilerini geliştirdiği sonucuna varılmıştır.

Alan yazında sosyal kabul-redde yönelik çok sayıda araştırma bulunmaktadır. Sosyal ilişkiler üzerine bu kadar fazla araştırma yapılması, sosyal ilişkilerin aslında ne kadar önemli olduğunu bize göstermektedir. Akran ilişkileri, mizaç özellikleri, gelişim düzeyi, duygusal davranışsal sorunlar ve ebeveynin çocuğu kabul veya reddetmesinden etkilenebilmektedir.

Bireyin davranışlarında görülen biyolojik kökenli farklılıklar (Rothbart ve Bates, 1998) anlamına gelen mizacın, sosyal ilişkilerdeki problemlerle bir bağlantısının bulunduğu savunulmaktadır (Moon, 2001). Walker, Berthelson ve Irving (2001) yapmış oldukları bir araştırmada sosyal kabul görmeyen çocukların popüler çocuklara kıyasla zor mizaç özelliklerine sahip olduklarını saptamışlardır.

Mizacın yanı sıra gelişim düzeyi de sosyal kabulü etkileyebilmektedir.

Malmgren (2005)’e göre gelişimlerinde gecikme olan çocuklar okul yaşamlarında akranlarınca reddedilebilmektedirler. Hartup (1992)’a göre ise zihinsel ve sosyal gelişiminde gecikme olan çocuklar akranlarıyla ilişkilerinde problemler yaşayabilmekte ve sosyal kabul göremeyebilmektedirler. Dionne, Tremblay, Boivin, Laplante ve Pérusse (2003) yapmış oldukları bir araştırmada konuşmasında gecikme olan çocukların akranlarıyla yeterli ilişki kuramadıklarını ve bu çocukların akran ilişkilerinde yetersiz olabildiklerini gözlemlemişlerdir.

Okul öncesi dönemde görülebilecek duygusal davranışsal sorunların da sosyal kabulü etkilediği görülmüştür. Sosyal kaygısı olan çocukların sosyal ve duygusal davranışlarında bir takım bozuklukların olabileceği, sosyal kaygısı yüksek olan çocukların sosyal kabullerinin daha düşük olduğu ve akran ilişkilerinde olumsuzluklar yaşadıkları saptanmıştır (Ginsburg, Greca ve Silverman, 1998). Saldırgan çocukların da akranları tarafından istenilmediği ve saldırgan olmayanlara göre daha fazla sosyal ret yaşadıkları gözlenmiştir (Shwartz, McFayden-Ketchum, Dodge, Petit ve Bates, 1999; Khatri ve

(15)

Kupersmidt, 2003).

Sosyal kabulü etkileyen bir diğer etmen de ebeveynin çocuğunu kabul veya reddetmesidir. Scaramella ve Leve (2004)’ye göre çocukluk döneminde yaşanan olumlu ebeveyn-çocuk ilişkisi ileriki dönemlerde çocuğun sosyal ilişkilerini olumlu yönde etkileyebilmektedir. Wood, Emerson ve Cowan yapmış oldukları bir araştırmada güvenli olmayan ebeveyn-çocuk bağlanmasının çocukta davranış problemlerine yol açabileceğini ve daha sonraki dönemlerde çocuğun sosyal ret yaşamasına neden olabileceğini gözlemlemişlerdir. Bu konu ile ilgili bir diğer araştırmada (Berlin, Cassidy ve Belsky, 1995), erken çocukluk döneminde yüksek düzeyde yalnızlık yaşayan çocukların bebeklik dönemlerinde güvensiz bağlanma yaşadıkları saptanmıştır.

Yurt dışında sosyal ilişkileri yordayan değişenlerle ilgili bir çok araştırma yapılırken, ülkemizde bu tür araştırmaların sınırlı sayıda olduğunu görmekteyiz.

Okul öncesi dönem çocukların mizaç özellikleri ile ilgili Türkiye’de yapılan ilk çalışmalardan birisi Kohen (1989)’in çalışmasıdır. Anaokul çocuklarının mizaç özelliklerinin anne babaları tarafından değerlendirilmesi konulu bir çalışma yapan Kohen, anne babaların çocuklarının mizaç özelliklerini değerlendirme konusunda yüksek düzeyde bir uyuşum göstermediklerini saptamıştır. Altan (2006)’ın çalışmasında ise anne sosyalizasyonu ile çocuğun mizaç özelliklerinin, çocuğun duygu düzenleme becerisine olan etkisi incelenmiştir. Bu çalışma sonucunda olumlu ebeveyn davranışı orta düzeyde ve sıcakkanlılık yüksek düzeyde olduğu zaman duygu düzenleme becerisinin en yüksek düzeyde olduğu bulunmuştur.

Gelişim özellikleri ve sosyal ilişkiler ile ilgili olarak Baysal (1989)’ın çalışmasından bahsedebiliriz. Baysal, okul öncesi dönemdeki down sendromlu ve normal gelişim gösteren çocukların kaynaştırma ortamında sosyal iletişim davranışlarını gözlemlemiştir. Araştırma sonucunda down sendromlu ve normal gelişim gösteren çocukların sözel olmayan iletişim sergiledikleri, down sendromluların saldırgan davranışlar gösterdikleri ve kız çocuklarının erkek çocuklara oranla down sendromlu akranları ile daha fazla sözel iletişime

(16)

girdikleri gözlenmiştir.

Ebeveynin çocuğu kabul veya reddetmesiyle ilgili olarak Yener (2005)’in çalışmasından bahsedebiliriz. Yener, yapmış olduğu bu araştırmada çocukların algıladıkları ebeveyn kabul veya reddinin okul başarısı ve okul uyumu ile olan ilişkisini incelemiştir. Araştırma sonucunda kız ve erkek çocukların annelerinin ve babalarının algıladıkları kabul düzeylerinin çocukların psikolojik uyum düzeyleri ile anlamlı bir ilişkisi olduğu ortaya çıkmıştır.

Görüldüğü üzere ülkemizde, okul öncesi çocukların sosyal kabulü konusunda yapılan araştırmalar sınırlı sayıdadır. Yurt dışında yapılan araştırmalar, mizaç gibi kimi değişkenlerin sosyal kabul ile ilişkisini ele almakla birlikte, ebeveyn kabulü gibi değişkenleri sosyal kabulle olan ilişkisini pek fazla incelememişlerdir. Yurt dışında okul öncesi dönemde akran ilişkileri ve bu ilişkileri yordayan nedenlerle ilgili bir çok çalışma yapılırken ülkemizde bu tür çalışmaların sınırlı sayıda olduğunu görmekteyiz. Yurt dışında yapılan çalışmalarda sosyal ilişkileri yordayan en az bir veya iki değişkene bakılmıştır.

Oysa ülkemizde okul öncesi dönemde sosyal ilişkileri yordayan nedenlerle ilgili araştırmalara rastlanılmamaktadır. Okul öncesi dönemde sosyal ilişkilerle ilgili çok fazla araştırma bulunmayan ülkemizde, sosyal ilişkilerin öneminin ve sosyal ilişkileri yordayan etmenlerin yordama derecesinin belirlenmesi bu araştırmanın problemini oluşturmaktadır.

Amaç

Bu araştırmanın amacı okul öncesi dönemde akran kabulünü yordayabilecek etmenleri ve bunların önem derecesini belirlemektir. Bu araştırma kapsamına alınan etmenler mizaç, gelişim düzeyi, duygusal- davranışsal sorunlar ve ebeveynin çocuğunu kabul ve reddetmesidir. Amaç doğrultusunda aşağıdaki soruya cevap aranacaktır:

Mizaç, gelişim düzeyi, duygusal-davranışsal sorunlar ve ebeveyn kabul-reddi sosyal kabulü yordayan etkenler midir?

(17)

Önem

Yapılan alan yazın taraması sonucunda ülkemizde okul öncesi dönemde akran ilişkileri ile ilgili sınırlı sayıda çalışmaya rastlanılmıştır. Oysa okul öncesi dönem, çocuğun gelişiminde önemli bir yere sahiptir. Bu dönemde sahip olunan bir takım beceriler, kişiler arası ilişkiler çocuğun yaşamını etkileyebilmektedir. Özellikle akran ilişkilerinin çocuğun gelişimi üzerinde oldukça önemli etkilerinin olduğu bilinmektedir. Akran ilişkilerinin iyileştirilmesi bu ilişkileri yordayan etmenlerin bilinmesi ile mümkün olabilir. Akran ilişkilerini etkileyen etmenler arasında mizaç, gelişim düzeyi, duygusal-davranışsal sorunlar ve annenin çocuğunu ne derecede kabul ettiği bulunmaktadır. Akran ilişkileri ile ilgili sınırlı sayıda araştırma olan ülkemizde, bu ilişkileri yordayan etmenlerle ilgili araştırmalar da sınırlıdır. Bu araştırma Türkiye’de ve yurt dışında akran ilişkilerini bir dizi değişken açısından değerlendirecek ilk çalışmalardan biri olması ve bu değişkenlerin önem derecelerini belirleyebilmesi açısından önemlidir.

Sınırlılıklar

Araştırma, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Lefkoşa şehrinde bulunan Atatürk Kız Meslek Lisesi Uygulama Anaokulu, Gazimağusa şehrinde bulunan Gazimağusa Belediyesi Atatürk Kreş ve Anaokulu ve Gazimağusa’ya bağlı Akdoğan Okulöncesi Eğitim Merkezi’ne devam eden 40-72 aylık çocuklarla yürütülmüştür.

(18)

Tanımlar

Akran: Yaşça denk olan kişi, yaş, meslek, toplumsal durum vb.

bakımından birbirine eşit olanlardan her biri (www.turkdilkurumu.com).

Akran İlişkileri: Akran ilişkileri yetişkin-çocuk ilişkisinden farklı olarak, kendine özgü özellikleri olan ve çocuğun sosyal gelişimi açısından büyük önem taşıyan ve yetişkinlerle olan ilişkilerinde sahip olamayacağı türde farklı rollere sahip oldukları ilişkilerdir (Kemple, 1991).

Sosyal Kabul: Sosyal çevremizdeki insanlar tarafından kabul görmek, sosyal bir gruba dahil olabilmek.

Sosyal Ret: Sosyal çevremizdeki insanlar tarafından kabul görmemek, sosyal bir gruba dahil olamamak.

Akran Kabulü: Kişinin bulunduğu akran grubu tarafından kabul görmesi.

Akran Reddi: İçinde bulunulan akran grubu tarafından kabul görmeme.

Popüler: İçinde bulunduğu sosyal grup tarafından tanınan ve sevilen kişi. Sosyal çevresi tarafından kabul gören kişi.

Reddedilmiş: Sosyal çevresi tarafından kabul görmeyen, istenmeyen.

Mizaç: Duygu, davranış ve dikkat süreçlerindeki biyolojik kökenli eğilimler, göreceli olarak kararlı bireysel farklılıklar (Rothbart, 1989).

Zor mizaç: Yeni uyaranlara karşı olumsuz tepkiler gösterme, olumsuz tavırlar sergileme, yavaş uyum gösterme (Kohen, 1989).

Kolay mizaç: Olumlu tavırlar sergileme, yeni uyaranlara yüksek derecede uyumlu davranışlar gösterme (Kohen, 1989).

(19)

SOSYAL İLİŞKİLER İLE İLGİLİ YAKLAŞIMLAR

Sosyal ilişkilerin önemine değinen bir çok araştırmacı bu konuyla ilgili çok sayıda araştırma yapmışlardır.

Akran İlişkileri

Akran ilişkileri yetişkin-çocuk ilişkisinden farklı olarak, kendine özgü özellikleri olan ve çocuğun sosyal gelişimi açısından büyük önem taşıyan ve yetişkinlerle olan ilişkilerinde sahip olamayacağı türde farklı rollere sahip oldukları ilişkilerdir (Kemple, 1991).

Hartup (1970), akran kabulü gören çocukların daha sosyal, işbirlikçi, arkadaş canlısı, empatik, kaygı düzeyi düşük, zeki, akademik yönden başarılı olduğunu saptamıştır. Akranlarınca kabul görmeyen çocukların ise daha az sosyal olduğu ve akranlarınca ihmal gördüğü, ihmal edilen çocukların daha fazla ret gördüğü, üzgün-depresif çocukların daha fazla ihmal ve ret yaşadıkları da araştırma bulguları arasında yer almaktadır (Harrist, Zaia, Bates, Dodge ve Petit, 1997).

Akranlarla etkileşime girmek, arkadaş edinmek ve romantik ilişkiler yaşamak gelişimin görevlerindendir (Masten & Coatsworth, 1998). Bu gelişimsel görevleri tamamlarken saldırganlık, utangaçlık ya da düzensiz/kararsız davranışlar akran reddine neden olabilmektedir. Yaşanan bu zorluk da kişide gelişimsel bir stres yaratabilmektedir (Ladd & Trop- Gordon, 2003).

Kaymak, Bilbay ve Çetin (2002)’e göre çocukların akran ilişkileri dört iletişim yapısı içerisinde gerçekleşmektedir.

(20)

1. Bağımsızlık: Çocuk diğerleriyle etkileşime girmeden oyununu veya etkinliğini sürdürür.

2. Paralellik: Çocuk etkinliğini iki veya daha fazla kişi ile bağımsız olarak sürdürür.

3. Tamamlayıcı evre: Çocuklar arasında işbirliği varmış gibi gözükse de etkinliklere birbirlerinden bağımsız olarak rollerini sürdürürler.

4. Etkileşimci evre: Çocuklar birbirleriyle etkileşimde bulunarak rollerini sürdürürler.

Hay (2005)’e göre akran ilişkileri dikkat becerisi, duygularını kontrol etme, içgüdülerini kontrol etme, taklit etme, sebep-sonuç ilişkisini anlayabilme ve dil becerisine bağlı olarak gelişmektedir.

Lewinger (1986)’e göre ise akran ilişkileri beş grupta sıralanabilmektedir.

1. Tanışma: Birbiri ile yakınlık kurma.

2. Gelişme: İlişkinin gelişmesi.

3. Sürdürme ve Pekiştirme: İlişkinin sürdürülmesi ve içselleştirilmesi.

4. Bozulma: İlişkinin bozulması.

5. Bitme: İlişkinin bir nedenden ötürü sora ermesi.

Görüldüğü üzere akran ilişkileri ve bu ilişkilerin oluşumu farklı şekillerde değerlendirilebilmektedir. Fakat hepsinde de ortak noktanın

“sosyal bir ilişkinin varlığı” olduğunu söyleyebiliriz.

Arkadaşlık

Arkadaş grupları çocukların toplumsallaşmalarını, beceri ve yeteneklerine ilişkin geri bildirim almalarını, diğer çocuklarla değer ve tutumlarını oluşturmalarını sağlamaktadır (Gander ve Gardiner, 1998).

Arkadaşlık çocuğun günlük etkileşiminden, görüşmelerinden, değişen

(21)

ihtiyaçlarından, eksikliklerinden, tecrübe ve yeteneklerinden meydana gelen dinamik bir süreçtir (Burk, 1996)

Arkadaşlık ortak ilgi alanları olan, duygusal bağları olan ve sosyal ilişkileri olan ilişki türü olarak tanımlanmaktadır. Akran ilişkilerinden ayırt edilmesi gereken özel ilişkilerdir ve geleneksel anlamda birbiri ile eğlenme, birbirine yarar sağlama ve güzel şeyler paylaşmayı içermektedir (www.bookrags.com/research/friendship-geca/). Günümüz araştırmacılarına göre arkadaşlık iki kişi arasında olan özel, gönül bağı olan ilişkilerdir (www.infed.org/biblio/friendship.htm). Bir başka deyişle arkadaşlık iki kişi arasında meydana gelen özel bir ilişkidir. Lewis (2002)’e göre ise arkadaşlık aynı dünya görüşü veya ilgisi olan insanların paylaştığı bir ilişkidir. Bu ilişki ortak inanış, ortak çalışmalar ve ortak ilgi alanlarına bağlıdır.

Arkadaşlık teorisi, kişinin kendini huzurlu ve değerli olarak tanımlayabileceği bir kavrama dayanmaktadır. Bu teorinin temelinde kişinin kendisini huzurlu, mutlu ve değerli hissetmesi vardır. Bu kişinin kendini açıkça ortaya koyması, bireysel duygularını doğrulama eğiliminde olması, karşısındakinin önemli özelliklerini doğrulaması, olumlu duygular geliştirmesi ve olumlu kişisel gelişim oluşturma eğiliminde olmasına bağlıdır.

Arkadaşlık kişilerin yatırımları/davranışları da kapsamaktadır. Arkadaşlıkla ilgili bu yatırımlar; birlikte vakit geçirme, kişisel beceriler, ilgilenmek ve değer vermektir. Eğer bunlar olmazsa arkadaşlık ilişkisini sürdürmek de güçleşebilmektedir (Wright, 1978).

Aristotle (1976)’a göre arkadaşlık, ortak kullanışlığa ve eğlenceye, zevke bağlıdır. Her iki taraf da birbiri için iyi şeyler düşünür. Aristotle’a göre arkadaşlık bir erdemdir ve yaşamak için çok gereklidir. O’na göre kimse arkadaşsız yaşayamaz ve üç çeşit arkadaşlık bulunmaktadır:

1. Yarar sağlayan arkadaşlık: Bu kişiler birbirlerinden faydalanmakta ve yalnız olmamak için arkadaşlık etmektedirler.

2. Zevke dayalı arkadaşlık: Daha genç insanların arkadaşlık türüdür.

Arkadaşlık eğlenceye yöneliktir.

(22)

3. İyiliğe dayalı mükemmel ilişki: Kişiler birbirleri hakkında iyi şeyler düşünürler, birbirlerine iyilikle yaklaşırlar. Çıkar ilişkisi olmayan arkadaşlık türüdür.

Asher ve Asher (2004)’e göre arkadaşlık becerisinin merkezinde birlikteliği başlatma, sosyal etkinlik becerisine sahip olma, bağışlayabilme, çatışmaları yönetebilme, işbirliği ve yardım gibi sosyal görevler vardır.

Selman (1980)’a göre arkadaşlık 5 düzeyde gelişmektedir.

• Düzey 0 (3-6 yaş): Arkadaşlık fiziksel yakınlaşmadan ibarettir.

• Düzey 1 (5-9 yaş): Bu dönemde tek yönlü ilişki vardır. İstenilen davranışların belirlendiği düzeydir.

• Düzey 2 (7-12 yaş): Arkadaşlık, belli ilgiler için, iletişim kurmaya yöneliktir.

• Düzey 3 (10-15 yaş): Karşılıklı ilişkilerin paylaşıldığı dönemdir.

• Düzey 4 (12 yaş ve üzeri): İlişkiler daha yoğun hale dönüşür.

Rice (1990, akt. Demir, 2006)’a göre ise arkadaşlık şu şekilde bir gelişim göstermektedir:

• Çocukluk Dönemi: Kız ve erkek çocukların tek kaygıları kendileridir, ben merkeziyetçilik vardır.

• 2-7 Yaş: Cinsiyet ayırımı yapmaksızın arkadaşlık kurarlar.

• 8-12 Yaş: Kendi cinsleriyle arkadaşlık yaparlar.

• 13-14 Yaş: Karşı cinse ilgi başlar.

• 15-16 Yaş: Karşı cinsle arkadaşlık başlar.

• 17-18 Yaş: Flört ve evliliğe geçiş

(23)

Pahl (2000) arkadaşların birbirlerinin ahlaklarını etkilediklerini ve arkadaşların birbirlerinin aynası olduğunu savunmaktadır. Aslında biz karşımızdakini bizi yansıttığı ve ilgi alanlarımız ortak olduğu için severiz ve arkadaşlık kurarız. Pahl arkadaşlık düzeylerini 5 gruba ayırmıştır.

• 3-4 Yaş: Oyun arkadaşları için “arkadaş” terimi kullanılmaya başlanır.

• 4-7 Yaş: Çocuk kendisinin ve başkalarının görüşlerinin farklı olduğunu anlamaya başlar.

• 6-12 Yaş: Çocuklar kendilerini başkalarını yerine koymayı öğrenirler.

• 9-15 Yaş: Bu dönemde üçüncü bir kişini gözünden bakabilirler, düşünebilirler.

• 12 Yaş ve Üzeri: Bireysel olarak arkadaşlarını tanımaya başlarlar.

Daha geniş bir arkadaş ağı oluştururlar.

Bigelow ve La Gaipa (1995)’ya göre arkadaşlık ile bilişsel gelişim arasında bir ilişki bulunmaktadır. Zira çocuğun arkadaşlıktan beklentileri yaşı ve zihinsel gelişimi ilerledikçe değişebilmektedir. İlk çocukluk yıllarında bir oyun arkadaşına ihtiyaç duyulurken ileriki dönemlerde duygularını ve düşüncelerini paylaşabileceği bir dosta ihtiyaç duyulmaktadır.

Hartup (1975)’a göre arkadaşlık önce konuşma, gülme ve paylaşma ile başlar. Daha sonra bağlanma ile devam eder. En sonunda da özel bir ilişki gelişir. Bu evreler arkadaşlığın doğasını oluşturmaktadır.

Okul öncesi dönemde ve ilkokul döneminde arkadaşlık oyuna ve grup kabulüne, sosyal kabule dayalıyken, ergenlikte bunun şekli değişebilmektedir. Daha duygusal bir boyut alabilmektedir (Buhrmester &

Furman, 1986).

Çocuklar bebeklik döneminde şefkate, korunmaya muhtaçtırlar ve basit bir biçimde insanlarla ilişki kurarlar (Bilgiç, 2000). Daha sonra olumlu ve olumsuz tutumlar sergilemeye başlarlar. Bir yandan sevgi gösterilerinde

(24)

bulunurken diğer yandan saldırgan davranışlar gösterebilmektedirler (Yavuzer, 1998). Okul öncesi döneme geldiklerinde hemcinsleri ile arkadaşlık kurmaya başlarlar. Bu dönemde arkadaşlık geçicidir. Çocuk bir gün o kişiyle iyi arkadaşken, başka bir gün bu durum değişebilmektedir (Walker, 2004). Okul döneminde ise bir akran grubuna dahil olabilmek önem kazanmaya başlamaktadır (Bilgiç, 2000).

Odom (2005)’a göre bazı çocuklar için arkadaşlarıyla iletişim kurmak güç olabilmektedir. Bu çocuklar zamanla dışlanabilmekte, ihmal edilebilmekte veya reddedilebilmektedirler. Sosyometrik sınıflandırma yöntemini geliştiren Coie, Dodge ve Cappotelli (1982), çocuklar için beş farklı sosyometrik statü önermişlerdir:

1. Popüler çocuklar: Bu statüye giren çocuklar arkadaşları tarafından kabul edilen ve sevilen çocuklardır.

2. Reddedilen çocuklar: Bu statüye giren çocuklar popüler çocukların tersine sevilmeyen çocuklardır.

3. İhmal edilen çocuklar: Bu statüdeki çocuklar düşük kabul ve ret yaşarlar.

4. Çelişkili çocuklar: Bu gruptaki çocuklar pek çok kişi tarafından sevilirken aynı zamanda da pek çok kişi tarafından sevilmeyebilirler.

5. Ortalama çocuklar: Bu gruptaki çocuklar orta düzeyde kabul ve ret görürler.

Çocuğun arkadaşları tarafından kabul görmesi önemlidir. Yapılan araştırmalar kabul gören çocukların daha az saldırgan, daha az içe kapanan ve daha fazla sosyal becerilere sahip çocuklar olduklarını göstermektedir (Howes ve Phillipsen, 1998; Warden v.d., 2003).

Rice (1990, akt. Demir, 2006), arkadaşları tarafından hoşlanılan çocukları sempatik, arkadaş canlısı, başkalarıyla iyi geçinen, hareketli, aktif, sosyal becerilere sahip, konuşkan, değişik oyunları oynayabilen, esprili çocuklar olarak nitelendirmiştir. Bunun tam tersi çocukların ise arkadaşları

(25)

tarafından hoşlanılmayan özellikler taşıdığını savunmaktadır. Sevilmeyen, reddedilen çocukların ise yaşamlarının ileriki yıllarında uyum sağlamada güçlük çekebilecekleri, depresyon ve kaygı belirtileri gösterebilecekleri hatta madde kullanabilecekleri, araştırma bulguları arasında yer almaktadır (Kiesner, 2002; Mikami ve Hinshaw, 2003; Prinstein ve Greca, 2004 ).

İlgili Araştırmalar

Yaşamın her döneminde olduğu gibi okul öncesi dönemde de oldukça önemli bir yere sahip olan akran ilişkileri, mizaç, gelişim düzeyi, duygusal-davranışsal sorunlar ve ebeveynin çocuğu kabul-reddinden etkilenebilmektedir. Akran ilişkileri ile ilgili yapılan araştırmaların büyük bir çoğunluğu mizaç ve gelişim özelliklerine odaklanmışlardır. Mizaç, (huy, yaradılış, tabiat, karakter; www.tdk.gov.tr); bireyin davranışlarında görülen biyolojik kökenli farklılıklar (Rothbart ve Bates, 1998) veya bebeklikte başlayıp istikrarlı olarak gelişim gösteren davranışlar, kalıtsal olan davranışsal eğilimler (Frick, 2004) olarak tanımlanmaktadır. Mizaçla ilgili en önemli araştırmalardan birisi 1956 yılında Thomas ve Chess tarafından başlatılan New York boylamsal çalışmasıdır. Thomas ve Chess bu çalışmada bebeklik döneminden başlayarak mizaç özelliklerini incelemeye girişmişler ve çocukların davranışlarından yola çıkarak mizaçla ilgili dokuz boyut saptamışlardır. Bunlar; yaklaşma veya çekingenlik (approach or withdrawal), uyum sağlama (adaptability), duyguların niteliği (quality of mood), tepki yoğunluğu (intensity of reaction), dikkatin dağılabilirliği (distractibility), dikkat süresi ve devamlılığı (attention span and persistence), ritmiklik (rhythmicity), tepki verme eşiği (treshold of responsiveness) ve etkinlik düzeyi (activity level)dir. Thomas ve Chess buradan yola çıkarak çocukları “zor çocuk” (difficult child), “kolay çocuk” (easy child) ve “yavaş ısınan çocuk” (slow to warm-up child) olarak gruplandırmışlardır. Zor mizaca sahip çocuklar biyolojik işlevlerinde düzensizlik, yeni uyaranlara olumsuz tepkiler gösterme, olumsuz tavırlar, yavaş uyum gösterme gibi

(26)

özellikler taşırlar. Ancak ortama bir kez uyum gösterdikten sonra daha tutarlı hareket ederler. Kolay mizaca sahip çocuklar, olumlu davranışlar, yüksek düzeyde ritmiklik, tepkilerin düşük yoğunluklu olması, yüksek derecede uyumluluk ve yeni durumlardan kaçınmama gibi davranışlar göstermektedirler. Yavaş ısınan çocuk kategorisine giren çocuklarda ise, düşük aktivite düzeyi, içe kapanıklık, yavaş uyum gösterme, olumsuz davranışlar, düşük yoğunlukta tepkiler görülmektedir (akt. Kohen, 1989).

Sosyal ilişkilerde sorun yaşama ile mizaç arasında güçlü bir ilişki bulunmaktadır (Moon, 2001). Walker, Berthelsen ve Irving’in 2001 yılında yapmış oldukları bir araştırmada, sosyal olarak kabul görmeyen çocukların, popüler çocuklara oranla zor mizaç özelliklerine sahip olduklarını saptamışlardır. Gleason, Gower, Hohmann ve Gleason (2005) okul öncesi çocuklarda mizaç ve arkadaşlık seçimi ile ilgili yapmış oldukları bir başka araştırmada arkadaş seçiminin mizaç özelliklerine göre değişebileceğini saptamışlardır. Kız çocuklar mizaç özellikleri bakımından daha uysal, daha az hareketli çocukları kendilerine arkadaş olarak seçerken, erkek çocuklar kendilerine arkadaş olarak daha hareketli çocukları seçebilmektedirler.

Araştırma sonucunda mizaç özelliklerinin arkadaş seçiminin bir parçası olduğu sonucuna varılmıştır. Ayrıca arkadaş seçiminde mizaç özelliklerinin ve cinsiyetin kız çocukları için erkek çocuklarına göre daha önemli görülen bir özellik olduğu da saptanmıştır. Mizaç, olumsuz duygular ve sosyal ilişkiler değişkenlerini ele alan bir çalışmada (Fabes, Hanish, Martin ve Eisenberg, 2002) zor mizaç özelliklerine sahip çocukların olumsuz duygularının sosyal ilişkilerini etkileyebileceği bulunmuştur. Olumsuz duyguları yoğun olarak yaşayan çocuklar ve bu duyguları düzenlemekte zorluk yaşayan çocuklar sosyal etkileşim ve / veya akran ilişkileri açısından risk altında bulunabilmektedirler.

Ollendick, Oswald ve Francis (1989), öğretmen sınıflandırmasına göre saldırgan, içine kapanık ve popüler çocukları inceledikleri bir araştırmada popüler çocukların içe kapanık çocuklara oranla daha fazla olumlu davranışlar sergilediklerini; saldırgan çocukların da popüler ve içine kapanık çocuklara oranla daha fazla olumsuz davranışlar sergilediklerini

(27)

saptamışlardır. Aynı araştırmada dikkat çeken bir diğer nokta da öğretmenlerin popüler çocukları belirlemedeki kriterleri olmuştur.

Öğretmenler popüler çocukları şu şekilde tanımlamışlardır: ”Çocuğun sınıftaki popülaritesi süreklidir, dışa dönük, arkadaş canlısı ve diğer çocuklarla birlikte olmaktan zevk alır, kendinin ve çevresindekilerin farkındadır, genellikle mutlu gözükür ve diğer çocuklar tarafından sevilir”. Bu kriterler kolay mizaca sahip çocukların sergiledikleri davranışları da içermektedir. Belki de akran kabulü ile mizaç özellikleri arasındaki ilişkinin kaynağı popüler çocuk özellikleri ile kolay çocuk özelliklerinin örtüşmesi olabilir.

Mizaç özelliklerinin yanı sıra gelişim düzeyi de sosyal kabulü etkileyen bir etmen olarak alan yazında uzun süredir yer almaktadır.

Roberts ve Smith (1999), çocukların engelli akranlarına yönelik tutum ve davranışlarını inceledikleri bir araştırmalarında, çocukların engelli akranlarına yönelik tutumlarının, ileride karşılaşacakları fiziksel engelli akranlarına karşı gösterecekleri tutumları ile anlamlı bir ilişkiye sahip olabileceğini saptamışlardır. Bir diğer deyişle çocukların engelli akranlarına karşı tutumlarının kararlı olduğu bulgusuna varmışlardır. Malmgren (2005) yaptığı bir araştırmanın ilk aşamasında gelişimlerinde gecikme olan çocukların akranları tarafından reddedildiğini göstermiştir. Daha sonra bir eğitim programı uygulayarak gelişiminde herhangi bir problemi olmayan çocukların özel gereksinimli çocuklara karşı tutumlarının değiştiğini gözlemiştir. Bu bulgu uygulanan eğitim programlarının normal gelişim gösteren çocukların, gelişimlerinde gecikme olan akranlarına karşı sergiledikleri tutumları olumlu yönde değiştirebileceğini göstermektedir.

Hartup (1992), zihinsel ve sosyal gelişiminde gecikme olan çocukların akranlarıyla ilişkilerinde problem yaşayabileceklerine ve sosyal kabul göremeyebileceklerine değinmiştir. Yaşanan bu ret onları sosyal becerileri öğrenmek açısından da risk altına sokabilmektedir Barton (2002), öğrenme güçlüğü yaşayan çocuklar üzerinde yapmış olduğu bir araştırmada, bu çocukların sosyal ilişkilerinde risk altında olduklarını, öğrenme güçlüğü olan çocukların sosyal kabul göremediklerini bulmuştur.

(28)

Frengut (2003)’a göre öğrenme güçlüğü olan çocuklar akademik bilgileri öğrenmek için çok fazla zaman harcamakta, bu yüzden de sosyal ilişki kurmalarına pek fazla zamanları kalamayabilmektedir. Öğrenme güçlüğü olan çocukların yalnızlık, sosyal kabul ve aile ilişkilerinin incelendiği bir araştırmada (Yu, Zhang ve Yan, 2005 ) öğrenme güçlüğü olan ilkokul çocuklarının yalnızlık düzeylerinin gelişimlerine herhangi bir problem olmayan çocuklara oranla daha yüksek olduğu, sosyal kabul düzeylerinin de daha düşük olduğu sonucuna varılmıştır. Araştırama sonucunda akran kabulü ile aile ilişkileri arasında anlamlı bir ilişki görülürken, yalnızlık ve aile ilişkileri arasında bu ilişki gözlenmemiştir. Öğrenme güçlüğü ve sosyal ret arasındaki ilişkiyi inceleyen diğer araştırmacılar da Frederickson ve Furnham (2004)’dır. Bu araştırmacılar öğrenme güçlüğü olan çocuklar ve kaynaştırma sınıfındaki akranları arasındaki sosyal ret yaratan davranışların farkını incelemişlerdir. Araştırma sonucunda reddedilmiş çocukların daha fazla rahatsız edici davranış gösterdiği, daha mutsuz oldukları ve daha az birlikte oyun oynadıkları gözlenmiştir. Popüler çocukların ise tersine daha fazla birlikte oyun oynadıkları, liderlik ve eğlenceli olma özelliklerinin daha yüksek olduğu ve daha az rahatsız edici davranışlar sergiledikleri gözlenmiştir. Sonuç olarak deyebiliriz ki akran kabulünü etkileyen etmenler arasında sosyal becerilerin büyük önemi olabilmektedir. Sosyal becerilerin önemine değinen Choi ve Kim (2003) sosyal kabulün sosyal beceri bilgisi ile ilgili olabileceğini düşünüp bu konuda bir araştırma yapmışlardır. Yaptıkları sosyal beceri eğitiminin ardında sosyal ret gören çocukların sosyal kabullerinin sosyal beceri bilgileri ile paralel olarak artığını gözlemişlerdir.

Bu araştırma sonucunda sosyal becerilerin akran kabulünü olumlu düzeyde etkileyebileceğini düşünebilmekteyiz.

Gelişimde bir takım geriliklerin olması çocuğun akranlarınca reddedilmesine neden olabilmektedir. Örneğin konuşmasında gecikme olan bir çocuk bu gecikmesinden ötürü akranlarıyla yeterli ilişki kuramayabilmekte, akran ilişkileri yetersiz olabilmektedir (Dionne, v.d., 2003). Oysa konuşma çocuğun akranlarıyla iletişim ve etkileşim kurabilmesi için önemli bir unsurdur (Eckerman, Davis ve Didow, 1989). 19 aylık ikiz bebekler üzerinde yapılan bir araştırmada ifade edici dilin fiziksel

(29)

saldırganlıkla anlamlı ve olumsuz bir ilişkisinin bulunduğu saptanmıştır (Dionne ve arkadaşları, 2003). Bir diğer deyişle ifade edici dil düzeyi düştükçe saldırganlık davranışı artabilmektedir. Saldırganlık davranışının da akran ilişkilerini etkileyebileceği ileriki bölümlerde tartışılacaktır.

Çocukların duygusal-davranışsal sorunları sosyal kabulü etkileyen bir diğer etmendir. Kaygı bozukluğu ve duygulanım bozukluğu (mood disorder) duygusal sorunlar kategorisine; dikkat eksikliği ve hiperaktivite ile davranım bozukluğu da davranışsal sorunlar kategorisine girmektedir. (Mash ve Wolf, 2002).

Sosyal kaygısı olan çocuklar sosyal ve duygusal sorunlar sergileyebilmektedirler. Sosyal kaygısı yüksek olan çocukların sosyal kabullerinin daha düşük olduğu ve akran ilişkilerinde olumsuzluklar yaşadıkları saptanmıştır (Ginsburg, Greca ve Silverman, 1998). Beidel, Turner ve Morris (1999) yapmış oldukları bir araştırmada sosyal fobisi olan, yani sosyal kaygı yaşayan çocukların, yalnızlık yaşadıklarını saptamışlardır.

Bu çocuklarda aynı zamanda düşük sosyal beceriler de görülmüştür.

Straus, Lahey, Frick ve Frame (1988)’in yapmış olduğu bir başka araştırmada da kaygı bozukluğu olan çocukların, böyle bir sorun yaşamayan çocuklara göre daha az sevildiği ve bu çocukların sosyal kabul görmedikleri gözlenmiştir.

Duygusal sorunlardan duygulanım bozukluğunun da akran ilişkilerini etkilediği düşünülmektedir. Depresyon belirtileri sosyal kabul için risk faktörü oluşturabilmektedir. Bu tür davranışlar sergileyen çocukların akranlarınca kabul görmedikleri saptanmıştır (Dumas, Neese, Prinz ve Blechman, 1996). Brendgen, Vitaro, Turgeon ve Poulin (2002)’e göre depresyon belirtileri gösteren çocuklar akranlarıyla ilişkilerinde zorluklar yaşayabilmektedirler. Bu çocuklar akran gruplarınca daha az sosyal kabul görmekte ve arkadaşlık ilişkilerindeki kalite daha düşük olabilmektedir.

Depresyonda olan kadınlar üzerinde yapılan geriye dönük bir araştırmada bu kadınların çocukluk dönemlerinde olumsuz akran ilişkileri yaşadıkları saptanmıştır (Hock ve Lutz, 2001). Yapılan bir başka

(30)

araştırmada ise akranlarınca reddedilme ile sonradan oluşan içe yönelim (internalizing) bozukluğu arasında bir bağlantı bulunmuştur (Goodman, Stormshak ve Dishion, 2001).

Asarnow (1987), yapmış olduğu bir araştırmada davranım bozukluğu, dikkat eksikliği ve duygulanım bozukluğu gösteren çocukların en fazla sosyal kabul görmeyen, en az sevilen ve sosyal becerileri az olan çocuklar olduklarını saptamıştır. Bu alanda araştırma yapan Mounts (1997) da akranlarınca kabul görmeyen birçok çocukta saldırgan ve yıkıcı davranışların görüldüğünü gözlemlemiştir. Buna benzer bir takım araştırmalarda (Johnson, Ironsmith, Snow ve Poteat, 2000; McComas, Johnson ve Symons, 2005; Pardini, Barry, Barth, Lochman ve Wells, 2006) elde edilen bulgular okul öncesi dönemde görülen saldırgan davranışların sosyal kabulü olumsuz etkileyebileceği yönündedir. Sebanc (2003)’ın yapmış olduğu bir araştırmaya göre sosyal kabulü olumsuz etkileyen etmenler arasında saldırganlık davranışının yanı sıra sosyal becerilerden yoksun olmanın da etkili olduğu belirtilmiştir.

Sosyal ilişkilerle ilgili yapılan bir başka araştırmada Heiman (2005) hiperaktivitesi olan ve olmayan çocukların akran ilişkilerini karşılaştırmış, hiperaktivitesi olan çocukların olmayanlara göre çok fazla yalnızlık duygusu hissetmediklerini ve sosyal ilişkilerinde problem yaşamadıklarını belirtmiştir.

Akran ilişkileri ve hiperaktivite ile ilgili çoğu araştırmaya ters düşebilecek bir sonuç bulan Heiman, arkadaşlık kalitesini ölçmek için hiperaktivitesi olan ve olmayan kaynaştırma sınıfındaki öğrencileri ebeveynlerinin ve öğretmenlerinin görüşleri doğrultusunda değerlendirmiş ve literatürden farklı bir sonuca ulaşmıştır. Araştırma sonucuna göre hiperaktivitesi olmayan çocukların boş vakitlerinde hiperaktivitesi olan akranlarına karşı tutumları değişkenlik gösterebilmektedir. Hiperaktivitesi olan çocuklar yalnızlık duygusu hissetmediklerini ve diğer akranlarına göre sosyal problemlerinin olmadığını belirtmişlerdir. Fakat diğer taraftan hiperaktivitesi olan çocukların ebeveynleri çocuklarını diğerlerinde göre daha yalnız olarak değerlendirmişlerdir. Bulgular doğrultusunda Heiman, ebeveyn ve öğretmenlerin çocuklara karşı farkındalıklarını geliştirmelerini önermiş ve

(31)

çocukların ilişkilerinin karmaşık olabileceğini savunmuştur. Bagwell, Molina, Pelham ve Hoza (2001) ise dikkat eksikliği ve hiperaktivitesi olan çocukların ergenlikteki akran ilişkilerinde ne tür problemlerle karşılaşabilecekleri üzerine yapmış oldukları araştırmalarında hiperaktivitesi olan ergenlerin olmayanlara göre daha az yakın arkadaşlarının olduğunu ve daha fazla sosyal ret gördüklerini saptanmışlardır. Benzer bir şekilde Keown ve Woodward (2006) yapmış oldukları bir araştırmada hiperaktivitesi olan erkek çocukların daha fazla saldırgan davranışlar gösterdikleri ve bu doğrultuda sosyal kabullerinin saldırgan olmayan akranlarına göre daha az olduğu sonucuna varmışlardır.

Saldırgan çocuklar, özellikle de sosyal becerilerden yoksun olan saldırgan çocuklar, akranları tarafından istenilmeyen çocuklar olabilmektedirler (Shwartz, v.d., 1999). Yapılan bir araştırmada saldırgan ve zorba çocukların saldırgan ve zorba olmayan akranlarına oranla daha fazla sosyal ret yaşadığı saptanmıştır (Khatri ve Kupersmidt, 2003). Sosyal içedönüklük ve arkadaşa olumsuz davranma da akran reddine neden olabilmektedir (Bierman, Smooth ve Aumiller, 1993; Bolger ve Patterson, 2001; Khatri ve Kupersmidt, 2003). Wood, Cowan ve Baker (2002) yapmış oldukları bir araştırmada 3-5 yaş arasındaki 76 çocuğu akran ilişkileri bağlamında gözlemişlerdir. Araştırma sonucunda saldırgan, çekingen (withdrawal) ve söz dinlememe davranışları gösteren kız ve erkek çocukların akranları tarafından reddedildikleri saptanmıştır.

Ebeveyn tutum ve davranışları da çocuğun sosyal ilişkilerini etkileyen bir başka unsur olabilmektedir. Peery, Jensen ve Adams (2001) yapmış oldukları bir araştırmada ebeveynlerin çocuklarına karşı olan tutumlarıyla çocukların sosyal statüleri arasındaki ilişkiye bakmışlardır. 120 okul öncesi çocuk ebeveynleri tarafından Ebeveyn Tutum Envanteri (Parent Attitude Research Instrument) ile değerlendirilmişler ve bu değerlendirmelerden yola çıkarak ebeveyn tutumunun çocukların sosyal statülerini ne kadar yordadığına bakılmıştır. Ataerkil çocuk yetiştirme tutumuna sahip , ebeveynleri tarafından seyrek övülen ve seyrek taktir edilen, çocuklarının bağımsızlığını desteklemeyen, seyrek de olsa çocuklarına karşı tehditkar

(32)

olan ailelerin çocukları akranları tarafından daha fazla istenilmeyen/reddedilen çocuklar olarak değerlendirilmişlerdir. Demokratik tutumla yetiştirilen ve sıkça övülen çocukların ise diğerlerine göre daha uyumlu oldukları ve daha fazla sosyal kabul gördükleri saptanmıştır. Ayrıca ebeveynlerden çocuklarının sosyal statülerini tahmin etmeleri istenmiş ve annelerin %49’u ile babaların %44’ü çocuklarının akranları arasındaki statüleri doğru biçimde tahmin etmişlerdir. Buradan yola çıkarak çocuk yetiştirme tutumu ile akran ilişkileri arasında bir ilişkinin olduğu yargısına varabiliriz.

Çocukların anne babalarını algılamalarıyla problem çözme becerileri arasında bir ilişki olduğu da savunulmaktadır. Domitrovich ve Bierman (2001)’a göre anne babaların olumsuz tutumları çocukların problem çözme becerilerini olumsuz yönde etkilemektedir. Rohner ve Rohner (1980)’e göre ebeveyn reddi yaşayan çocuklar kalp kırıklığı yaşamakta, olumsuz bir dünya görüşü geliştirmekte, insan ilişkilerinde saldırgan, hain, güvenilmez, olabilmektedirler. Sosyal becerilerde yoksunluk yaşayan ve saldırgan davranışlar sergileyen çocukların akran ilişkilerinde bir takım olumsuzluklar yaşayabileceği alan yazındaki araştırma bulguları ile örtüşmektedir (Warden v.d., 2003; Mounts, 1997).

Çocuğun sosyal kabulünün anne-baba-çocuk arasındaki ilişki ile bağlantılı olabileceği de düşünülmektedir. Wood, Emerson ve Cowan (2004) yapmış oldukları araştırmalarında ebeveyn-çocuk bağlanmasının niteliğinin, çocuğun sosyal kabulünü etkileyebileceği üzerine bir araştırma yapmışlardır. 37 okul öncesi yaş çocuk üzerinde yapılan bu araştırmada ebeveyn-çocuk arasındaki düşük bağlanma puanının çocuğun ileride akran reddi ve bir takım davranışsal sorunlar yaşamasına neden olabileceği saptanmıştır. Güvenli olmayan ebeveyn-çocuk bağlanması çocukta bir takım davranış bozukluklarına ve daha sonra da çocuğun akran reddi yaşamasına neden olabilmektedir. Araştırma sonucunda ebeveyn çocuk arasındaki bağlanma stilinin akran reddi ve kabulü ile anlamlı derecede ilişkili olduğu bulunmuştur. Düşük bağlanma puanına sahip olan çocukların yüksek düzeyde akran reddi ve düşük düzeyde akran kabulü yaşadığı

(33)

bulunmuştur. Elde edilen bulgular sonucunda güvenli bağlanan çocukların okul döneminde arkadaşlarıyla daha iyi ilişkiler geliştirebildiğini ve diğer çocuklara nazaran daha az sosyal ret yaşadıkları saptanmıştır.

Ebeveynleriyle güvenli bağlanma modeli geliştiremeyen çocuklarda ise sosyal reddin daha fazla olduğu saptanmıştır. Bu çocuklarda davranış bozukluklarının da ortaya çıktığı ve aslında bu davranış bozukluklarının da sosyal redde neden olabileceği üzerinde durulmuştur. Benzer bir şekilde Cohn (1990)’un yapmış olduğu bir araştırmada anne-çocuk arasındaki bağlanma stili ile çocukların okuldaki sosyal ilişkileri arasındaki ilişkiye bakılmış ve güvenli bağlanmayan erkek çocukların akranlarınca daha az tercih edildiği, daha az sosyal kabul gördüğü bulgusuna varılmıştır. Ayrıca bu çocuklar akranları tarafından diğer çocuklara göre daha saldırgan bulunmuş; öğretmenleri tarafından da daha fazla davranış problemleri gösterdikleri belirtilmiştir. Araştırma sonucunda kız çocukları için bu bağlamda bir bulguya rastlanılmamıştır.

Bir başka araştırma da Schmidt, Demulder ve Denham (2002) tarafından yapılmıştır. Bu araştırmada 49 okul öncesi çocuk üzerinde çalışılmış ve anne-çocuk arasındaki güvenli bağlanma ile çocuğun içe yönelim ve dışa yönelim bozukluğu arasındaki ilişkiye ve ailede yaşanan stresin çocuk üzerindeki etkilerine bakılmıştır. Araştırma sonucunda akranlarına göre daha az güvenli bağlanma gösteren çocukların daha saldırgan ve sosyal becerilerinin daha düşük olduğu görülmüştür.

Akranlarına göre daha fazla aile stresi yaşayan çocukların okul öncesi yıllarda daha saldırgan, daha kaygılı ve daha az sosyal beceri sahibi olabilecekleri sonucuna varılmıştır. Benzer bir şekilde Minzi (2006) de çocukların bağlanma stilleri, yalnızlık ve depresyon düzeyleri arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Araştırmaya 8-12 yaşlar arasında 1019 çocuk katılmıştır.

Ebeveyn-çocuk ilişkilerinde ilişkinin kabul (acceptance), kabul edilebilir kontrol (acceptable control), hoşgörüsüz-sıkı kontrol (strict control), patolojik kontrol (pathological control) ve aşırı özerklik (extreme autonomy) düzeylerine bakılmıştır. Bu ilişki biçimleri ile bağlanma, depresyon, yalnızlık, sosyal kabul arasındaki ilişkiye bakılmıştır. Araştırma sonucunda ebeveynle olan ilişkinin niteliğinin çocukların bağlanma stilinin gelişiminde etkili olduğu

(34)

sonucuna varılmıştır. Bir diğer bulgu ise anne ve babanın çocuğu kabulünün çocuğun güvenli bağlanmasında olumlu bir etkisinin olduğudur.

Yine sonuçlardan birisi ebeveyn kabulü ile depresyon arasında bir ilişki olabileceğidir. Çocuklar ebeveynleri tarafından kabul edildiklerini hissettikleri zaman bu his onları depresyon belirtilerinden koruyabilmektedir. Yine aile ile olan ilişkilerin niteliği sosyal becerileri de etkileyebilmektedir. Ebeveyn tutumu ve kabulü çocuğun akademik başarısını önemli ölçüde etkileyebilmektedir. Çocuk ebeveynlerine güvenmediği zaman yalnızlık duygusu yaşayabilmektedir. Bu yalnızlık duygusu daha çok kendini oyunlara katılmamakla gösterebilmektedir. Sonuç olarak ebeveynin kabulü çocuğun güvenli bağlanmasına, bu güvenli bağlanma da çocuğu depresyona karşı koruyabilmesine etkili olabilmektedir.

Szewczyk-Sokolowsky ve Bost (2005), okul öncesi çocukların bağlanma şekli, mizaç ve akran kabulü arasındaki ilişkiyi incelemişler ve bu değişkenlerle ilgili yargılara varmışlardır. Araştırma sonucunda anneleri tarafından zor mizaçlı olarak değerlendirilen çocukların bağlanma puanları düşük çıktığı görülmüştür. Yine bu zor mizaçlı çocukların akranları tarafından kolay mizaçlılara göre daha az tercih edildikleri saptanmıştır.

Güvenli bağlanan çocukların ise diğerlerine göre akranlarınca daha yüksek düzeyde kabul gördükleri ve diğerlerine göre daha az ret yaşadıkları bulunmuştur.

McCloskey ve Stuewing (2001)’in akran ilişkilerindeki kalite ile ilgili yapmış oldukları bir araştırmada babanın anneye uyguladığı şiddetin çocuğun sosyal ilişkilerini etkilediği ve bu çocukların kendilerini daha yalnız hissettikleri, yakın arkadaşlarıyla daha fazla çatışmaya girdikleri ve diğer akranlarına oranla akran ilişkilerinde daha fazla sorun yaşadıkları saptanmıştır. Bu sonuç aile içindeki şiddetin çocukları, daha sonra da onların akranlarıyla olan ilişkilerini etkileyebileceğine işaret etmektedir.

(35)

Akran Kabulü ile İlgili Boylamsal Çalışmalar

Alan yazında akran ilişkileri ile ilgili çok sayıda boylamsal çalışma yer almaktadır. Bu araştırmalarda akran ilişkileri mizaç, gelişim düzeyi, duygusal davranışsal sorunlar ve ebeveyn kabul-reddi açısından değerlendirilmişlerdir.

Yapılan araştırmalarda akran reddinin çocuklar üzerinde uzun dönemde olumsuz etkilere yol açabileceği saptanmıştır (Dodge, Lansford, Burks, Bates, Petit, Fontaine, Price, 2003). Dodge ve diğerlerinin yaptıkları bir araştırmada araştırma kapsamında dört çalışma yapılmıştır. Birinci çalışmada 6 yaşından 8 yaşına kadar olan 259 kız ve erkek çocuk 10-12 yaşlarına gelinceye değin izlenmiştir ve erken yaşlarda yaşanan akran reddinin, okulun sadece ilk yılında bir kez yaşanmış olsa bile ileriki yaşlarda çocukta saldırgan davranışlar görülmesine katkıda bulunabileceği sonucuna varılmıştır. Araştırmanın ikinci çalışmasında ilk çalışmada yapılanlar ikinci bir boylamsal çalışmaya yayılmak istenmiş 585 kız ve erkek çocuk 5 yaşından 8 yaşına gelinceye değin izlenmişlerdir. İkinci araştırmanın hipotezi akran reddinin zor mizaca sahip çocuklarda saldırganlık davranışını geliştirebileceği veya saldırgan tepkileri etkileyebileceği idi. Çalışmanın sonunda akranlar tarafından reddedilmenin ileriki yıllarda saldırgan davranışları geliştirebileceği sonucuna varılmıştır. Bu çalışmada mizaçla ilgili bir bulguya yer verilmemiştir. Yapılan üçüncü çalışmaya ilk çalışmadaki 259 çocuk katılmıştır. Üçüncü çalışmanın iki hipotezi bulunmaktadır.

Bunlardan birincisi bir çocuğu reddetmenin, oyuna almamanın o çocuğun sosyal gelişim ve sosyal beceri gelişim fırsatlarını olumsuz etkileyebileceği;

ikincisi ise reddedilmenin çocuğa yalnızlık, kızgınlık ve yabancılık duyguları yaşatabileceğidir. Bu hipotezler cinsiyet değişkeni açısından değerlendirilmişlerdir. Bu çalışmanın sonunda söz konusu hipotezler doğrulanmıştır. Ayrıca sosyal reddin etkilerinin kızlarda ve erkeklerde farklılık göstermediği bulgusuna da varılmıştır. Sosyal ret her iki grup için de stres kaynağı olabilmektedir. Dördüncü çalışmaya ikinci çalışmaya katılan 585 çocuk katılmıştır. Bu çalışmanın sonunda sosyal reddin çocuğun ileriki

(36)

yaşamında sosyal uyumunu, sosyal becerilerinin gelişmesini etkileyebileceği sonucuna varılmıştır.

Miller-Johnson, Coie, Maumary-Gremaud, Bierman ve Bierman (2002), erken yaşta yaşanan sosyal reddin, çocuğun ileriki yaşamında davranım bozukluğu belirtilerine neden olabileceğini saptamışlardır. Bu araştırmacılar yapmış oldukları araştırmalarında 657 kız ve erkek çocuğu birinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar gözlemlemişlerdir.

Birinci sınıfta görülen akran reddinin üçüncü ve dördüncü sınıfta gözlenen davranım bozukluğunun belirleyicisi olduğu sonucuna varılmıştır.Bunu destekleyen bir başka araştırmada 566 Amerikalı çocuk, 5 yaşında ve 10 yaşında değerlendirilmişlerdir. 5 yaşında görülen sosyal reddin 10 yaşında davranış bozukluklarını yordadığı saptanmıştır (Deater-Deckard, Dodge, Bates ve Petit, 1998). Bir diğer deyişle sosyal ret ileriki yaşlarda davranış bozukluklarına katkıda bulunabilmektedir.

Akran ilişkileri ile ilgili bir diğer çalışma da Schrepferman, Eby, Snyder ve Stropes (2006) tarafından yapılmıştır. Bu araştırmacılar olumsuz akran ilişkilerinin çocuklarda ileriki yaşlarda depresyon belirtileri gösterip göstermeyeceği üzerine çalışmışlardır. Araştırmaya 133 kız ve 134 erkek çocuk olmak üzere toplam 267 çocuk katılmıştır. İlk ölçümler çocuklar anaokulu ve birinci sınıftayken, ikinci ölçümler ise çocuklar üçüncü ve dördüncü sınıftayken yapılmıştır. İlk ölçümlerde çocukların sosyal ilişkileri, sosyal etkileşimleri, ikinci ölçümlerde ise aynı çocukların depresif semptomlar gösterip göstermediklerine bakılmıştır. Araştırmanın sonucunda olumlu sosyal ilişkilerin ve etkileşimin içe yönelim bozukluğu için koruyucu bir faktör olarak çıkabileceği bulunmuştur. Araştırma sonucunda depresyon belirtilerinin sosyal problemlerle ve yaşamın ileriki yıllarında görülebilecek depresyon belirtileri ile ilişkili olduğu bulgusuna da varılmıştır. Akranlarınca reddedilen kız çocukların ileride depresyon belirtileri gösterme olasılığı da artabilmektedir.

Mizaç ile duygusal bozuklular arasındaki ilişkiye bakan araştırmacılar Schwartz, Snidman ve Kagan (1999), içe dönük ve dışa dönük bebekleri ergenlik dönemlerine kadar incelenmişler ve bebekliklerinde içe dönük olan

(37)

ergenlerin %61’inin ergenlik dönemlerinde sosyal kaygı belirtileri gösterdiğini saptanmışlardır. Bu ergenlerin %27’si içe dönük bebek değillerdi fakat ergenlik dönemlerinde bu ergenlerde de sosyal kaygı görülmüştür. Bu bulgu duygusal sorunların gelişiminde mizacın tek başına bir etken olmadığını göstermektedir.

Sözel ve davranışsal saldırganlık ve sosyal içe dönüklüğü algılama ile akran kabulü konulu bir araştırmada (Chang, Lei, Li, Liu, Guo, Wang ve Fung, 2005) 377 ilkokul çocuğu ile çalışılmış ve sözel ve sözel olmayan saldırganlıkla akran kabulü arasındaki ilişki araştırılmıştır. Araştırma sonucunda saldırgan davranışlar ve sözel saldırganlık ile akran sınıflandırması arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Ayrıca sözel saldırganlığın davranışsal saldırganlığa neden olabileceği; fiziksel saldırganlığın zamanla azalırken sözel saldırganlığın devam edebileceği de araştırma bulguları arasında yer almaktadır. Araştırmanın bir diğer bulgusu ise sosyal içedönüklüğün akran kabulünü ve sosyal beceri algılayışını olumsuz etkileyebileceği yönündedir.

Yapılan bir başka boylamsal araştırmada (Henricsson ve Rydell, 2004) davranış bozukluğu olan çocukların problem davranışlarının sosyal beceri, sosyal ilişkiler ve okul başarıları üzerindeki etkisine bakılmıştır. İçe vurum ve dışa vurum bozukluğu olan ve olmayan toplam 95 çocuk birinci sınıftan altıncı sınıfa kadar gözlenmişlerdir. Öğretmenler problem davranışları ve sosyal becerileri 1., 3. ve 6. sınıfta, öğretmen-çocuk ilişkilerini 3. sınıfta ve okul başarısını 6. sınıfta değerlendirmişlerdir. Sonuç olarak her iki problem grubunda olan çocukların diğer gruba göre daha düşük sosyal beceri yeterliği ve okul başarısı gösterdiği ve akranları tarafından daha az sosyal kabul gördükleri saptanmıştır.

Schwartz v.d. (1999) gözleme dayalı bir çalışma gerçekleştirmişler ve uzun gözlemler sonucunda erken yaşta davranış bozukluğu olan çocukların akranlarınca reddedildiğini ve bu reddetmenin zamanla zorbalığa dönüştüğü sonucuna varmışlardır. Bu araştırmanın sonucunda 5-6 yaşlarda görülen davranış problemleriyle 8-9 yaşlarda karşı karşıya kalınılan akran zorbalığı arasında bir ilişki bulunmuştur. Bir başka araştırmaya göre de eğer zorbalık

Referanslar

Benzer Belgeler

 Aile ile okul arasındaki yapısal ilişkiler.  Ailedeki okul ve okuldaki

Bu nedenledir ki Cemile’nin yazar tarafından iyi olarak tanımlanan aykırı tutumu gelenekçi çevreler tarafından olumlanmamış, ayrıca yazarın güzel olarak

Konstruktiv (çevre bağlantılarını analiz) yöntemi resim çizen için objeyi anlamaya, öğrenmeye, yüzey üzerine tasvir etmeye yardımcı olur.. Kompozisyon

Ahlaki gelişim düzeyleri hakkında yapılan bazı çalışmalarda beden eğitimi dersinin çocuğun ahlak gelişimine etkisi (Güler, 2006), ailesiyle yaşayan ve çocuk

Son yıllarda özellikle Suriye’den çok fazla göç alan Türk eğitim sistemine genel olarak bakıldığında, Suriyeli ve Türk öğrencilerin bir arada eğitim aldıkları

Standard Time and Environmental Conditions Data Collection Normality Test Uniformity Test Adequacy Test Calculation of Standard Time Adjustment and Allowance Factor Assign

“Hoca Ahmed Yesevî Dîvân-ı Hikmet Hikmetler Mecmuası Mısır Nüshası - 1650” kita- bıyla “Dîvân-ı Hikmet”in en eski ve eksiksiz nüshasının; “Çeviriyazılı

Bu çalışma ile laboratuar sonuçlarına göre; cerrahi tedavi şansı olmayan periferik arter hastalığı nedeniyle iloprost kullanılan hastalarda iloprostun