Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Coğrafya Bölümü, COG 129 Bilimsel Araştırma Yöntemleri
Sosyal ve Beşeri Bilimler
Ders Notları (Hafta 10)
Dr. Erdem BEKAROĞLU
Sosyal ve Beşeri Bilimler
Doğa bilimlerinin başarısı, özellikle 19. yüzyılda, sosyal dünyaya da doğa bilimlerinin düşünce biçimi ve yöntemleriyle yönelinmesi gerektiği yönünde bir kanaat oluşturmuş ve böylelikle pozitivist sosyal bilim ortaya çıkmıştır. Ancak, 19. yüzyılın son çeyreğinde Almanya’da ortaya çıkan farklı bir eğilim vardır ki, bu eğilim doğa bilimleri ile sosyal bilimler arasında esaslı farklılıklar olduğunu ileri sürmektedir. Esas olarak Kıta Avrupa’sında gelişen bu bakış açısı sosyal bilimlere yönelik daha farklı bir bilim felsefesi geleneğini başlatmıştır. Esasında bu gelenekler arasındaki farklılık, Kıta Avrupası’ndaki rasyonalist-idealist felsefe geleneğinin Anglo-Amerikan empirist-pragmatist felsefe geleneğiyle çatışması olarak da yorumlanabilir. Bu bakımdan, sosyal bilimlerin temellendirilmesinde iki anlayış çatışmaktadır. Bunlardan birincisini, iki bilim arasında bir ayrılık olmadığını savunan açıklamacılar; ikincisini ise, iki bilim arasında önemli ayrılık olduğunu savunan anlamacılar oluşturur. Birincileri genel olarak sosyal bilimlerdeki pozitivist kanatı, ikincileri ise anti-pozitivist kanadı oluşturur.
Kökleri Herder, Hamann, Ranke gibi filozoflara dayanan Alman Tarih Okulu, sosyal ve beşeri bilimlere ilişkin olarak idiografik bir görüş geliştirmiştir. Buna göre, sosyal dünyaya ilişkin olarak bir tarihsel dönemin ya da bir mekansal olgu ve olayın, doğa bilimlerinin zaman/mekan-üstü genelleştirici tutumuyla değil, tam aksine zaman/mekan–içinde ve bireyselleştirici tutumla ele alınması gerekmektedir. Çünkü tüm bu sosyal olay ve olgular kendine özgü bir bütündür. Bu nedenle özgül olanın incelenmesiyle anlaşılabilir. Bir tarihsel dönem, bir topluluk ya da bir coğrafi alanı karakterize eden fenomenlerin bir başka zaman ve mekanda geçerliliğini yitirdiği ve farklılaştığı gözlemlenebilmektedir. Dolayısıyla, sosyal olgu ve olaylara ilişkin oluşlar bir defalıktır; zaman/mekan-üstü genellemelerle açıklanamazlar.
Bu fikirler, 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra, sosyal dünyaya ilişkin olan bilimleri doğa bilimi örneğine göre şekillendirmek isteyen pozitivistlerle tartışma içerisinde gelişmiştir.
Pozitivist görüşün karşısında yer alan düşünürlerden Dilthey, tin bilimlerini temellendirmesiyle yorumlayıcı sosyal bilim geleneğine damgasını vurmuştur.
Sosyal ve beşeri bilimler ile doğa bilimlerinin konu ve yöntem açısından farklı olduğunu
savunan bu geleneğe göre doğa bilimleri, doğadaki olgu ve olayları tekrar ve süreklilik
bağlamında ele alıp onlara ilişkin genellemelere başvuran ve sonucunda zaman/mekan-üstü
yasalara ulaşan bir açıklama biçimidir. Ancak, sosyal olgu ve olaylar bağlamında sosyal
dünyada gelişen kural, değer ve fikirler insan eylemini yönlendirir. Bunların gerçeklikleri simgesel olup anlama bağlıdır. Sosyal-beşeri dünya, fiziksel dünyada var olan ama ondan farklı bir gerçeklik alanıdır. Bu nedenle bu bilimleri ele almak anlamacı-yorumlamacı yöntemlerle mümkündür.
Bu açıdan, iki bilim geleneği arasında öne çıkan farklılıklardan birincisi, sosyal-beşeri bilimlerde anlaşılması gereken gerçekliğin tekrar ve süreklilik özelliği göstermemesidir. Bu nedenle, burada, özgül olana ilişkin gerçekliğin anlaşılması önemlidir. İkincisi ise, sosyal- beşeri dünyaya ait bir objeyle iletişime geçmek doğrudan gerçekleşmez. Yorumlayıcı yöntemler kullanılır (dil, yazı, metin malzemeleriyle yorumlama=hermeneutik).
Yeni-Kantçı okulun Dilthey sonrası temsilcilerinden Rickert, sosyal-beşeri dünyaya ait olana doğa bilimleri modelinin taşınmak istenmesini dogmatik bir naturalizm olarak yorumlamaktadır. Rickert’e göre, bu iki bilim alanının objeleri farklıdır. Ancak bilimleri obje (konu) ve yöntemleri bakımından değil, ilgi ve amaçları açısından ayırt edebiliriz. Bu açıdan, bilimde kategorik olarak bir ayrımdan çok, ilgi ve amaç bakımından genelleştirici ve bireyselleştirici bir ayrım söz konusudur. Genelleştirici ilgi ve amaç daha çok doğa bilimlerine ilişkinken, bireyselleştirici ilgi ve amaç daha çok sosyal-beşeri bilimlere yöneliktir.
Sosyal bilimlerin bireyselleştirici ilgi ve amaçları göz önüne alındığında kavram kurma ve genelleştirme problemi ortaya çıkarmaktadır. Gerçekten, sosyal-beşeri olgu ve olayları özgül olmaları bakımından inceleyen sosyal-beşeri bilimler, genele ilişkin olanı nasıl ele alacaktır?
Hübner’e göre, bu genellik problemi açıklamacı düşünürlerin anlamacı düşünürleri yanlış- eksik anlamalarından ileri gelmektedir. Bu bakımdan doğa bilimlerine özgü genel ile sosyal- beşeri bilimlere ilişkin genel arasında farklar vardır. Burada genel, insanlar tarafından değiştirilebilen, zaman/mekan-içinde kalan sınırlı bir gerçekliktir. Bu bakımdan, aslında doğa bilimlerinin gerçekliği de zamanla sınırlıdır (bkz. Hume: irrasyonel genel/yasa kabulü).
Doğa bilimlerine özgü genel tasarımdır. Çünkü, doğal olguları mekan, zaman, yer kaplama,
tekrar, süreklilik, nedensellik vb. kategorilere göre düşünürüz. Ancak aynı düşünce şekli
sosyal-beşeri bilimler için söz konusu olamamaktadır. Bir devlet, bir anayasa, bir ekonomik
düzen, bir dinsel öğreti, bir sanat akımı, bir toplumsal olay bireysel ve bir defalık, tekrar
etmeyen şeylerdir. Ancak yine de bunlar geneldir. Dönemin/mekanın düzenleyici
formlarıdır. Bir defalık geneldir. Sosyal-beşeri bilimlerin genel anlayışı, spesifik olarak
incelenen olgu ve olayın biricikliği bağlamında başvurulan bir özelliktir ve başka biricik
durumlar için kullanılamaz. Doğa bilimlerinde A, B’nin zorunlu nedenidir şeklinde kurulan
bir önerme açıklayıcıdır ve zaman/mekan-üstü bir özellikte kavranır. Öndeyi yapar. Sosyal-
beşeri bilimlerde ise, B’nin nedeni, A…….n olabilir; bu bakımdan sosyal-beşeri dünyaya ait olanı anlamaya yönelen sosyal-beşeri bilimlerde olumsal nedensellikten bahsedilebilir.
Öndeyi yapamaz; kehanet olur.
Özetlenirse, doğa bilimlerinde genel zaman/mekan-üstü, doğal ve nesneye ilişkindir. Sosyal- beşeri bilimlerde ise, genel, zaman/mekanla sınırlı, yapay ve anlama ilişkindir.
Sosyal-beşeri bilimlerde belirli bir alan (örn. Roma hukuku) ve belirli bir tarihsel dönem için geçerli olan bir açıklama etkinliği söz konusudur. Bu bakımdan değerlendirildiğinde, sosyal bilimlere ilişkin bir açıklama etkinliğinin tarihsel bir dönem veya süreçle ilgili kurallara, doğa bilimininse zaman/mekan-üstü genellemelere dayandığı ortaya çıkmaktadır. Kapitalist gelişim teorisi ile ışık teorisi buna örnek olarak verilebilir.
Sosyal-beşeri bilimlerde doğrulama bağlamı da doğa bilimi pratiğinden farklı özellikler gösterir. Doğa bilimsel teorilere aksiyomatik teoriler olarak bakılabilir. Sosyal bilimdeki teoriler ise kural ilişkili teorilerdir. Yani, ikisi de belirli a priorilerden hareket eder. Ancak, sosyal bilim teorilerinde değersel-ideolojik bir tavra rastlanır. Bu nedenle, bunlar aslında değersel-normatif teorilerdir. Bu yüzden de sosyal bilimlerde doğrulama bağlamı, daha çok yorumlama-temellendirme bağlamı olarak karşımıza çıkar. Ancak, yine de, doğrulama bağlamı doğa bilimlerinde olduğu gibi de pratik edilebilir. Örneğin, Grek sanatı ile ilgili bir teori, bu sanatın geometrik formlara dayanan bir stile sahip olduğunu önerebilir. Bu durumda, klasik arkeoloji çalışmaları sırasında kazılardan çıkarılan malzemeler söz konusu bağlamda incelenerek teorinin doğruluğu test edilebilir.
Sosyal-beşeri bilim çalışmalarının sosyal-beşeri dünyadaki bir defalık oluşlara odaklanması, sosyal-beşeri bilimin söz konusu oluşlara ilişkin ortak yönleri belirlemesini ve bu oluşların ortaya çıkış nedenlerini ortaya koymasını engellemez. Örneğin kölelik kavramı, tarih boyunca ortaya çıkan kölecilik tipleri dolayımında genele ilişkin bir açıklama halinde sunulabilir. Bu, sosyal bilimlerin genele ilişkin açıklama formunu oluşturur.
Yararlanılan Kaynak:Özlem, D., 2010. Bilim Felsefesi. Notos: İstanbul, sf: 106-211.