S a y f a S ”] ★
MK#*i:&»'■
:HALİKARNAS BALIKÇISI
• w
f i*ıÛ vmm
•5> .ERDAL ÖZ
K a p a lı u fu k la rd a n n e fre t eden B a lık ç ıRESİMLE BAŞLAYAN
KÂĞIT KALEM SEVGİSİ VE...
SÜRBÜHE GÖTÜREN
HİKAYE...
[
RDAL ö z ’e güney denizlerinden merhaba” diye yazmış M E R H A B A A K D E N İZ adlı hikâye kitabının ikinci sayfasına, koca man, güzel, okunaklı elyazısıyla: Altını da iki adı nı birden kullanarak imzalamış: “ Cevat Şakir” ‘‘ Halikarnas Balıkçısı” . Daha altta da tarih: “ 21 ağustos 1965” .O gün ilk kez görüyordum Halikarnas Balık çısını, İzmir’de, evinde, merdiven başındaki kü çük tahta masasının başında, elimdeki ses alma aygıtını kullanarak ona sorular soruyor, onu ko nuşturuyor, konuştuklarını banda kaydediyor dum. Merhaba Akdeniz adlı kitabının ilk hikâye sini de okutmuştum ona: “ Gündüzü Kaybeden Kuş” . Bir avcının tüfeğinden çıkan saçmalardan biri Miho adını verdikleri büyük bir kuşun bir gö zünden girer, öbür gözünden çıkar. Kuşun iki gö zünü birden akıtır, kör eder. Ve kuş, yavrularına ulaşmak için korkunç ve garip bir karanlıkta uç- maya başlar. Bütün gücünü kanatlarına verir. Uçar uçar. Sonunda gücü tükenir, denize düşer. ‘‘ Ertesi gün, ıssız denizlerde bir beyaz tüy yüzü yordu ancak” diye biter hikâye. Koca Balıkçı, kaim, tok, erkek sesiyle bu hikâyesini okumuştu bana. Ama o koca adam, kendini hikâyesindeki yaralı kuşun yerme koymuş, sanki kuşla birlikte o sonsuz karanlığı, o olanaksızlığı yenmeye, aşma ya çalışmış, kuşun ölüm anı yaklaştıkça, gücü tü kendikçe, karşımda hikâyesini okuyan koca Ba- lıkçı’nm da sesi kısılmış, titremiş, tükenmiş, sonunda koca hıçkırıklarla ağlamıştı koca adam. O gün hikâyenin sonunu ona birkaç kez yeniden okukmak zorunda kalmıştım. Düpedüz, ağlama dan, hıçkırmadan okusaydı bu kadar güzel, bü kadar etkili bir belgeyi bugünlere getirebilecek miydim? Hiç sanmam.“ Gündüzü Kaybeden Kuş- hikâyesi, bende, banttaki biçimiyle, sonunda hıçkıran ve “ Sesini kaybeden bir Balıkçı” olarak kaldı. Gözüm gibi saklıyorum onu. Bu konuşma yı, o gün bana kitabını imzaladığı 21 ağustos 1965 günü yaptık, ölüm ünün birinci yıldönü münde bu kon uşm ayı gü n ışığ ın a çıkarm ayı kaçınılm az bir g örev s a y ıy o r , anısı önünde eğiliyorum.
E R D A L ÖZ
30 EKİM
İPLE
ÇEKİLEN GÜNLERDEN
BİR TANESİ..
MİLLÎ PİYANGO
30 EKİMDE ÇEKİLECEK OLAN
BÜYÜK CUMHURİYET BAYRAMI
PİYANGOSUNDA TAM 61
MİLYON URA DAĞITIYOR.
1 KİŞİYE:
3 MİLYON LİRA
1 KİŞİYE: 1 MİLYON LİRA
3 KİŞİYE: 500 BİN URA
VE YÜZLERCE KİŞİYE
YÜZBİNLERCE LİRA...
ŞANSINIZ BOL
OLSUN.
Basın: 23714 - 12837ELEKTRİK TESİSATI
YAPTIRILACAKTIR
Levent’de inşa etmekte olduğumuz 5 adet blok apartmanın malzemeli elektrik tesisatı işi yaptırılacaktır.
1 — İhaleye iştirak edebilmek için şartname uyarın ca müracaat edilerek Yeterlik Belgesi alınması şarttır. 2 — Yeterlik Belgesi için son müracaat 12. 11. 1974 salı günü saat 17 dir.
3 — Teklif verme tarihi Yeterlik Belgesi alanlara ay rıca bildirilecektir.
4 — Şirketimiz 2490 sayılı kanuna tabi olmayıp işi dilediğine vermekte veya ihaleyi tümü ile iptale yetkilidir.
TELEFON : 49 99 01
_TİMLO
Türkiye İnşaat ve Malzeme Ltd. Şti. İstiklâl Caddesi No. 181 -185 Kat 6 Beyoğlu (Basın: 8121) - 12848
«Hikâyenin adını unuttum. Fakat bazı asker
kaçaklarının ilk dünya savaşında,
mahkemesiz asılışıyla ilgiliydi. Ben bu
haksızlığı anlatmak zorundaydım. Âma, asıl
idama karşı gelmekti tavrım.»
ı
I
" LK resimle başladım. Resim yapardım. Fa kat galiba resim yap mak, yazı yazmayı bil - mediğimdendi.Çünkü, evet, meselâ kâğıt alırlardı, kalem; en büyük eğlencem kâğıdın üstüne boyuna resimler yapmaktı. Ama nasıl? Saatlerce. Yani, meselâ masanın altına sak lanır, kâğıtlara resimler ya pardım. Yazı ondan sonra başladı."
“ Resimden yazıya ge- ÇİŞ?”
“ Bir süreler resimle yazı paralel gitti, özellikle ö ğ renciyken. Efendim. Ondan sonra illüstrasyona düştük. Hele resimde illüstrasyon bozar insanı. İşte o zaman doğrudan doğruya yazıya dayandık daha çok .”
MUTSUZ ÇOCUKLUK
GÜNLERİ
“ ön ce Robert Kolej ‘de okudum. Ondan sonra da Oxfort’ta .”
“ Ne okudunuz?”
“ Ben denizci olmak isti yordum. Denizci olmama engel oldukları için, en ko lay yolu seçtim; yani “ M o dem Tarih” . Üç yıl modem tarih öğrendik. Üç yıl da öğrendiklerimizi unutmak için kaybettik. Hepsi yu karı aşağı altı yıllık kaybol muş bir zamandı. ”
“ Bodrum ’ a yerleşmeden önce Anadolu - Ege uygar lığına düşkünlüğünüz var mıydı?”
“ Yoktu. Anadolu’yu dü şünürdüm. Çünkü İstan bul’da Büyükada’da oturu yorduk. Ben o Büyükada- nın şeylerinden hoşlanmaz- dım, yani yapmacık bulur dum o hayatı. Yani başka türlü bir hayat düşünür düm. Daha serbest yani. O Boğaziçi’ndeki Robert Ko lej d o la y ısıy le kapalı ufuklara nefret geldi bana. Hiç sevmem Boğaziçi’ ni. Çok güzeldir, biliyorum, haklısınız; fakat böyle ba kınca, karşımda dağ görün ce, hani kâğıttan yapılır, yuvarlanmış kâğıttan bir o- yuncak vardır ya, üflersi niz böyle, kâğıt şişer, açı lır, uzar, sonra üflemenizi kesince kâğıt yuvarlanırğe- lir şak diye insamn yüzüne gözüne çarpar; onun gibi. Meselâ İstanbul’da, Bü- yükada’ya giderken, daha çok da B oğaz’dan çıkınca, o Marmara’nın açıklığı hoşu ma giderdi benim. Efendim, nedense, çocukluktan, Ko- lej’in baskısından kalma bu bende. Çünkü şimdiki gibi değildi o Kolej. Bir “ Claustrophobie” (kapatıl mışlık korkusu) derler ya, “ Hapis sıkıntısı” ya da “ korkusu” ; işte böyle kapa lı bir yer olunca, hattâ is-- terse on mil uzakta dağ ol sun: olmaz efendim, mutla?
ka açıklık olacak.
Yani göz yaylommı al malı, taa sonuna kadar; anlıyorsunuz ya. Bunlar belki psikolojik şeylerdir, çocukluktan kalma. Çünkü meselâ bana ilk o çocukluk, Kolej hayatı, teessürden başka bir şey vermedi. O teessür, o derece teessür ki, sonradan meselâ yayımla nan bir hikâyem (1) dola- yısıyle hapishaneye girdi ğim zaman bile rüyamda okulda olduğumu görürdüm de, uyanınca hapisanede ol duğumu kavrar, neşelenir- dim yahu. Demek ki o ço cukluktan kalma kâbus. Meselâ hapisanede olunca, hiç olmazsa daha serbest tim; yani hiç olmazsa iste diğim gibi konuşabiliyo
rum, istediğim gibi şunu bunu y a p a b iliy o ru m , f i lân.”
SÜRGÜN
“ Bodrum’u ben seçme dim. Sürgün gittim. O za man otuz üç yaşındaydım.. Büyük değişiklik. Yukarı aşağı bir sürü alışkanlık lardan kurtuldum orada. Çünkü büyük bir sadmeydi benim için. Beklenmedik bir şeydi. İstiklal Mahkeme sin e götürülüyoruz, idam kararıyla karşılaşıyoruz. (Balıkçı sözün burasında büyük kahkahasını patlat tı.) Hiç ortada sebep yok, bilmem ne yok. Yani taa Ankara İstiklâl Mahkeme s in e gidinceye kadar niçin gittiğimi bildiğim yok. Y a ni, kafamda boyuna şu so ru: Acaba ne yaptım? Ne için gidiyoruz yahu? En sonunda Zekeriya’yı gör düm. Ondan öğrendim. Hani şu Tan gazetesindeki Zekeriya (Sertel). Onu g ö rünce sordum. “ Yahu yaz dığın hikaye için gidiyor sun” dedi. Hiç aklıma gel mezdi..”
“ Hangi hikaye?”
“ Hikayenin adını unut tum. Fakat bazı asker ka çaklarının ilk dünya sava şında, mahkemesiz asıhşıy- le ilgiliydi. Meselâ herif at lamış trenden, gitmiş, çotu ğunu çocuğunu görmüş, ondan sonra gelmiş, yani üç gün sonra kendisini tes lim etmiş. Dağda kaçaklar dolu olduğu için, o kaçak lara ibret olsun diye, sen şimdi bu kendini teslim eden adamı git as. Fakat ben bu haksızlığı anlatmak zorundaydım. Yazdığım hi kaye bu haksızlık için değil di. Asıl, adamı idam edi yorlar, idama karşı gelmek ti tavrım .”
SÜRGÜNE GöTüRBi
HİKAYE
Hikâyede vakit bir son bahar akşamıdır. Hapisane gardiyanları dışarıdan ge
tirdikleri habere göre, şe hirde tam dört tane dar ağacı kurulmaktadır. Kun- duzlu Mehmet, Karagürenli Koca Yunus, Balta Mah mut, Işıklarlı Çmmet, dar- ağaçlarmm sayısından ve başkaca kulaklarına gelen fiskoslardan anlıyorlar ki, asılacak olan mutlak kendi leridir. Bu yazının birkaç parçasını aşağıya geçiriyo rum:
nBu anlamın ümitsizliği için d e duvarlara mahzun m ahzun b ak tıla r. Fakat duvarlar kanatlanmadan ü- zerlerinden aşamayacakları kadar yüksekti.
Kurbanlık koyunlar gibi boğazlanmaya gönülleri bir türlü razı olmuyordu. Ama kurtuluşun da hiç bir umu dunu, hiç bir çaresini göre mediler. Beklemeye koyul dular.
Bir ara hepsi de gidip birer birer yıkandılar. Bel liydi ki, ölümü ve ahireti, gön ü lleri kadar göv d eleri de temiz olarak kc şılamak istiyordu. Yıkanma işi bit tikten sonra dördü de bü tün eşyalarını haraç mezat sattılar. Sattıkları eşya i- çinde başlarındaki ağır püs küllü fesler, sırtlarındaki cam adan lar, bellerindeki Trablus kuşakları ve şal varları, hattâ ayaklarındaki kalçınları bile vardı. Bu satıştan aldıkları paraların hepsini, hapisanedeki fuka ralara dağıttılar. Sonra ko ğuşun bir köşesinde topla nıp, kendilerini ziyarete ge len tutuklulara karşı davra nışlarını hiç değiştirmedi ler. Sanki teselliye muhtaç, olan kendileri değil de ziya retlerine gelenlerdi. O ge lenleri sakin sözlerle avut maya çabaladılar.
Gurub yaklaşınca, aşağı daki avludan nöbetçi gar diyan “ Mahpuslar dama” diye bağırdı, sonra da ko caman kilitler içinde anah tarların şakırtısı duyuldu. Damlar kilitlenmişti.
K oğ u şla rın dem ir p a r m aklıklı pencerelerinden kara kuru Karahisar kaya sının tepesi görünüyordu. Bu ıssız ve vahşi kayanın
MALİYE BA KA N LI*!
HESAP UZMANLARI
KURULU BAŞKANLIĞI
H E S A P U Z M A N
M U A V İN L İS İ G İR İŞ
S IN A V I
M aliye B a k a n lığ ı H esap U zm anları K urulunca 2.12.1974 Pazartesi günü saat 9,30'da Ankara ve İstan bul'da Hesap Uzman Muavinliği Giriş Sınavı açılacaktır.
Giriş Sınavına katılabilmek için;
a) Devlet Memurlan Kanununun 48. maddesinde yazılı niteliklere sahip olmak,
b) 1.1.1974 tarihinde 35 yaşını doldurmamış bulunmak, c) Siyasal Bilgiler, İktisat, Hukuk, İşletme, Orta Doğu Teknik Üniversitesi İdarî İlimler Fakülteleri. İktisadî ve Ticarî İlimler Fakülte, Akademi ve Yüksek Okulları veya Meslek için eerekli kültürü veren ve bunlara eşitliği Millî Eğitim Bakanlığınca kabul olunan yerli ve yabancı Fakül te, Akademi ve Yüksek Okullardan birini bitirmiş olmak, gerekir.
Sınavlara giriş şartlarını ve sınav konularını gösteren broşür yukarıda isimieri geçen öğretim Kuramlarından ve Hesap Uzmanları Kurulu Başkanlığı ile Ankara, tstanbul ve İzmir Grup Başkanlıklarından sağlanabilir, isteyenlerin adreslerine gönderilir.
İsteklilerin en geç 18.11.1974 günü akşamına kadar M a liye Bakanlığı Hesap Uzmanları Kurulu Başkanlığına bel geleri ile birlikte yazılı olarak başvurmaları gerekir.
üzerinde Aleaddin-i Keyku- bat’ın yaptırdığı surlar ve kaleler s e çiliy o rd u . B iraz sonra batan güneş, Keyku- bat’m hisarını kana boyadı. Sonradan gece gelecekti ve onlar şafağı bir daha göre meyeceklerdi. Henüz yirmi bir yirmi iki yaşında Him-> met. Yunus ve Mahmut geceleyin biri bitmeden öte ki yakılan sigaraları içe içe, derin derin, uzun uzun dü şündüler. Fakat eninde so nunda, ya genç gövdeleri yaradılışın zoruna dayana madı, ya da yaradılış onla ra acıdı, onlar da uykuya daldılar. Pencerenin önün de dörtlerden yalnız Kun- duzlu Mehmet kalmıştı. O- rada şafağı değil, gecenin gittikçe koyulaşan karanlı ğını görüyordu. Sonra o karanlık bir an için aydın lanmaya başladı ve Meh met hızla geçen bir rüya gibi yirmi altı senelik haya tının belli başlı hadiselerini, o hayali aydınlıkta seyretti. (...)
Seferberlikte asker ol muş, Çanakkale'de yaralar almıştı. Askerlikte uzun se neler, köyüne gitmek İznini ancak iki defa koparabil- m işti, h albu ki çocu k ları gözlerinde tütüyordu. Bir sefer uzak cephelere doğru sevkolunurken, tren köyü nün ta yanıbaşmdan geç mişti, hattâ kendi evinin çatısı görünüyordu. Uzun zamandır göremediği yav ruları oracıkta, çatısı elle tutulacak kadar yakın g ö rünen o yuvacıkta yaşıyor lardı. Kendisi ise şimdi gittiği Galiçya adlı cephe den belki de bir daha geri dönemeyecekti.
“ Adam sende, ne olursa olsun, gitmeden önce yav rularımı bir kere daha göre y im ” d iye d ü şü n m ü ştü . “ Trenden atlayanlar vuru lacaktır” diye bir emir vardı ama, arkadaşları ‘ Sen atla dıktan sonra biz havaya a- teş ederiz’ diyerek ona cesaret vermişlerdi.
İşte atlayış o atlayıştı. Şimdi ise o suçun cezasını hayatıyla ödeyecekti. (...)
Gelenler madeni şangırtı larla koğuş kapısının kilidi ni, demirleri ve ağır sürgü lerini açtılar ve açılan kapı nın çerçevesi içinde dikilen bir karaltı, adlan okumaya başladı. Kunduz, metin, vakur, fakat okşayıcı dene bilecek hareketlerle arka daşlarını birer birer uyan dırdı. Uyananlar, neye u- yandırıldıklarını hemen an lıyorlar ve birer besmele çe kerek yerlerinde doğrulu yorlardı. Dördü de koğuş taki mahpuslarla birer birer kucaklaşıp helâllaştılar. -Gidip kendilerine kelepçele ri, prangaları, zincirleri sü kunetle vuruldu. Dik ve e- min bir yürüyüşle hem ha pishaneden, hem de ha yattan uzaklaştılar. H A L İK A R N A S B A L IK ÇISI (Mavi Sürgün, 54)” r Y AR IN : — ---SÜRGÜNDE İLK GÜN 1
(1) 1924 yılında, Resimli Hafta dergisinde yayımlanan “ Asker Ka çakları Nasıl Asılır“ başlıklı hikâ yesinden dolayı İstiklâl Mahkeme since idam isteğiyle yargılanmış,' sonra Bodrum'da üç yıl süreyle ka lebentliğe (sürgün e) hüküm giy miştir.
—» a y .ı a v«/
ölümünün birinci yılında
Sürgünde geçen ilk günün öyküsü
«CENNET GİBİ
Halikarnas Balıkçısı, “ O denizi görüp de ba lıkçı olmayan yoktu Bodrum’da” diyor,YERİN ADI
OLUR MU?»
“ Sürgün üç yıldı, Bodrum’da. Bir buçuk yıl sonra lütfettiler, dediler ki: “ Geri kalan sürgün süresi ni, nereden sürüldüyseniz orada geçirebilirsiniz. Şimdi serbestsiniz,” dediler. Git tik İstanbul’a. Üç yıllık sürgünü dolduracağım diye tam bir buçuk yıl bekledim ben İstanbul’da. Süre dol sun da Bodrum’ a geri dö neyim diye bir buçuk yıl da kikaları sa y d ım İs ta n bul’da. Lütuf bitti, süre doldu. Polise gittim. “ T a mam. Üç yıl doldu” dedim. "Yahu kimin haberi var senden?” dediler. Ben de yandım o zaman. B od rum’ dan uzakta boşu boşu na beklemişim. Yallah, he men ertesi gün vapur da buldum, atladım. Doğruca Bodrum. Bodrum olur mu yahu cennet gibi yerin adı? Her yerin admı değiştirdi ler, oranın adını değiştir mediler. Eski adı var: Hali- karnas. Bu ad Rumca de ğildir. İşin asıl tuhaf yanı da bu ya. A sos, osos, isos ile biten teknik adlar Rum- cadan değil, Anadolu dilin den, Anadolu’ nun unutul muş bir dilindendir. Asos. H a lik a rn a sos. Y u n a n is tan’da da Parnasos var. Demek buradan git ire. Bu filolojide belli bir kural. Bir de “ inth” ile biten kelimeler var. Korinthos gibi. O da öyle.”“ Bodrum’un nesi sizi o kadar çekti de yeniden ora ya koştunuz?”
“ Şimdi, en önce, orada bir açıklık var. Deniz var. Ondan sonra, şey yok, yâni dağ mağ filan yok. Çık; uf ku görüyorsunuz. Hem de oraya gidince, şimdi siz de gitseniz farkına varırsınız
DADI ARANIYOR
2 yaşında çocuğa de vamlı bakacak tercihan İn giliz u yruk lu d a d ı aranıyor. Mektup P.K . 120 İstanbul Tel: 49 17 29 - 49 84 36'dan sekre ter Gül veya Pınar Radar Rek: 956 - 12908
«Her yerin adını değiştirdiler, oranın adını değiştirmediler. Eski adı var: Halikamas. Bu Rumca
değildir. Asos, osos, isos ile biten teknik adlar, Anadolu'nun unutulmuş bir dilindedir. Asos.
Halikarnasos. Bu filolojide belli bir kural. Yunanistan'da da Parnasos var. Demek buradan gitme.»»
ki, oradaki ışığın başka bir şeysi, başka bir kalitesi var. Yâni, ışık denilen, karan lığı aydınlatır; diğ mi ya. Fakat orada öyle değil. O ışık orada neyin üstüne par larsa, ona başka bir şey ve- rivor, yâni başka bir can. Yâni hadi ben böyle duyuyordum da pek söyle miyordum; duygu halin deydi. Fakat yabancılar ol sun, başka bizden gidenler olsun, bundan söz ettiler, “ Çok tu h a f” d iyorla r. “ Oraya gidince bir tuhaf ışık, iç açıklığı getiren bir aydınlık görüyoruz” diyor lar. Eh söyledim size, ben
de bir de hani Robert Ko- lej’ den kalma claustropho- bui (kapatılmışlık korkusu) olduğu için, bunu yenmek için orası bulunmaz bir yer di. Hele bir de kafa kapa nıklığı olunca, orada bir de bu açıklığı görünce. Hem halkı da çok güzeldir B od rum’un.”
“ Balıkçılık da yaptınız orada.”
“ Ee tabii.”
“ Sünger avcılığı? Deniz dibini de ustaca anlatırsı nız. Dibe daldınız m ı?”
“ H a y ır. D ib e daldım , ama denemek için. Fakat orada deniz o kadar berrak
MEHMET KAVALA MUESSESELERINDEN
ELEMAN ARANIYOR
A s k e r l i ğ i n i y a p m ı ş ;
1 - İle ride ç e ş itl i s e r v i s l e r d e Ş e f v e y a M ü d ü r o l a r a k ç a l ı ş t ı r ı l m a k ü z e r e y e t i ş t i rile ce k ç o k iyi A l m a n c a v e y a İ n g il iz c e b ile n t e c r ü b e l i el e k tr ik v e M a k i n e M ü h e n d i s l e r i ile t e c r ü b e l i İ k t i s a t v e y a Y ü k s e k T i c a r e t m e z u n u e l e m a n l a r , 2 - İ t h a l a t v e İ h r a c a t s e r v is l e r i için t e c rü b e li iyi A l m a n c a v e y a İ n g i l i z c e b ili r e l e m a n l a r , 3 - K a r n e l i . t e c r ü b e l i g ü m r ü k k o m i s y o n c u s u 4 - K u r ş u n , Ç i n k o F l â t a s y o n v e Z e n g i n l e ş t i r m e t e s i s l e r i n d e t e c r ü b e l i iyi A l m e n c a v e y a İ n g il iz c e b ile n M a d e n M ü h e n d i s i 5 - K u r ş u n , Ç i n k o M a d e n İ ş l e t m e s i n d e t e c r ü b e l i iyi İ n g il iz c e v e y a A l m a n c a b i l e n M a d e n M ü h e n d i s i , 6 - S e k r e t e r l ik için t e c r ü b e l i B a y a n v e B a y lar , iyi l i s a n b ile n l e r t e r c i h e di lir. 7 - M u h a s e b e i ş l e r in d e t e c r ü b e l i m u h a s e be c i v e m u h a s e b e c i y a r d ı m c ı l a r ı , D e v a m l ı o l a r a k A n k a r a d a ç a l ı ş a c a k iyi A l m a n c a v e y a İ n g i l i z c e b ili r t e c r ü beli el ek tri k m ü h e n d i s i . S a n a t O k u l l a r ı E le k t r ik k ı s m ı n d a n m e z u n te k n ik e r l e r . 1 O - T e c r ü b e l i A s a n s ö r M o n t ö r l e r i 1 1 - T e c r ü b e l i s a t ı ş m e m u r l a r ı
Müracaatlar katlyyen gizil tutulacaktır. Mü racaatların, hal tarcümalarl va referanslarıyla yazılı olarak. Mehmet KAVALA Müessesesl Karaköy • Neallhan adresine yapılması.
8
9
-KOÇUMU
dispanseri
fakında Pangaltıda açılıvor.
Dispanserimiz, hizmete ^ ^ J ^ İ
k
URI,
itibaren ba^ “ ak!lln6uu KULAK - BOĞAZ,
, » Labarotuvar muayeneleri
Adres: Pangaltı, Ergenekon Cad.
a • . _ O
ki. Zaten yirmi kulaç -yâni otuz metre- dibi görünür denizin. Yâni otuz metre yukarıdan bir şey düşürse- niz, eğer görebiliyorsanız, meselâ bir toplu iğneyi, orada, denizin altında g ö rürsünüz.”
SÜRGÜNDE İLK GÜN
“ Bodrum’ a ilk gittiğim gün, geceydi. Sürgün diye gidiyorum, ilk gittiğim za man. Akşam vardım oraya. Bekliyorum, hapisaneye mi tıkılacağım diye. Ben çok vesveseli gittim oraya. Bil miyorum, kasabada serbest mi bırakılacağım, yoksa hapse mi sok u la ca ğ ım . Sonra valinin bir emri var mış: “ Kalebent olduğu için hapsedilemez, şehirde ser besttir” diye. Bunu öğre nince bir ev kiraladık he men; hemen o akşam. Hat tâ bir polis vardı, beni evi ne o akşamlık yatmaya ça ğırdı. Aman efendim, eh kâfi dedik filan. Bodrum'a götürülürken, yolda, M uğ la’da bir Jandarma Komu tanı vardı. Bir komedi ta kımı gelmiş M uğla’ya, o y namaya. Komutan, benim yazar olduğumu öğrenince, o komedi takımından bir oyuncu bayanı, bir vedet’i seyretmiş, ona boyuna mektuplar yazdırttı bana. A şk mektupları yazıyoruz şehirde. Tam bir ay. Ama hoşuma gitti yazmak, ö n celeri kızdım; kime yazıyo rum, bilmiyorum kimdir fi lan. Boyuna yazıyorum. Bir açıklık duyuyorum yazar ken de. Neyse. Ha ben o eve g irin ce , k iralad ığım eve, bir avlu gördüm. A v luda bir de kuyu. Nedense, bilmiyorum, gittim hemen bir iple bir kova aldım, ku yudan çekip avluya sular attım. Sonra kapıyı açınca denizi gördüm. Ö da başka bir şey oldu, böyle denizi birdenbire karşımda görün ce. Çünkü ev deniz kıyısın- daydı ve orada bir tuhaf ol dum. Akşam. Güneş batı yordu. Sanırım ben avluyu sulamakla falan, avluya su atmakla, yemeği de unut tum o gece. Yattım. Fakat kaçakçılar, ev boş diye bir bomba koymuşlar tavana, benim içeride yattığım ye rin ötesine. Bir gürledi bomba. Çünkü ev nasıl olsa boş diye koymuş bombayı k a ça k çıla r; p a tla y a ca k , gümrük kolcularını oraya, gü rü ltü ye çek ecekler ki, başka yerden kaçak eşyayı çıkarabilsinler.
Ben ne olduğunu bileme dim. Cahit’e (Hüseyin Ca hit olmalı) suikast yapmış lar diye de duymuştum. Galiba biz de gidiyoruz, de dim. Korktum. Bir köşeye çekildim. Bir de baktım, bir ocakböceği cırrrt cırrrt ötü yor. Yetmiş, seksen kiloluk bir insan, yahu şu ocakbö- ceğine bak, dedim, türkü söylüyor. Ve hemen karan lıkta elbiselerimi arandım, cıgara paketimi aldım ce bimden, bir cıgara telledim. Pencereyi açtım. Pencerem denize b a k ıy o rd u zaten. O turdum o ra y a . Ondan sonra yavaş yavaş uyku geldi. Yani ilk sürgün ge cem bu.
Sonra benim kendi yaptı ğım bir evim oldu. Ona geç tim. Hani kayığın halkası vardır ya, demirden, ne derler ona, işte ondan, o yaptığım evin ikinci katına ondan yaptım; uyuduğum
yere. Kayığın palamarı ta denizden uzar ikinci kata gelir. Dedim ki yine sebep siz yere geceleyin bir çevri lirsek, bu sefer palamar y o luyla, yıldızları tarayaca ğım, palamar yoluyla biz hemen kayığın içine. Pala marı kestik miydi, efendim, güzelim Spord Adalarının (On iki ada) içersinde, insan minsan da yok , kaybolur gideriz, daha ne istiyoruz be yahu.
O denizi görüp de balıkçı olmayan yoktu orada. Ve hani ya, Isa’dan önce yazı yazan Opiam (1) var ya, gelmiş gezmiş oralan, o bile belirtiyor, o zaman. Yâni 2000 - 2300 yıl önceki Hali- karnas dalgıçlarım, ki dün yanın en büyük dalgıçları dır, diyor Opiam. Ve dün yanın en cefakâr hayatım yaşarlar gerçekten. Vurgun gelir, vurulur. Meselâ de nizden k ald ırıld ı m ıyd ı, ufak bir kaşıntı olur kolun da. Bu kaşıntı ölümle mi bi tecek, yoksa kolunun fel ciyle mi, yoksa hiç bir şey mi olmayacak, bilemezsin. Düşünün bir kere onun du rum unu. E k m ek p arası, ötek i, hava tulumbasını, kayığı mayığı bulup buluş turan da (deniz ağası) o da ister ki hemen birbiri ardına böyle dalsınlar da dalgıçlar, çok sünger çıksın.. Çok kere forse ederler, vurgunlar da
onun için olur. Şimdi yaza cağım bir kitap var: “ Deniz Gurbetçileri” diye. Orada adamakıllı bu sahneleri ele alacağım, deniz ağalarım, denizcileri.”
DENİZ ADAMLARI
“ İlk kitabım “ Ege Kıyı larında” diye basılmıştı. Zekeriya’ nın (Sertel) cep ki tapları vardı , ilk orada ba sıldı, bir dizi hikâyeler.
Sonra “ Aganta Burina Burinata.” Şimdi orada, Aganta Burina Burinata’ da bir ufak, kendime ait bir psikoloji var.
Orada da bir denizciyi anlattım. Bir denizciyle bir kara adamını kıyasladım. Kara adamının tutuklulu ğunu, toprağa bağlılığını fi lân; anlaşıldı mıydı? Ka zanç sorununu. Oysa öteki daha serbesttir, denizdeki. Gerçi denizde gezen kara adamları da vardır. Ona ka yık demezler, suda yüzen bakkal dükkânı derler, diğ mi ya.
“ Aganta Burina Burina ta’ ’ asıl başka bir romanın parçasıdır, “ ötelerin Ço- cuğu” nun. Fakat ötelerin Çocuğu’ nu yazmadan önce onu bir episod diye vermiş tim. Gerçektir o. Vapur bu rada, İzmir’de battı da, bi zim dalgıçlar gitti.
Sonra “ Merhaba A kde niz.” Ve “ Gülen A d a .” Ama Gülen A da daha son ra. Merhaba Akdeniz’den önce de çıkarttığım bir şey: “ Ege Dibinde” var. Dip hi kâyeleri. Ben “ Ege Dibin de” dedim. “ Türkçe ol maz bu” dediler. B öyle ‘e- linin körü’ vezninden “ Ege’nin D ibi” diye çıkar dılar.”
“ Sonra “ Yaşasın Deniz” i çıkartmışsınız 1954’te .”
“ Evet. Bakm siz söylü yorsunuz. Hatırıma gelmi yor. ‘Yaşasın Deniz’de de deniz hikâyeleri var, başka hikâyeler de var sanırım. Fakat çoğu deniz hikâyele ridir. Sonra ‘ötelerin Çocu ğ u .’ O da öyledir. En kuv vetli yerleri deniz hakkın dadır. Roman o. Kalınca dır.”
“ Uluç Reis?”
“ Ondan önce “ Torgut Reis” var. Bodrumludur Torgut R eis.”
“ Görmedim o kitabınızı.” “ Basılmadı ki. Gazetede, Cumhuriyet’te çıktı. Ondan sonra kitap olarak basılma dı. Yok basılmadı. Benim hiç haberim yok. Basıldı mı Torgut R eis?”
Y A R IN : ---A N ---A D O LU U Y G A R L IĞ I (1) “ Korkunçtur sünger av cılarının çabası; insan için bundan güç iş olamaz.” OPİAM
DENİZCİLİK BANKASI T.A.O.
GENEL MÜDÜRLÜĞÜNDEN
PENDİK TERSANESİ KURU HAVUZ, RIHTIM,
KREYN YOLLARI VE SAHA İNŞAATLARI
İÇİN TEKLİF İSTEME:
1 - İstanbul’da Pendik’te Kaynarca mevknnde yeni kurulacak Gemi İnşa Tersanesine ait 300X70X11 m. eb adında bir kuru havuz ile rıhtımları, kreyn yolları ve ç a lışma sahaları inşaatları için teklif alma süresi görülen lü zum üzerine 10 mart 1975 günü saat 15’e kadar uzatılmış tır.
2 - Bu işe ait geçici teminat tutan 6.750.000.- TL.sidir. 3 - Teklif şekli, istekli tarafından hazırlanacak tekno lojik avan projeye dayanacak.metrajı, keşif cetveli, birim fiyat cetveli iş programı ve inşa süresi esasma göre anahtar teslimi sabit bedeldir.
4 - Teklifte bulunabilecekler, ihale evrakındaki şartlara göre yerli ve ve yabancı firmalardır.
5 - İstekli yabancı firma ise, 1. maddede belirtilen eb a d a yakın bir kuru havuzu inşa etmiş ve işletmeye açmış olması; istekli yerli firma ise sadece en az 150 milyon liralık (A) grubu müteahhitlik karnesi ibraz etmesi, ve her iki hal de de isteklilerin şartnamelerde aranan nitelikte bir yerli mühendislik ve müşavirlik bürosunun patronajı altında ihaleye konu olan havuza benzer bir projeyi yapmış ve uygulatmış bir yabancı proje ve müşavirlik bürosu ile teş riki mesai etmeleri şarttır. Ayrıca yerli ve yabancı firmalar arasında özel ortaklık kabul edilir.
6 - İhale dosyası 500.-Tl.sı karşılığında Salıpazarı Orta Blok kat 4 ’de İnşaat İşleri Müdürlüğünden satın alınacak tır. İhale dosyası aynı yerde incelenebilir.
Bu madde yeniden dosya alacaklar içindir. (Evvelce alınan dosyalar geçerlidir.)
7 - Teklifler en geç 10 mart 1975 günü saat 15’e kadar İnşaat İşleri Müdürlüğüne makbuz karşılığı usulüne uygun olarak verilmiş olacaktır. Postada vaki gecikmeler ka bul edilmez.
8 - Banka 2490 sayılı kanuna tabi değildir. İhaleyi y a pıp yapmamakta, yeniden ihaleye çıkarmakta, tekliflerden birini tercihte veya tercih edilen teklif sahibi ile pazarlık yapmakta tamamen serbesttir.
I Sa a y T a ta |^
-ölümünün birinci yılında
ALİKARNAS BALIKÇISI
Batının bilimi, deneye dayanan
bilim ilk Anadolu’da başlamıştır,
Halikarnas Balıkçısı 1962 yılında Mavi Yolculuk’ta
E
YUNANLILAR İNSANLIĞA
BİN YIL
KAYBETTİRDİLER
D E B İY A T dışı çalışmalarınız da var. Ege uygar lığının Yunan’ dan değil de Anadolu’ dan çıktığını belgelediğiniz kitaplarınız."
‘ E vet. O üç dört kitap daha sürecek, üç dört cilt da-“ Anadolu Tanrıları” ,
ha.
sonra “ Anadolu Efsanele ri” . Onlar başlangıç, işin pek yüzeydeki kısmını ver dim o iki kitapta. Çünkü bizde en önce bu “ mitoloji” nin ne olduğunu anlamaları gerek. "Anadolu Efsanele r in d e yüzünü verdim ki, sonradan derinliği gelecek. M eselâ C u m h uriyet’ te (Temmuz 1965) çıkan bir dizi yazı var: “ Zeybekler” . O, “ Anadolu Tanrıları” nın bir devamıdır. Burada, A- nadolu'da Bacchus (Bak- hüs) ün etkisi müthiş. Çün kü “ Bakkhos” kelimesinin liderliğinde çıktı, bulundu bu. Bizim "Zeybek” dediği miz ise “ İbakhi” dir. Yani Bakhüs şölenlerinin bir te rimidir. Bakhüs’ ün çiçekleri var başlarında Z e y b e k lerin. Bunları yazdım o ya zıda, Zeybekler’ de. Sonra bizdeki birçok şey var: Tah tacılar, Alevîler, Bektaşiler filanlar var. Bunlar (Fuat) K öp rü lü ’ ye göre H ora san'dan gelmiş. Yahu hepsi nereden geldi zaten? Fakat burada evlendiler, mevlen- diler, yukarı aşağı Akdeniz Halkı oluştu. Akdeniz’in bu kısmının çok önemi var. Çünkü buralar, yani Batı Akdeniz, önce aşağıdan, Mısır'dan başlar. Mısır uy garlığı, Asur uygarlığı, Ba- bil uygarlığı Sümer uygar lığı, Hitit uygarlığı, Minoen uygarlığı, Girit uygarlığı, Yunan uygarlığı, daha nice uygarlıklar var ki, daha çı kacak sırayla m eydana. Eee, dünyanm başka yerin de, yanyana oturan iki tane uygarlık var mı? Yok. Fa kat burada ne olmuş, böyle on, on beş tane uygarlık yanyana böyle, burada. Ve dünya uygarlığını kurmuş lar, yani dünya - insan uy garlığını. Biz de gelmişiz, çok kere de kadmsızgelmi- şiz, başkalarıyla birleşmişiz burada.
Bu konuda ilk “ Anadolu Efsaneleri” ni yazdım. O “ Efsaneler” in hepsini şim di Avrupa kültürü, Grek ef saneleri diye kabul ediyor. Bu yanlışlığı düzeltmek için yazdım. Bu fyonyalılar, e- vet Rumca bir Ege dilini konuşuyorlardı. Fakat bu dil konusu çok önemli değil
Yunan'daki bilgeler mistisizme kaçtıkları için, olaylar
ve gerçekler karşısında seyirci durumda kaldılar.
Oysa buradakiler, Anadoludakiler öyle değil.
dir. Şimdi bu konu üzerinde uzun boylu konuşmam ge rekir. Yer adları önemlidir. B ulgarlar m eselâ halis muhlis Türktür, fakat sla- vik bir dil kullanıyorlar. Bizde Hitit sözcükleri var. Meselâ “ baba” Hititçedir, Türkçesi “ ata” dır. “ Ço cuk” sözcüğü Hititçedir, Türkçe değildir, Türkçesi “ oğlan” dır. “ Kızoğlan” dediğim iz “ kız ç o c u ğ u ” dur, “ Oğul” sözcüğünden gelir. Bu, Hititlerin Türk olduğunu göstermiyor. Fa kat burada, ne kadar insan gelmişse karışmış karışmış karışmış. Hititler Anado lu’ya geldiği zaman, I- sa’dan 2000 yıl önce, bura da yirmi dil konuşuluyordu.
Yani biz, benim görüşüm şu ki, biz bunların hepsinin vârisiyiz, burada ne varsa hepsinin. Hani hukuk dilin de bir söz vardır: “ De fac- to” (eylemde, fiilen) ve “ de ıure” (kuramda, hukuken). Yani burada, Anadolu top raklarında ne varsa hepsi nin mirasçısı olduğumuz hem de facto hem de ıure’dir, yani hem hak bakı mından, hukuken, hem de fiilen bu böyledir. Ve yukarı aşağı “ atalarımız” dediği miz zaman, burada ne var sa. kim varsa bizim ataları- mızdır, ecdadımızdır.”
BATI, YUNANI
SAVUNUYOR
“ Hititlerin bir kesimi “ Indo-Europeen” dir (Hint- Avrupalıdır)." Onun için
U
İSTANBUL
Devlet Opera ve Balesi
TÜRK BESTECİLERİ GECESİ
28-Ekim-Pazartesi 20,30-Maksimde
PROGRAM
N . K . A K S E S ... Y a y lı S a zla r K u a rte ti (A ğ ıt) N . K O D A L L I... P iy a n o lu K e n te t (E b rû )
Çalanlar: VİYANA SOLİSTLERİ
ve soprano SEVİM ÇİDAMLI
E .Z . Ü N ...S o n a t (F lü t ve p iy a n o iç in )Çalanlar:
KAMİL
ŞEKERKARAN
VERDA ÜN
E .Z . Ü N ... A n a d o luE s in tile r
Piyano solo: VERDA ÜN j
Necil Kâzım Akses ve Nevid Kodallı’nın J
eserleri 25. kuruluş yddönümü dolayısıyle }
AKBANK tarafından ısmarlanmış ve bes- }
teletilmiştir. İlk çalmışlarıdır.
j
Milliyet: 12936
Avrupa, Hitit dilinin gra mer ve sentaC-smı hemen çözdü. Çünkü, malûm ya bu A vrupa H in t-A v ru p a lı saydı kendini, -o da tartış malıdır ya- nerede, Hint- Avrupalı ne varsa hemen onun üstüne atladı A vru pa. Ve onun için asıl Yunanistan’a önem verdi ler. ön ce orada kazılar yap tılar. Neden sonra bize dön düler, Anadolu’da kazılara başladılar, meselâ Hitit’lere falan başladılar. H itit’lere başlamalarının nedeni de Kutsal Kitap oldu, İncil. İbrahim Peygam berin ka rısı sözde Hitit’miş. Incil’de böyle bir haber var. Hitit ler, Halep’ e malepe derken, asıl merkezleri olacak Ana dolu’ya girerler. Yani A v rupalIların yaptığı, Anado lu’dan başlamış _ bir araştırma değil. Incil dola- yisiyle şimdi iki akım var, ikisi de H ristiya n lık ta . Birisi Yunanlıların Hristi- yan oluşuna dayanan akım. Ama bu sözlerimi almayın (Sesimi kaydetmeyin de mek istiyor). Yani sırf Yunanlılar Hristiyan oldu ğu için. Bir de Hristiyanlık dolay isiyle. Hani ya şimdi “ Hoîylands” (Kutsal Ülke ler) derler ya. Beni İsrail de Kutsal ülkelere girdi -■ maşallah. “ Hoîylands” do layısıyla, o yoldan anlaşıldı mıydı - buraya Saint Paul gelmiş, falan. Saint Jean (İn cillerd en b irin i yazan Sen Jan) gelmiş. Saint Jean zaten bir Yahudiydi. Otuz yaşında geldi. Oysa onun yazdığı İncil'i açtığınız za man nasıl başlıyor kitabına: “ God is the word” (Tanrı k e l a m ı d ı r , s ö z d ü r “ W ord” : “ L ogos” “ Yani Tanrı: Logos” tur. Ve “ Lo- gos Tanrı ile beaberdir” Şimdi buradaki, yani Ana dolu’daki düşünürler, yani İyonya düşünürleri kendi lerine “ F ilo z o f’ bile demi yorlardı, “ Fusiologos” di yorlardı___Ne demek bu? “ Fusis” : “ Doğa” demektir
“ Fusiologos” : "D oğa bil gini” demektir. Yani ken dilerine “ Doğa bilgini" di yorlardı. Eee, peki, Saint Jean denilen bu adam, bu Filistinli ya da Suriyeli adam, Anadolu'nun İyonya felsefesini nereden bilecekti de gelip buralarda Hristiyan yapmak istediği insanlara, İncilinin bu sözleriyle baş lasın. Bunu İyonya’ da ö ğ renmiştir Saint Jean. “ Baş langıçta Logos vardı ve Logos Tanrıydı ve Logos Tanrıyla beraberdi” . (Saint Jean’ın İncili bu tümceyle başlar.) Siz bir insanı bir di ne çağırmak istediğiniz za man, onun kültürel düze yinden söz etmek zorunda sınız önce, yoksa sizi şey eder, rezil eder. Fakat işte
“ Logos” un bu kadar geniş anlamlı oluşu yüzünden, Tanrı'yı böyle tuluma pey nir tıkarmış gibi “ Tanrı Logos” deyip bitiremedi Saint Jean. Şimdi, zaten savunacağım tezde sağlam olan, asd önemli olan, “ D e neye dayanan bilimin” (E x perimental Science) ilk bu rada, bu topraklarda, Ana
dolu'da başladığı" sanıyor? Şimdiki “ Şu İn giliz düşünürü ociGHon de vardı Bertrand Russell. Bu kadar
ünlü. Şimdi elimde iki kita bı var. Biri “ Roads to F reed om ” (ö zg ü rlü ğ ü n Yolları), işte, anarşizm, komünizm, falan diye sayı yor geliyor, sözü din’de bitiriyor. Sonra bir başka k ita b ı: “ S osya l R ekons- traksiyon” Geliyor, konu şuyor, monuşuyor filan y i ne, tutuyor “ Christian con- ception” (Hristiyan görüşü) diye başlıyor söze. Aldım bu kitabı. Ne olsa eski Y u nan düşüncesinden söz edecek. Bizim burah, A na dolulu düşünürlerle, meselâ Thales’le, Heraklit’le falan başlaması gerek değil mi? Gerçi Thales’ten Herak- lit’ten kısaca söz etmiş, ama asıl Sokrates’le, Pla ton la falan girişmiş söze. Oysa Batının bilimi, yani "Deneye dayanan bilim ’I (experimental Science) bu rada, Anadolu’da başladı siftah olarak. Thales’le He raklit’le falan başladı, Eee, bunlar durunca.. Bunlar durmadı ya, fakat
Pelopo-nez Savaşı, durmak zorun da bıraktı bunları. O öteki ler Batidakiler, mistisizme kaçtılar.
Şimdi, mislik yanlarıyle mesela Sokrates, Platon, . Hıristiyanlık dolayısıyle ve immortalite’yi (ölümsüzlü ğü) icadettikleri için onlara, Batıklara daha sempatik geliyor. Çünkü Avrupa ne durumu sanıyor. Yani, sanki meselâ 4000 yıl önce de gene boyleydi, ora sı Yunan Hıristiyandı, bu rası Türk ‘ Müslümandı. Yahu bunun dinle ilgisi yok ki. Onlar, Yunandakiler mistisizme kaçtıkları için, olaylar, gerçekler karşısın da contemplatif (seyirci kalma) durumunda kaldı lar. Oysa buradakiler, Ana- dolu'dakiler böyle değil. Meselâ bizden bir Heraklit çıkar, der ki: “ Hakikat bu rada ve şimdidir."
Oysa Yunandan bir Platon çıkar, der ki: “ Bu . dünya burada değildir ve şimdi gördüğün şey de hakikat değildir, gördüklerin hep gölgedir". Anlaşıldı mı? Bizim elimizde başka, bun dan başka ne hakikat var yahu?. Bunlar, bu Yunan lı bilgeler gelip geçtiler, ama idealist felsefeyi bı raktılar insanlığa ve insan tarihine de bin yıl kaybet tirdiler. Onlar olmasa bin yıl zaman kazanacaktı in san tarihi, işte şimdi ben bunu, bu konuyu
yazaca-MALİYE BAKANLIĞI HESAP UZMANLARI
KURULU BAŞKANLIĞI
HESAP UZMAN MUAVİNLİĞİ
GİRİŞ SINAVI
M aliy e B a k an lığ ı H esap U zm anları K urulunca 2.12.1974 Pazartesi günü saat 9,30’da Ankara ve İstanbul’da Hesap Uzman Muavinliği Giriş Sınavı açıla caktır.
Giriş Sınavına katılabilmek için;
a) Devlet Memurları Kanununun 48. maddesinde yazılı niteliklere sahip olmak,
b) 1.1.1974 tarihinde 35 yaşını doldurmamış bulunmak, c) Siyasal Bügiler, iktisat, Hukuk, İşletme, Orta Doğu Teknik Üniversitesi İdarî İlimler Fakülteleri, İktisadî ve Ticari İlimler Fakülte, Akademi ve Yüksek Okulları veya Meslek için gerekli kültürü veren ve bunlara eşitliği Millî Eğitim Bakanlığınca kabul olunan yerli ve yabancı Fakül te, Akademi ve Yüksek Okullardan birini bitirmiş olmak, gerekir.
Sınavlara giriş şartlarını ve sınav konularını gösteren broşür yukarıda isimleri geçen öğretim Kurumlarmdan ve Hesap Uzmanlan Kurulu Başkanlığı ile Ankara, İstanbul ve İzmir Grup Başkanlıklanndan sağlanabilir, isteyenlerin adreslerine gönderilir.
İsteklilerin en geç 18.11.1974 günü akşamına kadar Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanları Kurulu Başkanlığına belgeleri ile birlikte yazılı olarak başvurmaları gerekir.
(Basın 23345) 12947
ğım (1). Bir protesto çıka cak ortaya. Fakat yazdığım şeyler o kadar tarihsel ger çeklere dayanıyor ki, aman efendim, tartışma olsun.”
SAİT FAİK'LE ATIŞMA
“ Sait Faik'le bir atışma nız olmuştu?"
“ Evet. Canım Sait Faik kızmış. Bir gün gitmiş hur dan bir çocuk, sözde yazar diye, benim ağzımdan bir şeyler yayı mlamı ş. Ben orada Sait Faik'le bazı şey lerde mutabıkız dedim de, o benden almış saymış. Ben bir hikâye yazmıştım (2). Eee, sonra bir hikâye çıktı (3). Sait Faik'in bir hikâye si. Bir balıkçı, açıktaki martısı öldüğü için burası na, yakasına hani ya siyah tül takar. Dedik ki Sait de aynı yoldan gidiyor dedik. Eee, benimki daha önce ya zılmıştı. O ona dehşetli kız m ış."
"Sait Faik'le tanışır mıy dınız?"
“ Tanırım kendisini, iyi arkadaştık. Eee, ama olur böyle şeyler.”
"Onun hikayeciliğini na sıl bulursunuz?”
“ iyi bulurum. Benim hi kayecim değil. Ben açılıp giderim. Onun o şeyi var ya, hani” “ Bilmem ne M o toru "?"
"Medarı Maişet M oto ru."
“ Onu çok beğenirim ben. Bilmiyorum beğeniyorlar mı? Fakat ben ona bayılı rım.”
"Sizin anlattığınız deniz le, Sait Faik’in denizi çok değişik, değil mi?”
“ Benim anlattığım de nizde bir açıklık var, bir serb estlik var, özgü rlü k var, sonsuzluk var. Deniz insanlarım da değişiktir, Kara insanı, deniz insanı gibi öyle tehlikelerde bulun maz, fırtınada filan bulun maz. Deniz adamı öyle mi ya, bir fırtınaya yakalandı mıydı... Mesela elli mil uzaktaysa karadan. Elli mil uzaklıkta ölüm var. O ölü mü yırtacak ufak bir şeysi bile yok .”
"Sait Faik'in denizi?” * “ Onun denizi Marmara
denizidir. Evet o denizi se ver. Balıkçılığı da sever. Meselâ, Burgaz Adası. Eee, şimdi bir de Arşipel’i (Ege Denizi) düşünün. Ne bile yim, şimdi ben , ben öyle düşünürüm yani, diğ mi ya. Ben Burgaz Adasını bili rim. Söylemiştim, Büyük- adada otururduk. Gidip geliyorduk. Ne bileyim, tur da atıyorduk, hani ya şey gibi, dolap beygiri gibi b ö y le, küçük tur, büyük tur, küçük tur, büyük tur. Arşi- pel gibisi olamaz.
__S O N __ * 2 3
11) Mu yazılarını Balıkçı, "Anado- lunun Sesi" adlı kitabında topla mıştır. (Yeditepe Yayınları. Yıl
1971)
(2) "lloşbulduk Selim Dede ' adlı hikâye. (Eğenin Dibi. Yeditepe Yayınları. 1952)
(3) "İki Kişiye Bir Hikâye" (Alem- ılağ'da Var Bir Yılan. Varlık Ya yınları)
Taha Toros Arşivi