• Sonuç bulunamadı

Bir yayıncının günlüğü

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bir yayıncının günlüğü"

Copied!
5
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

îlk hikâyelerini ne zaman yazdığı kesin

olarak bilinemeyen M emduh Şevket

Esendal, m odem öykücülüğümüzün

kurucusu sayılır. Esendal’ın tüm

yapıtları, Bilgi Yayınevi tarafından

yayımlanmaya devam ediliyor. Öykü ve

romanlarından sonra anıları ve kızına

mektupları da yayımlandı.

Edebiyatımızın bu önemli adını bir kez

daha gündeme getirmek istedik.

M

emduh Şevket Esendal’ın “Ayaşlı ile Kiracıla­ rı” adındaki romanı 1934 yılında Vakit Neşri­ yatı olarak yayımlandı. Ancak daha önce Va­ kit gazetesinde “tefrika” edildiği için, birkaç yıl geriye gidflirse, 1930’lann başlarında yazıldığı anlaşılıyor. D e­ mek 70 yıl önce okurların ilgisine sunulmuş bir roman. Roman güncelliğini koruyor mu? Günümüz okurla­ rı için nasıl bir önemi var?

Bu soruların yanıtını arayarak “Ayaşlı ile Kiracılarını değerlendirmeye çalışmalı.

Duruk bir Osmanlı toplumunun ümmetçi anlayışın­ dan devingen bir cumhuriyet toplumunun ulusçu an­ layışına geçerken ne türlü bocalamalarla karşılaşmış, nasıl bir yozlaşmaya düşmüşüz? “Ayaşlı ile Kiracıları” bu çalkantılı donemi anlatıyor.

Günümüze daha büyük boyutlarla yansıyan yozlaş­ manın ipuçlarını “Ayaşlı ile Kiracılarında aramak, ro­ mana daha anlamlı bir derinlik kazandırmaktadır.

“Ayaşlı ile Kiracıları”; başı, ortası, sonuyla alıştığımız bir çerçeveye yerleştireceğimiz bir roman değildir. Ayaş- lı İbrahim Efendi’nin tuttuğu 9 odalı bir apartman da­ iresi var. Roman kişileri bu dairedeki odalara yerleşmiş. Kültür düzeyleri, yaşama anlayışları birbirine benzeme­ yen bu insanlar arasındaki ilişkiler yumağıdır romanı oluşturan. Her kiracının kendine özgü bir dünyası, bir yaşama anlayışı var. Yarım kalmış gibi görünen bu ya­ şamalar düşlem gücümüzde sürüp gider gibidir.

Romanın adı

Vakit Neşriyatı’nda “Ayaşlı ve Kiracıları” adıyla çıkan romanın ikinci baskısı 1957’de Dost Yayınevi’nce ya­ pıldığı zaman “ Ayaşlı ile Kiracıları” olarak değiştirilmiş­ tir...

Ölümünden üç dört gün önce Esendal’ı görmeye gi­ den Naim Tiralı anılarında şöyle diyor:

“Ayaşlı ve Kiracılan’ndan bahsediyorduk. Romanın

asıl isminin ‘Ayaşlı ile Kiracıları’ olduğunu, basılırken metinde de bir faslının adanmış olduğunu söyledi, ikin­ ci baskıda bu hataların düzeltileceğini işaret etti.”

Vakit Neşriyatında ilk basımı 1934’te yapıldığı zaman Esendal, Kabil’de elçi olarak bulunuyordu. Romanın basımıyla ilgilenemediği için, değişik yorumlara yol açan yanlışlara engel olamamış.

Oğlu Ahmet Esendal’a yazdığı bir mektuptan, Türk- çeye ne denli önem verdiğini, “ve” bağlacını da kullan­ mayı sevmediğini anlıyoruz:

“Her sözün Türkçesi vardır ve olabilirdi ama, işletil- memiştir. ‘Emir etmek’ sözünün Türkçesi ‘buyur­ maktır. Emir de buyurma. ‘Emir’ işlemiş, ‘buyruk’ bı­ rakılmış. ‘Buyruk’ dersen anlamıyorlar mı? Anlıyorlar ama biraz yabancı gibi geliyor. Hele hükümet dilinde, şimdilik, kullanmak hiç olmuyor. Yarın- işlenecek, hü­ kümet diline de girecek.

Dilin değişmesi işinde herkes çalışıyor ama bunların çoğu bilerek değil. Bilmeyerek sürüklenip gidiyorlar. Bu işte eğer herkes bilerek çalışırsa, ‘eskiye bağlı kalaca­ ğım’ diye uğraşmazsa, dilimiz çok çabuk ileri gider ve işlenir.

Benim bu yazımda da olabilir ki ‘eğer’ gibi, ‘her’ gi­ bi Farsça sözler, ‘ki’ gibi, ‘ve’ gibi edatlar vardır. Ancak ben kendimi biraz yorsam bunlarsız da yazarım. Şimdi hiç kendimi yormak istemediğim için bu birkaç söz ka­ çıyor.”

Esendal’ın bu sözleri yalnızca romanın adında “ve” bağlacının olmadığını göstermiyor; sade, kolay anlaşı­ lan dilinin günümüz okurlarınca da romanı nasıl benim­ sediğini gösteriyor.

Romanda Sakıncalı Yönler Var mıydı?

Yıllar önce Tahir Alangu ortaya şöyle bir görüş atmış­ tı:

“Ayaşlı ile Kiracıları’ önce Vakit gazetesinde tefrika edilmiş, sonra yine orada kitap olarak yayımlanmıştı. O yılların dar anlayışına, politik zorluklarına uyularak eserden büyük bir parçanın çıkarıldığını sonradan öğ­ rendik. Dost Yayınlan arasmda çıkan ikinci baskısının da sansür edilmiş bu parçayı yerine koymadan yayım­ ladığını burada belirtmeliyiz.”

Bu sözleri başka yazarlar da benimsedi. Uğur Kök- den de “Günün koşullan nedeniyle ‘Ayaşlı ile Kiracıla- n ’ndan dizgi sırasında birkaç -ya da üç- formanın

kır-□ Fethi N aci’nin Eleştiri Günlüğü’nde

bu hafta, yaşam ının bir dönem ine dö­

nüp bakıyor

--- 3. sayfada

□ Pelin Özeren, Nilüfer Açıkalın’la öy­

küleri Üzerine konuştu

... ...10. sayfada

□ M. Emin Özcan, Robert Musil’in öy­

külerini değerlendirdi

...

12

. sayfada

□ Defne Gürsoy, Fransa’da olay yara­

tan üç kitabı anlattı

...24. sayfada

k i t a p

7 7

a a v 1 »

MUSTAFA ŞERİF ONARAN

(2)

Edebiyatçı olarak hep güncel

K a p a k k o n u s u n u n d e v a m ı...

pıldığı da bir başka gerçek” diyordu. Sanırım bu varsayımlar romanın 1934 basımında 9, 12, 24 numaralı bölümle­ rin bulunmayışına dayanıyordu. Dost Yayınevi, Esendal’ın ölümünden çok sonra, 1957 ’de ikinci baskıyı yaptığı için, yanlışların düzeltilmesi olanağı gene b u ­ lunamamıştı. Ayrıca ikinci baskı daha ni­ ce yanlışlarla doluydu.

Esendal’ın bütün yapıtlarını basmak Bilgi Yayınevine verilince, dizinin ilk ki­ tabı “Ayaşlı ile Kiracıları” olmuş, eksik bölümler görmezden gelinerek yeniden bölüm sıralaması yapılmıştır. Asıl önem­ lisi bu üçüncü basımda, yayınevinin dü­ zeltmeni rahmetli Zeki Akıncı’nın nok­ talama imlerini kendine göre düzenle­ mesi, Esendal’ın diline de dokunmuş ol­ masıdır.

Belki de Esendal’ın siyasetçi kişiliğin­ deki iniş çıkışlar, karşısında olanların onu yıpratma davranışları, Alangu ile Kökden’in böyle bir yoruma varmaları­ na yol açmıştır.

Eski basımlarla karşılaştırmalı okuma sonunda hiçbir bölümün çıkarılmadığı­ nı; 9,12,29 numaralı bölümlerin numa­ raları düştüğü için bir önceki bölümle iç içe geçtiğini saptadım. Bölümdeki konu ayrımının yeri belli oluyordu.

(Uğur Kökden’in yanlış yorumunu düzelttiğim bir yazı için, beni telefonla arayıp teşekkür edişindeki inceliği unu­ tamam.)

Bilgi Yayınevi’nin daha sonraki danış­ manı Sevgi Özel bilgili, çalışkan bir ya­ zardı. Uyarılarımı olumlu bularak üçün­ cü basımdan sonra bütün yanlışları dü­ zeltti. Yeni basım için açıklayıcı bir yazı yazmamı istedi. O zamanki yoğun çalış­ malarım yüzünden böyle bir yazıyı zama­ nında yetiştirmeye olanak bulamadım.

Şunu belirtmekte yarar var: İttihatçı­ lardan Kara Kemal’in yakın adamı.ola­ rak tanınan Esendal, kendini cumhuri­ yet devrimlerine adayan bir aydındı. Atatürk’ün de İnönü’nün de güvenini kazanmıştı. Siyasetçi kimliğini korurken cuhuriyet devrimlerine zarar verecek bir yanlışa düşmedi.

Roman kişileri

Bir banka müfettişi olan roman kah­ ramanı Ayaşlı nın apartmanmda bir oda tutar. O nun ağzıyla anlatılan roman, onun gözlemleriyle gelişir, değişik bo­ yutlar kazanır.

Esendal bu ban­ kacıya kendinden bir şeyler katmış olabilir. Kimi öteki roman kahram an­ larında da Esen- dal’dan iyi izler gö­ rülebilir. Ama ro-

m-wuutî. EVKET TTSENDAL MKKTOi

*T*sasvKEr

•gğşEasmı,

S A Y F A 4 C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 5 9 5

(3)

man kahramanı bankacıyı Esendal’la öz­ leştirmek doğru olmaz.

Roman kişilerinin özellikleri belirti­ lirse, romanm akışıyla ilgili bilgi edine­ biliriz.

Önce romandaki hizmetçileri ele ala­ lım. Üç hizmetçi kadın var, üçünün de ortak yanı dedikoducu olmaları, kiracı­ ların girdi çıktılarını iyi bilmeleri. Hali­ de soluk yüzlü, bir adamdan gebe kal­ mış, kendini ona baktırmasını bilmiş, ağzı kalabalık bir kadın. Raife de, kızla­ rını pazarlayan ağzı kalabalık bir kadın. Kocası hapse giren Ziynet, bir başka adamın kapatması.

Romanda belirtilen ahlak çöküntüsü iki hizmetçinin dost tutması, öteki hiz­ metçinin kızlarım satmasıyla sınırlı de­

ğil-Kiracılardan Turan Hanım kumar oy­ natır. Kocası Haki Bey eşine karışma­ yan, belki de sineye çeken, kişiliksiz bir adam. Turan Hanım’ın bankacıyla da yakınhğı var.

İffet Hanım saç kesimi, giyim kuşamı ile Turan Hanım’a benzemeye özeniyor. Kocası Abdülkerim, Türkistan göçme­ ni. Kömür ticareti yapıyor. Karısı üzerin­ de hiç etkisi yok. Çocukları hep ağla­ maklı. Çocuklarıyla ilgilenmezler.

Ayaşlı İbrahim Efendi bir zamanlar düğünde birini vurmuş, 6 yd yattıktan sonra kaçmış, dağlarda eşkıyalık yapmış, aftan yararlanıp dönmüş, iki karılı bir adam. Köydeki karısından Numan adın­

da bir oğlu var. Silik bir çocuk. Okuya­ cağı da yok. İkinci karısı Makbule bir başka yerde ev işletir. Makbule’nin kızı Faika, Ayaşlı’nın yanındadır. Faika Fu­ at adında bir şoförle evlidir ama, şoför bunların parasını sömürmeye bakar. Ayaşlı de üvey kızı Faika arasmda ilişki olduğu dedikodusu vardır.

Bir başka kiracı, emekli konsolos Şe­ fik Bey, parasını genç oğlanlarla yer. Gençlerin alay maskarasıdır. Günün bi­ rinde kafası koparılarak öldürülür.

İskender Bey, Sovyet Devrimi döne­ minde Rusyada bulunmuş, devrimci ge­ çinen bir sahteci. Fabrikası olduğu ya­ lanını yayar. Oysa fabrika dediği yer af­ yon imalathanesidir. Yasa dışı işler yap­ tığı saptanır, içeri atılır.

Cavide romantik görünen bir genç ha­ nım. İş bulması mazeretiyle bankacıya yanaşmak ister. Üstelik bir başka ada­ mın da kapatmasıdır.

Osmanlı devletinin çöküntü döne­ minden başlayan bu yozlaşma cumhuri­ yetle gelen toplumsal değişimin ivme ka­ zandırdığı bir durumdur. Bu olumsuz kişilerin birbirini tamamlayan özellikle­ riyle nasıl bir çürümenin başladığı gös­ teriliyor.

Umut

Ama Esendal umudann öykücüsüdür. Sunullah A nsoy’la bir konuşmasında “insanlara yaşamak için ümit, kuvvet ve neşe veren yazılardan hoşlandığını; in­ sanları yuğunmuş mutfak paçavrasına

çeviren ve yeise düşüren yazılardan hoş­ lanmadığını” söylemiştir.

“Ayaşlı ile Kiracıları” romanında, o yozlaşmış ortamda, kendilerini kurtar­ masını bilen olumlu kişiler de var.

Bulgaristan göçmeni, oralardan ban­ kacının hemşerisi, ağabeysinin arkadaşı bir Haşan Bey’i tanıyoruz. Bulgaris­ tan’daki mallarına karşılık Samsun’da arazi verilmiş, geri alınmış. Ayvalık’ta yer verilmiş, o da geri alınmış. Şimdi İzmir yörelerinde yer verilecek diye oyalanıp duruyor.

Üstelik “İçen adam pek de zararlı de­ ğildir” diye kızı Selime’yi içkici bir ada­ ma vermiş, adam gece gündüz içen bir ayyaş çıktığından ayrılmak zorunda kal­ mış. Kız şimdi Ayvalık’ta babasının işle­ ri bitsin diye bekliyor.

D oğulu bir Hüseyin Bey var, “İsyan­ cı” diye kara sürmüşler. Elinden malı mülkü alınmış. Her önüne çıkana der­ dini anlatıp durur; topraklarını geri al­ manın, hakkını aramanın arkasındadır. İşlerinin düzeleceği yoktur.

Bankacının arkadaşı Dr. Fahri, banka genel müdürünün yeğeni Melek’i beğe­ nir. Müdür de, müdürün hanımı da, Me­ lek de yeni topluma uyum sağlayan, ya­ rının Türkiyesi’ni kuracak olan insan­ lardır.

Haşan Bey’e inme gelmiştir. Kızı Seli­ me çağırılır. İncelikleri olan, ayrıcalı bir kadındır.

Bankacı bu kadını sevdiğini anlar.

Hastalığı ağırlaşan Haşan Bey ölünce, o karışık ortamda, bankacı Selime’yi alı­ koyamaz. Kız Ayvalık’a döner.

Bir zaman sonra koşullar Selime’nin dönmesini kolaylaştırır. Dr. Fahri ban­ ka genel müdürünün yeğeni Melek’le, bankacı, Selime’yle evlenir.

Bu yoğun, bu karmaşık olaylar gelgi­ tine daha çok şey eklenebilir. Romam okuduktan sonra içimize çöken tortuda neler var?

Yeni toplumda kadın

Cumhuriyeti kurmuşuz. Yokluklar içindeyiz. Yeni bir toplum yaratma sa­ vaşımı veriyoruz. Kumar, fuhuş, evlilik kurumuna güvensizlik, kolay yoldan kö­ şeyi dönmek, işsizlik yeni kurulan bir toplumun yaraları. Günümüz Türkiye- si’nde bu sorunlar daha da büyümüş, üstelik doğal karşılanır olmuş.

Yeni toplum birdenbire oluşmadı. Son yüzyıldır Batıya yönelme çabalan içindeyiz. Fu uyumsuzluğun getirdiği yozlaşma da birdenbire ortaya çıkmadı. Örneğin I. Dünya Savaşı sonrası, her türlü çürümüşlük ortamının içinde ka­ lan İstanbul, bir Sodom-Gomore olarak nitelenir.

Cumhuriyet birdenbire her şeyi dü­ zeltebilir mi?

Geleceğe umutla bakmamızı sağlaya­ cak küçük ışıklar var. Bankacının, Dr. Fahri’nin kurduğu evliliklerde, banka­ ya sahip çıkan genel müdürün davranış­ larında bu umut ışıklarını görebiliriz.

Esendal öykülerinde, öteki romanla­ rında kadınlara ayrı önem veren, onla­ rın gücüne inanan bir yazar. Erkek ege­ men bir toplumda kadının ezilmediğine, kişiliğini koruduğuna güveniyor. Ku­ marcı Turan’la yeni yaşama biçimine kendini kaptıran İffet bile, olumsuz gös­ terilen kişiliklerine karşın, kocalarını sindirmiş kadınlar. Halide gebe kaldığı adama kendini kabul ettirmesini bilen, becerikli bir kadın.

Bu olumsuz kişilere bile bağışlayan, sevecen bir gözle bakar Esendal.

Ama yarının Türkiyesi’ni oluşturacak çağdaş kadınlan Dr. Fahri’yle evlenecek M elek’te, bankacıyla evlenecek Seli- me’de görüyor.

Yasamanın yorumu

Esendal, “Ayaşlı ile Kiracılan”ndaki karmaşık cinsel ilişkiler yumağına çürü­ müşlük gözüyle mi bakıyor? Yeryüzü kurulduğundan bu yana cinsellik var. Bir ucu sanal sevide, öteki ucu cinsel do­ yumda olan bu ilişkiler, romancının yo­ rumuyla biçim kazanır. İlişkileri çirkin­ leştirmeyi sevmeyen bir yaklaşımı var Esendal’ın.

“Ben bahtımın genişliğine inanırım. Her istediğim er geç olur” diyebilen Esendal, oğlu Ahmet Esendal’a yazdığı bir mektupta dünyaya, insanlara bakışı­ nı şöyle anlatıyor:

“Çok genç yaşta-iken yaşamamn ne olduğunu sezdim. Ölçüden dışarı düşü­ nüp, isteyip de sonra kırgınlığa uğrama­ dım.

Yaşayış bence ne çok iyidir ne de çok kötü. Ben yeryüzünde bulunmaktan, ot­ lara, sulara, ağaçlara, adamlara bakmak­ tan hoşlanırım. Kargaların uçtuklarını, buludann geçtiklerini görmek, adamla­ rın budalalıklarını işitmekten içimde bir ferahlık ve açıklık duyarım. Kendi bu­ dalalıklarımı, zavallılıklarımı bile seve­ rim. Bence günün birinde ölmek hiç doğru bir iş değildir. Güzel güzel yaşa­ yıp dururken kocalıp ölmenin ne tadı var! Ancak, bu böyle olmakla beraber, günün birinde ölmek sırası gelince on­ dan da çok çekinmem.”

Cumhuriyet Ankarasf ıun ilk günleri

“Ayaşlı ile Kiracıları” cumhuriyet An- karası’nın kuruluş yıllarını anlatıyor ama, ne Ankara’nın adı geçer ne de

An-Bir yayıncının

■ ■ - ■ ■ w ■■

gunlugu

AHMET TEVFİK KÜFLÜ

Temmuz 1941 -S öğü t

O

kullar tatil oldu. İlkokul dördüncü smıftan beşin­ ci sınıfa geçtim. Annem ve babamla birlikte Anka­ ra Garı’ndan gece trenine binerek on iki saatte Bi- lecik’in köyü Karaköy’e geldik. Buradan otobüsle memle­ ketimiz Söğüt’e geçeceğiz, istasyonda arabayı bekliyoruz. Sabah alacası, yüzler gölgeli, sesler kısık, fısıltı gibi. 2. D ün­ ya Savaşı bütün şiddetiyle devam ediyor. Ülkemiz savaşa gir­ medi ama sanki savaşın içindeyiz. Her yer karanlık, trenle geçtiğimiz bütün şehirler, kazalar karartma içinde. İstasyon lambalarını mavi kâğıtlarla sarmışlar, yüksek sesle bile ko­ nuşulmuyor. Yer yer askeri birlikler görülüyor.

Otobüs geldi, yolcular yerlerini almaya başladılar. Fötr şapkalı, iyi giyimli bir zatın peşinde 2-3 kişi koşturuyor, eş­ yalarının taşınmasına, yerleştinlmesine yardımcı oluyorlar. İstasyon memurları, çevredekiler bu yolcuya karşı gayet saygılı, özenli ve dikkatliler, “Mebus Bey” diyorlar.

Biz de biniyoruz, annemle babam ikili boş bir kanepeye oturuyorlar. Önlerindeki kanepenin bir kişilik yeri boş, di­ ğerinde mebus olduğu söylenen muhterem kişi oturuyor. Benim ayakta kaldığımı görünce babama yanına oturabile­ ceğimi söylüyor. Babam teşekkür ediyor, ben de boş yere oturuyorum. O tobüs biraz sonra Söğüt’e hareket ediyor.

Bir hayli yol aldıktan sonra yanımdaki güleç şimali, nur yüzlü, bir çocukla konuşmasını gayet iyi bilen “m ebus”,

- Sen kaçmcı sınıfa gidiyorsun? diye soruyor. - Beşinci smıfa geçtim.

- Hangi okuldasın? - Necatibey İlkokulu’nda.

- Dem ek Ankara’da oturuyorsunuz. - Tabii efendim. Işıklar Caddesi’nde. - O zaman eviniz okula yakın.

- Karşı karşıya. Bazen zil çalınca koşup yetişiyorum. - Necati Bey’in kim olduğunu biliyor musun? - Elbette. Maarif Vekilimiz Mustafa Necati Bey. - Sen Söğüdü değil misin?

- Annem babam Söğütlü. Ben Ankaralı’yım.

- Canım öyle şişinme. Ankara Cumhuriyetimizin başşeh­ ri ama, Söğüt de Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulduğu

yer.

İlk padişah Osman Bey’in babası Ertuğrul Gazi’nin türbe­ si Söğüt’te.

- Biliyorum efendim.

- Ders kitaplarının dışında neler okuyorsun?

O sırada, hemen arkamda oturan babam konuşmaya giri­ yor:

- Beyefendi, eline ne geçerse okuyor. Ders kitaplarını bir yana atıyor, gazete, mecmua ne bulursa okuyor. Nisan ayın­ da Almanların Yugoslavya ve Yunanistan’a saldırdığını, Gi- rit’in düştüğünü, Ingilizlerin Suriye’yi işgalini, on gün ön­ ce de Almanların Sovyeder’e savaş açtığını bana hep ilk o haber verdi.

Sonra beyefendi harçlık veriyorum, Suluhan’a inen mer­ divendeki sergici kitapçılardan Nat Pinkerton, Şerlok Hol- mes alıp alıp okuyor. Bendenizin yanında dükkân kesekâ­ ğıdı satıcısı Mahmut Nedim Bey’e aittir. Geçen gün, onun sattığı gazete kâğıdından yapılma kesekâğıtlannı okuyor­ muş. Kıvrılan yerlerini okuvamayınca, bozmuş, yırtmış öy­ le okumuş. Fark edince ç o k kızdım.

- Belki dövdünüz.

- Yok dövmedim, kulağım çektim.

- Aynı kapıya çıkar. Bırakınız okusun. Herkes çocuğum okusun diye zorlar, sizse okudu diye kulağını çekiyorsunuz.

- Efendim, ders kitaplarını okusun, Kuran-ı Kerim oku­ sun. G eçenlerde H acı Bayram Camii İmamı Cemil Ho- ca’dan rica ettim, eve teşrif ettiler. Bunlar 3 kardeştiler. En büyükleri kız, 2 oğlan. Yanınızdaki en küçükleri Ahmet. H oca elifbayı, alfabeyi öğreteyim demiş. Peltek Z’ye gelin­ ce 3 kardeş hocayla alay edercesine gülmüşler, o da dersi bırakıp kızgınlıkla camiye dönmüş.

M ebus zat saçımı okşuyor. O zaman babam geri çekilip arkasına yaslanıyor.

- Sen, diyor mebus zat, kısık bir sesle, bildiğinden şaşma, eline geçeni oku. H ep oku. Okumaktan güzel şey var mı?

Susuyor, bir süre sonra yine kulağıma doğru eğilip fısıl­ dıyor:

- Var, var. Okumak kadar güzel şey, yazmak yazmak. Sonra da arkasına yaslanıyor. Bir hayli gittikten sonra Sö­ ğüt’e varıyoruz, herkes iniyor. Mebus Bey’i karşılıyorlar, eşyalarını alıyorlar. Beni tekrar okşuyor, annemle babamla vedalaşıyor.

Bizi de akrabalarımız karşılıyor. Sarmaş dolaş oluyoruz. Daha önce Söğüt’e gönderilen ablam ve ağabeyim de var. Teyzemin kocası dünya tatlısı Kâmil eniştem elimden tutu­ yor, beraber yürüyoruz. Epey uzaklaşan mebus beyi göste­ rerek, kim olduğunu soruyorum:

- Ha o mu, diyor. Bilecik Mebusu Memduh Şevket Esen­

dik ***

Tam 42 yıl sonra, ilkokul beşinci sınıf öğrencisi Ahmet Tevfik Küflü, Memduh Şevket Eseııdal’ın (MŞE) yayıncısı olmak onuruna kavuşacak.

(4)

karadan

görüntüler vardır. Ayaşlı’nın üvey kı­ zı Faika’nın annesi İstanbulludur. “İs­ tanbul dururken hükümeti buraya taşı­ dılar” diye sitem eder. Haşan Bey’in ce­ naze törenine bankanm genel m üdürü de katılır.

Bu küçük ipuçları Ankara’da olduğu­ muzu anımsattır.

Aslında bir simgedir Ankara: Devrim - lerin yaşadığı bir kent olarak simge.

Cinsel yakınlaşmaların getirdiği ahlak bozukluğu pek önemsenmese bile; do­ ğulu Hüseyin Bey’e “isyancı” damgası vurulup elinden toprağının alınması; Haşan Bey’e “m übadele”yle verilmesi gereken tarlaların bir türlü verilemeyişi; suyun başında, yani Ankara’da çözül­ mesi gereken bu işlerin sürüncemede kalması; devrimlerin simgesi olan bu kentte işlerin pek de iyi yürümediğini düşündürüyor.

Esendal’ın gizli eleştirisi; toplum ku­ rallarıyla bağdaşmayan kumar, içki, çı­ karcılık, cinsel ilişkiyle yozlaşan duman­ lı ortamdan bu bozuk düzene getirilen eleştiridir.

Romanın dili

Kuşkusuz cumhuriyet Ankarası’nm kuruluş yıllarında görünen yozlaşma, günümüzdeki çürümenin ipuçlarını ver­ mesi bakımından “Ayaşlı ile Kiracıla­ rı ”na ilgiyi arttırıyor. Ama asıl önemlisi, dilde özleşme çalışmalarının yapaylığına düşmeden, halkın duru kaynağından ya­ rarlanarak, 70 yıl önce yazılmış bu roma­ nın tadına varabilmek olanağının bulun­ masıdır.

Dil akıp giden canlı bir varlık. O tuz­ lu yılların başmda, Yeni Dil Akımı, ağ­ dalı Osmanlıcayı sade Türkçeye dönüş- türebilmiş değildi. Genç Kalemi er’in

başlattığı dil etkinliği sınırlı kalmıştı.

Dilde yapayhğa düşmeden, halk dili­ nin doğal kaynağını kullarak Esendal’m sade Türkçeye varması, ondaki dil bilin­ cinin ne denli güçlü olduğunu gösteri­ yor.

Bu görüşünü pekiştiren iki öyküsünü anımsamalıyız: “Feminist” öyküsü, anla­ mını bilmediğimiz sözcükleri kullana­ rak nasıl gülünç durumlara düştüğümü­ zü gösteriyor.

“Hamit için Bir Yazı” öyküsünde, ko­ nuyu hiç bilmeden de, ortama, her şeye, herkese uygulanabilecek yuvarlak söz­ lerle yazmanın anlamsızlığı, saçmalığıy­ la alay ediliyor.

Esendal, yazının içiyle dilin birbirini tamamlayan bir özellik göstermesinden yanadır.

“Ayaşlı ile Kiracıları” sade, açık, kolay Türkçesiyle nice derin duyarlıkları akıl almaz bir güzellikle anlatan bir roman­ dır.

Esendal’ın her türlü gösterişten uzak, alçak gönüllü yaradılışına, ne kadar da güzel uyuyor dili!

Eskiler, “üslub-u beyan ayniyle insan” diye boşuna söylememiş.

Memduh Şevket Esendal’m bütün ya­ pıtlarını gündemde tutmak da bir yayın­ cılık başarısıdır. Esendal’m toplu yapıt­ ları “Kızıma M ektuplarda 17’ye ulaştı. Muzaffer Uyguner’in çabalarıyla tereke­ sindeki yazılar değerlendirildikçe, bu ya­ pıtların yirmiyi geçeceği umuluyor. Te­

rekesinden çıkan yapıtlara bakılırsa, Esendal bütün yaşamını yazarlığa ada­ mış görünüyor.

Böyle bir yazarın yazdıklarını önemse­ mez görünmesi, takma adlar kullanma­ sı, alçak gönüllü oluşundan değil, siya­ setçi kimliğini korumak istemesinden hiç değil; edebiyatı, öteki uğraşlanndan daha önemli saydığı içindir.

Esendal siyasetçi yönüyle belki şöyle bir anımsanacak. Ama edebiyatçı olarak güncelliğini koruyacak.

Babalar ve kızları

ERENDİZ ATASÜ

enim şeker kızım, bal kızım, kaymak kızım” (s. 12), “Emine

( R

I J şeker hanım, benim burnu ya­

ralı kızım ” (s. 9) diye seslenen bir baba.

Yumuşak, sevecen. Yavrusunu küçücük halinden genç kadınlığına kadar özenle izleyen, çocuğu serpilip yetişirken gö­ rev gereği onun yanında bulunamayışı- mn sorumluluğunu duyan, yokluğunu sımsıcak mektuplarla onaran bir baba. Memduh Şevket Esendal, kızı Emine Esendal Sandal hanımefendiye, 1928- 1952 arasında yüzlerce mektup yazmış, ilişkiyi alabildiğine canlı tutan mektup­ lar.

Bu yazışmada karşımıza çıkan, yalnız­ ca önemli bir edebiyatçımızın özel yaşa­ mından sayfalar değildir; koca bir döne­ min yansısı durmakta satırlarda ve satır aralarında; ve ülkemizin kuruluş çağma etkin olarak katılmış bir yazar-bürokra- tın, bir politikacının kişiliği. Gittikçe her anlamda parçalanan bir dünyada böyle- si bütünsel kişilikler artık yok. Kuşku­ suz bu tutarlı tavır sadece Memduh Şev- ket’e özgü değildir, bir dönemin ürünü­ dür; aydınlanma felsefesine yüzünü dönmüş laik ve sosyal adaletçi Cumhu­ riyetin, amacın büyüklüğünü kavraya­ bilen kişilerde somutlaşmış “inkılapçı” ruhudur bu.

Mütevazı koşullar

Dönem ilginçtir; yoksuldur, çetindir, onurludur. Sade Türkiye değil, tüm dünya bugünkü çılgın tüketimle kıyas­ lanırsa mütevazı koşullarda yaşar. Tek­

noloji günümüze göre il­ kel, dolayısıyla ulaşım ve iletişim zordur. Büyü­ kelçi olarak dış ülkeler­ de görevli Esendal sık sık zorlu yolculuklara çı­ kar:

“Üç günde Şap Denizi biter, Aden önüne geli­ nir. Oradan sonra H int Okyanusu. Dört beş gün, belki altı gün, yedi gün her taraf su. Kara görün­ mez. A ltı gün sonra uzak­ tan H int görünür. Sıcak, her gün daha sıcak. Bom­ bay. ” (s. 26) Kabil büyü­

kelçisi Memduh Şevket Bey yolu henüz yarıla­ mıştır. Daha önce tıklım tıklım terli trenlerde ve bozuk dağ yollarında sarsılan otomobillerde kat edilecek uzun mesa­ feler vardır. Nihayet menzile ulaşıldığında in­ san hazin hazin özlemez mi İstanbul’u?., (s. 26). Yıl 1933.

“ ‘Allah gemiyi batır­ ma’ dedin, Allah gemiyi batırmadı. Ben de güzel güzel Batum’a kadar gel­ dim. Şim di buradan şi- mendüfere bineceğim. Sen yine dua edersin, şi- mendüfer güzel güzel Ba- -kû’ya gider. Oradan tek­

rar vapura bineceğim, sen yine dua edersin, A l­ lah o vapuru da batırmaz. Oradan otomobile binip Tahrana gideceğim. ‘Otomobil güzel güzel Tahran’a gitsin diye A l­ lah’a söylersin. Allah, se­ nin gibi yavru hanımla­ rın, iyi kızların dualarını

ast* - i

ıvmt

Kızana Mektuplar

kabul eder” (s. 11) iş ­ te Tahran büyükelçi­ sinin güzergâhı! Yıl

1928.

Bu pasajları okur­ ken, ‘940’larda orta eğitim müfettişi ola­ rak “demir asa - de­ mir çarık”la dağ tepe Anadolu’yu dolaşan babamın anneme yazdığı mektuplardaki yolculuk ayrıntı­ larını anımsadım, ister istemez. Devletin sıradan bir öğretmeniyle büyükelçisinin benzeşen koşullarını yaratan, kuşkusuz sadece teknolojik yetersizlik değildi; b u ­ gün ne yazık ki bizlere masal gibi gelen daha eşitlikçi bir yönetim anlayışıydı.

Paylaşılan yoksulluk

Yoksulluk paylaşıhyorsa, özveri ağır gelmez insana! Çetin şartlar içinde ayak­ ta durmaya bakan devlet kurumlan ara­ sında bitimsiz bürokratik işlemlere yol açar parasızhk! Tahran sefaretinin ona- rımı için gerekli miktar bir türlü topla­ namaz. Maliye Bakanlığı mı ödeyecektir, Hariciye mi? Memduh Şevket Bey ce­ bindeki parayı katar bu işe hiç yüksün- meden. (s. 19) Viranhaneyi andıran elçi­ lik binasında, iklim ve çevre koşullarıy­ la büsbütün ağırlaşan yalnızlığını, kıt ka­ naat yaşammı sevgili ev hayvanlarıyla paylaşır, (s. 43-44) -

Evet, dönem çetindir ama paylaşımcı ve dayanışmacıdır. Halkın üstünde, ula­ şılmaz bir yerlerde, özel korumalarla çevrelenmiş özel ortamlarda har vurup harman savurarak yaşayan ve durmadan

1939’la birlikte Türkiye daha çetin bir dönem e, bir var olu$ sınavına dünyada hiçbir $ey eskisi gibi olmayacaktır. Herkes gibi, uzak Asya' temsil eden Esendal ın da bas konusu artık savaştır.

bizlere -yani sıradan yurttaşlara- kemer­ lerimizi sıkmamızı öğüdeyen bir zengin- ler-politikacılar-bürokratlar sınıfı henüz oluşmamıştır. C H P ’nin ileri gelenlerin­ den Recep Peker’e sinemada rastlayabil­ diğiniz günlerdir bunlar! (s .326) Esen- dal’ın mektupları tek parti dönemi b ü ­ rokrasisinin, sonradan kimilerince iddia edildiği üzere, imtiyazlı bir küme oluş­ turmadığını kanıtlar bize.

Soyadı meselesi

Bu yıllarda ülke heyecanlar yaşamak­ tadır. M odern zamanlara ait artık alışa­ geldiğimiz, varlık nedenlerini sorgulama gereksinimini duymadığımız kimi olgu­ ların o günlerin insanlarının yaşamında -şimdiki akıllara çocukça gelen- ne b ü ­ yük çalkantılar yarattığım belgelemek­ tedir mektuplar. Örneğin soy adı kanu­ nu! 73. ve 86. sayfalar arasındaki bütün mektuplar soy adı meselesinin tartışma­ larıyla meşguldür! Hangi ad ya da nasıl bir ad seçilmelidir? Henüz doğmamış torunlar adına büyük bir sorumluluktur bu!

Yıllar geçmektedir. Atatürk hastadır, ikinci Dünya Savaşı’mn eli kulağında­ dır. Küçük Emine büyümüştür, ilke ola­ rak devrimlerin savunucusu Esendal, uy­ gulamalara eleştirel yaklaşmaktan geri durmaz ve görüşlerini kızıyla paylaşır:

“Kızım Canım,

Dün gece Ankara radyosunu dinledim. Bir sürü saçmadan sonra bize, değerli bir haber de verdi. Atatürk, çektiği hastalığın bu nöbetini de atlatmıştı. Bu haberi işit­ tikten sonra radyodan her ne dinledimse, bana hoş geldi. Ancak, doğrusu bizim rad­ yo yayınlarımız biraz serince, bana biraz hafif geliyor Ben ülkemizde yapılan şey­ lerin hemen hiçbirini beğenmiyorum. Bi­ zim için az, bizim için hafif görüyorum.

içim bunlara kanmıyor: ‘Bu günde bize bu kadar ye­ ter’ diyemiyorum...’’ (s.

211) Eleştiriler ağırlaşarak devam eder.

Yukarıdaki m ektuptan on yedi gün sonra Atatürk ölecek, bir yıla kalmadan savaş patlayacaktır. Esen­ dal Ankara’dadır ve 3 Ey­ lül 1939 gecesi, İstan­ bul’daki kızma yazar:

"... İngiltere ve Transa

bugün saat 12’de savaşa gi­ receklermiş!” (s. 226). Da­

ha henüz bir yetkiliyle gö­ rüşmemiştir. Halkta göz­ lemlediği tedirginliği kızı­ na aktarır: “Şoförlerde, otel

garsonlarında bir durgun­ luk, bir korku var... İstas­ yondan Yenişehir’e gider­ ken şoför benden soruyor: ‘Eskişehir’de asker almaya başlamışlar m ı?’ diye. ”

1939’la birlikte Türkiye daha çetin bir döneme, bir var oluş sınavına girmiştir. Artık dünyada hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Herkes gibi, uzak Asya’da Türkiye’yi temsil eden Esendal’ın da baş konusu artık savaştır. Devir eleşti­ ri değil, mudak dayanışma devridir.Görüşlerini kızıy­ la özgürce paylaşan Esen­ dal artık mudak beraberli­ ğe inanmaktadır: “...Savaş

zorlukları gün geçtikçe da­ ha ağırlaşıyor. Başta bulu­ nanlara inanıyoruz. Her ne yapıyorlarsa doğrudur.” (s.

321). Esendal’ın savaşın gidişatı üstüne -çoğu doğ­ ru çıkan- öngörüleri onun uluslararası ilişkilerdeki rtamrî'ivpvilk sağlam bilgisini gösterir:

da Tunoye y. „ ^ ü e A fn k a ç o k g £ _

C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 5 9 5 S A Y F A 6

(5)

niştir. Hitler bu genişlik içinde boğuşup dururken Anglosaksonlar havalarda üs­ tünlüğü alma işleri büsbütün karanlığa düşmez mi?” (s. 324)

Esendal Türkiye için iyimserdir: Hem yöneticilere hem “şansımıza" (s. 324) gü­ venmektedir. Esendal haklı çıkacak “ba- şımızdakiler” Türkiye’yi savaş felaketi­ nin kıyısında, uçuruma yuvarlanmadan tutabilmeyi başaracaklardır.

Bütün bu zor yıllar boyunca Esendal kızının meseleleriyle, onun iç dünyasıy­ la, geçirdiği değişimlerle yalandan ilgi­ lidir. Baba kimliğinde Esendal’ın kişilik yapısının özünü buluruz. Bu öz, edebi­ yatçı, bürokrat, politikacı olarak Esen- dal’ın çizdiği duruşla bir ve aynıdır. H a­ latın her alanında akılcı, eşitlikçi, aydın- anmacı, ulusçu olabilen bir insan dur

L __________

maktadır karşımızda. Bu insan asla bu­ yurgan bir baba değildir. Şaşılası bir eşit- likçilikle yaklaşır kızma, sevecen bir dost gibi.

Ana-baba yetkesini, erkek-kadın hi­ yerarşisini bir kenara itebilmiştir! Ken­ di kuşağı için hayret verici, kendi kuşa­ ğının Cumhuriyet devrimlerini kavraya­ rak desteklemiş içtenlikli aydınları için­ se tipik bir davranıştır bu. Sevgili kızıy­ la arasına giren mesafenin ve özlemin “baba”nın geleneksel yüzünü yumuşa­ tıcı etkiler olabileceği düşünülse bile, Esendal’daki “yeni baba”nın tutarlılığı ve sahiciliği çok açıkdır.

Büyük bir onur

Tutumu kızma özgüven kazandırma­ ya yöneliktir. Sevgisini cömertçe dile ge­ tiren seslenişlerin yanında kızma verdi­ ği önemle de başarır bunu. Ona şiirler yazar. Ona birlikte çalışmayı önerir. N e büyük bir onurdur bu bir evlat için!

“Biz birlikte bir şey yazmayı deneye­ lim. Ben bir tem düşüneyim. Sen de bir tem hazırla. ” (s. 201) Esendal gerçek öz­ güvenin ancak bilgiyle mümkün olduğu­ nun elbette farkındadır. Kızım bilgi, dü­ şünce ve kültür birikimi güçlü bir insan olarak yetiştirmektir amacı. Ona bir tür hayat öğretmenliği yapar. Mektuplar hiç didaktik değildir. Hafif ve şakacıdır Esendal’ın ifadesi. Yalın bir dil kullanır, dilde yalınlaşmadan yana olduğunun so­ mut bir dışavurumudur mektuplar. (Ve elbette tüm yapıdan. Mektuplan yayıma hazırlayan Muzaffer Uyguner tek bir sözcüğe bile dokunmadığını belirtmiştir. Kimi yetmiş küsur sene önce kaleme alınmış bu mektuplar bugün yazılmış gi­ bidir.)

H ep örneklerle anlatır. Örneklerini edebiyattan seçer. Çehov (s. 182), Fla- ubert, Mauppasant (s. 193) sanki Esen- dal’ın yakın arkadaşlarıdır; öylesine özümsemiş, öylesine hayatına katmıştır onların edebiyatını. Emine Hanım bu açıdan çok ayncalıklı bir gençlik yaşamış olmalı. Hayatı edebiyat kanalıyla öğre­ ten bir baba her evlada nasip olmaz. Mektuplar hiçbir zaman edebiyat üstü­ ne bilgiçlik taslayan ya da düşünce yığın- tılayan metinlere dönüşmez. Esendal edebiyatla ilgilenirken birden yaşanmış örneklere sıçrar, hayatın ve sanatın bü­ tünselliğini, karşılıklı kan bağını vurgu- larcasma.

Edebiyat yapıtlarına yaklaşımı kişili­ ğiyle uyumludur. O her şeyden önce bir akılcıdır. Duygusal aşırılıklar, duygusal tepkiler ona göre değildir. Madam Bo- vary çözümlemesi (s. 193, s. 253) ilginç­ tir. Akılcı -biraz fazla akılcı- bakar Em- ma Bovary’nin tutkulu çırpınışlarına. Aynı akılcı -fazla akılcı- yorum aşk bah­ sine değindiği mektuplarda da (s. 253- 56) geçerlidir. Esendal kızını çağdaş bir kadın olarak yetiştirmektedir. Onu eviç­ lerinde korumak gibi bir niyeti elbette yoktur. Topluma açılmanın ise bedelle­ ri vardır. Kızının bir hayırsıza âşık ola­ bileceği endişesiyle onu baskıcı ve kısıt­ layıcı olmadan uyarmaya mı

çalışmakta-Esendal 1945'te parti sekre­ terliğinden ayrılıp daha sakin bir hayata başlar. Emine Hanım'a son m ektup Şubat 1952 tarihlidir, ölüm ünden yalnızca üç ay önce... 1941'de Esendal’ın elçilik günleri bitmiş, saylavlık (milletvekilliği) dönemi baş­

lamıştır. Kızıyla süren yazışmaları artık bir yurtiçi iletişimidir. Bu dönem de çok ilginçtir ve mektuplar ortaokul tarih kitaplarının es geçtiği bir şeyle, savaşın eşiğinde direnen Türkiye'nin gerçek hayatıyla doludur.

çoğunluk on- lardadır. Ve milli eğitim adma okutu­ lan tarih ki­ taplarının bu insanların öz­ verilerinin üs­ tünü örtmesi yanlıştır ve ya­ zıktır! Mem- duh Şevket Esendal savaş Ankarası’nda gene çotuğun­ dan çocuğun­ dan uzakır. Barınacak bir oda aramak­ tadır. Bir oda! O tel kaldıra- m a y a c a ğ ı denli pahalı­ dır! “Kızıma M e k tu p la r ” derlemesinin 335 ile 336. sayfaları ara­ sındaki mek­ tuplar hep bu oda hikâyesi ü s t ü n e d i r . M illetvekille­ rine maaşları­ nın ödenip ö d e n e m e y e ­ ceği bile belli değildir! (s. 355) Sevgili okur, duru­

mu günü­

müzle, bu-dır Esendal? Aşka değinirken takındığı

biraz kuru tavır, baba yüreğinin kaygı­ larını mı dile getirmektedir? Belki. (Öte yandan, 1938’de bir babanın kızıyla-aşk konusunda yazışması bile ne kadar ola­ ğanüstüdür, ülkemiz koşullarında!) Esendal’ın yaşam karşısındaki tutumu mizah yanı eksik olmayan hoşgörülü bir sağduyudur. Kendi yapıdanna yönelti­ len eleştiriler karşısında bile elden bı­ rakmaz bu çelebice ve bilgece tutumu­ nu (s. 352). Anlaşılan yaşamanın bir denge sanatı olduğunun bilincine var­ mıştır Esendal ve kızının da bu bilgiyi öğrenebilmesine yardımcı olmaya çalış­ maktadır.

Tarihe bakış

Emine Hanım yetişkinliğe ulaştığında besbelli fikirlerini tartışabildiği bir zihin arkadaşı da olmuştur Esendal için. Sa­ de edebiyatın değil artık pek çok konu­ nun yer aldığı mektuplar, bize Esen- dal’ın zihinsel yapısı üstüne çok şey söy­ lemektedir. Tarihe bakışı ilginçtir. Kişi­ liğiyle tutarlı biçimde, laik ve ulusçu bir ışık altında değerlendirir tarihi. Örneğin Esendal’a göre İran Şiiliğinin ayrılışı dinsel bir olaydan çok Arap istilasını ve zorla Müslümanlaştınlmayı sindireme­ yen İran halkının örtük ulusal tepkisidir, (s .232-33) Kuşkusuz üstünde durulma­ ya değer bir görüştür bu.

194 l ’de Esendal’ın elçilik günleri bit­ miş, saylavlık (milletvekilliği) dönemi başlamıştır. Kızıyla süren yazışmaları ar­ tık bir yurtiçi iletişimidir. Bu dönem de çok ilginçtir ve mektuplar ortaokul ta­ rih kitaplarının es geçtiği bir şeyle, sa­ vaşın eşiğinde direnen Türkiye’nin ger­ çek hayatıyla doludur. Bu yıllar, koşul­ ların yurttaştan ve yöneticilerden daha da fazla özveri beklediği yıllardır. Ve herkes üstüne düşeni yapmaktadır. Haksızlıklar, adam kayırmalar yok mu­ dur, elbette vardır.

Karaborsacılar, savaş zenginleri yok mudur; olmaz olur mu! Ama Memduh Şevket gibi adamlar da vardır. Üstelik

günkü pek çok savan paralamenterleri de ‘940’lann saylavlarıyla kıyaslar mısınız lütfen? So­ nunda Esendal şimdiki Küçük Tiyat- ro’nun bulunduğu Evkaf Apartmanın­ da bir odaya yerleşir, (s. 356) Milletve­ killiğinin yanı sıra, CHP genel sekreter­ liğini de üstlenmiştir ve ülkeyi yöneten tek partinin kilit mev-

kiindeki Esendal her­ hangi bir yurttaş gibi harp yıllarında ek­ mek ve kömür karne­ si peşinde koşmakta­ dır!

Bunca fedakâr in­ sanların yanlışları yok mudur? Elbette var­ dır. Savaşın da baskı­ sıyla ülke yönetimi­ nin ulusçuluk anlayı­ şı daralmaktadır. Esendal’ın 1942’de Emine Hanım’a Mar- din’den gönderdiği mektup, sonradan ül­ kemizin başına çok işler açılmasına sebep olan tutumların to­ humlarına işaret eder. Esendal parti adına yurdu dolaş­ maktadır. Mardin’in Arap kökenli ahalisi devletle iyi geçinme­ nin yolunu aslen Ar- tukoğlu Türklerin­ den geldiklerini ama Osmanlı döneminde çeşitli nedenlerle Araplaştıklarını ve bu yüzden Arapça konuştuklarını anlat­ makta bulmuştur! Esendal bu hikâyeye inanmışa benzemez, ama galiba ferahla- mıştır. " ‘Biz Arabız’ deselerdi, biz Türk ol­

duklarım söyleyecek ve ispata kalkışa­ caktık.” (s. 373) diye yazar kızma. Ayrı­ ca kimi mektuplarda Yahudi yurttaşla­ rımızla ilgili güvensizlik belirten dokun­ durmalar göze çarpar, (s. 340) Her şey, Cumhuriyetin kuruluş felsefesinin ve Mustafa Kemal Atatürk’ün yurttaşları daha geniş bir zeminde kucaklayan ulusçuluğundan daha dar ve baskıcı bir ulusçuluğa yönelindiğine işaret etmek­ tedir.

Sakin bir hayat

Esendal 1945’te parti sekreterliğin­ den ayrılıp daha sakin bir hayata başlar. Emine Hanım’a son mektup Şubat 1952 tarihlidir. Ölümünden yalnızca üç ay önce... Son mektuplar çoluğuyla çocu­ ğuyla barış içinde yaşayan bir aile baba­ sını sarmalayan sıcak aile havasıyla do­ ludur. Ancak, bir başka savaşın, Kore savaşının gölgesi düşmüştür bu süku­ nete.

Hastadır ama yalanmaz. Durumu gü­ lümseyerek karşılamaya, abartmamaya gayret eder. İnsan mektuplan okuduk­ ça, sonlara doğru, bütün bu çetin hayat boyunca Esendal’a devam etme gücünü veren en önemli kaynağın, onun için asıl anlamlı olanm; hep geri planda tuttuğu, neredeyse gözlerden sakladığı yazarlığı olduğunu yavaş yavaş anlıyor. Ve oku­ run yüreği burkuluyor. Malum, Esen­ dal kalem adlan kullanırdı. Son mek­ tuplarından birinde sevgili kızına şöyle yazmış:

“Bu arada biri çıkmış, Memduh Şevket adıyla hikâyeler yazıyor. Güzel mi? Hiç olmazsa yazdıkları bir şeye benzese! Soy adım çalarlar, ses çıkaramazsın. Kanun­ da cezası yok. Hoşuma da gitmiyor desem yalan olur. Bu kadar yazıcı var. Hiçbiri­ nin adını çalıyorlar mı? Anlaşılan beğe­ niyorlar...” (s. 607)

Sonuna kadar şakacı, övünmesinde bile çekingen ve çelebi... ■

Kızıma Mektuplar/ Memduh Şevket Esendal/ Yayıma Hazırlayan: Muzaffer Uyguner/ Bilgi Yayınevi/ Ocak 2001/ Fotoğraflar dışında 635 s.

C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 5 9 5 S A Y F A 7

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

markerdır ve yapılan bir çalışmada otoimmün sensorinöral işitme kaybı olan genç yaş (5-30y) hastalarda serum anti PO antikoru yüksekliği ile işitme

İkinci zevci Mahmut Celalettin Paşa ile oğlu Prens Sa- | bahattinin Mutlakıyetle mücadele iciıı Avrııpaya firar etmiş ol- | maları Seniha Sultanın İkinci

Yaşla birlikte deride, subkutan dokuda ve damarlarda meydana gelen fizyolojik değişiklikler ayrıca yaşa eşlik eden hastalıklar, yetersiz beslenme veya yetersiz hidrasyon

Hani şu Tan gazetesindeki Zekeriya (Sertel). Fakat bazı asker ka­ çaklarının ilk dünya sava­ şında, mahkemesiz asıhşıy- le ilgiliydi. Meselâ herif at­

Buna göre YDGD gösteren enterokok sufllar›n›n tamam›nda penisi- lin-gentamisin ve penisilin-amikasin kombinasyonlar›nda her- hangi bir sinerjik iliflki gözlenmezken;

Yukarıda belirtilen sosyal davranışlar aşağıdaki gibi bazı idealize edilmiş kurallarla basitleştirilmiştir (Meng vd., 2016). Kural 1: Her kuş uyanıklık davranışı

Yuvarlak bir kaide üzerin­ de dört köşe olarak inşa edilen çeşmenin köşeleri yuvarlatı­ larak birer sebil yerleştirildiği gibi, ortalarındaki düz kısımlara

Bu nedenle nem oranı yüksek hava -kışın hava sıcaklığı genellikle vücut sıcaklığından daha düşük olduğu için- ısının vücudumuzdan çevreye daha kolay