• Sonuç bulunamadı

(1)FRANSIZ SANAYİLEŞMESİ Öncelikle Fransa’da 11 ve 12

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "(1)FRANSIZ SANAYİLEŞMESİ Öncelikle Fransa’da 11 ve 12"

Copied!
28
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

FRANSIZ SANAYİLEŞMESİ

Öncelikle Fransa’da 11 ve 12. Yüzyıllardaki köylü fetihlerinin sonucu olarak merkezsiz ya da parçalanmış feodal otoriteden senyörlere dayanan siyasal örgütlenmenin çok daha merkezi biçimlerine doğru yavaş gelişen bir evrilmenin olduğu görülür. 16 yüzyılın sonlarına dek Fransız köylülüğünün içinde bulunduğu durumda senyörler bir rant sıkıştırmada bulunabiliyorlardı. Bu durum İngiltere’de büyük toprak sahiplerinin ortaya çıkması ve toprak sahibi köylülerin ortadan kalkması Fransa’da aynı dönemde toprağa aç ve bu yüzden de kiracı olarak baskı gören bir köylünün varlığıyla karşıtlık göstermekteydi. Bu koşullar altında elde her zaman için toprağa açlık duyan kiracıların oluşturduğu bir havuz bulunduğundan senyörlerin üretimde iyileştirmeler yapması için bir motivasyon söz konusu olmamıştır.

Öte yandan köylülük açısından bakıldığında onların durumlarında da İngiliz küçük kiracı çiftçilerine benzer (yeoman) kapitalistleşme yönünde onları zorlayacak bir sebep ortaya çıkmamıştır. Daha çok toprak özlemi içerisinde çok büyük bir köylü varlığıyla bir arada giden nispeten güçlü bir mülkiyet hakları geleneği köylünün çoğunluğunun ancak geçimlerini sağlayabilecek bir yoksulluk düzeyinde bulunduğu bir duruma yol açmıştır.

16 yy. sonunda (1590’larda) köylülüğün bu yaygın yoksullaşma sürecinin etkileri kitlesel isyanlarda ifadesini bulmuştur. Bu bağlamda Avrupa’daki başka her yerden çok daha güçlü bir köylü dayanışması ve örgütlenmesinin varlığı söz konusudur. Nitekim isyanın doruk noktalarını temsil eden Croquarts isyanında 15.000 ile 40.000 arasında insanın seferberliği söz konusudur.

İsyan geleneği kendini giderek yerel senyörlere köylünün artığı üzerinde rekabet eder durumda bulunan mutlakçı devletin köylü haklarına sağladığı korumayla birlikte Fransız köylüsünün toprak üzerinde güçlü mülkiyet hakları oluşturmasına olanak tanımıştır. Nitekim köylü asiller yerel senyörlerin dayattığı koşullara karşı kendilerini koruması için krala başvurmuşlardır. Kral ise mali sıhhati köylünün vergilerine bağlı olduğundan köylü mülkiyetinin korunmasından yana tavır almıştır.

Sağlamlaştırılmış köylü mülkiyet hakları uzun vadede orta çağdan beri bilinen bir gelişimi ortaya çıkartmıştır: Nüfusun büyümesi, mülklerin ufalmasına yol açmıştır. Buna bir de üretkenliğin düşmesi eşlik etmiştir. Sonuç ise durgunluk ve gerileme olmuştur. Dolayısıyla merkezi otorite köylü mülkiyetini bir diğer ifadeyle gelir kaynağını korumaya yönelirken aynı anda kırsal üretici kitlesini onlara en ufak bir kaçış ümidi vermeyen bir yoksulluk durumunda tutmuştur. Bu süreçte devlet girişimci senyörlerin yeni tarımsal tekniklerini devreye sokmalarını malikanelerini çitlemelerini ve İngiltere’dekine benzer türde bir kapitalist çiftçilik yapmalarını fiilen olanaksız hale getirmiştir.

Kapitalizmin Fransa’daki gelişmesinin çelişkili doğasını en açık biçimde aydınlatan vak’a 1830 olayları olmuştur. 1789 devrimi engelsiz bir kapitalist gelişme için gereken biçimsel ilkelerin tümünü bağrında toplayan yeni bir devlet yaratmıştır. Ancak devrimin büyük kazanımlarının çoğunu güvence altına almakla kitle seferberliğine bel bağladığı için burjuvazi - en önemlisi köylü mülkiyeti alanında olmak üzere - halk hareketine önemli tavizler vermek zorunda kalmıştır.

(2)

Devrimci çözümün doğasından ötürü devletin vergi gelirlerinin büyük kısmını vergi artıklarından sağlamak dışında başka seçeneği yoktu. Dolayısıyla devrim sonrası devlet toprağa dayalı servet ile köylü mülkiyeti gibi iki sac ayağı üzerine dayanmayı sürdürmüştür. Ancak Fransa’da İngiltere’dekine benzer yollardan bir tarım proletaryasının yaratılmasının ve tarımdaki ilişkilerin dönüştürülmesinin önünde önemli engeller bulunması diğer sermaye biçimlerinin devre dışı kalması anlamını taşımamıştır. Bu basitçe şu demektir: En azından 1840’lara kadar kapitalizmin en büyük ilerlemeyi toprak mülkiyeti ve devlet ile en az ilgili sektörlerinde gerçekleştirdiği görülmektedir.

Fransa’daki küçük ölçekli ev üretimi el işçiliği ve çeşitli zanaat üretimi türleri gibi eski üretim biçimleri bu süreçte yaşamsal bir rol oynamışlardır. Nüfusun yavaş artması, tarımsal nüfusun büyük kısmının nakit para ilişkilerine, çok az itibar etmesi ve ulusal toprağın gerek mal gerekse emek düzeyinde ancak kısmen bütünleşmiş bölgesel pazarlara ayrılmış olması nedeniyle fabrika üretimine geçmenin önüne bazı sınırlamalar söz konusu idi. Bu şartlarda ekonomik açıdan en akılcı olanı ulusal sermayenin büyük bölümünü küçük ölçekli zanaat üretimine yatırmak olmuştur.

Fransa’da fabrika çıkışlı üretimin gelişmesinin çoğunlukla el işçilerinin yok olması anlamına geldiği varsayılır. Esasen dolaysız üreticiler mülksüzleştirilmeden ya da sermayenin emeğe tam hakimiyeti gerçekleşmeden, daha ziyade zanaat üretimi ve el işçiliği gibi var olan biçimlerin yavaş ve gecikmeli olarak dönüştürülmesi Fransa’da kapitalist gelişmenin seyrini belirleyen temel özellik olmuştur.

İpekli dokuma endüstrisi bu sürecin tipik bir örneğidir. Lyon yakınlarındaki Stekienne civarındaki bölgede ipek işçileri 1872’de çalışan sınıfın en büyük kesimini oluşturmaktaydılar. Ağır metalürjideki 12.000 işçi ve 17.000 civarındaki kömür madencisiyle karşılaştırıldığında sayıları 40.000 ‘e ulaşmaktaydı. Burada üretimin önemli kısmı kentteki evlerde yapılıyordu. Usta dokumacıların dokuma tezgahlarına sahip olmaları kira, aydınlatma ve ısınma için ödemede bulunmaları ancak tacir kapitalistin sağladığı hammaddelerle çalışmaları normal bir durumdur. Tacir kapitalist ücretli emek kiralıyordu ve üretimin düzenlenişi dokumacı ustasının elindeydi. İpekli üretim pazarındaki belirsizlikler yüzünden tacir kapitalistler sabit sermayenin büyük bölümünü ev üreticisine bırakmaktan memnundular.

Fabrika çıkışlı üretime geçiş çok sayıda etkenin sonucu olarak ortaya çıktı. Bunlar arasında en önde geleni İngiltere ve İsviçre’deki makineleşmenin yarattığı uluslararası rekabetin baskısı olmuştur.

Bunun sonucu olarak ev üretimi 19 yy. da tacir kapitalistler ile dokumacı ustaları arasındaki sınıfsal güç dengelerini değişikliğe uğratmıştır. Özellikle dokuma ustalarının giderek borçlanmaları ipekli dokuma üretiminin hazırlık ve bitiş evrelerinde tacirin denetiminin artması ve mekanik olmayan yani el tezgâhı teknolojilerinin devreye girmesi yüzünden iktisadi güç kapitalistlere doğru kayma eğilimi göstermiştir. Bu değişiklikler üretim ölçeğinde bazı değişikliklerle yol açmış, iş bölümünü artırmış ve sömürüyü yoğunlaştırmıştır.

Bu bağlamda Fransa’da modern ekonomik büyüme 18 yy. da başlamıştır. 100 yıl boyunca toplam ve kişi başına üretim İngiltere ile aynı ya da muhtemelen biraz daha yüksek oranda artmıştır. Ancak 100 yılın başında kişi başına üretim İngiltere’nin gerisindedir. 100 yılın sonunda da bu durum değişmemiştir. Çünkü 100 yılın sonlarında İngiltere Sanayi Devrimi sürecini yaşarken Fransa Fransız İhtilalinin yol açtığı büyük politik çalkantılarla uğraşmıştır. Dolayısıyla 19. yy’ın büyük bölümünde iki ekonomi arasındaki nispi performans farkının temel nedeni Fransız İhtilali ve buna bağlı gelişmeler olmuştur.

(3)

19. yy boyunca Fransız toplam GSMH ‘sı yılda ortalama %1.5-2 oranında büyümüştür. Modern ekonomik büyümenin önde gelen sektörü olan sınai üretim toplam üretimden daha hızlı artmıştır.

Kömür üretim ve tüketimi süratle artarken odun kömürünün yerini kok kömürü almış ve demir sanayiinde yeni teknolojiler yaygınlaşmıştır. Çok sayıda makine sanayi tesisi kurulmuş ve 19 yy ortasında makine ihracatı değer olarak ithalatının 3 katını aşmıştır.

Yeni makinelerin büyük bölümü özellikle istihdam ve katma değer itibariyle önemli sanayiler olan yünlü ve pamuklu tesislerinde kurulmuş bunu sanayi devriminin öncü sektörleri haricindeki kimya, cam, porselen ve kâğıt gibi diğer sektörler izlemiştir. Ayrıca bu dönemde aydınlatma, kibrit ve fotoğraf gibi yeni sanayiler ortaya çıkmıştır. Kanallar, buharlı gemiler, demir yolları, telgraf gibi haberleşme alanında sağlanan gelişmeler iç ve dış ticaretin büyümesini kolaylaştırmıştır.

Ayrıca Fransa sanayileşme sürecinde dış ticarette de önemli oranlarda da dış fazla vererek büyük miktarlara ulaşan sanayi yatırımlarını finanse edebilmiştir.

(4)

ALMAN SANAYİLEŞME DENEYİMİ

1750’den itibaren bazı Alman toprak baronları ve kamu yöneticileri İngiltere ve Fransa’da dile getirilen fikirlere önem vermeye başlamışlardır. Ancak Almanya’yı Fransız işgaline sokan ve daha sonra Rusya savunmasını yerle bir eden (1806) çok güçlü bir askeri yenilgi bitene kadar çok az eylem söz konusudur. İşgal ettikleri bölgelerde Fransızlar serfliği kaldırmışlardır. Ancak toprak baronları daimî veya daha kısa süreli kiracılardan rant edinme haklarını iptal etmediler. 1814’e gelindiğinde Fransızlar geri çekildiklerinde bu haklara neredeyse hiç dokunulmadığı görülmektedir. İzleyen 30 yıl boyunca köylüler yükümlülüklerini satın alarak özgürleşmeye çalışmışlardır. Ancak 1848’e kadar fazla etkili olamamışlardır. 18.yy kırsal bölge ıslahatçıları ortak otlatma haklarının kaldırılmasının, ortak toprakların paylaşılmasının ve bölünmüş toprakların birleştirilmesinin tarımsal iyileştirme için olumlu birer ön çalışma olduğunu görmüşlerdir. 1771’den 1872’ye kadar uzanan bir dizi kararname neler yapılabileceğini ortaya koymuş ve 40 milyon hektara kadar büyük bir alanı kapsayan ortak haklar kaldırılmıştır.

1848 devrimleri kentli işçiler ve orta sınıf liberalleri tarafından başlatılmış ve köylülerde onlara katılmıştır. Çünkü kredi sisteminin çöküşü ve devrim öncesi yıllarda patates hasadının çok kötü olması köylülerin ekonomik durumlarını kötü yönde etkilemiştir.

Yöneticiler eğer köylüler yatıştırabilirlerse devrimi bölebileceklerini gördüler ve toprak sistemini ıslah etmek amacıyla önlemler aldılar. Köylü toprak baronundan bağımsız hale gelecek ve küçük ödemeler serisinden oluşan bir tazminat ödeyerek işletmesinin bütününü elinde tutacaktır. Kolera, savaş ve kötü hasat dönemleri 1848-1853 yılları arasında belirgin olduğu için bu plan kötü bir başlangıç yaptı.

Binlerce köylü ödemeleri yapamadıkları için işletmelerini satarak ya da teslim ederek Amerika’ya göç etmişlerdir. Ayakta kalmayı başaranlar ise kendi topraklarının sahibi oldular ve böylece Batı ve Güney Almanya Alman köylü mülkiyetinin Avrupa’daki en sağlam kalelerinden biri haline geldi. 1871’e gelindiğinde toprak üzerinde özgür küçük toprak sahibi köylüler ile güçlü toprak sahibi soylulardan oluşan ikili mülkiyet yapısı yönündeki dönüşüm neredeyse tamamlanmıştır. Bu iki temel işletme tipinden küçük köylülük Elbe’nin batısında egemen durumdayken siyasi olarak güçlü Junker olarak adlandırılan soylular Elbe’nin doğusundaki özellikle Baltık kıyısı düzlüklerindeki topraklarda hakimiyet kurmuşlardır. Özgürleşmenin koşulları yargı yetkisinin muhafaza edilmesi, toprağın kötü nitelikte olması ile koyun ve pirinç üzerine yoğunlaşma Junkerlerin işine yaramıştır. Büyük malikaneler yöreden sağlanan ücretli emek kullanılarak ya sahipleri ya da bu iş için eğitilmiş yöneticiler tarafından çalıştırılıyordu.

1870’ten sonra yenidünyanın(ABD) ya da endüstriyel Almanya’nın cazibesi işçileri büyük miktarlarda kendilerine çekti ve yeni bir sorun ortaya çıktı. Bu sorunu çözmek için toprak baronları Polonyalı ve Rus göçmenleri topraklarında çalıştırmaya başladılar.1912’ye gelindiğinde Almanya topraklarında 500.000 ‘den fazla yabancı çalışıyordu.

(5)

Tarımda pazar için üretim süreci başladığında Almanya ‘nın henüz bütünleşmiş tek bir ulusal pazarı yoktu. Tersine pek çok küçük prensliğe bölünmüştü. Bunun anlamı tarımda büyük çaplı piyasa için üretim yapma ihtiyacının olmamasıydı. Toprak sahipleri de İngiltere’dekinin aksine serfleri, feodal sömürü ve baskıyı artırarak topraklarında tutmaya çalıştılar. Verimliliği artırma gibi bir kaygıları da olmadığı için ucuz iş gücüne dayanan tarım, düşük verimlilikle çalışmaya devam etti ve Alman sanayileşmesine anlamlı bir katkısı olmadı. Alman sanayisi de baştan itibaren işgücü tasarrufuna dayanan sermaye yoğun teknoloji ile yüksek verimle ve dünya pazarlarına dönük büyük ölçekli üretim hedefiyle kuruldu. 1900’ lerin başına gelindiğinde sanayileşmede gelinen nokta İngiltere ile bir rakip olma durumunu ortaya çıkardı.

(6)

1873-1896 BÜYÜK AVRUPA KRİZİ

1873-1896 krizi yol açtığı sonuçlar itibariyle kapitalizmin tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Kriz etkileri bakımından sadece İngiltere ile sınırlı değildir. Krizin yarattığı sonuçlar Almanya Fransa ve Rusya gibi ülkelerle 20. yy’a gelindiğinde “öz gelişmiş ülkeler” olarak anılacak 1.ürün ihracatçısı ülkeler bakımından da ağır olmuştur.

İngiltere gerek dönemin gerçek anlamda sanayileşmiş tek ülkesi olması gerekse dünya ekonomisi içinde yeri ve ağırlığı nedeniyle eksen ülke olarak ele alınmayı gerektirmektedir. 1873-1896 krizinin yarattığı olumsuz hava esas itibariyle 1850’den 1873’e uzanan dönemde hâkim olağandışı genişleme konjonktürünün devam edeceği beklentisinin kırılmasından kaynaklanıyordu.

Kabaca 19. yüzyılın 3. çeyreğini kapsayan dönem İngiltere ve diğer gelişmiş ülkeler açısından “İyi Yıllar”.Almanlar bu döneme 1871’ de gerçekleşen ulusal birliğin önünü açtığı düşüncesiyle kurucu dönem anlamına gelen “Bünderzeit” adını verdiler. Sermaye çağı diye de tanımlanan bu dönemde dünya ekonomisinin egemen gücü olan İngiliz ekonomisinde büyük bir genişleme olan “Boom” yaşam denir. Bu yıllarda yatırımlar sermaye ihracı, mal ihracatı gibi göstergeler bakımından olağanüstü bir genişleme konjonktürü yaşanmış, bu gelişmeye eşlik eden enflasyonist ortam yüksek kar oranları sağlamıştır. Krizin çeşitli faktörler açısından incelenmesi krizin sebeplerinin tespiti açısından önemlidir. Öncelikle fiyatlar açısından kriz incelenebilir.

a) Fiyatlar

Krizin en belirgin özelliği fiyatlardaki büyük çaplı düşüşlerdir. Fiyat düşüşleri karşısında çok sayıda açıklama getirilmiştir. Yaygın olarak sıralanan açıklamalar şöyledir: Aşırı üretim, altın kıtlığı ve altın değerlenmesi, korumacı tarifeler, dış rekabet, spekülasyon, dış borç ve yatırımların İngiliz mallarına yönelik takip yaratmak açısından verimsizliği ve kötü hasat dönemi.

Bu açıklamalar içinde en yaygın olarak kabul göreni miktar teorisine dayalı açıklamadır: Bu açıklama fiyat düşüşlerini dünya altın üretimindeki artışın dünya ticaretindeki büyümeye eşlik edememesine ve aynı zamanda mevcut altın arzının batı Avrupa ve ABD’de altın standardının benimsenmesine bağlı olarak artan altın talebine yanıt verememesine bağlamaktadır. 1930’ lu yıllara kadar geniş çerçevede kabul gören bu açıklama Phinney’in bu dönemde banka mevduatlarının ve Bank of England’ın altın rezervlerinin istikrarlı bir biçimde arttığını ortaya koymasıyla ciddi bir itibar kaybına uğradı. Fiyat düşüşlerinin miktar teorisine (M.V=P.Y) dayalı olan açıklaması basit ve kullanışlı olmasına karşın ciddi bir açmaza sahiptir. Çünkü eğer sorun para darlığından kaynaklansaydı bu durumda faiz hadlerinin artması gerekirdi. Oysa tersine bu dönemde faiz hadlerinin gerilediği görülmektedir.

Nitekim faiz hadlerinin bir göstergesi olarak görülebilecek olan iskonto hadleri dalgalanmakla birlikte oldukça düşük seyretmiştir. Örneğin 1872-73 yıllarında iskonto hadleri ortalama 2 puan civarındayken 1894-96 yılları arasında ortalama olarak 1,1 puana gerilemiştir.

(7)

Dönemin yazarları ve krize dönük komisyon raporları fiyat düşüşlerinde parasal faktörlerin çok sınırlı bir rol oynadığını, asıl belirleyici olanın artan sermaye yatırımlarının ürünü olan mekanizasyon ve taşıma maliyetlerindeki düşüş neticesinde sağlanan üretim artışları olduğunu, dolayısıyla fiyat düşüşlerinin parasal değil reel faktörlerde aranması gerektiğine işaret etmektedir.

Landes’e göre 100 yıl boyunca teknolojik yeniliklerle birlikte sanayide maliyetler düşmüş, taşımacılık devrimi ve yeni toprakların ticari tarıma açılması ile besin üretimindeki maliyetler de büyük düşüşler yaşanmıştır. Landes bu gelişmelerin maliyetler üzerinden arzı artırarak fiyatlardaki deflasyonist eğilimin temel nedeni olduğunu savunmaktadır. Ancak demir ve demir fiyatına bağlı olarak çelik sektörüne ilişkin açıkça gözlenen bu fiyat düşüşünün ne kadarının maliyetlerdeki düşüşle ilgili olduğu tartışmalıdır. Ayrıca bu dönemde maliyetlerdeki düşüşün parasal ücretlerdeki düşüşten kaynaklanabilecek bölümü oldukça sınırlıdır. Fiyatlardaki düşüşü emekten tasarruf eden teknik iyileşmelere ya da maliyet düşüşlerine bağlayan yaklaşım da bir açmazla karşı karşıyadır.

b) Sınaî Üretim ve Yatırımlar

1873-96aralığında fiyatlardaki düşüş kâr oranlarını düşürmüş iş yaşamındaki güven ortamını ve olumlu beklentileri zayıflatmış ve bu nedenle yatırımların ve üretkenliğin artışını dizginleyerek İngiliz iş dünyası bakımından olumsuz sonuçlara yol açmıştı. Zira birçok çalışmanın gösterdiği gibi İngiltere’nin bu dönemdeki üretim ve verimlilik göstergeleri bir durgunluğa ve İngiltere’nin dünya ekonomisi içindeki pozisyonunda belirgin bir gerilemeye işaret ediyordu. Üretim artmaya devam etmesine karşın üretim artış oranı giderek azalıyordu.

Ekonomideki durgunluk ve verimliliğin azalışı demir-çelik, kömür ve pamuklu dokuma gibi temel sektörlerin performansından da izlenebilmektedir. Örneğin demir ve çelik sektörlerinde İngiltere teknolojik liderliği Almanya ve ABD gibi yeni sanayileşmeye başlayan ülkelere kaptırmaya başlamıştır. İngiltere ilk sanayileşmiş ülke olmanın getirdiği tutuculuk ve hantallık, eski fabrikaları yenilemenin yüksek maliyeti ve teknik eğitimdeki açmazlar nedeniyle bu sektörlerde fabrikalarını modernize etmekte, yeni yöntemlerin geliştirilmesinde ve sanayi yapısını başlıca rakipleri olan Almanya ve ABD kadar hızlı bir şekilde değiştirmekte başarısız olmuştur.

İngiltere’nin 19.yy’ın son çeyreğindeki temel yenilikleri arasında sayılan elektrik gücü ve içten yanmalı motorların kullanımı bakımından geride kalması durgunluk ve gerilemenin başlıca etkenleri arasında sayılmaktadır. Bu dönemde İngiltere’de önemli teknik gelişmeler olmuştur.

Çelik üretiminde başta Bessemer prosesi olmak üzere temel yöntemlerin hayata geçirilmesi, hidrolik makineler, makine parçaları, rotatif baskı, cam sektöründe Siemens’in tank fırını, un değirmenciliğinde çelik merdanelerin kullanılması, tarımda biçer-toplar makinelerin kullanılmaya başlanması ve konfeksiyon sektöründe dikiş makinesinin icadı bu dönemin yenilikleri arasında sayılabilir. Ancak bu yenilikler nitelik bakımından sanayi devrimi sırasında buhar makineleri ve iplik eğirme alanındaki kesitlerle kıyaslandığında devrimci bir nitelik taşımamaktadır. Üstelik bu icatlar İngiltere’de değil Almanya ve ABD gibi ülkelerde geliştirilmiştir. Dolayısıyla İngiltere sanayi devriminde sahip olduğu içsel teknolojik buluşlar konusundaki liderliği bu ülkelere kaptırmıştır.

(8)

1873-96 krizinden başlayarak İngiltere’nin sınai üretim ve verimliliğindeki büyümenin giderek yavaşlamasında etkili vurgulanan diğer bir faktör sermaye ihracıdır.

Üretim ve yatırım alanına ilişkin olarak ortaya konulan farklı görüşler aslında ortak bir görüş etrafında uzlaşmaktadır: Bu dönemde üretim ve yatırımlar azalan bir hızla da olsa artmaya devam etmiştir.

Sorun esas itibariyle fiyatlardaki düşüşten kaynaklanan kâr oranlarının düşüşü sorunundur.

Krizin üretim ve yatırım alanındaki etkilerinin daha iyi anlaşılabilmesi için ücretler ve istihdamdaki gelişmeler büyük önem taşımaktadır. Çünkü ücret düzeyleri hem bir maliyet(arz) hem de talep unsuru olduğu için depresyonun seyri üzerinde önemli etkisi olmuştur.

c) Ücretler ve İstihdam

Kriz döneminde fiyatlardaki büyük düşüşe rağmen nominal ücretlerdeki kesintiler ılımlı bir düzeyde kalmıştır. Bu olgu bu dönemde işçilerin giderek artan bir bölümünün sendikalarda örgütlenmesinin bir sonucuydu. Reel ücretlerdeki artışın kaynağı ise ücret mallarının (ağırlıklı olarak gıda ve giyim) fiyatlarındaki büyük gerileme idi. Özellikle 1880’lerden itibaren dış ticaret hadlerinin İngiltere lehine dönmesi İngiliz işçi sınıfının temel tüketim maddeleri haline gelen çay, şeker, tütün gibi ithal malların fiyatlarında %50’lere varan gerileme reel ücretlerin artışında önemli bir rol oynamıştır.

İşsizlik konusunda ise döneme ilişkin verilerin sağlıksız olması nedeniyle açık bir sonuca varmak zor görünmektedir. Rostow 1850-59 yılları arasında ortalama işsizlik oranlarının %5.3, 1860-69 arasında

%5.1, 1870-79 arasında %3.83 , ve 1880-89 arasında %5.6 olduğunu savunmaktadır. Rostow bu görüşünü İngiltere’deki büyük gerilemeye karşın yatırımların hız kesmemesine bağlamaktadır.

İngiltere’nin sermaye yatırımları alanında emekten tasarruf eden yeni teknikleri yaşama geçirmekte yavaş davranması sebebiyle, sermaye yatırımlarının iş gücü talebinde bir gerilemeye yol açmamış olması mümkündür. Öte yandan deflasyon nedeniyle düşen kâr oranları kömür ve demir gibi stratejik sektörlerde emeğin verimliliğini artıracak daha sıkı gözetim ve daha etkin organizasyon gibi tedbirleri gündeme getirse de işçiler yaygınlaşan sendikal örgütlenmeler sayesinde iş gücünü kısaltma yönünde kazanımlar elde ederek birim-emek verimliliğini artırmaya dönük girişimleri engellemişlerdir.

(9)

d) Dış Ticaret ve Dış Ticaret Hadleri

1873-96 krizinin bir diğer önemli göstergesi İngiliz ekonomisinin sürükleyici gücü olan ihracatın büyüme hızındaki gerilemedir. Bu olgu bu dönemdeki üretim, yatırım ve verimlilikteki büyüme hızının gerilemesinin altında yatan önemli faktörlerden biri olarak değerlendirilmektedir.

İngiliz sanayi ve ticaret bakanlığının verilerine göre İngiltere’nin bu dönemdeki ihracatı değer olarak bir durgunluk içermektedir. Ülkede üretilen mamullerin 1850-73 yıllarındaki genişleme dönemindeki ihracatı 1855-59 yılları için ortalama 116 milyon paunttan 1874’e gelindiğinde ortalama 235 milyon paunta çıkmıştır. 1873-74 aralığını kapsayan yıllık ortalama ihracat değerleri ise 1899’a kadar aşılamamıştır. İhracat ve ithalatın büyüme hızları arasında ithalat lehine oluşan farklılık doğal olarak ödemeler dengesinde açıkların büyümesine yol açmıştır.

Nitekim İngiltere’de 1871-75 yıllarında yıllık ortalama 62.5 milyon paunt olan dış ticaret açıkları 1891-95 aralığında yıllık ortalama 130 milyon paunda yükselmiştir. Bu açıklar 1850’lerde sigorta,

“navlun” gibi görünmeyen kalemler tarafından kapatılmaktaydı. Böylece dış yatırımlar için önemli bir artık elde edilmekteydi. Fakat 1850’lerden itibaren sadece görünen kalemlerde değil görünmeyen kalemler dengesinde de açıklar oluşmaya başladı. Bu koşullarda cari işlemler dengesindeki açıkları kapatmanın ve yeni dış yatırımları finanse etmenin tek yolu denizaşırı yatırımlarda elde edilen kazançlardı. Nitekim İngiltere’nin sermaye ihracı ya da dış yatırımları 1875 yılından 1895 yılına kadar iki kattan fazla artmıştır.

(10)

KRİZİN SONUÇLARI

1873-96 Krizi o dönemin gelişmiş kapitalist ülkelerindeki fiyatlarda uzun süreli gerileme ve buna bağlı olarak kâr oranlarındaki düşüş sonucu olarak ortaya çıkmıştır. İngiltere’de kriz ekonominin yapısal zayıflıklarını derinleştirerek İngiliz ekonomisinin yeni sanayileşen Almanya ve ABD gibi rakip güçler karşısındaki gerileyişini belirgin hale getirmiştir.

1873’e gelindiğinde kapitalizm ilk sanayi devriminin teknolojik temeline yaslanan sermaye birikiminin sınırlarına dayanmıştır. 1850’lerden itibaren sanayileşmenin dayandığı coğrafi tabanın genişlemesi ve demir yolu yatırımları önceliğinde gerçekleştirilen hızlı birikim süreci, sermayenin organik bileşiminin artmasına(C/V), uzun dönmemde realize olan yatırımlar nedeniyle sermayenin devir hızının düşmesine yol açmıştır. Öte yandan 1860’lardan itibaren örgütlü işçi hareketlerinin yükselişe geçmesi ücretleri sınırlandırarak artı (+) değer oranını artırma yolundaki çabalara set çekmiştir. Bu koşullar altında telgrafın icadıyla birlikte entegrasyonu artan uluslararası mali piyasalardaki spekülatif hareketler krizin patlak vermesini hızlandırmıştır.

ABD ve Almanya kriz sürecinde ikinci sanayi devrimi olarak kabul edilen yeni bir teknoloji dalgasını arkalarına alarak krizi devletin güçlü patronajı altında yürüten korumacılık ve tekelleşme girişimleri ile aşmaya yönelmiştir. Buna karşılık İngiltere dünya ekonomisindeki egemen konumunun sunduğu avantajları kullanarak krizin etkilerini azaltmaya çalışmıştır. Öte yandan bu dönemde tüm gelişmiş kapitalist ülkeler pazar ve hammadde kaynaklarını kontrol etmek için emperyalist politikalara yönelmişlerdir.

Sonuç olarak ülkeler arasındaki kimi farklara karşın kapitalizmin 19. yy’ın son çeyreğinde uluslararası örgütlenmesinden emek sürecinin denetimine, devletin ekonomik rolünden teknolojinin ve talebin yapısına ve bankaların ekonomideki rolüne uzanan birçok alanda farklı bir evreye geçtiği açıkça görülebilmektedir.19. yy’ın rekabetçi kapitalizminden her bakımdan farklı olan bu yeni evrede günümüzün tekelci kapitalizminin temelleri atılmıştır.

(11)

OSMANLI İKTİSAT TARİHİ

Osmanlı kuruluşu hakkında çok farklı fikirler ileri sürülmekle beraber bunlar arasında en yaygın kabul göreni Osmanlı’nın kendisinden önceki değişik üretim organizasyonlarından etkilendiği ve farklı kültürlerin bir sentezi olduğu yönündedir. Osmanlı anadolu toprakları üzerindeki Selçuklu mirası beyliklerden bir uç beyliği olarak büyük çapta feodalleşmekte olan Bizans ve diğer beyliklerin bir buluşma noktasında (Söğüt, Domaniç ve Bilecik(Bitinya)) gelişmeye başlamıştır. Hem Bizans hem de Selçuklu merkezi otoritelerinin giderek güç yitirmelerinin bir sonucu olarak Bizans ve Selçuklu yöneticileri feodalleşirken Selçuklu uçları da bağımsızlaşarak birer beylik haline dönüşmüşlerdir. Bu ortamda Osmanlı uç beyliği de kendi namına fetih yapan bir merkezkaç unsur haline gelmiştir.

Osmanlı devletinin kuruluş tablosu ana hatlarıyla şöyle özetlenebilir: Yerli köylülerini güvensizlik ortamından ötürü büyük ölçüde kaybeden Bizans feodalleri doğrudan üreticilerden büyük ölçüde yoksun kalmışlardır. Uca yerleşen Osmanlı ailesi ise geçinebilmek için savaşmak zorundadır. Bu bağlamda bazı Bizans feodalleri Osmanlı Devleti’nin kurucusu kabul edilen Osman Bey ile birleşirler.

Bunun yanında bağlantısız kalan gaziler(Alpler) de toprak için Osmanlı hizmetine girmeye başlamışlardır.

Anadolu’nun diğer bölgelerinde geçim olanağı bulunamayan göçebe Türkmenler ise şeyh ya da baba adını alan dinsel önderlerinin öncülüğünde yerleşerek Osmanlı uç beyliğinin emek açığını kapatmaya başlamışlardır. Diğer yandan Osman Bey’in askeri yönden fazla güçlü olmaması ve tüm kurucu unsurların toprak peşinde olmaları güçlü bir feodalleşme ortamı yaratmıştır. Öyle ki tüm gaziler ve Bizanslı beyler mülk toprak ve tımar karşılığı Osmanlı hizmetine girmeye başlamışlardır. Türkmen şeyhleri de boş kalan topraklara yerleşerek buraları “şenlendirmekte” ve şenlendirdikleri bu toprakları mülk veya tımar olarak almışlardır.

Tüm bu feodalleşme eğilimlerine karşın Osmanlı merkezi gücünün kuruluştan itibaren batı feodalitesindeki merkezden (kral, taç) farklı olarak güçlenme eğiliminde olduğu görülür. Buradaki önemli farklılık merkezin adalet ve yargı hakkını daima elinde tutma ve tekeline alma çabasındadır.

Zira adalet ve yargı hakkı merkezin güçlenmesinde en önemli faktör olmanın yanı sıra merkezkaç güçlere karşı mücadelede elde edilen ilk önemli silah olmuştur. Bu nedenle Orhan Bey döneminde yargı hakkının merkezin elinde tutulabilmesi için büyük bir çaba harcanmış ve yargıyı merkez adına yürüten din adamları olağanüstü biçimde korunmuşlardır. Merkezkaç güçlerden bağımsız ve merkeze bağlı yargıç(kadı) yetiştirmek amacıyla Orhan Bey İznik’te bir medrese kurdurmuştur.

(12)

Osmanlı Üretim Sistemi

Osmanlı üretim sisteminin özü tımar sistemine dayanır. Kuruluş aşamasında ağırlıklı olarak göçebe unsurlardan oluşan Osmanlı üzerine yerleştiği Bizans’tan ve içinden sürülüp geldiği Oğuz-Selçuklu ve İslam geleneğinden sağladığı birikim ile bir örgütlenme modeli olan Tımar sistemine ulaşmıştır.

Osmanlı öncesi Bizans ve Selçuklu devletlerinde çıkış noktası ne olursa olsun toprağın askeri işlevi esas alan yönetici sınıfa koşullu dağıtımı söz konusudur. Bu dağıtım Bizans’ta”pronoia” Selçuklarda

“ikta” adını almaktadır. Dolayısıyla tımarın örgütlenme şekli olarak pronoia ve ikta sistemleri üzerine inşa edilmiş olduğu kabul edilebilir.

Kuruluş döneminde iki tür toprak temliki yapılmıştır. Bunlardan birincisi toprağı üretime açarak araziyi şenlendiren Türkmenlere yapılan temliklerdir. Emek faktörünün kıt olduğu bir ortamda yapılan bu temlikler boş toprakların (mevat arazi) işlenmesi amacına yöneliktir ve tam mülkiyet üzerine yapılmıştır. Bu tip topraklar bizzat mülk sahiplerinin kendileri ve yardımcıları tarafından işlenmektedir.

İkinci tip temlikte ise toprağın kendisi değil vergi geliri temlik edilmektedir. Osmanlı kurucu unsurlarının bazılarına ve daha ziyade uç beylerine yapılan bu tarz temliklerde toprağın mülkiyetinin değil topraklar üzerindeki doğrudan üreticilerin devlete vermekle yükümlü oldukları vergiler temlik edilmektedir. Tımar genel adı altında toplanan dirlikler esasen üç büyük kategori halinde idiler.

Bunlardan yıllık geliri 20.000 akçeye kadar olanına tımar, 20.000-100.000 akçeli yıllık geliri olanına zeamet, 100.000 akçeden fazla olanına has adı verilmektedir.

Bu üç kategoriden her birinin hangi görevlilere verileceği sıkı esaslarla saptanmıştı. Has ve zeamet adını alan yüksek gelirli tımarlar tamamen devşirme kökenli merkez unsurlarına ayrılmıştı.

Osmanlı topraklarının %51’i padişah hası idi ki bunlardan toplanan vergiler doğrudan merkez hazinesine girmekteydi. İkinci olarak veziri azam, vezir ve defterdar gibi yüksek devlet görevlilerine büyük haslar verilmekte idi. Bu haslar tamamen görev ile ilgiliydiler yani bağlantıları kişiye değil göreve idi. Sipahi tımarlar ise atlı-zırhlı asker (cebelü) yetiştirmek şartıyla devşirme unsurlar başta olmak üzere pek çok kişiye verilmiştir.

Tımarı batı manorundan ayıran temel özellik dirliklerin toprak birimi cinsinden değil toprak üzerinde çalışan doğrudan üreticinin devlete yükümlü olduğu yıllık vergi cinsinden ifade edilmesidir.

Defterlerde tımar olarak kaydedilen; belli bir toprak parçası olmaktan çok gerektiğinde çeşitli toprak birimlerinin kesirlerinden oluşturulan bir gelir birimidir. Bu yüzden tımarın toprak genişliği ile bir ilgisi yoktur. Ayrıca dirlik toprakları Mîrî olmakla birlikte “reaya” nın bu tasarrufunun mülkiyete yaklaşan bir yanı vardır. O da “toprağın işleme hakkının reayaya verilmesidir.” Reaya çift adı verilen toprak parçasını atadan oğula işlemektedir. Toprağa çift adının verilmesi genellikle bir çift öküz tarafından işlenebilecek büyüklükte olmasından ileri gelir. Kuru tarım yapılan yerlerde her yıl toprakların yarısının nadasa bırakıldığı varsayılırsa ortalama bir köylü hanesinin bir çift öküz ile yılda 40 ile 50 dönüm toprak ektiği ileri sürülebilir.

Reaya öldüğü zaman oğlu sipahiye “tapu resmi” ödemek suretiyle aynı toprağı işlemeye devam etmektedir. Bu bağlamda çıplak mülkiyeti (rakabesi) Mîrîye, tasarruf hakkı reayaya ve bazı vergileri toplama yetkisi sipahiye ait bir mülkiyet söz konusudur. Genelinde reayanın merkez tarafından tasarruf hakkının güvence altına alınıp tersine tımarların sıklıkla el değiştiriyor olması da tımarı batıdaki “Lord, senyör” egemenliğindeki feodal üretim biçiminden farklılaştırmaktadır.

(13)

Tarımın Vergilendirilmesi

Yerleşik tarıma dayalı toplumlarda egemen kesimlerin iktisadi olarak temel sorunu tarımsal artığın hangi mekanizmalar kullanılarak kendilerine mal edinileceği üzerinde odaklanmak gerekir. Nitekim Osmanlı da yüzyıllar boyu merkezin temel gayesi vergileme yoluyla reayadan söz konusu artık çekme sisteminin kontrolünün sürdürülmesi ve teminat altına alınması olmuştur.

Kapitalizm öncesi toplumlarda para kullanımının çok sınırlı olması nedeniyle, toprak kirası veya vergi biçimindeki artığın tarımsal üreticilerden nakit olarak toplanması çok zordu. Öte yandan bu toplumlarda teknolojik olanaklarında sınırlı kalması nedeniyle artığın ürün olarak toplanması, pazara taşınarak paraya çevrilmesi ve daha sonra maaş olarak askerlere dağıtılması da aynı derecede güçtü.

İşte bu koşullarda tımar sistemi devletin hem mali günü teminat altına alan, hem de asker ihtiyacını gideren bir işleve sahip olmuştur.

Reayanın Ödediği Vergiler

Sipahi tarafından toplanan, toprağa ve haneye bağlı vergi ve yükümlülük

Osmanlı da bir çift öküz tarafından işlenebilecek kadar toprağı olan köylü hanelerinden alınan vergiye

“çift resmi” adı verilirdi. Çift resmi üründen alınan bir vergi değil kullanılan toprağın miktarına göre nakit olarak toplanan bir vergi olması sebebiyle bir tür toprak kirası olarak da düşünülebilir.

İmparatorluğun pek çok bölgesinde özellikle de daha önce feodal üretim ilişkilerinin yaygın olduğu Rumeli’de çift resmi devletin mülkiyetindeki toprağın kullanım hakkı karşılığında reayanın sipahiye sunmakla yükümlü olduğu emek hizmetlerinin bir bölümü ile “döğen hizmeti”, “boyunduruk resmi”,

“ot ve odun” gibi yükümlülüklerin paraya çevrilmiş birimi olarak ortaya çıkmıştır. Çit resminin miktarı da bölgeler arasında farklılık göstermektedir. Örneğin; 16.yy’ın ilk yarısında çift resmi Rumeli’de yıllık 22 akçe, Anadolu da 33 akçe, Suriye’de 40 akçe ve doğu Anadolu’da 50 akçe olarak tahsil edilmektedir. Öte yandan gayrimüslim reaya da “İspence” adı altında çift resminden farkı olmayan bir vergi ödemekteydi. Sipahiye ödenen ispençeye ek olarak gayri müslim reaya “cizye” adı altında bir başka vergi de doğrudan devlete ödenmekle yükümlüydü. Bunun karşılığında ise askeri yükümlülüklerden muaf tutulurdu. Tüm bu uygulamalar çift resmini bir toprak vergisi olduğu kadar kırsal alandaki her yükümlünün veya raiyyetin ödediği bir hane vergisi olarak yorumlamanın doğru olduğunu göstermektedir.

Üretim Üzerinden Alınan Vergiler

Reayanın ödediği vergiler içinde en önemlisi ve reaya açısından en büyük yükü oluşturanı ürünün belirli bir oranı olarak sipahi tarafından toplanan “öşür”dür. Öşrün oranı devletin farklı bölgelerdeki gücüne, fetih öncesinde var olan vergilerin oranına ve toprağın verimine göre 10’da 1 ile 5’te 1 arasında değişmektedir. Öşür sadece hububata değil tüm toprak ürünlerine, bahçelere ve kavanlarla uygulanırdı. Hasat zamanında reaya öşürü ya sipahinin ambarına yıkar, ya da sipahi isterse Pazar yerine kadar taşırdı. Öşüre ek olarak reaya beslediği hayvanlar için “koyun resmi” adı altında bir başka vergi daha öderdi. Koyun resmi nakit olarak doğrudan devlete ödenirdi. Hayvanlardan alınan bu vergi daha sonra “Ağnam” adı altında toplanmıştır.

(14)

Angarya (Zorunlu Emek Hizmetleri)

Reayanın devlet maliyesinin temelini oluşturmasından ötürü devlet daima sipahinin keyfi davranışlarını ve reayanın aşırı derece sömürme sini engellemeye çalışmış ve reayanın sipahiye olan emek yükümlülüklerinin üst sınırlarını da koymuş olduğu kanunnamelerle belirtmiştir. Buna göre reaya yılda bir gün öşürü sipahinin gösterdiği yere taşımakla yükümlüydü. Ayrıca sipahinin evini değil ama ahırını yapımını da reaya üstlenirdi. Fetihten önce angarya türü feodal yükümlülüklerin yaygın olduğu bölgelerde köylü sipahiye at, arpa ve saman sağlamak gibi ilave yükümlülükleri de bulunmaktadır.

Devletin Topladığı Olağanüstü Vergiler

Devletin toplamakta olduğu daimî vergiler dışında “Avarız” adı altında doğrudan topladığı olağanüstü vergilerde bulunmaktadır. Önceleri bu vergiler savaş dönemlerinde uygulanır ve özellikle sınır boylarına doğru harekete geçen ordunun iaşesi sağlamaya amaçlardı. Avarız köylü hanelerinden ayrı ayrı toplanmaz örneğin bir köyün tümünden belirli miktarda gıda maddeleri, ordu için gerekli malzeme veya nakit talep edilirdi. 16 yy’nin 2. Yarısında ordunu ve savaşların merkezi hazine üzerindeki yükü artmaya başlayınca avarız nakit olarak daha sık toplamaya ve olağanüstü niteliğini yitirmeye başlamıştır.

Piyasa Koşulları ve Tarım Dışı Faaliyetlerde Mübadele

Günümüzün sanayileşmiş toplumlarıyla kıyaslandığında tarıma dayalı kapitalizm öncesi toplumlarda Pazar ekonomisi ve pazar için üretimin çok daha sınırlı olduğu görülür. Ancak Osmanlı Toplumunu bugünün toplumlarıyla değil de o dönemin toplumlarıyla örneğin; Avrupa toplumlarıyla kıyaslayacak olursak 16.yy Osmanlı Köylerinin kapalı, kendi kendilerine yeterli birimler oluşturduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim 16.yy’de Osmanlı kırlarıyla, kentleri arasında önemli bağlar kurulmuştu.

Köylüler üretimlerinin bir bölümünü pazara getirerek satıyorlardı. Devlete ödedikleri vergilerin bir bölümü para olarak toplandığı için satın alma gücü yüksek olmasa da ya da pazardan herhangi bir mal alma eğiliminde olmasalar da köylü haneleri ürünün belirli bir bölümünü pazara getirip satmak zorundalardı. Ayrıca kentlerin çevresinde ki köyler kent ekonomisiyle bir hayli bütünleşmişlerdi.

İstanbul, Bursa, Kayseri, Konya, Tokat ve Amasya gibi kentlerin çevresindeki köyler meyve-sebze ile et ve süt gibi hayvancılık ürünlerinde uzmanlaşmışlardı. Bu köylerde yaşayanlar tüketim gereksinimlerinin de büyük ölçüde kent pazarından sağlıyorlardı. Yalnızca yerleşik tarımla uğraşan kırsal nüfus değil, göçebe olarak yaşayan nüfusta Anadolu’nun pek çok köşesinde düzenli olarak kurulan yerel pazarları kullanmaktaydı. Nitekim yerel pazarların sıklıkla kurulduğu yerlerden biri de göçerlerin yazlık yaylalarıydı. Bu pazarlara gelen tüccarlar bir yandan reayanın ve sipahinin getirdiği hububat ve diğer tarımsal malları kentlerde satmak üzere toplarken öte yandan da kentlerdeki zanaatkarların ürettiği mamul malların satışa sürmekteydiler. Osmanlı ülkesinden tarımsal ürünler ithal etmek isteyen Avrupalı tüccarlarda bu pazarlardan büyük miktarda mal topluyorlardı. Dolayısıyla;

özellikle son yıllarda yapılan çalışmalar yerel Pazar ev panayırların sanıldığının aksine hem Anadolu’da hem de Balkanlar’da çok yaygın olduğunu, hem kırsal alanlarla kentler arasındaki ticaretin hem de uzun mesafeli ticaretin önemli bir bölümünün büyüklü küçüklü bu pazarlar aracılığıyla gerçekleştiğini ortaya koymaktadır.

(15)

KENT EKONOMİSİ VE LONCALAR

Osmanlı kent ekonomisinin temelini oluşturan loncaların Anadolu’daki ve batı Asya’daki diğer kökenlerine ilişkin bilgiler sınırlı olmakla birlikte Moğol istilalarından sonra 13. ve 14.yy’larda toplumsal dayanışmanın çeşitli unsurlarını taşıyan fütüvvet ahlakının ve fütüvvet derneklerinin

“Ahilik” adı altında Anadolu loncalarında etkili olduğu ve kentlerdeki loncaların fütüvvet ilkelerine göre ve aralarından seçtikleri bir ahi önderliğinde örgütlendiği bilinmektedir.

Osmanlı kentlerindeki zanaat ve ticaret loncaları iktisadi yaşamın temel keseni konumundaydılar. Kent çarşısının her köşesinde bir lonca oluşmuş, her loncada da aynı mesleğe mensup esnaf bir araya gelmiştir. Kentler büyüdükçe iş bölümü ve uzmanlaşma da derinleşir, lonca sayısı artış gösterirdi.

Loncalardaki temel ilişki, usta-çırak ilişkisiydi. Genç yaşta işe başlayan çırak ustaların gözetimi altında zanaatın kuşaktan kuşağa aktarılan inceliklerini öğrenirdi. Bir lonca ustasının yetiştirdiği çırakların kalfalığa terfi ettirmesi ancak lonca yönetiminin onayıyla mümkün olurdu. Loncaların temelindeki bu hiyerarşik ilişki örgütün her düzeyine yansımıştı. Her meslek dalında ustalar kendi aralarından bir kişiyi lonca kurallarını uygulamak ve devletle olan ilişkilerini yürütmek üzere

“kethüda” seçerlerdi. Eğer bir grup usta bağlı oldukları loncadan ayrılarak yeni bir lonca kurmak isterlerse bir kethüda seçerek yerel yargı işlerinden sorumlu kadıya başvururlardı. Tekelci meslek örgütleri olarak loncaların temel amacı üyelerinin çıkarlarını korumaktı. Bu amaçla loncalar kendi üretimlerini denetlemeye ve lonca içi rekabeti sınırlandırmaya, öte yandan da kendileri dışında ortaya çıkabilecek üretimi de engellemeye çalışırlardı.

Kendi üretimlerini denetlemek amacıyla loncalar pek çok kural geliştirmiş ve bu arada esnaf gediklerini kurmuşlardı. Gedikler her meslek dalında faaliyet gösteren iş yeri ve tezgâh sayılarını saptarlar, bu sayıların artmasına izin vermezlerdi. Ayrıca lonca üyelerinin diledikleri gibi dükkân açma veya üretime geçme gibi hakları yoktu. Osmanlı loncalarını en fazla ilgilendiren ve kaygılandıran konu üretim için gerekli ham maddelerin uygun fiyatlarla sağlanması ve bu hammaddelerin lonca üyeleri arasında dağıtılmasıydı. Lonca temsilcileri hammaddeleri daha önceden belirlenen fiyatlarla satın almaya çalışırlardı.

Ancak tarımsal üretimde bir yıldan diğerine dalgalanmalar olduğunda veya hammaddeler yerli veya Avrupalı tüccarlar tarafından daha yüksek fiyatlarla imparatorluk dışına ihraç edildiğinde fiyatlar yükseliyor, lonca üyeleri işleyecek hammadde bulamaz duruma düşebiliyorlardı. Hammadde sıkıntısı nedeniyle loncalar sıklıkla devletten tüccarların faaliyetlerinin denetlenmesini talep ederlerdi. Nitekim darlıkların ortaya çıktığı durumlarda devletin belirli hammaddelerin ihracatını yasakladığı veya bunların ticaretinin tekeline belirli bir loncaya bıraktığı görülür.

(16)

SERMAYE BİRİKİMİ

Esnaf loncalarının kâr amacıyla üretimi ve üyeleri arasındaki rekabeti sınırlayıcı kurallarına rağmen 16.yy gelindiğinde Osmanlı loncalarının bir kısmı içinde iktisadi ve toplumsal farklılıklar ortaya çıkmıştır. Doğal olarak bu farlılıklar küçük kentlerde değil pazar için üretim olanaklarının daha geniş olduğu büyük kentlerde ve özellikle uzak pazarlar için üretim yapan loncalarda görülmektedir.

Örneğin Selanik Bursa gibi uzak pazarlar için üretim yapan birikim olanaklarının hızla genişlediği kentlerde bir yandan loncalara bağlı olarak çalışan ve sınırlayıcı kuralları kabullenen ustalar ile loncalara girmek isteyen veya lonca üyesi olduğu halde lonca dışına çıkarak daha fazla üretim yapıp daha fazla kar elde etmek isteyen sermaye sahipleri arasında sürtüşmeler ortaya çıkmıştır.

Bu durumda merkezi devlet var olan lonca hiyerarşisinden yana tavır almıştır. Loncalar dışındaki üreticilerin loncalara girmeleri veya üretimi loncalar dışında örgütlemeleri engellenmiştir. Böylece merkezi devlet loncaların ve lonca ustalarının tekelci konumlarını desteklemiştir. Ancak söz konusu desteğin özellikle büyük kentlerde daha yoğun olmak üzere beraberinde bir denetimi de içermesi söz konusudur. Osmanlı yönetiminin loncaları bir yandan desteklerken öte yandan denetlemeye çalışmasının dört temel nedeni vardır:

1. Her şeyden önce kent nüfusunun temel tüketim ihtiyaçlarının karşılanması, kentlerdeki iktisadi yaşamın canlı tutulması merkezi devlet için sadece iktisadi açıdan değil siyasi açıdan da büyük önem taşıyordu. Kendinden emin loncalar ise kentlerin iktisadi yaşamında çok önemli bir rol oynuyorlardı.

2. İkinci olarak sarayın, ordunun ve donanmanın temel ihtiyaçlarının düzenli ve istikrarlı bir biçimde sağlanması devlet için büyük önem taşıyordu. Loncalarda bu işlevi yerine getirebilecek durumdaydılar.

3. Devlet loncalardan vergi toplamaktaydı. Kentlerdeki üretim ve ticaret faaliyetlerinin vergilendirilmesinde esnaf loncaları çok önemli rol oynuyordu.

4. Nihayet loncalar devletin kent nüfusunu ve kent ekonomisini denetleyebilmesi için elverişli bir araç durumundaydı.

(17)

LONCA SİSTEMİ VE SANAYİLEŞME İLİŞKİSİ

Batı Avrupa’da feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde ticaret sermayesi tarım dışı üretim faaliyetlerini Loncaların egemen olduğu kentlerden kırsal alanlara taşımış ve buralarda yeniden örgütlenmiştir. Böylece loncaların rekabetini ve sermaye birikimini kısıtlayan kuralları devre dışı bırakılarak ticaret sermayesi kırsal alanlarda ucuz emek gücünü kullanabilme şansına sahip olmuştu.

Ayrıca kırsal ev sanayilerinde kullanılan parça başına ödeme sayesinde üretim maliyetleri düşürülerek kapitalist sanayileşmeye giden yolun önü açılabilmiştir. Osmanlıda ise devletin loncalara sağladığı desteğin en önemli sonucu feodal güç sahipleri dışında ortaya çıkan veya çıkabilecek biçimlerin engellenmesi ve üretimin loncalar dışında örgütlenmemesi olmuştur. Gerçi batı Avrupa’da olduğu gibi Osmanlıda da tüccarların parça başına ödeme yöntemini kullanarak kırsal alanlardaki kapasitesini harekete geçirdikleri, kentlerden gelen talebe dönük köylü kadınlara pamuk sağlayarak pamuk ipliği eğirttikleri ve ya pamuk ipliği sağlayarak kumaş dokuttukları, ardından üretilen malları kırsal alanlardan toplayarak kent pazarlarında sattıkları ve ya uzak pazarlara gönderdikleri durumlara dair kayıtlar bulunmaktadır. Bunun örneklerine daha ziyade tekstil ürünlerinde ve Batı Anadolu ile Erzurum, Erzincan ve Diyarbakır yörelerinde rastlanmaktadır. Ancak bu konuda Osmanlı arşivlerinde şimdiye kadar rastlanılan belgeler sınırlı olup 16.yy sonrasında ticaret sermayesinin örgütlendiği parça başına ödeme sistemi çok düşük düzeyde kalmıştır. Bugün ki bilgilerin ışığında bir yandan loncaların gücü öte yandan loncaların ardındaki devlet desteği nedeniyle bu yöntemin serpilip gelişemediği ve dolayısıyla bireysel sermaye birikiminin kapitalist yönde bir dönüşümü sağlama konusunda yetersiz kaldığı ileri sürülebilir.

LONCALARIN YAPISINDA DEĞİŞİMLER: SİSTEMİN GERİLEMESİ

17. yy da merkezi devletin gücünün gerilemesiyle birlikte özellikle taşra kentlerinde devletin gücünün gerilemesiyle birlikte özellikle taşra kentlerinde devletin loncalar üzerindeki denetimi ve lonca yönetimine sağladığı destek kaybolmaya başlamıştır. Bu durumda üyelerin faaliyetlerini denetlemeyi amaçlayan lonca kurallarının da gevşediği hatta bir bölümünün geçerliliklerini tümüyle yitirmeleri, loncalara bağlı büyüklü küçüklü üretim birimlerinin ya da imalathanelerinin lonca denetiminden daha özerk bir biçimde çalışmaya başlamaları söz konusudur. Nitekim lonca denetimi gevşedikçe söz konusu imalathanelerin daha kolay alınıp satılmaya, kentlerdeki sermaye sahibi askeri sınıf üyeleri, devlet yöneticileri, ulema, tefeci ve tüccarlar için birer yatırım alanı durumuna gelmeye başladılar.

Örneğin 17. ve 18. yy larda imalathanelerin herhangi bir diğer özel mülk gibi alınıp satıldığı, mülkiyetlerinin birden fazla pay sahibi arasında bölüşüldüğü ve bu payların zaman içinde el değiştirdiği görülmektedir.

(18)

DIŞ TİCARET VE MERKANTİLİZM KARŞITI POLİTİKALAR

Osmanlı’nın dış ticaret politikalarına egemen olan iki temel kaygı sarayın, ordunun ve donanmanın, kentlerin ve bir ölçüde de loncaların iaşe sorunlarının çözülmesi ve mali gelir sağlanmasıdır. Osmanlı yönetimi dış ticareti darlıkları ve kıtlıkları önlemenin, sarayın, ordunun ve kentli tüketicilerin gereksinimlerini karşılamanın bir aracı olarak görüyordu. Bu nedenle merkantilistlerin yaptığı gibi ithalatı sınırlayıp ihracatı desteklemek yerine Osmanlı yönetimleri bunun tam tersini yapmışlardır.

İthalatı her zaman desteklemiş, ihracatı ise gerekli gördüklerinde özellikle darlıklar ortaya çıktığında sınırlamak yoluna gitmişlerdir. Yabancı tüccarlar hem mal getirdikleri hem de devlete gümrük vergisi sağladıkları için teşvik ediliyorlardı. Gerçi Osmanlı yönetimleri merkantilist devlet politikalarını andırır biçimde altın ve gümüşün ülkeden çıkışını sık sık yasaklamışlar ve engellemeye çalışmışlardır.

Ancak bu yönetimlerin amacı yerli üretimi korumak değil, devletin kendi adına para basabilmesi için gerekli madenleri sağlamaktı. Ülke içerisindeki üretimi dış rekabete karşı korumak ve desteklemek, istihdam yaratmak Osmanlı yönetimleri için büyük önem taşımıyordu. Loncaların faaliyetlerini sürdürmeleri devlet için önemli bir amaçtı, ancak merkezi devlet loncaları ithal malların rekabetinden korumaya çalışmamış, loncaları desteklemek amacıyla ithalatı sınırlama yoluna gitmemiştir.

19. yy a kadar korumacılığın ciddi bir iktisat politikası olarak gündeme gelmemesinin temel nedeni sanayi devrimi sonrasına kadar mamul mallar ithalatının sınırlı kalmasıdır. Osmanlı yönetimlerinin dış ticaret politikalarını yönlendiren bir başka öncelik de uluslararası ilişkilerde dost kazanma arzusu ve kaygısı olmuştur. Bir başka deyişle Osmanlı yönetimi dış ticareti dış politikanın bir aracı olarak görmüş ve kullanmıştır. Fransa ile yakınlaşma Osmanlı yönetiminin bir yandan dış ticareti geliştirirken bir yandan da Habsburg hanedanının gücüne karşı Avrupa sahnesinde müttefik arama uğraşının bir sonucu olarak görülebilir. Benzer tavizlerle Venediklilerin doğu Akdeniz ticaretindeki gücünün de azalması amaçlanmaktaydı. 16. Yy ın ikinci yarısından başlayarak İngiltere, Hollanda ve diğer Avrupa ülkeleri ile imzalanan ticaret anlaşmalarında da benzeri dış politika önceliklerinin önem kazandığı görülmektedir.

(19)

PARA FİYATLAR VE ENFLASYON

Uzun bir dönem iktisat tarihçileri Osmanlı da para kullanımının Balkanlar ve Anadolu da uzun mesafeli ticaret ve kent ekonomisinin bir kesimiyle sınırlı olduğunu varsayıyorlardı. Oysa son yıllardaki araştırmalar 15. Yy ın sonlarına gelindiğinde kent nüfusunun neredeyse tamamının ve kır nüfusunun bir bölümünün parasal ekonominin parçası olduğunu göstermektedir. 16. Yy da ise hem değerli madenlerin bollaşması hem de kırsal ekonominin giderek pazara yönelmesi nedeniyle para kullanımında büyük bir artış gerçekleşmiş, ortaya çıkan sonuç ise enflasyon olmuştur. Bu durumun önemli sebebi batı Avrupa’da başlayan fiyat hareketlerinin Osmanlı İmparatorluğuna transferidir. Batı Avrupa’da genel fiyat düzeyinin yükselmeye başlaması ve tarımsal ürün fiyatlarının diğer fiyatlardan daha hızlı artması sonucunda, Akdeniz’in batı ve doğu havzalarındaki fiyat düzeyleri arasında önemli bir farklılık oluşmaya başlamıştır. Bu durumda Avrupalı tüccarlar Osmanlı imparatorluğuna yönelerek hem buğday başta olmak üzere gıda maddelerini hem de loncaların kullandığı hammaddeleri daha yüksek fiyat ödeyerek satın almaya ve Batıya göndermeye başladılar. Dolayısıyla Batıdaki fiyat hareketlerinin doğuya aktarılmasına yol açan temel bağlantı bu ticaret olmuştur. Ortaya çıkan fiyat farkı nedeniyle doğu havzası mal ihraç ederken batı havzası ödemelerini yenidünyadan gelen altın ve gümüşle yapmış ve böylece Osmanlı ülkesine önemli miktarda değerli maden girmiştir. Dolaşımdaki altın ve gümüş miktarının artması da fiyat artışlarına süreklilik kazandırmıştır. 16. yy boyunca Akdeniz’in batı ve doğu havzaları arasında oluşan fiyat farklılıklarına benzer bir durum doğu Akdeniz ile batı ve güney Asya bölgeleri arasında görülmüştür. Bu nedenle Osmanlı ticareti batıya karşı fazla verirken doğuya karşı sürekli açık vermiş malların bedeli batı Avrupa’dan gelen altın ve gümüş ile ödenmiştir. Dolayısıyla batıdan gelen altın ve gümüşün önemli bir bölümü Osmanlı ülkesinde kalmamış, doğuya doğru yoluna devam etmiştir. Osmanlı ekonomisindeki enflasyonun maden girişindeki artışın yanı sıra başka nedenleri de vardır. Buna göre 16.yy boyunca Osmanlı İmparatorluğunda Avrupa’dakine benzer uzun dönemli iktisadi mali ve demografik eğilimler ortaya çıkmıştır.

Yüzyılın ikinci yarısından itibaren tarımsal üretim nüfus artışlarının gerisinde kalmış ve kentlerde iaşe güçlükleri baş göstermiştir. Ayrıca yüzyılın sonlarına doğru devletin askeri harcamalarında artış görülmektedir. Dolayısıyla bu gelişmelerde fiyatların artmasında önemli rol oynamıştır. Osmanlı da fiyatlar 1580’lerin ortalarından itibaren hızla yükselmiş ve yirmi yıllık sürede üç katına çıkmıştır.

1500’lerin başındaki fiyat düzeyi ile kıyaslandığında artış altı kat düzeyindedir.

Devlet 1585 yılında o döneme kadar görülmemiş ve alışılmamış düzeyde bir tağşiş işlevini uygulamaya koymuş ve bunu daha sınırlı oranlarda yapılan tağşişler izlemiştir. Nitekim 1500 yılında Osmanlı darp haneleri 100 dirhem gümüşten 420 akçe keserlerken 1580’lerin başında artık 450 akçe kesmektedirler. 1585 yılındaki bu dönüm noktasının ardından merkezi devletin mali güçlükleri sona ermedi. Devletin gelirleri giderlerinin gerisinde kalmayı sürdürdüğü için tağşişlerin de ardı arkası kesildi. Sonuç olarak 16.yy da Osmanlı ekonomisini şiddetle sarsan fiyat hareketlerinin ardında bir ölçüde Avrupa kaynaklı fiyat devrimi bir ölçüde de Osmanlı İmparatorluğu’ndaki iktisadi, mali ve demografik gelişmeler yatmaktadır. Osmanlı fiyatlarının yüzyılın sonlarında çok daha hızlı artmaya başlamasının görünürdeki nedeni ise merkezi devletin mali güçlükleridir.

(20)

Söz konusu mali bunalımın nedenleri ise aşağıdaki gibi sıralanabilir:

1. 16.yy’ın ortalarına gelindiğinde Osmanlı İmparatorluğu’nun kolay ve hızlı genişleme dönemi artık sona ermişti. İmparatorluğun sınırları doğuda Safevi İran’ına, batıda Habsburg Avusturya’sına güneyde ise Afrika çöllerine ulaşmıştı. Bu yeni imparatorluğun çeşitli bölgelerinden İstanbul’a vergi gelirleri akmaya devam ediyordu ama dış talan ve onun sağladığı milli olanaklar tükenmişti. Zaferle sonuçlanan ve hazineye gelir sağlayan savaşlar yerlerini uzun, yorucu ve masraflı mücadelelere bırakmıştı.

2. Savaş teknolojisi hızla dağılmaya başlamıştır. Osmanlı ordusunun vurucu gücünü ok, yay ve kılıç kullanan, zırh kullanan sipahiler oluşturmaktaydı. 16.yy’ın ortalarına kadar bu geleneksel ordu Avrupalılarla girişilen savaşlarda başarılı olmuştu. Ancak 16.yy ikinci yarısında Osmanlı yöneticileri Avusturalyalıların ateşli silahlarla donanmış piyade ordusu karşısında etkili olamadıklarını fark ettiler. Avrupa’ da değişen savaş teknolojisi Osmanlıların tımar düzeyine dayanan sipahi ordusunu bir kenara iterek ağırlığı sürekli ve düzenli eğitim gören merkez ordusuna kaydırmaya zorluyordu. Oysa yaz aylarında orduya katılan sipahilerle karşılaştırıldığında sürekli maaş alan piyadeler merkezi devler için çok daha pahalıya mâl olmaktaydı. Sürekli maaş alan asker sayısının bu kadar hızlı artması merkezi bütçeye ağır bir yük getirmiş ve devlet daha fazla parasal gelir bulmaya zorlanmaya başlamıştır.

3. Osmanlı maliyesini güç duruma düşüren bir başka gelişme fiyat devrimi ile ilişkilidir. Devletin köylü üreticilerden, loncalardan, iç ve dış ticaretten para olarak topladığı vergilerin bir bölümünün miktarları akçe olarak önceden saptanmıştı. 16.yy da fiyatlar artmaya başladıkça para olarak toplanan vergilerin reel değerleri aşınmıştır. (düşmüştür). Bu durumda merkezi devlet söz konusu vergilerin bir bölümünün miktarlarını artırmaya çalışmıştır. Ancak Avrupa’dakine benzer biçimde bu çabalar enflasyon karşısında yetersiz kalmıştır. 1585 yılındaki tağşişin ardından ise devlet vergilerin miktarlarını yeniden saptamaya girişmemiş, böylece özellikle tımar düzeni çerçevesinde toplanan sabit miktarlı vergilerin önemi azaltılmıştır.

Referanslar

Benzer Belgeler

Almanya’nın ekonomik ve askeri olarak yeniden güçlenmesinden ve bunun sonucunda Avrupa ve Fransa’yı kontrol altına almak

30 met- rekarelik bir evde 4 kişinin ikamet ettiği durumda, orada ikamet eden yabancı işçi için çalıştırma izni ve- rilmemekteydi.. Çalış- tırma izninin İş ve İşçi

(Birinci Baskı). İstanbul:Timaş Yayınları, 73.. Kore de kendisini tek meşru devlet saymıştır. Bu sebeple 1950 yılında Kuzey Kore, Sovyet Birliği’nden destek alarak

Bernoulli Diferensiyel

Arzu eden misafirlerimiz Ekstra Köln veya Düsseldorf Şehir turuna katılabilirler.. Köln'e inişimizin ardından Ren nehrinin ikiye böldüğü ve her iki yakasının

Almanya, dünyada hala bu konuda en önemli kimya üreticilerindendir ve Avrupa’da kimya üretiminin %25’i Almanya’dadır.. Istihdami 20’den fazla olan işletmelere baktığımız

“Hastanın her talebine karşı ben de kendi sınırlarımı çizebilirdim; bunun bilincinde olarak onunla bir ilişki kurabileceğimi gördüm ve karşı tekliflerimi ona

(a) Başvuru Ücreti (750 CHF/�) (b) Üniversite Yerleştirme Ücreti (450 CHF/�) (c) İade edilmeyen herhangi Sigorta Ücreti (d) İdare ücreti (150 CHF veya 100 �) (e)