13
ODAK NOKTASI
AHMET CEMAL
'Nâzım'ı Anmak'
Üzerine Bir Çeşitleme...
Daha önce birkaç kez yaptığım gibi, bu kez de ya zıya başlarken biraz durakladım. Çünkü yazıda, ken di yaptığım, parçası olduğum bir işten de söz etme zorunluluğu vardı. Ama sonra düşündüm ki, ortaya konulmuş bir emekten sırf onun bir parçasıyım diye söz etmekten kaçınmak, o emeğe bir saygısızlık olu yorsa eğer, o zaman böyle bir saygısızlıktan emek kimin olursa olsun kaçınmak gerekir.
Ama önce “Nâzım’ı anmak "tan başlayalım. Yine “anıyoruz”.
İçimizden yetişip sonradan dünya edebiyatının, sanatının vb. parçası olabilmiş, bizim düşünce iklim lerimize nice güçlü ve taze soluklar kazandırabilmiş bir avuç insanı bugüne kadar nasıl anageldiysek Nâ- zım’ı da yüzüncü doğum yılında öyle anmaya koyul duk bile.
Bol gürültülü, tam anlamıyla medyatik, çok bol alıntılı, iyice gösterişli anıyoruz.
Onu anmak için ortaya konmuş emekler arasında çok çok dikkatli seçimler yaparak anıyoruz.
Nasıl mı yapıyoruz bu seçimi? Şöyle:
Bir defa öncelik, kesinlikle yurtdışı kökenli, ya da içine yabancıların karıştığı emeklere ait. Eğer böyle- si varsa elimizde, kalite sorununu bile önemsemiyo ruz. Hani: “Asılacaksan, Ingiliz sicimiyle asıl!” gibi lerinden.
Yabancılar bir şey demişlerse Nâzım için, adeta
kutsal söz!
Peki, ya bizden, bizim iklimlerimizden bir şeyler di yenler, bazı emekler ortaya koymuş olanlar varsa?
O zaman bakıyoruz: Ünlü mü diyen? Ya da, aca ba şöyle gösterişli toplantılarda mı ortaya konuluyor konanlar? Hani tanınmış adların katıldığı toplantılar da? Ve şuna da çok dikkat ediyoruz: Yapılanlar, bil
diğimiz şeyler mi? öyle ise, rahatız ve korkmamıza
gerek yok demektir. Çünkü biz, kafası ancak bildik
lerine basan, bilmediği ya da yeni olan’\a karşılaştı
ğında ise -bu yeni’yi bilebilmek için yeni düşünsel ça balar harcamak gerekeceğinden!- onu hemen elinin tersiyle bir yana iten bir bilgi toplumuyuz!
Peki ya henüz çok tanınmamışların eliyle gerçek leştirilm iş, üstelik bir de gerçek anlamda yeni bir şeyler konulmuşsa ortaya!
İşte o zaman hiç şans yok demektir!
Stüdyo Drama Tiyatro Topluluğu, sanırım aralık
başından bu yana Onur Bayraktar’la birlikte yazdı ğımız “Ben, Nâzım, Yaşarken ve ölürken” adlı tek kişilik oyunu oynuyor. Oyunda, Nâzım’ın sürgün yıl larında ülkesine nasıl bir özlem duymuş olabileceği konusu işleniyor ve bu konu, ülkesinden, kendi ik limlerinden kopmak zorunda kalmış bir sanatçının neler yaşamış olabileceği gibi, genel bir tema çer çevesinde ele alınıyor. Ve bütün bunlar, Nâzım’dan yapılan alıntıların kaçamağına, kolaycılığına sapıl madan, özgün bir metnin yardımıyla yapılıyor.
Ve, bu çok zor oyun, Onur Bayraktar’ın, henüz yir mi iki yaşında bir genç oyuncunun, hiç abartısız, ola ğanüstü oyunculuğu ile sergileniyor.
Birkaç hafta boyunca gazete ilanlan yinelendi. Ye ni oyun, olabildiğince duyuruldu. Gala gecesine oyu nu daha da duyurabilecek olanlann neredeyse hep si katıldı.
Şimdi oyun, genelde hep birkaç seyirciye oynanı yor.
Beğenilmedi mi? Henüz beğenilecek ya da beğe nilmeyecek kadar seyredilmedi ki!
Şimdi düşünüyorum da, aslında bu oyunun ger çekten çok şansı yok. Bir defa yurtdışında değil, a- ma Nâzım’ınyurdunda gösterime girdi. İçinde de hiç
yabancı unsur yok; ne oyuncusu yabancı ya da çar pıcı, ne de yönetmeni. Üstüne üstlük, bir de özgün
bir yorum.
Hayır, aydın olmaktan Ingiliz sicimiyle asılmayı an layanların, sözde medyatikliğe karşıyken, gerçekte bu niteliğe tapan kalem sahiplerinin ülkesinde, Nâ zım üzerine ortaya konan bir özgün emeğin tartışıl ma ve duyurulma şansı bile yok! Ve bu, içindeyaşa-
tamadıklarını ancak anmayı becerebilen bir ortam
için bence çok doğal!
e-posta: ahmetcemal@superonline.com acem20@hotmail.com
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Ta h a Toros Arşivi