H
ERKESİN bildiği veçhile Dördüncü Mehmet Osmanlı padişahları arasında tahta eıı genç çıkan olduğu gibi, eıı yaşlı olarak taht sırası geleni de beşinci M eh- mettir 7 ve 65. Yani, sonuncu ev velkinin en az dedesi olacak yaşta. Beşinci Mehmet bu altmış beş yıl lık ömür uzun bir ömür esnasında her güne ait başlıca hatıra ve dü şüncelerini not etmiş olsaydı, bu ruzname şüphe yok ki daima öldü rücü bir yeknesaklık ve boşluk ar- zedeı-di: Her türlü fikrî ve siyasî faaliyetten mahrum bir harem hayalli O hâtıra j
ve düşünceler ara < sında kayda en
lâyık olanlardan * 11111
birini bundan evvelki yazılarımdan birinde .bildirmiş ve biraderinin ta biî şartlar içinde ölümile tahta çık tığı takdirde veliaht. Mehmet Reşat Efendinin Meşrutiyeti derhal yeni den ilân etmek emelile yaşamış bu fikir v e . karar üzerinde adamlarile konuşmuş bulunduğunu — bir şe- hadete atfen — söylemiştim. Bu ka rarından bahsettiği adamlarına tev cih edilmiş ve yerden temennalar la karşılanmış kaç mansıbın vaidi vardi bilinemez. Sade babamın ya kın dostlarından olup cülûsta baş mâbeyinciliğe getirilen Lûtfi S i- mavi Beyden bizzat duyduğuma göre, saltanatın ilk günlerinde bu vaitleri Beşinci Mehmet yavaş ya vaş yerine getirmeğe teşebbüs et miş de- ve bir kaç kere- «Falan eteğimi öptü, çok rica etti, müna sip bir memuriyete tâyini Babıâliye bildirilse!» yahu i «Filân ayağıma kapandı kardeşi için bir kayma- / kamlık istiyor, tâyinini yazsanız!»
tarzında iradelerde bulunmuş. Fa kat, her seferinde: «Ferman efen- dimizindir! Şu kadar ki Babıâlinin İstiklâline riayet etmediklerinden dolayı biraderi hümayunlarının baş larına gelen felâket, nıa'iûm-u hü mayunlarıdır. Hele şu inkılâp gün- .. lerinde bu tarzda emirler tebliği <■ mahzurdan salim olmaz gibi görü
nüyorsa da emir ve ferman efen- dimizindir.ıı gibi mukabeleler edil mekle daima:
«—• Haklısınız haklısınız! Ben de zaten (Olamaz, ben vükelânın işlerine müdahale etmem!) cevabım verdim.» dermiş. V e hakikaten onu (Meşrutiyet padişahlığını) benimsi- yeıek yani hiç bir şeye karışmıya- rak kaldı ki esasen de işlere müda hale etse bu müdahalelerin her şe yi büsbütün herbad etmesi muhak kak olarak, İttihatçıların ihtiyaç ları bulunan imza makinalığmı ses sizce ifa etmiş görürüz.
Bununla beraber, îtalyanın Trab- lusgarba tecavüzü ve bu tecavüzü evvelden sezerek hiç bir teşebbüste bulunulmamış olması İttihat ve Te
rakkiyi zaafa düşürüp hemen hep si kendi adamı olarak seçilmiş me busların muhalefete geçmeğe kal kacaklarım cemiyet hissedince memlekette bir saltanat makamı bulunduğunu ve bu makamı kuv
vetlendirmekten istifade edebilece ğini hatırlayacaktı’ 93 Kanunu E - sasîsinden az evvel yapılan tadilât la büyük salâhiytleri elinden alı
nan padişaha bu sefer Meclisi fes hetmek hakkı verilmek üzere hü kümetle mebuslar birbirine girecek, neticede Sultan Mehmet Reşat kendisini tahta çıkarmış olan M ec lisi telâkki ettiği emir mucibince feshedeeekti. Kısa bir zaman son ra da, yeni bir nankörlük eseri gös tererek bütün İttihad ve Terakki nin — Sultan Abdülhamidi hal' eden kumandan Mahmut Şevket Paşa başta gelmek üzere — suku tunu kayıtsız karşılıyacak, cemi yetin yeni ve eski düşmanlarının
büyük kabine etiketi altında ikti- dara gelişlerini en mültefit tebes sümlerde karşılıyacak biraderinin vaktıle kendi adını almaktan kork muş adamlarım kendi nazırları o - larak şimdi huzurunda pür tazim görüp Rumeli dağlarının haşin rüz garları üzrlerinde hâlâ esen -.Nev- reside» ricalden kurtuluşundan memnunluğunu hiç gizlemiyecekti.
t blr. istidrad açarak yine
Lutfı Sımavı Beyden duyduğum bir fıkrayı hikâye edeyim: Tevfik Paşanın^ üç dört gününden sarfına zar beşmci Mehmedin ilk Sadrâ zamı bulunan Hüseyin Hilmi Paşa, cemiyet tarafından istiskal görüp mahut (sıhhî sebeplerden dolayı) çekilmeden önce de sadaretten müşteki gibi edalar takınır:
" Çoktan istifa edeceğim bir gün kalmıyacağım ama ne yapayım kı şevketpenah efendimiz huzuru hümayunlarına her çıktığım günde (Ben sizsiz yapamam Allah aşkına bem yalnız bırakmayın!) diye İs rarda bulunuyorar. Bundan do’ ayı kalıyorum., diyip dururmuş. Bunu anlatan Lûtfi Rey tutuk lisanile anlattığı hikâyesine bir küçük kah kahayı münasip bulur ve:
- - İçimden her sefer (Budala! Çekilmek istiyorsan sakın bir daki ka efendimizi düşünme! Çünkü e- fendimizin dünyada kimseye mu habbeti yoktur ve kimse için tatlı canını üzmez. Sadaretten düştü ğün gür. senin adını da anmıya- caktırl) diyeceğim gelirdi., diye ilâve ederdi.
Bu münasebetle Lûtfi Simavî Beyin hâtıralarında büyük kabir.e- mn kendisüe mabeyin baş kâtibi Baht Zıya Beyi istifaya mecbur edişinden sonra her ikisinin veda ıçm huzura çıkışlarına ve gözyaşla rını tutemamaktan korkan hünkâ rın hızla ayrılıp gidişine ait tasviri hatırlıyor, Lûtfi Simavi Beyin Hü seyin Hilmi Paşa kadar mı saf, yoksa daha mı saf olduğunu kesti remiyorum...
\
sr
Fakat Sultan Mehmet İttihatçıla- nn sukutlarım memnunlukla karşı lamış ve eski ricalin kendisini daha çok işe karıştırmasalar da hiç de ğilse âdaba daha riayetkâr bulun malarını bir kâr saymış olsa bile, bir müddet sonra düşenleri aramı- yacak da değildi. Zira, bu yeni ge lenler zamanında — ve eyvah kaşla göz arasında — Rumeli vilâyetleri elden çıkmağa başlıyor elden çık mağa başladığı için de hal’inden b e - ---- ---—_____ _____________________ , ,
)
ri Selânikte yaşatılan Abdülhamid Istanbula getiriliyordu.
Gerçi eski padişahın Selânikte bırakılmaması zarureti hâsıl olduğu sırada Sadrâzam bulunan Gazi A h met Muhtar Paşa onu hiç sevme diği için Bursaya yollamak kararı nı almış, fakat kendisinin yerme
geçen Kıbrıslı Kâmil Paşa raahluğ hükümdarı Istanbula getirtmiş, Dohnabahçenin ta karşısına Bey lerbeyi sarayına yerleştirmişti. Ve Kâmil Paşa Abdülhamide üç kerre Sadrâzam olmuş, onun saltanatı sı
rasında altı yılı aşkın bir zaman Sadrazamlığını et miş adamdı.
A hvalin daha , da vahim b ir ma hiyet aldığı bir günde, tecrübele rinden istifade edilmek üzere A b - dülhamidin yeniden tahta çıkarıl- mıyacağı ve buna Kâmil Paşanın' ön ayak olmıyacağı nasıl temin e- dilebilirdi! O sırada Dahiliye Nazın bulunan sayın Ahmet Reşid Rey’in celbetiiğinden çok daha alâkaya lâyık ve cidden mühim — hâtıra larında, beşinci Mehmedin bu dü şünce ve korku içinde mustarip, Kâmil Paşayı makamdan atmağa pek hevesli hattâ Sultan Hamidin gizlice zehirletilmesi hususunu sa dece veliahtm bir arzusunu nakle- diyormuş şeklinde ortaya atacak derecede kendini kaybetmiş görü yoruz. Melek Haslet denen ve o tarihte yetmişe erişmiş bulunan bir adamın çehresinde bu kadar kor kunç hatlar buluvermemek üzere bu noktadan uzaklaşalım ve Beşin ci Mehmedin bütün zekâ azlığına
rağmen ittihatçıların şiddetle iste miş ve iş başındaki pek tecrübeli ricalin önleyememiş oldukları B al kan Harbine orduda bir kuman danlığa getirilen Abdullah Paşa ile muhterem Cemil Topuzlunun ikazları üzerine elinden geldiği ka dar mâni olmağa çalışmış bulun duğunu, namını biraz da rahmetle yâdettirmek üzere zikredelim. İlk önce kendisinin en yakın ve zeki adamı Sabit Beyden duymuş bu lunduğum bu nokta, sayın dokto run hâtıratında da kaydedilmekte dir.
Birinci Cihan Harbinin başlangı- <ynda Beşinci Mehmet tamamen çökmüş ve Babıâli baskınile ikti dara gelip Mahmut Şevket Paşanın katlinden sonra daha da kudret bulmuş olan İttihat ve Terakki ta rafından büsbütün sindirilmiş oldu ğu için bu maceraya girmemek ü - zere ağız açamamış ve zaten ken disine harbe girişimiz bir tecavüz karşısında bir zaruret şeklinde an latılmıştır. Sade Cihan harbinden bir müddet evvel kapitülâsyonların ilgası münasebetile kendisine söyle nen şeylerden pek ziyade haz edip müftehir olduğunu ve hâtırasına gayetle bağlı bulunduğu babasını bu münasebetle yine hatırlayıp zik rederek: «Demek ki ben şimdi Sul tan Abdüimecit Handan da daha kudretli bir padişah oldum!» cüm lesini bir kaç kere —■ ve galiba b i raz da hayretle — tekrar etliğini yine Sabit beyden duyduğumu ha tırlıyorum...
I
A v
E j* iE iN C t Cihan Harbine, kus
tecavüzüne uğrayarak bilm ec- buriye girdiğimize inandırılan Mehmet Reşat acaba bundan ta- mamile emin miydi, ve hele T rab- lusgarp ve Balkan Harplerinin n e ticeleri v e 93 ün sonu malûmken bu sefer mutlaka m uzaffer olaca ğımıza inanıyor muydu? Bahusus Çanakkalenin zor
landığı günlerde, yerini aldığı II. Abdülhaınitle ayni trene konulup A - i nadolu içlerine
yollanması âdeta bir saat meselesi mahiyetini aldığı sırada, bu kar şılaşmadaki acılığı acaba hissetmiş miydi? Korkunç ihtimal gerçekleş- miyerek İtilâf filoları uzaklaştık tan sonra kaleminin mahsulü oia- . rak ilân edilen manzume, başka ■ hiç bir eseri bilinmemiş bir insana mal edilemiyecek kadar mamur ve her halde eski tarzda kudretli bir şairin takdimesi olmakla bera ber, Sultan Reşadın dönüşünün ne zaman olacağı meçhul bulunan bu Anadolu seyahatinden kurtulunca hakikaten «secdei şükrana kapa nıp dua eylediği» şüphe yok kİ bir hakikattir. Kaldı ki, zaferi nilıat teranesi tekrar ediledursun hergün bir başka yerin kaybedildiği o Büyük Harp esnasında da, daha evvelki Balkan Harbinin elim gün lerinde de, V . Mehmet, uğursuzlu ğu hakkında hayatının her devre sinde söylenmiş sözü ve edilmiş iddiayı elbette hatırlıyordu ve çün kü bu iddiayı mutlaka bir şekil ve surette duymuş olacaktı. Her halde, ölümünden iki yıl evvel geçirdiği pek mühim ve ağır ameliyat için masaya yatarken, «eğer devlet için hayırsızsa sağ kalkmaması» husu sunda ettiği - ve Esvapçıbaşısı Sa bit Beyden duyulmuş - dua bu hu susta âdeta kat’i bir şahadet m a hiyetini haizdir.
Diğer taraftan, V. Mebmedin, harbin mağlûbiyetle neticelendiği takdirde itilâ f devletlerinin ittihat ve Terakki Hükümetine son vere ceklerini ve kendisini de bu hükü metin âciz ve biçare âleti olm ak it- hamile tahttan atacaklarını m üp hem bir şekilde de düşünmemiş o l duğunu farzetmek için - ınahdut- luğuna rağmen bazan pek nâfiz görüşleri de kaydedilen - ihtiyar padişahı tamamen ahmak ve bu namış saymak, yani hakikate zıt bir hükümde bulunmak lâzımdır.
Veliahdi Y usuf izzettin Efendi nin taht beklemek sabrım bulam ı- yarak herkesin müsavi olduğu âle me gittiği, ittihatçıların da hiç sevmedikleri Vahideitin Efendiyi Veliaht olarak kabul etmek zaru retinde kaldıkları bu en son gün lerine temas ederken, bu silik ve bahtsız hükümdarın hakikaten gü zel bir hareketini ve düşüncesini de kaydetmeliyim.
Kendisinin ölümünün artık pek yakınlaşmış göründüğü sıralarda, şimdi andığım Sabit Bey gibi bazı yakın adamları evlât sahibi bulu nan iki şehzadesine hemen lıiç bir şey, yahut fevkalâde az bir şey kalacağını hesap ederek bunlara hükümet tarafından şimdiden ve d efa ten birer miktar para veril mesini düşünür, bu hususta teşeb büse geçilip meselenin Sadırazama açılmasını istizan ederler. Sultan Reşat: «— Bu devlet ve m illet on ları, hepimizi daima beslemiştir. Yarın da aç koymaz. Amma koya caksa mukadderata boyun eğmek lâzımdır. Ben böyle bir şeyi ne isterim, ne de istenmesini kabul ederim !, diye bu bahsi kapar.
Aptallığına ve iki yüzlülüğüne dair şimdiye kadar namütenahi
/L
v>
V y \
- ve bir kısmı her halde tamamen
gerçek - fıkra anlatılan bu hüküm darın - Cebi Hümayun kâtibi olan teyzemin damadından duymuş bu lunduğum - Bu güzel sözünü ve asil mukabelesini kaydederken, bir fırsat bulup henüz nakledemediği- me de biraz eza duym uyor deği lim.
Besinci Mehmet gittikçe daha çökerken kendi yarınlarını düşü nüp sağlamağa çalışan yakın adam larının ciddî bir şekilde ileri sür m eğe cesaret etmemekle beraber akıllarından geçirdiklerini de giz lem edikleri başka bir tasavvurları olmuştur ki, o da büyük oğlu Meh met Ziyaettin Efendinin Veliahtli- ğe getirilmesiydi, ittihatçılar Y u suf izzettinin hastalığı esnasında
Vahidettini ıskat ederek ondan sonra gelen Sultan Murat şehzade si Salâhattin Efendiyi ihtiyat ola rak elde bulundurmak istemişler, fakat bu sonuncunun ölümünü Y u suf izzettin Efendinin kanlı akıbe ti takip edince bir sabah Vahi dettini karşılarında Veliaht olarak buluvermişlerdi. Vakıa onu yine ıskat edebilirlerdi, fakat kendisini takip eder. Abdülm ecit Efendi de ittihatçılarımı Balkan Harbinden Önceki sukuüarm öa Kâm il Paşa nın iktidara gelmesine çalışmış olarak itham ediliyor, son Halifeyi sırada takip eden Selim Efendiden de Sultan Hamit şehzadesi diye şüphe ediliyordu. Bunları lıemen takip eden Mehmet Ziyaettin Efen di, yani Mehmet Reşadın büyük şehzadesi daha cazip, emniyetli ve kendisi için bir takım tehlikeleri göze almağa daha lâyık bir nam zet değil miydi?
Esasen de, ikinci Meşrutiyetin ilk zamanlarında lıayli fena tanı nan, çarpık ve simsiyah fesi ile ve pek açık mavi, tirşe rengi veya penbeye kaçar elbiselerinden sar kan ipek mendillerile mesire yer lerinde mütemadiyen dolaşarak karşılaştığı "Müslüman, Hıristiyan, genç ve geçkin, güzel ve sakil her kadına yaldızlı arabasından sarka sarka işaretler edip kaş göz süzen Ziyaettin« Efendi için bir kaç yıl sonra hayli ağırlaştı denm iyor da değildi. Bir kaç resmî vazife ifa etmiş v e meselâ İngiltere Kıralı V.
Georges’ un Hincüstana gitmek üze re Mısırdan geçişinde kendisini Pa dişah namına selâmlamak vazife sini pek güzel başardığı söylenmiş ti (1 ). Şahsına karşı bazı resmî tercihler yapılmağa da başlanmıştı ve bu meyanda, iyi hatırlıyorum ki, arabasının önünden bir atlı se yis gider olmuştu. Halbuki - ve
hayli tafsilât ile ; anlattığımız gibi - i Osman oğullarına : karşı hep günün imkân ve icapları na göre hareket etmiş olan ittihat ve Terakki, sade Vahidettini aradan çıkarmağa ce saret edemezken üç şehzadenin b ir den başını yem eğe nasıl cüret ede bilirdi? Ve bu hayaller belki kula ğına bile erişmeden, ihtiyar Padi şah zaferi nihaî teraneleri daha za y ıf ve ümitsiz bir şekilde de olsa hep tekrar olunurken, merasime ait bir vazifenin yorgunluğu ile hastalığı şiddetlenip ölüverecekti. Hakkmdaki sabit bilgiler arasında biri en yaşlı tahta çıkmış Osmanlı Padişahı olması olduğu gibi, baba sı Abdülmecittenberi tahtta ölebil miş tek Padişah, ve sade bu değil, tahtta iken ölmüş son Padişahın o olduğudur. Bir kaç ay daha yaşasa ve Mütareke ile ittihat ve Terak kinin devrilişi kendisini sürükle mese, M illî Mücadele karşısında alacağı vaziyet ne olurdu? Halefi Vahidettinin çılgın ihanetini işliye- rek vatanlarını müdafaa eden ve bu uğurda can verenlerin hain ve âsi oldukları hakkında fetvalar çı karmayı her halde kabul etmez, fakat acaba bir başka hükümdarın,
(1) Ziyaettin Efendinin inat ede, ede Tıbbiyeyi hitrdiği de bi liniyordu. Halit Ziya, hâtırala rında bu şehzadeden ilkönce aldığı fena intibaı ileride kaydedeceği bir vaziyet ve temas üzerine değiş tirdiğini, müsbet bir kanaat edin diğini ve bunu daha sonra anlata cağım söylerse de bilâhare bu miis- bet kanaatin sebep veya sebepleri ni hikâye etmeyi unutmuştur.
kendisiyle yaşit olan Sırbistan Kıralı Birinci Pierre’ in ancak üç, dört yıl önce gösterdiği feragat ve kahramanlığı gösterir miydi? Ha tırlardadır ki, Kırat Pierre, hasta ve yorgun olduğundan dolayı oğlu - v e ilk Yugoslav K ır a lı- A lexan - dre’a işleri devrederek inzivaya çe
kilmişken, Birinci Cihan Harbinin başında Sırbistan Avusturya istilâ sına uğradığı ve en tehlikeli bir harp vereceği sırada «milletile b ir likte ölmek üzere» inzivagûhmdan çıkarak o harp hazırlandığı sırada orduya dönmüş, Sırp orduları ka tiyen perişan olduktan sonra da, en müşkül şartlara katlanıp ordu nun Arnavutluğu aşarak Adriyatik kıyılarına kadar sürüklenişine iş tirak etmişti.
V. Mehmet, aynı celâdeti gös tererek vatanını kurtarmak için dövüşen milletin yanında lâzımsa (ölm eğe) gelebilir miydi? Dokuz Saltanat yılındaki âciz ve hotgûm halini düşününce, ondan böyle kahramanlıklar ummak kendisine pek geniş bir kredi açmak olur. Fakat hiç değilse ağır hakaretlere uğramamak üzere tam vaktinde ölerek velev ki binde .bir ihtimalle olsun içimizde bir «Kimbilir, belki de!» şüphesini bırakması, bu şans sız ve hayli uğursuz Padişah için tek ikbal, tek mazhariyet teşkil et miş değil midir?..
y
A A J
X
^jLf>
6Uo¿*3
'A1
o jju l
e /ji ’ i¿¿ijl a
Jjk^P0!
^
j£ r“ ¿ Ij
í l j p c y X - C S ^
•
T* .
*
»
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Ta h a To ro s Arşivi