KANT
Etik
Anlayışı Kant modern bilimi temellendirmek için kullandığı, eleştirel felsefesinin bir gereği olan aynı analizi, etik alanına geçtiği zaman da sürdürür. Çünkü ona göre, bizim duyusal sezgide verilen nesnelere ilişkin sezgisel bilgimiz yanında, bir de moral bilgimiz vardır. Buna göre, biz insanlar “doğruyu söylemenin görevimiz olduğunu”, “insan hayatına saygı göstermek
gerektiğini” biliriz. Söz konusu moral bilginin teorik ya da bilimsel bilgiden en önemli farkı;
onun, olanın veya insanların fiilen nasıl davrandıklarının bilgisi olmayıp, olması gerekenin, insanların nasıl davranmaları gerektiğinin bilgisi olmasından meydana gelir. Başka bir deyişle ahlak bilgisi, insanların davranışlarından bağımsız olmak anlamında a priori bir bilgidir. Buna göre, insanlar yalan söyleseler veya birbirlerine zaman zaman işkence etseler de onların doğruyu söylemeleri veya insan hayatına saygı göstermeleri gerektiği doğru olmaya devam
eder. Yani, “insanların doğru söylemeleri gerektiğini” bildiren ahlak yargısını, insanların doğruyu söyleyip söylemediklerine bakarak doğrulayamayız. Söz konusu ahlak yargısı insanların fiili
davranışlarından bağımsız bir biçimde, yani a priori olarak doğrudur. Çünkü zorunluluk ve
tümellik, Kant’ın epistemolojisi ve bilimsel bilgi anlayışında da gördüğümüz üzere, a prioriliğin
özellikleridir. Kant işte bu yüzden, genel olarak ahlak filozofunun, özel olarak da kendisinin
görevinin ahlak bilgimizdeki a priori unsurları ortaya çıkarmaktan, bu unsurların kaynağını
gözler önüne sermekten, sentetik a priori önermelerin ahlak alanında nasıl mümkün olduğunu
göstermekten oluştuğunu öne sürer. (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları, 2009, s.428).
Kant’a göre, nihayet doğal duygulanım, güdü ya da eğilimlere göre hareket edildiğinde, bu durum, ahlaklılığı değil fakat yalnızca yasalılığı ifade eder.
İnsani eğilim, güdü, duygulanım ve alışkanlıklarla yapılmaları nedeniyle hiçbir ahlaklılık taşımayan bu eylemler sadece legal eylemler oldukları için Kant insana özgü bir ahlaki hayat tarzının temelini insanın doğal yanında değil de söz konusu doğal yanından bağımsız bir yaşam biçimini
gerçekleştirmesini sağlayan akılda aramak ister. (Ahmet Cevizci, Felsefe
Tarihi, Say Yayınları, 2009, s.429).
İnsanda son çözümlemede her ne kadar tek bir akıl olsa da bu akıl nesneleriyle iki şekilde bağ kurar veya temas eder. Akıl ya kendisinin dışındaki bir kaynaktan
verilmiş olan nesneyi belirleyebilir ya da nesneyi gerçek hale getirip, hayata geçirebilir. Bunlardan birincisi aklın teorik, ikincisi ise pratik fonksiyonunu ifade eder. Teorik fonksiyonu söz konusu olduğunda, akıl kendisine duyusal sezgide
verilmiş olan nesneyi belirler ya da kurar; a priori kategorilerini kendisinin dışındaki
bir kaynaktan gelen verilere uygular. Oysa pratik fonksiyonu söz konusu olduğunda,
akıl objelerinin kaynağıdır; kategorilerini duyusal sezginin verilerine uygulamakla
değil de ahlaki tercihlerle meşgul olur. Onun, burada kendisinden çıkan yasaya
uygun moral seçim ve kararlar geliştirme işiyle uğraştığı söylenebilir. Başka bir
deyişle, teorik fonksiyonu itibariyle akıl, bilişsel gücüne uygun düşen nesneleri
bilmeye yönelirken, aklın pratik kullanımında iradenin belirlenimini mümkün kılan
temeller gündeme gelir. (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları, 2009, s.429).
Kant iradenin bu yönünü ortaya koymaya çalışırken, Aristoteles’ten beri,
ahlaki anlamı içinde aşina olduğumuz kendi başına ya da amaç olarak iyi ile
başka bir şey için iyi olan ya da araç olarak iyi ayırımını temele alır ve Ahlak
Metafiziğinin Temellendirilmesi adlı eserinin birinci bölümünün daha giriş
pasajında, dünyada kendi başına iyi olan tek bir şey olduğunu öne sürer: İyi
irade. (Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları, 2009, s.430).
Ödev
İyi iradeyi ödeve bağlayan Kant, bir iradenin ödev için ödevden dolayı eylemde bulunduğu takdirde, iyi olduğunu söyler. Başka bir deyişle, ödev ya da
yükümlülüğün en azından kişinin kendi üzerinde zafer kazanmasını, eğilimlerini alt etmesini, birtakım engellerin üstesinden gelmesini gerektirdiğini düşünen Kant, iyi iradenin, eğilimlerine, doğal isteklerine rağmen ödevini bilen, ödevden dolayı eylemde bulunan irade olduğunu belirtmeye özen gösterir. O, işte bu
çerçeve içinde ödeve uygun eylemler ile ödevden dolayı, ödev adına yapılan
eylemler arasında bir ayrım yapar ve bu ayrım bağlamında, gerçekten ahlaki
olan eylemlerin ödevden dolayı yapılan eylemler olduğunu söyler. (Ahmet
Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları, 2009, s.430).