• Sonuç bulunamadı

3. SINIF TEDAVİ DERS NOTLARI / 2017-2018 / PROF.DR.OSMAN GÖKAY Temel Adezyon Prensipleri

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "3. SINIF TEDAVİ DERS NOTLARI / 2017-2018 / PROF.DR.OSMAN GÖKAY Temel Adezyon Prensipleri"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

3. SINIF TEDAVİ DERS NOTLARI / 2017-2018 / PROF.DR.OSMAN GÖKAY Temel Adezyon Prensipleri

Diş sert dokuları ile restoratif materyaller arasında güçlü ve kalıcı bağların oluşması oldukça önemlidir. Bu nedenle, dolgu maddelerinin kavite duvarlarına adezyonu en iyi şekilde gerçekleştirilmelidir.

Adezyon [Latince (adhaerere= bağlanmak)]; molekül yapıları farklı iki yüzeyin bağlanması ya da yapışması işlemidir. Farklı 2 madde kontakt durumuna geldiğinde kontakt yüzeylerindeki molekülleri arasındaki çekim kuvvetidir.

Günlük hayatta adezyon örneklerine sıkça rastlarız: Yağmur damlalarının cama yapışması, denizden çıkan bir kişinin vücudunun ıslak kalması örnek olarak verilebilir.

Adezyon oluşturan maddeye ya da adezyon elde etmek için ilave edilen film tabakasına “adeziv”, adezivin uygulandığı maddeye ise “adherend” adı verilir (Adesivler genellikle visköz bir yapıya sahiptir). Dolgu yapımında kullandığımız bonding ajanlar adeziv, uygulandıkları yüzey olan mine-dentin ve kök yüzeyleri ise adherend’dir. Adherend’e adeziv aracılığı ile bağlanacak olan maddeye de “adherent”

(örneğin kompozit dolgu maddesi) denir. İyi bir adezyon için adherend-adeziv- adherent arasında tam bir temas olmalıdır.

Fizikte genel anlamda 4 farklı adezyon mekanizması tanımlanmıştır. Bunlar;

1. Mekanik adezyon: Geometrik ve reolojik etkenler söz konusudur. Yüzey pürüzlülüğü ya da mikroskobik düzeydeki porozitenin neden olduğu mekanik retansiyon geometrik etkenlere, materyalin flow özelliğinden dolayı bir çıkıntı etrafına akması burada büzülerek kilitlenmesi ise reolojik etkenlere örnektir (Kavite kuralları ile oluşturduğumuz şekiller bu adezyon tipine örnektir).

2. Adsorbsiyon adezyonu: Adesiv ve Adherend arasındaki kimyasal bağlanmadır. Bu bağlanmayı sağlayan kuvvetler Primer veya Sekonder kuvvetler olabilir.

Primer [ iyonik bağlar (pozitif ve negatif yüklü atomlar arasındaki) ve kovalent

bağlar (atomlar arasında elektron ortaklaşması ile gerçekleştirilen) ]

(2)

Sekonder [ hidrojen (elektron bulutu içine yerleşmiş iyonlar ile oluşan) ve Van der Waal’s bağları]

3. Diffüzyon adezyonu: İki polimerin, arayüzdeki polimer zincir uçlarının diffüzyonu vasıtasıyla gerçekleştirildiği, hareketli moleküller arasındaki bağlanmadır.

4. Elektrostatik adezyon: Bütün bağlanma mekanizmasının bir parçası olarak, bir metal ile polimerin arayüzündeki çift katlı elektriksel tabakadır.

Diş hekimliğinde adezyon:

Diş hekimliğinde adezyon pek çok alanda görülür. Restorasyonların retansiyonu, sabit-hareketli protezler, ortodonti ve estetik diş hekimliği bunlardan bazılarıdır. Total protezlerin tükürük yardımı ile yumuşak dokuya tutunması diş hekimliğinde adezyona en basit örnektir.

Restoratif Diş hekimliğinde adezyon son derece önemli olup yapacağımız dolgu restorasyonların başarısında önemli rol oynar. Diş hekimliğinde kullanılan rezin bazlı materyalerin (Kompozit, Kompomer …) diş sert dokularına bağlanması aşağıda belirtilen dört olası mekanizma sonucunda gerçekleşir.

Diş hekimliğinde görülen adezyon tipleri:

1. Mekanik; Rezinin penetrasyonu ve diş yapısı içerisinde rezin tagların oluşması,

2. Adsorpsiyon; Diş yapısının inorganik (hidroksiapatit) veya organik (başlıca tip I kollajen) yapılarına kimyasal bağlanma,

3. Diffüzyon; Diş yüzeyine rezin monomerlerin mekanik veya kimyasal olarak bağlanabileceği maddelerin çökelmesi,

4. Yukarıda belirtilen üç mekanizmanın kombinasyonu.

Diş hekimliğinde adezyonun avantajları:

 Restorasyonların retansiyonu

 Mekanik tutuculuk sağlama zorunluluğunun olmaması

 Diş yapısının korunması

 Mikrosızıntı, postoperatif hassasiyet ve renklenmenin azalması

(3)

 Tekrarlayan çürüklerde azalma

 Restorasyonların tamiri

İki yüzey bağlandıktan sonra herhangi bir nedenle ayrılırlarsa 3 farklı mekanizma gözlenir (Adeziv bağlanmadaki kopmalar üç bölgede oluşabilir) : (1) yapı içerisinde meydana gelen koheziv; (2) adeziv içerisinden kopma; ve (3) arayüz ile bağlanma sağlanan yapı arasında meydana gelen adeziv kopma. Rezinlerin diş sert dokularına bağlanmasındaki en önemli problemlerden biri, metakrilat bazlı rezinlerin serbest radikal polimerizasyonu sırasında gerçekleşen büzülmeleridir. Bu nedenle, adezivler rezinin büzülme gerilimine (stresine) karşı koyabilecek güçlü bir bağlanma sağlamalıdır.

ADEZİV-ADHEREND İLİŞKİSİNİ ETKİLEYEN FAKTÖRLER:

Temiz Yüzeyler; İyi bir adezyon için adezyon türüne bakılmaksızın sağlanması gereken bazı koşullar vardır. Bunların başında yüzeylerin temiz olması gelir. Adeziv-adherend arasında Van der Waal’s kuvvetlerinin oluşabilmesi için bunların birbirlerine 3-4 A

0

kadar yaklaşması gerekir. Herhangi bir artık tabakanın varlığı bu yaklaşmayı engelleyecek ve adezyonu olumsuz yönde etkileyecektir.

Yüzeydeki birikinti-artıkların adezyonu olumsuz yönde etkilemesi “abhezyon” olarak adlandırılır (Kavite açımı bitiminden sonra kavite içerisinde kalabilen dentin talaşları, tükürük, kan kontaminasyonu abhezyona örnek olarak verilebilir).

Islanabilirlik (wettability); adezyonda rol oynayan etkenlerden biridir.

Islanabilirlik, adezivin adherend yüzeyinde yayılacağı miktardır. Adeziv, adherend

yüzeyine ne kadar iyi akar ve adherend’i ne kadar iyi ıslatırsa (wetting) o kadar güçlü

bir adezyon oluşur. Islanabilirlik, değme açısı (kontakt angle) ile ölçülür.

(4)

Değme açısı; adherend yüzeyine damlatılan adezivin oluşturduğu küre parçasına her iki maddenin birleştiği yerden çizilen teğet ile adherend yüzeyi arasında oluşan açıdır. Kısaca, adeziv-adherend arasında oluşan açıdır. İyi ıslanabilirlik, kontakt açısının 90 nin altında olması ile karakterizedir, 0 ye yaklaştığında ise en iyi şekilde yayıldığını gösterir (istediğimiz özelliktir). Adeziv ile adherend molekülleri arasındaki kuvvetli çekim, adezivin yüzeye akarak çok küçük bir açı oluşturmasına eden olur. Adeziv-adherend molekülleri arasındaki çekim kuvveti azaldıkça adeziv yüzeye yayılmayıp küre biçiminde toplanır ve daha büyük bir değme açısı oluşturur (istemediğimiz özellik olarak).

*Ø2 deki bağlanma daha iyi olacaktır.

Adezivin viskozitesi değme açısını etkileyen bir faktördür. Viskozite, sıvının kuvvetlere karşı direncinin ölçüsüdür ve sıvının akmasını sağlayacak eğilimdir.

Yüksek viskoziteye sahip bir adeziv yüksek akma direncini gösterecek ve adherend yüzeyinde yayılma olasılığı azalacaktır. Adezivin viskozitesi çok az olursa da adezivi yerleştirmek zor olacaktır. Kısacası adeziv, mikrozitelere penetre olmasına yetecek bir viskoziteye sahip olmalıdır.

Yüzey enerjisi; adezyon sağlama açısından olukça önemlidir. Yüzey enerjisi, bir materyalin diğer materyalleri moleküler düzeyde çekme eğilimidir. Buna yüzey enerjisi (Kritik yüzey gerilim- Kritik yüzey enerjisi) de denir. Adezivlerin kendi yüzey enerjisi vardır. İyi bir adezyon için adherend’in yüzey enerjisi değerinin yüksek olması istenir. Buna örnek olarak teflon ile kaplanmış mutfak gereçleri verilebilir, teflonun yüzey gerilimi çok düşük olduğundan dolayı üzerine hiçbir şey yapışmaz.

Dişin kritik yüzey enerjisi hijyen, beslenme gibi etkenlere bağlı olarak kişiden kişiye

değişir. Mine ve dentin dokusu homojen değildir, organik ve inorganik maddelerden

(5)

oluşur. Ağız ortamında organik pelikıl ile kaplı olan mine dokusunun KYE (kritik yüzey enerjisi ) değeri 28 dynes/cm dir. Kavite preparasyonu sırasında pelikıl ortadan kaldırılırken mine yüzeyinde artıkları da içeren bir “smear tabakası” oluşur.

Islanabilirliği azaltan bu tabaka var olukça mine dokusunun KYE değeri değişmez.

Buonocore isimli araştırmacı ilk defa1955 yılında asitle pürüzlendirme (asit etching) işlemini gerçekleştirerek restoratif diş hekimliğine adezyon açısından yeni bir boyut kazandırmıştır. Mine yüzeyine uygulanan asit, mine yüzeyini temizler ve bu yüzeyde mikroskobik girinti-çıkıntılar oluşturur. Ayrıca mine dokusunun kritik yüzey enerjisini (yaklaşık 72 dynes/cm) arttırır. Tüm bunlar hem mekanik hem de kimyasal adezyon için istediğimiz olumlu değişikliklerdir.

Yukarıda anlatılan tüm etkenler adezyon açısından minede dentine kıyaslandığında çok daha iyidir. Dentinde adezyonu sağlamak nispeten daha zordur. Minenin esas yapısı Hidroksi apatitten oluşur, apatit yüksek yüzey enerjisine sahiptir. Oysa dentin dokusunun yapısı mineden farklıdır, %70 hidroksi apatit, %30 organik madde içerir.

Bu organik maddeler kollagen ve sudur. Kollagenin yüzey enerjisi düşüktür ve dentin KYE değeri 44.8 dynes/cm dir. Böylesine düşük KYE’ne sahip dentinin ıslatılabilmesi oldukça zordur ve adezyonu olumsuz yönde etkilemektedir. Dentin ayrıca dentin tübülleri, peritübüler dentin, intertübüler dentin yapılarını içerir. Dentin, dentin tübülleri içerisinde bulunan dentin lenfi dolayısı ile nemli bir dokudur. Bu nem ve dentinin kesilmesi ile oluşan smear tabakası adezyonu olumsuz yönde etkiler. Ancak son yıllarda geliştirilen yeni adeziv teknikler-dentin adezivler ile adezyon arttırılmaktadır.

Ağız ortamında pek çok faktörün adezyonu etkilediği açıktır.

Adezivin yüzey gerilimi mine ve dentinden

Adherend’in yüzey enerjisi

Değme açısı

Adezyon

(6)

Mineye bağlanmanın sağlanması, restoratif ve restoratif olmayan estetik uygulamalara karşı artan talep ve florüre kolay ulaşılabilmesi diş hekimliği pratiğinin operatif diş hekimliği yönüne kaymasını sağlamıştır. 1900’lerin başlarında hakim olan diş preparasyonunun klasik kavramları büyük ölçüde değişmiştir (örneğin extension for prevention). Olayın felsefesindeki bu dönüşüm, diş preparasyonuna karşı daha konservatif bir yaklaşım gelişmesine yol açarak sadece retansiyonun temel kavramlarını değil, aynı zamanda geride kalan diş sert dokularının da direncinin korunmasını hedeflemiştir. Bağlanma teknikleri, daha konservatif preparasyonların yapılabilmesini, makromekanik retansiyona daha az ihtiyaç kalmasını ve desteklenmemiş minenin daha az uzaklaştırılmasını sağlamıştır. Çürük lezyonlarının nedeni, tanısı ve tedavisi hakkında daha fazla bilimsel bilgiye ulaşması ve güvenilir adeziv restoratif materyallerin piyasaya sürülmesi, kapsamlı diş preparasyonu ihtiyacını önemli miktarda azaltmıştır. Materyallerdeki gelişmelerle birlikte, ön bölgede sınırlı kalan bu endikasyonlar artık arka bölgeler için de geçerli olmaya başlamıştır.

Günümüzde adeziv restorasyon teknikleri aşağıdaki durumlar için kullanılmaktadır:

1) Sınıf I, II, III, V ve VI çürüklerin veya travmatik defektlerin restorasyonu

2) Ön dişlerdeki şekil ve renk değişiklikleri

3) Metal veya metal destekli porselen kronların retansiyonunun arttırılması

4) Tam seramik restorasyonların yapıştırılması (bağlanması) 5) Pit ve fissürlerin örtülmesi

6) Ortodontik braketlerin yapıştırılması

7) Periodontal splint ve konservatif köprülerin yapıştırılması

8) Mevcut restorasyonların tamiri (kompozit, amalgam, seramik veya metal seramik)

9) Kronlar için altyapı oluşturulması

10)Açığa çıkmış kök yüzeylerinde hassasiyetin giderilmesi (desensitizasyon)

11)Amalgam restorasyonlarda örtücülüğün ve diş sert dokularına

bağlanmanın sağlanması

(7)

12)Ağız ortamına açılmış dentinin çürüğe daha az eğilimli olması için kapatolması

13)Ön dişlerin kırık parçalarının yapıştırılması 14)Prefabrike ve döküm postların yapıştırılması 15)Kırılan köklerin içeriden desteklenmesi

16)Endodontik tedavi sırasında kök kanallarının örtülmesi

17)Endodontik cerrahi sırasında apikal restorasyonlar ile örtücülüğün sağlanması

Adezyonu etkileyen klinik faktörler:

Klinikte adezyonu etkileyecek faktörlerin iyi bilinmesi oldukça önemlidir. Bunların bilinmesi ve restorasyon yapımı esnasında dikkatli olunması, restoratif materyal-diş sert dokusu arasındaki adezyonu olumlu yönde etkileyerek uzun süre ağızda kalabilecek başarılı restorasyonların (dolgular, kronun dişe yapıştırılması…) yapılmasını sağlayacaktır:

1.Tükürük-kan kontaminasyonu: Adezyonu etkileyen en önemli başarısızlık nedenlerinden biridir. Tükürük-kan kontaminasyonu abhezyon rolü oynayarak restoratif materyalin diş sert dokularına adezyonunu engeller. Doğal olarak mevcut olan dentin nemine bir de bu kontaminasyonlar eklendiğinde başarısızlık kaçınılmaz olacaktır. Kavitenin bu kontaminantlardan temizlenmiş olması, eğer asit uygulandıktan sonra tükürük-kan kontaminasyonu olduysa ilave bir asitleme yapılması gereklidir.

2. Hava-su şırıngası ve aletlerden nem kontaminasyonu: Önemsenmeyen ancak klinikte oldukça fazla şekilde karşımıza çıkan bir durumdur. Oldukça önemlidir ve farkında olmadan restorasyonların başarısız olmasına neden olabilir. Özellikle ünitlerin bağlı olduğu kompresörlerden kaynaklanır. Çalışma bitimini takiben gün sonunda kompresördeki hava tamamen boşaltılmalıdır.Aksi taktirde basınç altında bırakılan hava nem oluşturur. Dişin inorganik kısmının suya afinitesi oldukça fazladır.

Kavite duvarlarının yüzeyinde zaten çok ince bir nem tabakası her zaman vardır ve

kavitenin tam olarak kurutulması olanaksızdır. Bu nem tabakası dişin yüzey enerjisini

azaltır, adezivin ıslatma yeteneğini sınırlar ve adezyonu etkiler. Su/nem varlığında:

(8)

a. Yüksek polar grup bulunur; bu polar yapı, nem olmadığında mine/ dentin-adeziv arasında bulunan fiziksel çekim kuvvetlerinin yer değiştirmesine neden olup adezyonu engeller

b. H

+

bağının bulunması; bu bağ adezyonu bozar.

3. Hava şırıngası ve aletlerden yağ kontaminasyonu: Hava hattında yağ varlığını gözlemek zor değildir. Kuru lastik eldiven üzerine hava şırıngası ile hava püskürtülerek yağ zerreciklerinin olup olmadığı izlenebilir. Modern ünitlerde daha az karşılaşabileceğimiz bir durumdur, ancak yağ hattına yağ filtreleri takılarak belli dönemlerde filtrelerin değiştirilmesi sağlanabilir.

4. Diş yüzeyinin pürüzlülüğü: Diş yüzeyinde doğal olarak bulunan morfolojik düzensizilikler vardır. Ayrıca kavite açımı esnasında kullanılan frezler kavite duvarı ve tabanında pürüzlü yüzeyler oluşturur. Bu düzensizliklerin şekli ve derinliği genelde kullanılan frezlerin partikül büyüklüğü ve kesim hızına bağlı olarak değişebilir. Bazı araştırıcılar bu düzensizliklerin adeziv ile temas eden yüzey alanının arttığını ve daha geniş bir bağlanma yüzeyi ile Mekanik adezyona katkı oluştuğunu ve daha iyi bağlanma meydana geldiğini bildirmektedirler. Ancak bazı araştırıcılar ise bu düzensizliklerin çiğneme kuvvetlerinin oluşturduğu streslerin yoğunlaştığı bölgeler olduğunu vurgulamışlardır. Adeziv ile adherend’in termal genleşme katsayıları aynı olmadığı için ısı değişimi de streslerin bu girinti-çıkıntılarda yoğunlaşmasına neden olup adezyonu etkiler.

5. Diş yüzeyindeki mekanik undercut’lar: Kavite açımı esnasında tutuculuğun sağlanması için uygulanan bazı kurallar (kavite kuralları) mekanik undercut oluşturur.

Örneğin amalgam dolgular için uygulanan kutu prensibi ya da kavite tabanının kavite

tavanına göre biraz daha geniş hazırlanması mekanik undercutlara örnektir. Bilindiği

gibi amalgam dolguların dişe tutunması kimyasal adezyonla değil mekanik

undercutlar ile olmaktadır.

(9)

5. Diş yapısının flor içeriği:

Buonocore tarafından asit-etch tekniğinin bulunmasından sonra, birçok araştırmacı rezin ve diş sert dokuları arasında güvenilir ve uzun süreli bir bağlanma elde etmek için yeni yöntemler geliştirmek üzere girişimde bulunmuştur. Asitleme, düzgün mine yüzeyini pürüzlü bir hale getirerek yüzeydeki serbest enerjiyi arttırır.

Akıcı rezin bazlı bir materyal, asitlenmiş pürüzlü yüzeye uygulandığında yüzeyin içine penetre olur. Rezin içerisindeki monomerlerin polimerizasynu, rezinin mine yüzeyi ile bağlanmasını sağlar. Rezin-mine bağlanmasının temel mekanizması, mine yüzeyinde rezin mikro-taglarının oluşumudur. Asit-etch tekniği restoratif diş hekimliği uygulamalarını önemli oranda değiştirmiştir. Minenin asitlenmesi sonucunda üç farklı mikromorfolojik patern meydana gelir. Tip I paternde, prizmanın periferi çözünmeden merkezinde çözünme meydana gelir. Tip II asitleme paterni ise, tip I’in tam tersidir ve prizmaların periferinde çözünme meydana gelirken merkezleri sağlam kalır. Tip III asitleme paterni ise, diğer tiplere göre daha az belirgindir. Hem diğer tiplere benzeyen mikromorfolojik alanlar hem de mine prizmalarının topografisine benzemeyen kısımlar içerir.

Buonocore’un %85’lik fosforik asidi kullanmasından sonra farklı konsantrasyonlarda fosforik asitler minenin asitlenmesinde kullanılmıştır.

Günümüzdeki fosforik asit jellerinin çoğunun konsantrasyonu %30- %40 arasındadır;

% 37 en yaygın olanıdır, ancak yapılan bazı çalışmalar düşük konsantrasyonlarda aynı bağlanma değerlerine ulaştığını göstermiştir. Her ne kadar bir çalışmada daha kısa asitleme süresinin bağlanma kuvvetini azalttığı bildirilmiş olsa da, taramalı elektron mikroskobu (SEM) ile yapılan başka çalışmalar, 15 saniyelik asitleme süresinin 60 saniye ile elde edilen yüzey pürüzlülüğüne benzer sonuç verdiğini göstermiştir. İn vitro çalışmalar, 15 ve 60 saniyelik asitleme sürelerinin bağlanma kuvveti ve mikrosızıntı değerleri açısından benzer olduklarını göstermiştir.

Kompozitin fosforik asitle pürüzlendirilmiş mine üzerindeki makaslama

bağlanma kuvveti genellikle 20 megapaskalı (MPa) aşar ve kullanılan test

yöntemlerine bağlı olarak 50 MPa’nın üzerine çıkabilir. Buna benzer bağlanma

kuvvetleri, yeterli retansyon sağlar ve restorasyonların mine marjinindeki

mikrosızıntıyı önler.

(10)

Minenin flor içeriğinin artması ile asitlere karşı daha dirençli olan florapatit yapısının oluştuğu bilinmektedir. Flor minenin yüzey enerjisini düşürerek plak retansiyonunu engellemektedir. Ancak yüzey enerjisinin düşmesi çürük açısından olumlu olsa da adezyonu olumsuz yönde etkiler. Çünkü adezyon için yüzey enerjisinin yüksek olması istenmektedir. Yani flor varlığı minede çürük oluşumunu engelleme açısından olumlu ancak adezyon açısından olumsuz özellikler yol açmaktadır. Gözle bakarak minenin flor içeriği hakkında bilgi sahibi olmamız mümkün değildir, minedeki flor miktarını ancak hastadan alacağımız anamnez ile tahmin edebiliriz. Florlu ürünleri kullanma miktarı (diş fırçalama alışkanlığı, kullandığı macunun flar içeriği, florlu bir gargara kullanıp kullanmadığı, dişlerine hekim tarafından flor verniği yada patı uygulanıp uygulanmadığı…) ve sıklığı bize bilgi verebilir. Flor içeriği fazla olan dişlerde asitle pürüzlendime yapılırken daha fazla süre asit uygulanmalıdır. Ayrıca, kavite preparasyonu sonrası ya da restorasyon yerleştirilmesinden önce flor uygulanmamasına (örn: flor jeli, florlu cila patları) dikkat edilmelidir. Kompozit dolgu maddeleri kullandığımızda restorasyon tamamlandıktan ve cila işlemleri yapıldıktan sonra flor uygulaması yapılmalıdır.

7. Restorasyonun yerleştirilmesinden sonra flor uygulanması: Adezyon üzerine etkisi tartışmalıdır. Cam iyonomer simanlarda restorasyon tamamlandıktan sonra flor uygulanması siman yüzeyinde olumsuz etkilere neden olabilir. Genellikle bunun nedeni kullanılan florlu jellerin düşük pH’sıdır. Ancak bu durum sadece bu simanlar için geçerli olup, bu siman uygulamalarından sonra flor uygulanacak ise nötral değere sahip bir jel (Ph 7 civarında) kullanılmalıdır.

8. Dentin kanallarının karakteristiği: Operatif diş hekimliğinin klasik kavramları önce mine ve sonra dentin için olmak üzere yeni adeziv tekniklerin bulunmasıyla birlikte 1980-1990’lı yıllarda değişmeye başlamıştır. Ancak bütün gelişmelere rağmen dentin adezyonunu sağlanmasında hãla bazı zorluklar vardır. Adeziv materyaller dentin ile mekanik, kimyasal veya her ikisinin kombinasyonu ile bağlanabilir.

Dentinde de mineye bağlanmadakine benzer şekilde gerçekleşen mikromekanik

adezyonun önemi kabul edilmiştir. Dentin adezyonunun ana mekanizmasının

asitleme ile açığa çıkan kollajen liflerin arasına adeziv monomerlerin

penetrasyonudur. Bununla birlikte, cam iyonomer simanlar ve bazı fosfat bazlı self

etch adezivler gibi, polikarboksilik veya fosfat monomerleri ile hidroksiapatit

arasındaki kimyasal bağlanma mekanizmasının önemli bir parçası olduğunu

(11)

göstermiştir. Mineye bağlanma, oldukça basit bir işlemdir. Bunun aksine dentine bağlanma daha fazla zorlukla karakterizedir. Mine ve dentine bağlanma arasında fark yaratan pek çok faktör vardır. Mine, hacminin %90’dan fazlası hidroksiapatitten oluşan yüksek oranda mineralize bir doku olmasına rağmen, dentin önemli miktarda su ve çoğu tip I kollajen olan organik madde içermesi ile karakterizedir. Bunun yanı sıra, dentin aynı zamanda pulpayı mine-dentin sınırına bağlayan (dentinoenamel junction; DEJ) yoğun bir kanal ağı içermektedir. Kanalların etrafı peritübüler dentin adı verilen hipermineralize dentin ile çevrilidir. Az mineralize olmuş intertübüler dentin karakteristik kollajen ağı ile kollajen fibriller içerir. İntertübüler dentin ise, komşu kanallardan sıvı ve liflerin geçişini sağlayan ve intertübüler anastomoz oluşturan submikron kanallar penetre olmaktadır. Dentin sıvı dolu kanallardan oluşan, hidrate bir dokudur. Sıvının pulpadan Mine-Dentin birleşimine hareketi hafif ancak sabit bir pulpa basıncı ile gerçekleşir. Pulpa basınç değeri 25-30 mm Hg veya 34-40 mm H₂O arasındadır. Dentin kanalları pulpa ile direk iletişim halindedir ve içerisinde odontoblastların uzantıları vardır. Ayrıca kanal içerisinde kanalın fonksyonel çapını önemli miktarda azaltan lamina limitans gibi fibröz organik yapılar da bulunmaktadır.

Dentin kanallarının kapladığı alan pulpadan uzaklaştıkça azalır. Pulpaya yakın bölgelerde 45.000/mm² olan kanal sayısı, Mine-Dentin birleşim yakınlarında yaklaşık 20.000/mm²’ye düşer. Dentin kanalları, Mine-Dentin birleşimi yakınlarında alanın yaklaşık %1’ini kaplarken pulpaya yakın yerlerde alanın yaklaşık %22’sini kaplamaktadır. Kanalın ortalama çapı periferde 0.63 µm, pulpa sınırında ise 2.37 µm’dir.

Preparasyondan sonra geride kalan dentin kalınlığı bağlanmayı etkileyebilir.

Bağlanma kuvveti derin dentinde yüzeyel dentine göre genellikle daha azdır. Ancak

bazı dentin adezivlerinin, tek aşamalı self-etch adezivler gibi, dentin derinliğinden

etkilenmediği gösterilmiştir. Diş sert dokuları, bir frezi veya başka bir alet ile prepare

edildiğinde arta kalan organik ve inorganik bileşenler yüzeyde “smear tabakası” adı

verilen bir debris meydana getirir. Bu tabaka “smear tıkaçlar” oluşturarak dentin

kanallarının ağızlarını tıkar, ve dentinin geçirgenliğini %90 oranında azaltır. Smear

tabakasının yapısı hidroksiapatit ve denatüre kollajenden meydana gelir. Bu değişmiş

kollajen, preparasyon işleminden kaynaklanan ısı ve sürtünmeden dolayı jelatin

kıvamındadır. Ancak smear tabakasının submikron porözitesi dentin sıvısının

difüzyonuna izin verir. Smear tabakası ve tıkaçlarının asidik solüsyonlarla

(12)

uzaklaştırılması, açığa çıkan dentin yüzeyine sıvı akışını arttırır. Bu sıvı bağlanmaya engel olabilir, çünkü dentin kanallarının içinde rezin taglar oluşsa bile, hidrofobik rezinler hidrofilik yapılara bağlanmaz. Dentin geçirgenliğini etkileyen pek çok faktör vardır. Pulpa basıncı ve kanallara sıvı akışını azaltan vazokonstrüktörlü lokal anestezik kullanımının yanı sıra, kanalın çapı ve boyu, dentin sıvısında çözünen maddelerin molekül büyüklüğü ve pulpadaki damarların maddeleri uzaklaştırma hızı gibi faktörler de geçirgenliği etkiler. Bu değişkenlerin tümü, dentini dinamik ve bunun sonucunda da adezyonu zor sağlanan bir yapı haline getirir.

9. Plak, tartır, dış kaynaklı boyanma ve debris varlığı: Restorasyon yerleştirilmeden önce bu yapıların mutlaka diş yüzeyinden uzaklaştırılması gereklidir.

Çünkü bunlar abhezyon rolü oynayarak adezyonu olumsuz yönde etkiler. Daha sonra yapılacak restorasyonun bağlanma gücü düşünülerek, kullanılacak patların florsuz olması özellikle önemlidir.

10. Prepare edilmiş dişe restorasyondan önce uygulanan kaide materyaller ve kavite vernikleri: Özellikle amalgam dolgular altında kullanılan kavite vernikleri başlangıçtaki mikrosızıntıyı ve postoperatif hassasiyeti engellemesine rağmen adezyonu olumsuz yönde etkiler. Kavite verniklerinin restorasyon yerleştirildikten bir kaç ay sonra oral sıvılardan etkilenerek kaybolduğu görülmüştür. Sonuçta amalgam- kavite duvarı arasında boşluk meydana gelecektir. Ancak bu boşluk daha sonra amalgam korozyon ürünleri tarafından tamamen olmasa da kısmen kapanacaktır.

Kaide maddesi olarak kullanılan çeşitli dolgu maddeleri de adezyonu etkiler. Çoğu kaide maddesinin kaviteye adezyonu sadece mikromekanik olup bir bonding ajanın mine ve dentine olan bağlanma gücüne göre oldukça zayıftır.

Kaide maddelerinin kullanılması sonucu adeziv (dentin bonding ajan) ve restoratif

materyalin dentine bağlanma yüzeyinin azaldığı ve bu nedenle daha zayıf bağlanma

oluştuğu bildirilmiştir. Ancak kaide maddesi kullanmanın gerekli olduğu durumlarda

adezyonda meydana gelebilecek etkileri göz ardı etmemiz gerekecektir. Dişe daimi

restorasyon yerleştirilmeden önce uygulanan dolgu maddeleri: Ojenol ve stearat

(Dycal, Life gibi kalsiyum hidroksit patları) içeren materyaller geçici bir süre için dahi

olsa mine ve dentine uygulandıklarında, uygulanmamış kavitelere göre daha zayıf

adezyon oluştururlar. Ojenol zaten kompozit dolguların polimerizasyonunu engelleyici

özelliğe sahiptir. Bu nedenle, böyle materyallerin uygulandığı kaviteler bu dolgu

(13)

maddelerinin kaldırılmasından sonra iyice temizlenmeli, restoratif dolgu maddesi daha sonra uygulanmalıdır. Ancak dentin tübülleri içine nüfuz eden ve temizlenemeyen ojenol likiti artıklarının da bağlanmayı olumsuz yönde etkileyeceği unutulmamalıdır.

11. Dişin dehidratasyonu: Ağız içinde nem problemi çok önemlidir. Bu nemi uzaklaştırmak ve yeterli kurutmayı sağlamak gereklidir. Nem adherend’in yüzey enerjisini azaltıp adezyonu olumsuz yönde etkileyecektir.

12. Restoratif materyale ait faktörler: Dolgu maddeleri kaviteye uygulandıkları andaki boyutlarını sürdürememekte ve sertleşmeleri esnasında boyutsal değişikliğe uğramaktadırlar. Örn: Amalgam dolgular kaviteye yerleştirildikten sonra önce kontraksiyon, sonra expansiyon ve daha sonra da yavaş gelişen bir kontraksiyon şeklinde volüm değişikliği gösterirler. Kompozit dolgu maddeleri de polimerizasyon esnasında polimerizasyon büzülmesi adı verilen boyutsal değişikliğe uğrarlar. Bu olaylar dolgu maddelerinin kavite duvarlarından ayrılarak bağlanmanın olumsuz yönde etkilenmesine neden olurlar. Günümüze kadar kaviteye uygulandıktan sonra volüm değişikliği göstermeyen dolgu maddeleri üretilememiştir, ancak çalışmalar devam etmektedir.

13. Hastaya ait faktörler: En önemlisi hastanın yaşıdır. Yaşın ilerlemesi ve diğer oral

faktörlerin etkisi ile meydana gelen dentin sklerozu ayrıca yaş ile okluzal streslerin

artması adezyonun etkilenmesine neden olabilir.

Referanslar

Benzer Belgeler

•Bürokratik yaklaşımın ilkeleri de daha önceki yaklaşımlara benzemektedir. •Bu yaklaşıma göre bu ilkelerin izlenmesi ile etkin, ideal, şahsa göre değişmeyen ve rasyonel

• Serbest bölgeler, bulundukları ülkenin siyasi sınırları içinde yer alan, fakat Dış Ticaret, Vergi ve Gümrük Mevzuatı açısından gümrük hattı dışında

4.Cam ionomer siman ( kaide dolgu maddesi olması yanı sıra, restoratif ve yapıştırma amaçlı tipleri de olduğu için daha ileriki derslerde kendi konu başlığı

Biyomlardaki canlılar, suyun özelliklerine göre su biyomları, (tuzlu su ve tatlı su biyomu olmak üzere iki gruba ayrılır.) kara üzerinde hâkim olan bitki türüne göre de

Önceleri ağır sanayi merkezi durumunda olan kent, günümüzde kültür kenti konumundadır... Şam: MÖ 14 yüzyılda kurulan şehir köklü bir geçmişe

İnternet: Diğer bilgisayar ağlarının birbirine bağlanmasıyla oluşmuş ve farklı noktalar arasında elektronik veri alışverişine olanak sağlayan dünyaca yaygın ağ

• E N ÇOK İHRACATI YAPILAN 5 SEKTÖR İSE ; 31.5 MİLYAR DOLAR İLE OTOMOTİV , 17.6 MİLYAR DOLAR İLE HAZIR GİYİM VE KONFEKSİYON , 15.5 MİLYAR DOLAR İLE ÇELİK , 11.3

Toprak: Uzun vadede kendini yenileyebilen doğal kaynak olan toprak insanların tüm ihtiyaçlarının temin edildiği doğal kaynaktır. Hava: Madde ve enerji kaynaklarının bir