DOKULAR
Kan grupları: İnsanların alyuvarlarında antijen adı verilen bazı proteinler bulunmuştur. A ve B proteinleri denen bu proteinlerin ayrı ayrı veya beraber bulunuşlarına veya hiç bulunmayışlarına göre dört kan grubu ayrılır. Bunlar A, B, AB ve O dur. A kan grubundan bir kimsenin alyuvarında A antijeni, B grubundan bir kimsenin alyuvarında, B
antijeni, AB grubundan bir kimsenin alyuvarında hem A hem B antijenleri, O grubundan olan bir kimsenin
alyuvarında ise ne A ne de B antijeni vardır.
Ayrıca, her kan grubunun plazmasında diğer gruplar için yabancı olan başka bir protein bulunur. Bunlara da
antikor veya aglutinin denir. Örneğin; A grubundan bir kimsenin kan plazmasında, B grubunu aglutine eden (çökerten) b (anti B) antikoru, B grubunda A grubunu aglutine eden a (anti A) antikoru, O grubunda hem a hem de b antikoru bulunur. AB grubunda ise hiç antikor bulunmaz. Bu faktörler klinik, genetik ve adli tıp
bakımından önemlidirler.
Alyuvarlar A ve B antijenlerinden başka M ve N
antijenlerine de sahiptirler. M ve N faktörleri kan nakli bakımından önemli değildirler; fakat adli tıp olaylarında örneğin bir çocuğun babasının tayininde, diğer
faktörlerle beraber incelendiklerinde daha kesin bir karara varmada yardımcı olurlar.
A ve B kan grupları, kendilerinden başka, AB grubuna kan verebilirler. AB kan grubu bütün gruplardan kan alabildiği halde, kendinden başka hiçbir gruba kan veremez. Bu
nedenle, AB kan grubuna genel alıcı adı verilir. O grubu ise, kendinden başka hiçbir gruptan kan alamadığı halde, her gruba kan verebilir. Bu nedenle 0 kan grubuna genel verici denir. İnsanlar arasında 0 grubu %46, A grubu %42, B grubu %9 ve AB grubu %3 oranında bulunur. Farklı
populasyonlarda bu oranlar değişmektedir.
Bu kan gruplarından başka insanların alyuvarlarında Rhesus denen bir protein vardır. İlk defa Rhesus
denen bir maymunun kanında bulunduğu için proteine bu isim verilmiştir.
Alyuvarında Rhesus proteini bulunanlara Rh pozitif
(Rh+), bulunmayanlara Rh negatif (Rh-) denir. Kalıtsal bir faktördür. Genellikle Rh+ dominant Rh – resesif bir faktördür. Beyaz ırktan insanların %85’i Rh+, %15’ i Rh- bulunmuştur. Kanında Rhesus proteini
bulunmayan bir şahsın (Rh-) kanına, içinde Rhesus proteini bulunan bir kan verilirse (Rh+), alıcının kanında Rh aglutinin şekillenir. İlk defa pek etkili olmayan bu antikor, ikinci defa Rh+ kan verilince, evvelce şekillenmiş olan Rh aglutinini, verilen kanın alyuvarını aglutine ederek ölümüne neden olur.
Rh negatif bir kadın, eğer Rh pozitif olan bir çocuğa hamile kalırsa, çok defa rahim yüzeyinde veya
plasentada meydana gelen bir yarıktan veya yaradan
(normal olarak anne ve çocuğun kanı birbirine karışmaz) çocuğun al yuvarları anne kanına geçerek, Rh antibadi şekillenir. İlk çocuk sağlam doğar. Fakat daha sonraki
çocuklarda annenin kanındaki Rh antikorları, ana kanı ile fetus’a geçer ve fetus’un alyuvarlarını tahrip eder
(aglitine ve hemolize eder). Ana Rh negatif olduğuna göre, yavru Rh pozitif faktörü babadan almıştır.
Fetus’un alyuvarları ileri derecede hemolize uğrarsa
fetusta anemi ve sarılık olur; hatta ölüme neden olabilir.
Bazen safra pigmentleri beyindeki bazal ganglionlarda birikir ve Kernicterus adı verilen sinirsel bir bozukluğa neden olur.
Yetişkin insanlarda safra pigmentleri kan-beyin seddini geçemez; fakat fetusta kan-beyin seddi henüz
gelişmemiş olduğundan, safra renkli maddeleri kandan beyin dokusuna geçebilir. Alyuvarların tahribi sonucu
açığa çıkan bilirubin hücre ve mitokondri membranlarına bağlanır ve hücrenin ölümüne neden olur; betin
hücrelerini etkilerse geri zekalılığa neden olabilir. Bu kan uyuşmazlığına Erythroblastozis fetalis denir.
Fetusun alyuvarları gebeliğin son üç ayında ana kanına geçmeye başlar. Fakat bu geçiş az olduğundan ana
kanında şekillenen antibadi (Rh aglıtinin) de azdır ve genellikle ilk yavruya zarar vermez. Asıl fetustan ana kanına alyuvar geçişi doğum esnasında olur ve ana
kanınnda antibadi miktarı artar. Bu nedenle ikinci yavru için tehlike mevcuttur.
Bugün hamilelikte Eritrobilastozis fetalis’ı önleyici yöntemler mevcuttur. Örneğin; fetusta periton içi 0
grubu Rh-kan verilmesi doğumdan sonra ana kanındaki antijenleri uzaklaştırmak amacıyla, doğumdan hemen sonra Anti-D gamma Globulin verilmesi gibi.
Kıkırdak Dokusu
Kıkırdak doku, daha çok omurgalılarda görülen bir dokudur. Molluscler hariç, omurgasızlarda yoktur.
Kıkırdak doğrudan doğruya mesenchym’den gelişir.
Hücreler arası esas maddesi kesilebilir sertlikte bir destek doku türüdür.
Esas madde kollojen veya elastik fibriller ile sertliği veren kondrin maddesinden yapılmıştır. Kıkırdak
dokunun hücrelerine kondrosit adı verilir. Bu hücrelerin genç şekilleri ise kondroblast’ lar dır.
Kıkırdak hücreleri bölündükten sonra birbirlerinden ayrılmazlar bu nedenle ara madde içersinde kıkırdak boşluğu veya lakün adı
verilen boşluklarda tek veya grup halinde görünürler. Boşlukların çevresi ise bir kapsül niteliğindedir. Buna kıkırdak kapsülü adı verilmektedir. Gelişmesi tamamlanmış kıkırdak dokuda kan damarları yoktur. Ayrıca hücrelerin birbirine uzanan sitoplazmik uzantıları da mevcut değildir. Perikondrium veya çevre kemik dokudaki kan damarlarından doku içine madde alış-verişinin
sağlanması esas madde (kondrin) aracılığı ile diffizyonla olmaktadır
Kıkırdak dokuyu çevresinde belli belirsiz bir sınırla kuşatan bağ dokuya perikondrium adı verilir.
Kıkırdak dokunun kendisinde yenileme-rejenerasyon yeteneği az olup, bu görev perikondrium tarafındaki kondroblaslar aracılığı ile sağlanır. Perikondrium
tarafından yeni kıkırdak hücreleri oluşur.
Perikondrium’un en derin, kıkırdak dokuya bitişik katındaki hücreler yani kondroblastların mitotik
bölünmeleri ve farklılaşmaları ile kondrosit’ler meydana gelir.
Kıkırdak dokusu, hücreler arası esas maddede mevcut fibrillerin karaterine ve kıkırdak hücrelerinin
tertiplenmelerine göre 4 tür gösterir.
1.Hyalin kıkırdak dokusu 2.Elastik kıkırdak dokusu
3.Fibröz veya lifli kıkırdak dokusu 4.Proliferasyon kıkırdak dokusu
1.Hyalin Kıkırdak Dokusu: Taze veya tespit edilmiş preparatlarda, hyalin kıkırdak dokusunun hücreler arası esas maddesi homojen, şeffaf, camsı bir görünüştedir. Çıplak gözle tetkik edildiğinde açık mavi renkte, süt veya buzlu cam görünümündedir.
Hyalin kıkırdak doku, tazyiklere karşı dayanıklıdır ve çok az bükülebilir. Bu durum daha çok, taşıdığı kollejen ipliklerin seyir özelliğinden ileri gelir. Kollojen iplikler doku içinde birbirlerini çaprazlayan ince demetler yaparlar. Kollojen iplikler ışığı şekilsiz ara madde ile aynı derecede kırdıklarından, ışık mikroskobunda görülemezler
Kıkırdak doku genel özelliklerinde belirtildiği yapısal tabloya en fazla uygunluk gösteren hyalin kıkırdaktır. Hücreleri ovaldir. Bu hücreler esas madde (fundamental sübstans) içindeki
boşluklarda ya tek tek olarak bulunurlar,yada 3-4 ü bir araya gelerek gruplar yaparlar. Kıkırdak ara maddesi bazofil
karakterdedir. Boşlukların çevresi ise diğer kısımlara kıyasla daha da bazofiliktir. Bu kısım kıkırdak kapsülü olarak da
isimlendirilir.
Organizmada bulunduğu yerler: Fetal iskeletin kıkırdakları, yetişkinlerde kaburga uçları, eklem kıkırdakları, burun
kıkırdakları, trachea
2. Elastik Kıkırdak Dokusu: Elastik kıkırdak doku taze
preparatlarda sarımtrak renktedir. Bükülebilme özelliği gösterir.
Kıkırdak doku yapı elemanlarının hemen hepsi burada da
bulunabilir. Ayrıca hücreler arası esas madde de elastik lifler çoğunluğu teşkil ederler ve ağlar meydana getirecek şekilde tertiplenme gösterirler .
Elastik kıkırdağa ağsı kıkırdak adı verilir. Elastik lifler kondrositler etrafında ve ara maddede seyredip periosteuma kadar uzanırlar.
Hücreler ya tek tek bulunurlar yada iki kıkırdak hücresi yan yana bulunur. Ara madde ayrıca, hyalin kıkırdakta olduğu gibi kollojen ipliklerde içerir, ancak bu iplikler, elastik ipliklerde ışık
mikroskobunda görülmezler.
Organizmada bulunduğu yerler: kulak kepçesi, burun kanatlarıdır.
3. Fibroz-Fibrilli Kıkırdak Dokusu: Fibroz kıkırdağa bağ dokusu kıkırdağı adı da verilir. Kollojen lifler bol olup
maskelenmemiştir (Diğer iki kıkırdakta maskelenmiştir).
Diğer kıkırdaklara nazaran kıkırdak hücreleri seyrektir.
Fibriller ışık mikroskobunda görülebilir haldedirler.
Kollojen iplikler kaba demetler yaparlar. Kondrositler yuvarlağımsı şekildedirler ve demetlerin arasında ard arda dizilerek gruplar yaparlar.
Organizmada bulunduğu yerler: omurların arasında
bulunana invertebral diskler, eklemlerin meniscuslerinde.
Basınca ve çekilmelere karşı çok dayanıklıdırlar.
4. Proliferasyon kıkırdak dokusu: İnce yapı yönünden proliferasyon kıkırdağı, hiyalin kıkırdak elemanlarından
oluşmuştur. Ondan farkı kıkırdak hücrelerini içeren kıkırdak boşluklarının birbirine paralel diziler teşkil ederek
sıralanmalarıdır.
20-21 yaşlarına kadar genç şahısların uzun kemiklerinin diyafizleri ile epifizleri arasında bulunan proliferasyon kıkırdağı hormonların etkisi ile diyafiz tarafından kemik dokusuna değişirken epifiz tarafından büyümeye devam ederek kemiğin uzamasına yardım eder
Kemik dokusu
Bu doku yalnız omurgalı hayvanlarda bulunur ve bunların iskeletini meydana getirir. İleri derecede gelişmiş kemik dokusu, dişin mine tabakasından sonra dentin ile birlikte vücudun en sert dokusunu oluşturur. Sertliği ve özel yapısı itibariyle organizmanın diğer dokularından farklıdır. Diğer bir deyimle kemik dokusu hücreler arası esas maddesi
kesilemeyecek kadar sert olan bir destek dokusudur.
Basınç, çekilme, eğilme ve bükülmelere karşı kemik
dokunun dayanıklılığı, ara maddenin kireç bileşikleri ile sertleşmesinden ve özel yapısından gelmektedir. Hayati önemi yüksek olan doku ve organların, örneğin; merkezi sinir sistemi, kemik iliği sistemi vb. gibi, kemik doku ile korunmuş olmaları bunlara fonksiyonlarını en iyi şekilde yapmalarına olanak sağlar.
Kemik dokusunun hücreler arası esas maddesine ossein adı verilir. Bağ doku elemanlarının her üçü de kemik
dokusunda bulunur. Fibrillerin çoğu kollojen yapıdadır.
Ara madde içinde bol miktarda mineral toplanmıştır.
Yetişkin bir insanda kemik dokusunun kimyasal
analizinde kuru ağırlığının %25’ inin kollojen, %15’ inin su, %1.25’ inin diğer proteinler, %60-65’ inin ise
inorganik maddelerden oluştuğu saptanmıştır. İnorganik maddelerin %85’ı kalsiyum fosfat, %10’ u kalsiyum
karbonat ve %5’ ı ise magnezyum ve diğer alkali tuzlardır.
Bu oranlar, yaşam süresince değişir. Organik maddelerin miktarı ve mineraller bireyler yaşlandıkça artar, buna
karşılık su miktarı azalır. Aynı bireyin değişik kemik dokuları arasında da oranlar yönünden farklılık vardır.
Kemik dokuda üç çeşit hücre vardır. Bunlar: Östeoblast, Östeosit ve Osteoklast’ lar olmak üzere.
Kökenleri aynı olan bu hücreler fonksiyonlarına göre birbirlerine dönüşebilirler.
Osteoblastlar: Bu hücreler kemik yapıcı hücrelerdir.
Kemikleşme bölgelerinde, gelişmekte olan kemiklerin
periosteumunun kemiğe temas eden en derin bölgelerinde, kemik endosteumu üzerinde diziler halinde bulunurlar.
Dış görünüşleri epitel hücrelerine benzer. 15-20 µ
büyüklüğündeki bu hücreler uzantıları ile birbirlerine
bağlanmışlardır. İri çekirdeklidirler. Kemik dokudaki protein sentezi ile ilgilidirler. Bu hücrelerin kemik yapımında
fonksiyonları bitince osteositlere dönüşürler .
Osteositler: Bu hücreler kemik dokuda lakün veya
Osteoplast adı verilen boşluklarda bulunurlar. Şekil olarak bulundukları boşluğa uyacak tarzda, kavun çekirdeği gibi yassıdırlar. İnce sitoplazmik uzantıları kemik boşluklarını birbirine bağlayan kemik kanaliküllerinden geçerek
komşu osteositlere doğru uzanırlar. Hücrelerin tek
çekirdeği olup, büyük ve ovaldir. Gelişmesini tamamlamış kemik dokudaki esas hücrelerdir
Osteoklastlar: Bunlar çok çekirdekli büyük dev hücrelerdir.
Mesenşimden gelişirler, 300-100µ büyüklüğündedirler.
Osteoklastlar gelişmekte olan kemiklerdeki proliferasyon bölgelerinde bol miktarda bulunurlar. Esas fonksiyonları kemik rezarpsiyonunu sağlamaktır (emilme). Eritilen
kemik parçacıkları veya partikülleri pinositoz yolu ile osteoklastların sitoplazmalarına alınırlar.
Kemiklerin eridiği (yaralanma ve fazla mekanik etki alan kısımlarda) yerlerde görülürler.
Kol ve bacaklara ait uzun bir kemiğe bakıldığında uç
kısmının hafifçe genişlemiş ve yuvarlakça olduğu görülür.
Bu kısma epifis adı verilir. Kemiğin dışı periosteum adı
verilen bir zarla kaplıdır. Bağ dokusundan meydana gelen bu zar zengin bir damar sistemine sahiptir. Kemik dokunun ve kemik iliğinin kan damarları ile sinirler periosteumdan gelmektedir. Kaslar tendonlarla periosteuma bağlanırlar.
Bir uzun kemiğin enine kesitine bakacak olursak orta kısımda bir kanal görülür. İlik boşluğu denen bu kanalın ortası sarı, uçları ise kırmızı renkli kemik iliği ile doludur.
Endosteum ilik kanalının duvarlarını döşeyen ince bir bağ dokudur. Endosteum içte kemik iliği, dışta ise kemik doku ile temastadır
Uzun kemiklerde ayrıca ilik kanalına paralel küçük kanallar vardır.
Bunlara havers kanalları denir. Havers kanalları içinde bir vena, bir arter ve bir de sinir bulunur. Havers kanalları birbiri ile yatay
kanallarla ilişkidedirler. Bunlara volkman kanalları adı verilir. Kemik dokuya periosteumdan gelen damarlar bu kanallardan geçip havers kanallarına oradan da endosteuma kadar uzanırlar.
Bu bahis konusu damarlar kemiğin fonksiyonel damarlarıdır. Hücre arası esas maddesi havers kanalı etrafında iç içe geçmiş halkalar halinde salınır. Osteositler bu halkalar üzerinde osteoplast adı verilen boşluklarda bulunurlar.
Bu hücreler hem birbirleriyle, hem de havers kanallarıyla halkalar arasında bulunan ince kanallardan geçen
sitoplazma uzantıları ile birleşirler. İşte kemik hücreleri bu ince kanallar aracılığı ile kan damarlarından oksijen ve
besin maddelerini alırlar ve metabolizma artıklarını verirler. Bir havers kanalı ile etrafındaki hücre ve
halkaların hepsine birden Havers Sistemi denir. Yalnız periosteumun altındaki ve endosteumun üstündeki
lameller yüzeye paraleldir. Havers sistemleri ara kısımda yer almaktadır .
Kas Dokusu
Sinir sisteminin etkisi altında kasılma hareketi gösteren ve bağ dokusu ile silki bir ilişkisi olan dokudur.
Kas hücreleri Miyosit adını alır. Kas hücrelerinin zarlarına sarkolemma, plazmasına da sarkoplazma adı verilir.
Sarkoplazma içinde kontraksiyon yani kasılıp
gevşeyebilme özelliği gösteren ince proteinden yapılmış fibriller (lifcikler) bulunur. Bunlara Miyofibril adı
verilmektedir.
Bir kas uyarıldığı zaman içinde bulunan miyofibrillerin uyumlu bir şekilde kasılması ile bu kasa bağlı olan organ çekilir. Kas kontraksiyonu ile hareket ve iç organların
çalışması sağlanır.
Kas dokusu kendisini oluşturan kas liflerinin morfolojik ve fizyolojik özelliklerine ve vücuttaki lokalizasyonuna göre gruplara ayrılmıştır.
Üç türlü kas dokusu vardır.
1. İskelet kası-çizgili kas 2. Kalıp kası
3. Düz kas
Düz Kas: İnce uzun mekik şeklinde hücrelerdir. Omurgasız hayvanların (eklembacaklılar hariç) bütün kasları düz kastır.
Omurgalı hayvanlarda boşluklu organlardan meydana gelen sindirim, solunum, dolaşım ve üro-genital sistemlerinin
duvarlarında bir veya birkaç kat halinde bulunurlar. Bulundukları organların belli bir gerginlikte kalabilmelerini sağlarlar. Düz kas telleri kasılınca organların lümenleri daralır. Sindirim sisteminde ayrıca peristaltik hareketler yaparak, besin maddelerinin yer
değiştirmelerini de sağlarlar
Düz kas hücrelerinin büyüklükleri bulunduğu organa göre çok değişir. En kısaları küçük boy damarlarda bulunur.(20µ) En uzun olan düz kas telleri ise uterus duvarında bulunurlar. Bunlar normal halde 200µ kadar uzundurlar, ancak gebelik sırasında boyları 500µ kadar ulaşır. Doğumdan sonra ise tekrar eski boylarına
dönerler. Düz kas tellerinin, en kalın olan orta karın kısımlarındaki çapları 4-8µ arasındadır.
Düz kas hücreleri tek çekirdeklidir. Çekirdek hücrenin
şekline uygun vaziyette uzun-oval şeklindedir ve hücrenin orta bölgesinde ve iç kısımda yer almıştır. Kasılmış
durumdaki kas hücrelerinde çekirdekler bir burgu gibi spiralleşerek boylarını kısaltırlar. Düz kas hücreleri doku meydana getirirken, komşu hücrelerden birinin şişkin- orta-kısmı hizasına diğerinin sivri uç kısmı gelir.
Sarkoplazma içersinde miyofibriller bulunmaktadır.
Miyofibriller kas hücrelerinin kontraksiyonunu
gerçekleştiren organellerdir. Düz kas hücrelerinde
miyofibriller enine çizgi göstermezler homojendirler. Her bir miyofibril çok sayıda ve ince miyofilamentden oluşmuştur.
Kas hücrelerinde hücrenin ortasına yerleşmiş bulunan çekirdeklerin çevresinde sarkoplazma miyofibrilsizdir. Bu kısımlarda bol miktarda mitokondri, Golgi kompleksi ve çok az granüllü endoplazmik retikulum ve serbest ribozom
bulunur.
Düz kasın kontraksiyonu istemsizdir. Yavaş ve ritmik olarak yapılan kasılıp, gevşeme hareketleri uzun süre devam
edebilir. Otonom sinir sistemi ile donatılmıştır.
Çizgili kas-İskelet kası: Bu kaslar iskelete bağlanmış olduklarından hareketi sağlarlar.
Kasılmaları hızlı, istemli, fakat kısa süreli olur. İskelet kası telleri düz kas tellerinden çok daha uzun ve kalındırlar. Uzunluk ve
kalınlık hayvan türlerine ve kasların organizmadaki yerlerine göre büyük farklar gösterir. Uzunlukları 1mm. İle 15cm. arasında,
kalınlıkları ise 10-15µ arasında değişir. Çizgili kas telleri az çok silindir biçimindedir.
İskelet kası telleri çok çekirdekli olan hücrelerdir. Uzun oval şekilli olan çekirdekler sarkolemmanın hemen altında sarkoplazmada
bulunurlar. Hücreler arasında zarlar zamanla eridiğinden sinsityum durumu meydana gelir (Hücre zarının zamanla erimesi sonucu
büyük sitoplazmik kütleleri meydana gelir ve çok çekirdekli bir yapı oluşur). Sitoplazma akıcı bir ortamdır, içersinde miyofibriller vardır. Miyofibrillerin kalınlığı 0.2-1.2µ arasında değişir. Bu esnek telcikler aktin ve miyozin adı verilen protein molekülü
zincirlerinden yapılmıştır . Kontraksiyonu sağlayan bu telciklerdir.
Çizgili kas hücrelerinin bir başka özelliği de enine çizgili olmasıdır .
Polarizasyon mikroskobunda incelenirse kas lifciğinde ışığı bir ve iki kez kıran bölgelerin sırayla birbirini
izledikleri görülür. Adı ışık mikroskopta açık renk görülen bölgeler ışığı bir kez kıran bölgelerdir. Bunlara isotrop
(kısaca I) koyuları ise anisotrop (kısaca A) bantlar denir, ışığı iki kez kırarlar. Bunların içinde ayrıca ikinci derecede bantlar da vardır.
Işık mikroskobuyla bakıldığında (I bantlarının) açık
bölgelerin tam ortalarında koyu, ince bir çizgi (Z bandı)
vardır. Koyu bantların (A bantlarının) ortasında da ince açık bir çizgiye rastlanır (H bandı). Bütün bu bölgeler literatürde harflerle gösterilir. İki Z çizgisi arasında kalan kısım
bir kontraksiyon ünitesi olarak kabul edilir ve bu kısım
sarkomer diye isimlendirilir. H bandının tam ortasında ince ve orta koyulukta bir bant daha bulunduğu farkedilirki bu da, M bandı adını alır.
Kas tellerinin kontraksiyonu, aktın ve miyozin
filamanlarının, iki elin parmakları gibi, birbirinin aralarına kaymaları sonucu gerçekleşir. Bunun sonucunda kas
tellerinin-dolayısı ile de kasın-boyu kısalır, kalınlığı artar.
İskelet kasları, motor sinirlerle donatılmışlardır. Bu kas telleri mitokondriyadan çok zengindir.
Omurgalılardan başka, medüzlerin çan kısmındaki kaslar, halkalı solucanların yutak kası, yumuşakçaların kalp kası, kafadanbacaklıların hızlı hareket eden kasları ve
eklembacaklıların tüm kasları çizgili kastır.
Kalp Kası: Bazı özellikleri ile örneğin miyofibrillerin enine çizgili olması yönünden iskelet kasına, çekirdeğin kas
liflerinin ortasında yer alması ile de düz kasa benzer. Kalp kası hücresinin gövdesi düzgün silindir biçiminde olmayıp dallanmalar yaparlar. Her bir kas lifinin dalları diğer kas liflerinden gelenlerle yüz yüze ilişki kurarlar. Aralarında diskler vardır. Yani enine bantlar bulunur
Bir kalp kası hücresinin eni 10-15µ boyu ise 50-100µ kadardır. Sarkolemma hücreye sıkıca yapışıktır. İskelet kasından çok daha fazla Mitokondrium bulunur. Kalp kası embriyonal hayatın 2. Haftasından itibaren
kontraksiyona başlayarak ömür boyu çalışmasını
sürdürür. Kalp kasının kontraksiyonları her ne kadar kendine ait merkezler tarafından yönetilirse de, bu
merkezler de, otonom sinir sisteminin kontrolü altında çalışır.
Sinir Dokusu
Sinir dokusu da diğer dokular gibi, hücrelerden ve
hücreler arası maddeden oluşmuştur. Sinir dokusunda asıl fonksiyonu gören hücrelere sinir hücreleri yada norön denir.
Bir sinir hücresi, bir gövde kısmı ile, sitoplazmik
uzantılarından meydana gelir. Çekirdek gövde kısmında ve kural olarak ortada yer alır. Genellikle iri ve yuvarlaktır.
Hücreler bu uzantıların sayısına göre isim alır.
Bir uzantısı olan neurona unipolar, iki uzantısı olana bipolar, çok sayıda uzantısı bulunan sinir hücresine de multipolar hücre adı verilir.
Unipolar sinir hücreleri omurgasız hayvanlarda-örneğin toprak solucanında-bulunur. Unipolar hücreler gövde kısımları ile uyarıları alıp aksonları ile merkezi sinir sistemine iletirler, omurgalılarda bu tip noranlara az rastlanır.(Gözün retine tabakasında) iki uzantılı bipolar noranlarda duyular dentdritler ile alınır. Bipolar noranlara daha çok merkezi sinir sisteminin dışındaki sinir hücreleri toplulukları olan gonglionlarda rastlanır (Retinada ve
koklama mukozasında rastlanır).
Organizmada bulunan sinir hücrelerinin büyük
çoğunluğu merkezi sinir sisteminde toplanmıştır. Bunların az bir kısmı iki uzantılı büyük çoğunluğu ise çok uzantılı yani multipolardır.
Uni- ve bipolar sinir hücreleri daha çok uyarıların alınması, multipolar ise, alınan bu uyarıların değerlendirilmesi ve
perifere iletilmesi ile görevlidirler.
Sinir hücrelerinde dentritler genellikle aksonlardan daha kısadırlar fakat bazı bipolar sinir hücrelerinde dentritler aksonlardan daha uzun olabilmektedir. Sinir hücrelerinin gövde kısımları değişik şekiller gösterirler. Unipolarda bu kısım prizmatik pipolarda yuvarlak, oval yada mekik
biçiminde multipolarda ise yıldız yada armut biçimindedirler.
Sinir hücrelerinde sitoplazma nöroplazma, bunun akson içindeki kısmı da aksoplazma diye isimlendirilir. Çekirdeği kuşatan sitoplazma bölümüne perikaryon denir.
Perikaryon içinde ve dendritlerde nissl cisimcikleri adı verilen koyu boyanan tanecikler vardır. Elektron
mikroskobu ile incelendiğinde, nissl cisimciklerinin,
granullü endoplazma kesecikleri ile, bağımsız ribozom ve polizomlardan oluştukları görülür.
Nissl cisimcikleri halinde görünmesinin nedeni, endoplazma keseciklerinin yer yer topluluklar yapmasından ileri gelir .
Genel olarak bir nöronda uyarının alınması ve iletilmesi, yani impulsun yönü, dendritten aksona doğrudur. Bir
nöronun herhangi bir yerine yapılan uyarım her yönde yayılırsa da, iletilmesi aksondan diğer sinir hücresinin dendritine doğru olur.
Uyarımların bir sinir hücresinden diğerine, ya da başka bir hücreye- örneğin kas hücresine- geçiş noktalarına sinaps adı verilir.
Aksonlar, sinir hücrelerinin gövde kısımlarından çıktıktan sonra kısa bir mesafede çıplak olarak seyrederler, ondan sonra, bulundukları yere göre, bir ya da iki kılıfla sarılırlar.
Böyle kılıflı olan aksonlardan her birine sinir teli denir.
Sinir telini saran kılıflardan içte olanı miyelin kılıf, dışta olanı ise norolem (neurolemma=Schwann kını) diye
isimlendirilir.
Miyelin kını hücresel değildir, yapısında fazla miktarda fosfolipit ve kollesterol bulunur. Bazı sinir telleri
miyelinsizdir.
Uyarımları periferden alıp merkeze ileten ve merkezden aldığı uyarımları iskelet kası tellerine ileten sinir telleri miyelinlidir.
Miyelin yapısında lipit bulunduğundan miyelinli sinirler beyaz renklidir.
Buna karşılık, otonom sisteme ait sinir tellerinin (parasempatik sinir telleri) çoğu miyelin kını
olmadığından gri renklidirler.
Miyelin aksonları sararak izole ettiğinden, miyelinli sinir telleri, uyarımları daha şiddetli ve hızlı iletirler.
Miyelinli sinir tellerinde, eşit olmayan aralıklarla hafif şekilde boğumlar vardır. Bunlara Ranvier boğumları adı verilir.
Sinir tellerini saran diğer kılıf -nörolem- hücresel bir kılıftır. Bunu oluşturan hücrelere Schwann (Şivan) hücreleri denir.
Doğumdan sonra sinir hücreleri bölünüp çoğalmazlar, fakat uzantıları kesilirse tekrar eski şekillerini alırlar.
Periferik sinir sisteminde sinir hücreleri ve tellerinin aralarını bağ dokusu doldurur.
Merkezi sinir sisteminde ise, sinir hücrelerinin ve uzantılarının araları özel bir doku tarafından
doldurulmuştur ki, bu dokuya nörogliya dokusu denir. Bu doku, Sinir hücrelerinin desteklenmesi, korunması ve
beslenmesi ile görevlidir.
Zedelenmelerde, hücreleri rejenerek olarak- çoğalarak- doku kaybını giderir.