Ses ve bakış çök çapkınca, sadece çapkınca idi. Jozefin ce
vap vermeden uzaklara bakmış ve gözüne ilişen şey, penbe bir tuvalet giymiş bulunan Jaklinin sırtından tanıyamadığı bir erkek kollarında dönüşü olmuştu. Joze fin zaafını birden tamamile geç
miş hissetmiş ve kendine gü
venli bir eda ile gülerek:
— Şimdiki halde kocamı al
datmayı düşünmek için zaman erken. Fakat böyle bir şeye ka
rar verince, siz burada bulunun
) yahut bulunmayın, ailece kullanılmamış bir şey seçerim! de
mişti.
Bu sözjn Jaklin macerasına da ilk defa temas etmiş oluyor
du. Adnan «bana hep tutkun!
| Yarın için ısrar etsem kabul e- debilir!» diye düşünmüştü. Fa
kat bu ısrarı yapmamış, aşırı bir iftihar da duymamıştı. Genç diplomat Ankaradan ayrılmak sevinci içinde idi. Roma saray ve şatolarında kendisini bekle
yen harikulâde zarif, harikulâde güzel ve efsanevî debdebeler i- çinde yaşayan prensesler, düşes ve kontesler tahayyül ediyordu:
Ankaranın dar ve çapraşık so
kakları müstekreh kokan Muse
vî mahallesinde bir nebze ala
frangalık tedarik ettikten sonra yine Ankaranın pek yeni ve pek karışık sosyetesine bir Beyoğlu madaması halinde kalışmağa ha zırlanan bu gelin, onların elleri
ne su dökemezdi!...
Şimdi Ankaraya bir kaç gün için dönmeğe hazırlanırken Ad
nan Jozef Tudela’nın kızma bel
ki yine tesadüf edeceğini ve o zaman olmamış şeylerin belki şimdi olacağım da düşünmüyor
değildi: Roma saray ve şatoları
nın harikulâde güzel ve muhte
şem düşes ve kontesleri belki de birer hayal halinde kalmışlardı!
* * *
Adnanın Romaya gidişile dö
nüşü ve Beyoğluna kız kardeşi- le çıkmak üzere iken Jozef Tu- delaya rastgelişi arasındaki za
man, bir senelik bir zaman es
nasında Musevi nalburu* evinde olup bitenler hakkında da biraz malûmat vermek münasip ola
cak, Bu; bazı şeylerin daha iyi anlaşılmalarını temin bakımın
dan lâzım. Bu maksatla, evvelâ
Jozefinin Alber Vintermana va
rıp Yenişehire taşınmasından sonra Yahudi mahallesindeki penbe evin hayatının büsbütün sal inleştiğini, büsbütün neş’e- sizlendiğini söyliyebiliriz. Ve penbe evin hayatını gittikçe da
ha tatsız ve sıkıcı bularak Jozef Tudelanm daha ziyade Jozefinin a -ariımanında yaşamağa ve bir takım iş icapları ileri sürüp Is- tar.bula da daha sık gidip gelme
ğs başladığını ilâveedebiliriz.
Penbe boyalı ve ecdad yadigârı evin en üst katında, aileye mah sus dört odadan artık ancak üçü meskûn bulunuyordu.
Madam Rebeka Jozefinin o- dası için de bir kiracı sağlama
sını yarı kiracıları ve yarı me
murları olan mahud Ali izzete tenbih etmişti. Fakat Madam Jaklin itiraz etmiş, buna mâni olmuştu: Küçük Jozef artık ye dişini sürüyordu. Müstakil bir odaya sahip bulunup pek sık, gittikçe daha sık hasta olan ba- basile annesinin yattıkları bir odada, onların teneffüs ettikleri hava içinde uyumamasının mu
vafık olacağını söylemiş, bu fik
rini nalbura da kabul ettirerek Jozefinin odasını ikinci velahda mal ettirmişti.
Belki de oğlunun hayli büyü
müş olduğu için gece ziyaretle
rini farkedip bazı şeyleri anla
masından, bazı şeyleri masum bir şekilde olsa bile ağzından kaçırmasından korkuyordu. Fa
kat sadece oğlunu korumak için kaynanasına karşı gelmeğe cesa ret etmiş olması da pek müm
kündü. Zira zaten pek sıhhatli ve gürbüz bir çocuk olmıyan küçük Moizin kendilerile bera
ber, bir odada uyuması hakika
ten pek tehlikeliydi. Çünkü Mo- iz hakikaten fena bir halde idi, yemekten içmekten de tama
men kesilmişti; çehresi toprak rengi almış, gözleri tamamile fersiz olmuştu.
iki sene evvel adına sıtma, malarya denmiş olup o zaman
dan beri fasılasız sürüp gitmiş olan bu hastalık düğünden son
ra artık sanki dört nala koşma-
ğa başlamış ve otuz yaşındaki bîçare Moize âdeta yaşlı bir a- dam manzarası gelmişti. Mağa- zaya çok kere geç gidiyor, ba- zan da, ayakta durmağa takati yetmediği için ikindi vakti dön
düğü oluyordu.
Pek ciddî bir tedavi takip et
mesinin lüzumu nihayet tasdik edilmiş ve bu işe şehrin en ma
ruf doktorlarından biri, Neşet Lami’^ Bey memur edilmişti. Ne get Lâmi’ Bey iştiha açacak, kal bi ve vücudu kuvvetlendirecek ilâçlar veriyor, hastalığa da ar
tık Sıtma ve Malarya gibi basit isimler yerine çok daha ciddî, çok daha âlimane bir isim, cid
diliği ve âlimane edasile bîçare Moize âdeta gurur ve iftihar veren bir isim takmış bulunu
yordu. Moiz Tudela*nın hasta
lığının (Anémie Pernicieuse) ol duğunu söylemiş ve bu fransız- ca sözleri Moiz’in ayni derece
de anlayamadığı arabcaya ter
cüme ederek (Habîs zâfiyet) de dikten sonra: — Amma tama
men başlangıcı, ciddî bir tedavi ile mağlûp edilecek, diye temin etmişti.
Hastaya ve etrafındakilere tel kin etmeğe çalıştığı bu şifadan, hastanın âfiyet bulacağından a- caba şahsen emin miydi? Mu
hakkak olan şey, doktora ve ec zacıya verilen ve miktarı gittik
çe artan paraların beyhude ve
rildiği, hastanın halinde hiç bir iyileşme eserinin görülmediği idi. ilkbaharın daha başlangı
cında Neşet Lâmi’ Bey hastanın temiz havaya ve deniz havasına Şiddetle ihtiyacından bahsederek
Istanbula gönderilmesinin mu
vafık olacağını söyledi. Bu fik
re Madam Rebeka ilkönce iti
raz edecekti. Hastaları doktor ve ilâç değil hava iyi edecekse şu halde doktora ve ilâca ne lüzum vardı? Kaldı ki, Anka- ranın pek yakinindeki Kızılca
hamam da havasının güzelliğfle, sularının her derde deva oluşi- le meşhur bir yerdi. Madam Rebekanın ailesinden kaç kişi oraya hava tebdiliğine gitm'ş, Allah nasip etmişse âfiyet bulup dönmüştü. Fakat Jozef Tudela karısile mücadele etmiş:
— Madam Rebeka, yanlış dü
şünüyorsun. Eğer Moiz için Bü- yükadanın havası mutlaka lâ
zım olmasa hiç Neşet Bey bunu
tavsiye eder miydi? Yine yük-
sek vicdanlı adam ki (burada kalsın, elimden kaçmasın. Bo
yuna vizite parası çekeyim!) demiyor, kendi menfaatini çiğ
neyerek gereken şeyi, tedavi i- çin şart olan şeyi haber veri
yor! demişti.
Ancak bu sözler Madam Re- beka üzerinde müessir olabil
miş, ona «Yasef her şeye bol bol para saçmağa alıştı, yine Is tanbul kibarları gibi hareket et mek için Moizi hava tebdiline yollamak istiyor!» düşüncesini terkettirmişti. Elbette ki Neşet Lâmi Bey durup dururken, ka
ti bir lüzum olmadan menfaa
tini ayak altına almak istemez
di! Ve artık vicdan azabı için
de: «— Öyle ise hemen gitsin
ler!» demiş, hareket gününün pek yakın olarak tayin edilme
sinde ısrar etmişti. Jaklin tabiî tabiî kocasile birlikte gidecek, fakat çocuk büyük annesile bü
yük babasının yanında kala
caktı.
Masraftan hiç kaçınmamala
rını Jozef Tudela günde birkaç kere tenbih ediyordu. Karı ko
ca Büyükadada, o dünya cen
netinde bir pansiyona yerleşe
cek, tâ Sonbahara kadar orada kalacaklardı.
Oğlunun Sonbaharda tama- miyle gürbüz bir delikanlı ola
rak döneceğinden nalbur emin görünüyordu...
I.Ioiz Tudela ile karısı Jaklin ertesi günü Istanbula mütevecci
hen hareket edeceklerdi. Yataklı biletleri de alınmış bulunuyor
du. Ve o gece Jaklin saat ikiye doğru yataktan süzülüp çıkarak bir an odadan ayrıldı, Kemalet- tin Şâdân Beyden münhal kalan odanın ve makamın sahibi olan bankacı Mazhar Beyle vedalaş
mağa gitti.
Ancak yarım saat kalıp dön
mek üzere gitmişti. Fakat kanı pek ateşli ve yaşça selefinden genç olan Mazhar bey, belki u- zun zaman emrinde bulunmıya- cak olan bu kadından âzâmî is
tifadede bulunmak, içten içe dü
şündüğü gibi ihtiyat ayırmak ü-
zere kendisini bir türlü bırakmak
istememiş, aynı düşünce genç kadına da sirayet ettiğinden ya
rım saat iki saati de aşmıştı. Ve karısının gittiği esnada uyanık bulunan Maiz kendisine iki üç saat değil, bütün bir gece, hat
tâ sayısız geceler gibi gelmiş ci
lan bu zamanın nihayet bulma
sını elemle, sonra da dehşetle bekledi. Kendisini iki günd'enbe.
ri her zamandan perişan ve ber
bat hissetmiş, bunu da gizleme
ğe çalışarak âdeta neşeli, âdeta sıhhatli görünmek için bütün gücünü harcamıştı. Ve karısını beklerken gittikçe daha sönüp tükendiğini farkederek o dönün, ceye kadar ölmek ve ona veda edememek, nice zamandır esasen bütün mazhariyetini teşkil eden saadeti bir kere daha tatmadan, karısının ipek tenine bir kere dudaklarım değdirememek, saç
larını koklayıp okşayamadan öl
mek dehşeti içinde beklemişti.
Nihayet Jaklin sessizce odaya girecek ve sessizce yatağa yak
laşacak, yorganı büyük bir dik
kat ve ihtiyatla kaldırıp içeri sü
zülecekti. Hastanın vücudu ter içindeydi ve, her zamandaki gi
bi, fena kokuyordu. Fakat için
den duyduğu iğrenmeğe, hasta
lığa karşı nefret ve korkusuna ve buna munzam olarak bazı taraf
lardan yapılan ihtarlara rağmen, Jaklin kocasının yatağındaki ye
rini muhfaza etmiş, «Allah ko
rur elbette!» diyerek âşık ve sa
dık bir zevcenin belki yapmıya- cağı, yapmamakta nefsini haklı ve mazur bulacağı bu fedakârlı
ğı kat’î bir borç, günahlarının bir kefareti sayarak yerine ge
tirmişti.
Karısı yanma uzanınca Moiz birden gözlerini açıp kolunu u- zatarak kendisinden beklenmiye- cek bir kuvvetle onu kalbinin ü- zerinde sıkmıştı. Gecelik entarisi terden âdeta ıslaktı.
Jaklin yastığın altından aldığı mendille komodinin üzerindeki zayıf ampulun ışığında kocasının alnını sildi ve onun gözlerindeki parıltıya biraz endişe ile baka
rak: — Uyandın mı? diye mırıl
dandı.
Moiz — Uyumuyordum, seni bekliyordum, senin dönüşünü sa
atlerce bekledim, dedi.
Gideli hakikaten saatler mi ol-
muştu, saatler mi geçmişti? Jak- lin bir cevap veremedi. Moizin sözlerinde tekdir, hiddet, hattâ sadece nefret olsaydı belki isyan ederdi. Fakat sitem bile yoktu.;
Her şeyi kabul eden ve her şeyi kabul ettiği için belki ölecek o- lan insanın mütevekkil ıztırabm- dan başka hiç bir şey yoktur.
Hasta: — Ah ne kadar bekle
dim, sen gelmeden ölürsem diye nasıl korktum, diye ilâve etti.
— Ne diyorsun Moiz? Neden ölecekmişsin? Yarın Istanbula gidiyoruz. Göreceksin, ada havası ne kadar iyi gelecek!
Fakat Jaklin bunu söylerken kocasına daha dikkatle baktı ve ampulun zayıf ışığı altında Mo
izin yüzünü birden o derecede bitkin bir hal almış, gözlerini öy
le fersizleşmiş ve dudaklarını kuruyup gerilmiş gördü ki, bu hastanın hakikaten yarına vara
mamasının, onu hiç bir trenin şi
fa veren ılık ve güneşli denizler kenarına taşıyamamasının korku sunu, hattâ emniyetini içinde his
setti.
— Bir doktor çağırtalım, diye yatakta doğruldu.
Moiz bu fikri ölmek üzere bu
lunduğunun haber verilmesi, sa
dece kendisine malûm olmuş bir Şeyin artık başkaları tarafından tasdik edilmesi şeklinde kabul etti ve kendini şimdi artık din
lenmiş ve rahatlanmış hissede
rek:
— Lüzumu yok, lüzumu yok, sade sen dâha yakınıma gel ve eğer iğrenmezsen beni kollarına al. Ellerini saçlarımda gezdir, di
ye yalvardı.
Jaklin itaat etti ve müddetini bilmediği bir zaman, çok zayıfla
mış, âdeta bir çocuğa dönmüş o- lan kocasını etli ve kuvvetli kol
larıyla sardı. Moiz yavaş yavaş soluyor, bazan gözkapakları inip bütün çehresine uykuya dalıyor gibi bir ifade geliyor, bazan da gözlerini açarak hafifçe gülümsü
yor, kesik ve yavaş bir sesle:
— Jaklinim, ne kadar sevdim seni! Benim karım olduğun için sana nasıl minnettarım! gibi şey
ler söylüyordu.
I Jaklin bir iki kere daha dok
tor çağırtmayı, kaynatasiyle kay
nanasına haber vermeyi teklif
etti. Fakat hasta:
— Hayır, doktora lüzum yok, onları da görmek istemem. A- nam, babam, çocuğum hep şen
sin. Artık senin yüzünden başka bir yüz görmek istemem, diye mı rıldanıyor ve razı olmuyordu.
Kaldı ki, Jaklin de ölümün tâ yanlarında, ellerinin değeceği kadar yakınlarında olduğunu bil
miyor, hastanın hiç değil:\ gü
ne erişeceğini sanıyordu. Yoksa razı olmaz, mutlaka ötekileri kal
dırır ve hastanın hayatını belki bir kaç gün daha tızatır ümidiy
le doktor getirtilmesini temin e- derdi. Hastanın ısrarını, ölümün bu derecede yakın olduğunu san.
mıyarak itaat etmişti. Sonra, kaıyolanın başucunda yanan am
pulün daha fersiz ve tesirsiz bir hal aldığı ve pencereden kirli bir sabah ışığı gelmeğe başladığı bir sırada, kocasına bir kere daha bakınca artık onun çenesinin at
tığını ve gözlerinin kayıp birer cam hali almağa başladıklarım gördü. O zaman artık ölümün bir an meselesi haline geldiğini an
layarak ana ile babanın evlât
larını, kız kardeşin erkek kar
deşi, çocuğun da babasını gör
meleri için öteki odalarda uyu
yanlar da haykırdı.
Feryadı ölüm ânına bu kadar yaklaşmış olan adam acaba his
setmiş ve bu başbaşa geçen pek kısa müddetin en son dakikasın
dan mahrum edileceğini acaba ü- zülmüş müydü? Fakat iç âlemi
ne henüz sahip olsa bile o âlem
den dış âleme ses verm'ek ikti
darını kaybetmişti. Bu sebeple
dir ki, ölümün emrine geçmiş gözlerle dudaklar herhangi bir i.
tirazda bulunamadılar ve acı, fevkalâde tiz bir çığlık üzerine odaya hücum edenler, ilk yeti
şen Madam Rebeka, onu takip e- den Mösyö Jozef, büyük kızları hafifçe topal Roza ile kocası Es- kenazi ve nihayet, o çığlıkla de
rin uykusundan uyanıp geleme
diği için bir an odadan ayrılan Roza tarafından elinden tutulup getirilen küçük Jozef, Moiz tara
fından tanınmamak şartiyle kar
yolanın etrafında toplandılar ve
hep Jaklinin kollarında duran ba şm birdenbire genç kadının göğ
süne düşmesini, binlerce Ve bin
lerce yıldanberi muammalı ma
hiyeti keşfedilmeksizin, sezilip anlaşılmaksızın tekrarlanan, tek
rarlanan... en kudretli, en kah- har ve şevketli sultanlarla impa
ratorlar için olduğu gibi bu za
vallı nalbur yamağı Moiz Tude-
la gibi karınca insanlar şerefine
de tekrarlanan ebedi oyuna şahit
oldular...
XIV
Moiz Tudelanın ölümü babası
nın üzerinde yıkıcı bir tesir yap- mıyacaktı. Hele son zamanlarda mevta benzi bağlamış, yüzü bu
ruşup saçları dökülmüş ve göz
lerinde fer kalmamış olan, âdeta orta yaşlı insanlara dönen bu a- damın babası olmak kıranta mu- sevi üzerinde garip, hattâ biraz haysiyet kırıcı bir his vermeğe başlamıştı. Bâhusus ki, bu ölüm
le nesil kurumuyor, veliahdlık makamına torunu geçiyordu. Vâ- kıâ küçük Jozef de pek kuvvet
li, pek gürbüz bir çocuk değildi.
Fakat sıhhatine bundan sonra daha da çok itina edilmesi saye
sinde günün birinde pembe ya
naklı, sağlam bir delikanlı haline getirilebilir, diğer taraftan zen
gin bir adama yaraşır bir tahsil ve terbiye ile yetiştirilebilirdi.
Biçare Moiz eski Ankaradaki mütevazi nalbur dükkânının çı
rağı manzarasını bir türlü kay- bedememiş, yeni hayattan da, Is- tanbulda yetişmiş olup son mo
daları takibe çalışan ve frenkçe kitaplar okuyan bir kadının yıl
lardır kocası bulunmaktan da kendisine hiç bir cilâ sürünme- mişti.
Oiüye cidden ağlayanlar, ve bu ağlayışları sade cenazenin kalk
tığı saate münhasır kalmıyarak iki üç hafta bu matemi muha
faza 'edenler, tabiî anası, anası anası kadar de dul karısı, yâni Jaklin olacaktı.
Kocasının arkasından Jaklinin böyle günlerce ağlayarak hattâ kederinden bir müddet yiyip iç
mekten kesilmesi, zayıflayıp sa
rarması da madam Rebekanm yüreğinde genç kadına karşı ev
velce belki hiç duymamış olduğu bir sevgi, bir bağlılık husule ge
tirmişti. O kadar ki, henüz misli vâki olmamış bir keyfiyet teşkil etmek üzere, büyük kızı Rozanın herhangi bir sebepten dolayı o- nunla ilk giriştiği kavgada evlâ
dının tarafını tutacak yerde geli
nin tarafını tuttu. Hakkın kendi tarafında, tamamen ve münhası
ran kendi tarafında bulunduğu hakkında izahat vermek üzere gazaplı anlarında büsbütün sa
killeşen ozanın kopardığı yeni
yaygarayı da şiddetle susturarak:
— Jaklin benim için artık sîzlerden, iki kızımdan evvel
dir. Bana ölmüş oğlumun, tek oğlumun yadigârıdır. Bu evde hepinizin başınıza taç olacaktır, işte bu kadar! diye bağındı.
Sonra daha yavaş bir sesle, hiddeti geçmiş olarak lâkin da
ha kat’î bir eda ile ilâve ede
cekti:
— Ben sağ kaldıkça ona bu evde hiç kimse, babanız dahil hiç kimse fena muamele ede
mez. Kendisini ne istiskal ede
bilir ne incitebilir!
Fakat gelinine karşı besleme
ğe başladığı bu sevgiye ve ona vc-rdiği mevkie rağmen, Madam Rebeka genç kadın hakkındaki eski kanaat ve hümünü kökün
den değiştirmiş de değildi. Yâ
ni, onun ölmüş kocasının hatıra sma karşı tam bir sadakat gös
tererek son nefesine kadar (Tu- dela) ismini taşıyacağına, hattâ bir kaç yıl dul kalmağa katlana- cğına ihtimal vermiyordu. Diğer taraftan, münasip bir kısmet çık mamasından dolayı faraza bir kocaya varamasa dahi tek dur
makta sebat etmiyeceğinden e- mindi. Bu cihetle de, genç ka
dının beş on gün Ankara çeş
melerinin hepsinden bol akmış olan gözleri kuruyarak eski iş- tihası da avdete başlayıp sade tavırlarında tatlı bir hüzün ka
lınca, artık madam Rebeka ge
celeri kulakları kirişte yatar ol du.
Eğer içinden ölü yeni çıkmış olan bu evde —kendisinin tek oğlu olan bir ölünün çıktığı ev
de— Jaklin gece yarılarından sonra yine kiracı ziyaretlerine kalkışacak, yaşlı kadının gözle
rine artık yılan gibi görünen o Mazhar Beyin odasına gidecek olursa, yıllarca tahammül edil
miş "aziyete artık göz yumma- mağa karar vermiş bulunuyor
du. Çünkü gelin hanımın bu re
zaletlerine yıllarca zavallı Moi- zin hatırı için katlanılmıştı ve o bîçarenin ölümünde kıskançlık zehrini, aldatılmak, bu kadar feci bir şekilde aldatılmak ıztıra bini içine mütemadiyen akıtma
sının da belki büyük, pek bü
yük bir tesiri olmuştu. Evlâdını toprağa veren Madam Rebeka bu frenk mukallidi İstanbul kı
zının onun bırakıp gittiği dam
altında Türk erkeklerile safa et meşine niçin tahammül edecek
ti?..
Fakat, dört ay müddet, Avcı km in Efendi sokağındaki evde
bu ananın vermiş olduğu kararı tatbik etmesi için hiç bir sebep olmadı. Q]en kocasının kendi e- vrnde hatırasına sadık kalma
mak Jaklin için affı imkânsız, hakikaten iğrenç bir günah gi- 1 geliyordu. Elinde ömrünün en son saatleri, en son dakika
ları kalmışken bîçare Moizi yal niZ. b!.raklp bu zamanı yanında geçirdiği, onun şehvetli kolla
rında mağlûp olup kaldığı için Mazhar Beye karşı da şimdi ha- , r kin duyuyor, vaktile pekala beğenmiş olduğu bu de
likanlının davetlerine, bazan ri
ca, bazan da biraz tehdit şekli alan ısrarlarına kat’î bir redle mukabele ediyordu: Ricalara
■Karşı yumaşamıyor, tehdit çeş- , sözlere karşı da istihkarla mukabele ediyordu.
Bu Mzhaı- Beyin yerinde bir
kaç ay o kadar sevmiş ve sonra matemini tutmuş olduğu Adnan Bey bulunsa ona karşı da ayni tarzda hareket edeceğinden Jak- hn emindi. Ölünün iki kız kar
deşi, Roza ile de artık kendi
sinden hep madam Vinterman- dıye bahsedilen Jozefin, yenge- ferinin muhafaza ettiği bu sada-
•*atL . aralarında konuşarak:
... kürklerin dedikleri gibi, kel o ünce sırma saçlı, kör ölünce anu gözlü olurmuş! diye bir iki ere, annelerine duyurmadan gulüşmüşlerdi de.
Şu kadar ki, Jaklin son ay i- çinde bir kaç kere Istanbuldan gelmiş olup —kendisini her ne
dense Avcı Emin Efendi soka
ğında ziyaret etmek istemiyen—
bazı akrabalarla görüşmek üze
re, ve ilk seferler küçük Jozefi de beraberine alarak, fakat son sefer havanın fazla soğuk oldu
ğunu, bundan dolayı da çocu
ğun hastalanabileceğini ileri sü
rüp onu beraberinde götürmiye- rek, mahalleden ayrılmıştı. Ya
nına oğlunu ahlaksızın gidişin
de de öbür seferlerden geç dön
müş ve artık bundan sonra göz
lerindeki dalgm hüzün dağılmış,
sesindeki yorgun ve şikâyetli
perde yok olmuştu. Fakat m a-'
dam Rebeka hatırına selen İh-
timaller üzerinde durmağa he
nüz lüzum görmüyor, gelinin gece ziyaretlerinden kat’î şe-]
kilde vazgeçmiş olmasile iktifa ediyordu.
Kaldı ki, Jaklinin yanında oğ
lu bulunmadan çıkışı, bu çıkış
larının ayni zamanda sonuncu
sunu teşkil etti. Sade aradan bir kaç gün geçtikten sonra ken dişine Edirne damgalı mektuplar gelmeğe başlıyacaktı.
Mektuplar en çok mağazaya gelmekle beraber doğrudan doğ
ruya eve, ev halkına veya kira
cılara mektup geldiği de olmaz değildi. Ve gelen mektupları müvezzi daima Madam Rebeka- yı istiyerek onun eline teslim e- der, sonra Madam Rebeka bun
ları sahiplerine verirdi. Jaklin geleli de hep böyle olmuş ve kendisine mahsus mektupların bazılarını pek gözü tutmamakla beraber Madam Rebeka bunla
rın hiç birini gizlemeğe, gizlice okumağa —zarfın üstünde fran- sızca sözler bulunanları da o- kutmağa— teşebbüs etmemişti.
Lâkin kadın ve kaynana idi.
Yıllardan beri her seferde bu mektuplara tabiîdir ki dikkat etmiş, vermeden önce avucunda
| her birini daima uzun uzun evi-
; rip çevirmişti.
Nitekim bu sefer de üstüste gelen ve hepsinin üzerinde E- dirne damgası bulunan bu mek
tup zarflarının şıklığı dikkatin
den kaçmış değildi. Bunların so nuncusunu gelinine biraz mâna- lı bir eda ile uzatmış da olabi
lirdi. Çünkü genç kadın kendi
liğinden izahat vermek ihtiyacı
nı duymuş:
— Büyük teyzemin iki oğlu, Leon Peraro ile Jul Peraro E- dirneye taşındılar, orada lüks bir tuhafiye mağazası idare edi
yorlar: Mektup kendilerinden, demişti.
Madam Rebeka bu dayızade
leri hatırlamakta güçlük çekme
di. Bunlar birbirlerine çok ben
zeyen, ikiz olduklarına hükme
dilecek kadar benzeyen, oldukça yakışıklı, 'oldukça da süse düş
kün iki otuzluk delikanlıydı.
Yaşlı kadın kendilerini bundan üç sene kadar evvel, Istanbula son gidişinde görmüştü.
— Istanbuldan ayrıldıklarına
göre buraya gelmeliydiler. Edir
ne hatırlarına nereden geldi?
Bizimkiler oradan boyuna mu
hacir oluyorlar.
Ve bu sözlerle fikrini tama
men bildirmiş olduğundan emin, madam Rebeka bu bahsi artık kesmek istemişti. Fakat Jaklin her nedense yeni izahat vermiş, bu izahatı vermeyi kendince lü
zumlu saymıştı:
— Sözleriniz doğru, anneci
ğim. Fakat mağazayı Leonla Jule uzak akrabamızdan olup iş ten çekilmek isteyen yaşlı bir adam fevkalâde müsaid şart
larla devretmiş. Onlar da bu fevkalâde fırsatı kaçırmak istememişler. Çünkü şehirde tek lüks mağaza imiş.
— Evet amma, Edirne eski Edirne değil, âdeta köy halini aldı, diyorlar.
— Jül bunların mübalâğa ol
duğunu söylüyor. Edirne muha
rebelerde çok harap olmuş, fa- k. t artık canlanmağa, şenlen- meIe başlıyormuş. Vilâyet mer
kezi; ordu var. Memur, zabit hanımları tabiî süslenecekler.
Halbuki Ankarada tuhafiye ma
ğazaları gittikçe artıyor, hergiin bir tane daha açılıyor. Çoğu da Türklerin elinde!
Madam Rebeka şimdiye kadar kendisinde ticaret zihniyetinden eser farketmediği müsrif ve hop pa gelininin ağzından bu sözle
rin çıkışına hayret etmiş, bu dü günceleri kendisine iki teyzeza
denin birine karşı —Edirne hak kındaki hükmün Leon değil Jül anılarak ve hüküm ona mal e- dılerek söylendiğine göre Jüle karşı— hasıl olmuş bir alâka- nm eseri saymıştı. Kaldı ki, ma
dam Rebeka da, kocası
da Jak-linin ölünceye kadar yanlarında kalacağına elbette ki ihtimal vermemişlerdi.
Genç kadmdı, elbette ki ha
yatını yeniden kurmak hakkıy
dı. Bununla beraber, Jaklin tey zesinin küçük oğlu Jül Feraro- nun —evet, Jül Feraro’nun—■
kendisile evlenmek istediğini, müsaade edilirse bu teklifi ka
bul etmek arzusunda bulundu
ğunu, oğlunu eğer muvafakat ederlerse yanına alıp etmezler
se —bu ne kadar acı bir şey o- lui'sa olsun— bırakacağını bildi
rip Jül hemen evlenilmesini is-
tediği için de Ankaradan bir an önce ayrılmak arzu etliğini ilâve edince Madam Rebeka boğazın
da bir şeyin düğümlendiğini his sediverdi. Gûya ki oğlunun ölü
mü henüz kat’îleşmemişti ve o- nun hâlâ adını taşıyan bu kadı
nın yeni bir isim almak için o- nun mezara gitmek üzere ayrıl
dığı evden uzaklaşmasile tama
men kat’î bir mahiyet alacaktı.
Madam Rebekanın bu analık ız- tırabına, yine analığa ait, fakat dünyevî ve daha az muhterem hiddetler, hattâ analığına taallûk etmeyen hiddetler ve kinler bi
le katılıyordu, iki kızını gelin etmek için ne uzun birer dra
homa mücadelesine göğüs ver
mişlerdi, hele Jozefini Madam Alber Vinterman yapmak kendi
lerine ne kadar bahalıya mal olmuştu. Kaldı ki, bunları ha
tırlarken hâfızası çok eski za
manlara da kayıyor, pek genç ve pek yakışıklı Jozef Tudela- nın kendisile vaktile ancak pa
rası için, küçük bir sermaye sa
hibi olup Ankara sokaklarında işportacılıktan kurtulabilmek i- çin almış olduğunu da düşünü
yordu.
Aç kızların, şıllıkların, bir er kekten, iki erkekten arta kalan
ların kısmetleri daima bol olu
yor. Zavallı oğluma beş parasız yamandı, çeyizini bile âdeta bi
ze yaptırdı. Dul kalınca da, beş ay geçmeden yine koca, iş güç sahibi, mağaza sahibi, hem de yakışıkı koca buuyllor. Üstelik kendisi çocuklu, herif ergen!»
Evet, herif ergendi ve Jaklin- den ancak iki yaş büyüktü. Bu kadını belki, hattâ muhakkak genç kızlık zamanından beri sevmiş olacaktı. Yoksa onu ço- cuğile beraber kabul etmeğe ra zı olmazdı.
Fakat tabiîdir ki böyle bir şey asla vukua gelemez, yâni Tude- lâlarm veliahdi Edirneye, bir Jül Feraro’nun evine gönderi - lemezdi. Jaklin Ankaradan on gün sonra tek başına ayrıldı.
Genç kadın bu şehre hayatı
nın dokuz senesini vermiş, bu
nun sekiz buçuk yıldan biraz fazla bir kısmını da son zaman
ları artık tamamile alîl haline gelen bir bîçarenin koynunda geçirmişti. Vâkıa geldiği kadar fakir olarak dönmüyor, Moiz bü tün kazancını ona elmas ve tu
valet almağa tahsis etmiş bulun-
duğu için el çantasında hayli mücevher götürüyor, bu mü
cevherlerin arasında bir de ban ha karnesi mevcut bulunuyordu.
(Bu karnede görünen rakam
larda gece ziyaretlerinin hiç bir Şişkinlik hasıl etmedikleri de
| söylenemezdi. Gerçi Jaklin inti-
| haplarında kendi zevklerinden başka bir tesir altında kalma- I mış, ziyaret ettiği kimselerin
imkân derecesinde genç ve ya
kışıklı olmalarından başka bir- şey düşünmemiş, vücudunu sat
mağa tenezzül etmemişti. Fakat odalarına gittiği erkekleı-ren hiç biri de o bir türlü unutamadığı Adnan Harun kadar hasisçe ha
reket etmiş değildi.) Ve nihayet, en son günlerde, karnenin ra
kamlarında iki bin liralık bir anı kabarma vukua gelmiş, Jo- zef Tudela:
— Yeni bir ev kuruyorsun, lâ zım olur! diyerek ve tabiî karı- , sile kızlarından habersiz olarak, kendisine iki bin lira hediye et
mişti. Fakat bütün bunlar koca bir mirasın, Jozef Tudela’nın servetindeki hissenin kat’î ola
rak elinden kaçmasını telâfi e- debilir mahiyette şeyler miydi?
Parada pulda hiç gözü olma
dığına kani bulunmasına rağ
men, yarının Madam Jül Fera- rosu bu dokuz seneyi ziyan et
miş bulunduğunu, bu dokuz se
nenin kendisinden çalınmış, al- Sabça gasbedilmiş bulunduğunu sık sık düşünüyor ve vaktiyle Adnanm —ve muhakkak ki da
ha başka nicelerin— kollarında evlilik hayatının muhasebesini yaparken göğsünü şişiripUfcjzle- rini tavavna dikerek fransızca diliyle yedi sene —set an! şek
linde sözler söylediği gibi şimdi de dokuz sene — nöf an! diye içini çekiyordu. Bununla bera
ber, eninde sonunda, ruhunun mütevekkil ve kin tutmaz tara
fı galebe çalıyordu. Nitekim, Adnanla geçirilmiş saatler bil
hassa dahil olmak şartiyle bir hayli güzel hatırasını muhafaza edeceği bu şehirden ayrılırken istasyonda herkesin boynuna sa rıhp ağlamış, hele küçük Jozefi öpüp koklamağa doyamamiştı.
Ankaradakilere karşı alâkası daha sonra da devam etti ve mektupları hiç seyrelmedi. Oğ- luna da muntazaman hediyeler, kend. eliyle yaptığı yün hırka-
|
lar, yün çoraplar yolluyor, ay
rıca Edimenin bademlerinden, sabunlarından gönderiyordu.
(Altı ay sonra da, bir Edime mektubu eski gelininin bir kız çocuğu dünyaya getirerek adı
nın kendisine hürmeten Rebeka konduğunu Madam Rebekaya bildirecekti.)
Fakat bir zaman kocasile bu eski gelin arasında bir münase
bet bulunduğuna hükmed.erek genç kadını şiddetle kıskanmış da bulunan madam Rebeka; bu hürmete pek inanmamış, «o alafranga delisi kadın benim is
mim gibi eski, tamamiyle ırkı
mıza ait bir ismi kızına benim natırım için koymaz. Mutlaka kocasının ısrarı karşısında kal
mıştır. Demek ki herifin anası- mn, yahut ninesinin adı da Re- eka; Piçine ister istemez bu is
mi verdikten sonra da, Türkle- rın dediği gibi bir taşla iki kus vurmak, bedavadan minnettar-5 ngımı kazanmak hevesinde!» di
ye düşünmüştü. Kaldı ki, ma- dam Rebeka Tudela epey bir müddetten beri gittikçe üzüntü- ıı r layat sürmekte idi Za- d f l l W UtT mezara girmesin
de elbette kı meş’um bir tesiri bu unmuş ve hatırasına sadık mil w * ,blra ^ aç ay güS dayan
mış bir kadmm Edimenin bil-
T ?«; ^ rnahaijesininbilmem e isimli sokağındaki evinde unyaya getiriverdiği eı çocu_
J » » , Kebr ta , dmı
v ^ k us r dr yoS,"!“..<i* ' meo' 1
Denebilir ki —yok hayır, de- ki değil, muhakkak ki—
Madam Rebeka Tudelanm dert- âiu küçük klzı Jozefinin Mösyö Alber Vintermanla evlenişi gü- nunden itibaren, daha doğrusu dugun gecesi yeni açılan Anka
ra Palas salonunda yapılmış top iantiya Jozef Tudelanm 0 siyah h ! Iîlül?usetü elbise ile âdeta
°a§Ka bIr i^ a n manzarası arze- derek iştirak ettiği ve herkes nazarında bir ihtiyar kadının nen uz genç kocası sıfatiyle mer
£ » re aSlk?a bir mevzu teş- ti ettiği andan itibaren pek cid I
t
blr mahiyet almıştı. O gece Î? zej geIinle dans etmiş ve bu mr dansa kızının ısrarile kalk
mıştı Fakat bu iş kendisine tat
il gelmiş olacaktı ki, artık bun
dan sonra bir kaç kere daha or- tada dönüp durmuş ve dansa Kaldırdığı genç kadınlarla hiç de gülünç bir manzara arzetme- Ş, ilk önce «— Yapamam re- n e k S ^ m!l demişken bu işi pekala da becermişti. Bîçare Rebeka; «Bu hiç de başkaları-1
ayak hareketlerine dikkat- ea hasü ohnuş bir bilgiye ben
zemiyor. Evvelden mutlaka ders' h icabl diye Istanbula
^dişinde dans yerlerini, bar I«rı dolagip durmuş olacak!» di
ye düşünmüştü.
k /rh Z f T*10®13 kavalyelik ettiği
kadmlardan birini 0 gece ken-
Î T * tanıştıracaktı. Bu, sarı saçdı , n}avı g°zl,ı bir genç hanim-
ii ve kendisini kocasile birlikte I Tn, f 1 getlrmi§ bulunuyordu.
Jozef, R o b e k ^ bu hammay (ka, dly®, ^kdim etmişken ka-
„ ? y* dikkatsizliğinden dolayı fkar d ı 3 kasden- hainlik edip
rınJ) sözünü (annem) şek-
ya k o i t î ^ etnİ lş’ yâni Rebekaya k o n a n d a n henüz çıktığı er-
egm zevcesi değil annesi diye Mtap ederek Jozeften ona (oğ- lunuz) ve taze, dal gibi ince en-
d‘-
Kocasının kendisinin oğlu sa
yılması hem de yıllarca evvel j bir kere daha vaki olmuş, bu hatayı bir başka sersem de irti
kap etmişti. Fakat şimdi Jozef Tudela neş’esi ve itinalı kıyafe- tile hakikaten o kadar gence benziyor ve bu hata öyle tabiî ve zarurî bir mahiyet alıverdi ki, yaşlı ve çirkin kadın ilikle
rine kadar bu sefer ürpermiş i ve sesine hâkim olamadığı, giz-
| leyemediği bir acılık gelerek:
Hanımefendiye teşekkür et, Mösyö Jozef. Bak, seni oğ- lum sanmışlar; şu halde çocuk
larının da kardeşleri oluyorsun!
demişti.
Bunun üzerine Türk kadını mahcup görünmekte ifrata va
racak, büyük bir dehşet içinde kalmış, derin bir hicaba varmış edası takınacaktı. Yapmacıklı, aktris edalı b:r sesle:
— Aman ne kadar aptalım, vallah yerin dibine geçtim, di
yerek açtığı yarayı derinleştir
meğe, ne acı bir hakikati yüzü
ne çarpmış olduğunu Rebekaya tamamıle anlatmağa çalışacaktı.
Fakat Yahudi kadını kendini çabuk toplamıştı, istihza etme- hiç ehemmiyet vermemiş ol
duğunu, hattâ bu sıfata, annelik sıfatına hiç itiraz etmediğini te
min ederek bir zarafet dersi ver meğe bile muvaffak olmuştu:
— Uzülmyein hanımefendi, yü züme bakmadan böyle söylemiş de olabilirsiniz. Evet, bana dik-
.a*' etrneden, sade kocamın pek süslü ye pek ortada, benim de süssüz ve bir kenarda ol
uğuma bakarak böyle düşün
müş olabilirsiniz. Şimdi dikkat- e bakıp hakikaten yanılmış ol
duğunuzu, yaşıma uygun olmı- yan ve beni ihtiyarlatmak iste
yen bu kıyafet içinde bile gene bir anım olduğumun pek belli bulunduğunu farkettiniz. Evet Evet, bunu lütfen söyleyin de memnun olayım. (v e kocasına dönerek ilâve etmişti:) Bizim mösyönün duyduğu iftihar da bi raz azalsın!-
Bıı sözlerden sonra da susmus ve söylenecek sözü olmadığı, söz bilmediği ıçm sadece tebessüm e- den aptalca bir eski zaman ka
dın tavrını yeniden takınmış, ken dıs ne hiç sebepsiz hakaret eden kadını da oldukça mahcup bir halde yanından ayrılmağa mec
bur etmişti.
Gerçi Madam Rebeka Jozef Tu delamn henüz genç, kendisiyle kıyaslanmaz bir yaşta olduğunun herkes tarafından âdeta resmen tasdik edildiği o geceden sonra kocasının kendisine karşı mua
melesinde herhangi bir fark gör
müş dğildi. Fakat aralarındaki vaziyet zaten yıllardanberi karı kocalıktan arkadaşlığa inkılâp 'et.
miş gibiydi. Ve Madam Rebeka kocasından tam dokuz yaş bü
yük, zaten hiç bir zaman güzel olmamış, vaktinden tez de *çök- mü§ bir kadının hu kendinden genç ve oldukça yakışıklı, şim
di üstelik hem de paralı adam
dan ne sadakat, ne sevgi bekli- yemiyeceğini çoktan kabul et
mişti. Fakat artık Jozef Tudela ayatını tamamen değiştirmeğe, başka bir adam olmağa başla
mıştı ve madam Rebeka buna ra
zı olamıyordu.
Zaten oğlu Moizin ölümüyle torunu Jozef tekrar annesi Jakli.
mn yanına gelerek üst katta bir oda boşalalı, nalbur odasını ayır- mış, o vakte kadar aynf odayı paylaştıkları halde ayrı odaya çıkmış ve Rebeka bu vaziyete i- tıraz etmeğe cesaret edememişti.
Kocasını artık nice zamandanbe.
ri herkes gibi bir yabancı şek
linde görüyor, hiç değilse onu yanı başındaki yatakta —evet, Çünkü yatakları sekiz seneden- berı ayrıydı— yanı başındaki ya.
takfa nefes alışlarını bir nevi sevda sırrı gibi dinlemek, bu ne
feslere gûya ki mahzun başım bir yastık gibi dayayarak dinlemek saadetini tadamıyordu.
Kendisine bu çok acı gelmiş, fakat gülünç olmamak için yal
nızken de ağlamağa cesaret et- memiş, bu gülünçlüğü, bu zaval
lılığı kendi nefsinden bile gizle
mek istemişti.
Jozef Tudela kendisinden her gun daha çok uzaklaştığı gibi e- vınin hayatına da âdeta yabancı mr insan oluyordu. Sık sık kü- Çuk kızına, Yenişehire yemeğe gidiyor, yahut onları, yalnız on
an alarak şehrin gezme yerleri»
,
ne devam 'ediyordu. Ne kendisi
ni, ne de Roza ile kocasını bu<
yerlere götürmeğe lâyık bulu
yordu. Ah, bu Istanbuldan ge
lenler Ankarayı nasıl değiştir
mişler ve AnkaralIların «rahat ve huzurlarını nasıl sarsıp mahvet
mişlerdi!
Rebeka Tudela bu Ankaraya gelenler ve Ankarayı devlet mer kezi yapanlar sayesinde kocasının milyoner oluşundan dolayı en küçük bir minnettarlık duymu
yordu. Nalburun böyle zengin o- luşundaki kârı neydi? Kocası' kendisine âdeta yabancı olmuş, âdeta elinden çıkmıştı. Hayır, (â- deta) değil tamamen, katiyyen yabancı olmuş, tamamen ve ka
tiyyen elinden çıkmıştı.
Dışarda yemek yiyip eve ge
ce yarısında döneceği zamanlar, Jozef Tudela daima: — Beni kı
zımla damadım davet ettiler, di
yordu. Fakat o kurnaz Jozefinde ve paraya taptığını pek iyi bil
diği kocasında bu göz olmadı
ğından ebeka emin bulunuyor ve masrafın kocası tarafından gölü, leceğinden, yahut sonra kat kat çıkarılacağından şüphe etmiyor
du.
Sarfedilen bu paralarda büyük kızının ve torununun hisseleri yok muydu?
Hem her gün gidilen bu eğlen
ce yerlerinde, bu lüks yerlerde kızıyla damadını mahcup etmek istemediğini söyliyerek Jozef Tu_
dela bir kaç kat elbise daha yap
tırmış, ayakkabılar, gömlekler, kravatlar, çamaşırlar almıştı. Bü îun }3Un^an on bir senedir sürük
lediği eski metresine, ermeni ma hailesinde yaşayan ve hiç bir za
man kendisine karşı fedakâr davranmamış olduğunu pek iyi bildiği Maryam biçaresine genç j ve güzel görünmek üzere yap
tırmadığı, almadığı da muhak-
; kaktı!.
İşlerin icabı diyerek artık Is-
| tanbula gittikçe sık gidiyor, her
j
seferinde günlerle kalıyor ve her
| sefer hep birinci mevkide seya- 1 hat ediyordu. Yiyeceği yemeği de evden hazırlatıp bir paketle yanında götürmeyi kabul etmi
yordu.
Bir keresinde yaşlı kadın isyan etmiş: — Ne hacet, bari vekillerle sefirler gibi yataklı ile gidip gel, Mösyö Jozef! demişti.
Jozef hiç hiddetlenmemiş, fa
kat karısına istihfafla, zavallı Re- bekamn artık kendisine karşı o- nun gözlerinde daima görür ol
duğu bir istihfafla, bakarak:
— Madam Reb'eka, demişti; va
ziyeti kavrayamıyorsunuz. Uzun
seneler ikinci ile değil, hattâ ü-
çüncü ile seyahat ettim. Üçün-
cüye yine binebilirim, hamdol-
sun vücutça düşmüş değilim. Fa
kat artık Ankara eski Ankara değil, hattâ Millî Mücadele zama
nının Ankarası değil. Hattâ cum huriyetin ilk zamanlarının An- karası da değil. Ben de eski Ya- sef değilim. İş icabı temas edebi
leceğim insanların bir kısmı es
kiden İkincide seyahat ederken, şimdi yataklıda gidip geliyorlar.
«Vay hain yahudi, kurumuna bak, yataklıdan aşağısı herifi kur tarmıyor!» derler diye çekinip ben yataklıya binmiyorum am
ma, eğer birinciye de binmezsem bu sefer de: «Ne hasis yahudi!
Milyoner oldu, halbuki herif hâ
lâ ikinci ile gidip geliyor. Bu ka
kadan çingeneliğinden mi yoksa emniyetsizliğinden mi, bin bir dalaveresinin farkedileceğini dü
şünüp pa:/ sizlik komedyası oy
namak isteyişinden mi, orasını da artık Allah bilir!» diye tünü tefsirlere kalkışırlar, işte bu iki ihtimali gözönünde tutup birinci ile seyahat ediyorum. Yolda ken dileriyle konuşmaktan istifade e- debileceğim kimselerle karşıla
şabilmek için de vagon restoran
da yiyorum. Kılığıma kıyafetime dikkat edip iyi yerlerde görün
mekliğim de yine işlerimin aldığı genişlikle ve ehemmiyetle alâka
dardır!
Madam Rebeka bir cevap ver
memiş, bütün bu sözlerde doğru ve haklı taraflar bulunduğunu içinden tasdik dahi etmişti. An- karadaki yeni hayatın şartlarını hemen hiç ayrılmadığı evinin dört duvarı içinde bile anlayıp görecek kadar keskin bakışları, keskin sezişleri olan bir kadın
dı. Fakat bu sözlerde haklı ve doğru taraflar olması, hattâ bu sözlerin tamamen haklı ve doğru olmalrı ayrı bir şeydi: Jozefin bunlardan istifade ederek endişe verici işlerini ve kötü hareketle
rini yürütmesi, bunları gizliyebil- mesi, yutturabilmşsi ayrı şeyler
di. Hakikat, artık Jozefte hayat
tan kâm almak, bütün eski mah
rumiyetlerin acısını çıkarmak ka
rarının önüne geçilmez, yenilmez bir mahiyet almış bulunduğu, artık ateşin bacayı sarmış oldu
ğuydu.
Hattâ, eskisine nisbetle işlere alâkasının azalmış olduğu bile söylenebilirdi. Hele israfı her iş- de gösterdiği muhakkaktı. Me
selâ veliahtin, yani oğulları Muiz
Tod’elânın ölmesi üzerine mağa-
zanın başkalfalığına pek âlâ bü
yük damadı geçirip bir tarafta bulunmak ve bir zaman idlerle biraz daha meşgul olup Eskena- zınin her şeyi tamamile kavrama
sını temin etmek pek âlâ müm
künken; makulü bu iken, yük
sek maaşla ve ikinci damat Al- ber Yittermanm tavsiyesile Îs- tanbuldan birini müdür getirmek ne. oluyordu?
Rebeka ilk önce omuzlarını silkmiş: — Müdür, öyle mi? Mü
dür hafif gelir, müdürü umumî olsun! demiş, sonra lâtife ve istihzadan vaz geçerek ciddî bir eda de; __ Lüzumsuz bir
şey,yıllarca her şeyi sen pek âlâ yü
rütmedin mi, mösyö Jozef’ de
mişti.
^ zaman işlerim bu kadar yapılmış mıydı madam Rebeka?
öon iki yılda Moizle Eskenazi hir arada iken bile gittikçe oitişemez 0 mu§lardı. Şimdi damat tek ba
şına her şeyi yüzüne gözüne bu
laştırır!
Rakat mağazanın, servetlerinin emelini teşkil etmiş bulunan bu mağazanın bütün işlerini tama
men eline bırakacağı bu yabancı 5 ? ™ ,bu İstanbul Yahudisinin mıiu dolap çevirmiyeceğine, na
muslu hareket edeceğine nasıl emniyet edilebilirdi? Hattâ bu' yem gelenle ikinci damat arasın-
a bir gizn anlaşma olmadığı da, gizli bir dolabın dönmiyeceği de malum değildi.
. Jozef Todelâ Yahudi mahalle
sinden de şikâyet eder olmuştu.
Içmde doğduğu, büyüdüğü, ev- tendıgı, çoluk çocuk sahibi oldu
ğu. kendilerinden evvel aynı şeyi annelerinin, babalarının da ya
parak sonra gün görmez, yolların-- . I.31511? iÇmde geçip ebedî!
y culuga çıktıkları bu mahalle-!
ye türlü kusur buluyor, bilhassa ır türlü gürbüzleşmeyen, saz rengi çehresi bir türlü kanlanma
yan torunun sıhhati namına Ye- mşehıre taşınmak fikrini arâda mr deri sürüyor ve her sefer, an- 5,, madam Rebekanın şiddetli muhalefeti karşısında bundan vazgeçiyordu.
Fakat yaşlı kadın bu vazgeçiş- letınde ileride aynı dâvayı yine gütmek isteyecek bir adamın edasını görmüyor değildi. Günün irinde mağlûp olup çaresiz bo
yun eğeceğini, cedlerinin içinde
asırlarca yaşamış bulundukları
bu semti terketmeğe razı olaca-
İmi düşünüyordu. Kaldı ki, (Yenişehir) ismi verilen bu uy
durma ve türedi semte gitmek!
Ankaranın yerlisi sıfatile Reroe- kanın haysiyetine de dokunu
yordu.
Şimdi Yenişehir diye arşınına avuç dolusu paralar verilen bu yer eskiden bir toz ve bir çamur deryasından, dönümü beş para etmez bir düzlükten ibaretti.
Dikmen arkasındaki iki gölün suları kışın taştıkça vadilerden geçip buralara yayılırdı ve Çan
kaya ile Dikmen bağlarında otu
ranlar merkeblerine binip şehire gider gelirken burada bir daki
ka eğlenmeğe tenezzül etmezler
di. Istanbuldan gelenler bu ot bitmez düzlüklerden sevimsiz bir kâgir şehir yükseltmeğe giriş
mişlerdi. Kendileri de, ellisinden sonra sapıtan bu aile reisinin emrile günün birinde o uydur
ma semte taşınacak, uydurma oır frerık hayatı sürmeğe gide
ceklerdi..
Hareketleri ölçülü ve dikkatli olan yaşlı kadın bunu her türlü muvazene ve tasarruf zihniyeti hesaba katılmasa dahi isyan et
tirici, öyle soysuz bir iş sayıyor-
Jozef Todelâ Adnan evinde kiracı bulunduğu sırada delikan
lının odasına bir kere olsun gir
memiş, bu sebeple de duvarda, yatağın yambaşmda asılı resmi hiç görmemişti. Karısı ile büyük kızı bundan bahsetmişler:
«— Adnan beyin pek güzel bir kız kardeşi var!» demişlerdi. Fa
kat o bu pek güzel kardeşin resmini görmeği merak etmemiş
ti. Bu cihetle, karısı Madam Re- bekamn sandığı gibi yine bir bahane icat edip değil, fakat ha
kikî bir lüzum üzerine îstanbula son gidişinde Karaköyde Adnan- la beraber Semihayı gördüğü za
man, bu harikulade zarif ve gü- Ze^ kadının, kim olduğunu k a tî şekilde bilememiş, keyfiyet»
ancak delikanlı :
«— Sizi kız kardeşim Semiha- ya takdim edeyim.» dediği za
man anlamıştı.
Ancak o zaman genç kadının Adnana benzediğini de farket- mişti. Ve genç kadın içleri gü
len uzun kirpikli elâ gözleri ile kendisini sararken bembeyaz dişlerini gösteren pek tatlı bir gülüşle gülmüş,
Teşerrüf ettim efendim.»
diyerek el vermişti.
Sonra, aynı tarafa gitmekte bulundukları, Tünelle Beyoğlu- f a Çıkacakları için beraber iler
lemişlerdi. Ve vakit öğleye yakın olduğundan rahatça 'bindikleri
■tünel arabasında Adnan vaziyeti hakkında malûmat vermişti. Hep omada kâtipti. Dün oradan gel
mişti ve.oir hafta kalmak üzere yarın Ankaraya gidecekti.
Jozef Todelâ: — Maalesef ben bu akşam gideceğim. Kaabil ol
sa beraber seyahat etmek için yarına kalırdım. Fakat Ankara- da bir hafta kalacağınıza göre her halde lütfeder, bir acı kah
vemi içmeğe gelirsiniz, demişti.
Adnan da: — Muhakkak ra
hatsız ederim, demişti.
Sonra birdenbire, dün akşam
•Kız kardeşıle konuşmaları, yani Semıhanın Ankaraya gitmesi bahsi o halde kalmışken bu bahsi sanki ortada kararlaşmış bir şey varmış gibi açmış, Semi- hanın da belki bir vazife ile t S t T ada böyle bir ihtimal bulundu rkK6Zİnce gideceği™. or
ğunu söylemişti.
Yalnız mı, yoksa valde ha
nımefendi ile birlikte mi?
Jozef TudelarUn bu sualine Adnan: — Yok, annem Kandil
liyi dünyada bırakmaz. Emek- dar hizmetçimiz Şahendeyi de vermez! mukabelesinde bulun
muştu.
Bunun üzerine nalburun kal
binde şiddetli bir atış hasıl ol
muş ve boğazında biraz düğüm
lenen bir sesle:
— Şu halde hanımefendi haı- retlerine bizim fakirhanede bir oda takdim edebilirim, demişti.
Ve muhataplarının yüzlerinde bir tereddüt, bir istemeyiş, âde
ta bir istihza ve bir istihkar se
zerek ilâve etmiş, izahat vermiş ti: Başka hiç bir kiracı olmıya- cakt-, Yenişehirdeki apartımana nakledilmek üzere idi ve orada eğer şeref verirlerse hanımefen
di tek pansiyoner olacaklardı.
Kaderin ev ¿ıalkım azaltmış bu
lunduğunu da ilâve ederek za
vallı Moizin tam Istanbula, teb
dili havaya gideceği günün ge
cesinde öldüğünü, karısının da yeni bir kocaya vararak Edirne ye gittiğini anlattı.
Moizin ölümüne iki kardeş;
onu tanımış, kendisiyle bir kaç ay aynı çatı altında yaşamış o-
lan Adnan kadar kendisini hiç tanımamış ve belki ismini hiç duymamış, duymuş bulunsa bile hâfızasmda saklamamış olan Se- miha ayni derecede teessür iz
har etmişlerdi..
Galatasarayina varmadan ay
rıldıkları sırada da genç kdm bütün yüzünde âdeta bir şehri- âyin yapan bir gülüşle gülerek içinde yeşil benekler de bulu
nan iri elâ gözlerde Jozef Tu- delanın gözlerinin tâ içlerine ba kacak ve: — Kardeşim hepiniz- 1
den o kadar çok bahsetmişti ki, âdeta eski bir dostla buluşmuş gibi oldum. Tanıştığımızdan çok memnunum. Kısmetse Ankara- da da görüşürüz, diyecekti...
Onlardan ayrıldıktan sonra Beyoğlu caddesi AnkaralI nal
bura tamamile boşalmış, niha
yetsiz derecede uzun ve niha
yetsiz derecede geniş göründü.
Ve kendisine bomboş gibi ge
len bu nihayetsiz derecede u- zun ve nihayetsiz derecede ge
niş yolun Galatasarayla Taksim arasındaki kısmında iki kere gidip geldi. Acele yapılacak iş
leri olduğu, bir kaç yere uğra
ması icabettiği tamamile hatı
rından çıkmıştı.
Bir ara ıslık çalarak yürü
mekte olduğunu ve savrukluk edip bir kaç kişiye birden çarp
tığını farkederek kendi nefsile alay da etti.
Bu halin, bu değişmelerin se
bebini ilk önce anlayamamıştı.
Sonra anladı ve hiç bir deh
şete düşmiyerek ilk önce se
vinçle, hattâ gururla başını yük seklere kaldırdı.
Aşık olmuştu.
Bir delikanlı gibi görür gör
mez, bu işin önünü arkasını hiç düşünmeden âşık olmuştu. Ve elli beş yaşında idi.
Fakat bundan dolayı dehşete düşmüyordu.
Hayır, memnundu.
Nihayet ölümden evvel ve ta- mamile ihtiyar olmadan, heı-şey bitmeden, gece olmadan evvel aşkı tadacaktı. Hiç değilse ıztı- raplarile, henüz ıztırap çekme
ğe takati varken tadacaktı.
Ve sevdiği kadın hakkında bü tün bildiği adının Semiha oldu
ğu idi. Ankaraya çalışmak üze
re gelmesi ihtimali olduğuna gö re de evli olmaması pek muh
temeldi. Fakat parmağında yü
zük bulunup bulunmadığına dik
kat edememişti...
XVII
O karşılaşma gününün akşa
mında, söylemiş olduğu gibi Jo- zef Tudela Ankaraya hareket et miş, hemen ertesi günden itiba
ren de Adnanı beklemeğe ki- yulmuştu. Gelip kendisini mağa zada bulamaması korkusile bir yere çıkmadan bekliyordu. Ad- nanm bu ziyareti pek kısa ola
bilir, bir kahve içerek kalkıp gitmekten ibaret kalabilirdi.
Genç kadının Ankaraya gelme
si ancak bir ihtimal şeklinde söylnemiş ve kendisinin teklif ettiği şey, yâni evine pansiyo
ner olması teklifi ancak nazik bir tebessümle karşılanmıştı. Fa kat nalbur her şey bu ziyaretle halledilecekmiş gibi Adnanı bek
“fo r ve ondan ötesi için hiç bir plân kuramıyordu. Adnan uğ
rayıp «— Kız kardeşim Anka-
«
raya gelmekten vazgeçti.» derse, kendisiie bütün bir ömür so
nunda karşılaşabildiği kadını bir daha görmekten vaz mı ge
çecekti? Bunu düşünmüyor, dü
şünemiyor, sade Adnanı bekli
yor ve dediğimiz gibi, gelip bu- amıyaçağı endişesile dükkândan ayrılmıyordu.
rakat kendisi hâriciyeye gi- dlP yahut delikanlının inebile
ceği iki üç otele uğrayıp onu a- ramağa cesaret edemiyor, hisle- r>m, sevdasını açığa vurmaktan -Korkuyordu.
Nihayet Adnan bir Çarşamba
ya tesadüf eden ve Ankarada geç rdiği altıncı gün olması ica- beden günde gelecekti. Ancak on dakika kaldı ve ertesi günü hareket etmek mecburiyetinde bulunduğu için madam Rebeka- yı da Yenişehire gidip Madam vmtermanı da ziyaret edeme
mekten ileri gelen teessürlerini bildirdikten sonra Jozef Tude- taya onu hakikaten bahtiyar e- den bir haber verdi: Kız karde
şi için hâriciyede pek mükem
mel bir vazife bulmuştu ve bu vazifede kız kardeşi pek çok er kegm alamadıkları bir maaş a-
’ Kabul edip etmiyeceğini k a tî olarak kestiremiyor, fakat gelmeğe kendisini kuvvetle teş
vik edeceğini söylüyordu.
Jozef Tudela heyecanını hiç
belli etmemeğe çalışarak —ve
buna muvaffak olduğunu zan
nederek— Kendisini evinde mi
safir etmekten ne kadar bahti
yar olacağını, pek yakında Ye- nişehire taşınacağı için de ha
nımefendiyi rahat ettirebileceği
ni kuvvetle umduğunu tekrar etti.
Adnan gülerek: — Kadınların ne yapacaklarını kestirmek güç
tür. Fakat hemşirem Ankaraya gelmeğe karar verirse ve yalnız gelirse sizin eviniz elbette ki başka her yerden münasiptir, dedi.
Bu ziyareti yine heyecanlı in
tizar günleri takip edecekti. Tam yedi gün takip edecekti. Niha
yet, yedi gün sonra Kandilli damgalı bir mektup gelmişti.
Bu mektubu doğrudan doğru
ya Semiha hanım yazmış bulu
nuyordu. Adnan Romaya müte
veccihen yola çıktığı sırada he
nüz karar vermemiş olduğunu, fakat artık karar verdiğini, ge
lecek Salı günü hareket edip şu halde Çarşamba günü An- karada bulunacağım, eğer lüt
fen bildirdiği arzuyu, yâni ken
disini evine pansiyoner olarak almak arzusunu muhafaza edi
yorsa istasyondan hemen eve gelebilmesi için gara birini yol
lamak lûtfünda bulunmasını ri
ca ediyor, kendisinin yataklı ile ve sırtında açıkça lâciverd bir tayyörle geleceğini, başında ke
narları beyaz ve ortası siyah bir şapka bulunacağını yollana
cak ^ adamın kendisini tanıyabil
mesi için bildiriyordu.
Cevabı vermek üzere Jozef Tu dela hemen postahaneye koştu ve işaret ettiği günde kendisini!
karşılamak üzere bütün ailenin ! garda bulunacağım telgrafla bil dırdi.
Hayatında bu derecede mesut olduğunu hiç hatırlamıyordu.
Ve ertesi günü Madam Eebeka- nm da bildiği münasebeti tasfi
ye etti. Kalbinde bu aşkla ve hergun Semihayı göreceği, onun la konuşacağı halde o Maryam isimli bîçare Ermeni kadınının evme gidemez, onu artık kolla
rına alamazdı.
un bir yıl sürmüş olan bu mü nasebetı tasfiye eder, bir zinci
re benzemiş olan bu bağı kopa- ken gayetle de cömert
d av -I
randı... !
Eski kiracıları Adnan Beyin kız kardeşi Semiha hanımın ev
c i n e pansiyoner olarak gelece
ğini Jozef Tudela karısına, onun reyine arzettiği bir mesele şek
linde değil, evvelden alınmış ve kat’î bir karar şeklinde, üzerin
de münakaşayı kabul etmiyece- ğini hissettirerek haber verdi.
Rebeka ilk önce kira miktarını sorarak ayda kırk lira alınaca
ğını öğrenince, para üzerinde bütün cazibesini muhafaza etti
ğinden evvelâ bir derece mem
nun olmuş, fakat memnun ol
mamak, hiç memnun olmamak
^fin sonra hatırına bir çok sebep ler gelmişti. Bunların en mü- himmini açığa vurmamayı ter
cih ederek başka sebepler, ikin
ci derecede sebepler üzerinde duracaktı.
O vakte kadar evlerine hattâ kocasile birlikte de tek kadın kıracı almamışlardı. Kiracıları, merdivenlerden gece yarısı ses
sizce çıkıp odalarına giren, sa
bahleyin de odalarından sessiz
ce çıkıp merdivenleri inerek iş
lerine giden adamlar olmuşlar
dı. Bu hanim bütün gün evde mi oturacaktı, kendilerde bera-
°er_ mutfağa girip yemek pişir
meğe mi kalkacaktı?
Jozef Tudela: — Yok beya- hu! Bu hanımın da erkekten far kı yok, hâriciyede memur. Sa
bahleyin çıkıp akşamleyin döne cek, yemeklerini lokantada yiye cek. Amma belki bir gaz ocağı tedarik eder de bazı akşamlar odasında bir şey pişirirse bunu eıkek pansiyonerler de yapmi- yorlar mı? Bundan bize ne?
dedi.
Bu, doğru bir sözdü. Rebeka ses çıkarmadı. Yalnız kaldığı za man ilk önce hatırına gelne ih
timal üzerinde uzun boylu dü
şünceye vardı. Bir hafta sonra geleceği bildirilen bu hanımla kocası arasında bir münasebet vardı da acaba bu geliş bu mü
nasebetin daha devamlı ve katı bir mahiyet alışı mı oluyordu?
Vakıa ortada böyle bir hükme imkân verecek hiç bir şey yok
tu. Hatta, arada bir münasebet olsa, bunun farkedilebilmesi ve bir takım nahoş hâdiselere se
bebiyet vermesi ihtimalinden çe kinerek Jozefin kadını aynı çatı
XVIII