gündem
P A Z A R 4 Milliyet
P a zar 24 Temmuz 2005
“...Vahideddin daha sonra:
- Kemalistler azınlıktadırlar, dedi... İngiliz sefiri Rumbolt bütün bunları dinledi, dinledi ve gayet soğukkanlı oyununu oynamaya başladı!.,
- Haşmetmeab, dedi... Bize göre, bir İstanbul hükümeti maalesef mevcut değildir. Konferansta ise herhangi bir hükümetle müzakere etmek
zorundayız... İstanbul’da müttefiklerin işgali devam ettiği sürece bir
hükümetin yetkilisi olması lazımdır. Sultan Vahideddin bu kez: - Kemalistler şimdilik hilafet
meselesine el atmaya meyil göstermiyorlar ama, dedi... Onun etrafmda ağ öreceklerdir. Yani sultan sarayında eski bekçi ve muhafızlarının yerine kendi kölelerini yerleştirmeye başlamışlardır bile.
Derin bir nefes aldı Sultan... Endişesini belli etmemeye çalışarak, içindeki korkuyu dile getirdi:
- Britanya İmparatorluğumun şahsım ve aileme yakın bir tehlike amnda her şeyi yapacaklarına dair 1920 yılında yapılan vaatleri vardır... Ya tahttan vazgeçmemiz ya da feragat
etmeksizin emin bir yere çekilmek istememiz halinde acaba bu vaat yerine getirilecek midir?
- Nereye?
- Mısır’a mı, yoksa Kıbrıs'a mı? İngiliz sefiri hemen:
- Mısır imkansız, diye itiraz etti!.. Geçici olarak on-onbeş kişi ile herhangi bir yere gidilebilir!..
Padişah merakla sordu:
- Sizi bir daha görebilecek miyim? İngiliz Sefiri mesleğine ve ırkına has bir kıvraklık içinde, biraz kekeleyerek:
- Haşmetmeabı görmeyi elbette
isterim. Ancak, öyle çarçabuk adam gönderip aratmamanızı rica ederim. Bu iyi bir durum olmayacaktır, dedi.
İngiliz Sefiri, Vahideddin’e daha önce aylardır birtakım tevfikler için baskı yaparken... Bu kez siyasi
nedenlerle tevkiflerin durdurulmasının uygun olacağım hatırlattı ve sonra, padişahın huzurundan ayrıldı. İşte böyleydi diplomasi.
Ingilizler, Fransızlar artık durumu anlamışlardı. Kim güçlü ise onun yanında olmanın en isabetli örneğini veriyorlardı.”
Enver Paşa gülüyordu
“...Vahideddin Alman generallerine bir şeyler anlatı yordu. Oturduklarında hünkar döndü Mustafa Kemal P aşa’ya dedi ki:
- Sizi Suriye kumandam tayin ettim... Oradaki vazi yetler ciddileşmiş, gitmeniz lazımdır!.. Sizden istediğim şudur: O tarafları düşman eline geçirmeyeceksiniz. Ver diğimiz vazifeyi muvaffakiyetle ifa edeceğinizden emi nim!.. Derhal hareket etmelisiniz. Sonra, Alman general lerine döndü ve şöyle söyledi:
- Bu kumandan dediklerimi yapabilir.
Vahideddin görünürde iltifat ediyordu; ama aslmda b u Mustafa Kemal’i İstanbul’dan uzaklaştırmaktan baş k a bir şey değildi!.. Büyük bir entrikaydı.
Bugün yenilmiş sayılabilecek Suriye’deki orduya ku m andan değil, başkumandan gönderilse ne olurdu? Hiç!.. Mustafa Kemal bir oyun karşısındaydı. Paşa bu dü şüncelerle evvelce terk ettiği Yıldız Sarayımın diğer salo nuna girince orda Enver Paşa’yı gülerken gördü.
- Bravo, dedi, tebrik ederim, muvaffak oldunuz... Be nim bildiğim ve anladığıma göre, artık Suriye’de ordu, isimden ibarettir. Beni oraya göndermekle intikam alı yorsunuz. Sonra usul dışı bir şey yaptınız, bizzat padişa h a emir verdirdiniz.
Enver Paşa yine gülüyordu... Salonun bir köşesinde o turan Balkan savaşları kumandanları hararetli konuş m alar içindeydiler... Bir büyük kumandan diyordu ki:
- Efendim bu Türk neferinden hayır yoktur!.. Bunlar hayvan sürüsüdür, sadece kaçmayı bilirler. Allah saklasın böyle bir sürüye kimse kumanda etmesin.
Mustafa Kemal bu sözleri duyunca padişaha kızgınlı ğını, Enver Paşa’ya öfkesini, her şeyi unuttu, en çok ko nuşan kumandanın yanma yaklaştı.
- Paşam, biz de askeriz!.. Bu orduya kumanda etmiş adamız. Türk neferi kaçmaz, kaçmak nedir bilmez. Eğer, Türk neferinin kaçtığını görmüşseniz hemen kabul etme lidir ki, onun başında bulunan en büyük kumandam kaç mıştır. Eğer siz kaçtığınızın zilletini Türk neferine yükle mek istiyorsanız, insafsızlık ediyorsunuz.”
Konuşmamız bitti
“...Vahideddin Mazhar Müfit Bey’e sordu:
- Mustafa Kemal Paşa hazretleri inşallah afiyettedir ler. İstanbul’a teşrif etmeyecekler mi? Kendisiyle görüş
meye hasretim!..
Paşanın asiliğini ilan eden, görevinden azleden, onun tutuklanmasını isteyen, Kuvayı Milliye’nin yok olması için her şeyi yapan sanki Vahideddin değildi.
Heyeti Temsiliye üzerine şaşkınlık içinde bir şeyler söylemeye çalışırken padişah tekrar sordu:
- Beyefendi, memleketi düşmandan kurtarmak için ne gibi çareler düşünüyorsunuz?
- Efendimizin Anadolu’ya ve Bursa’ya kadar teşrifle riyle mesele hallolur.
- Ne suretle?., diye sordu Vahideddin.
- Çünkü halk, padişahlarını başlarında görürse bir umumi ayaklanma olur ki, düşman buna direnemez. Va hideddin bu cevaba fena halde kızdı, ayağa kalktı, sert ve kalın sesiyle:
- Beyefendi, beyefendi, dedi... Ecdadı izamımın payi tahtından bana firar mı teklif ediyorsunuz?
- Hayır efendimiz, milletin ve vatanın şu sıkışık ve zor zamanında ecdadı izamınız gibi milletin başına geçmeni zi teklif ediyorum.
Padişah cevap vermedi, başını çevirip denize bakmaya başladı ki, bunun anlamı ‘Konuşmamız bitti’ demekti.” ■
Milliyet "Son Padişah
Vahideddin" kitabını 29 kupon
karşılığında okurlarına armağan
ediyor. İlk kupon bugün.
Bülent Ecevit'in açıklamasından sonra "Vahdettin hain miydi değil miydi?" diye bir
tartışma başladı. Gazeteci-yazar Yılmaz Çetiner'in "Son Padişah Vahideddin" adlı
kitabı bu tartışmalara katılanların mutlaka göz atmaları gereken bir çalışma
G
azeteci-yazar Yılmaz Çetiner’in “Son Padişah Vahideddin” adlı kitabı, eski Başba kan Bülent Ecevit’in “Vahdettin hain de ğildir” şeklindeki açıklamasından sonra başlayan “Hain miydi değil miydi?” tartış m asına ışık tutuyor.Çetiner’in kitabında, Vahdettin ile Mustafa Kemal A tatürk arasındaki ilişkilere geniş yer veriyor. 600 yıllık Osmanlı împaratorluğu’nun tarih sahnesinden çekilişi nin son anlarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ilk anlarının anlatıldığı kitap, yakın tarihin bu iki dönemi arasındaki geçiş sürecine bir anlamda tanıklık ediyor. Ç etiner kitabında, Vahdettin ile Mustafa Kemal arasın daki görüşmeleri, Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’la ne d en evlenmediğini, padişahın ülkesini nasıl terk ettiğini, İngiliz generallerin Vahdettin’e nasıl yardım ettiğini ve daha birçok olayı ayrıntılarıyla
ele alıyor. İşte kitaptan birkaç bölüm...
Son Pad^ah
VAHİDİNDİN
Yılmaz Çeftjpr
Sabiha Sultan'la
niçin evlenmedi?
“...Yalnız hanedan içinde değil, halk arasında da Vahi- deddin’in küçük kızının güzelli ği anlatılırdı. Anafartalar kah ram anı Mustafa Kemal Paşa’yı Sabiha Sultan’a yakıştıranlar p e k çoktu. Söylentileri duyma y an kalmamıştı. Eğer bu güzel prenses, ‘Sarı Paşa’ ile evlenirse Sultan ülkeyi daha iyi yönete- bilme, hatta orduya hakim ola bilm e imkanını bulmaz mıydı? M ütareke günlerinde işte böyle düşünen politikacılar, devlet adamları da vardı!..
Harbiye Nazırı ve Başku m andan Enver Paşa da Vahi- deddin’in kardeşlerinden Sü leyman Efendi’nin kızı Naciye
Sultan ile evlenmiş ve saraya damat olmuştu...
...Bir gün Vahideddin’in yeğenlerinden Muhibe Ha nım , Selma Fansa’yı ziyaret ederek şunları söyledi:
- Beni buraya zatışahane gizli olarak gönderdi. Kızla rı Sabiha Sultan’ı fahri yaverleri Mustafa Kemal Paşa’ya vermeyi arzu buyuruyorlar... Siz bu konuyu kendisine
açınız, ben birkaç gün sonra gelir, cevabınızı alırım. Akşam, Mustafa Kemal eve geldiği zaman, Selma Fansa:
- Paşa hazretleri, dedi, bugün saraydan zatışahanenin hemşiresinin kızı Muhibe Hanım bize geldi... Zatışahane kızları Sabiha Sultan’ı size vermeyi arzu ediyor... Bu hu su sta fikrinizi soruyor... Mustafa Kemal durdu bir an:
- O halde Sabiha Sultan buraya gelsinler, görüşelim, dedi...
... îki gün sonra Muhibe Hanım tekrar geldi Fansala- rrn evine... Selma Hanım, paşanın söylediklerini tekrarla yınca, güldü:
- Bir sultan saraydan çıkar da, bir erkeği görmeye bu ray a nasıl gelir?
- Gelsin bir kere göreyim, beğenirsem evlenirim, di yor.
Tam bu sırada, Mustafa Kemal geldi eve ve mecburen konuşmaya katıldı, ısrar etti:
- Lütfen buraya teşrif etsinler.
- Bu padişah kızı ayağınıza gelemez, diye itiraz etti M uhibe Hanım...
Paşa gayet nazik:
- Ben bu memlekete büyük hizmetler ettim. Yarın da h a da büyük hizmetler edeceğim... Saraydan bir başka yerde görsem ne çıkar?
Aslında belliydi ki, Mustafa Kemal daha önce fotoğ raflarım gördüğü Sabiha Sultan’ı beğenmişti, ama Vahi- deddin’e damat olmayı düşünmüyordu... Yakınlarına bu konuda da şunları söylemişti:
- Zeki ve çok güzel bir kızdı... Keşke bir sultan olma saydı!..”
Çetiner’in kitabı
“Vahdettin
tartışm asına
ışık tutuyor
Mustafa Kemal Sabiha Sultan'ı beğenmişti ama Vahdettin'e damat olmayı istemiyordu.Sultan torunlarıyla
.Ailesine kavuşan Vahideddin, torunu Hümeyra ile çoğu / zaman neşeli dakikalar geçiriyor, rîıutlu oluyordu. Küçük * | Hümeyra ilaç gibi gelmişti. Dizinde, sırtında, yanında cıvıl cıvıl
konuşan tatlı bir kız torun... Ve ayrıca artık onbeş yaşına varan oğlu Ertuğrul...
O yıllar İstanbul'da halk arasında en çok söylenen, yediden yetmişe dillerden düşmeyen şarkı şuydu:
'Çok yaşa çok yaşa / Mustafa Kemal Paşa / Kahrolsun düşmanları / Cümlesi baştan başa.'
.San Remo'da bir gün, köşkün bahçesinde dayısı Ertuğrul ile beraber oyun oynarken İstanbul'dan hatırladığı bu şarkıyı söylemeye başlayınca, kalfalardan biri Hümeyra'ya:
- Hanım Sultanım, dedi, çok yaşa, çok yaşa değil!.. Kahrolsun Mustafa Kemal Paşa diyeceksin, yoksa şah dedeniz çok kızar!..
| JHümeyra da aynı şarkıyı bu sefer 'Kahrolsun Mustafa Kemal ^J^aşa' diye söylemeye başlayınca köşkün içinde telaşla, ağalar
çocukların yanınajcoşuştu ve korkuyla:
- Efendimiz, söylediğiniz bu şarkıya, bu sözlere çok kızdı, hemen sizi görmek istiyor!..
...Sultan Vahideddin hiddet içindeydi. - Kim öğretti sana bu şarkıyı? dedi. Hümeyra omuzlarını kaldırdı:
- Bilmem İstanbul'da öğrenmiştim. <0*
Vahideddin sesini alçalttı bu kez: 0 ^ 0 *
- Peki başında 'Çok yaşa, çok yaşa, Mustafa K em ali*^ ? derken niçin 'Kahrolsun' diye değiştirdin?..
- Kalfa kadın böyle söyledi. Yaşa dersen şah deden kızar, kahrolsun dersen memnun olur, dedi.
Vahideddin torunu ve oğluna şunları söyledi:
- Mustafa Kemal Paşa büyük bir Türk askeridir... Ülkemizden düşmanları kovmuşlar... Böyle bir paşaya kahrolsun diyemezsiniz!.. Bunusize öğreten aptal ve cahil kadınlar. Bir daha ağzınızdan böyle bir söz duymayayım."
Mustafa
Kemal ile
görüşmek
istiyor
“Sultan Vahideddin her şeye rağmen, son bir umut
başmabeyincisi Ömer Yaver Paşa’yı 13 Kasım 1922’de Refet Paşa’ya gönderdi...
... Ömer Yaver Paşa, Yıldız
Sarayı’ndan ayrılarak artık BabIali’de oturan Refet Paşa’ya gitti. Padişahın, Mustafa Kemal’le görüşme isteğini kendisine bildirdi:
- Mustafa Kemal Paşa ile konuşmak istiyorum. Bir emin adamını memur etsin. Bunun için kendisine telgraf mı çekeyim, mektup mu yazayım? Yoksa siz mi cevap verirsiniz?
Refet Paşa, padişahın bu dileğini Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’ya bildirdi. Mustafa Kemal, Refet Paşa’ya:
- Vahideddin Efendi önce bu arzusunu yazılı olarak yapsın, ondan sonra görüşebiliriz, cevabını verdi...
Paşa, bu haberi 15 Kasım’da Yıldız
Sarayı’nda Ömer Yaver Paşa’ya aynen bildirdi. Ve ertesi gün padişahın yaveri Fahri Bey (Engin) vasıtasıyla bir defa daha tekrarladı. Bundan sonra da hiçbir haber alamadı.
...Görünen gerçek paşanın Sultan Vahideddin ile artık hiçbir şekilde görüşmek istemediğiydi.
Yıldız Sarayı şimdi Sultan Vahideddin’e bir zindan gibi geliyor, sultan uyku uyuyamıyordu. Her an baskın tehlikesini, yakalanıp
Anadolu’ya götürülme ihtimallerini, sokaklarda parçalanmayı düşünüyordu geceleri.
...Ruhsal çırpıntılar içinde kıvranan Vahideddin bir hafta önce Muzıkayı Şahanei Hümayun Kumandanı Kaymakam Zeki Bey’i General Harrington’a göndermişti. Onlar padişahın hayatını güvence altına almak için bir resmi yazı ile zamanının bildirilmesini
bekliyorlardı.
Harrington, Vahideddin’in denizci yaveri
Fahri Bey’i 13 Kasım günü yanma çağırdı ve endişeli bir yüzle:
- Durum Türkiye’de gittikçe fena şekil alıyor, dedi... Padişah eğer arzu ederse, kendisini Malaya gemisiyle M alta’ya nakledebiliriz... Durum düzelince memleketine dönerler! ...Harrington’un gönderdiği haber, Vahideddin’i hem
korkuttu, hem de karar verebilmesini
çabuklaştırdı. Zevceleri ile iki kızım İstanbul’da bırakıp yeni ve çileli
bir hayata doğru yürüdü.”