• Sonuç bulunamadı

HEMODİYALİZ HASTALARINA UYGULANAN AKUPRESÖRÜN YORGUNLUK DÜZEYİNE ETKİSİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "HEMODİYALİZ HASTALARINA UYGULANAN AKUPRESÖRÜN YORGUNLUK DÜZEYİNE ETKİSİ"

Copied!
123
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ERCİYES ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

HEMŞİRELİK ANABİLİM DALI (İÇ HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ)

HEMODİYALİZ HASTALARINA UYGULANAN AKUPRESÖRÜN YORGUNLUK DÜZEYİNE ETKİSİ

Hazırlayan Rabiye EĞLENCE

Danışman

Prof. Dr. Nimet KARATAŞ Doç. Dr. Sultan TAŞCI

Doktora Tezi

Haziran 2011 KAYSERİ

(2)

ERCİYES ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

HEMŞİRELİK ANABİLİM DALI (İÇ HASTALIKLARI HEMŞİRELİĞİ)

HEMODİYALİZ HASTALARINA UYGULANAN AKUPRESÖRÜN YORGUNLUK DÜZEYİNE ETKİSİ

Hazırlayan Rabiye EĞLENCE

Danışman

Prof. Dr. Nimet KARATAŞ Doç. Dr. Sultan TAŞCI

Doktora Tezi

Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri birimi tarafından TSD-10-3071 kodlu proje ile desteklenmiştir.

Haziran 2011 KAYSERİ

(3)

BİLİMSEL ETİĞE UYGUNLUK

Bu çalışmadaki tüm bilgilerin, akademik ve etik kurallara uygun bir şekilde elde edildiğini beyan ederim. Aynı zamanda bu kural ve davranışların gerektirdiği gibi, bu çalışmanın özünde olmayan tüm materyal ve sonuçları tam olarak aktardığımı ve referans gösterdiğimi belirtirim.

Adı-Soyadı: Rabiye EĞLENCE

İmza :

(4)
(5)
(6)

TEŞEKKÜR

Tez çalışmam boyunca her türlü destek ve yardımlarını esirgemeyen tez danışmanlarım Prof. Dr. Nimet KARATAŞ ve Doç. Dr. Sultan TAŞCI’ ya,

Tezimin istatistiksel analizine yardım eden ve zaman ayıran Öğr. Gör. Dr. Ahmet ÖZTÜRK’ e

Araştırmanın uygulanması sırasında verdikleri katkı için Dr. İ.Şevki Atasagun Nevşehir Devlet Hastanesi Hemodiyaliz Ünitesi, Kapadokya Diyaliz Merkezi, Özel Aksaray Diyaliz Merkezi ve Somuncubaba Diyaliz Merkezinde çalışan hemşire, doktor ve diğer personele,

Araştırmaya katılan tüm hastalara,

Her zaman manevi destekleriyle yanımda olduklarını hissettiren Aileme

Teşekkür Ederim.

(7)

HEMODİYALİZ HASTALARINA UYGULANAN AKUPRESÖRÜN YORGUNLUK DÜZEYİNE ETKİSİ

Rabiye EĞLENCE

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Hemşirelik Anabilim Dalı

Doktora Tezi, Haziran 2011

Danışman: Prof. Dr. Nimet KARATAŞ – Doç. Dr. Sultan TAŞCI

ÖZET

KBY görülme sıklığı dünyada ve ülkemizde giderek artmaktadır. KBY nedeniyle hemodiyalize alınan hastalarda oldukça yüksek oranlarda görülen sorunlardan biride yorgunluktur.

Yorgunluk; bireyin günlük performanslarını, aktivitelerini, mesleki yaşamını, aile ve arkadaşlık ilişkilerini, tedavi süreçlerini olumsuz yönde etkileyerek yaşam kalitesini düşürmektedir.

Araştırma, hemodiyaliz hastalarına akupunktur kalemi ile uygulanan akupresörün yorgunluk düzeyine etkisini belirlemek amacıyla randomize kontrollü deneysel çalışma olarak yapılmıştır.

Çalışma, Nevşehir ve Aksaray il merkezinde bulunan 4 hemodiyaliz merkezinde 12.10.2009 - 15.10.2010 tarihleri arasında çalışma kriterlerine uyan 52’si müdahale, 66’sı kontrol grubunda olan toplam 118 hasta ile tamamlanmıştır. Araştırmada veriler; hasta tanıtım formu, VAS yorgunluk ve Piper yorgunluk ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Çalışmada etik kurul onayı ile bireylerden yazılı bilgilendirilmiş onam formu alınmıştır. Müdahale grubundaki bireylere akupresör uygulama protokolü doğrultusunda bir ay boyunca haftada üç gün toplam 12 seans akupresör uygulaması yapılmıştır. Müdahale ve kontrol grubundaki bireylerin bir ay sonra ikinci izlemleri yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde ki-kare testi, bağımsız iki örnek t testi, bağımlı örnek t testi, Mann-Whitney U testi, Wilcoxon testi, Spearman korelasyon analizleri kullanılmıştır.

Müdahale ve kontrol grubundaki bireylerin ilk izlemlerinde VAS yorgunluk ve Piper yorgunluk ölçeğinden aldıkları puanlar arasında bir fark olmadığı (p>0.05), müdahale grubunun kontrol grubuna göre ikinci izlemde VAS yorgunluk (p<0.001) ve Piper yorgunluk ölçeğinin bilişsel alt boyutu hariç (p>0.05), diğer alt boyut ve toplam yorgunluk puanlarının düştüğü belirlenmiştir (p<0.05).

Çalışma sonucunda, hemodiyaliz hastalarına akupunktur kalemi ile uygulanan akupresörün yorgunluk düzeyini azaltmada etkili olduğu belirlenmiştir. Bu sonuca göre hemodiyaliz hastalarının ve hemşirelerinin akupresör uygulaması hakkında bilgilendirilerek akupresör uygulamasının yaygınlaştırılması önerilmektedir.

Anahtar Kelimeler: Hemodiyaliz; yorgunluk; akupresör; hemşirelik.

(8)

THE EFFECT OF ACUPRESSURE USED FOR THE HEMODIALISIS PATIENTS ON FATIGUE LEVELS

Rabiye EĞLENCE

Health Sciences Institute of Erciyes University Department of Nursing

Doctorate Thesis, June 2011

Supervisor: Prof. Dr. Nimet KARATAŞ – Assoc. Prof.Dr. Sultan TAŞCI ABSTRACT

Incidence of CKD has gradually been increasing in the world and in our country. One of the problems which were seen in high numbers in haemodialysis patients is fatigue. Fatigue decreases quality of life by affecting individual’s daily performance, activities, professional life, relations with family and friends and treatment process negatively. This research was planned as a randomized controlled experimental study in order to find out the effect of acupressure applied to haemodialysis patients by acupuncture pen on fatigue level. The study was completed with 118 patients (52 in intervention and 66 in control groups) who were suitable for study criteria in 4 haemodialysis centres in Nevşehir and Aksaray city centres between 12.10.2009 and 15.10.2010. The data were collected with Patient Identification Form, VAS for Fatigue and Piper Fatigue Scale. Patients’ signed forms of consent for the study were obtained after the ethics committee approval. According to the acupressure application protocol, patients in intervention group received 12 sessions of acupressure three days a week for one month. The second follow-ups of the intervention and control groups were carried out one month later. Chi- square tests, independent two-sample t test, t test for dependant samples, Mann-Whitney U test, Wilcoxon test, Spearman Correlation Analysis were used for the data analysis.

It was found out in the first follow-up that there was not any difference between the scores obtained from VAS for Fatigue and Piper Fatigue Scale of the intervention group and control group (p<0.001) whereas it was noted in the second follow-up that VAS for Fatigue scores and total fatigue scores and fatigue scores of the subscales of Piper Fatigue Scale –except cognitive/mood subscale- were lower (p<0.05).

As a conclusion, it was concluded that acupressure made using acupuncture pen was effective in reducing fatigue levels. Therefore, it is recommended that hemodialysis patients and hemodialysis nurses should be informed about acupressure application and this application should be more common.

Keywords: Hemodialysis; fatigue; acupressure; nursing.

(9)

İÇİNDEKİLER

Sayfa no

İÇ KAPAK ...i

BİLİMSEL ETİĞE UYGUNLUK SAYFASI…………...ii

YÖNERGEYE UYGUNLUK SAYFASI… ...iii

KABUL ONAY SAYFASI ...iv

TEŞEKKÜR ...v

ÖZET ...vi

ABSTRACT… ...vii

İÇİNDEKİLER...viii

KISALTMALAR...x

TABLO LİSTESİ...xi

ŞEKİL LİSTESİ…………………… ...xii

1. GİRİŞ VE AMAÇ...1

2. GENEL BİLGİLER ...4

2.1.HEMODİYALİZ ...4

2.1.1. Hemodiyalizin Avantajları...6

2.1.2. Hemodiyalizin Dezavantajları ...7

2.1.3. Hemodiyaliz Yeterliliği ...7

2.1.4. Hemodiyalizin Komplikasyonları ...8

2.1.4.1.Hemodiyalizin Akut Komplikasyonları ...8

2.1.4.2.Hemodiyalizin Kronik Kompliksayonları ...8

2.2.YORGUNLUK ...9

2.2.1.Yorgunluğun Tanımı ...9

2.2.2.Yorgunluğun Sınıflandırılması ...11

2.2.3.Yorgunluk Nedenleri ...11

2.2.4. Yorgunluğun Tanımlayıcı Özellikleri ...13

2.2.5.Yorgunluğun Birey Üzerindeki Etkileri ...14

2.3. KBY VE YORGUNLUK ...14

2.4.HEMODİYALİZ HASTALARINDA YORGUNLUK NEDENLERİ ...16

2.4.1.Fizyolojik Faktörler ...16

2.4.1.1.Anemi ve Yorgunluk ...16

2.4.1.2.Beslenme Durumu ve Yorgunluk ...17

2.4.1.3.İnflamasyon ve Yorgunluk ...17

2.4.1.4.Fiziksel Hareketsizlik ve Yorgunluk ...18

(10)

2.4.2. Psiko-Sosyal Faktörler ...18

2.4.3. Sosyo-Demografik Faktörler ...19

2.4.4. Diyalize Bağlı Faktörler ...19

2.5.YORGUNLUĞUN DEĞERLENDİRİLMESİ VE ÖLÇÜMÜ ...19

2.6.YORGUNLUK YÖNETİMİ ...21

2.6.1. Farmakolojik Yöntemler ...21

2.6.2. Farmakolojik Olmayan Yöntemler ...21

2.7. AKUPRESÖR ...23

2.7.1. Akupuntur Noktaların Saptanması ...25

2.7.2. Akupresörün Etkileri ...25

2.7.3. Akupresör ve Hemşirelik ...26

3.GEREÇ VE YÖNTEM ...28

3.1. ARAŞTIRMANIN ŞEKLİ ...28

3.2. ARAŞTIRMANIN YAPILDIĞI YER VE ÖZELLİKLERİ ...28

3.3. ARAŞTIRMANIN EVREN VE ÖRNEKLEMİ ...30

3.4. VERİ TOPLAMA ARAÇLARI ...33

3.4.1. Hasta Tanıtım Formu ...33

3.4.2. Yorgunluk Şiddeti Ölçümü -Visual Analog Skala (VAS) ...33

3.4.3. Piper Yorgunluk Ölçeği ...34

3.4.4.Akupunktur Kalemi ...34

3.5.ÖN UYGULAMA ...36

3.6. VERİLERİN TOPLANMASI ...36

3.6.1. Müdahale Grubuna Yapılan Uygulamalar ...36

3.6.2. Kontrol Grubuna Yapılan Uygulamalar ...40

3.7.VERİLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ...42

3.8.ARAŞTIRMANIN ETİK BOYUTU ...42

4. BULGULAR ...43

5. TARTIŞMA VE SONUÇ ...63

6. KAYNAKLAR ...73 EKLER

ÖZGEÇMİŞ

(11)

KISALTMALAR

KBY : Kronik Böbrek Yetmezliği SDBY : Son Dönem Böbrek Yetmezliği RRT : Renal Replasman Tedavileri KBH : Kronik Böbrek Hastalığı GFH : Glomerüler Filtrasyon Hızının

USRDS: Amerika Birleşik Devletleri Renal Veri Sistemi AVF : Arteriyovenöz Fistül

Kt/V : Üre Kinetik Modeli EPO : Eritropoetin

Hb : Hemoglobin IL : İnterlökin

CRP : C-Reaktif Protein

KOAH : Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı

(12)

TABLO LİSTESİ

Sayfa No

Tablo 2. 1. Akupunktur Meridyenleri...24

Tablo 3. 1. Akupunktur Cihazının Özellikleri...35

Tablo 3. 2. Müdahale ve Kontrol Grubunda Her Bir Hastaya Yapılan Uygulamalar ...41

Tablo 4. 1. Müdahale ve Kontrol Grubundaki Bireylerin Tanıtıcı Özelliklerine Göre Dağılımı...43

Tablo 4. 2. Müdahale ve Kontrol Grubundaki Bireylerin Hastalıkla İlgili Özelliklerine Göre Dağılımı...45

Tablo 4. 3. Müdahale ve Kontrol Grubundaki Bireylerin Yorgunluk Özelliklerine Göre Dağılımı ...47

Tablo 4. 4. Müdahale Grubundaki Bireylerin Birinci ve İkinci İzlemdeki Kan Basıncı, Diyalizler Arası Kilo Farkı ve Laboratuvar Bulguları Ortancalarının Dağılımı………...49

Tablo 4. 5. Kontrol Grubundaki Bireylerin Birinci ve İkinci İzlemdeki Kan Basıncı, Diyalizler Arası Kilo Farkı ve Laboratuvar Bulguları Ortancalarının Dağılımı ...50

Tablo 4. 6. Müdahale ve Kontrol Grubundaki Bireylerin Birinci ve İkinci İzlemdeki VAS ve Piper Yorgunluk Ölçeği Puan Ortancalarının Dağılımı ...51

Tablo 4. 7. Müdahale ve Kontrol Grubundaki Bireylerin Birinci ve İkinci İzlemdeki VAS ve Piper Yorgunluk Ölçeği Puan Farkı Ortancasının Dağılımı...53

Tablo 4. 8. Müdahale ve Kontrol Grubundaki Bireylerin İkinci İzlemdeki Piper Yorgunluk Ölçeği ve VAS Puanları Arasındaki Korelasyon...54

Tablo 4. 9. Müdahale Grubundaki Bireylerin Birinci İzlemdeki Kan Basıncı, Diyalizler Arası Kilo Farkı ve Laboratuar Bulguları ile VAS ve Piper Yorgunluk Ölçeği Puanlarının Korelasyonu ...55

Tablo 4.10. Kontrol Grubundaki Bireylerin Birinci İzlemdeki Kan Basıncı, Diyalizler Arası Kilo Farkı ve Laboratuar Bulguları ile VAS ve Piper Yorgunluk Ölçeği Puanlarının Korelasyonu...56

Tablo 4.11. Müdahale Grubundaki Bireylerin İkinci İzlemdeki Kan Basıncı, Diyalizler Arası Kilo Farkı ve Laboratuar Bulguları ile VAS ve Piper Yorgunluk Ölçeği Puanlarının Korelasyonu...58

Tablo 4.12. Kontrol Grubundaki Bireylerin İkinci İzlemdeki Kan Basıncı, Diyalizler Arası Kilo Farkı ve Laboratuar Bulguları ile VAS ve Piper Yorgunluk Ölçeği Puanlarının Korelasyonu...59

Tablo 4.13. Müdahale ve Kontrol Grubundaki Bireylerin Birinci ve İkinci İzlemdeki Yaş, Hastalık Süresi ve Hemodiyaliz Süresi İle VAS ve Piper Yorgunluk Ölçeği Puanlarının Korelasyonu ...61

(13)

ŞEKİL LİSTESİ

Sayfa No

Şekil 2. 1. Hemodiyaliz İşlemi ...5

Şekil 2. 2. Hemodiyaliz Hastalarında Yorgunluğa Neden Olabilecek Faktörler...15

Şekil 2. 3. Bireysel Sun Saptanmasında Kriter Alınan Eldeki Anatomik Ölçüler ...25

Şekil 3.1. Örneklem Diyagramı ...32

Şekil 3.2. Visual Analog Skala ...33

Şekil 3.3. XFT-320 TENS ve Akupunktur Cihazı ...36

Şekil 3.4. St 36 Akupunktur Noktası ...38

Şekli 3.5. GB34 Akupunktur Noktası ...39

Şekil 3.6. Sp6 Akupunktur Noktası ...39

Şekil 3.7. K1 Akupunktur Noktası ...40

(14)

1.GİRİŞ VE AMAÇ

Bilim ve teknolojideki hızlı gelişmeler; tanı ve tedavi yöntemlerinin artmasına, bulaşıcı hastalıkların kontrol altına alınmasına, erken yaşta ölümlerin azalmasına ve doğuştan beklenen yaşam süresinin uzamasına yol açmıştır. Yaşam süresinin uzaması ile birlikte kronik hastalıkların görülme sıklığı da artmıştır. Amerika Birleşik Devletleri’nde nüfusun %50’sinde bir ya da daha fazla sayıda kronik hastalık bulunduğu, her yıl kronik hastalıklar nedeni ile 10 kişiden 7’sinin (1.7 milyon kişi) öldüğü, ülkemizde ise yaklaşık 22 milyon kişinin en az bir kronik hastalığa sahip olduğu ve kronik hastalıkların sayısında artış gözlendiği bildirilmektedir (1-4).

Kronik hastalıklar arasında önemli bir yere sahip olan kronik böbrek yetmezliği (KBY);

birçok organ veya sistemde zamanla ilerleyen bozukluklara, ciddi organik, mental ve psikososyal sorunlara neden olabilen bir hastalıktır. KBY’de sürekli ayaktan periton diyalizi, hemodiyaliz ve böbrek transplantasyonu gibi renal replasman tedavileri uygulanmaktadır (2, 5). KBY’nin görülme sıklığı dünyada ve ülkemizde giderek artmaktadır. Her yıl bir milyon kişiden 150-200’üne KBY tanısı konmaktadır. Halen tüm dünyada iki milyonu aşkın kişi diyaliz ve böbrek nakli tedavileri ile yaşamını sürdürmektedir. Bu sayının yaklaşık %6-8’lik artış hızı ile önümüzdeki 10 yıl içinde iki katına çıkması beklenmektedir (2, 5-8). Amerika Birleşik Devletleri’nde 2000 yılında

(15)

398.000 son dönem böbrek yetmezliği (SDBY) hastası varken, bu sayısının 2030 yılında iki milyona ulaşacağı tahmin edilmektedir (9). Ülkemizde de benzer bir artış söz konusudur. 1999 yılında diyaliz tedavisi gören hasta sayısı 16.412 iken, bu rakam 2009 yılında üç kattan fazla artarak 59.443’e ulaşmıştır. Türk Nefroloji Derneği’nin verilerine göre de SDBY nokta prevalansı milyon nüfus başına 1996 yılında 109 iken 2009 yılında milyon nüfus başına 819 olarak saptanmıştır (7, 8, 10). Renal replasman tedavileri arasında en çok uygulanan yöntem hemodiyalizdir. Türk Nefroloji Derneği’nin 2009 yılı verilerine göre SDBY hastalarının %79.0’ına hemodiyaliz uygulanmakta olup, 46.650 hemodiyaliz hastası bulunmaktadır (2, 10).

Vücutta biriken metabolik atıkların uzaklaştırılmasını sağlayan bir yöntem olan hemodiyaliz tedavisi, hastaların yaşam süresini uzatmakla birlikte yaşam şeklini önemli ölçüde etkileyebilmektedir. Hastalar belirli gün ve saatlerde makineye ve hastaneye bağımlı olmanın yanı sıra, tıbbi tedavi, diyet, sıvı kısıtlaması, minimal düzeyde fiziksel aktivite gibi ciddi kısıtlamalarla karşı karşıya kalmakta ve kronik yorgunluk, bitkinlik, seksüel fonksiyonlarda bozulma, beden imgesinde değişme, uyku bozuklukları gibi sorunlar yaşamaktadırlar. Yaşanan tüm bu sorunlarda hastaların yaşam kalitesini etkilemektedir (2, 11-14). Yapılan çalışmalarda da hemodiyaliz hastalarının yaşam kalitelerinin düşük olduğu belirlenmiştir (11, 14, 15).

KBY nedeniyle hemodiyalize alınan hastalarda oldukça yüksek oranlarda görülen ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen sorunlardan biri de yorgunluktur (13, 14, 16- 18). Yapılan çalışmalarda hastaların %71.0 - 92.5 arasında değişen oranlarda yorgunluk yaşadığı (19-21) ve yorgunluğun KBY olan hastalarda en sık görülen, günlük yaşam aktivitelerini ve yaşam kalitelerini önemli oranda etkileyen bir faktör olduğu saptanmıştır (13, 14, 16-21).

Yorgunluk, tüm kronik hastalıklarda ortaya çıkabilen genel bir semptomdur. Hastalar tarafından halsizlik, bitkinlik, tükenmişlik, ağırlık hissi, çabuk yorulma, uyuşukluk, dermansızlık gibi kelimelerle tanımlanabilen yorgunluk, bireyin günlük performansını, aktivitelerini, mesleki yaşamını, aile ve arkadaşlık ilişkilerini, cinsel yaşamlarını ve tedavi süreçlerini olumsuz yönde etkileyebilmektedir (22-24). Bunların yanında bireylerin fiziksel yeterliliklerini azaltarak, bağımlılık düzeylerini arttırmakta ve yaşam kalitelerini düşürmektedir (23).

(16)

Hastaların yorgunluk ile etkili bir şekilde baş edebilmeleri için profesyonel sağlık ekibinin önerilerine ihtiyaçları vardır. Hemşireler, hemodiyaliz hastalarının haftada 2-3 kez 4-6 saat süreyle ünitede olmaları nedeniyle onlarla en fazla birlikte olan ekip üyesidir. Hasta ile yakın iletişimde bulunan, hastanın ihtiyaçlarını anında görebilen ve müdahale edebilecek durumda olan hemşireye, hastaların yaşadığı yorgunluk ile baş etmelerine yardımcı olmada önemli görev ve sorumluluk düşmektedir (17, 23-25).

Hastaların yaşadığı yorgunluk ile baş edebilmeleri için yapılabilecek girişimler farmakolojik ve farmakolojik olmayan yöntemleri içermektedir. Kronik hastalıklarda bireyin yaşam süresini ve yaşam kalitesini arttırmak için hemşire ve sağlık ekibinin diğer üyeleri, birlikte hareket etmeli ve semptom kontrolünde destekleyici terapileri kabul ederek uygulamalıdır (26-28). Destekleyici yöntemlerden birisi de akupresördür (29, 30). Yapılan çalışmalarda ağrı tedavisinde (31, 32), gebelikte (33), post-operatif dönemde (34) ve kemoterapiye (35) bağlı oluşan bulantı kusmaların kontrolünde akupresörün etkili olduğu belirlenmiştir. Böbrek hastalarında da depresyon, uykusuzluk, yorgunluk gibi birçok semptomun kontrolünde akupresörün etkili olduğunu gösteren çalışmalar (30, 36-38) olmakla birlikte ülkemizde hemodiyaliz hastalarının yaşadığı semptomların kontrolünde akupresörün etkisini gösteren bir çalışma ile karşılaşılmamıştır.

Bu araştırma; hemodiyaliz hastalarında bacak ve ayakta bulunan 4 akupresör noktasına (GB34, St36, Sp6, K1) akupunktur kalemi ile 12 seans uygulanan akupresörün hastaların yorgunluk düzeylerine etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır.

Araştırmanın Hipotezleri

Hο: Bacak ve ayakta bulunan 4 akupresör noktasına (GB34, St36, Sp6, K1) akupunktur kalemi ile 12 seans uygulanan akupresör, hemodiyaliz hastalarının yorgunluk düzeyini azaltmada etkili değildir.

Hı: Bacak ve ayakta bulunan 4 akupresör noktasına (GB34, St36, Sp6, K1) akupunktur kalemi ile 12 seans uygulanan akupresör hemodiyaliz hastalarının yorgunluk düzeyini azaltmada etkilidir.

(17)

2. GENEL BİLGİLER

2.1.HEMODİYALİZ

Hemodiyaliz, hastadan alınan kanın antikoagülasyonla vücut dışında makine yardımıyla yarı geçirgen bir membrandan geçirilerek sıvı solüt içeriğinin yeniden düzenlenip hastaya geri verilmesi işlemidir (39-41).

Hemodiyaliz işleminin gerçekleştirilmesi için hemodiyaliz makinesine yeterli kan akımı sağlanmalıdır (erişkinde genellikle dakikada 200-600 ml). Yeterli kan akımı sağlanması için kalıcı veya geçici vasküler giriş yolu gereklidir. Geçici vasküler giriş yolu sağlamak için günümüzde en yaygın kullanılan yöntem çift lümenli bir kateterin femoral, subklavyen veya internal juguler vene yerleştirilmesidir. Kalıcı vasküler giriş yolları ise, arteriyovenöz greft, arteriyovenöz fistül (AVF) ve kalıcı kateterdir. AVF uzun süre kalıcı olması, komplikasyon gelişme riskinin az olması ve hastanın yaşam kalitesini artırması nedeniyle hemodiyaliz giriş yolları içinde en çok tercih edilen yöntemdir. Türk Nefroloji Derneği’nin 2009 yılı verilerine göre, hemodiyaliz hastalarının %84.0’ında damar erişim yolu olarak AVF kullanılmaktadır. AVF, bir arter ile bir venin doğrudan cerrahi yolla ağızlaştırılmasıdır. Yapılan bu işlem venin genişleyip duvarının kalınlaşmasına yol açar. Sıklıkla distalden başlayarak kol, yoğun olarak da ön kol kullanılır. Eğer fistül girişimi beklendiği şekilde olmuşsa (üzerine dokunulduğunda

(18)

dolgunluk ve thrill sesi alınıyorsa) hasta 3 hafta sonra hemodiyaliz makinesine bu fistül ile bağlanabilir (11, 39-43).

Hemodiyaliz işleminin üç ana bileşeni vardır:

1- Diyalizör (filtre ya da hemodiyaliz membranı),

2- Solüt klirensi için belirli bir kimyasal kompozisyonda sıvı (diyalizat), 3- Pompa yardımıyla kan ve diyalizat dolaşımını sağlayan sistem (39-41).

Şekil 2. 1.Hemodiyaliz İşlemi

Diyalizörler; diyaliz işleminin gerçekleştiği, içinde yarı geçirgen membranların bulunduğu diyaliz gereçleridir. Diyalizör dört girişli bir kutu veya tüpe benzetilebilir.

Bu girişlerin ikisi kan kompartmanı, diğer ikisi ise diyalizat kompartmanı ile bağlantılıdır. Yarı geçirgen membran bu iki bölümü birbirinden ayırır. Diyalizörler membran yapısına göre hallowfiber (içi boş lif) veya paralel tabakalar yapısında olabilir. Membran materyaline göre diyalizörler; selüloz (kuprofan, sellüloz asetat gibi), semi sentetik (hemofan gibi) veya sentetik (polisülfan gibi) yapıda olabilirler.

Ülkemizde de yaygın bir kullanım alanına sahip olan sentetik membranlar, daha pahalıdır, ancak biyouyumlulukları daha fazla olup, daha az alerjik reaksiyona ve inflamasyona yol açarlar. Türk Nefroloji Derneği’nin 2009 yılı verilerine göre, hemodiyaliz merkezlerinde en çok kullanılan diyalizörler sentetik diyalizörlerdir. Bu diyalizörlerin kullanım oranı %65.0’dır (11, 39-41, 44).

Diyalizat; hazır konsantre diyalizat solüsyonlarının saflaştırılmış su ile hemodiyaliz makinesi içinde belli oranlarda karıştırılmasıyla oluşturulur. Hazır konsantre diyalizat

(19)

solüsyonları asetat veya bikarbonat tampon içerirler. Bikarbonat içeren solüsyonlar daha fizyolojiktir ve asidozun daha iyi kontrolünü sağlarlar. Bu nedenle bikarbonatlı hemodiyaliz solüsyonlarının kullanımı daha avantajlıdır ve ülkemizde de kullanımı yaygınlaşmıştır (39, 40, 44).

Hemodiyaliz işlemi sırasında diyaliz membranının bir yanından dengeli bir elektrolit solüsyonu olan diyalizat sıvısı, diğer yanından ise hastanın kanı pompalanır. Diyalizin etkinliğini arttırmak amacı ile diyalizat ve kan akımları birbirine ters yönde akar.

Diyalizör ve diyaliz setlerinden geçen kanın pıhtılaşmasını önlemek için sistem içindeki kanın antikoagüle edilmesi gerekir. Antikoagülasyon hasta için risk taşıyorsa kan akım hızı yüksek tutulmaya çalışılarak ve her 30 dakikada bir arter hattından serum fizyolojik verilerek diyaliz yapılır (Şekil 2.1) (39-41).

Diyalizin diffüzyon ve ultrafiltrasyon olmak üzere iki temel prensibi vardır. Difüzyon, membranın iki yanındaki konsantrasyon farkı nedeni ile solütün konsantrasyonu yüksek olan taraftan düşük olan tarafa hareketidir. Plazmanın biyokimyasal içeriği konsantrasyon farkına bağlı olarak diffüzyon ile değişir, böylece solüt uzaklaşması sağlanmış olur. Ultrafiltrasyon ise uygulanan basınç nedeni ile membranın bir yanından diğer yanına sıvı transferidir. Sıvı transferine solüt transferi de eşlik ettiğinden (konveksiyon), ultrafiltrasyon solüt değişimine de katkıda bulunur. Hemodiyaliz tedavisi hastanın kalan böbrek fonksiyonlarına ve diyetle aldığı protein miktarına bağlı olmak üzere haftada 2-3 kez, 4-6 saat süreyle uygulanır (39-41).

2.1.1.Hemodiyalizin Avantajları

• Hasta diyaliz tedavisi ile haftada 2 - 3 kez, 4 - 6 saat ilgilenmekte, diğer zamanlarda serbest olmaktadır.

• Metabolik dengeyi daha az etkilediği için şişmanlık daha az görülmektedir.

• Malnütrisyon ile daha az karşılaşılmaktadır.

• Hastaneye yatma gereksinimi daha az olmaktadır.

• Karına ait komplikasyonlar görülmemektedir.

• Atık maddeler vücuttan hızla ve başarı ile uzaklaşmaktadır.

• Bireyin diğer hastalarla sosyal ilişki kurmasına olanak tanımaktadır.

(20)

• Uzman hekim ve hemşirelerden oluşan deneyimli bir ekip tarafından yapılmaktadır.

2.1.2.Hemodiyalizin Dezavantajları

• Tedavi seansları arasında sıvı-elektrolit ve metabolik değişime bağlı olarak diyaliz sonrası hastanın kendini iyi hissetmesi, ancak sonraki seansa kadar yavaş yavaş tekrar kötüleşmesi sonucu oluşan rahatsızlık hissedilmektedir.

• Tedavi sırasında damara giriş için her defasında fistül iğneleri kullanılmaktadır.

• Çeşitli sıvı ve gıdaların alınmasında kısıtlanmalar vardır.

• Fistül için küçük bir cerrahi operasyon gerekmektedir.

• Heparinizasyon gereksinimi vardır.

• Fazla araç gereksinimi vardır.

• Anemiye neden olan artmış kan kaybı vardır.

• Özel yetişmiş personel gereksinimi vardır ( 39-41, 45-47).

2.1.3.Hemodiyaliz Yeterliliği

Diyaliz tedavisinin başlıca hedefleri üremik semptomları hafifletmek, kabul edilebilir bir yaşam kalitesi sağlamak ve sistemlerin disfonksiyonunu azaltmaktır. Diyalizin yeterliliğinin değerlendirilmesinde çeşitli parametreler öne sürülmüş olmakla birlikte tek bir basit ölçütten bahsedilememektedir. Biyokimyasal olmayan parametreler subjektif ve standardizasyonu güç olup, diyaliz dışındaki faktörlerden de etkilenebilmektedir. Bu amaçla özellikle sinir ileti hızı, vibrasyon duyusu eşiği, EEG gibi çeşitli nörolojik parametreler ve yaşam kalitesi araştırılmışsa da bunların diyaliz yeterliliğini kısa vadede yansıtamadıkları görülmüştür (48).

Pratikte hastaların fiziksel güçleri, kavrama ve bilme fonksiyonları, sosyal aktiviteleri, cinsel fonksiyonları, uyku düzenleri, kişilik belirtileri, yeterli hemoglobin düzeylerinin idamesi, kan basıncı kontrolü, kardiyopulmoner stabiliteleri, iştah ve nutrisyonel durumlarının düzenli olarak izlenmesi ile bu parametrelerde olumsuz değişiklikler gözlenirse, diyalizin yeterli olmadığı hakkında bir fikir edinilebilir. Fakat sadece bu parametrelerin izlenmesi ile diyalizin yeterli olduğu kanaatine varılması doğru olmamaktadır. Bu nedenle hemodiyaliz yeterliliğini ölçen çeşitli parametreler

(21)

kullanılmaktadır. Bunlar üre kinetik modeli (Kt/V), zamanlı üre ortalaması (Time Averaged Concentration of Urea -TAC(urea)), protein katabolizma hızı (Protein Catabolik Rate- PCR), ürede azalma (Urea Reduction Rate- URR) ve serum albümin düzeyidir.

Hemodiyaliz yeterliliğinin ölçülmesinde en sık kullanılan yöntem üre kinetik modelidir.

Diyaliz sırasında üre konsantrasyonu hızla düşmekte ve iki diyaliz arası sürede yükselmektedir. Diyalizde üre düşmesini etkileyen değişkenler; K: diyalizörün üre klirensi, t: diyaliz süresi, V: ürenin vücutta dağılma volümüdür. Diyaliz merkezleri hakkındaki yönetmelikte önerilen formül aşağıda verilmiştir;

Kt/V = -ln((BUNPost / BUNPre) - (0.008 x Saat)) + ((4 - (3.5 x BUNPost / BUNPre)) x (UFVol / Ağırlık)

Kt/V değerinin haftada 3 kez diyalize giren birey için en az 1.2-1.3 olması hedeflenmektedir (48-50).

2.1.4.Hemodiyalizin Komplikasyonları

Hemodiyaliz tedavisi hayat kurtarıcı bir tedavi yöntemi olmasına rağmen hastalarda birçok komplikasyonlara yol açar. Hemodiyalizin komplikasyonları; hemodiyaliz sırasında görülen akut komplikasyonlar ve hemodiyalizin uzun dönemde görülen kronik komplikasyonları olarak sınıflandırılır.

2.1.4.1.Hemodiyalizin Akut Komplikasyonları

Hipotansiyon, kas krampları, bulantı-kusma, baş, göğüs ve sırt ağrıları, ateş-titreme, diyaliz disekilibrium sendromu, konvülziyonlar, kanama, hemoliz, aritmiler, diyalizer reaksiyonları, hava embolisi, hipoksemi ve kardiyak arresttir (40, 51, 52).

2.1.4.2.Hemodiyalizin Kronik Komplikasyonları

Hematolojik Komplikasyonlar: Anemi, kanama diatezi, lökopeni.

Kardiovasküler Sistem Komplikasyonları: Hipertansiyon, sistemik kalp hastalığı, kalp yetmezliği, perikardit.

Gastrointesinal Sistem (GİS) Komplikasyonları: Gastroenterit, GİS kanaması, konstipasyon, karaciğer hastalıkları, asit.

Kas-İskelet Sistemi Komplikasyonları: Üremik kemik hastalığı (renal osteodistrofi).

(22)

Dermatolojik Komplikasyonlar: Üremik kaşıntı, küçük damarlardaki kalsifikasyonlara bağlı gelişen cilt nekrozları.

Metabolik ve Endokrin Komplikasyonları: Hiperlipidemi, endokrin anormallikleri, infertilite ve seksüel fonksiyon bozuklukları.

Nörolojik Komplikasyonlar: Diyaliz ensefalopatisi, diyaliz demansı, periferik nöropati, otonomik sistem disfonksiyonu, kranyal sinir bozuklukları, tükenmişlik sendromu.

Enfeksiyonlar: Hepatitler, HIV.

Fistül komplikasyonları Diyaliz amiloidozu

Psiko-sosyal sorunlar (40, 53, 54).

2.2.YORGUNLUK

2.2.1.Yorgunluğun Tanımı

Yorgunluk, günlük hayatta herkes tarafından bilinen ve sık karşılaşılan genel bir sorundur. Yorgunluğun var olan evrensel bir tanımı yoktur. Yorgunluğun evrensel olarak kabul edilmiş bir tanımı olmamasına karşın, hastalar yorgunluğu; güç ve performansta azalma, halsizlik, zayıflık, enerji yokluğu, bitkinlik, depresyon, konsantrasyonda güçlük, motivasyon eksikliği ve uykusuzluk olarak tanımlamışlardır.

Halsizlik, bitkinlik, düşkünlük kavramları ile eş anlamlı kullanılan yorgunluk kavramı, bir anlamda bunların hepsini içine alan zihinsel ve fiziksel bir tükenmişlik hali olarak tanımlanabilir (22, 54-57).

Yorgunluk, yorgun olmaktan farklıdır. Yorgun olma; uykusuzluk, yetersiz ve dengesiz beslenme, aktivitelerde sınırlama yaratan bir yaşam şekli, iş veya sosyal sorumluluklarda geçici bir artışla oluşan sürekli olmayan bir durumdur. Yorgunluk ise;

kas zayıflığı, atık ürünlerin birikmesi, enflamatuar süreçler gibi durumlarda ortaya çıkan ve engellenemeyen bir tükenme duygusudur. Yorgunluk kontrol altına alınmadığında bireyin günlük yaşam aktivitelerini ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen bir semptomdur. Son zamanlarda sık tartışılan bu semptom, günlük yaşantımızda her zaman karşılaştığımız süresi ve derecesi bireysel farklılıklar gösteren subjektif bir durumdur (24, 58, 59).

(23)

Yorgunluk kavramı, pek çok sağlık disiplinince farklı şekillerde tanımlanmıştır.

Yorgunluk, fizyologlar tarafından “fiziksel performansta azalma”, patologlar tarafından

“nöromusküler ve metabolik hastalıkların belirtisi olarak, fiziksel ve mental yetersizliğin olması”, psikologlar tarafından, “konsantrasyon yeteneğini de içine alan mental yetersizlik”olarak tanımlanmıştır (24, 55).

Yorgunluk hemşire araştırmacılar tarafından da tanımlanmıştır. Bu tanımların özelliği daha geniş kapsamlı ve bütüncül görüşe uygun olmalarıdır. Tack yorgunluğu; “genel olarak tükenmişlik duygusunu içine alan subjektif bir kavramdır” seklinde tanımlamıştır. Appels ve Mulder yorgunluğu; “güçsüzlük hissinin eşlik ettiği, enerjinin azalması ile ortaya çıkan tükenmişlik durumudur” şeklinde tanımlamıştır. Piper’e göre yorgunluk, “somatik ve psikolojik faktörlerin rol oynadığı kompleks bir algıdır”

şeklinde ifade edilmiştir (24, 60-62).

Yorgunluk NANDA (North American Nursing Diagnosis Association) tarafından bir hemşirelik tanısı olarak kabul edilmiştir. NANDA yorgunluğu; dinlenmekle geçmeyen, fiziksel ve mental iş kapasitesini azaltan, sürekli bitkinlik duygusu yaşama olarak tanımlamıştır (59).

Richardson ve Ream (16) yorgunluğu, yorulmaktan tükenmişliğe kadar değişen derecelerde tüm bedenin duyularını içeren hoşnutsuzluk yaratan bir semptom olarak tanımlamıştır.

Walker ve Avant (24) yorgunlukla ilgili yaptıkları literatür taraması sonucunda yorgunluğu; bireyin fonksiyonlarını yapabilmesi ve normal kapasitesini kullanmasına engel olan, tüm bedenini etkileyen hafif bir tükenmişlikten, katlanılamaz bir bitkinliğe kadar değişebilen, hoş olmayan subjektif bir semptomdur, şeklinde tanımlamışlar ve çalışmaları sonucunda tıp ve hemşirelik literatüründe yorgunluğun dört yönünün ele alındığını belirtmişlerdir. Buna göre yorgunluk;

1. Emosyonel, bilişsel ve fiziksel faktörlerin rol oynadığı, tüm bedeni etkileyen bir deneyimdir,

2. Sıkıntının neden olduğu hoş olmayan bir algıdır, 3. Kronik ve acımasız bir fenomendir,

4. Bireyin algısına bağlı subjektif bir deneyimdir.

(24)

2.2.2.Yorgunluğun Sınıflandırılması

Yorgunluk farklı şekilde sınıflandırılabilen, süresi ve derecesi bireysel farklılıklar gösteren subjektif bir durumdur. Literatürde yorgunluğun birçok sınıflama sistemi bulunmaktadır. Birçok disiplin anlaşılması zor olan bu sorunu anlamak ve en iyi tanımı yapmak için girişimlerde bulunarak yorgunluğu sınıflandırmışlardır. Yorgunluk olarak tarif edilen semptom araştırmacılar tarafından başlangıcına ve nedenine odaklanarak;

santral, periferal, patolojik, psikolojik veya mental yorgunluk şeklinde tanımlanmıştır.

Fizyologlar yorgunluğu; merkezi sinir sistemi mekanizmaları olaya dahil olduğunda santral, periferik sinir sistemi mekanizmaları söz konusu olduğunda periferal olarak ele almaktadırlar. Santral yorgunluk modeli, spinal kord yolu ile iletimde bozulma, motor nöronlarda hasar ve sinir hücrelerinin fonksiyon bozukluğunu içerir. Periferal yorgunluk modeli ise periferik sinir fonksiyonunda ve kas-sinir iletimindeki hasarı içerir (22, 24, 60-62).

Klinik uygulamada yorgunluğun sınıflandırılması akut ve kronik olarak yorgunluğun süresine dayanarak yapılır.

Akut yorgunluk; sağlıklı bireylerde görülen ve harcanan enerji ile doğru orantılı olan kısa süreli bir yorgunluktur. Uykusuzluk, yetersiz beslenme, günlük yaşamda hareketin az olması, çalışma ve sosyal yaşantıdaki sorumluluğun geçici olarak artması yorgunluğa neden olabilir. Bu tür yorgunluk iyi bir uyku ya da stres ve aktivitenin azaltılması ile azalır ya da kaybolur.

Kronik yorgunluk; kronik hastalıklarla birlikte ortaya çıkan, uyku ve dinlenmekle azalmayan, uzun süreli ve tekrarlayıcı nitelikte olup sinsi bir ilerleyiş gösteren yorgunluktur (24, 60-63).

2.2.3.Yorgunluk Nedenleri

Hastalıklar için evrensel bir semptom olan yorgunluk üzerine yapılmış pek çok çalışma bulunmasına karşın, oluşum nedenleri tam olarak açıklanabilmiş değildir. Yorgunluğun nedenini belirlemek için birçok hipotez ortaya atılmakla birlikte, bunu test edebilecek ölçekler yeterli değildir. Bu hipotezlere göre yorgunluğun nedenleri;

• Laktik ve püruvik asidin yapımının hızlanmasıyla atık ürünlerin vücutta artması,

• Karbonhidratlar, yağlar, adenosin trifosfat (ATP) veya adrenal hormonların azalması,

(25)

• Kas proteini, glikoz, elektrolit ve hormon gibi maddelerin yapımında, vücuttaki dağılımında, kullanımında, dengesinde ve hareketinde değişiklikler olması,

• Beyinde nörofizyolojik değişikliklerin olması,

• Adaptasyon için gerekli olan enerji depolarının azalması ya da tükenmesi,

• Aktivite ve dinlenme arasındaki dengesizliğe bağlı enerji açığının olması,

• Sitokin aktivasyonuna neden olabilen hipotalamik-pituiter-adrenal eksende anormalliklerin olması (64).

Yeterince açık olmamasına karşın yorgunluğa yol açtığı düşünülen faktörler şu şekilde sınıflandırılmıştır.

I. Patofizyolojik Faktörler

• Akut İnfeksiyonlar: Hepatit, gripal enfeksiyon

• Kronik İnfeksiyonlar: Kronik hepatit, endokardit

• Oksijen Taşıma Sisteminde Bozukluk: Konjestif kalp yetmezliği (KKY), kronik obstrüktif akciğer hastalığı (KOAH), anemi

• Endokrin (Metabolik) Hastalıklar: Diabetes mellitus (DM), hipotiroidizm, addison hastalığı

• Nöromusküler Hastalıklar: Parkinson hastalığı, myastenia gravis, multipl skleroz

• Obezite

• Elektrolit Dengesizlikleri

• Beslenme Bozuklukları

• AIDS (Acquired Immun Deficiency Syndrom) II. Tedaviye İlişkin Faktörler

• Kemoterapi

• Radyoterapi

• Antidepresanlar

• Uzun süreli steroid kullanımı

(26)

• Trankilizanlar

• Beta blokerler III. Durumsal Faktörler

• Anksiyete, aşırı stres, depresyon, sosyal izolasyon

• Ateş, diyare, ağrı, bulantı-kusma

• Kriz (kişisel, gelişimsel, mesleki, ailevi, maddi v.b.),

• Duyusal yüklenme (ses, ışık v.b.),

• Uzun süreli aşırı rol beklentisi

• Uyku bozuklukları (24, 59).

2.2.4. Yorgunluğun Tanımlayıcı Özellikleri

Mc Farland ve Mc Farlane ile Carpenito (1989) yorgunluğun tanımlayıcı özelliklerini şu şekilde sınıflandırmışlardır:

Majör Özellikler (% 80-100)

• Enerji azlığının sürekli olarak sözel ifadesi

• Alışılmış rutinlerin devam ettirilmesinde yetersizlik Minör Özellikler (% 50-79)

• Rutin görevleri yapmak için ek enerjiye gereksinimi olduğunu hissetme

• Fiziksel yakınmalarda artış

• Emosyonel olarak değişken ya da duyarlı olmak

• Konsantrasyon yeteneğinde bozulma

• Performansta azalma

• Letarjik durum ya da isteksizlik

• Libidoda azalma

• Çevreye ilgisizlik

• Sosyal aktiviteleri yerine getirememe

(27)

• Uyumaya karşın enerji toplayamama

Ayrıca, yorgunluktan yakınan bireyler dış görünüm olarak laterjik, yavaş hareket eden ve uykuya eğilimlidir. Vücutlarını gevşek bırakmış, sesleri ise donuk ve anlamsızdır (24, 59).

2.2.5.Yorgunluğun Birey Üzerindeki Etkileri

Yorgunluğun birey üzerinde fiziksel, psikolojik ve sosyo-ekonomik yönlerden pek çok yıkıcı etkileri vardır. Yorgunluk; bireyin günlük performanslarını, aktivitelerini, mesleki yaşamını, aile ve arkadaşlık ilişkilerini, cinsel yaşamlarını ve tedavi süreçlerini olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bunun yanında bireylerin fiziksel yeterliliklerini azaltarak, bağımlılık düzeylerini arttırmakta, birey ve aileyi ekonomik olarak yıpratmakta ve yaşam kalitesini düşürmektedir (23, 65).

2.3. KBY VE YORGUNLUK

Yorgunluk; KBY olan bireylerin en sık yakındığı semptomdur. Yapılan çalışmalarda hastalarının %71.0 - %92.5 oranlarında yorgunluk yaşadığı ve yorgunluğun KBY olan hastalarda en sık görülen, günlük yaşam aktivitelerini ve yaşam kalitelerini önemli oranda etkileyen bir faktör olduğu saptanmıştır (16-21, 66-68). Hemodiyaliz hastalarının; çalışma, boş zamanlarını değerlendirme, beslenme alışkanlığı, seksüel aktiviteleri, yaşamdan zevk alma, aile ve arkadaş ilişkilerinin olumsuz yönde etkilendiği ve bu durumun yorgunlukla yakından ilişkili olduğu belirtilmektedir (21).

Yorgunluk, doğal olarak var olan, hazırlayıcı bazı faktörlerden etkilenir. Bunlar;

metabolitlerin yapımı, enerji ve enerji oluşturan enzimlerde değişiklikler, aktivite/dinlenme şekli, uyuma/uyanma şekli, sosyal durum, yaşam şekli, psikolojik durum, çevresel faktörler, hastalıklar, semptom ve tedavi şekilleridir (64).

KBY tablosunda kardiyovasküler, hematopoetik, metabolik ve endokrin sistem fonksiyonlarının etkilenmesi ile bireyler önemli ölçüde yorgunluk hissetmekte, bunun sonucunda, biyolojik ve psikolojik sorunlar ortaya çıkmakta, sosyal ilişkiler ve mesleki yaşam olumsuz yönde etkilenebilmektedir. Hastalık tablosuna ek olarak, hemodiyaliz uygulaması nedeniyle kısıtlamalar (sıvı ve diyet kısıtlamaları), beden imajında değişiklikler (idrar yapamama, seksüel aktivitede azalma), bağımlılığın artması, ölüm tehdidi, aile içindeki rollerin değişmesi, ekonomik sorunlar, sosyal aktivitelerde azalma

gibi faktörler de stres, anksiyete, suçluluk, düşmanlık, depresyon gibi çeşitli

(28)

psiko-sosyal sorunların ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Yaşanan bu birçok biyo-psiko-sosyal faktörlerde bireylerin yorgunluğuna katkıda bulunmaktadır (21).

Hemodiyaliz hastalarında yorgunluğa neden olabilen faktörler Şekil 2.2’deki gibi sınıflandırılabilir (69).

Şekil 2. 2. Hemodiyaliz hastalarında yorgunluğa neden olabilecek faktörler Fizyolojik Faktörler

Anemi Malnütrisyon

Üremi Hiperparatiroidizm

Kullanılan ilaçlar İnflamasyon Fiziksel inaktivite Eşlik eden hastalıklar

Sosyo-demografik Faktörler

Yaş Cinsiyet

Irk Çalışma durumu

Medeni durum Eğitim düzeyi Sosyal destek

Psikolojik /Davranışsal Faktörler

Anksiyete Stres Depresyon Uyku bozuklukları

Madde kullanımı

Diyalize Bağlı Faktörle Diyaliz sonu yorgunluk

Diyaliz yeterliliği Diyaliz modu Diyaliz sıklığı SDBY’ne Bağlı

Yorgunluk

(29)

2.4.HEMODİYALİZ HASTALARINDA YORGUNLUK NEDENLERİ 2.4.1.Fizyolojik Faktörler

2.4.1.1.Anemi ve Yorgunluk

Anemi, hemodiyaliz hastalarında sık görülen önemli bir sorundur. GFH 30 ml/dk’nın altında olan KBY’li hastaların yaklaşık %90’ında anemi mevcuttur. KBY’de anemi gelişmesindeki en önemli neden, endojen eritropoetin (EPO) yetersizliğidir. Böbrekte EPO üretiminden sorumlu olan tubulointerstisyel hücrelerin harabiyetine yol açan hastalıklar, renal aneminin başlıca nedenleridir. EPO eksikliği dışında eritrositlerin yaşam sürelerinin kısalması (üremi, hipersplenizm, uygunsuz diyalizat gibi nedenlerle), diyaliz sırasındaki kayıplar, sık yapılan kan incelemeleri nedeniyle gelişen kayıplar, kronik inflamasyon, demir ve hematopoez ile ilgili vitaminlerin (folik asit, B12 vitamini gibi) eksikliği gibi nedenlerle de anemi gelişir (70-73).

Dünya Sağlık Örgütüne (DSÖ) göre anemi; cinsiyet ve menstürasyon durumuna göre tanımlanmıştır. Erkekte Hb < 13.0 gr/dl, kadında (postmenapozal dönemde ve menstürasyon dışı dönemde) Hb < 12.0 gr/dl anemi olarak tanımlanmaktadır. Buna karşın birçok böbrek hastasında anemi Hb < 12gr/dl olarak adlandırılmaktadır ve 10gr/dl değerine düşmedikçe genellikle tedavi edilmemektedir (72, 73).

Aneminin temel semptomu, doku hipoksisine bağlı yorgunluk hissidir. Ayrıca anemi, KBY ile ilişkilendirilen diğer birçok belirti ve bulgudan sorumludur. Bunlar arasında depresyon, azalmış egzersiz kapasitesi, nefes darlığı, immün yanıtta azalma, kognitif fonksiyonlarda ve seksüel fonksiyonlarda azalma, iştah azalması, büyüme ve gelişme geriliği sayılabilir. Yine aneminin bu hastalarda sol ventrikül hipertrofisi ve disfonksiyonu gibi sonuçları vardır (16, 71, 73).

Anemi ve yorgunluk ilişkisiyle ilgili yapılan çalışmalarda farklı sonuçlar bulunmuştur.

Yapılan bazı çalışmalarda (20, 21, 68, 74, 75) anemisi olan hastaların yorgunluk algılamasının arttığı belirtilirken, hastaların hemoglobin/ hemotokrit düzeyleri ile hissedilen yorgunluk arasında ilişki olmadığını belirten çalışmalarda (16, 18, 30, 64, 76, 77) bulunmaktadır.

(30)

2.4.1.2.Beslenme Durumu ve Yorgunluk

Yorgunluk nedenleri arasında beslenmenin rolü önemlidir. Yorgunluk, vücudun ihtiyaç duyduğu enerjinin besinlerle karşılanamaması ya da besin emiliminin bozulması ile ortaya çıkan malabsorbsiyon - malnütrisyon gibi tablolarda şiddetli şekilde görülmektedir (16, 20, 23). Malnütrisyon, SDBY olan hastalarda sık saptanan bir bulgudur. Malnütrisyon beslenmenin içerik ve/veya miktar açısından yetersiz olması sonucunda, vücudun gereksinimlerine karşın, sağlanan enerji ve besin öğelerinin yetersiz kalmasından kaynaklanan klinik durumdur. KBY’li hastalarda beslenmeyi etkileyen başlıca faktörler; diyet ve üremi semptomları nedeniyle gıda alımının azalması, metabolik asidoz, yetersiz diyaliz, diyaliz işlemi sırasında olan kayıplar (aminoasit, vitaminler, protein, küçük molekül ağırlıklı solütler), membran biyo- uyumsuzluğu, hormonal değişiklikler [anabolik hormon (insülin ve somatomedin) aktivitesinde azalma, katabolik hormon (glukagon ve parathormon) artışı], araya giren enfeksiyonlar, hastalıklar ve anemidir. Ayrıca gastropati (otonom nöropatisi olan diyabetik hastalar), tetkik için sık sık kan alımı, çok sayıda ilaç kullanımına bağlı yan etkiler, fizik aktivitede azalma, psiko-sosyal ve sosyoekonomik faktörler malnütrisyon oluşumunda etkili olabilirler (78-83) .

2.4.1.3.İnflamasyon ve Yorgunluk

SDBY kronik inflamatuvar bir durumdur. SDBY hastalarının normal popülasyona göre 10 kat daha yüksek serum proinflamatuar sitokin düzeylerine sahip olduğu bilinmektedir. Hemodiyaliz hastalarının %35-60’ında inflamasyon bulgularına rastlanırken, bu oran prediyaliz hastalarında biraz daha düşüktür (83). Borazan et al (84) tarafından yapılan bir çalışmada KBY’li hastalarda bakılan IL–6, IL–10, CRP ve TNF-α (Tümör nekrozis faktör alfa) düzeyleri kontrol grubuna (sağlıklı bireyler) göre daha yüksek saptanmıştı. Yapılan başka bir çalışmada da IL-1 (İnterlökin-1) seviyelerinin diyalize başlamamış hastalarda normal kontrollerden, hemodiyaliz hastalarında da diyaliz sonrası değerlerin diyaliz öncesi değerlerden yüksek olduğu belirlenmiştir (85).

SDBY hastalarında görülen inflamasyonun ve artmış serum sitokin düzeylerinin çeşitli nedenleri vardır. SDBY hastalarında ağız boşluğu ve dişeti enfeksiyonları gibi persistan enfeksiyonların varlığı, üreminin monositlerden kronik olarak hem proinflamatuar (TNF-α, IL-1, IL-6) hemde anti-inflamatuar (IL-10) sitokinlerin üretimine sebep olması, sitokin klirensinde azalma, genetik faktörler, ateroskleroz, kronik kalp yetmezliği bunun

(31)

yanında hemodiyaliz hastalarında greft ve fistül enfeksiyonları, biyouyumsuz membran kullanımı ve kontamine diyalizat inflamasyona neden olmaktadır. Artan serum pro- inflamatuar sitokinlerinin ateş, iştahsızlık, bulantı-kusma, aterosklerotik plak gelişimi ve albümin sentezinin blokajı gibi birçok sistemik etkileri mevcuttur. Ayrıca proinflamatuar sitokinler (IL–1, IL–6 ve TNF-α ‘nın) eritropoezi inhibe ederek anemiye neden olmaktadır. Sitokinlerin bu etkileri ile yorgunluk oluşumuna katkıda bulunduğu düşünülmektedir (69, 82, 83, 85, 86). Ayrıca sitokinlerin uyku bozuklukları, anksiyete ve depresyon etiyolojisinde de rolleri olduğu ve bu etkilerinden dolayı da yorgunluk oluşumunda katkıları olabileceği belirtilmektedir (69, 87, 88).

2.4.1.4.Fiziksel Hareketsizlik ve Yorgunluk

KBY hastalarında; üremi sonucunda gelişen nöropati ve myopati kas gücünün azalmasına neden olmaktadır. Kas gücündeki ve egzersiz kapasitesindeki azalma böbrek fonksiyonlarının azalmasıyla başlamaktadır. Hastaların fiziksel açıdan inaktif olmaları da kaslarda atrofi gelişmesine, kapiller yoğunluğun azalmasına ve kas güçlerinde azalmaya neden olmaktadır. Ayrıca üremik kardiyomyopati, anemi, kemik hastalıkları, iskelet kaslarında güçsüzlük, sosyal ve emosyonel problemler, diabetes mellitus ve kardiyovasküler hastalıkların eşlik etmesi nedeniyle KBY hastalarının fonksiyonel kapasiteleri de azalmaktadır (89-91). Yorgunluk, aktivite düzeyi ve fonksiyonel kapasite ile ters ilişkilidir. Fiziksel hareketsizlik daha fazla kas güçsüzlüğüne ve kardiyovasküler iyiliğin kaybına ve dolayısıyla da yorgunluğa neden olmaktadır (90-93).

2.4.2. Psiko-Sosyal Faktörler

Diyaliz hastalarında normal hayat düzeni önemli ölçüde bozulmuştur. Bu hastalar kendilerini sıkıntılı bir diyaliz işlemine, tıbbi bakıma ve tıbbı personele bağımlı bulurlar. Sıvı-diyet kısıtlaması, ilaç alımı, sık hastalanma, cinsel fonksiyon bozukluğu, iş kaybı gibi streslere maruz kalırlar. Bu ağır fiziksel ve psiko-sosyal stresörlerden etkilenen hastalarda, başta depresyon olmak üzere, anksiyete ve uyku bozuklukları görülmektedir (53, 94-96).

Ayrıca hemodiyaliz hastalarının kısıtlayıcı bir yaşam biçimine uyum sağlamak zorunda kalmaları, makineye, sağlık ekibine ve aile üyelerine bağımlı hale gelmeleri, hemodiyalizde geçirilen zamana fiziksel yakınmalar ve ruhsal sorunların eşlik etmesi hastaların sosyal yaşamlarının sınırlanmasına ve aile içi rollerinin değişmesine de neden olmaktadır (94, 95). Hastalarda görülen bu psiko-sosyal sorunların yorgunluk için bir

(32)

neden mi yoksa sonuç mu olduğunu söyleyebilmek zor olsa da, olumsuz psiko-sosyal faktörler ile yorgunluk arasında pozitif geribildirim mekanizması olduğu görülmektedir.

Bu faktörler yorgunluk oluşumunu etkilediği gibi, oluşan yorgunluk da bu faktörleri etkilemektedir (23).

2.4.3. Sosyo-Demografik Faktörler

KBY hastaları ile yapılan pek çok çalışmada bireylerin sosyo-demografik özelliklerinin yorgunluk semptomu üzerindeki etkileri araştırılmıştır. Yaş, cinsiyet, medeni durum, eğitim düzeyi gibi sosyo-demografik faktörler ile yorgunluk arasında ilişkinin incelendiği çalışmalarda farklı sonuçlar elde edilmiştir. Yapılan bazı çalışmalarda bireylerin yaşadığı yorgunluğu yaş (18, 21, 68, 74, 77, 97), cinsiyet (18, 68, 97, 98), medeni durum (74), eğitim düzeyi (21, 68, 74) gibi sosyo-demografik faktörlerin etkilediği belirtilirken, yapılan bazı çalışmalarda da yaş (76, 98, 99), cinsiyet (74, 76, 77, 98, 99), medeni durum (16, 99), eğitim düzeyi (18, 76) gibi faktörlerin bireylerin yaşadığı yorgunluğu etkilemediği belirtilmiştir.

2.4.4. Diyalize Bağlı Faktörler

Diyaliz sonrası yorgunluk yaygın bir semptomdur. Diyaliz sonu ortaya çıkan yorgunluğun diyalizdeki; ultrafiltrasyon, difüzyon, ozmotik dengesizlik, kan basıncı değişimleri (hipotansiyon gibi), kan ile diyaliz membranı arasındaki etkileşime cevap olarak sitokinlerin (interlökin I ve tümör nekrozis faktör vb) salınımı ve psikolojik faktörler (depresyon gibi) nedeniyle olabileceği belirtilmektedir (64, 69, 100).

2.5.YORGUNLUĞUN DEĞERLENDİRİLMESİ VE ÖLÇÜMÜ

Yorgunluk oluşumuna neden olan birçok faktör bulunmaktadır. Etkili bir bakım planı oluşturabilmek için hemşire, yorgunluk oluşumuna neden olabilecek tüm subjektif ve objektif verileri değerlendirmelidir. Subjektif değerlendirmede, hastanın fonksiyonları ve hastalık/tedavi sürecine bağlı meydana gelen semptomlar, bireyin yorgunluğa verdiği anlam, yorgunluğun hastada yarattığı sıkıntı düzeyi, hastanın fizik görüntüsünde meydana gelen değişiklikler gibi parametreler değerlendirilmelidir. Objektif değerlendirme ise, yorgunluğun geçerliliğini sağlayan laboratuar sonuçlarına (hemoglobin, hemotokrit düzeyi, serum elektrolitleri gibi) bakılarak yapılmalıdır (23, 26, 27, 60-62).

(33)

Hastaların yorgunluk açısından değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken faktörler şu şekilde sıralanabilir:

• Yorgunluğun başlangıcı, süresi, yorgunluğu azaltan-arttıran faktörler,

• Hastalığa / tedaviye bağlı yan etkiler,

• Şu anda kullandığı ilaçlar,

• Uyku-dinlenme alışkanlıkları,

• Besin alımı, iştah-kilo değişiklikleri,

• Yorgunluğun günlük yaşam aktivitelerine ve yaşam tarzı üzerine etkisi,

• Psikiyatrik değerlendirme,

• Tam bir fizik muayene,

• Tedaviye uyum,

• Mesleki aktivitelerinde yeterlilik,

• Sosyo-demografik durum,

• Fiziksel aktivite durumu,

• Diğer faktörler (anemi, dispne, kas zayıflaması vb) (23, 26, 101).

Yorgunluk için dünya çapında kabul edilen standart bir ölçüm yöntemi olmamasına karşın, konunun değerlendirilmesinde kullanılan değişik ölçüm araçları geliştirilmiştir.

İdeal olan bu değerlendirmeyi hastanın kendi sözleri ile yapmasıdır. Yorgunluğun değerlendirilmesinde kullanılan ölçeklere örnek olarak, “Yorgunluk İçin Görsel Benzerlik Skalası”, “Profile Mood Scale”, “Symptom Distress Scale”, “Yoshitake’s Fatigue Scale”, “Rhoten Fatigue Scale” ve “Pearson and Byar’s Fatigue Scale”, “Piper Yorgunluk Ölçeği” verilebilir (23, 24, 27).

Yorgunluk hastalıklar için evrenseldir ve sıklıkla da ilk görülen semptom olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle hastalar tarafından mevcut hastalığın doğal bir parçası olarak kabul edilerek, ifade edilmeyen yorgunluğun, kliniklerde de sağlık çalışanları tarafından çok fazla irdelenmediği ve önemsenmediği görülmektedir (23).

(34)

2.6.YORGUNLUK YÖNETİMİ

Yorgunluk semptomunun bireyi olumsuz yönde etkilemesini önlemek için, yorgunluğun değerlendirilmesi ve bireye uygun aktivitelerin planlanması ile bu semptomla etkili bir şeklide baş etmek mümkündür.

Yorgunluk yönetiminde amaç;

• Hasta ile yorgunluğun nedenlerinin tartışılması,

• Yorgunluğun yaşam üzerine etkilerine ilişkin duyguların paylaşılması,

• Günlük ve haftalık aktiviteler için önceliklerin belirlenmesi,

• Fiziksel, bilişsel, duygusal ve sosyal boyutta uyarıcı ve dengeleyici aktivitelere katılımın sağlanmasıdır (23, 24).

Yorgunluk semptomunun bilinen spesifik bir tedavisi yoktur. Bu amaçla farmakolojik ve farmakolojik olmayan yöntemler kullanılabilmektedir.

2.6.1. Farmakolojik Yöntemler: Farmakolojik tedavide; hastada anemi var ise EPO tedavisi, depresyon var ise antidepresan ilaçlar gibi nedene özgü tedaviler ile hastaların kendilerini daha enerjik ve daha az yorgun hissetmelerini sağlayan psikostimulan ilaçlar kullanılabilmektedir (27, 57, 101).

2.6.2. Farmakolojik Olmayan Yöntemler

a. Hasta ve Aileye Eğitim ve Danışmanlık: Hasta ve ailesi yorgunluk ve yorgunlukla baş etme stratejileri konusunda bilgilendirilmelidir. Yorgunlukla baş etme stratejileri;

enerjiyi koruma, aktivite yönetimi ve dikkati başka yöne çekme uygulamalarını içerir (101).

Enerjiyi Koruma/Aktivite Yönetimi: Enerjiyi koruma ve aktivite yönetimi prensiplerini öğrenme ve hastaların bu aktiviteleri yaşam biçimlerine entegre etmelerine odaklanan bir uygulamadır. Enerjiyi koruma; hastaların gerekli olmayan aktiviteleri ertelemesini, enerjisinin yüksek olduğu zamanı belirlemesini, enerjisinin yüksek olduğu zamanlarda aktivitelerine ve dinlenme periyotlarına gün içinde yer vermesini sağlayan bir yaklaşımdır. Hemşire öncelikle hastadan günlük enerji görünümünün ortaya çıkarılması amacıyla enerji günlüğü tutmasını isteyebilir. Bu uygulama ile hastanın gün içerinde enerjisinin en yüksek ve en düşük olduğu zaman aralıkları ve hastayı en çok etkileyen aktiviteler saptanabilir. Böylece gün içerisinde enerjisini en yüksek hissettiği

(35)

dönemlerde işlerini planlaması sağlanabilir. Enerji koruma teknikleri hakkında da hasta bilinçlendirilmelidir ( 57, 101-103).

Bu teknikler:

• Çalışırken kullanılan objeleri ulaşılabilir yerlere koyma,

• Efor gerektiren aktiviteleri azaltma,

• Günlük işleri gün içine yayma,

• Efor gerektiren zor işleri önceden planlayarak haftaya yayma,

• Aktiviteleri kolaylaştırıcı aletleri kullanmaya teşvik etme (Bu konuda yardım almak için iş-uğraş terapistine yönlendirme),

• Fazla enerji harcaması gerektiren işlerden önce beslenme ve dinlenme dönemleri ayarlama ve yorgunluk hissi başlamadan bırakma,

• Merdiven trabzanlarını kullanışlı şekilde düzenleme,

• Az ve sık beslenme,

• Sosyal destek kaynaklarını değerlendirme (23, 62).

Dikkati Başka Yöne Çekme: Dikkati başka yöne çeken uygulamalarla da yorgunluk azaltılabilir. Dikkati başka yöne çekmede; müzik dinleme, düşleme, sosyal aktiviteler, televizyon izleme, kitap okuma gibi teknikler kullanılabilir. Ayrıca; gevşeme, pozitif düşünme ve destek gruplarına katılmada yorgunlukla baş etmede kullanılan yöntemlerdendir (23, 26, 57, 101) .

b. Aktiviteyi Arttırma/Egzersiz: KBY hastalarının kas gücünde ve fonksiyonel kapasitelerinde azalma meydana gelmektedir. Fiziksel performansı arttırıcı egzersiz girişimleriyle yorgunluğun azaltılabileceği düşünülmektedir. KBY’ de düzenli yapılan egzersizlerin anksiyete ve depresyonda azalmaya ve stresle baş etmeye yardımcı olarak hastaların emosyonel durumunu olumlu etkilediği bildirilmektedir. Ayrıca egzersizlerin vücut ağırlığını kontrol etmede yardımcı olduğu, kardiyovasküler risk faktörlerini azalttığı, kemik, kas ve eklem sağlığını olumlu etkilediği, fiziksel egzersiz kapasitesini attırdığı da belirtilmektedir (89-93, 104). Hemşire hastaya egzersizin yorgunluk üzerine fizyolojik ve psikolojik olumlu etkilerini açıklamalı, hasta ile işbirliği yaparak

(36)

yorgunluk düzeyine göre bireyselleştirilmiş aktivite/dinlenme programları oluşturmalıdır (23, 101).

c. Beslenme Tedavisi: Hastaların beslenme durumları değerlendirilerek gerekli diyet düzenlemeleri yapılmalıdır. Çünkü yetersiz beslenme anemiye, malnütrisyona ve sonuçta da yorgunluğa neden olmaktadır (23, 57, 104).

d. Stresle Baş Etme Yöntemleri: Stres yorgunluğu arttıran olumsuz bir faktördür. Bu nedenle hemşire hastayla stresin enerji düzeyi üzerindeki etkilerini tartışarak, stresle baş etme yöntemlerini (paylaşma, derin nefes alma egzersizleri, gevşeme teknikleri, fiziksel egzersiz, uğraşılar, müzik dinleme, kitap okuma gibi) öğretmelidir (23, 26, 102).

e. Uyku Tedavisi: Diyaliz hastalarında uyku bozuklukları sıklıkla görülmektedir.

Hastaların derin uyku süresi kısalmış, toplam uyku süresi ve uyku kalitesi azalmıştır (105).

Hastaların uyku kalitelerini arttırmak için;

• Gevşeme teknikleri,

• Davranış değişikliği: Uyku saati geldiğinde yatağa gitme, yatak odasını sadece uyku ve cinsel aktivite için kullanma, aynı saatte yatma ve kalkma, kafein kullanımından sakınma ve gece uyarıcı aktivitelerden sakınma,

• Uykuyu iyileştirme stratejileri: Uzun süreli ve öğleden sonra şekerleme yapmaktan sakınma, gerçek uyku saatini belirlemek gibi,

girişimler yapılabilir (101).

f. Tamamlayıcı Tıp Yöntemleri: Yoga, masaj, polarite terapisi (enerji terapisi), aromaterapi, refleksoloji, akupunktur, akupresör gibi tamamlayıcı tıp yöntemleri de yorgunluk yönetiminde kullanılabilmektedir (30, 102, 104, 106).

2.7. AKUPRESÖR

Akupresör geleneksel Çin tıbbına dayanan, Çin tıbbında 4000 yıldan beri kullanılan ve doğal iç denge kavramı üzerine kurulan bir tedavi yöntemidir. Geleneksel Çin tıbbı, bedendeki organların ve sistemlerin çalışmasını kontrol eden “Chi” denilen bir yaşam enerjisi olduğunu söyler. Vücudumuzda dolaşan yaşam enerjisini, Yin ve Yang olmak üzere birbirine zıt, aynı zamanda iç içe ve birbirini dengeleyen iki bölümde değerlendirmek mümkündür. Yin, dahili enerjinin depolanması ve korunmasıyla, Yang

(37)

ise enerjinin kullanımıyla ilgilidir. Bu iki farklı enerji iç içe geçerek ve birbirini tamamlayarak insandaki dengeyi oluşturur. Dış veya iç faktörlere bağlı olarak yaşam enerjisinin akışında bir aksama olması halinde hastalıklar ortaya çıkar. Chi adı verilen yaşam enerjisi insan vücudunda meridyen (isimlerini iç organlardan alan enerji akım kanalları) adı verilen kanallarda dolaşır. Vücutta 14 meridyen vardır. Bunlardan 12’si çift, diğer ikisi ise tektir. Meridyenler, vücudun her iki yarısında da aynıdır ve bu 12 meridyen bir sıraya göre dizilirler. Aralarındaki bağlantılarla Chi dolaşımı ve Yin- Yang dengesi sağlanır. Yaşam enerjisi (Chi) bu 12 meridyen üzerinden 24 saat akmaktadır.

Bu akışın bir yerde tıkanması, bir takım hastalıkların oluşmasına neden olur.

Meridyenler üzerinde enerji akışının uyarılabileceği akupunktur noktaları bulunmaktadır. Akupunktur noktaları, meridyenlerin cildin yüzeyine çıktıkları ve

“iğneleme” yoluyla kolayca ulaşılabilen sinir hücrelerinin ve uzantılarının fazla miktarda bulunduğu özel bölgelerdir. Çin Tıbbı’na göre noktaların hepsinin semptomatik özellikleri vardır ( 35, 36, 107-111).

Tablo 2. 1. Akupunktur Meridyenleri (109)

Meridyen İsmi Başlama ve Sonlanma Noktaları

Akciğer Meridyeni (Lung=Lu) Kalın Bağırsak (Large Intestine= Lı) Mide (Stomach=St)

Dalak (Spleen=Sp) Kalp (Heart=H)

İnce Barsak (Small Intestine=Si) İdrar Kesesi (Urinary Bladder=UB) Böbrek (Kidney=Ki)

Safra Kesesi (Gall Bladder=GB) Karaciğer (Liver=Liv)

Perikard (Pericardium=P) Sanjiao (Triple Warmer=Sj)

Lu1-Lu11 Lı1-Lı20 St1-St45 Sp1-Sp21

H1-H9 Si1-Si19 UB1-Ub67

K1-K27 GB1-B44 Liv1-Liv14

P1-P9 Sj1-Sj23

Sezen K. (2002). Akupunktur Teorik ve Pratik, MN Medikal&Nobel Tıp Kitapevleri, İstanbul.

(38)

Akupresör eski bir iyileştirme yöntemidir. Akupresör; vücudun kendi kendini iyileştirme gücünü harekete geçirmek ve enerji akışını düzenlemek için, akupunktur noktalarına parmaklar, el, avuç içi ile basınç yapılarak veya akustimülasyon cihazları kullanılarak gerçekleştirilen bir tedavi yöntemidir. Akupresöre, iğnesiz akupunkturda denilmektedir. İğne kullanmayı gerektirmediğinden acısız, ağrısız, zahmetsiz, güvenli, etkili, ekonomik ve yan etkisi olmayan bir tedavi yöntemidir. Öğrenilmesi ve uygulaması kolaydır, iyi bir eğitimle hasta kendi kendine de uygulayabilir. Aynı hastalıkta etkili birkaç noktayı birden uyarmak daha olumlu bir etki oluşturur (29, 30, 111, 112).

2.7.1. Akupuntur Noktaların Saptanması

Akupunktur/Akupresör uygulamasında ölçü önemli bir yer tutar. Bir noktanın başka bir yere uzaklığının ölçümünde Cun (Sun) denilen ölçü birimi kullanılır ve yaklaşık 2.5 cm karşılığı olup başparmak eni, orta parmak içe doğru kıvrıldığında orta falanks uzunluğu bir Cun (Sun) olarak kabul edilir. Bu ölçü kişinin kendi parmağı ile alınmalıdır (Şekil2.3) (109).

Şekil 2. 3. Bireysel Sun Saptanmasında Kriter Alınan Eldeki Anatomik Ölçüler (109) Sezen K. (2002). Akupunktur Teorik ve Pratik, MN Medikal&Nobel Tıp Kitapevleri, İstanbul

2.7.2. Akupresörün Etkileri

1. Nörotransmitter ve nörohormanların salınımını etkileyerek beyin kimyasını değiştirebilir.

2. Ağrının hafifletilmesi için beyindeki opioidleri aktive eder.

3. Endorfin ve monoaminleri aktive ederek, elektromanyetik sinyallerin iletimini hızlandırır, böylece ajitasyon düzeyini ve bulantı hissini azaltır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Bu preliminer çalışmada, Nöralterapi uygulaması sonucu iyileşme yanıtlarını belirlemek için etkin bir Kronik Yorgunluk değerlendirme skalası olarak kabul edilen Chalder

Ağrıyı değerlendir- mek için VAS (Vizüel Ağrı Skalası) ve yorgunluğu değerlendirmek için Yorgunluk Şiddet Ölçeği tedavi öncesi ve tedavi sonrası uygulandı..

Bu bakımdan, böyle bir genel yabancılaşma durumunun, pi- yasa sisteminin, kişinin geleneksel toplumda bir bütün olarak algılanan yaşamını, çalışma ile boş zaman

Sonuç olarak, yaşlı bireyler ile çalışan sağlık profesyonellerinin yaşlıların uyku kalitelerini değerlendirmesi ve eğer gerekiyorsa uyku kalitesini arttırmaya

Kadınların özbakım gücü ile sosyal güvencenin olmaması, yaşayan çocuk sayısı, yorgunluk, ev işlerinde ve bebek bakımında destek olan birinin bulunmaması

Süreğen yorgunluk sendromu kriterlerini karşılayan (6 aydan fazla süren kronik yorgunlukla birlikte ektekilerden en az dört bulgu 1. Hafıza ve konsantrasyon kaybı, 2. Bir

Gündüz/gece nöbeti şeklinde çalışanların oranı %63,55 (68), yalnız gündüz çalışanların oranı ise %33,64 (36) olarak hesaplandı. Hemşirelerden %52,80’inde sürekli

İterasyon 1 için F1 özniteliğinin dışarıda bırakılması ile elde edilen yapay sinir ağı başarım sonuçları .... İterasyon 1 için F2 özniteliğinin dışarıda