• Sonuç bulunamadı

hayal Hacı Mahmut Yavuz Anadolu Lisesi L i s e s i O k u l D e r g i s i S a y ı 1 O c a k Mehmet YALÇIN

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "hayal Hacı Mahmut Yavuz Anadolu Lisesi L i s e s i O k u l D e r g i s i S a y ı 1 O c a k Mehmet YALÇIN"

Copied!
27
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

Hacı Mahmut Yavuz Anadolu Lisesi

hayal

h e r h a k i k a t b i r h a y a l l e b a ş l a r

H a c ı M a h m u t Y a v u z A n a d o l u L i s e s i

O k u l D e r g i s i S a y ı 1 – O c a k 2 0 1 9

İ M T İ Y A Z S A H İ B İ Mehmet YALÇIN

G E N E L Y A Y I N Y Ö N E T M E N İ Halil CENGİZHAN

cengizhanhalil@gmail.com E D İ T Ö R

Fethi ÇİÇEK Emre KÖKCÜ K A P A K T A S A R I M I

Özlem SİNCAR

mimarozlemsincar@gmail.com İ L E T İ Ş İ M

www.suruchamaya.meb.k12.tr

Bir hayalle başlamıştı her şey. Onlarca öğretmenin kurduğu tek bir hayalle… Hayat tüm bu öğretmenleri Hacı Mahmut Yavuz Anadolu Lisesi’nde bir araya getirmişti. Bu dergi de o hayale dahildi.

Bu topraklarda emeği olan tüm öğretmenlere…

Suruç / Şanlıurfa

(3)

ÖGRETMEN

işinin duygu, düşünce ve davranışlarında gelişme ve iyileşmeye yönelik süreçlerin tamamı çocuk üzerindeki etkisi anne, baba ve toplumdakinden çok daha fazladır.

Çünkü öğretmen gerçek insanlığın tohumlarını eken bir bahçıvan, karşılaşılan problemleri çözmede yardımcı olan tecrübeli bir rehber, dolayısıyla topluma ideal insan olma ufkunu gösteren bir ışıktır, öyle de olmak zorundadır. Onun vazifesi müfredatın darlığına ve okulun duvarları arasına sıkıştırılamaz. Geçeceği yol engellerle dolu olsa bile buna tahammül eden muhataplarını elindeki sevgi meşalesi etrafında toplamayı bilen ayırıcı değil birleştirici, yıkıcı değil yapıcı olan, kendini aşmış örnek insandır.

Öğretmen, toplumun ruh dünyasının mimarıdır. Dolayısıyla toplumdaki çürümüşlüklerin hepsinden sorumludur. Eğer bir toplumda çocuklar

birbirini yumrukluyor, büyükler rüşvet alıyorsa; fazilet tarih kitaplarında bir efsane olarak kalmış, çocuklar büyüklerden daha kurnaz, yaşlılarsa küçüklerden ümitsiz hale gelmişse orada öğretmen vazifesini yapmamış demektir.

Bir millet savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin olumlu netice vermesi ancak öğretmenlerle mümkün olur. Tarihimiz boyunca öğretmenlerin değerinin bilindiği devirlerde gücümüz ve medeniyetimiz zirvelere tırmanmış, ona itibar edilmeyen devirlerde ciddi sıkıntılar ve buhranlar yaşanmıştır. Taşıdığı ağır sorumluluğun şuurunda olan bir öğretmen daima gönüllere girerek ideal insan yetiştirme azmiyle yanıp tutuşur, kendini ülkesinin ve öğrencilerinin geleceğine adar. O, yaşama hevesiyle değil yaşatma arzusuyla doludur ve bu konuda gelecek nesillere güzel örnek olur. Kafası günlük olaylarla, sanal dünyayla işgal edilmiş, ruh dünyası kısır boğuşmaların baskısı altında ezilmiş bir gence, hakiki insana ait duyguları aşılamak için bir ömür ter döker. Bu yüzden gelecek nesillerin mimarı olan öğretmen, öğrencilerine sevgiyi sevip, düşmanlığa düşman olma hassasiyetini kazandırma adına durmadan çalışır ve bir ömür bahar müjdesi bekler gibi öğrencilerinin başarılı olmasını bekler.

Bütün öğretmenlerimizin gözlerinin yollarda kalmaması ve gelenlerin hep beklediklerine değmesi ümit ve temennisi ile…

K

Ögretmen, toplumun ruh

dünyasının mimarıdır.

Mehmet YALÇIN Okul Müdürü

(4)

Hacı Mahmut Yavuz Anadolu Lisesi

DEYİMLERLE YAŞAMAK

imse bilmez kimsenin ne bildiğini. Sen neyi biliyorsun, ben neyi biliyorum? Peki neye göre tanımlanır bilgili, kültürlü olmak? İşte bunun tanımını bizler, sizler hatta onlar bile yapamaz. Herkes her şeyi bilebilir kendine göre ya da benim bildiğimi sen, senin bildiğini ben bilemeyebiliriz. Öyle bir şeydir ki bu, havada uçuşan polenler gibi kime ne çarparsa veyahut kim neyi kaparsa… Burada devreye çaba girmeli bence. Öğrenmeye, bilgilenmeye duyulan açlık, gösterilen ilgi olmalı. Çünkü ilgi bilgiyi doğurur, besler, büyütür, türetir...

Kültürlenmek ise kulağa çalınan bir söz, okuduğun bir yazı, izlediğin bir film, gezdiğin coğrafyalar, şahit olduğun olaylar, yabancıladığın yaşantılar kısacası hayatın sana deneyimlettiği her şeydir. Yeter ki hayata karşı duyarsız olmamalı, bu bilgi benim ne işime yarayacak ki dememeli insanoğlu. Nitekim kültürlenmek böyle başlar ve hayat boyu devam eder.

Haydi o zaman yaklaşın da bu bölümde deyimlerle hayatımızın nasıl bir bütün olduğunu, dilimize nasıl yerleştiklerini görelim. Öyle ki küçükken bize saçma gelen, hafızamızda canlandıramadığımız bu garip söz kalıpları zaman içinde anlamlandırdığımızda çok daha keyifli hale geldiler. Nereden, hangi olaydan, nasıl ortaya çıktıklarını öğrendikçe de yaşantının doğurduğu kıymetli söz incileri olduğunu çok net görebiliyoruz. Çünkü deyimler bizim kültürümüzün en kıymetli mücevherleridir.

Öncelikle kışın en soğuk günlerini yaşadığımız bu dönemde hepimiz teker teker şifayı kapıyoruHiç düşündünüz mü hasta olunca deyimini neden kullandığımızı? Şifa hepimizin de bildiği gibi derman bulmak, iyileşmek değil midir? Allah’tan “Şafii” adıyla dilediğimiz şifa deyimlerimizde hasta olmak anlamına geliyor. Neden acaba? Çünkü hafif hastalıklar iyidir.

Sağlıklı olmanın göstergesidir. Hastalık hem vücudu dinlendirir, bağışıklığı güçlendirir.

Korkmayın üşütmekten, grip olmaktan. Bu nedenle ezelden beri bizler hasta olan birine şifayı kapmışsın deriz. Hasta olanlar hadi yine iyisiniz, Allah şifanızı vermiş :)

Şimdi de özellikle Suruç’ta çok sevilen bir hayvana değinelim. Tabii ki de atlara. “Atı alan Üsküdar’ı geçti” deyiminin hikâyesine. Bu cümle niteliğindeki deyimimiz çok eskilere, Köroğlu’nun yaşadığı 16. yüzyıla (?) dayanıyor. Deyimde bahsedilen at da halk hikâyelerinden bildiğimiz dağda, taşta, çamurda, kumda en hızlı koşabilen Köroğlu’nun gözbebeği Kırat’tır.

Kırat’ı bir gün Köroğlu’ndan çalarlar. Köroğlu bunun üzerine tebdil-i kıyafet giyinerek diyar diyar gezer ve atını arar ve bir zaman İstanbul’da bir at

pazarında Kırat’ı bulur. At satıcısına yaklaşarak atı çok beğendiğini, satın almak istediğini ama öncelikle ata binerek onu denemek istediğini söyler. Atına biner binmez Kırat sahibini tanır ve dörtnala koşarak oradan uzaklaşır. Sirkeci sahiline varan Köroğlu hemen bir sal kiralar ve atıyla orayı terk eder. Arkasından koşturan at cambazına dostlarından biri : “Atı alan Üsküdar’ı geçti. O adam Köroğlu’nun kendisiydi.” diyerek teselli verir. Bu söz, o zamandan bu zamana, geç kalınan bir iş için kullanılan deyim halini alır. Bu deyimle aynı anlamı taşıyan “iş işten geçti.”, “geçti Bor’un pazarı, sür eşeğini Niğde’ye” deyimlerini de kullanabiliriz.

K

4

ayal Sinem TURANLI Edebiyat Öğretmeni

(5)

TURKUAZ YALNIZLIK

ünün sonunda ömür yorgunluğu sırtında evine doğru ağır adımlarla hüzün dolu düşüncelerle yol alıyordu.

Bedeni yürüdüğü bu sokakta olsa da aklı daima uzak iklimlerde, uzak coğrafyalarda bir yerlerdeydi. Yalnızlık açık bir yara, anılar bir rüzgar ve rüzgar değdikçe yüreği acıyordu aslında. Şose caddede müstakil evine doğru yol alırken küçüklüğünü geçirdiği ve daha sonraları kat karşılığı müteahhite verilen o eski baba evi geldi aklına.

Bu şose cadde ona hep en güzel yürüyüşlerini yaptığı o üniversite caddesini hatırlatırdı. Karşılaştırıp dururdu hep bu caddeleri, bu iki mekânı ve hayatları. Yalnız bir fark vardı; o caddede iki kişi yürürlerdi ama burada yalnızdı…

Köşeyi dönerken çöplükten fırlayan kedi onu kendine getirdi. Birden su ve çay şekeri alması gerektiği geldi aklına. İbrahim Amca’nın küçük kasaba bakkalına girdi ve selâmı verirken gözleri bakkalın arka tarafında ters çevrilmiş bir domates kasasının üstündeki dünyanın en doğal, dünyanın en güzel sofrasına gitti. Bu bakkalı metropollerdeki devasa alış veriş merkezleri ile sofrayı da çağın hastalığı olan fast-foodlarla karşılaştırdı. Zaten gönlü hep küçük insanların büyük dünyalarını sevmişti. İstediklerini aldı evine doğru yola devam etti ve şairin şu dizelerini fısıldadı kendi kendine :

Çarşıdan bizim eve giden, Ömrümün en uzun, Ömrümün en kısa, Ömrümün en çocuk,

Ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum.

Çünkü sonunda annem oluyordum,

Yöre halkının hayatlı, tetirbeli dediği ve her yörenin bahçeli ya da müstakil dediği evinin önüne gelince kapıyı açmak için cebinden anahtarını çıkardı. Bu son yıllardaki yalnızlığının en büyük göstergesiydi adeta. Bahçenin ortasında eski havuzun kenarına oturdu, biraz soluklandı bir sigara yakmak istedi. Çakmağını aradı bulamadı tüm ceplerini aradı bulamadı. Belki de gizli bir kudret sigara içmesini istemiyordu. Bu gizli kudret belki de annesinin duasıydı. Onu mutlu etmek için yaşadı hep... Annesi onun için yeryüzünü anlamlı kılan tek insandı, onu mutlu etmek için her şeyle iki kat mücadele etti.

Anadolu’nun gelişen metropolü Eskişehir’de üniversiteyi okuduktan sonra merkezi atama ile Güneydoğunun en güneyine bu kasabaya gelmişti. Her şeyden kaçmak için iyi bir fırsat yakalamıştı. Oysa biliyordu insan sadece kendinden kaçamıyordu. Zaten kim kendini tanıyabilmiş ve kim kendinden kaçabilmişti ki bu dünyada...

Annesi bu günleri görememişti; ama anne yüreği gök gibidir her yeri görebilirdi. Beni de görüyor diye düşünür ve her şeyi annemin mutluluğu için başarmalıyım derdi. Annesini kaybettiği günden beri yalnızdı, sadece bu bahçede bu kasabada değil bu yeryüzünde Yusuf’un kuyu yalnızlığını yaşıyordu. Aniden bahçe kapısına iki el tokmak vuruldu yerinden kalktı kapıya doğru yürüdü tahmin etmişti kimin geldiğini gelen, komşusu Gülper Teyze idi, her gün bir anne titizliğinde yemek getirirdi ona. Kapıyı açarken gülümsedi, teşekkür etti. Başkalarının mutluluğuyla mutlu olmak ne büyük erdemdir, mutlu ederken mutlu olmak ne güzel ve en çok özellikler Gülper Teyzeyi anlatıyordu.

Havuzun kenarına dönerken bu insanların yüzü hürmetine dönüyor bu dünya diye fısıldadı kendi kendine. Yemeğini bahçede afiyetle yerken annesi geldi aklına, gözleri nemlendi... Bir sigara yakmak istedi sigarayı ağzına aldı, çakmağını aradı aradı bulamadı, öylece gözleri daldı uzaklara, ufuklara. Neden lazım olan nesneler hemen

G

Fethi ÇİÇEK Müdür Yardımcısı

(6)

Hacı Mahmut Yavuz Anadolu Lisesi

bulunmuyordu ve neden sevilenler hep uzaktaydı. Ne kadar da haklıydı şair ''Gözleri uzaklara dalan birinin yakınlarda olmayan bir hikâyesi vardır…''

Güneş ufukta izini tam silerken odasına döndü. Evinde hiç televizyon bulundurmazdı, hep radyodan istediklerini takip ederdi. Radyoyu açtı bir türkü çalıyordu: Turnalara tutunda gel... Yatağına uzandı, ahşap tavanı seyretti, tavandaki ağaçları tahtaları saydı. Hayatı bir film şeridi gibi geçti gözlerinin önünden; ilkokula başladığı o eylül günlerini, temmuzdaki ilk ekmek kazancını, ağustosta gurbete düştüğü, o sıcakta üşüdüğü günleri, sevdiğinin bir kasım günü onu terk etmesini; ama hiçbiri annesini bir nisan yağmurunda elleriyle toprağa vermesi kadar zayıflatmamıştı onu… Gittiler birer birer gittiler, gittiler acılarla bırakıp gittiler buralardan duvarda bir resim, tavanda bir anı bırakıp gittiler. Bizi durduk yere zengin edenler gidince birer birer nasıl da yoksullaşmıştık bu dünyada. Gittiler eksildik azar azar, eksilmedi mi sanki kendi ömrümüz ve biraz da biz ölmedik mi aslında o gidenlerle... Gözleri pencerenin kenarındaki çakmağa ilişti, aniden bir sigara yakmak istedi. Yaktı sigarasını çare miydi peki tüm dertlere bu duman, yoksa kötülüklerin üstünü örten bir sis gibi kötülükleri gizlediği için mi güzel ve vazgeçilmez geliyordu bunca âdemoğluna. Sigara üstüne sigara yaktı son sigarası bitmeden uykuya dalıp gitti. Turnalara tutunup da gitti....

Burnuna gelen yanık ve is kokusuyla aniden uyandı Gülper teyze birden irkildi yatağının etrafını, odalarını kontrol etti hiçbir yanık yoktu. Mutfağa gidip bir su içmek isterken gözleri pencereden yükselen alevlere ilişti, soğuk bir çığlık fırladı boğazından… Bu dumanlar, alevler öğretmenin evinden yükseliyordu. Sokağa fırladı, ahali çoktan uyanmış evin önünde toplanmıştı. Milletin arasından ağır ağır ilerlerken gözleri havuz kenarındaki tepside yarım kalan yemeklere ilişti. Bunların öğretmene getirdiği en son yemek olduğunu anladı. Yarım bırakmıştı. Zaten neleri yarım ve öksüz bırakmıyoruz ki ardımızdan diye düşündü. Sonra gözleri havuzun kenarında türkuaz bir örtünün altında devrilmiş bir çınar fidanı gibi uzanmış olan birine ilişti. Olduğu yere yıkıldı bir evladını kaybetmişti sanki. Evet öğretmen dedi yanındaki bakkal İbrahim, yetişemedik duman ile boğulmuş ve vücudu yanmış biraz kurtaramadık garibanı kimi kimsesi var mıydı ? Bilinmiyordu. Telefon bile kullanmıyordu. Yarım kalan bir hayat… Jandarma kayıtlarına bir yangın, bir vefat diye geçti.

Geçti bir insan, dünya denen imtihandan.. Ardında ağlayan öğrencilerini, gözleri, yürekleri nemli kasaba halkını, sevenlerini bırakıp en çok sevdiğine, annesine uçmağa varmıştı. Bizim öğretmenden geriye kalan meçhul bir hayat hikâyesi ve cenaze arabasının üzerindeki en bilenen gerçek. Belki de filmin sonu hiç değişmiyordu.

"Külli nefsin zâikatü'l-mevt"

6

ayal

(7)

İNANMIŞ BİR GÜZEL ADAM: MEHMET AKİF İNAN

“Bu insanlar dev midir Yatak görmemiş gövde midir”

ürk edebiyatına “7 güzel adam”

tabirini kazandıran şiir böyle başlar.

Cahit Zarifoğlu’nun yedi edebiyatçı arkadaşını anlattığı şiirdir “7 güzel adam”. Şiirin devamında “beyaz haberlerim var kardeşlerim” diye seslenir Zarifoğlu. İşte, beyaz haberler vermek istediği dostlarından biri de Mehmet Akif İnan’dır.

Mehmet Akif İnan, 1940 yılında Şanlıurfa’nın Balıklıgöl Mahallesi’nde gözlerini dünyaya açar. Baba tarafı Konya’dan Şanlıurfa’ya göç etmiş, annesi Maraş’tan Urfa’ya gelin olarak gelmiştir. Kendisi de yıllar sonra asıl hikayesinin başlayacağı Maraş’a göç edecektir. Belki de bu

yüzden “Göç nasibim, özlem kanımdır benim” diye anlatacaktır bir şiirinde kendisini.

Akif İnan, lise son sınıfa kadar eğitimini Urfa’da alır.

O günlerini bir söyleşide şöyle anlatır :

“Hiçbir zaman öyle ahım şahım bir öğrenci olamadım. Delikanlılığımda oldukça duygusal, içe dönük, romantik biriydim. Bir hayli de kavgacıydım.

O yaşlarımda çok dövüşlere girmiş çıkmışlığım vardı. Lisede güreş kaptanıydım.”

Bu kavgacı karakteri lise son sınıfa geldiğinde başına bela açacaktır. Bir öğretmeniyle yaşadığı tartışma yüzünden annesinin memleketi olan Maraş’a gitmek zorunda kalır ve Maraş Lisesinden namı diğer “Kara Lise”den mezun olur.

GÜZEL ADAMLAR BİR ARADA: KARA LİSE GÜNLERİ

Kahramanmaraş günleri onun hem hayatında hem de edebiyatında dönüm noktası olacaktır. Maraş Lisesinde edebiyata ilgi duyan, şiir, hikaye ve denemeler yazan bir arkadaş grubunun içerisinde bulur kendisini. Grubun ağabeyi Nuri Pakdil olmak üzere, Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu, Alaaddin Özdenören ve Rasim Özdenören ile birlikte bir kardeşlik ve dava arkadaşlığı serüveni başlar Maraş’ta. Bir zırha bürünürler bu çağa karşı.

Kardeşlik ve edebiyattan örülü bir zırha…

Edebiyata çocukluğundan beri devam eden ilgisi, bu çevrede daha da gelişip serpilir. Kendisi gibi okuma tutkunu olan arkadaşları ile beraber Doğunun, Batının Türkçe’ye çevrilmiş belli başlı eserlerini hızla okumaya başlarlar.

En sıkışık zamanlarında bile kitap okumaya günlük 6-7 saat vakit ayırabildiğini söyler Akif İnan. “Olayların kuşatması altındaysanız, bir yoğun hüzün ağmaktaysa üstünüze, günler, saatler bunalımın otağını kurmuşsa içinizde, sıkıntı bezirganı haraca bağlamışsa sizi. Aczden başka sermayeniz kalmamış gibiyse. Dualar, yüreğinizin semtine uğramadan çıkıyorsa ağzınızdan. Kendi sesiniz bile yabancı düşüyorsa kulaklarınıza. Şiir okumalısınız.” diyecek kadar şiirin gücüne inanan biri haline gelir. 1959 yılında Maraş Lisesinden mezun olur ve aynı yıl Ankara’da Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü kazanır.

ÜNİVERSİTE VE SONRASI

Üniversiteye iki sene devam ettikten sonra buradaki hocalarının yetersiz olduğunu düşünerek üniversiteyi yarıda bırakır. Sonrasında Nuri Pakdil’ın ısrarlarına dayanamayarak üniversiteye geri

T

Emre KÖKCÜ Okul Müdürü

(8)

Hacı Mahmut Yavuz Anadolu Lisesi

dönecektir. Mezun olması ise biraz uzun sürecektir

- 10 yıl kadar - çünkü ilgisini ve zamanını edebiyata ve dergicilik faaliyetlerine sarf eder. 1960 yılında bir başka Maraşlı şair ve o dönemde sanatının zirvesinde olan Necip Fazıl Kısakürek ile tanışır. Bir daha da kendisinin dizinin dibinden ayrılmaz. Onun görüşlerinden sanatının ne kadar çok beslendiğini Necip Fazıl’ın çıkardığı Büyük Doğu dergisine gönderme yaparak “Anamı sorarsan Büyük Doğu’dur.” veciz ifadesiyle anlatır.

Üniversiteden sonra bir süre öğretmenlik yapan Akif İnan, bu süreçte dergicilik faaliyetlerine önem verir. 1969 yılında Nuri Pakdil ile beraber

“Edebiyat” dergisini çıkarır. 1976 yılında da Kara Lise’den diğer sıra ve dava arkadaşları ile beraber

“Mavera” dergisini çıkarır. Kurucu kadroda yer alan şair ve yazarlar daha sonraki yıllarda Zarifoğlu’nun

“Yedi Güzel Adam” şiirinde anlatılacaktır. Akif İnan, bu dergide şiir ve fikir yazıları ile yer alır. 163 sayı yayınlandıktan sonra 1990’da kapanan dergi, kendi sahasında en uzun ömürlü sanat ve edebiyat dergilerinden biri olmuştur.

KANSER HASTALIĞI VE URFA’YA DÖNÜŞ

Çeşitli dergilerde yazarlık yapan, öğretmenlik ve sendika çalışmaları gibi faaliyetlerde bulunan Akif İnan, 1999 yılında kanser hastalığına yakalandığını öğrenir. Ankara’da hastaneye yatırılır ve tedavi süreci başlar. Uzun tedavi sürecinden ümit kesilince kendi isteği üzerine her şeyin başladığı yere, Urfa’ya döner.

2000 yılının ilk günlerinde bir Ramazan gecesinde vefat eder.

Şairlik yaşamı boyunca pek çok ulusal ve uluslararası ödüle layık görülen Akif İnan, şiiriyle kaybolan – kaybedilen – bir medebiyete ışık tutmak istemiştir. Divan şiirini yeni bir tarz ile yorumlamak isteyen İnan, bunun ancak o dönemin zihin ve

medeniyet anlayışının da yeniden inşa edilmesiyle mümkün olduğunu düşünmüştür.

Mehmet Akif İnan ve arkadaşları, masa başında çizilen sınırlara sığamamış, o sınırlar gönüllerine dar gelmiştir. Sanatları ile dünya coğrafyasındaki tüm mazlumların, kimsesizlerin sesi olmak istemişlerdir. Akif İnan’ın Mescid-i Aksa şiiri bu düşüncelerin güzel bir örneğidir :

“Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde Götür Müslümana selam diyordu

Dayanamıyorum bu ayrılığa Kucaklasın beni İslam diyordu.”

Şair Akif İnan’ın şiirlerinde, İslami bir hassasiyetin, haksızlıklar karşısında yaptıklarını yetersiz gören yorgun bir kalbin etkisi hissedilir. O, ölümü şiir ve düz yazılarında sıkça bir motif olarak tercih etmiştir. Ancak ölümü, Cahit Sıtkı Tarancı gibi bir kaçış ve korku ile beraber anmaz. O, arkadaşı Erdem Bayazıt’ın şiirinde,

“Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm”

dediği ölümsüzlüğü tadanlardandır. Onda ölümü kabulleniş ve “kim demiş her şeyin bitişi ölüm, destanlar yazılır mezarımızdan” diyerek ölüm gerçeği karşısında bir tevekkül hali görünür.

Bu ruh hali içerisinde ölünceye kadar bir fikir ve idealin peşinden koşmuştur. “Acılar umudu buldurur bize” düşüncesiyle bir an olsun inandığı yoldan dönmemiş ve umudunu kaybetmemiştir.

Çok yönlü kişiliğiyle dolu dolu bir hayat yaşayan ve bu hayatını örnek şahsiyetiyle de taçlandıran Mehmet Akif İnan, genç nesillerin iyi tanıması gereken edebiyatımızın mümtaz şahsiyetlerinden biri olarak fani alemden baki aleme göç etmiştir.

8

ayal

(9)

Hacı Mahmut Yavuz Anadolu Lisesi

COĞRAFYA KADER MİDİR?

u söz ile bulunulan yerin coğrafi koşullarının, insanların yaşamına, yaşamın her noktasına etki etmesi anlatılır. Hangi iklim kuşağında olduğumuz, yöremizde hangi doğal kaynaklara sahip olduğumuz veya sahip olmadığımız, hangi komşulara sahip olduğumuz, hangi kültürlerle etkileşim içinde olduğumuz vb. gibi pek çok parametreyi kapsamaktadır.

Hakikaten düşündüğümüzde, coğrafyanın yani bulunduğumuz yerin doğal ve beşeri unsurlarının bizim yaşam tarzımız, kültürümüz, ekonomimiz, dilimiz ve dinimiz olmak üzere hemen hemen hayatımızın tüm alanlarında oldukça etkili bir işleve sahip olduğunu görmekteyiz. Sözgelimi Türkiye’nin; Asya, Avrupa ve Afrika kıtası arasında bir geçiş konumunda olması, Türkiye’de bulunan insanların kültürlerini önemli ölçüde etkilediğini görmekteyiz. Güneyde Arabistan’a komşu olmamız nedeniyle, giyim kuşamda Arapların, dildeki kelimelerde Arapçanın izleri görülmekte, batıda Avrupa’ya komşu olmamız nedeniyle Batı Anadolu’nun Avrupa kültürünün etkisinde kaldığını görmekteyiz.

Türkiye; Karadeniz, Akdeniz, Ege ve Marmara denizleriyle çevrelenen, aynı anda farklı iklim tiplerinin görülmesine sebep olan yer şekillerinin çeşitlilik gösterdiği bir ülke olması itibariyle, başta politika olmak üzere, hayatımızı şekillendiren bir coğrafyaya sahiptir. Doğuda doğan bir bebeğin burada yaşayıp büyümesi ile elde ettiği yaşantılar; batıda doğan bir bebeğin burada büyümesi sonucu elde ettiği yaşantıların ne kadar farklılık göstereceğini hepimiz hayattaki örneklerle çok rahat kavrayabiliriz. Bu iki insanın yeme, içme, giyinme, konuşma şekli , aile ilişkileri , düğünleri , arkadaş çevresi ve hayata bakış açılarının bile birbirinden farklı olduğunu görmekteyiz.

Yaşanılan coğrafya kişinin ekonomik faaliyetlerini de etkilemektedir. Doğu’daki insan tarım ve hayvancılık faaliyetiyle uğraşmakta. Çünkü buranın iklimi kurak bitki örtüsü, cılız, su koşulları sıkıntılı yani bulunduğu coğrafya onu bu ekonomik etkinliğe zorluyor. Karadeniz’deki

insan denize komşu olmasının verdiği coğrafi konum etkisiyle balıkçılık faaliyetinde bulunabilmektedir. Burada yemek kültüründe balık doğal olarak ön plana çıkmıştır. Fakat doğudaki insanın yemek kültüründe balık bulunmamaktadır.

Elbette tüm bunları düşündüğümüzde İbn-i Haldun’un ‘’Coğrafya kaderdir.’’ sözünün iki kelimeye sığdırılmış bir hayat felsefesinin, coğrafyanın var oluşumuzdan yok oluşumuza kadar hayatımızın her alanında kendini iliklerimize kadar hissettirdiğini görmekteyiz. Şimdi

“Coğrafya Kader midir ?” Haydi biraz da siz düşünün…

B

‘Komşumuz Suriye’de çıkan savaştan kaçarken denizde feribotun batmasıyla

boğularak şehit olan ve cesedi Bodrum’un bir kıyısına vuran

‘AYLAN BEBEK’ belki de

“coğrafya kaderdir” sözünü kendi yaşamının sonuyla çok çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir.’

Nakşi KOÇ Coğrafya Öğretmeni

(10)

ayaletlerden korkar mısın? O zaman harika bir fikrim var! Bu yazıyı okuduktan sonra sessiz ve karanlık bir ortama ihtiyacın olacak… ve bundan sonraki hayatında sık sık bu kelimeyi duyacaksın. Çünkü içindeki çocuk her an sana seslenmeye devam edecek. Hayalet, hayaleet, hayaleeet, hayal et!!!

Sahi en son ne zaman hayal ettin? Neyi diye sorma, herhangi bir şeyi işte. En son ne zaman sessiz ve karanlık bir ortam buldun kendine? Mesela bir gece vakti başını yastığa koyup da sessizliğin ve karanlığın dehlizlerinde ne zaman hayallerinle aydınlattın geceyi? Ne zaman geceyi sabah ettin hayal kurarak? Peki neden hayal etmekten kaçıyorsun hayalet görmüş gibi? Oysa ben biliyorum çocukken çok hayal kurardın. Hatta sana hayalperest demişlerdi çoğu kere, hatırlasana. Çok zengin olmak istemiştin mesela, en güzel evi, arabayı almak, yoksullara yardım etmek istemiştin hatırla…

Peki şimdi neden törpüledin hayallerini? Hatta o kadar törpüledin ki son zamanlarda bodur bir ağaçtan farkı kalmadı hayallerinin. Geleceğini akan bir suya kağıttan gemi bırakır gibi bıraktın geçen günlerde… Hayal edip geleceğini inşa etmekten hepten vazgeçtin. Gittikçe korkar mı oldun sen “hayal-et”lerden? Yoksa çocukluğunda daha mı cesurdun sen?

Oysa çocukken büyüyünce korkusuz olmak da istemiştin. Şimdi neden bu korkaklık? Çocukluğundaki sen çıksa karşına ne derdi sana?...

Sana hayal et demiyorum çünkü korkuyorsun hayal etmekten, kaçıyorsun ardın sıra hayaletler kovalarcasına.

Sana düşün diyorum! Çocukluğunu düşün. Senin büyüklüğün üzerinde dahi hayaller kuran çocukluğunu… Nerede o cesur çocuk? Yoksa öldü mü? İçindeki çocuğun cenazesine gitmeyecek kadar gaddar olamayacağına göre ve hatırladığın kadarıyla da çocukluğunu ellerinle toprağa vermediğine göre… Nerede çocukluğun? Nerede o ümitvar çocuk? Hani onlarca cips paketinden bedava çıkmasa bile bir sonrakinde çıkacağından adı gibi emin olan ve bedavayı bulamayınca bir dahakine ümit besleyen çocuk… Ben galiba biliyorum nerede olduğunu. Hatırlasana artık büyüdüğünü düşünüp içindeki çocuğu yaka paça sürükleyerek gönlünün kömürlüğüne kilitlediğin geceyi! Hani çok direnmişti de sen dirayetli davranıp atmıştın onu kirin, tozun içine. Sonra kilitlemiştin kömürlüğün kapısını en açılmaz kilitlerle. Tabi o zamanlar bilemezdin en açılmaz kilidin kömürlük kapısında değil de umutsuzluk kapısında olduğunu. O halde açılabilir o kömürlüğün kapısı, hatta kırıla da bilir, kömürlük yıkılıp da kurtarılabilir o çocuk mesela… Geç kalmadın, dur hemen telaşlanma ölmedi o çocuk. Ölse sen kendi ellerinle gömerdin ya toprağa hatırlasana. Nasıl diye sorar gibisin, nasıl ölmedi, nasıl dayandı der gibisin… Sırrı basit aslında. “Hayal-et”lerle. Evet o çocuk “hayal-et”lerle yaşadı. Biliyordu o kapının bir gün açılacağını, biliyordu çünkü senin o kilidi, kapıyı veyahut damı, duvarı kırıp onu oradan kurtaracağını. Bunun da hayalini kurdu, hem de çoğu kez. Zaten kurmasaydı nasıl yaşardı onca tozun, kirin içinde. Nasıl yaşardı aşsız, ekmeksiz, susuz… Şimdi sana güzel bir haberim var. O çocuk senin geleceğinle ilgili binlerce hayal kurdu. Yani içindeki çocuk senin onu terk ettiğin günden bu yana seni hiç terk etmedi anlıyor musun? Hep seni düşündü, hep geleceğini düşündü, hep ümitvar oldu… Peki şimdi ne yapmayı düşünüyorsun? “Hayal-et”lerden korkup arkana bakmadan kaçmaya devam mı edeceksin yoksa o kömürlüğe inip gerekirse yumruklularını kanatma pahasına o kilidi, damı duvarı kırıp o çocuğu kurtaracak mısın?

Biliyor musun? Dünya tersine dönseydi ve roller değişseydi. Yani sen, sen olmasaydın da o kömürlükte kilitli kalsaydın ve içindeki çocuk da dışarıda olsaydı... Sen de çok iyi biliyorsun ki o çocuk seni çıkarırdı. Şimdi sen de onun için, aslında kendin için o çocuğu çıkarmalısın gönlünün derinliklerindeki kömürlükten. Çünkü ona ihtiyacın olmasaydı gerçekten atardın gönlünden… Şimdi inmelisin o kömürlüğe ve kurtarmalısın o çocuğu. Sonra üflemelisin ruhunla, temizlemelisin üzerindeki her zerre tozu, sonra yıkamalısın onu gönül çeşmende zira ab-ı hayattır o. Sonra sarılıp öpmelisin çünkü en iyi ilaç değil midir öpücük en onulmaz yaralara. Sonra gönül tahtına oturtmalısın o çocuğu ve demelisin ki: “Şimdi hayal et çocuk! Şimdi hayal et.”

Hadi bugünü yarın etme de sessiz ve karanlık bir ortam bul kendine. Mesela gece başını yastığa koyduğunda…

Sonra içindeki çocuk seslenecek sana: “Hayalet, hayaleet, hayaleeet, hayal et!!!”

Bu gece ve çok geceler boyunca hayallerinin seni uyutmaması dileğiyle…

10

ayal Halil CENGİZHAN Psikolojik Danışman

(11)

Hacı Mahmut Yavuz Anadolu Lisesi

1 SORU 1 BiLGi

Tarihteki ilk doktor (hekim) kimdir?

-Hipokrat

Tıbbın babası olarak anılan Hipokrat,M.Ö.460 yılında Yunanistan’ın Kos adasında dünyaya gelmiştir.Sara ve zatürre gibi hastalıkların belirtilerini tanımlayan ilk kişidir.Dugu ve düşüncelerin kalpten kaynaklandığını açıklamıştır.

Tıp Fakültesini bitiren doktorlar ‘’ Hipokrat Yemini’’ ederek göreve başlamaktadır.

Tarihteki ilk kadın doktor kimdir?

-Margaret Ann Bulkley

Maalesef ki Bulkley’in 19.yüzyılın başında bunu kadın kimliği ile yapmasına imkan yoktu.Toplumun kısıtlayıcı ve adaletsiz yaklaşımını aşmak için adını değiştirdi ve erkek kılığında doktorluğunu yaptı.Üstelik doktorluk mesleğini İngiliz ordusunda yaptı.Öldüğünde kadın olduğu anlaşıldı.Ordu doktorun sırrını açıklanmasını yasakladı ve Bulkley’in hayatı uzun süre gizli kaldı.

Tarihin en kısa süren meydan savaşı hangisidir?

-Mohaç Meydan Savaşı

Kanuni Sultan Süleyman’ın 29 Ağustos 1526’da Macaristan üzerinde hakimiyet kurduğu Mohaç ovasında iki saate yakın süren meydan savaşıdır.

Yazı neden ve nasıl bulunmuştur?

-İnsanlık tarihinin en önemli buluşlarından olan yazı, ilk olarak M.Ö.3500 yıllarında Sümer rahipleri tarafından bulunmuştur.Sümer rahipleri yazıyı,tapınak ve depolarda bulunan malları kaydetmek amacı ile kullanmaya başlamışlardır.Yumuşak kil üzerine sivriltilmiş uçlu kamış parçaları ile şekiller çizilerek yazı yazılmıştır.Kullanılan kil tabletin kızgın fırınlarda pişirilmesi ile kalıcı yazı elde edilmiştir.Şekillerden dolayı çivi yazısı denmiştir.

İnsanlığın ilk fotoğrafı hangisidir?

-Göbeklitepe,M.Ö. 12000 yıl öncesinde tarihlenen Şanlıurfa iline bağlı dünyanın en eski arkeolojik tapınağıdır. Göbeklitepe’de ortaya çıkarılan ilginç buluntular arasında çöl varanı, sürüngen kabartmaları, yaban domuzlar, turna, leylek, tilki, yılan, akrep, koyun, aslan , örümcek, insan kabartmaları tasvir edilmiştir.

Dünyada kabul gören arkeolojik görüşe göre insanlığın avcı ve toplayıcı yaşam biçiminden yerleşik yaşama geçmesindeki en önemi faktörler;açlık korkusu ve korunma içgüdüsüdür.

Ancak Göbeklitepe bu tabuyu yıkmıştır ve yerleşik yaşama geçişte dinsel inanışların da etkisinin olabileceği ispatlanmıştır.

(12)
(13)

MERHAMET İNSANLARA NE İFADE EDİYOR ?

alp size neyi çağrıştırıyor? Bence merhameti çağrıştırıyor. Merhameti olmayan bir insan, ne kadar zengin olursa olsun, ne kadar güzel giyinirse giyinsin; kalbine merhameti yerleştiremedikten sonra insanlığını kaybetmiş bir hale gelir. Dünyadaki olaylara geniş bir çerçeve ile baktığımızda görüyoruz ki sadece insanlara değil hayvanlara yapılan şiddet de her geçen gün daha da artıyor. Onlara zarar vermekten zevk alıyorlar. Normalde bir kedi bir çocuk görünce yanına gider, sevimli sevimli bakar. Ama şimdi doğada özgür olan bütün canlılar insanları görünce onlardan kaçar bir vaziyete geldi. Bunun suçlusu da insanoğlu yani merhametten yoksun insanlar… Allah, insanı topraktan yarattı ama ne yazık ki insanoğlu bu toprak kadar yumuşak olamadı. Bir canlıyı dövüyor, eziyor ve zarar veriyor. Merhamet, Allahın emri ama maalesef devir zalim olanın devri… Merhamet barış yoludur, kalplerimizde açan bir nurdur. Bu kadar kötü insanın yanında tabii bir de sessiz çoğunluk var. Kalbi merhametle dolu olan, yetim başı okşayan, fakirlere sahip çıkan ve zorda kalan canlıya el uzatan insanlar…

Bu dünya kendi seçimlerimizle belirlediğimiz yoldan ibarettir. Düz, doğru ve tek bir yoldan ibaret değildir.

Yanlış yollar, çıkmaz sokaklar, ayartıcı çağrılar her an karşımıza çıkar. Bu dünya bir imtihan dünyasıdır. Bizler yolumuzu merhametten yana, doğru ve güzelden yana çizmeliyiz. Bu yolda sebat etmeli ve Allah’tan bize yardım etmesini dilemeliyiz. “ Merhamet etmeyene merhamet edilmez” ilahi uyarısını yol boyu bir muska gibi gönlümüzde taşımalı ve öyle yürümeliyiz.

HOŞGÖRÜNÜN YOLLARI

Upuzun bir yoldur, kaybolur izi.

Dünyada bir barıştır hoşgörü.

Kusurlarımızı görmez, bağışlar bizi.

Gülün bir dalıdır: Adı da hoşgörü.

Tüm insan âlemine yetişir izi, Nefret değil, korur gözetir bizi, Bir pınardır gelir sesi.

İnsanlığı soran eldir hoşgörü.

Müşrik’e düşen bir ateştir.

Müslümana düşen bir güneştir.

İnsan âlemine bir lütuftur.

Güler yüzü bilendir hoşgörü.

Karanlığı yok edendir.

Hayatı yeşerten bir umuttur.

Affetmeyi bilendir

Dünyayı gönlüyle hoş görendir.

K

(14)

Hacı Mahmut Yavuz Anadolu Lisesi

GARİP GELENEKLER

PERU

Çocuklarının sağlıklı olmalarına isteyen aileler onlar için koyun ve evcil hayvanları öldürüyorlar.

Ve öldürülen hayvanların kanları ile çocuklarını yıkıyorlar.

HİNDİSTAN

Hindistan’da yeni doğan bebekleri tapınaklardan aşağı atmak gelenek haline gelmiş bir durum.

Bu törenin çocukları güçlendirdiğine ve onlara şans getirdiğine inanıyor. Solapur bölgesindeki Musti köyünde bulunan Baba Şeyh Umar Saheb Dargah türbesinde dua ettikten sonra çocuğu olan yeni evli çiftler, çocukları doğduktan sonra bu töreni gerçekleştiriyor.

MORİTANYA

Moritanya’da dünyanın güzellik anlayışından farklı bir güzellik anlayışı mevcut. Bu ülkede şişman kadınlar güzel olarak kabul ediliyor ve itibar görüyorlar. Evlenme çağına gelen kızlar en az 60, en fazla 100 kg olmak zorunda. Aksi takdirde, kızlara zorla yemek yedirerek kilo almaları sağlanıyor.

KUZEY KUTBU

Eskimolar, yaşlandıkları zaman artık işe yaramayacaklarını düşünerek yakınlarından kendisini öldürmelerini ister. Bu, bir nevi intihardır. Gün geldiğinde yaşlı erkek, yakınlarının yardımı ile canlı olarak toprağa gömülür.

TANZANYA VE KENYA

Tanzanya ve Kenya’da yaşayan Masai kabilesi üyeleri birbirlerine tükürerek selamlaşıyorlar.

Özellikle yeni doğan bebeklere lanetten ve kötü şanstan uzak durmaları için tükürürler. Büyüklerle selamlaşırken de büyüğün elini sıkmadan önce kendi ellerine tükürürler.

İSPANYA

İspanyolların farklı gelenekleri var hatta bu gelenekler festivaller ile kutlanıyor. Her yıl Ağustos ayının son çarşambası domates festivali yapılıyor ve tonlarca domates ile birbirleri ile savaşıyorlar.

Dünyadan pek çok insan bu festivale katılmak için İspanya’ya gidiyor.

GÜNEY AFRİKA

Güney Afrika’da tam bir poligami hakimdir. Bir erkek ne kadar çok kadın ile evlenmişse o kadar zengin ve itibarlı kabul edilir. Bu nedenle 20-30 kadınla evli olan pek çok erkek burada yaşamaktadır.

13

ayal

(15)

KADIN - WOMAN- JÎN – BENAT

arklı coğrafyalarda, farklı dillerde, farklı şekillerde ve kelimelerde ifade edilse de ortak sevginin, evrensel değerin simgesi ve iyileştirilemeyen yaramızdır kadın…

Semavi dinlerde ayağının altına cennet serilen, Peygamber anneliği bahşedilen, Latin ve Grek uygarlığında birçok tanrı kadın olarak kabul edilen, her insanın mukaddesiyâtının adı olduğu kadar diri diri toprağa gömülen, küçük yaşta evlendirilen, koca dayağı yedirilen cehaletin adıdır kadın.

Dünya nüfusunun yüzde 60’ı, Türkiye nüfusunun yüzde 50’si kadar çoğunluk, Meclis’in yüzde 10’u kadar azınlıktır kadın.

Gönüllere cemre düşüren sevdadır, filizlenen güldür, çiçektir, demettir, gülistan gülizâr kadın.

Evrensel sevdaların adıdır kadın. Uğruna dağlar delinen, çöllere düşülen maşuktur. Kimi yerde Leyla, kimi yerde Juliet, kimi yerde Zîn’dir kadın.

Tarihtir kadın. Aklını, cesaretini her dönemde gösteren, her sahnede bir rolü olandır. Tomris’tir, Hürrem’dir, Katerina’dır, Elizabet’tir kadın.

Anadır kadın, Sevgisine karşılık beklemeyen…

İnsanı doğuran, yaşatan, adam eden sığınılacak limandır kadın.

Gizli sevdaların, ölümsüz satırlarının adıdır kadın. Lavinia’dır, Pia’dır, Mona Roza’dır kadın.

Gönül titreten nağmelerin hicranıdır kadın. Cemile ‘dir, Zahide’dir, Mihriban’dır kadın.

Saçını süpürge eden, saçını camdan sarkıtıp sevdiğini kurtaran, yedi cüceye de aynı anda katlanabilen, ninesine yemek götürmek için ormandan geçmeyi göze alan ve tüm kötülüklerden iyilik çıkaran kahramanımızdır kadın.

Kurak topraklarla beraber kurak gönülleri sulayan Berrak, Dicle, Asi gibi ırmaktır kadın.

Yeryüzünü yaşanılır kılan, adına Tac Mahal yaptırılan, ölümsüz eserlerdir kadın. Mihrimah’dır, Gevher Nesibe’dir, Mama Hatun’dur kadın.

Kütüphanemizdeki ölümsüz eserlerin kahramanı, Talat’ın Fitnat’ı, Kırık Hayatlar’ın cefakâr kadını, anası, temiz kalpli Vedide’si, Aşk-ı Memnu’nun masum Nihal’i, Kürk Mantolu Madonna’da uğruna hayata küsülen, Raif’in Maria Puder’idir kadın.

Modern dünyanın tüm şartlarına rağmen içimizde umut taşımamızın ve gelecek adına yeise düşmemenin en büyük ışığıdır kadın.

Tüm haklarıyla, daha yaşanılır bir dünya için ümitvardır kadın...

(16)

Hacı Mahmut Yavuz Anadolu Lisesi

BAŞARIYA GİDEN MEKTUP

aşarmanın sırrı; sadece çalışmak değil, biraz özgüven, biraz sabır ve biraz azimdir aslında. Kendine güvenmeden, sabretmeden ve azmetmeden hiçbir şekilde başarıya ulaşamayız. Ya da ulaştığımız nokta başarı değildir. Sadece kendimizi kandırmış oluruz.

Bazen öyle anlar olur ki ders çalışmayı bırakmak isteriz. Kalemi fırlatıveririz ya, işte ondan sonra kalemi tekrar elimize almayı bilmeliyiz. Yoksa başarıya giden yolda engellere takılıp öylece kalırız. Yorulduğumuzda, sıkıldığımızda, üzüldüğümüzde tekrardan toparlanabilmeyi ve yolumuza devam etmeyi bilmeliyiz.

Acımız mı var ? Acımızı yaşadıktan sonra yeniden oyuna geri dönmeli ve kaldığımız yerden tekrar başlamalıyız. Hayatımızda öyle

anlar var ki acımasız, zalim ve bize göre adil olmayan şeyleri yaşayabiliyoruz. Bütün bunlara karşı durup, yılmadan devam etmeli insan.

Sonuçta bizim artık bir hedefimiz var ve bu hedefe ulaşmak için ipler bir tek bizim elimizde.

Bu hedefe ulaşmamız sadece bizi değil ; annemizi, babamızı, kardeşlerimizi kısacası bizi seven herkesi mutlu edecektir. Anne -

babamızın mutlu haberlerimizi aldığında gözlerinde oluşacak mutluluk bile bizlerin pes etmemesi için yeterli bir sebeptir. Onların hayata karşı umutsuz, çaresiz olan bakışlarını, mutlu yarınları düşünerek yeniden umutla doldurabiliriz.

Tüm imkanlar sağlansa da, sağlanmasa da okulda bize sürekli yardımcı olan, peşimizde koşuşturan, soru sormadığımız için bize kızan, tüm sıkıntılarımızı can kulağıyla dinleyen, bize tüm kalpleriyle inanan öğretmenlerimiz var. Ailemiz için, kendimiz için ve öğretmenlerimiz için pes etmemeli ve başarıya ulaşmalıyız. Son olarak şunu söyleyeyim :

Başarı için hiçbir engel bizi durdurmamalı, aksine bizi daha da azimlendirmelidir.

Asla vazgeçme!

B

15

ayal

(17)

HAYATIN TA KENDİSİ

ir yanlışlık var bu hayatta.

Soramadığım, okuyamadığım, yazamadığım bir yanlışlık… Ne kadar ileriye gitsem de hep geriye doğru gittiğimi hissediyorum, sizce de büyük bir hata yok mu ? Ben mi yanlışım yoksa hayat mı, anlayamadım.

Kara bulutlar yükseliyor üzerimde, her an dolu yağacak da altında kalacakmışım gibi. Büyük bir fırtına kopacak ve ben o ıssız denizde gemimi

sağ salim güvenli limanlara

ulaştıramayacakmışım gibi. Bazen “ her ne olacaksa olsun, ya derin karanlık sulara gömülürüm ya da mavi, aydınlık bir gökyüzüne ulaşırım” diye düşünüyorum. Fırtına kopsun, istiyorum. Bütün kötülükler süpürülsün.

Nereye giderse gitsin ama burada kalmasın kötülük. Biliyor musun, bazen hayal ediyorum.

Düşünsene sen de :

Birden bire bulutlar çekilecek, güneş gösterecek yüzünü. Ne kadar da güzel, sapsarı, ışıltılı ve parlak… Acaba o an kadar kadar güzeli var mıdır bu hayatta ?

Yok ya da şimdilik daha güzel bir hayali kuramadım dünyamda. Belki de daha güzellerini kuracak vakte henüz gelmedim.

Sanıyorum ki herkes bir keder, yalnızlık taşıyordur göğsünde. Bazen bir nokta haline gelen, bazen bir karartı gibi büyüyen içerimizde. Yazıyorum, her şeyi yazıyorum. İyi ya da kötü her şeyi… Elinden geldiğince yaşa ve inan. Eğer inanırsan yaşarsın ve elindekilerle mutlu olmasını bilirsin.

HAYAT

Mehmet Hocanın tavırları kadar babacan Fethi Hocanın bakışları kadar keskin Ali Hocanın esprileri kadar soğuk Meliha Hocanın güzelliği kadar göz alıcı Nakşi Hocanın dersi kadar eğlenceli Sinem Hocanın saçları kadar havalı Ali Hocanın sınavları kadar zor Tuba Hocanın sesi kadar ince Hanifi Hocanın bakışları kadar sert Gülistan Hocanın yüreği kadar narin Halil hocanın gülüşü kadar samimi Rukiye Hocanın gözleri kadar güzel

Kahraman Hocanın Beşiktaş tutkusu kadar fanatik

Adile Hocanın gülüşü kadar kadar masum Ömer hocanın dağlara sığmaz sabrı kadar büyük

Huri Hocanın saçları kadar kıvırcık Emre Hocanın durgunluğu kadar akıl alıcı Mahsume Hocanın kızışı kadar tatlı Hasan Hocanın konuşması kadar akıcı Hüseyin Hocanın anlatışı kadar mükemmel Habib Hocanın şişesi kadar meşhurdur.

B

(18)

Hacı Mahmut Yavuz Anadolu Lisesi

Split

ürkçe çevirisi “Parçalanmış” olan Split filmi, 2017 yapımı gerilim, fantastik ve korku türlerinde kabul edilen bir film. Filmin yönetmeni, “Altıncı His, Ölümsüz ve Mistik Olay” gibi tanınmış filmlerin sahibi HintliM. NightShyamalan. Shyamalan, imza attığı bütün filmleri hem yazmış hem de yönetmenliğini üstlenmiş. Son filmi Parçalanmış’ın da senaryosu, yapımcılığı ve yönetmenliği yine Shyamalan’a aittir.

Film, küçük yaşlarda annesi tarafından horlanan ve bu sebeple ağır travmalar yaşayarak tedavi gören KevinWendellCrumb’ın hikayesini anlatıyor. Kevin, bu psikolojik rahatsızlığı sebebiyle çoklu kişilik bozukluğu yaşamakta; beyninde ve

bedeninde tam 23 tane farklı kişiliği barındırmaktadır. Öyle ki bu kişiliklerin her biri farklı mizaca, farklı bedensel yapılara ve farklı rahatsızlıklara sahip olabiliyor. Hatta filmde bu rahatsızlığı yaşayan başka kör bir hastanın, içinde yaşattığı kişiliklerinden birisinin görme yetisini kazandığından bahsediliyor. Ayrıca Kevin’in kişiliklerinden bir tanesi de şeker hastasıdır ve insülin iğnesi kullanmaktadır.

Film, Kevin’inüç kızla beraber bir arabada oturduğu sahne ile açılır. Kısa süre sonra bu üç kızı kaçırdığını anlayacağımız bölümün ardından, filmin tanıtım sürecinde sıklıkla dile getirilen karakterin 23 farklı kişiliğe sahip olmasının taşıdığı anlamı öğreniriz. Bir hayvanat bahçesinde çalışan Kevin’in, kendisi için tahsis edilen yer altındaki odalardan birisinde tutsak edilen kızlar ile Kevin arasındaki ilişki her geçen dakika garipleşirken, karakterin yaşadığı kişilik bölünmeleri, film ilerledikçe seyirciye aktarılır. Tedavi sürecinin devam ettiğini tahmin ettiğimiz Kevin’ın, psikiyatristinden saklamaya çalıştığı kişiliği “Dennis”, diğer 22 kişilik üzerinde hakimiyet kurar. Naif, kırılgan veya içine kapalı kişiliklerin aksine, bu zamana kadar gördüğü baskı ve toplum tarafından dışlanmış olmanın verdiği travmayı kabul etmeyen ve kendisini ispat etmek arzusu ile ortaya çıkan bir kişilik olarak tanımlayabileceğimiz Dennis kızları kaçırmayı planlamıştır ve henüz ortaya çıkmamış “Canavar”ı(24. Kimlik) ortaya çıkarmayı amaçlamaktadır.

Filmde, Kevin’in tanıtılan kişiliklerinden diğerleri ise Hedwig, Patricia ve Barry’dir.Hedwig, Kevin’in küçük yaşlardaki halini temsil eden 9 yaşında saf bir kişiliktir, kaçırılan kızlar bu saflığı kullanmak isteyeceklerdir. Patricia, Kevin’in tacize uğradığı ve hor görüldüğü dönemlerin bir izi olarak yarattığı sert mizaçlı bir kadın kişiliktir. Barry ise çizimler yapan naif ve saf bir sanatçı rolüyle karşımıza çıkar. Patricia ve Dennis, Hedwig’i kandırarak hakimiyeti ele geçirmişlerdir. Barry ve diğer saf kişilikler bu hakimiyeti geri almak için çaba sarf etmektedirler.

Filmde bu hastalık üzerinden insan beyninin olanakları vurgulanarak ne kadar ileriye gidilebildiği gösterilmeye çalışılmış. Filmi izledikten sonra şu sonuca rahatlıkla varabiliriz: Kevin’in zihninde ortaya çıkan bu kişilikler bir psikolojik rahatsızlık sonucu meydana gelse de insan kendi beynini yönlendirdiği takdirde idealize edilmiş kişiliklere ulaşabilir ya da şeytani kişiliklerden uzaklaşabilir. Bu, filmde bedensel rahatsızlıklar için de aynı şekilde vurgulanmış.

Sonuç olarak, yönetmen bir ana karakter ve dört yardımcı karakter olmak üzere toplamda beş karakterle bu filmi tamamlamış; ancak filmde sanki on farklı karakter oynamış hissi vermiştir. Bu bağlamda film konusu itibariyle son derece ufuk açan, dar oyuncu kadrosuna rağmen izleyicide derin etkiler uyandıran bir yapıttır. Umarım filmi izleyecek olanlar için güzel bir izlenim uyandırmışımdır.

İyi seyirler.

T

17

ayal

(19)

GÜZEL YURDUM

Ne oldu, ne bitti, ne geçti bu toprağında ? Hangi hain ayak bastı güzel yurduma ? Mehmetçiğim mi yatıyor bu toprağın kara bağrında ?

İndi mi bayrağım, dalgalanmıyor mu artık süzgün rüzgarlarda ?

Bugün esmiyor rüzgar, kuşlar da ötmüyor Durdu sanki hayat, vatansız olmuyor.

Çıkmış mehmetçiğim düşman avına Uğratmam yurduma alçakları diyor.

Kendisini bu toprak uğruna feda eden yurdumun güzel insanı,

Göğsü dik, alnı ak, korkmadan mücadele ediyor.

Olmaz diyor, düşmanın bayrağı dalgalanamaz, yurdumda çiçek açamaz. Düşman

korkutulmadan “Kızıl Elma’ya” varılmaz.

Ne Çanakkale’de, Ne Sarıkamış’ta, ne de 15 Temmuz’da

Bu bayrak inmez, vatan bölünmez, böyle bilsin düşman.

Bu ülkede nice Ömer Halisler, Fethi Sekinler olduğu sürece

Bu ülkeye bir daha “İstiklal Marşı” yazılmaz.

SENSİN ÖĞRETMENİM

Geleceği parlatan, Güzel günler yaratan, Bana hayatı öğreten Sensin öğretmenim

Okumayı, yazmayı Her satırda sevgiyi, Büyüklere saygıyı Öğretensin öğretmenim

Bana bilgiyi aktaran, Güzellikleri anlatan, Kitapları sevmeyi Öğretensin Öğretmenim

Hayata anlam katan, Ata’yı kalbimizde yaşatan, Bize rehber olan

Sensin öğretmenim

(20)

Hacı Mahmut Yavuz Anadolu Lisesi

ROMAN BAŞLANGIÇ CÜMLELERİ

Allah’ın yarattığı, şeytanın şaşırttığı bunca insandan sadece bir avucu keşfedebilmiş arzın merkezini. (Elif Şafak – Ustam ve Ben) Annem bugün ölmüş ,belki de dün hatırlamıyorum. (Albert Camus – Yabancı) Bütün mutlu aileler birbirlerine benzer, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluluğu vardır. (Tolstoy – Anne Karenina)

Ilık yaz akşamlarında meşe dallarının yaprakları arasında göz kırpan yıldızlara doğru uçup gittiğimi düşünmek, tekdüze ömrümün en heyecanlı eğlencesi haline gelmişti. (İskender Pala- Şah Sultan) Toy çağımda bir öğüt vermişti babam, hala küpedir kulağıma. ‘Ne zaman’ demişti

‘birini tenkide davranacak olsan, hatırdan çıkarma, herkes senin imkânlarınla gelmemiştir dünyaya!’ (Muhteşem Gatsby- F.Scott Fitzgerald)

Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu. (Franz Kafka – Dönüşüm)

Ben beş kırmızı araba ile gidip gördüm ve süper güzel bir gün olacağını biliyordum.

(Mark Haddo - Süper İyi Günler)

Üzerimde birinin bakışlarını hissettim. Çok rahatsız edici bir duyguydu, özellikle de ölü olduğum düşünülünce. (Laura Whitcomb - Hayalet Sevgilim)

Scarlett O’Hara çok güzel bir kız değildi ama Tarleton ikizleri gibi erkekler onun çekiciliğine bir kez kapılınca bunu farkına varmazlardı bile. (Margaret Mitchell- Rüzgar Gibi Geçti)

Catherina Morland’ı küçüklüğünde gören hiç kimse onun bir kahraman olmak üzere

doğduğunu düşünmezdi. (Jane Austen – Northanger Manastırı)

Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün psikoposun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 05:30’da kalkmıştı. (Gabriel Garcia Marquez - Kırmızı Pazartesi) Atlas Okyanusu’nun dibinde bir kitap yatıyor. Anlatacağım, işte onun hikâyesi.

(Amin Maalouf Semerkant)

Eğer bunu okumaya niyetliyseniz vazgeçin.

Birkaç sayfa okuduktan sonra, burada olmak istemeyeceksiniz. Bu yüzden unutun gitsin. Gidin buradan. Hala tek parçayken hemen kaçın.(Chuck Palahnıuk – Tıkanma)

’Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. İçimdeki sıkıntı eridi.’’(Yusuf Atılgan / Aylak Adam)

‘’Şimdiye kadar tesadüf ettiğim insanlardan bir tanesi benim üzerimde belki en büyük tesiri yapmıştır.’’(Sabahattin Ali / Kürk Mantolu Madonna)

‘’Bir Salı sabahı uyandım. Bütün gazeteler hayatta en çok sevdiğim kadının bir cinayet işlediğini yazıyordu.’’(Buket Uzuner / Kumral Ada Mavi Tuna)

"Her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilirdi bizi?’’(Barış Bıçakçı / Bizim Büyük Çaresizliğimiz)

"Bu cümle, yazmayı öğrendiğimin kanıtıdır."(Hakan Günday / Azil)

"Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti."(Orhan Pamuk-Yeni Hayat)

‘Hayat nasıl gidiyor?’ Yaşayan birine sor.

(Murat Menteş- Ruhi Mücerret)

19

ayal

(21)

BİR OKUL ÖĞRENCİSİNDEN NE BEKLER

u yazıyı yazmaya başlamadan önce etkili bir yazının en temel gerekliliği olan “veri toplama”

kısmında şöyle bir araştırma yapayım dedim. Acaba attığım başlıkla ilgili bir çalışma var mı, veya okulla ilgili nasıl sorular sorulmuş? Öğrenmek istedim. Araştırma sonucunda hep şu sorular karşıma çıktı:

Veli okuldan ne bekler?

Öğrenci okuldan ne bekler ? Öğretmen okuldan ne bekler ?

Bir öğrenci öğretmenden ne bekler? ...

Bu sorular uzayıp gitti. Ama ilginçtir ki başlıkla ilgili tek bir video çalışmasından başka bir şey görmedim. Başka yok. Yani şu demek oluyor: Herkes her şeyi okuldan bekliyor. Tam tersi durum akıllara hiç gelmemiş. Okul, kendisinde kayıtlı olan her öğrenciyi başarılı, vatanına milletine faydalı, hedefine ulaşmış bireyler olarak yetiştirmeye mecburdur. Okul, her çalışanını memnun etmeye mecburdur.

Okul, velisini, sosyal çevresini memnun etmeye mecburdur. Fiziki şartlar ve donanım olarak dört dörtlük olmaya ve cezp etmeye mecburdur. Tamam. Bunların hepsine amenna! Bunların olmasını hatta burada sayamadığım daha birçok şeyin okuldan beklenmesine eyvallah. Peki ya Okul? Bu kadar beklentinin olduğu bir kurumun hiç beklentisi yok mu? Kurumsal hak olarak, manevi olarak her kurumun bir onuru,bir gururu olur,olmalı. Bu açıdan bakıldığında her okulun da öğrencilerinden bir beklentisi olmalı. Bu beklentinin birinci şartı okuldayken veya mezun olduktan sonra öğrencinin, temsilcisi olduğu okulunun onurunu gurunu korumasıdır. Temsilcisi olduğumuz okulla bağımız sadece okulda bulunduğumuz süre ile sınırlı olmamalı. Okulumuz adına takındığımız tavır, gösterdiğimiz duruş, çevreye verdiğimiz imaj, kazandığımız başarı eğer pozitifse okulumuza itibar kazandırmışız demektir.

Eğer saydıklarım negatif değil negatif eğilimli dahi olsa okulumuza itibar kaybettirmiş, okulumuzun onurunu kırmışız, demektir. Öğrenci olmak, bir okulu temsil etmek elbette hafife alınacak bir sorumluluk değil. Önemli olan bu sorumluluğu gücü nispetinde taşımaktır. Öğrenci hiçbir şey yapamıyorsa bile iyi niyet elçisi olmalı. Evet, ben başaramıyorum, çalışamıyorum vasatım... Tamam.

Ama bende bu özellikler var diye ben okulumda iyi bir izlenim bırakmayacak değilim.

Başaramadıklarıma karşılık ben efendiyim, ben dürüstüm, ben okulumu seviyorum, okulumun herhangi bir köşesine bir çizik atılsa benim içim yanar, takındığım tertip ve düzenimle “Bak falanca okulun öğrencisi…” dedirtecek kadar okulumun itibarını düşünüyorum. İşte bu düşünceler, başaramıyorum diyen bir öğrencinin düşünceleri olduğu zaman okul aslında öğrencisinden beklediğini almış demektir. Çünkü okul sadece öğretim değildir. Peki ya ben başarılıyım diyen bir öğrencinin düşüncesi ne olmalı? Bu gün Türkiye’de ODTÜ’den mezun olan her öğrenci gururla ben ODTÜ’den mezun oldum der. Liseden mezun olan her başarılı öğrencide ODTÜ’ye girmek ister. Acaba neden?

Bana sorsanız ben “İTİBAR” derim. İşte başarı okula kazandırılan itibardır. Tercih edilmek, tercih edildiği için gurur duymak. Her okul öğrencisinden bunu bekler. Okulunun başarısını her zaman başarı merdiveninin en üst basamağında tutmak, herhangi bir ortamda okuldan bahsedildiğinde gururla “Ben o okulda okuyorum ya da ben o okuldan mezun oldum.” diyebilmek...

Sözün özü öğrencinin, velinin, öğretmenin ve idarecinin gururu okulun onurudur. Gururumuza ne kadar sahip çıkar, değer verirsek okulumuza da o kadar onur kazandırmış oluruz. Onurunu ve beklentisini kaybetmiş bir okuldan hiçbir şey beklenmeyeceği gibi onuru, öğrencileri ve mezunları tarafından korunan bir okuldan da ilim pınarlarının her daim gür ve billur akacağına kanaatimi hiç kaybetmeyeceğim.

B

(22)

Hacı Mahmut Yavuz Anadolu Lisesi

OKUL DUVARI

HAYAT

- Hayatın özür gerçeklerdir, gerçekler de sana acı verir. Yani hayat acılardan ibarettir.

-

KALP NASIL KIRILIR?

- Asla pişman olacağınız hatalar yapmayın. Ne olursa olsun, kalp kırmamaya özen gösterin.

İnsanların dünyada değer verdikleri en kıymetli hazine kalp olmalıdır.

-

SULTAN’i SÖZLER

- Özledim, özledim ama seni değil. Özledim, geceleri saatlerce tavanı seyretmeyi değil, yastığa başımı koyar koymaz uyumayı. Sabahları huzurla uyanmayı özledim. İnsanlara yalandan değil de, içten güldüğün günleri özledim. Gönülden inanmayı, sevmeyi özledim. Özledim, inan ki çok özledim ama seni değil, ben eski beni özledim. Hem de çok özledim.

- Öğrencinin gözleri öyle kelimelerle konuşur ki dil onları telaffuz edemez.

- Okula gitmeyen bir kız çocuğu: Parmakları kırılana kadar ders çalışan bir kızı okuldan almak, bileklerini keserek hayallerini yaşamasına engel olmaktır.

- Ders çalışmanın ölçüsü; ölçüsüz çalışmaktır.

- Okulu, okula gelene değil, gelmek isteyip de gelemeyene sor.

Sultan Üner

21

ayal

(23)

OKULUMUZDAN KARELER

(24)

Hacı Mahmut Yavuz Anadolu Lisesi

23

ayal

(25)
(26)

Hacı Mahmut Yavuz Anadolu Lisesi

25

ayal

(27)

Referanslar

Benzer Belgeler

Latin Amerika'nın yeşil hedefleri göz önüne alındığında, dünyada büyük ölçekli yenilenebilir enerji finansmanından yararlanmak için daha iyi konumlanmış çok

Boru ve Boru Elemanlarının Alın Kaynağı Protokol Föyü Yerin üstünde Yerin altında.

Yine oyun, çocukların sosyal uyum, zeka ve becerisini geliştiren, belirli bir yer ve zaman içerisinde, kendine özgü kurallarla yapılan, sadece1. eğlenme yolu ile

20 metre hız testi puanlamasında erkek ve kız adaylar için ayrı olmak üzere en iyi derece tam puan diğer adayların puanlaması en iyi derece +75 saliseye kadar

Sonuçlar şam piyonada ilk 4 sırayı paylaşan takım lar arasında m üsabaka bitiş süresi teknik puan ve pasitive kriterleri açısından fa rklılığ ın olm adığını

Verilen bilgiye göre aşağıdakilerden hangisi bir sivil toplum kuruluşu değildir?. A) Tema B) Lösev C) Kızılay

ADANA / SEYHAN / Yeşilevler Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Anadolu Teknik Programı ADANA / SARIÇAM / Türk Tekstil Vakfı Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi Anadolu

Maddeleri uygulama sırasında yoldan ihdasen gelen parçaların komşu parsel maliklerine satılması; satış ve tescil işlemlerinin yapılması için Belediye