îlk hikâyelerini ne zaman yazdığı kesin
olarak bilinemeyen M emduh Şevket
Esendal, m odem öykücülüğümüzün
kurucusu sayılır. Esendal’ın tüm
yapıtları, Bilgi Yayınevi tarafından
yayımlanmaya devam ediliyor. Öykü ve
romanlarından sonra anıları ve kızına
mektupları da yayımlandı.
Edebiyatımızın bu önemli adını bir kez
daha gündeme getirmek istedik.
M
emduh Şevket Esendal’ın “Ayaşlı ile Kiracıla rı” adındaki romanı 1934 yılında Vakit Neşri yatı olarak yayımlandı. Ancak daha önce Va kit gazetesinde “tefrika” edildiği için, birkaç yıl geriye gidflirse, 1930’lann başlarında yazıldığı anlaşılıyor. D e mek 70 yıl önce okurların ilgisine sunulmuş bir roman. Roman güncelliğini koruyor mu? Günümüz okurla rı için nasıl bir önemi var?Bu soruların yanıtını arayarak “Ayaşlı ile Kiracılarını değerlendirmeye çalışmalı.
Duruk bir Osmanlı toplumunun ümmetçi anlayışın dan devingen bir cumhuriyet toplumunun ulusçu an layışına geçerken ne türlü bocalamalarla karşılaşmış, nasıl bir yozlaşmaya düşmüşüz? “Ayaşlı ile Kiracıları” bu çalkantılı donemi anlatıyor.
Günümüze daha büyük boyutlarla yansıyan yozlaş manın ipuçlarını “Ayaşlı ile Kiracılarında aramak, ro mana daha anlamlı bir derinlik kazandırmaktadır.
“Ayaşlı ile Kiracıları”; başı, ortası, sonuyla alıştığımız bir çerçeveye yerleştireceğimiz bir roman değildir. Ayaş- lı İbrahim Efendi’nin tuttuğu 9 odalı bir apartman da iresi var. Roman kişileri bu dairedeki odalara yerleşmiş. Kültür düzeyleri, yaşama anlayışları birbirine benzeme yen bu insanlar arasındaki ilişkiler yumağıdır romanı oluşturan. Her kiracının kendine özgü bir dünyası, bir yaşama anlayışı var. Yarım kalmış gibi görünen bu ya şamalar düşlem gücümüzde sürüp gider gibidir.
Romanın adı
Vakit Neşriyatı’nda “Ayaşlı ve Kiracıları” adıyla çıkan romanın ikinci baskısı 1957’de Dost Yayınevi’nce ya pıldığı zaman “ Ayaşlı ile Kiracıları” olarak değiştirilmiş tir...
Ölümünden üç dört gün önce Esendal’ı görmeye gi den Naim Tiralı anılarında şöyle diyor:
“Ayaşlı ve Kiracılan’ndan bahsediyorduk. Romanın
asıl isminin ‘Ayaşlı ile Kiracıları’ olduğunu, basılırken metinde de bir faslının adanmış olduğunu söyledi, ikin ci baskıda bu hataların düzeltileceğini işaret etti.”
Vakit Neşriyatında ilk basımı 1934’te yapıldığı zaman Esendal, Kabil’de elçi olarak bulunuyordu. Romanın basımıyla ilgilenemediği için, değişik yorumlara yol açan yanlışlara engel olamamış.
Oğlu Ahmet Esendal’a yazdığı bir mektuptan, Türk- çeye ne denli önem verdiğini, “ve” bağlacını da kullan mayı sevmediğini anlıyoruz:
“Her sözün Türkçesi vardır ve olabilirdi ama, işletil- memiştir. ‘Emir etmek’ sözünün Türkçesi ‘buyur maktır. Emir de buyurma. ‘Emir’ işlemiş, ‘buyruk’ bı rakılmış. ‘Buyruk’ dersen anlamıyorlar mı? Anlıyorlar ama biraz yabancı gibi geliyor. Hele hükümet dilinde, şimdilik, kullanmak hiç olmuyor. Yarın- işlenecek, hü kümet diline de girecek.
Dilin değişmesi işinde herkes çalışıyor ama bunların çoğu bilerek değil. Bilmeyerek sürüklenip gidiyorlar. Bu işte eğer herkes bilerek çalışırsa, ‘eskiye bağlı kalaca ğım’ diye uğraşmazsa, dilimiz çok çabuk ileri gider ve işlenir.
Benim bu yazımda da olabilir ki ‘eğer’ gibi, ‘her’ gi bi Farsça sözler, ‘ki’ gibi, ‘ve’ gibi edatlar vardır. Ancak ben kendimi biraz yorsam bunlarsız da yazarım. Şimdi hiç kendimi yormak istemediğim için bu birkaç söz ka çıyor.”
Esendal’ın bu sözleri yalnızca romanın adında “ve” bağlacının olmadığını göstermiyor; sade, kolay anlaşı lan dilinin günümüz okurlarınca da romanı nasıl benim sediğini gösteriyor.
Romanda Sakıncalı Yönler Var mıydı?
Yıllar önce Tahir Alangu ortaya şöyle bir görüş atmış tı:
“Ayaşlı ile Kiracıları’ önce Vakit gazetesinde tefrika edilmiş, sonra yine orada kitap olarak yayımlanmıştı. O yılların dar anlayışına, politik zorluklarına uyularak eserden büyük bir parçanın çıkarıldığını sonradan öğ rendik. Dost Yayınlan arasmda çıkan ikinci baskısının da sansür edilmiş bu parçayı yerine koymadan yayım ladığını burada belirtmeliyiz.”
Bu sözleri başka yazarlar da benimsedi. Uğur Kök- den de “Günün koşullan nedeniyle ‘Ayaşlı ile Kiracıla- n ’ndan dizgi sırasında birkaç -ya da üç- formanın
kır-□ Fethi N aci’nin Eleştiri Günlüğü’nde
bu hafta, yaşam ının bir dönem ine dö
nüp bakıyor
--- 3. sayfada□ Pelin Özeren, Nilüfer Açıkalın’la öy
küleri Üzerine konuştu
... ...10. sayfada□ M. Emin Özcan, Robert Musil’in öy
külerini değerlendirdi
...12
. sayfada□ Defne Gürsoy, Fransa’da olay yara
tan üç kitabı anlattı
...24. sayfadak i t a p
7 7a a v 1 »
MUSTAFA ŞERİF ONARAN
Edebiyatçı olarak hep güncel
K a p a k k o n u s u n u n d e v a m ı...pıldığı da bir başka gerçek” diyordu. Sanırım bu varsayımlar romanın 1934 basımında 9, 12, 24 numaralı bölümle rin bulunmayışına dayanıyordu. Dost Yayınevi, Esendal’ın ölümünden çok sonra, 1957 ’de ikinci baskıyı yaptığı için, yanlışların düzeltilmesi olanağı gene b u lunamamıştı. Ayrıca ikinci baskı daha ni ce yanlışlarla doluydu.
Esendal’ın bütün yapıtlarını basmak Bilgi Yayınevine verilince, dizinin ilk ki tabı “Ayaşlı ile Kiracıları” olmuş, eksik bölümler görmezden gelinerek yeniden bölüm sıralaması yapılmıştır. Asıl önem lisi bu üçüncü basımda, yayınevinin dü zeltmeni rahmetli Zeki Akıncı’nın nok talama imlerini kendine göre düzenle mesi, Esendal’ın diline de dokunmuş ol masıdır.
Belki de Esendal’ın siyasetçi kişiliğin deki iniş çıkışlar, karşısında olanların onu yıpratma davranışları, Alangu ile Kökden’in böyle bir yoruma varmaları na yol açmıştır.
Eski basımlarla karşılaştırmalı okuma sonunda hiçbir bölümün çıkarılmadığı nı; 9,12,29 numaralı bölümlerin numa raları düştüğü için bir önceki bölümle iç içe geçtiğini saptadım. Bölümdeki konu ayrımının yeri belli oluyordu.
(Uğur Kökden’in yanlış yorumunu düzelttiğim bir yazı için, beni telefonla arayıp teşekkür edişindeki inceliği unu tamam.)
Bilgi Yayınevi’nin daha sonraki danış manı Sevgi Özel bilgili, çalışkan bir ya zardı. Uyarılarımı olumlu bularak üçün cü basımdan sonra bütün yanlışları dü zeltti. Yeni basım için açıklayıcı bir yazı yazmamı istedi. O zamanki yoğun çalış malarım yüzünden böyle bir yazıyı zama nında yetiştirmeye olanak bulamadım.
Şunu belirtmekte yarar var: İttihatçı lardan Kara Kemal’in yakın adamı.ola rak tanınan Esendal, kendini cumhuri yet devrimlerine adayan bir aydındı. Atatürk’ün de İnönü’nün de güvenini kazanmıştı. Siyasetçi kimliğini korurken cuhuriyet devrimlerine zarar verecek bir yanlışa düşmedi.
Roman kişileri
Bir banka müfettişi olan roman kah ramanı Ayaşlı nın apartmanmda bir oda tutar. O nun ağzıyla anlatılan roman, onun gözlemleriyle gelişir, değişik bo yutlar kazanır.
Esendal bu ban kacıya kendinden bir şeyler katmış olabilir. Kimi öteki roman kahram an larında da Esen- dal’dan iyi izler gö rülebilir. Ama ro-
m-wuutî. EVKET TTSENDAL MKKTOi
*T*sasvKEr
•gğşEasmı,
S A Y F A 4 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 5 9 5man kahramanı bankacıyı Esendal’la öz leştirmek doğru olmaz.
Roman kişilerinin özellikleri belirti lirse, romanm akışıyla ilgili bilgi edine biliriz.
Önce romandaki hizmetçileri ele ala lım. Üç hizmetçi kadın var, üçünün de ortak yanı dedikoducu olmaları, kiracı ların girdi çıktılarını iyi bilmeleri. Hali de soluk yüzlü, bir adamdan gebe kal mış, kendini ona baktırmasını bilmiş, ağzı kalabalık bir kadın. Raife de, kızla rını pazarlayan ağzı kalabalık bir kadın. Kocası hapse giren Ziynet, bir başka adamın kapatması.
Romanda belirtilen ahlak çöküntüsü iki hizmetçinin dost tutması, öteki hiz metçinin kızlarım satmasıyla sınırlı de
ğil-Kiracılardan Turan Hanım kumar oy natır. Kocası Haki Bey eşine karışma yan, belki de sineye çeken, kişiliksiz bir adam. Turan Hanım’ın bankacıyla da yakınhğı var.
İffet Hanım saç kesimi, giyim kuşamı ile Turan Hanım’a benzemeye özeniyor. Kocası Abdülkerim, Türkistan göçme ni. Kömür ticareti yapıyor. Karısı üzerin de hiç etkisi yok. Çocukları hep ağla maklı. Çocuklarıyla ilgilenmezler.
Ayaşlı İbrahim Efendi bir zamanlar düğünde birini vurmuş, 6 yd yattıktan sonra kaçmış, dağlarda eşkıyalık yapmış, aftan yararlanıp dönmüş, iki karılı bir adam. Köydeki karısından Numan adın
da bir oğlu var. Silik bir çocuk. Okuya cağı da yok. İkinci karısı Makbule bir başka yerde ev işletir. Makbule’nin kızı Faika, Ayaşlı’nın yanındadır. Faika Fu at adında bir şoförle evlidir ama, şoför bunların parasını sömürmeye bakar. Ayaşlı de üvey kızı Faika arasmda ilişki olduğu dedikodusu vardır.
Bir başka kiracı, emekli konsolos Şe fik Bey, parasını genç oğlanlarla yer. Gençlerin alay maskarasıdır. Günün bi rinde kafası koparılarak öldürülür.
İskender Bey, Sovyet Devrimi döne minde Rusyada bulunmuş, devrimci ge çinen bir sahteci. Fabrikası olduğu ya lanını yayar. Oysa fabrika dediği yer af yon imalathanesidir. Yasa dışı işler yap tığı saptanır, içeri atılır.
Cavide romantik görünen bir genç ha nım. İş bulması mazeretiyle bankacıya yanaşmak ister. Üstelik bir başka ada mın da kapatmasıdır.
Osmanlı devletinin çöküntü döne minden başlayan bu yozlaşma cumhuri yetle gelen toplumsal değişimin ivme ka zandırdığı bir durumdur. Bu olumsuz kişilerin birbirini tamamlayan özellikle riyle nasıl bir çürümenin başladığı gös teriliyor.
Umut
Ama Esendal umudann öykücüsüdür. Sunullah A nsoy’la bir konuşmasında “insanlara yaşamak için ümit, kuvvet ve neşe veren yazılardan hoşlandığını; in sanları yuğunmuş mutfak paçavrasına
çeviren ve yeise düşüren yazılardan hoş lanmadığını” söylemiştir.
“Ayaşlı ile Kiracıları” romanında, o yozlaşmış ortamda, kendilerini kurtar masını bilen olumlu kişiler de var.
Bulgaristan göçmeni, oralardan ban kacının hemşerisi, ağabeysinin arkadaşı bir Haşan Bey’i tanıyoruz. Bulgaris tan’daki mallarına karşılık Samsun’da arazi verilmiş, geri alınmış. Ayvalık’ta yer verilmiş, o da geri alınmış. Şimdi İzmir yörelerinde yer verilecek diye oyalanıp duruyor.
Üstelik “İçen adam pek de zararlı de ğildir” diye kızı Selime’yi içkici bir ada ma vermiş, adam gece gündüz içen bir ayyaş çıktığından ayrılmak zorunda kal mış. Kız şimdi Ayvalık’ta babasının işle ri bitsin diye bekliyor.
D oğulu bir Hüseyin Bey var, “İsyan cı” diye kara sürmüşler. Elinden malı mülkü alınmış. Her önüne çıkana der dini anlatıp durur; topraklarını geri al manın, hakkını aramanın arkasındadır. İşlerinin düzeleceği yoktur.
Bankacının arkadaşı Dr. Fahri, banka genel müdürünün yeğeni Melek’i beğe nir. Müdür de, müdürün hanımı da, Me lek de yeni topluma uyum sağlayan, ya rının Türkiyesi’ni kuracak olan insan lardır.
Haşan Bey’e inme gelmiştir. Kızı Seli me çağırılır. İncelikleri olan, ayrıcalı bir kadındır.
Bankacı bu kadını sevdiğini anlar.
Hastalığı ağırlaşan Haşan Bey ölünce, o karışık ortamda, bankacı Selime’yi alı koyamaz. Kız Ayvalık’a döner.
Bir zaman sonra koşullar Selime’nin dönmesini kolaylaştırır. Dr. Fahri ban ka genel müdürünün yeğeni Melek’le, bankacı, Selime’yle evlenir.
Bu yoğun, bu karmaşık olaylar gelgi tine daha çok şey eklenebilir. Romam okuduktan sonra içimize çöken tortuda neler var?
Yeni toplumda kadın
Cumhuriyeti kurmuşuz. Yokluklar içindeyiz. Yeni bir toplum yaratma sa vaşımı veriyoruz. Kumar, fuhuş, evlilik kurumuna güvensizlik, kolay yoldan kö şeyi dönmek, işsizlik yeni kurulan bir toplumun yaraları. Günümüz Türkiye- si’nde bu sorunlar daha da büyümüş, üstelik doğal karşılanır olmuş.
Yeni toplum birdenbire oluşmadı. Son yüzyıldır Batıya yönelme çabalan içindeyiz. Fu uyumsuzluğun getirdiği yozlaşma da birdenbire ortaya çıkmadı. Örneğin I. Dünya Savaşı sonrası, her türlü çürümüşlük ortamının içinde ka lan İstanbul, bir Sodom-Gomore olarak nitelenir.
Cumhuriyet birdenbire her şeyi dü zeltebilir mi?
Geleceğe umutla bakmamızı sağlaya cak küçük ışıklar var. Bankacının, Dr. Fahri’nin kurduğu evliliklerde, banka ya sahip çıkan genel müdürün davranış larında bu umut ışıklarını görebiliriz.
Esendal öykülerinde, öteki romanla rında kadınlara ayrı önem veren, onla rın gücüne inanan bir yazar. Erkek ege men bir toplumda kadının ezilmediğine, kişiliğini koruduğuna güveniyor. Ku marcı Turan’la yeni yaşama biçimine kendini kaptıran İffet bile, olumsuz gös terilen kişiliklerine karşın, kocalarını sindirmiş kadınlar. Halide gebe kaldığı adama kendini kabul ettirmesini bilen, becerikli bir kadın.
Bu olumsuz kişilere bile bağışlayan, sevecen bir gözle bakar Esendal.
Ama yarının Türkiyesi’ni oluşturacak çağdaş kadınlan Dr. Fahri’yle evlenecek M elek’te, bankacıyla evlenecek Seli- me’de görüyor.
Yasamanın yorumu
Esendal, “Ayaşlı ile Kiracılan”ndaki karmaşık cinsel ilişkiler yumağına çürü müşlük gözüyle mi bakıyor? Yeryüzü kurulduğundan bu yana cinsellik var. Bir ucu sanal sevide, öteki ucu cinsel do yumda olan bu ilişkiler, romancının yo rumuyla biçim kazanır. İlişkileri çirkin leştirmeyi sevmeyen bir yaklaşımı var Esendal’ın.
“Ben bahtımın genişliğine inanırım. Her istediğim er geç olur” diyebilen Esendal, oğlu Ahmet Esendal’a yazdığı bir mektupta dünyaya, insanlara bakışı nı şöyle anlatıyor:
“Çok genç yaşta-iken yaşamamn ne olduğunu sezdim. Ölçüden dışarı düşü nüp, isteyip de sonra kırgınlığa uğrama dım.
Yaşayış bence ne çok iyidir ne de çok kötü. Ben yeryüzünde bulunmaktan, ot lara, sulara, ağaçlara, adamlara bakmak tan hoşlanırım. Kargaların uçtuklarını, buludann geçtiklerini görmek, adamla rın budalalıklarını işitmekten içimde bir ferahlık ve açıklık duyarım. Kendi bu dalalıklarımı, zavallılıklarımı bile seve rim. Bence günün birinde ölmek hiç doğru bir iş değildir. Güzel güzel yaşa yıp dururken kocalıp ölmenin ne tadı var! Ancak, bu böyle olmakla beraber, günün birinde ölmek sırası gelince on dan da çok çekinmem.”
Cumhuriyet Ankarasf ıun ilk günleri
“Ayaşlı ile Kiracıları” cumhuriyet An- karası’nın kuruluş yıllarını anlatıyor ama, ne Ankara’nın adı geçer ne de
An-Bir yayıncının
■ ■ - ■ ■ w ■■
gunlugu
AHMET TEVFİK KÜFLÜ
Temmuz 1941 -S öğü t
O
kullar tatil oldu. İlkokul dördüncü smıftan beşin ci sınıfa geçtim. Annem ve babamla birlikte Anka ra Garı’ndan gece trenine binerek on iki saatte Bi- lecik’in köyü Karaköy’e geldik. Buradan otobüsle memle ketimiz Söğüt’e geçeceğiz, istasyonda arabayı bekliyoruz. Sabah alacası, yüzler gölgeli, sesler kısık, fısıltı gibi. 2. D ün ya Savaşı bütün şiddetiyle devam ediyor. Ülkemiz savaşa gir medi ama sanki savaşın içindeyiz. Her yer karanlık, trenle geçtiğimiz bütün şehirler, kazalar karartma içinde. İstasyon lambalarını mavi kâğıtlarla sarmışlar, yüksek sesle bile ko nuşulmuyor. Yer yer askeri birlikler görülüyor.Otobüs geldi, yolcular yerlerini almaya başladılar. Fötr şapkalı, iyi giyimli bir zatın peşinde 2-3 kişi koşturuyor, eş yalarının taşınmasına, yerleştinlmesine yardımcı oluyorlar. İstasyon memurları, çevredekiler bu yolcuya karşı gayet saygılı, özenli ve dikkatliler, “Mebus Bey” diyorlar.
Biz de biniyoruz, annemle babam ikili boş bir kanepeye oturuyorlar. Önlerindeki kanepenin bir kişilik yeri boş, di ğerinde mebus olduğu söylenen muhterem kişi oturuyor. Benim ayakta kaldığımı görünce babama yanına oturabile ceğimi söylüyor. Babam teşekkür ediyor, ben de boş yere oturuyorum. O tobüs biraz sonra Söğüt’e hareket ediyor.
Bir hayli yol aldıktan sonra yanımdaki güleç şimali, nur yüzlü, bir çocukla konuşmasını gayet iyi bilen “m ebus”,
- Sen kaçmcı sınıfa gidiyorsun? diye soruyor. - Beşinci smıfa geçtim.
- Hangi okuldasın? - Necatibey İlkokulu’nda.
- Dem ek Ankara’da oturuyorsunuz. - Tabii efendim. Işıklar Caddesi’nde. - O zaman eviniz okula yakın.
- Karşı karşıya. Bazen zil çalınca koşup yetişiyorum. - Necati Bey’in kim olduğunu biliyor musun? - Elbette. Maarif Vekilimiz Mustafa Necati Bey. - Sen Söğüdü değil misin?
- Annem babam Söğütlü. Ben Ankaralı’yım.
- Canım öyle şişinme. Ankara Cumhuriyetimizin başşeh ri ama, Söğüt de Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulduğu
yer.
İlk padişah Osman Bey’in babası Ertuğrul Gazi’nin türbe si Söğüt’te.
- Biliyorum efendim.
- Ders kitaplarının dışında neler okuyorsun?
O sırada, hemen arkamda oturan babam konuşmaya giri yor:
- Beyefendi, eline ne geçerse okuyor. Ders kitaplarını bir yana atıyor, gazete, mecmua ne bulursa okuyor. Nisan ayın da Almanların Yugoslavya ve Yunanistan’a saldırdığını, Gi- rit’in düştüğünü, Ingilizlerin Suriye’yi işgalini, on gün ön ce de Almanların Sovyeder’e savaş açtığını bana hep ilk o haber verdi.
Sonra beyefendi harçlık veriyorum, Suluhan’a inen mer divendeki sergici kitapçılardan Nat Pinkerton, Şerlok Hol- mes alıp alıp okuyor. Bendenizin yanında dükkân kesekâ ğıdı satıcısı Mahmut Nedim Bey’e aittir. Geçen gün, onun sattığı gazete kâğıdından yapılma kesekâğıtlannı okuyor muş. Kıvrılan yerlerini okuvamayınca, bozmuş, yırtmış öy le okumuş. Fark edince ç o k kızdım.
- Belki dövdünüz.
- Yok dövmedim, kulağım çektim.
- Aynı kapıya çıkar. Bırakınız okusun. Herkes çocuğum okusun diye zorlar, sizse okudu diye kulağını çekiyorsunuz.
- Efendim, ders kitaplarını okusun, Kuran-ı Kerim oku sun. G eçenlerde H acı Bayram Camii İmamı Cemil Ho- ca’dan rica ettim, eve teşrif ettiler. Bunlar 3 kardeştiler. En büyükleri kız, 2 oğlan. Yanınızdaki en küçükleri Ahmet. H oca elifbayı, alfabeyi öğreteyim demiş. Peltek Z’ye gelin ce 3 kardeş hocayla alay edercesine gülmüşler, o da dersi bırakıp kızgınlıkla camiye dönmüş.
M ebus zat saçımı okşuyor. O zaman babam geri çekilip arkasına yaslanıyor.
- Sen, diyor mebus zat, kısık bir sesle, bildiğinden şaşma, eline geçeni oku. H ep oku. Okumaktan güzel şey var mı?
Susuyor, bir süre sonra yine kulağıma doğru eğilip fısıl dıyor:
- Var, var. Okumak kadar güzel şey, yazmak yazmak. Sonra da arkasına yaslanıyor. Bir hayli gittikten sonra Sö ğüt’e varıyoruz, herkes iniyor. Mebus Bey’i karşılıyorlar, eşyalarını alıyorlar. Beni tekrar okşuyor, annemle babamla vedalaşıyor.
Bizi de akrabalarımız karşılıyor. Sarmaş dolaş oluyoruz. Daha önce Söğüt’e gönderilen ablam ve ağabeyim de var. Teyzemin kocası dünya tatlısı Kâmil eniştem elimden tutu yor, beraber yürüyoruz. Epey uzaklaşan mebus beyi göste rerek, kim olduğunu soruyorum:
- Ha o mu, diyor. Bilecik Mebusu Memduh Şevket Esen
dik ***
Tam 42 yıl sonra, ilkokul beşinci sınıf öğrencisi Ahmet Tevfik Küflü, Memduh Şevket Eseııdal’ın (MŞE) yayıncısı olmak onuruna kavuşacak.
karadan
görüntüler vardır. Ayaşlı’nın üvey kı zı Faika’nın annesi İstanbulludur. “İs tanbul dururken hükümeti buraya taşı dılar” diye sitem eder. Haşan Bey’in ce naze törenine bankanm genel m üdürü de katılır.
Bu küçük ipuçları Ankara’da olduğu muzu anımsattır.
Aslında bir simgedir Ankara: Devrim - lerin yaşadığı bir kent olarak simge.
Cinsel yakınlaşmaların getirdiği ahlak bozukluğu pek önemsenmese bile; do ğulu Hüseyin Bey’e “isyancı” damgası vurulup elinden toprağının alınması; Haşan Bey’e “m übadele”yle verilmesi gereken tarlaların bir türlü verilemeyişi; suyun başında, yani Ankara’da çözül mesi gereken bu işlerin sürüncemede kalması; devrimlerin simgesi olan bu kentte işlerin pek de iyi yürümediğini düşündürüyor.
Esendal’ın gizli eleştirisi; toplum ku rallarıyla bağdaşmayan kumar, içki, çı karcılık, cinsel ilişkiyle yozlaşan duman lı ortamdan bu bozuk düzene getirilen eleştiridir.
Romanın dili
Kuşkusuz cumhuriyet Ankarası’nm kuruluş yıllarında görünen yozlaşma, günümüzdeki çürümenin ipuçlarını ver mesi bakımından “Ayaşlı ile Kiracıla rı ”na ilgiyi arttırıyor. Ama asıl önemlisi, dilde özleşme çalışmalarının yapaylığına düşmeden, halkın duru kaynağından ya rarlanarak, 70 yıl önce yazılmış bu roma nın tadına varabilmek olanağının bulun masıdır.
Dil akıp giden canlı bir varlık. O tuz lu yılların başmda, Yeni Dil Akımı, ağ dalı Osmanlıcayı sade Türkçeye dönüş- türebilmiş değildi. Genç Kalemi er’in
başlattığı dil etkinliği sınırlı kalmıştı.
Dilde yapayhğa düşmeden, halk dili nin doğal kaynağını kullarak Esendal’m sade Türkçeye varması, ondaki dil bilin cinin ne denli güçlü olduğunu gösteri yor.
Bu görüşünü pekiştiren iki öyküsünü anımsamalıyız: “Feminist” öyküsü, anla mını bilmediğimiz sözcükleri kullana rak nasıl gülünç durumlara düştüğümü zü gösteriyor.
“Hamit için Bir Yazı” öyküsünde, ko nuyu hiç bilmeden de, ortama, her şeye, herkese uygulanabilecek yuvarlak söz lerle yazmanın anlamsızlığı, saçmalığıy la alay ediliyor.
Esendal, yazının içiyle dilin birbirini tamamlayan bir özellik göstermesinden yanadır.
“Ayaşlı ile Kiracıları” sade, açık, kolay Türkçesiyle nice derin duyarlıkları akıl almaz bir güzellikle anlatan bir roman dır.
Esendal’ın her türlü gösterişten uzak, alçak gönüllü yaradılışına, ne kadar da güzel uyuyor dili!
Eskiler, “üslub-u beyan ayniyle insan” diye boşuna söylememiş.
Memduh Şevket Esendal’m bütün ya pıtlarını gündemde tutmak da bir yayın cılık başarısıdır. Esendal’m toplu yapıt ları “Kızıma M ektuplarda 17’ye ulaştı. Muzaffer Uyguner’in çabalarıyla tereke sindeki yazılar değerlendirildikçe, bu ya pıtların yirmiyi geçeceği umuluyor. Te
rekesinden çıkan yapıtlara bakılırsa, Esendal bütün yaşamını yazarlığa ada mış görünüyor.
Böyle bir yazarın yazdıklarını önemse mez görünmesi, takma adlar kullanma sı, alçak gönüllü oluşundan değil, siya setçi kimliğini korumak istemesinden hiç değil; edebiyatı, öteki uğraşlanndan daha önemli saydığı içindir.
Esendal siyasetçi yönüyle belki şöyle bir anımsanacak. Ama edebiyatçı olarak güncelliğini koruyacak.
Babalar ve kızları
ERENDİZ ATASÜ
enim şeker kızım, bal kızım, kaymak kızım” (s. 12), “Emine
( R
I J şeker hanım, benim burnu yaralı kızım ” (s. 9) diye seslenen bir baba.
Yumuşak, sevecen. Yavrusunu küçücük halinden genç kadınlığına kadar özenle izleyen, çocuğu serpilip yetişirken gö rev gereği onun yanında bulunamayışı- mn sorumluluğunu duyan, yokluğunu sımsıcak mektuplarla onaran bir baba. Memduh Şevket Esendal, kızı Emine Esendal Sandal hanımefendiye, 1928- 1952 arasında yüzlerce mektup yazmış, ilişkiyi alabildiğine canlı tutan mektup lar.
Bu yazışmada karşımıza çıkan, yalnız ca önemli bir edebiyatçımızın özel yaşa mından sayfalar değildir; koca bir döne min yansısı durmakta satırlarda ve satır aralarında; ve ülkemizin kuruluş çağma etkin olarak katılmış bir yazar-bürokra- tın, bir politikacının kişiliği. Gittikçe her anlamda parçalanan bir dünyada böyle- si bütünsel kişilikler artık yok. Kuşku suz bu tutarlı tavır sadece Memduh Şev- ket’e özgü değildir, bir dönemin ürünü dür; aydınlanma felsefesine yüzünü dönmüş laik ve sosyal adaletçi Cumhu riyetin, amacın büyüklüğünü kavraya bilen kişilerde somutlaşmış “inkılapçı” ruhudur bu.
Mütevazı koşullar
Dönem ilginçtir; yoksuldur, çetindir, onurludur. Sade Türkiye değil, tüm dünya bugünkü çılgın tüketimle kıyas lanırsa mütevazı koşullarda yaşar. Tek
noloji günümüze göre il kel, dolayısıyla ulaşım ve iletişim zordur. Büyü kelçi olarak dış ülkeler de görevli Esendal sık sık zorlu yolculuklara çı kar:
“Üç günde Şap Denizi biter, Aden önüne geli nir. Oradan sonra H int Okyanusu. Dört beş gün, belki altı gün, yedi gün her taraf su. Kara görün mez. A ltı gün sonra uzak tan H int görünür. Sıcak, her gün daha sıcak. Bom bay. ” (s. 26) Kabil büyü
kelçisi Memduh Şevket Bey yolu henüz yarıla mıştır. Daha önce tıklım tıklım terli trenlerde ve bozuk dağ yollarında sarsılan otomobillerde kat edilecek uzun mesa feler vardır. Nihayet menzile ulaşıldığında in san hazin hazin özlemez mi İstanbul’u?., (s. 26). Yıl 1933.
“ ‘Allah gemiyi batır ma’ dedin, Allah gemiyi batırmadı. Ben de güzel güzel Batum’a kadar gel dim. Şim di buradan şi- mendüfere bineceğim. Sen yine dua edersin, şi- mendüfer güzel güzel Ba- -kû’ya gider. Oradan tek
rar vapura bineceğim, sen yine dua edersin, A l lah o vapuru da batırmaz. Oradan otomobile binip Tahrana gideceğim. ‘Otomobil güzel güzel Tahran’a gitsin diye A l lah’a söylersin. Allah, se nin gibi yavru hanımla rın, iyi kızların dualarını
ast* - i
ıvmt
Kızana Mektuplar
kabul eder” (s. 11) iş te Tahran büyükelçi sinin güzergâhı! Yıl
1928.
Bu pasajları okur ken, ‘940’larda orta eğitim müfettişi ola rak “demir asa - de mir çarık”la dağ tepe Anadolu’yu dolaşan babamın anneme yazdığı mektuplardaki yolculuk ayrıntı larını anımsadım, ister istemez. Devletin sıradan bir öğretmeniyle büyükelçisinin benzeşen koşullarını yaratan, kuşkusuz sadece teknolojik yetersizlik değildi; b u gün ne yazık ki bizlere masal gibi gelen daha eşitlikçi bir yönetim anlayışıydı.
Paylaşılan yoksulluk
Yoksulluk paylaşıhyorsa, özveri ağır gelmez insana! Çetin şartlar içinde ayak ta durmaya bakan devlet kurumlan ara sında bitimsiz bürokratik işlemlere yol açar parasızhk! Tahran sefaretinin ona- rımı için gerekli miktar bir türlü topla namaz. Maliye Bakanlığı mı ödeyecektir, Hariciye mi? Memduh Şevket Bey ce bindeki parayı katar bu işe hiç yüksün- meden. (s. 19) Viranhaneyi andıran elçi lik binasında, iklim ve çevre koşullarıy la büsbütün ağırlaşan yalnızlığını, kıt ka naat yaşammı sevgili ev hayvanlarıyla paylaşır, (s. 43-44) -
Evet, dönem çetindir ama paylaşımcı ve dayanışmacıdır. Halkın üstünde, ula şılmaz bir yerlerde, özel korumalarla çevrelenmiş özel ortamlarda har vurup harman savurarak yaşayan ve durmadan
1939’la birlikte Türkiye daha çetin bir dönem e, bir var olu$ sınavına dünyada hiçbir $ey eskisi gibi olmayacaktır. Herkes gibi, uzak Asya' temsil eden Esendal ın da bas konusu artık savaştır.
bizlere -yani sıradan yurttaşlara- kemer lerimizi sıkmamızı öğüdeyen bir zengin- ler-politikacılar-bürokratlar sınıfı henüz oluşmamıştır. C H P ’nin ileri gelenlerin den Recep Peker’e sinemada rastlayabil diğiniz günlerdir bunlar! (s .326) Esen- dal’ın mektupları tek parti dönemi b ü rokrasisinin, sonradan kimilerince iddia edildiği üzere, imtiyazlı bir küme oluş turmadığını kanıtlar bize.
Soyadı meselesi
Bu yıllarda ülke heyecanlar yaşamak tadır. M odern zamanlara ait artık alışa geldiğimiz, varlık nedenlerini sorgulama gereksinimini duymadığımız kimi olgu ların o günlerin insanlarının yaşamında -şimdiki akıllara çocukça gelen- ne b ü yük çalkantılar yarattığım belgelemek tedir mektuplar. Örneğin soy adı kanu nu! 73. ve 86. sayfalar arasındaki bütün mektuplar soy adı meselesinin tartışma larıyla meşguldür! Hangi ad ya da nasıl bir ad seçilmelidir? Henüz doğmamış torunlar adına büyük bir sorumluluktur bu!
Yıllar geçmektedir. Atatürk hastadır, ikinci Dünya Savaşı’mn eli kulağında dır. Küçük Emine büyümüştür, ilke ola rak devrimlerin savunucusu Esendal, uy gulamalara eleştirel yaklaşmaktan geri durmaz ve görüşlerini kızıyla paylaşır:
“Kızım Canım,
Dün gece Ankara radyosunu dinledim. Bir sürü saçmadan sonra bize, değerli bir haber de verdi. Atatürk, çektiği hastalığın bu nöbetini de atlatmıştı. Bu haberi işit tikten sonra radyodan her ne dinledimse, bana hoş geldi. Ancak, doğrusu bizim rad yo yayınlarımız biraz serince, bana biraz hafif geliyor Ben ülkemizde yapılan şey lerin hemen hiçbirini beğenmiyorum. Bi zim için az, bizim için hafif görüyorum.
içim bunlara kanmıyor: ‘Bu günde bize bu kadar ye ter’ diyemiyorum...’’ (s.
211) Eleştiriler ağırlaşarak devam eder.
Yukarıdaki m ektuptan on yedi gün sonra Atatürk ölecek, bir yıla kalmadan savaş patlayacaktır. Esen dal Ankara’dadır ve 3 Ey lül 1939 gecesi, İstan bul’daki kızma yazar:
"... İngiltere ve Transa
bugün saat 12’de savaşa gi receklermiş!” (s. 226). Da
ha henüz bir yetkiliyle gö rüşmemiştir. Halkta göz lemlediği tedirginliği kızı na aktarır: “Şoförlerde, otel
garsonlarında bir durgun luk, bir korku var... İstas yondan Yenişehir’e gider ken şoför benden soruyor: ‘Eskişehir’de asker almaya başlamışlar m ı?’ diye. ”
1939’la birlikte Türkiye daha çetin bir döneme, bir var oluş sınavına girmiştir. Artık dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Herkes gibi, uzak Asya’da Türkiye’yi temsil eden Esendal’ın da baş konusu artık savaştır. Devir eleşti ri değil, mudak dayanışma devridir.Görüşlerini kızıy la özgürce paylaşan Esen dal artık mudak beraberli ğe inanmaktadır: “...Savaş
zorlukları gün geçtikçe da ha ağırlaşıyor. Başta bulu nanlara inanıyoruz. Her ne yapıyorlarsa doğrudur.” (s.
321). Esendal’ın savaşın gidişatı üstüne -çoğu doğ ru çıkan- öngörüleri onun uluslararası ilişkilerdeki rtamrî'ivpvilk sağlam bilgisini gösterir:
da Tunoye y. „ ^ ü e A fn k a ç o k g £ _
C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 5 9 5 S A Y F A 6
niştir. Hitler bu genişlik içinde boğuşup dururken Anglosaksonlar havalarda üs tünlüğü alma işleri büsbütün karanlığa düşmez mi?” (s. 324)
Esendal Türkiye için iyimserdir: Hem yöneticilere hem “şansımıza" (s. 324) gü venmektedir. Esendal haklı çıkacak “ba- şımızdakiler” Türkiye’yi savaş felaketi nin kıyısında, uçuruma yuvarlanmadan tutabilmeyi başaracaklardır.
Bütün bu zor yıllar boyunca Esendal kızının meseleleriyle, onun iç dünyasıy la, geçirdiği değişimlerle yalandan ilgi lidir. Baba kimliğinde Esendal’ın kişilik yapısının özünü buluruz. Bu öz, edebi yatçı, bürokrat, politikacı olarak Esen- dal’ın çizdiği duruşla bir ve aynıdır. H a latın her alanında akılcı, eşitlikçi, aydın- anmacı, ulusçu olabilen bir insan dur
L __________
maktadır karşımızda. Bu insan asla bu yurgan bir baba değildir. Şaşılası bir eşit- likçilikle yaklaşır kızma, sevecen bir dost gibi.
Ana-baba yetkesini, erkek-kadın hi yerarşisini bir kenara itebilmiştir! Ken di kuşağı için hayret verici, kendi kuşa ğının Cumhuriyet devrimlerini kavraya rak desteklemiş içtenlikli aydınları için se tipik bir davranıştır bu. Sevgili kızıy la arasına giren mesafenin ve özlemin “baba”nın geleneksel yüzünü yumuşa tıcı etkiler olabileceği düşünülse bile, Esendal’daki “yeni baba”nın tutarlılığı ve sahiciliği çok açıkdır.
Büyük bir onur
Tutumu kızma özgüven kazandırma ya yöneliktir. Sevgisini cömertçe dile ge tiren seslenişlerin yanında kızma verdi ği önemle de başarır bunu. Ona şiirler yazar. Ona birlikte çalışmayı önerir. N e büyük bir onurdur bu bir evlat için!
“Biz birlikte bir şey yazmayı deneye lim. Ben bir tem düşüneyim. Sen de bir tem hazırla. ” (s. 201) Esendal gerçek öz güvenin ancak bilgiyle mümkün olduğu nun elbette farkındadır. Kızım bilgi, dü şünce ve kültür birikimi güçlü bir insan olarak yetiştirmektir amacı. Ona bir tür hayat öğretmenliği yapar. Mektuplar hiç didaktik değildir. Hafif ve şakacıdır Esendal’ın ifadesi. Yalın bir dil kullanır, dilde yalınlaşmadan yana olduğunun so mut bir dışavurumudur mektuplar. (Ve elbette tüm yapıdan. Mektuplan yayıma hazırlayan Muzaffer Uyguner tek bir sözcüğe bile dokunmadığını belirtmiştir. Kimi yetmiş küsur sene önce kaleme alınmış bu mektuplar bugün yazılmış gi bidir.)
H ep örneklerle anlatır. Örneklerini edebiyattan seçer. Çehov (s. 182), Fla- ubert, Mauppasant (s. 193) sanki Esen- dal’ın yakın arkadaşlarıdır; öylesine özümsemiş, öylesine hayatına katmıştır onların edebiyatını. Emine Hanım bu açıdan çok ayncalıklı bir gençlik yaşamış olmalı. Hayatı edebiyat kanalıyla öğre ten bir baba her evlada nasip olmaz. Mektuplar hiçbir zaman edebiyat üstü ne bilgiçlik taslayan ya da düşünce yığın- tılayan metinlere dönüşmez. Esendal edebiyatla ilgilenirken birden yaşanmış örneklere sıçrar, hayatın ve sanatın bü tünselliğini, karşılıklı kan bağını vurgu- larcasma.
Edebiyat yapıtlarına yaklaşımı kişili ğiyle uyumludur. O her şeyden önce bir akılcıdır. Duygusal aşırılıklar, duygusal tepkiler ona göre değildir. Madam Bo- vary çözümlemesi (s. 193, s. 253) ilginç tir. Akılcı -biraz fazla akılcı- bakar Em- ma Bovary’nin tutkulu çırpınışlarına. Aynı akılcı -fazla akılcı- yorum aşk bah sine değindiği mektuplarda da (s. 253- 56) geçerlidir. Esendal kızını çağdaş bir kadın olarak yetiştirmektedir. Onu eviç lerinde korumak gibi bir niyeti elbette yoktur. Topluma açılmanın ise bedelle ri vardır. Kızının bir hayırsıza âşık ola bileceği endişesiyle onu baskıcı ve kısıt layıcı olmadan uyarmaya mı
çalışmakta-Esendal 1945'te parti sekre terliğinden ayrılıp daha sakin bir hayata başlar. Emine Hanım'a son m ektup Şubat 1952 tarihlidir, ölüm ünden yalnızca üç ay önce... 1941'de Esendal’ın elçilik günleri bitmiş, saylavlık (milletvekilliği) dönemi baş
lamıştır. Kızıyla süren yazışmaları artık bir yurtiçi iletişimidir. Bu dönem de çok ilginçtir ve mektuplar ortaokul tarih kitaplarının es geçtiği bir şeyle, savaşın eşiğinde direnen Türkiye'nin gerçek hayatıyla doludur.
çoğunluk on- lardadır. Ve milli eğitim adma okutu lan tarih ki taplarının bu insanların öz verilerinin üs tünü örtmesi yanlıştır ve ya zıktır! Mem- duh Şevket Esendal savaş Ankarası’nda gene çotuğun dan çocuğun dan uzakır. Barınacak bir oda aramak tadır. Bir oda! O tel kaldıra- m a y a c a ğ ı denli pahalı dır! “Kızıma M e k tu p la r ” derlemesinin 335 ile 336. sayfaları ara sındaki mek tuplar hep bu oda hikâyesi ü s t ü n e d i r . M illetvekille rine maaşları nın ödenip ö d e n e m e y e ceği bile belli değildir! (s. 355) Sevgili okur, duru
mu günü
müzle, bu-dır Esendal? Aşka değinirken takındığı
biraz kuru tavır, baba yüreğinin kaygı larını mı dile getirmektedir? Belki. (Öte yandan, 1938’de bir babanın kızıyla-aşk konusunda yazışması bile ne kadar ola ğanüstüdür, ülkemiz koşullarında!) Esendal’ın yaşam karşısındaki tutumu mizah yanı eksik olmayan hoşgörülü bir sağduyudur. Kendi yapıdanna yönelti len eleştiriler karşısında bile elden bı rakmaz bu çelebice ve bilgece tutumu nu (s. 352). Anlaşılan yaşamanın bir denge sanatı olduğunun bilincine var mıştır Esendal ve kızının da bu bilgiyi öğrenebilmesine yardımcı olmaya çalış maktadır.
Tarihe bakış
Emine Hanım yetişkinliğe ulaştığında besbelli fikirlerini tartışabildiği bir zihin arkadaşı da olmuştur Esendal için. Sa de edebiyatın değil artık pek çok konu nun yer aldığı mektuplar, bize Esen- dal’ın zihinsel yapısı üstüne çok şey söy lemektedir. Tarihe bakışı ilginçtir. Kişi liğiyle tutarlı biçimde, laik ve ulusçu bir ışık altında değerlendirir tarihi. Örneğin Esendal’a göre İran Şiiliğinin ayrılışı dinsel bir olaydan çok Arap istilasını ve zorla Müslümanlaştınlmayı sindireme yen İran halkının örtük ulusal tepkisidir, (s .232-33) Kuşkusuz üstünde durulma ya değer bir görüştür bu.
194 l ’de Esendal’ın elçilik günleri bit miş, saylavlık (milletvekilliği) dönemi başlamıştır. Kızıyla süren yazışmaları ar tık bir yurtiçi iletişimidir. Bu dönem de çok ilginçtir ve mektuplar ortaokul ta rih kitaplarının es geçtiği bir şeyle, sa vaşın eşiğinde direnen Türkiye’nin ger çek hayatıyla doludur. Bu yıllar, koşul ların yurttaştan ve yöneticilerden daha da fazla özveri beklediği yıllardır. Ve herkes üstüne düşeni yapmaktadır. Haksızlıklar, adam kayırmalar yok mu dur, elbette vardır.
Karaborsacılar, savaş zenginleri yok mudur; olmaz olur mu! Ama Memduh Şevket gibi adamlar da vardır. Üstelik
günkü pek çok savan paralamenterleri de ‘940’lann saylavlarıyla kıyaslar mısınız lütfen? So nunda Esendal şimdiki Küçük Tiyat- ro’nun bulunduğu Evkaf Apartmanın da bir odaya yerleşir, (s. 356) Milletve killiğinin yanı sıra, CHP genel sekreter liğini de üstlenmiştir ve ülkeyi yöneten tek partinin kilit mev-
kiindeki Esendal her hangi bir yurttaş gibi harp yıllarında ek mek ve kömür karne si peşinde koşmakta dır!
Bunca fedakâr in sanların yanlışları yok mudur? Elbette var dır. Savaşın da baskı sıyla ülke yönetimi nin ulusçuluk anlayı şı daralmaktadır. Esendal’ın 1942’de Emine Hanım’a Mar- din’den gönderdiği mektup, sonradan ül kemizin başına çok işler açılmasına sebep olan tutumların to humlarına işaret eder. Esendal parti adına yurdu dolaş maktadır. Mardin’in Arap kökenli ahalisi devletle iyi geçinme nin yolunu aslen Ar- tukoğlu Türklerin den geldiklerini ama Osmanlı döneminde çeşitli nedenlerle Araplaştıklarını ve bu yüzden Arapça konuştuklarını anlat makta bulmuştur! Esendal bu hikâyeye inanmışa benzemez, ama galiba ferahla- mıştır. " ‘Biz Arabız’ deselerdi, biz Türk ol
duklarım söyleyecek ve ispata kalkışa caktık.” (s. 373) diye yazar kızma. Ayrı ca kimi mektuplarda Yahudi yurttaşla rımızla ilgili güvensizlik belirten dokun durmalar göze çarpar, (s. 340) Her şey, Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin ve Mustafa Kemal Atatürk’ün yurttaşları daha geniş bir zeminde kucaklayan ulusçuluğundan daha dar ve baskıcı bir ulusçuluğa yönelindiğine işaret etmek tedir.
Sakin bir hayat
Esendal 1945’te parti sekreterliğin den ayrılıp daha sakin bir hayata başlar. Emine Hanım’a son mektup Şubat 1952 tarihlidir. Ölümünden yalnızca üç ay önce... Son mektuplar çoluğuyla çocu ğuyla barış içinde yaşayan bir aile baba sını sarmalayan sıcak aile havasıyla do ludur. Ancak, bir başka savaşın, Kore savaşının gölgesi düşmüştür bu süku nete.
Hastadır ama yalanmaz. Durumu gü lümseyerek karşılamaya, abartmamaya gayret eder. İnsan mektuplan okuduk ça, sonlara doğru, bütün bu çetin hayat boyunca Esendal’a devam etme gücünü veren en önemli kaynağın, onun için asıl anlamlı olanm; hep geri planda tuttuğu, neredeyse gözlerden sakladığı yazarlığı olduğunu yavaş yavaş anlıyor. Ve oku run yüreği burkuluyor. Malum, Esen dal kalem adlan kullanırdı. Son mek tuplarından birinde sevgili kızına şöyle yazmış:
“Bu arada biri çıkmış, Memduh Şevket adıyla hikâyeler yazıyor. Güzel mi? Hiç olmazsa yazdıkları bir şeye benzese! Soy adım çalarlar, ses çıkaramazsın. Kanun da cezası yok. Hoşuma da gitmiyor desem yalan olur. Bu kadar yazıcı var. Hiçbiri nin adını çalıyorlar mı? Anlaşılan beğe niyorlar...” (s. 607)
Sonuna kadar şakacı, övünmesinde bile çekingen ve çelebi... ■
Kızıma Mektuplar/ Memduh Şevket Esendal/ Yayıma Hazırlayan: Muzaffer Uyguner/ Bilgi Yayınevi/ Ocak 2001/ Fotoğraflar dışında 635 s.
C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 5 9 5 S A Y F A 7
Taha Toros Arşivi