• Sonuç bulunamadı

Moira Young - Yeni Cennet Toz Diyarı 3

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Moira Young - Yeni Cennet Toz Diyarı 3"

Copied!
382
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Moira Young - Yeni Cennet Toz Diyarı 3

www.CepSitesi.Net

DOĞU GEÇĠDĠ

KoĢuyoruz. Gece vakti, beĢ kiĢiyiz ve Yeni Cennet'in orma-nındayız... Lugh, Tommo, Ash, Creed ve ben...

Kuru ağaç döküntüleri yerin tesirini azaltıp çizmelerimizin sesini susturuyor. Soğuk nedeniyle ağzımızdan buharlar çıkıyor.

Hepimiz hedefe odaklanmıĢ durumdayız.

(2)

Lugh halatı göğsüne çaprazlama asmıĢ. Bense yetersiz teçhizatımın yanı sıra çuvalıma tıkılı çanta bombasını taĢıyorum.

Ayrıca taĢıdıklarım Ģunlar: uzun bakıcı, uyku tulumu, ilaç çantası, çakmak, deri matara, tuz öğütücü, piĢirme tenekesi, gömlek, çizmemin kınındaki bıçak, kısa ok fırlatıcı, kısa ok kemeri, akmeĢe yayım ve dolu bir ok kılıfı... Kalp-taĢı, boynumda asılı ve bana bir tür serinlik hissi veriyor.

Hemen hemen hepsi bu kadar...

SavaĢçılar az eĢyayla yolculuk eder ve hızla ilerler. Biz de öyleyiz. Yeniden doğan Özgür ġahinler'iz.

Yeni Cennet'te yaĢama hakkı için mücadeleye koyulduk.

Verimli topraklar ve temiz su bu dünyada zor bulunur.

Fakat Yeni Cennet'te var. Burada yaĢamak herkesin hakkı. Zayıf ve güçlü, yaĢlı ve genç ayrımı olmaksızın yani. Sadece onun ve seçilmiĢlerinin değil, yeryüzünde yaĢayan tüm insanların ve hayvanların. ..

O DeMalo, Yol Gösterici... SeçilmiĢleriyse Dünyanın Kurtarıcıları... Saf gençler; güçlü ve sağlıklı.

Onun aydınlık yeni dünyası için üreyenler, iĢçiler, silah zoruyla ona hizmet edenler, gururları okĢanıp

kandırılanlar, ikna edilerek iradesine boyun eğenler, TontonIar'ca hizaya getirilenler...

Bu gece ağaçların arasından geçiyoruz. Kendi gidiĢ yolumuzu planlıyoruz. Derelerin ve kayaların üzerinden atlıyoruz. Derken yerüstü köklerinin içinden güvenli bir patika açmak için ansızın yavaĢlıyoruz.

Herhangi bir yaralanmaya, ayak kayması, burkulması veya kırılmasına geçit veremeyiz.

Yeni Cennet'in en uç noktasında, Raze'in çıplak arazisine açılan uzak bir köĢesindeyiz. Burası hiçbir

(3)

yerleĢim yerinin veya çiftliğin olmadığı ölü bir diyar.

Koca koca dağlar, çukurlar ve tepeler var. Burada arazi kendisini âdeta dıĢarıya kapalı tutuyor. Toprak kayaların üstüne ince bir tabaka halinde yayılmıĢ; ağaçlarsa zoraki kök salmıĢ.

Aym soğuk beyaz ıĢığıyla etraf yıkanıyor.

Gölgelerden ıĢığa doğru ilerliyor, sonra tekrar gölgelere dalıyoruz. Defalarca dalıp çıkıyoruz; beyaza

boyanıyoruz. Firardaki hayaletleriz.

Takipçi'yse benim hayalet kurt köpeğim. O arazinin kaim kürklü lordu. Kocaman vücudu yanımda kayar gibi ilerliyor. Gökyüzündeki Nero, gecenin içinde karga sörfü yapıyor. Yıldızlar denizindeki rüzgârı kullanıyor. Yerinde duramayan yıldızlar denizinin...

Yıldız vakti... Yıldız mevsimi... Aydınlığın erken son-landığı ve her Ģeyin karanlığa gömüldüğü, senenin bu kısa günlerinde yıldızlar, gece boyunca gökyüzünü ıĢıl ıĢıl çizgilere boyuyorlar. Ölülerin huzursuz ruhları onlar.

TamamlanmamıĢ iĢleri için dünyaya geri dönüyorlar.

Çoğunlukla önde koĢuyorum. Ama nefesimi tüketmemek için ara sıra geride kalıyorum. GidiĢ yolumuz doğuya, Plough'un doğusuna doğru.

Biraz dinlenmek için konakladığımız mağaradan ayrılırken, hızlı adımlarla yürümeye baĢlıyoruz. Ama birkaç adım sonra hepimiz koĢuyoruz. Ne de olsa yavaĢlayama-yacak kadar gergin ve heyecanlıyız.

Keskin bakıĢımı baĢından beri sürdürüyor, Jack'in ilk yol iĢaretini arıyorum. Beyaz ladinlere bıraktığı izlerin baĢlangıcını. .. Beyaz ladin benzersiz bir ağaçtır. Bodur ve bükümlü. Gece veya gündüz, her daim fark edilir. Ġlk ağacı, ilk iĢaretini fark ettiğimde

gülümsüyorum. Tıpkı söylediğimiz gibi yapmıĢ. Ağacın

(4)

kuzey tarafına, omuz yüksekliğindeki bir dala bir kök kıvrımı asmıĢ. Her yarım fersahta bir beni bu kestirme yola yönlendirmiĢ. Bu bizim sırrımız. Onun ve benim...

Aslında Jack de benim sırrım. Benden baĢka herkes onun ölü olduğuna inanıyor; bir ay önce öldürüldüğünü zannediyorlar. DiriliĢ'i havaya

uçurduğumuz zaman yani. Zaten olması gereken de bu.

Jack ölü olmak zorunda. Onun aramızda birkaç arkadaĢı var. Bu gece ormanda beraber koĢtuklarımsa onun arkadaĢı değiller.

Ash ve Creed, zamanını Tontonlarda geçirdiği için Jack'ten nefret ediyorlar. Jack hiç kuĢkusuz düĢmanlarımızın arasına katıldı. Yine de onların lehine değil; aleyhine çalıĢmak gayesiyle. Fakat kanla lekelendi.

O gece Tontonlar'm arkadaĢlarımızı öldürdükleri Karanlıkağaçlar toplu katliamında oradaydı. Ama Özgür ġahinler'i ve Akmcılar'ı katlettikleri gece o kanlı eylemde rol almadı. Aslında onların hayatlarını kurtardı da

denebilir. Creed ve Ash'in, evet. Ma-ev'inkini de tabii. Ve bize DiriliĢ'te yardım etti. Kaleyi havaya uçuran oydu.

Jack'in hızlı düĢünebilmesi, Emmi'nin hayatını bağıĢladı.

Ash ve Creed'e göre bunların hiçbiri ona itibar kazandırmıyor. Onlar o gece kabilelerini yitirdiler.

Ruhları derinden ve sonsuza dek yaralandı. Jack katillerle beraber at sürüyordu ve bu gerekçe onu lanetlemek için yeterli. Sağ olduğunu bilseler, onu kesinlikle ele verirler.

Aramızda en çok Lugh, Jack'ten nefret ediyor.

Tommo da hemen ardından, ikinci sırada geliyor. Her ikisi de benimle alakalı nedenlerden ötürü ondan nefret ediyorlar. Slim, Jack'i tanımıyor. Molly ve Emmi onu seviyorlar. Durum, söz konusu Jack olduğundan o kadar da basit değil. Bu yüzden Jack ve ben bir karar verdik.

(5)

Hiçbirine güvenenleyiz, dolayısıyla kimseye

söylemememiz en iyisi. Onlar için Jack ölü olmalı, ölü kalmalı.

Oysa keĢke bilselerdi. Jack bizim tarafımızda. O benim gözcüm, casusum. Yeni Cennet asilerine dair minik iletiĢim ağını iĢletmekle meĢgul. Birkaç köstebeği, yani bizimle aynı amacı taĢıyan keskin zekâlı birkaç Kurtarıcı var. DıĢarıda da birkaç adamı var. Ormanda saklandıkları için onlara Ağaç Köpekleri deniyor.

DeMalo, diyarlarını ele geçirdiğinde, onlar kalmayı seçmiĢ. Saklı kalmayı ve onun baĢına bela olmayı...

Jack benim bu ilk eylemi planlamama yardım etti. Toprağa haritalar kazıdı. Taktikleri ve cephaneyi konuĢtuk. Mağaradan köprüye kadar en az iki fersah uzunluğundaki yolumuzu belirledi. ġimdi Yeni Cennet'i Raze'e bağlayan Doğu Geçidi'ni de kapsayan köprüyü havaya uçurmak için hazırız.

Köprü köle iĢ gücüyle yeni yapılmıĢ. DeMalo, yolların ve köprülerin mimarı... Tontonlar'a daha hızlı bir yolculuk imkânı, çalıntı çiftlik arazilerini iĢleyen

Dünyanın Kurtarıcılarına da kolay bir geçiĢ hakkı sağlıyor. Hepsini yavaĢ yavaĢ parçalamayı amaçlıyoruz.

ĠĢte burası baĢlamak için iyi bir yer. Talimimizi,

disiplinimizi, yöntemimizi müdahale korkusu olmaksızın teste tabi tutacağız.

Ġyi ki Jack yolu bizim için iĢaretlemiĢ. Yeni Cennet'i Ģimdiye dek oldukça iyi biliyoruz. Fakat onlar bu köprüyü inĢa edinceye kadar, bu ıssız köĢede hiçbir Ģey yokmuĢ.

Jack'in son yol iĢareti için gözlerimi dört açarak geriye doğru kayıyorum. Ġleride bir beyaz ladin var. Bu ağaç yalnız baĢına ve ayrı duruyor. Ona doğru

(6)

yaklaĢırken biraz yavaĢlıyorum. Evet, iĢte orada. Bir daldaki kök kıvrımı. Dar geçit ve köprü tam önümde uzanıyor. Derken benliğimi sıcak bir heyecan dalgası sarıyor. ġimdi tekrar öncülük etme sırası. Ben ileriye doğru atılırken, Takipçi de bana ayak uyduruyor.

Creed biraz solumda. Her zamanki gibi

gömleksiz ve boynundan beline kadar dövmeli. Ve tabii yine çizmesiz. Ayaklarının, dokunduğu toprağı

haritalandırdığım söylüyor. Ama soğuk hava onu hanım evladı gibi redingot giymeye teĢvik etmiĢ. Redingotun yırtık pırtık kuyruk kısmı ardında dalgalanıyor. Yanından geçerken bana geniĢ, içten bir gülücük yolluyor; gümüĢ küpeler kulaklarmda parıldıyor.

Ash uzun adımlarla geliĢigüzel yürüyerek arayı açıyor. Uzun bacakları esnek. Omuzları düĢük. Saçı beline kadar uzun örgüler halinde bir bayrak misali geriye savruluyor.

Onun yanından geçerkense baĢ onayı veriyorum.

UlaĢmamıza gerçekten az kaldı, bunu hissediyorum.

Yüzü nadir görülen bir gülümsemeyle aydınlanıyor. Ash halinden asla Ģikâyet etmez. Fakat aslında keyfi hiç yok.

Tommo'yu zorlayıp yanma sokuluyorum. Benden kaçıyor. BaĢını eğdiği için saçı gözlerini örtüyor. Fakat biliyorum ki o gözlerde incinmiĢlik ve kızgınlık var.

Köprünün yakınında olduğumuzu bildirmek için koluna dokunuyorum. Fakat o kolunu hızlı ve biraz da kaba bir hareketle çekiveriyor.

Tommo Ģu anda benden fazlasıyla nefret ediyor.

Nefret etmekte de haklı. Onun kalbine sonrasını düĢünmeden, pervasızca girerek büyük bir hata yaptım.

Ne de olsa Tommo on beĢ yaĢında ve çocuklukla erkeklik arasında bocalıyor. Ben bir öpücükle hem bir erkeği hem

(7)

de bir çocuğu aldattım. Yalandan bir aĢk öpücüğüyle... O Ģimdi benim hilekârlığımın açtığı yarayı sarma derdinde.

Takipçi ve ben Lugh'u ortamıza alarak süratle ilerliyoruz. Lugh bir süredir lider olarak yola devam ediyordu. Biraz önce ise bunun daha fazla

süremeyeceğinin farkına vardım. Lugh'un aklında yine bir Ģeyler var fakat bunun ne olabileceğine kafa yoracak zamanım yok.

"Lugh!" Ona yanaĢırken sesimi alçak tutuyorum.

"Neredeyse geldik. Bundan sonrasını ben devralacağım."

Bana bir bakıĢ atıyor. Güzel yüzü ay ıĢığıyla parlarken, doğumayı dövmesi de esrarengiz bir biçimde göze çarpıyor. Tıpkı benimki gibi, sağ elmacık kemiğinin en tepesinde. Bizi özel olarak iĢaretlemek için oraya babam tarafından yapılmıĢ. Ġkimiz ender rastlanan ikizleriz. Lugh gün ıĢığından yapılmıĢ, güneĢ gibi altın sarısı, annemizin en gözde çocuğu. Bense gece vakti kadar karanlığım, Lugh'un gölgesinde doğmuĢum. Bu yüzden annemizin rahmini paylaĢtığımızı düĢünmek Ģöyle dursun, Lugh ve benim akraba olduğumuza inanmakta dahi güçlük çekebilirsiniz.

Ona "Geri çekil," diyorum. "Ahaliye ben rehberlik ediyorum, bunu biliyorsun."

Beni onaylamıyor. Yalnızca tam karĢıya bakıyor.

Ġnadı çenesinin kasılmasından dahi anlaĢılıyor.

Hızlanmaya baĢlıyor. Ben de öyle. Derken birbirimizle yarıĢıyoruz. BaĢa baĢ bir mücadele. Ona inanamayarak bakıyorum. "Kes artık Ģunu," diyorum. "Haydi ama Lugh!"

Beni yanıtlamıyor. Kendisini zorluyor. Zorlukla solurken burun delikleri geniĢliyor. Gelgelelim uzun süre var gücüyle koĢmayı sürdürüyor.

(8)

BaĢımı iki yana sallayarak hızımı arttırıyorum.

"Ġyi!" diyorum. "Öyle olsun!"

Derken Takipçi ve ben onu geride bırakıyoruz.

Arkama bir göz atıyor, Lugh'un durduğunu görüyorum.

Elleri dizlerinde. Ġki büklüm olmuĢ. Havayı içine çekerken göğsü kabarıyor. Ash, Creed ve Tommo onun çevresinden dolaĢmak zorunda kalıyorlar.

ZıtlaĢmak için ne kadar da uygun bir zamanı seçiyor. Onunla daha sonra konuĢmak durumundayım.

Bu sorun Ģu an için bekleyebilir. ġimdi, havaya uçuracağımız bir köprü var.

Köprünün yukarısındaki tepenin üst kısmında bulunan kayalar kümesinin arkasına çömeliyor, diyarın özelliklerini incelerken nefesimizi düzene sokuyoruz.

Serinlemek için dilini dıĢarıya sarkıtan Takipçi, Ash ile aramıza yığılıyor.

Nero baĢıma konuyor. Pençeleri kafa derime batıyor. Onu kaldırırken sağ bacağına bağlı minik viĢne ağacı kabuğu tomarını görüyorum. Bu, Jack'ten gelen bir mesaj. Diğerlerinin görüĢ alanı dıĢındayken onu

açıyorum. Hemen öğrenmem gereken bir Ģeyler olabilir.

Kabuğa bir piramit kazımıĢ. Hayır, durumun aciliyeti yok. Bu geceki buluĢma yerimizi değiĢtirmiĢ. Benimle Demirağaç'ta görüĢecek. Bildirdiği Ģey bu. Akabinde tomarı belimdeki küçük deri çantaya sokuyorum.

Uzun bakıcımı hem köprüye hem de çevresindeki araziye doğrultuyorum. Köprü tıpkı Jack'in benim için toprağa bir çubukla çizdiği ve benim de bu operasyona çıkarken takımım için çizdiğim gibi. Çizimiyle birebir örtüĢüyor. Jack ince ayrıntılara dikkat eden bir adam, orası kesin.

(9)

Köprüyü eski bir Wrecker köprüsüne ait demir kalıntıların üstüne inĢa etmiĢler. Birkaç ahĢap destek payandası, yeni bir köprü döĢemesi ve kiriĢleri var. Düz ve sağlam, kayalık bir dağ geçidinin sarp yarığını bağlıyor. Doğu Geçidi. Dünyanın yüzeyindeki bir savaĢ baltası kesiği. Çok aĢağılarda, süratli suyun gazabı akıyor. Geceleyin gümüĢ renkli bir ırmak kolu, yokuĢ aĢağı aceleyle giderken öfkeden âdeta kudurup köpürüyor.

Ash yavaĢça ıslık çalıyor. Lugh'a "Umarım yükseklik korkun yoktur," diyor. "Eğer görevleri takas etmek istersen, teklifim hâlâ geçerli."

"Ne? Göreve uygun olduğumu düĢünmüyor musun?" diyor Lugh.

Ash onun can sıkıcı ses tonuna ĢaĢırıyor.

"Sinirlenme hemen. Bir Ģeyleri havaya uçurmaktan hoĢlandığımı biliyorsun."

"Özellikle de Tontonlar tarafından inĢa edilmiĢse/' diyor Creed.

"Köleleri kastediyorsun," diyor Ash. "Yeni Cennet'i inĢa edenler onlar."

"Tamam," diyorum. "ġunu bir kere daha gözden geçirelim." Tommo'nun koluna hafifçe vuruyorum. Bana bakıyor. "Tommo," diyorum, "avantajlar."

Koyu renk gözleri parıldıyor. Dudaklarında alaycı, küçük bir gülümseme var. "Bulut yok," diyor. "Ay parlak. Köprü ufak. Tez iĢ. Tamam mı?" Boğuk sesi her sözcüğü çok yavaĢ, çok keskin kılıyor.

Hissettiğim sıcaklık yanaklarımı yakıyor. Çünkü son zamanlarda onunla küçümseyerek konuĢuyormuĢum gibi yapıyor. Oysa hiç de öyle değil. Belki de sağır bir oğlan ön safta savaĢmamalıdır. Ike bundan endiĢe ederdi.

(10)

Fakat Tommo sağırlığı için aman dilemiyor. Buna hiç ihtiyacı yok. Biz nice zorluğu beraberce atlattık ve Tommo bizi asla hayal kırıklığına uğratmadı. Ona bir kez bile özel biriymiĢ gibi davranmadım. Dolayısıyla,

taklidimi yapması canımı yakıyor. Bunun beni üzdüğünü biliyor. Böyle davranmasının asıl sebebi de bu.

Ona "Güzel," diyorum. "Peki, dezavantajlar.

Creed?"

Yolu inceliyor, "iĢte asıl sorunumuz bundan kaynaklanıyor," diyor.

O konuĢurken, çuvalımdan ihtiyaç duyduklarımı almaya koyuluyorum. Boynuma astığım bir ipteki cırtlak bir teneke düdük... Bu bizim acil durum iĢaretimiz. Ġki üfleme; gruplara ayrıl, koĢ, buluĢma yerinde toplan anlamına geliyor. Sonraki, çanta bombası... Büyüklük ve ağırlık bakımından bir tuğlaya benziyor. Yağlı kumaĢa sarılı; uzun ısırganotu fitili, düzenli bir yığın halinde.

"GörüĢ hatlarımız iyi değil," diyor Creed.

"Tommo ve ben bu tarafta otuz metrelik açık bir görüĢ alanına sahip olacakken, öteki tarafta taĢ çatlasın yirmi metrelik bir görüĢ alanına sahip olacağız. Ha, Tommo?"

Tommo baĢıyla onaylayarak aynı fikirde olduğunu belirtiyor. "Eğer birileri bu tepelere uğrayacak olsa,"

diyor Creed, "tam üzerimizde olurlar ve acil karar vakti gelip çatar. Vurmak ya da vurmamak dıĢında bir seçeneğimiz kalmaz yani."

Dar toprak yol batıdan doğuya uzanıyor,

tepelerin dönemecinden son anda görüĢ alanımıza giriyor.

Tıpkı Creed'in söylediği gibi.

"Ġstihbaratçı sensin," diyor Lugh. "Bağlantı kurduğun Ģahıs veya Ģahıslar; Tontonlar'ın bu kadar uzak

(11)

mesafelerde devriye gezmediklerinden kesinlikle eminler mi?"

"Olumlu," diyorum. "Ama tetikte bekliyor ve soğukkanlılığımızı koruyoruz ve bu hepimiz için geçerli.

Değil mi, Creed?"

"Ne?" diyor. "Ben kanı kaynayan biri miyim?

Buz gi-biyimdir, buz."

"Ash," diyorum; "sen ve Takipçi bizim erken uyarı sis-temimizsiniz. Gözetlemek için nerede duracaksınız?"

Civardaki tepeleri dikkatle incelemek için kendi uzun bakıcısını kullanıyor.

Arkamızdaki çalılık tepeyi iĢaret ediyor. "Orada,"

diyor, "hiç Ģüphesiz. Orası çevredeki en yüksek nokta."

"Tamam, Takipçi seninle," diyorum. "Ġyi Ģanslar.

Haydi, oğlum, Ash ile git."

Duraksıyor. Bir kadının kurt köpeği iĢte. Onunla karĢılaĢtığımızda Mercy'nin köpeğiydi. Sonra her nasılsa -evinden günlerce uzak bir mesafede- onu bulmuĢtum.

Daha doğrusu, o beni bulmuĢ ve benimsemiĢti.

"Takipçi, git," diyorum.

Takipçi, Ash ile depara kalkarken; Creed ve Tommo kayaların ardında konumlanıyorlar. Avantajları, dezavantajları, en iyi gözetleme noktasını, hepsini önceden biliyorduk. Bütün bu operasyonu defalarca konuĢmuĢ ve adım adım planlamıĢtık fakat gerçek operasyon bu. Burada olduğumuza göre her Ģeyi tekrarlamak, gözlerimizin önün-dekileri

zihinlerimizdekilerle birebir örtüĢtürüyor. Üç küçük meĢaleyi kemerimin arkasına ve çanta bombasını da koltuğumun altına sokuyorum.

(12)

"ġu Ģeyin yeterli gücü barındırdığından emin misin?" diyor Lugh.

"Eminim," diyorum. "Slim ne yaptığının farkındadır. Pekâlâ, o önemli an gelip çattı.

ÇalıĢabildiğimizce hızlı bir Ģekilde çalıĢacağız."

"Biz sizi koruruz," diyor Creed. Tommo'yla birlikte yaylarına oklarını yerleĢtirirlerken yüz ifadesi sert ve bakıĢı keskin, iĢine odaklanmıĢ artık. Lugh ve ben bayırdan aĢağıya doğru aceleyle iniyoruz. Nero

önümüzde uçuyor. Yolda ilerliyor, köprüye birkaç metre kala koĢuyor ve kayalardan aĢağıya sürünerek iniyoruz.

Köprünün alt bölümü karanlık. Çok yoğun, yeni kesilmiĢ kereste kokusu burnumuza geliyor. Lugh taĢımakta olduğu halatı çıkarırken, çanta bombasını kenara koyup çakmak ve çeliğimden çıkan kıvılcımla bir meĢaleyi yakıyorum. Yüksekte tutuyorum, böylece yapıyı görebiliyoruz.

Yapı son derece sade. Siperli bir çatı tarafından yukarıda tutulan düz bir çatıya benziyor. Wrecker günlerinden kalmıĢ iki ana kiriĢ, Dar Geçit'in iki yakasını birleĢtiriyor. Oradan, köprü döĢemesinin ortasında karĢı karĢıya getirecek bir açıyla yukarı kalkıyor. Her bir kiriĢte V Ģeklinde yeni ahĢap payandalar var. Sürpriz yok.

Tam da beklediğimiz gibi...

AĢağıdaki kanyona Ģöyle bir göz atıyorum.

KeĢke bunu yapmasaydım. Derhal baĢka bir tarafa bakıyorum. Dar Geçit, ırmağın ölümcül öfkesine baĢ döndürücü bir süratle ve dik bir biçimde düĢüveriyor.

Halatını tam da yarığın kenarına saplandığı noktada kiriĢin çevresine bağlarken Lugh'u meĢaleyle aydınlatıyorum. Bağlamasının akabinde bir ilmikle düğümlüyor. Birincisiyle diğer iki meĢaleyi de yaktıktan

(13)

sonra üçünü birden kayalara saplıyorum, böylece köprünün alt kısmı aydınlanıyor.

Bu esnada Lugh halatın öbür ucunu göğsüne dolamıĢ. Kendisini güvenceye almak için baĢka bir düğüm atmıĢ ve gitmeye hazır. KiriĢe ata biner gibi oturuyor. Çanta bombasını ona veriyorum. Güvenli bir Ģekilde ceketine sokuyor ve halata olanca gücüyle asılmaya baĢlıyor. Köprünün ortasına doğru, daima yukarı tırmanıyor. O giderken halatı gevĢetiyorum.

Ona "Sakin ol, acele etme," diyorum.

"KoĢmaya niyetim yok," diye yanıtlıyor beni.

V Ģeklindeki ahĢap payandalara ulaĢıyor. ġimdi onların arasından çok dikkatle geçmek zorunda. "Halatı biraz kımıldat," diyor.

Ona yardımcı olması için ilk payandayı kullanarak çö-meldikten sonra kiriĢin üstünde ayağa kalkıyor. Giderken onları kucaklayarak iki payandanın etrafında, üzerinde ve arasında hareket ettiği esnada nefesim kesiliyor. Bu garip. Ayaklarını dikkatle

yerleĢtiriyor. Halatın ona zorluk çıkarmayacağından emin oluyorum.

Derken baĢarıyor. Gülümsüyor. "Ġnsanın ayakları kayıyor," diyor. DiĢleri karanlıkta bembeyaz parıldıyor.

Bir kez daha kiriĢe ata biner gibi oturuyor.

Tekrardan çok yavaĢ bir Ģekilde hareket edip köprünün ortasına doğru ilerlerken ben halatı gevĢetiyorum.

Tedirginlik tenime sanki iğneler batırıyor.

AĢağıdaki ırmağın kükreyiĢine kulak asma.

Kayaların keskinliğine kafa yorma.

Lugh çanta bombasını ceketinden çıkarıyor.

"Onu iyice sıkıĢtırdığından emin ol," diyorum.

"Ağırdan al, Lugh, dikkatli ol."

(14)

"Yeter ki sus," diyor.

Bir kurt köpeği uluması havayı titretiyor.

Takipçi. ĠĢaret bu.

"Gelen var," diyorum.

"MeĢaleleri al," diyor.

"Ama halat—"

"MeĢaleleri söndür!"

"Kımıldama, orada kal, sana emrediyorum!"

Halatı bırakarak meĢaleleri kapmakta acele ediyorum.

Onları söndürmek için alevli kısımlarını kayalara

sokuyorum. Sonuncuyu kapıp da Lugh'un iyi olduğundan emin olmak için dönerken, onun uzandığını, çanta bombasını yerine sıkıĢtırmak için elini uzattığını görüyorum.

Uzandığını...

Dengesini kaybettiğini...

Ve düĢtüğünü...

Kayalardan aĢağıya doğru sürünerek ilerliyorum.

Halatı kapmak için sıçrıyorum. Halat birdenbire gergin biçimde Ģaklıyor ve payandalara takılıyor.

Lugh ırmağın yukarısında, havada asılı kalıyor.

Göğsüne sarılı halattan baĢka hiçbir Ģey tarafından tutulmuyor. Bir eliyle fitili ucundan sımsıkı tutuyor.

Çanta bombası ondan epeyce aĢağıya sarkıyor.

Kendimi kiriĢin üstüne savuruyorum. KiriĢ boyunca eĢeleyebildiğim kadar hızlı bir biçimde eĢeliyorum. Nero panik içerisinde üstüme çullanıyor ve acı acı çığlıklar atıyor. "Kapa gaganı," diye tıslıyorum.

V Ģeklindeki payandalara tırmanıyor ve kendimi onların arasına sıkıĢtırıyorum. Elimi aĢağıya uzatıyorum.

Halatı avuçlayarak tutuyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Lugh aĢağıdan bana bakıyor. Yüzü

(15)

korkudan ötürü gergin. Kıvranıyor, sallanıyor. Halat gıcırdıyor.

Sonra sesi iĢitiyoruz. Toynakların yola vuruĢu...

batıdan bize doğru geliyor. Bir at, burnundan soluyor. Ġki binici.... Ne acele ediyorlar ne de yavaĢ ilerliyorlar.

Derken tam üze-rimizdeler. Demir naili toynaklar köprünün üstünde takırdarken, nefes almaya dahi cüret edemiyorum. Binicilerden biri bir Ģeyler söylüyor.

Ġkincisi gülüyor.

Yola geçiyorlar. Yeniden nefes alıyorum. Sesleri gittikçe azalıp duyulmamaya baĢlıyor. Yol tepenin etrafından doğuya doğru kıvrılırken sırtlarını görüyorum.

CilalanmıĢ koĢum takımları olan bakımlı atlara binmiĢler. Dizlerine varan deri çizmeleri parıldıyor. Kısa kırpılmıĢ saçları var. Temiz görünüyorlar. BaĢtan ayağa siyah giyinmiĢler. Tontonlar... DeMalo'nun milisleri.

Gecenin ortasında, ıssızlığın kıyısında, burada ne halt ediyorlar?

Derken dönemeçte gözden kayboluyorlar.

Lugh'a "Tontonlar," diyorum.

"Salla beni," diyor.

"Ne?"

"Beni yana doğru salla!"

Ne demek istediğini hemen anlıyorum. Dar Geçit'in sarp yamaçlarında köklenmiĢ küçük ağaçlar ve çalılar var. Onu biraz sallayabilirsem, onlardan birini tutarak güvenli bölgeye tırmanabilir. Halatı sallamak için çaba harcıyorum. Önce kayalara, sonra yine geriye doğru.

Kuvvetli ama kasılmıĢ vaziyetteyim ve Lugh çok ağır.

Neredeyse kımıldamıyor.

"Devam et," diyor. "Daha sert."

(16)

Çekiyor, bırakıyorum. Sonra tekrar... çekip bırakıyorum. Kaslarım yanıyor. Omuzlarım âdeta çığlık atıyor. Öfkeden kuduruyorum. Bu sayede gücüme güç katıyorum.

"Benimle beraber çabala," derken zorlukla soluyorum. "Benimle beraber nefes alıp ver. Verirken ver. Alırken al. Vücut ağırlığını kullan."

Gözlerimiz birbirine sabitleniyor. Beraber çabalamaya koyuluyoruz.

Beraber nefes alıp veriyoruz. Ben çekiyorken, veriyoruz. Bırakıyorken, alıyoruz. Vücut ağırlığını kullanıyor... nefes verirken... ve nefes alırken. YavaĢ yavaĢ bu daha da kolaylaĢıyor. Her nefeste biraz daha ileriye gidiyor.

Bize doğru gelen ayakların sesi iĢitiliyor ve Tommo köprünün kenarından aĢağıya doğru koĢuyor.

Sorunun ne olduğunu anlamak için Creed tarafından gönderilmiĢ. Küfreder gibi bir bakıĢla zor durumumuzu anlıyor. Kayalardan aĢağı, Dar Geçit'in yarığına doğru sürünerek ilerliyor. Sağlam yapılı bodur bir ağaçta tutacağı bir yer buluyor. Yeterince yakma sallandığı anda Lugh'u yakalamak için konumlanıyor.

Tekrar tekrar sallanıyoruz ve— "ġimdi!" diyor Lugh.

Tommo'ya yaklaĢırken kolunu uzatıyor. Tommo onunla buluĢmak için kendisini geriyor. Birbirlerinin ellerini yakalıyorlar. Lugh'un ters yöne doğru sallanmasının kuvveti Tommo'nun ayaklarını yerden kesiyor. Serbest kalıyorlar. Tommo ölümden dönerken, kayalar aĢağılara sağanak halinde yağıyor. Tommo kendisini daha iyi hazırlıyor.

"Evet, Ģimdi," diyor.

(17)

Bu sefer, elleri kenetlenirken, Lugh çok daha yakında. Tommo var gücüyle çekiyor. Lugh ağacı kavrıyor ve yuvarlanıyorlar. Tommo güvende. Lugh güvende. Her ikisi de öyle. RahatlamıĢ bir halde iç çekiyorum.

Lugh ağaca tutunup kafasını toplarken, Tommo çanta bombasını dikkatle yukarı doğru çekiyor. Derhal bana getirmesini elimle iĢaret ediyorum. Köprüye tırmanıp payandaların arasında sıkıĢıp kaldığım yere varan kiriĢ boyunca aksayarak yürüyor.

"Vazgeçmeliyiz," diyor.

"Bana çantayı ver," diyorum. "Gidip Lugh'a yardım et."

"Ġçimde kötü bir his var," diyor.

"Tommo, dediğimi yap!" Çantayı gömleğimin güvenli bölümüne sokuyorum. Kendimi payandaların arasından kurtardıktan sonra hiç düĢünmeden ve aĢağı bakmadan ilerlemeye baĢlıyorum. KiriĢ boyunca, ağır ağır, köprünün altındaki karanlık kısımda, baĢımın döĢemeye dokunduğunu hissedinceye dek yürüdükten sonra yavaĢ ve çok dikkatli hareket ederek çantayı çıkarıp tek elimle yerleĢtiriyorum. Ġyice sıkıĢtığına kanaat getiriyor ve fitili gevĢeterek geri geri yürüyorum.

ġimdi tekrar toprak zemindeyim. Görev tamamlandı. Lugh ve Tommo inmeme yardımcı oluyorlar. Biz tepeye hızla tırmanırken, bir alçak bulut kümesi üstümüze çöküyor. Orman sisi kadar nemli, beyaz ve kalın... Ayaklarımı dahi göremeyecek bir haldeyim.

Fitili dosdoğru bir Ģekilde götürmeye çalıĢıyoruz. Ġri kaya parçalarının üstünden, çalılarla ağaçların arasından...

Derken Creed'e ulaĢıyoruz.

(18)

Creed yanan tutuĢturma kâğıdını hazırlamıĢ. "Ne halt oldu?" diyor.

"Daha sonra anlatırım," diyorum. "Yak Ģunu, çok uzun süredir buradayız."

Fitil hemencecik ateĢ almıyor. "Rutubet," diyor Creed. "Bu lanet bulut yüzünden. Bunun ne anlama geldiğini biliyor musunuz? Ash hiçbir Ģeyi göremeyecek ve çok iyi iĢitemeyecek."

Lugh geçirdiği Ģoktan dolayı titriyor. Omuzlarına sarılıyorum. "Ġyi misin?" diyorum.

"TeĢekkür ederim," diyor. "Sana da, Tommo."

Tommo'nun elini tutuyor. "TeĢekkürler, adamım.

Hayatımı kurtardın."

Tommo'nun öteki elini tutmaya cesaret

ediyorum. Geri çekilmemesi benim için tam bir sürpriz.

"Sensiz bunu baĢaramazdım," diyorum. Bana gülümsemelerin en miniğini sunuyor.

"Haydi, haydi," diye mırıldanıyor Creed.

Fitil ateĢ alıyor. ĠĢitilen bir tıslamanın ardından da cızırdamaya baĢlıyor ama hâlâ cılız... "Haydi, yan,"

diyor Creed, "yan seni kahrolası Ģey!"

Tam o esnada, Takipçi'nin feryadı bulutu titretiyor. BaĢlarımızı kaldırıyoruz.

Tommo bana sessizce "Ne?" diye soruyor.

"Takipçi," diyorum.

Fakat Takipçi tekrar feryat ediyorsa, bu demek oluyor ki—

DüĢüncem oracıkta bölünüyor. Bulut duvarı aralanıp sallanan kapılar misali açılıyor. Altta üç Tonton, görüĢ alanımıza at sürerek giriyorlar. Tıpkı diğer iki Tonton gibi batıdan geliyorlar. Arkalarında, atların

(19)

çektiği iki araba takırdayarak ilerliyor. Creed sövüyor.

Bakıcımı çabucak alıyorum.

Ġlk at arabasında sırtı dik bir oğlanla ve bir kız, ahĢap sürücü koltuğunda yan yana oturuyorlar. Beyaz bulut ıĢığında, almlarmdaki çeyrek daire damgası tüm çıplaklığıyla göze çarpıyor. Dünyanın Kurtarıcıları.

DeMalo'nun seçilmiĢleri...

Kızın boynunda benekli bir mendil bağlı. Saçı sırtından aĢağıya serbestçe dalgalanıyor. On dört

yaĢından daha fazla görünmüyor. Oğlan da hemen hemen o yaĢta. Bütün Kurtarıcılar gibi, kuvvetliler ve sağlıkla ıĢıldıyorlar. O kadar gençler ki büyük ihtimalle Cennet'in dıĢında yeni eĢleĢtirilmiĢler. En üstün

damızlıklarmıĢçasına, birbirleri için DeMalo tarafından seçilmiĢler. At arabası masa, sandalyeler, aletler ve diyardaki yaĢam için diğer gereksinimlerle tepeleme dolu. Gerçi neredeki yaĢam? Kesinlikle Raze'deki değil.

Orası boĢa harcanmıĢ, ıssız bir yer.

Gelgelelim kalbimi durduran, ikinci at arabası oluyor.

Arabayı bir Tonton sürüyor. Diğer Tonton geriye dönük, ateĢ çubuğuyla niĢan almaya hazır, arabadaki yüke göz kulak olmayı sürdürerek oturuyor. O yük, köle iĢçilerden ibaret. Belki on, belki de yirmi kiĢi. Erkekler ve kadınlar tıkıĢ tıkıĢ olmuĢlar. Üstü açık at arabasının zemininde oturuyorlar. BaĢları tıraĢlı. Boyunlarında demir tasmalar var.

En arkadan gelen ve atlı sekiz Tonton'dan oluĢan bir grup daha var. Büyük iki av köpeği yanlarında onlara ayak uyduruyor. Pürüzsüz beyaz derili, pembe gözlü, keskin hatlı çeneleri olan, kocaman kafalı köpekler...

(20)

"Hayalet av köpekleri," diyor Creed. "SavaĢ köpekleri."

Fitile Ģöyle bir göz atıyorum. Hâlâ cılız ancak istikrarlı bir biçimde yanıyor. Köprüye ve çanta bombasına doğru yönelmiĢ. Kölelere, masum kanma doğru ilerliyor. Hareketleniyorum. Bakıcıyı yere fırlatıp çizmemin kınındaki bıçağımı çekiveriyorum.

Tommo kolumu kavrıyor. "Çok geç," diyor.

Ondan kurtulup koĢuyorum.

"Saba, geri gel!" diyor Lugh.

Dikkatleri çekmemeye çalıĢarak ve yanan fitili takip ederek yokuĢ aĢağı iniyorum. Erken davranıp onu durdurmak zorundayım. Neyse ki rutubetli. Ona yaklaĢıyor, onu geçiyorum. Ardından arkama

dönüyorum. Onu kesip etkisizleĢtirmeye hazır bir halde, bıçağımla süpürerek yanmamıĢ fitili kapmaya

çalıĢıyorum.

Ayaklarım bir taĢ yığınına denk geliyor. Kayıyor, düĢüyorum. .. Yere çarpmama rağmen ilerliyorum.

Tepeden aĢağıya, çizmelerim önde, sırtüstü kayarak gidiyorum. ġimdi o fitil, canlı bir biçimde yanıyor, yanımdan tıslayarak geçiyor, yarıĢırcasına ilerliyor.

Ağaçların arasından uçarak geçip çalılara çarpıyorum.

Beni durdurması muhtemel en ufak bir Ģeye dahi uzanmaya çalıĢan hoyrat elimi sağa sola savuruyorum.

Kaim bir kökü yakalıyorum. ġiddetli bir sarsıntıyla bileğim oyuğa giriyor. Sarsılarak aniden duruyorum. Geç kaldım. Ah, çok geç kaldım.

Ġlk üç Tonton köprüde at sürüyorlar. Tam arkalarında Kurtarıcılar'm tepeleme dolu at arabası tahtaların üstünde yol alıyor. Cızırdayan fitil gözden kayboluyor. ġimdi köle arabası köprüye eriĢmek üzere.

(21)

Kendimi yüzükoyun yere atıyorum. Kollarım baĢımın çevresinde, kulaklarıma sımsıkı kenetli.

Çanta bombası patlıyor. Kulakları sağır eden bir patlama sesi yerküreyi sarsıyor. Havaya fırlıyor ve akabinde yere yığılıyorum. TaĢlar ve toprak, sağanak halinde, üstüme ve etrafıma yağıyor. Dünyanın sesi azalmıĢ gibi; suyun derinliklerinden duyuluyor sanki.

BaĢımı kaldırıyorum. Boğazım bir uyarı çığlığıyla düğümleniyor. Asla seslendirmediğim bir çığlıkla. Bulutun yer değiĢtirmesi nedeniyle gözlerimi kısarak bakıyorum. Patlama sesinin yankısı, kurĢun misali ağır havada giderek azalıyor ve hayal parçalarını andıran ani parlamalar içerisinde gözlerim etrafı görmeye baĢlıyor. Derken enkaz yağmurunun arasında iĢimizin emareleri gözlerime iliĢiyor ve derim kemiklerime yapıĢıyor.

Hepsi ölmüĢler. Üç Tonton, at arabasındaki Kurtarıcılar, suçsuz hayvanlar... Hayvanlar ve insanlar Ģimdi kanlı et öbekleri halindeler. Kayaların üstünde oraya buraya fırlatılmıĢ gibiler. At arabasının parçaları paramparça oluyor; kayıyor, yuvarlanıyor ve aĢağıdaki ırmağa düĢüyor.

Rüya değil bu. Tam bir kâbus. Ayağa kalkıyorum. Bir at arabası tekerleği bulutlardan bana doğru süratle yuvarlanarak geliyor. Gökyüzünden peĢi sıra indirilen intikam bu. Güçlükle ilerleyip eğiliyorum.

Tekerlek zemine çarpıyor, rastgele sekip omzuma vuruyor ve beni uçurarak yere deviriyor.

Yangın köprüyü yalayıp yutuyor. Turuncu alevler geceyi çentikliyor. Duman dalgalar halinde yükseliyor.

(22)

Sonra sesler giderek daha az duyuluyor. Duman, bulut ve kaosun ortasındaki atların, insanların feryatları azalıyor. Bir Tonton, atının altında ezilmiĢ. At ayağa kalkmanın mücadelesini verirken kendini zorluyor ve debeleniyor. Köle arabası parçalanmıĢ. Bedenler yola dökülmüĢ, hareketsizce yayılmıĢ ve hâlâ bileklerinden zincirli bir vaziyetteler.

Bir Ģey koluma konmak için aĢağıya doğru süzülüyor. Ona hayretle bakıyorum. Benekli bir kumaĢ parçası bu. Uzun saçlı Kurtarıcı kızın mendili. Islak.

Kanıyla ıslanmıĢ.

Lugh bir çakıl tıkırtısı eĢliğinde kayarak yanıma geliyor. "Haydi!" Beni çekerek ayağa kaldırıyor ve yokuĢ yukarı sürüklemeye baĢlıyor. "Kör olmayasıca Saba, ne düĢünüyordun?"

Sözcükler dudaklarıma yapıĢıyor. "Bunu durdurmaya çalıĢtım," diyorum.

AĢağıdan bir haykırıĢ yükseliyor. BaĢlarımızı çevirip yola Ģöyle bir göz atıyoruz. Ayağa kalkan, sersemlemiĢ Tontonlar bizi görüyor. Biri bizi iĢaret ediyor. Haykırıyor. Buyruklar veriyor. Altısı bulunduğumuz yöne doğru koĢmaya koyuluyorlar.

Havlayarak peĢimize düĢen hayalet av köpekleri onlarla birlikte geliyor.

KıĢın kuzey rüzgarı misali çok tiz bir feryat iĢitiliyor.

"Acele edin!" Creed ve Tommo ellerini endiĢeyle sallayarak bizi hızlandırıyorlar.

Düdüğü derhal kapıyorum. Ġki uzun üflemeyle öttürüyorum. "KoĢun!" diye bağırıyorum. "Gidin!

KoĢun!"

(23)

Creed, Tommo'yu tutuyor ve gidiyorlar, yukarıdaki ormana savruluyorlar. Her nerede olursa olsun, bunu Ash de iĢitecek. Beklemeksizin, buluĢma noktasına yönelecek.

Lugh'a "Git!" diyorum.

"Hayır, seni bırakmıyorum!"

"BuluĢma yerinde görüĢürüz. Kör olmayasıca Lugh, git. Git!"

Onu göğsünden itiyorum. Bir küfür savurarak tepeye tırmanıyor. Ters yönde ilerliyorum.

Kızgınlık içimde hoyrat bir hal alıyor. Beni sürüklüyor, bana ivme kazandırıyor. Ormanda devrilmiĢ ağaçların ve kayaların üzerinden atlarken ayaklarımı âdeta yerden kesiyor. Nero da benimle beraber kaçıyor.

Sessiz. Akıllı kuĢ. Gaklamıyor, cik sesi bile çıkarmıyor.

Aksi takdirde onlar bizi bulurlar çünkü, biliyor.

Takip sesleri... Bağırtılar... Tontonlar... Benden uzağa yöneliyorlar. Ġyi, çok iyi. Hayır, baĢka birimizin peĢinde olabilirler. Belki de Lugh'un. Hayır, Lugh olmasın, lütfen, ah lütfen. ġayet onu bulurlarsa canını yakacaklar. Yaptıklarımızdan ötürü intikam almak isteyecekler. Aman Tanrım! Sebep olduklarımız: Kan, çığlık, tahrip olmuĢ ve fırlamıĢ vücut parçaları—

Midem ekĢiyor. Tökezleyerek durup kusuyorum.

Azar azar ve acınası bir Ģekilde hem de. Bir nefes kesilmesi ve hıçkırık sonrasında, ağzımı kolumla silerek koĢmaya devam ediyorum.

Sonra bir ses duyuyorum. Ölüm perisinin ulumaları havayı bıçak gibi kesiyor. Kemiklerimi dilimleyen iniltiler iĢitiyorum. Hayalet av köpeklerinin iniltilerini... Duraksayıp etrafı dinliyorum. Korkuyorum.

Aman Tanrım, bu tarafa geliyorlar. Panik gitgide daha da

(24)

hızlanmama yol açıyor. Köpeklerden koĢarak

kurtulamam. Katiyen. Suya ihtiyacım var. Bir dereye.

Kokumu Ģimdi kaybettirmek zorundayım.

Ormanı yara yara, bitkileri eze eze ilerliyorum.

DüĢün. Çabuk ol ve düĢün.

Su... Köprü... Yarık... Irmak... Evet. Nereden dökülüyordu? DüĢün. Kuzeybatıdan mı? Evet. ġimdi neredeyim? Rüzgâr bulutu kaldırmıĢ. Jüpiter'i

görüyorum. Alçakta, arkamda. Sol yana doğru iniyorum.

Nero dibimden ayrılmıyor.

Kayaların üstünde sürünerek yol alıyorum.

Tökezliyorum. Süratleniyorum. Akciğerlerim yanıyor.

Bir ses duymaya baĢlıyorum. Belli belirsiz bir ses... Bir telaĢın izi bu. Ağaçlardaki rüzgâr mı? Hayır, suya daha çok benziyor. O sesi takip ediyorum. Hayalet av

köpeklerinin gittikçe artan tüyler ürpertici ulumaları iyice yakından duyuluyor. Tenim korku kokuyor. Bıraktığım izler açıkça anlaĢılıyor olsa gerek. Daha hızlı, daha hızlı ve daha hızlı koĢuyorum.

Sonra ağaçlar geride kalıyor ve ormandan çıkıyorum. Derken... iĢte! Bir dere. Berrak ve -ah neyse ki- sığ. TaĢ çatlasa yarım metre derinliğinde. Nero suya yakın kanat çırparak bana öncülük ediyor. Her tarafı gözden geçiriyorum. Ortam dingin gözüküyor. Derenin kendince bir telaĢı var. Kızıl gerdanlı bir bülbül ötüyor.

Ormanın yumuĢak sesleri, içimi tam anlamıyla

ferahlatıyor. ġafağın sökmesine az kaldı. Av köpekleri artık feryat etmiyorlar. Bu olabilir mi? Onlara izimi kaybettirmeyi baĢardım mı? Peki ya baĢka avı

buldularsa? Tommo, Creed veya Lugh'u? Ama hiçbir ses iĢitmiyorum. Eğer korktuğum gibi olsaydı kesinlikle iĢitirdim. Silah sesleri, bağırıĢlar ya da herhangi bir Ģey...

(25)

Giderken ağzıma avuçlar dolusu su alıyorum.

Ağzımı çalkaladığım suyu tükürüyorum.

Tam önümde bir çam devrilmiĢ. Irmağa köprü oluĢturuyor, yolumu engelliyor. Nero ona konuyor ve bir tahtakurusu arıyor. Kabuğu gagasıyla deliyor. Ağaca ata biner gibi oturup Nero'yu yakalıyorum.

"Onları bul, Nero," diye fısıldıyorum. "Gidip köpekleri bul."

Onu havaya fırlatıyorum. KuĢ bakıĢı görünüm için ormanın yukarısında uçuyor ve görüĢ alanımdan uzaklaĢıyor. Gri gökyüzü en uçuk pembeye çalıyor. ġafak söküyor.

Ve yeni bir gün...

Yayımı elime alıyor ve bir oku kiriĢine

yerleĢtiriyorum. Yeniden suya doğru kayıyorum. Silahlı ve temkinli bir biçimde, akıĢın tersine bir yol izliyorum.

Su Ģırıltısının ötesinde, hava kasvete bürünüyor. Civarda bir sapığın sessizliği hüküm sürüyor. Yüreğim ağzımda atıyor.

Dere kıvrılıyor. Dönemeci yanlamasına giderek aĢıyorum. Birkaç uzun adım atmamın ardından, ırmak sakin ve huzurlu bir gölete açılıyor. Orman sıklaĢıyor.

KarmakarıĢık kökler suyun içine uzanıyor. Ben içinden yürüyerek geçerken, su derinleĢiyor. Önce dizlerime, sonra uyluklarıma geliyor. Nero üstüme birdenbire dalıĢ yapıyor. Dünya âdeta infilak ederek yerinden oynuyor.

Ulumalar ve feryatlar... Hayalet av köpekleri!

Oradalar! Ormanın içinden bana doğru yıldırım hızıyla koĢuyorlar. Burada olmaları an meselesi. Yayımı omzuma asarken yabanıl bir bakıĢla çevreyi süzüyorum.

Sağlam, büyük bir sedir ağacı gölete doğru eğiliyor.

(26)

Sudan zıplayıp kalın bir dalı kavrıyor ve kendimi yukarı doğru çekerek tırmanmaya baĢlıyorum.

Hayalet av köpekleri ormandan çıkıyor. Bir su Ģırıltısı eĢliğinde tam alttaki suya düĢüyor ve kendilerini bir anda bana doğru savuruyorlar. Vücutları bükülüyor.

Çeneleri beni kapmaya çalıĢıyor. Ayağımı ucu ucuna kurtarıyorum. Olabildiğince yükseğe tırmanıyorum.

Onların gazabı beni korkutuyor. Hırlıyor ve salya akıtıyorlar. Havaya pençe atıyorlar. Suya tekrar düĢüp yeniden sıçrıyorlar. Beni parçalamak için âdeta çıldırıyorlar.

Ağacın gövdesine sımsıkı sarılıyor ve kaim dalların arasına sokuluyorum. Elim kalbimde, tir tir titriyorum. Kalbim göğsümden firar etmeye hazır.

KalptaĢı, tenimde sıcak.

KalptaĢı mı? Onu kavrıyorum. Sıcak. Bu, Jack demek oluyor. Ama - Jack? Onun adını düĢünürken, dudaklarım sessizce kımıldıyor. Jack çok uzakta.

Anlamıyorum.

"Skoll! Hati! AĢağıya!" Bir erkek sesi köpeklere emrediyor. "Buraya gelin."

Hayalet av köpekleri sakinleĢiyor. Sudan

sıçramalarını ve nefes nefese kalmalarını duyabiliyorum.

O ses... O ses...

"AĢağıya," diyor adam onlara bir kez daha.

Bir anlık sessizliğin ardı sıra gülüyor. Kısa ve bu hiç komik değil türünde bir kahkahayla.

"Bir kedi gibi köĢeye sıkıĢmıĢsın," diyor.

"Elindeki kartları ne zaman göstereceğini merak ediyordum. AĢağıya gel, Saba. Orada olduğunu biliyorum."

(27)

O ses... Derin ve karanlık. Ġçimi ürperten bir panik duygusu yakama yapıĢıyor. Bu, Jack değil. Ah hayır. Bu, DeMalo.

DeMalo. Bu olamaz. Ama öyle. Demek ki köprüdeymiĢ. Arkadaki Tontonlarda beraber at

sürüyormuĢ. Her zamanki gibi adamlarının arasındaymıĢ.

DeMalo burada. Buna inanmıyorum.

"ÖlmemiĢsin. Zaten senin öldüğünü hiç düĢünmedim," diyor soluk soluğa. "Anlıyorsun, onun cesedini hemen bana getirdiler," diyor. "Kırmızılı kız.

ArkadaĢın, Özgür ġahin."

Maev. DiriliĢ'te Tontonlar tarafından vurulmuĢtu.

Eli böğrüne sıkıca basılıydı. Ona bir zamanlar yaĢam veren kanı yere damlıyordu.

"Bana elbiseni ver. Onların tek gördükleri, kırmızı elbiseli bir kız. Yardımcı ol, Saba. Çabuk."

Emmi'yi kurtarmıĢtık. Neredeyse biz de

kurtuluyorduk. Kalede sadece Maev ve ben kalmıĢtık. O zaman bir hata yapmıĢtım ve bizi bulmuĢlardı. Tontonlar peĢimize düĢmüĢ ve Maev'i vurmuĢlardı. Ölümcül bir yaraydı aldığı. ĠĢi bitikti ve bunun farkındaydı. Yapacağı son Ģey hayatlarımızı kurtarmaktı. O hepimizin hayatım elbisemi giyerek kurtardı.

"Sana verdiğim elbiseyi giymesi fena bir fikir değildi," diyor DeMalo. "Ölümüne savaĢ verenin sen olduğunu düĢünecektim. ArkadaĢlarının kaçabilmeleri için adamlarımı oyaladığını zannedecektim."

"ġimdi git buradan. Olabildiğince uzağa, gidebileceğince hızlı. Git!"

Onu son görüĢüm bu olmuĢtu. Çok aĢağıdaki göle atlarken, geriye bakmıĢtım. BaĢı dikti, saçları beline

(28)

kadar uzanıyordu ve her iki elinde de birer fırlatıcı vardı.

Maev,

Özgür ġahinlerin savaĢçı kraliçesi, o an hafızama iĢte böyle kazındı.

"Onun korkusuz olduğunu söylediler," diyor DeMalo. "Mangal gibi bir yürekle savaĢtığını... Onu odun yığınına kendim yatırdım. Sırf önemsiyorsundur diye onu tam bir savaĢçı merasimiyle onurlandırdım. Kendisinin fedakârlığına nasıl bir övgü ama. Ey sen, bir ağaca sinen... O her kimse, senin gibi yüz kiĢiye bedeldi."

Beynime kan hücum ediyor. Ağaçtan güçlükle iniyor ve suya atlıyorum. Onunla yüz yüze geliyorum.

Yayım çekili. Ok, yayımın kiriĢinde.

"Onun adı Maev'di. Tanrı seni kahretsin, Maev'di," diyorum.

Aramızda beĢ metrelik bir mesafe var. Uyluk boyumun derinliğindeki sudayım. O bir kenarda duruyor ve iki hayalet av köpeği de diğer taraftalar. Dilleri salya damlatan ve gözleri DeMalo'ya sabitlenmiĢ köpekler itaatkâr bir halde yere yatmıĢlar. Kemerindeki fırlatıcınm dıĢında silahı olmayan DeMalo dizlerine kadar ulaĢan çizmeler, pantolon ve gömlek giymiĢ. Omuzlarını siyah bir pelerinle örtmüĢ. YıpranmıĢ bir deri çantayı göğsüne çaprazlama asmıĢ. Elinde benim çuvalımı tutuyor.

"Ah anlıyorum," diyor. "Dolayısıyla buradaki kabahatli kiĢi benim, değil mi?" Çuvalımı yere indiriyor, pelerinini çıkarıyor ve gölete giriyor.

"Biraz daha yaklaĢırsan, seni öldürürüm, köpekler umurumda değil," diyorum.

Oralı olmuyor. Bana doğru yavaĢça ilerliyor.

"Onların yaralı arkadaĢını kim ölmeye terk etti?" diyor.

"ġu köprüyü kim havaya uçurdu? O insanları kim

(29)

öldürdü? Hesabıma göre on iki kiĢiyi. Sen buna ne diyorsun, Saba?"

Yayımın kiriĢini daha sıkı çekiyorum. "Çok ciddiyim, orada kal."

Fakat gelmeyi sürdürüyor. Gece gibi koyu gözleri bende sabitlenmiĢ. "Söylediğin sözü sana

hatırlatayım," diyor. "Odama geldiğin o gece, en azından her Ģeyi daha iyi kılma gayreti göstermezsek bu hayatın bir anlamı olmadığını söyledin. Bunu hatırlıyor musun?"

"Kapa çeneni," diyorum. Kafamın içindeki ses nedeniyle düĢünemiyorum bile.

Fırlat! Bitir Ģu iĢi! Aklından zorun mu var senin?

Fırlat, Tanrı aĢkına! Vur onu!

Sığ suda bana doğru sessiz ve kararlı adımlarla ilerliyor. "BaĢka ne söylediğini anımsıyor musun?

Seninle birlikte çalıĢmak istiyorum, Seth. Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek istiyorum."

Sesi, bereketli kahverengi toprağa benziyor.

"Olduğumuz gibi devam edemeyiz. Yeni bir yol bulmamız gerekiyor. Söylediğin buydu, Saba. Yeni yolun bu mu? Yok etmek mi? Öldürmek mi? Ben bir Ģey oluĢturuyorum. Kaosu düzene sokuyorum. AĢama aĢama, yeni bir dünya kuruyorum. Yeryüzünü ve onun

insanlarını iyileĢtiriyorum. Aynı Ģeyi istediğimizi sanıyordum."

"Kapa çeneni, anladın mı? Yalnızca kapa Ģu çeneni!" Yayımı sıkı tutuyorum. Daha sıkı. "Haydi, haydi," diyorum kendi kendime. "Tek atıĢla bütün bunlar sona erecek. Yılanın baĢını kopar. Yap Ģunu da bitsin artık. ġimdi yap."

Bir metre uzağımda duruyor. Kollarını iki yana açıyor. Bana onu öldürmem için apaçık bir fırsat sunuyor.

(30)

GümüĢ bilekliği bileğinde ıĢıldıyor. Ġnce beyaz gömleği rutubetlenmiĢ bir halde sarkıyor. Bu vesileyle, onun Tonton kan dövmesini görebiliyorum. Kalbinin üzerindeki, yükselen kızıl güneĢi. Kokusu yüzünden tenim geriliyor. Koyu yeĢil ardıcın ılık kokusu bu.

Yapamam. Bunu yapamam. Yayımı yavaĢça indiriyorum. "Tanrı seni kahretsin, orospu çocuğu,"

diyorum.

Kollarını aĢağıya indiriyor. "BoĢa harcanan bir diğer mükemmel fırsat," diyor. "Tıpkı o gece, odamdaki gibi. Beni etkisiz hale getirmek için Ģarabıma her ne koyduy-san, ondan bir ya da iki damla daha fazlası beni öldürürdü. Öyle değil mi? Bu çok kolay olurdu. Ama sen bunu yapmadın. Neden acaba?" YaklaĢıyor. KalptaĢma dokunuyor. KalptaĢı, alev alev yakıyor. Göğüslerimin arasından damla damla ter akıyor.

Çıplak tenime dokunuyor. Tenim dokunuĢuyla ürperiyor. Eli kalptaĢma sürtünüyor. "TaĢ sıcak," diyor.

"O bir kalptaĢı," diyorum. "Sen kalbinin arzusuna yaklaĢtıkça, o seni daha çok yakar.”

“Kalbinin arzusu ben miyim?"diyor.

Hayır, hayır, hayır.

Ondan hemen uzaklaĢ, uzaklaĢ.

Ona güvenilemez; o tehlikeli, benim düĢmanım.

Fakat uzaklaĢmıyorum. Yerimden kımıldamıyorum.

"Beni niye öldüremiyorsun, Saba?" diyor.

"Ben de sana aynısını sorabilirim," diyorum.

"Seni ilk kez Ümitkent'te gördüm," diyor. "Seni tanıyordum. Aslında kim olduğunu, kim olabileceğini biliyordum."

"Beni tanımıyorsun," diyorum.

(31)

"Ah, seni tanımaz olur muyum!" diyor. "îçinde nadide bir ateĢ taĢıyorsun. Her Ģeyi değiĢtirecek gücü, kendinden daha büyük birtakım Ģeylerin hizmetinde etkin bir rol oynayacak cesareti taĢıyorsun. Bununla beraber, kendini son derece talihsiz bir duruma sokuyorsun. Ne yaptığının farkında mısın?"

Ağzımı açmıyorum.

"Ben iyilik yapıyorum," diyor. 'Ġnsanları gereksinim, zorluk ve ıstıraptan özgür kılarak; daha iyi bir geleceğe giden yolu göstererek onlara kılavuzluk ediyorum. Sen o Ģafakta, orada, o yer altı

sığmağındaydm. Dünyanın eskiden olduğu haline tanıklık ettin. Toprağın bereketine, denizin zenginliğine, o

muhteĢem canlılara ve hayal dahi edilemez harikalara Ģahit oldun. Hatırlıyor musun?"

O Ģafakta gördüklerimi asla unutamam.

"ġu anda, bu yerde, yeniden baĢlamak ve bu kez yeryüzüne iyilik yapmak için gerçek bir Ģansımız var. Bu belki de tek Ģansımız. Daha iyi bir dünya kurabiliriz. O harikalardan bazılarını bizler de tanıyabiliriz. Bana bunu istemediğini söyleme. Seni seyrediyordum. Simanı ve gözyaĢlarını gördüm. Tıpkı benim önemsediğim gibi önemsiyorsun bu tür Ģeyleri."

Sözleri dört bir yanımda usulca kayarak dönüyor, beni sıkıca tutup ona doğru çekiyor.

"Ġstediğini elde etmek için insanları öldürüyorsun," diyorum.

"Sen de öyle yapıyorsun. Az önce bunu yine yaptın," diyor. "Ama bunun, isteklerimle hiçbir alakası yok. Ben doğru olanı yapıyorum. Her gün zor ve gerçek kararlar alıyorum. Var olan kıt kaynakları, en iyi

(32)

kullanabilecek kiĢiler arasında bölüĢtürüyorum. Ahlaklı ve sorumlu bir Ģekilde davranıyorum. "

"Ahlaklı bir Ģekilde, öyle mi?" diyorum.

"Pek çok insan günü kurtararak hayatta kalıyorlar," diyor. "Benim insanların çıkarma hizmet etmek için daha yüksek bir tutkum var. ġiddetin herhangi bir türü esef verici olsa da amaca ulaĢtıran bir araçtır.

Erdemli bir gereksinim bile diyebilirsin. Sana

söylediklerimi anımsıyorsundur. Bizler Toprak Ana'nın iltihaplanmıĢ yaralarını temizliyoruz. O Ümitkent lağım çukurunu yok ettiğinde gözyaĢı döktün mü? Oradaki alevlerde yanmıĢ olabilecek herhangi bir pislik için uykun kaçtı mı?"

Bu sorulara yanıt veremiyorum.

"Hayır," diyor. "Birbirimize çok benziyoruz, Saba."

"Erdemli bir gereksinim," diyorum. "Sen onların yeni doğmuĢ bebeklerini öldürdüğünde, Kurtarıcıların durumu böyle mi adlandırıyorlar?"

"Senin de iyi bildiğin gibi, bebeklerin

öldürülmesi söz konusu dahi değil," diyor. "Zayıf olanlar gece boyunca açık alanda bırakılırlar. Sabahleyin hâlâ hayattalarsa, bir Ģans daha elde ederler. Bu, dünyanın yöntemidir ve buradaki herkes bunu anlar. Bir kuĢ bütün yavrularını eĢit ölçüde mi besler? Elbette hayır. En sağlıklı ve en iri olanlar büyüyüp geliĢir. Zayıf olanlar geride kalıp ölür. Toprak Ana'yı iyileĢtirme Ģansına sahipsek, en kuvvetlilere ve en iyilere ihtiyacımız var.

Daima daha büyük çoğunluğun çıkarma hizmet edilmelidir."

(33)

Gözleri ikna edici. Sesi baĢtan çıkarıcı. "Aynı kaderi paylaĢıyoruz, Saba," diyor. "Buyruk vermek için doğmuĢuz, itaat etmek için değil."

Nihayet gözlerine bakıyorum. Öylesine koyu renk gözler ki... BakıĢı onun kim olduğunu gizler gibi.

Gözlerinin dağ gölüne özgü derinliğinde minik bir yansıma görüyorum.

O, benim.

"Ben senin yaratığın değilim," diyorum.

"Yaratığım olmanı istemiyorum. Onlardan çok sayıda var."

BaĢını eğiyor. Ilık nefesi dudaklarımı öpüyor.

Ah, benim hain ruhum. Beni ona bağlayan ne var?

DokunuĢu, tadı ve kokusu nedeniyle, keskin hatlarımın yumuĢamaya baĢladığı anı hissedinceye dek kendimi salıveriyorum. Onu yatağına yönlendiriyorum.

Beraber yatıyoruz ve karanlığında âdeta eriyorum.

Tenim ürperiyor. Güç bela fısıldıyorum.

Fısıldayarak da olsa, konuĢuyorum: "Bana sahip olmayacaksın."

DurgunlaĢıyor. Tamamen sessizleĢiyor.

Aramızdaki sessizlik sebebiyle gün bile nefesini tutuyor.

Sonra kendimi geri çekiyorum. Hava akciğerlerime öyle bir akın ediyor ki baĢım dönüyor.

Yeryüzünü iyileĢtirmek... Bu doğru. Fakat bunu yapma yöntemi yanlıĢ. Hem de çok yanlıĢ. Daha büyük çoğunluğun çıkarı... Ahlaklı... Erdemli... Ben birini diğerinden ayırt edemeyinceye dek yalanlarla gerçekleri ve gerçeklerle yalanları birbirlerine katıyor. Kim

olduğum ve neye inandığımdan kuĢku duyun-caya değin kafamı allak bullak ediyor.

(34)

Bugün köprüde yanlıĢ bir Ģey yaptık. Ne var ki o da yanılıyor. Hatalı davranıyor. ĠĢin doğrusu baĢka bir yerde olmalı. Belki ikimizin arasında veya bizden ötede...

"Eğer bu Ģekilde devam edersen, daha fazla insan ölecek," diyor. "Belki de önemsediğin insanlar dahi ölecekler. Kız kardeĢin... Erkek kardeĢin... Siz kaç kiĢisiniz? On? On iki? Boyunu aĢan iĢlere kalkıĢıyorsun.

Senin yerinde olsam, fırsatlarımı iyi değerlendirirdim."

"Bu yeryüzü burada yaĢayan her Ģeye ait,"

diyorum. "Sadece senin değerli kabul ettiğin

SeçilmiĢlerine değil. Temiz su ve verimli toprak herkesin hakkı. Onları alıkoyamazsın. Onlara sahip olamazsın.

Özgür ġahinler hiçbir yere gitmiyorlar."

"Ġyi çalıĢılmıĢ, Saba," diyor. "Bu sözleri senin ağzına kim yerleĢtirdi?" Bir an için sessiz kalıyor. Her zamanki gibi, yüzünden hiçbir Ģey okuyamıyorum.

Zihninde nelerin olup bittiğine dair bir ipucu

yakalayamıyorum. Sonra "Sana bir teklifte bulunacağım,"

diyor. "Bu koĢullar altında cömert bir teklif. Tüm

silahların ve savaĢçılarınla birlikte bana teslim olacaksın.

Aile üyeleri ve arkadaĢlarının her birine BoĢ Arazi üzerinden güvenli geçiĢ temin edeceğim. Onlara AĢağı Çin Geçidi boyunca bir refakatçi sağlayacağım. Dağların arasında oradan batıya doğru giden iyi bir patika var.

Elbette onların Yeni Cennet'e geri dönerlerse

ölecekleriyle ilgili katı anlayıĢı da içeren teklifim tam olarak budur."

"Peki bunun karĢılığında ne istiyorsun?"

diyorum.

"Seni," diyor.

"Bir tutsak yani?"

"Hayır. EĢim olarak..."

(35)

"Aynı Ģey," diyorum. "Ne de olsa cehennemde görüĢeceğiz."

"Sen ve ben meleklerin tarafındayız," diyor.

Sığ suyun içinden kenara doğru yürüyor, bir dalı kavrıyor ve kendisini göletin dıĢına çekiyor. Su

pantolonunu ve çizmelerini gösteriyor. O, pelerinini yerden alırken; hayalet av köpekleri kalkıyorlar. "Bir hafta içerisinde köprüyü yeniden inĢa edeceğim," diyor.

"Bana bir kere daha saldırırsan, sana on katıyla karĢılık vereceğim. Pes ettiğinde hâlâ ayakta duruyorsan gelip beni bul. Teklifim ay tutulmasına kadar geçerli.

Söylediğim gibi, kendimi cömert hissediyorum. O andan sonra, bütün bahtsız çeteni yakalatıp öldürteceğini.

Nereye kaçarsanız kaçın fark etmez, yani buna sen de dâhilsin, Saba. Ġnan bana, duygusal değilim."

"Demek öyle," diyorum. "Tıpkı benim elime geçenler gibi, senin de eline birtakım fırsatlar geçti. Ve ben hâlâ buradayım."

"Bu, oyunun nihai aĢaması," diyor. "Bundan sonrasını yeni kurallara göre oynuyoruz." Gitmeye koyuluyor. "Ah!" Bir Ģeyi yeni hatırlamıĢ gibi arkasına dönüyor. "Hamile olduğunu sanmıyorum."

Tez bir hareketle, yayımı yukarı kaldırıp atıĢ yapıyorum. Okum onu kıl payı ıskalayarak baĢının bitiĢiğindeki ağaca saplanıyor. Köpekler kıpırdanıyorlar.

Bana saldırmak için hazırlar. Elinin kalkması onları durduruyor. DeMalo yana çekilmedi, korkmadı.

Bembeyaz gömleğine kulağından kan damlıyor.

"Yeni kurallar," diyorum.

"Ay tutulması," diyor.

(36)

Bir baĢ selamıyla, ağaçların arasında ve kocaman beyaz köpeklerin yakın takibi eĢliğinde gözden

kayboluyor.

Yerimden bir milim bile kımıldamıyorum. Buruk kalbim DeMalo'nun peĢinden gidiyor. Çıt çıkarmadan. O ve köpekleri sessizce ilerliyorlar. Hayır, onu kalptaĢının sıcaklığıyla takip ediyorum. Sıcaklık azalıyor. KalptaĢı soğuyor.

Yayımı indiriyorum. Titreyen uzun bir nefes koyuveriyorum. Meydan okuyuĢum inleye inleye

sönüyor. Onun iradesi, hızlı bir ırmak akıntısı misali beni sürüklüyor. Direnmek zorunda olduğum her Ģeyi

götürüyor.

Titrek ayaklarımı sığ suda kıyıya doğru zorlukla yürütüyor ve yosunlu köklerin arasına yığılıveriyorum.

Tanrı'nın cezası kalptaĢı. Kalbimin arzusu, DeMalo değil.

Asla, asla DeMalo değil. KalptaĢının bağını boynumdan koparıyorum. TaĢı fırlatmak için kolumu geriye çekiyor, onu avucumda sıkıyor, kendimi onun sıcak yalanlarından kurtarıyorum. Fakat duraksıyorum. Fırlatamam. O, annemindi. ġimdiye dek sahip olduğum, anneme ait tek eĢya... Onu cebimin en derinine sokuyorum.

Ağrıyan omzumu rahatlatıyorum. Bunu ancak Ģimdi hissediyorum. Köprüdeki arabadan fırlayan tekerlek bana çok sert çarptı. Bir çürüğüm ve dolayısıyla bu olaya iliĢkin bir kanıtım olacak.

DeMalo beni iliklerime kadar sarsıyor. Son sözleri baĢımı bir mengene gibi sıkıyor. Çocuğunu karnımda taĢımadığımdan kesinlikle eminim. Önce köprüdeki kâbus, sonra peĢime düĢmesi ve beni tüyler ürperten hayalet av köpeklerinin aracılığıyla

(37)

yakalaması... Gerçekten de bunlara niyetlenmiĢ olabilir mi?

Ay tutulması... Hasat dolunayı sonrasındaki ilk dolunay.

DüĢün, Ģimdi düĢün.

Dün gece ormandan koĢarak geçtiğimiz sırada ay hilaldi. Çeyrek ay. Demek ki... ne zaman? Yedi gece sonra mı? Yedi. Cömert olduğundan bahsetti. Bunun hiçbir anlamı yok. Yalan söylüyor, blöf yapıyor. Oyunun nihai aĢamasında olduğumuzu söyledi. Yeni kurallarımız var.

Eğer bu Ģekilde devam edersen, daha fazla insan ölecek. Belki de önemsediğin insanlara veda etmen gerekecek.

Önemsediğim çok sayıda insanı zaten yitirmiĢtim. Öte yandan avantajlı bir konumda da değildik. Yedi gün... Onu katiyen yenemeyiz. Kaçmak zorundayız.

Sizi yakalatıp öldürteceğim. Nereye kaçarsanız kaçın fark etmez.

Dediğini yapar da...

Sanki ben adi bir korkakmıĢım gibi kaçmayı düĢünmemin utancıyla terlemeye baĢlıyorum. Bu yalnızca onun beni nasıl rahatsız ettiğinin ispatı. Bu mücadeleye Emmi dıĢında hepimiz hazırız. Emmi'nin tehlikeden uzak durmasını istiyorum. Bunu uzun süre önce yapmam gerekirdi. Onu Yılan Irmağı kampına geri göndereceğim. Orada güvende olacaktır. Biz ölürsek, o bir kadın oluncaya dek kendisini Auriel yetiĢtirecektir.

Aslında Lugh onu oraya götürebilir. Ama hayır, Lugh beni asla bırakamaz ve Em'i bir yıldız okuyucunun

(38)

büyütmesine olanak tanımaz. Tommo, öyleyse. Em onunla gidebilir.

Öyleyse ayağa kalk, savaĢ ve kazan.

Ancak köprüleri havaya uçurarak bu mümkün değil.

Bana bir kere daha saldırırsan, sana on katıyla karĢılık vereceğim.

BaĢka bir yöntem olmalı.

Tepemdeki ağaçtan sakıngan bir gaklama geliyor. Nero bunca zamandır saklandığı yerden çıkıyor.

Bu, kurt köpekleriyle gagasını ve pençelerini kullanarak dövüĢen karga... Beni bütün tehlikelere karĢı savunmaya çalıĢan karga... Elbette ki o tehlike DeMalo diye

adlandırılmadıkça...

"ĠĢe yaramazın tekisin," diyorum. "Eh sağ ol yani. Onu doğruca buraya getirmiĢsin."

Kucağıma düĢtükten sonra kulağımı gagasına almak için önüme tırmanıyor. Kendisini her suçlu hissediĢinde bunu yapar. Mesele Ģu ki DeMalo'dan hoĢlanıyor ve hoĢlanmaması gerektiğini biliyor. Beni savunurken köpeklere saldırmıĢtı; problem yok fakat DeMalo'ya ve yanındaki köpeklere hiç zarar vermemesi kafasının karıĢmıĢ olduğunu gösteriyor.

"Sen kimin tarafındasm?" diyorum, onu kucaklayıp göğüs tüylerini okĢayarak. Bundan bir ay önce DeMalo'nun Ģahini tarafından yaralandığında hasar gören tüyleri yeniden aynı güzellikte uzuyor. "Kiminle konuĢuyorum?" diyorum. "Ben kimin tarafındayım? O ellerimdeydi ve ben onu öldüremedim. Yapamadım.

Aklımdan zorum mu var benim?" Nero'nun baĢını öpüyorum. "Hiç kimseyle bunun hakkında konuĢamayız, duyuyor musun?"

(39)

Mutabık olduğunu cıvıldıyor. Nero. Bugünlerde özgürce konuĢabildiğim tek canlı varlık... Kendimi samimi olduğum diğer herkesten sakınmaya mecburum.

Bir lider kendi insanlarına bilmeleri gerekenlerin haricinde, mümkün olduğunca az Ģey anlatır. Bu, Slim'den öğrendiğim bir söz.

Daha fazla insan ölecek. Önemsediğin insanlar.

Kız kardeĢin. Erkek kardeĢin.

"Lugh," diyorum. "Aman Tanrım, Lugh, elbette.

Haydi, buluĢma yerine varmamız lazım. Hepsinin kurtulduğundan emin olmalıyım. Ayağa fırlıyorum. Nero bir itiraz ciyaklamasıyla yere düĢüyor. EĢyalarımı toplarken, "Nerede olduğumuzu merak edeceklerdir.

Emmi endiĢeden ötürü telaĢa düĢecektir. Nero, gitmeliyiz. Haydi." diyorum.

Sağır numarası yapıyor ve gagasını kanat altına sokarak tuhaf sesler çıkarıyor. Fakat benim gitmem lazım. Nero bana daha sonra yetiĢecektir. Onun için uygun olan zamanda.

Çuvalımı ve yayımı omzuma asıyorum.

Geçerken okumu ağaçtan sertçe çekip alıyorum.

Hayatımda ilk kez ıskalamak için fırlattım.

Göletten ayrılırken olabildiğince dikkatli davranıyorum. Boyalı Kaya'daki buluĢma yeri için kuzeye doğru bir gidiĢ yolu belirliyorum. Gözlerimi keskin, kulaklarımı açık, kısa ok fırlatıcımı elimde hazır tutuyorum. Tehlike yok. NahoĢ bir durum yok. Ormanda bir ağaçtan gelen sesler dıĢında ses yok. Ötleğen

kuĢlarının cıvıltılı sohbeti, rüzgârın uğultusu var.

Birkaç adımın akabinde gevĢemeye baĢlıyorum.

Sonra havadaki değiĢikliği seziyorum. Bir ses yok fakat yakınımda biri var. Tam ilerlemeye baĢlarken bir silah

(40)

enseme dayanıyor ve beni ittiriyor. Ansızın duruyorum.

O kalkık uçlu silahın dokunuĢunu hissediyorum. Kısa ok fırlatıcı...

Hemen arkamdan biri sesleniyor: "Silahlarını ve çuvalını alacağım. Seni onlar uğruna öldürmek zorunda kalsam da benim için hiç fark etmez. Önce fırlatıcmı, sonra yayını bırakacaksın. Teker teker, yavaĢça."

O bir kadın... Kısa ok fırlatıcısmı tutan eli sabit.

Açıyı dikkate aldığımda, kadının benden daha uzun boylu olduğunu söyleyebilirim. Boyu yaklaĢık 1 metre 80 santim.

Fırlatıcımm yere düĢmesine izin veriyorum.

Kadın toprak ve ter kokuyor. Sesi zor yılları ve zor seçimleri yansıtıyor. Zihnimin köĢesinde bir Ģeyler kıpırdanmaya baĢlıyor. Bir an tereddüt ediyorum.

"Yayı da!" Kısa ok fırlatıcısmı omurgamla kafatasım arasındaki hassas noktaya daha Ģiddetli ve daha derin bir biçimde bastırıyor. Bir Ģamanın armağanı olan, az bulunan, akmeĢe yayımı omzumdan kaydırarak çıkarıyor ve bir kenara dikkatle atıyorum. Ok kılıfım da peĢinden gidiyor. Kadının çizmemin kınında gizli olan bıçağımı Ģimdiye dek fark ettiğini sanmıyorum.

Derken onu da kapıveriyor. Bir çıngıraklı yılan kadar hızlı hareket ediyor. Bıçak gitti ama silah

kıpırdamadı. Kadın hünerli. Uzun kollara sahip olsa gerek diye düĢünüyorum.

"Çuvalını alayım," diyor.

Onu da bırakıyorum.

"Eller yukarı," diyor. "BaĢının üstüne."

Öyle yapıyorum.

"ġimdi," diyor. "Yere diz çök."

(41)

Kızgınlık birdenbire içimde alev alıyor ve birden anılarımda Pine Tepesi'ne geri dönüyorum: Emmi'yle beraber, Vi-car Pinch'in tutsağıyım. Geri kalanlarımız o ve Tontonlar'ı tarafından yenilgiye uğratılıyor,

kurnazlıkla alt ediliyor. Ayaklarının dibine diz çöküp sevdiklerimin hayatları için yalvarıyorum.

Derken anılarımdan sıyrılıyorum.

"Hiç kimse için diz çökmem," diyorum.

Yakamı kavrayıp bacaklarımın arkasına tekme atıyor. Mecburen dizlerimin üstüne çöküyorum.

Kafatasıma silah dayalı.

"Baban sana görgü kurallarını öğretmedi mi?"

diye soruyor.

Bu sözcükler kulağıma öyle tanıdık geliyor ki bir zamanlar Emmi'yle Ģirin mi Ģirin bir vadide olduğumuzu anımsıyorum. Bir derenin kenarında bulunan kulübeyi, yahni kâselerini, ödünsüz nezaketi... Ama hayır, hayır.

Bu o olamaz.

O an Nero geliveriyor. Çığlık çığlığa ve öfkeli.

Gagası, kanatları ve pençeleriyle saldırıya geçiyor.

Yırtıyor, vuruyor, acı çığlıklar atıyor ve kadının geriye doğru sendelemesine sebep oluyor. Ben de fırsattan istifade hemen ayağa fırlayıp arkama dönüyorum. Evet, o. Mercy. Annemin dostu Mercy. Öldüğünü samyorduk.

Peki Ģimdi burada ne yapıyor?

Nero'dan kurtulmak için yerde debeleniyor.

Kollarını baĢına sararak kendisini koruyor. Saçı tıraĢ edilmiĢ. Boynunda demir bir tasma var. Köle tasması.

Nero üzerine çullanıyor, daha beterini ona yaĢatmaya hazır. "Nero, hayır!" diye avaz avaz haykırıyorum. "Dur! Vazgeç!" Onu kıĢkıĢlıyorum ve

(42)

bana ters ters bakıp bir ağaca konuyor. Mercy iki büklüm halde yanlamasına yatıyor. Yanına çömeliyorum.

"Mercy," diyorum. "Bir Ģey yok, Mercy. Benim, Saba. Allis'in kızı. Willem ve Allis'in." Eline

dokunuyorum. Hafifçe, zoraki... Onun bir karaltı, bir gölge olması ihtimaline karĢı. Ama canlı, gerçek...

"Çaprazçay'da sana geldik," diyorum. "Beni ve Emmi'yi hatırlıyor musun? Babamız öldürüldüğü ve Tontonlar Lugh'u götürdükleri zaman gelmiĢtik. Onu buldum, Mercy. Geri getirdim."

Kolları baĢından aĢağıya ağır ağır iniyor.

"Burada," diyorum. "Bak!" KalptaĢını cebimden çekerek çıkarıyorum.

Elayretle bakıyor. ġaĢkın. Gördüğüne inanmakta güçlük çekiyor. Annem kalptaĢını ona uzun yıllar önce vermiĢ. Ben doğmadan çok önce. Sonra Mercy onu bana verdi. Dosttan dostuna, dostundan kızma...

"Saba," diyor. "Gerçekten sen misin?"

Oturmasına yardımcı oluyorum. Gözlerini dikip bana bakıyor. Nasırlı elini yüzüme sürüyor. "Bu mümkün değil," diyor.

GözyaĢlarımm gözlerimi acıttığını duyumsuyorum. KalptaĢını boynuma asarken gözyaĢlarımı gülümseyerek siliyorum. Jack'in daima söylediğini tekrarlıyorum: "Hiçbir Ģey imkânsız değildir.

DüĢük olasılıklı fakat imkânsız değil. Bu son karĢılaĢtığımızdan bu yana iyice öğrendiğim bir Ģey.

Ayrıca çok daha fazlası var," diyecek oluyorum. Cingöz bakıĢlı kahverengi gözleri âdeta zihnimi okuyor ve söylemek istediğimden çok daha fazlasını görüyorlar.

"Çaprazçay'da bana toy bir kız geldi," diyor. "O kızı artık göremiyorum."

Referanslar

Benzer Belgeler

Üstün sertlik ve tokluğu bir araya getiren Hardox ® aşınma plakası, en zorlu ortamlarda her türlü ekipman, parça ve yapının servis ömrünü uzatmak için tercih

Sular yok edilirken sermayeye yeni birikim alanları yaratanlar çözüm olarak sunduklar ı master planlarıyla sermaye için tekrar tekrar birikim alanları yaratmak istiyor. Dur

gerçekleşememesi üzerine çağrılan ve sezaryenle buzağıyı alan Veteriner Hekim Ferhat Fedakar, ayakları başında olan ve vücudu olmad ığı için tüm organları

Norman, Chase'e geçmiþ hayatýnda mutlu birisi olarak yaþamanýn kendisi için iyi bir þey olduðunu ve güzel anýlarýn tüm hayatlarý boyunca kendisiyle beraber ola-

Gösterme Eki: Ünlüler ve ötümlü ünsüzlerden sonra -dı/-di, ötümsüz ünsüzlerden sonra - tı/-ti, birinci ve ikinci kişi teklik iyelik eklerinden sonra -nı/-ni,

Haştemoğlu, Serap İnci, Mehmet Kaya, Bünyamin Kocaoğlu, Mehmet Köseoğlu, Miloš Lukovic, Ömer Metin, Cengiz Mutlu, Tuncay Öğün, Kemal Saylan, Alfina

PREMIUM Yüksek standartları ile sürüş konforu ve zevkinizi en üst seviyede yaşatacak olan Premium donanım, görsel destekli arka park sensörü, Suedia - Kumaş koltuk

Terlik sistemlerine yönelik tüm ihtiyaç ve proseslere özel onlarca farklı çözüm sunan Kimpur, Ar-Ge çalışmaları ile sert ve yumuşak terlik sistemleri için yeni