• Sonuç bulunamadı

Cahide Sonku'nun anıları:Hayatım:"Cahide"yi kendi kaleminden tanıyın

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Cahide Sonku'nun anıları:Hayatım:"Cahide"yi kendi kaleminden tanıyın"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

HAYATIM..

. Başladığı gün ve yer belli...Ama bu çileli ömür nerede ne zaman

noktalanacak...Ve ben herşeyi anlatmalıyım,hayatım bir yerde noktalanmadan...

"Cahide^yi kendi

kaleminden tanıyın

ı Y ıllar yılı beni sahnelerde alkışla­

mış tiy a tro severlere .film le rim i

görm ek için sinem aların önünde

beklem iş

sinema se yircile rin e

hatta onların ço cu kların a b ir g ö ­

revim olacak, işte bunu yerine

getirm ek istiyorum . G ençler Ca-

hide S o n ku ’yu Cahide S o n ku ’-

dan tanım alı... Başkalarının yaz­

dıklarından değil...

I Her dünyaya gelen çocuk gibi olmuş

benim de dünyaya gelişim...Hiç

MESLEĞİM BENİ, BEN MESLEĞİMİ MAHVET­

TİM. İŞTE HAYATIMIN KISACIK ÖZETİ BU...

bir şey bilmeden haykıra haykıra...

Neden olduğunu anlayamadan ağ­

laya ağlaya...

»Ben Yemen’de, bir asker evinde

dünyaya gözlerimi açmışım. Dedem

asker, babam asker.. “ Asker ailesine

erkek evlat yakışır” demişler. Ablam

doğmuş. “ Bari İkincisi bizi utandır­

masın” demişler, ben doğmuşum.

Doğduğumda "kara haber”i babama

telgrafla bildirmişler: “ Bir kızın oldu”

»Cephedeki askerleri düşünüp adımı

“ Mücahit” koymuşlar. Yıllarca taşı­

dım o ismi. Ta ki ablamın tifodan yat­

tığı gün annemin bana “ Cahide” diye

hitap ettiği güne kadar. Artık erkek

ismi taşımaktan kurtulmuştum. “ Ca­

hide” ismini çok seviyordum.

_

l

A

A

27Mart 1981 Cuma

^

,r :;

H u r r ıu e t

TÜRKİYE

TÜRELERİNDİR

YIL: 33 SAYI: 11840

TEL: <Ul> 26 20 00 (Santral) İlân Servisi: 26 40 04-26 40 05 Yan İtleri: 26 20 00-26 20 20

G Ü N L Ü K M Ü S T A K İ L S I Y A S I G A Z E T E

Kurucusu: SEDAT SİMAVİ (1896 -1953)

FİYATI 10 LİRA

Hava

MARMARA: A* bulutlu, sabah saatleri hafif sisli.

EGE: Az bulutlu, iç ege sisli

İÇ ANADOLU: Parçalı bulutlu, doğusu yağmurlu

KARADENİZ: Parçalı bulutlu, doğusu yağmurlu

AKDENİZ: Parçah çok bulutlu, yer yer sağanak yağışlı

DOĞU: Çok bulutlu, yer yer yağmurlu GÜNEYDOĞU: Çok bulutlu.

TAM 41 YIL ÖNCE:

. . . • — . . _ w . . w —- uncu günii, Cahide Son-1940 yılının Mart ayının 9 ku fotoğraf makinesinin objektifine işte bu pozu veriyor. Dünya güzellerini kıskandıracak bir güzellik, tiyatro sahne­

lerinin, film setlerinin, milyonlan peşinden sürükleyen vaz­ geçilmez kadım Cahide Sonku. Acılı, karanlık günlerin hüznü, bu tatlı güzelliğe sanki o günlerde çökmüş gibi...

C a h id e S o n k u 'n u n a n ıla rı 6. s a y fa d a

16 15 20 12 22 23 12 4 16 16 16 10 14 16 16 24

&

W

İstanbul Ankara l/mir Samsun Adana Antalya Bursa E r/urum E skişehir K ocaeii Balıkesir Zonguldak Çanakkale Sakarya E dirne K ıbrıs

(2)

"Cahide'yi kendi kaleminden

_

J

,—

Mesleğim beni, ben mesleğimi mahvet­

tim. İşte hayatımın kısacık özeti

tanıyın

İR

önüm de bir yığın masanın başındayım.kağıt... Bomboş... Bembeyaz... Dudakları­ mın arasında bir cıgara. Dumanlan, yüzüme doğru yükseliyor. Gözlerimi yakıyor.

Farkındayım... Cıgaranın ucun­ daki kül yığını giderek uzuyor uzu­ yor... Ama onu ağzımdan çekip kü­ lünü silkeleyecek dermanım yok. Adaam sende... Varsın yansın, kül olsun.

Dudaklarımın arasında kül yığını­ na dönüşmekte olan şu cıgara s ar ya; benim hayatım o. Yanmış, tükenmek üzere. Her şey bitmeden... Sonra düşünüyorum. Her şey ne zaman bi­ tecek, diye bir soru takılıyor kafama. Önümde duran o bomboş, bembeyaz kağıtlara bir daha bakıyorum... Yaz­ mak gerek, diyorum... Yanıp tüke­ nen hayatımın küllerini bu kağıtlara sermek gerek... Hem de fazla oyalan­ madan yapmalıyım bunu.

Hayatım... Başladığı gün ve yer belli. Ama bu çileli ömür ne zaman, nerede noktalanacak? Dudaklarımın arasındaki şu cıgara ne zaman sade­ ce bir kül yığını olacak? Bilemiyo­ rum. Ama bildiğim bir şey var. Za­ man geçtikçe, dostlar, hatıralar, bi­ rer birer yok oldukça, bu hayatın yükü bana daha da ağır geliyor... Eziliyorum... Usanıyorum... Bıkç yorum; Yaşamaktan bıkıyorum.

Ah, şu cıgara... Dııdaklanraın- arasından hiç eksik etmediğim sadık dost. Sen de sönersen... Sende bir kül yığını olursan... İşte o zaman benim için de her şey bitmiş olacak. Elimi çabuk tutmalıyım. Cıgara sön­ meden, hayatım bir yerde noktalan­ madan, her şeyi anlatmalıyım. Yeni nesiller, Cahide Sonku’yu Cahide Sonku’nun kaleminden tanımalı. Başkalarının yazdıklarından, başka­ larının anlattıklarından değil.

Yıllar yılı, beni sahnelerde alkışla­ mış tiyatro severlere, filmlerimi gör: mek için sinemalann önünde

bekleş-• Hayatım... Başladığı gün ve yer belli.

Ama bu çileli ömür ne zaman nerede

noktalanacak...

• Her dünyaya gelen çocuk gibi olmuş

de dü

' " “ ‘ ayi

deh olduğunu anlayamadan ağlaya,

benim de dün

şey bilmeden baykıra

ıyaya

naykı

gelişim... Hiçbir

haykıra...

Ne-ağlaya...

»Ben Yemende, bir asker evinde Dün­

yaya gözlerimi açmışım. Dedem as­

ker, babam asker. “Asker ailesine er­

kek evlât yakışır,” demişler. Ablam

doğmuş. “Bari İkincisi bizi utandır­

masın,’ demişler, ben doğmuşum.

Doğduğumda “kara haber”i babama

telgrafla bildirmişler: “ Bir kızın

ol-»Cephedeki askerleri düşünüp adımı

»uep

“ Mücahit” ko

dim o ismi

oymuşlar. Yıllarca taşı­

la ki, ablamın Tifo dan

İŞTE DEDEM:

Dedem Yemcn’de

| 7. Ordu Konıuta- nı’ydı. Çorapsız İbrahim Paşa. Mert bir askerdi. Babam da onun maiyetinde subay.

yattığı gün annemin bana “Cahide”

diye nit

diye tıitap ettiği güne kadar.

miş sinema seyircilerine hatta onların çocuklarına bir görevini olacak. İşte bunu yerine getirmek istiyorum.

Hatıralarımı, şu önümde duran bomboş, bembeyaz kağıtlara serpiş­ tirmeye başlarken, bir hakikati de belirtmeliyim; Mesleğim beni, ben ■f*¡tileğiıiıi mahvettim İşte hayatımın kısacık bir özeti bu. Nasıl mı? Bu soruyu cevaplandırmak için yıllar ön­ cesine dönüyorum. Hayatımın başla­ dığı yere... Doğduğum güne.

Paşa torunu

Subay kızıydım

H

ER dünyaya gelen çocuk gibi olmuş, benim de dünyaya geli­ şim... Hiçbir şey bilmeden haykıra haykıra... Neden olduğunu anlaya­ madan, ağlaya ağlaya... Sonra T ü r­

kiye'de değil, Ycmen’de... "Bad’ı- Sabah", “ Sabah Kapısı" denilen bir yerde...

Bir asker evinde dünyaya gözleri­ mi açmışım. O devirlerde Yemen, biz Türklerin elindeydi. Büyük babam â,ker...‘YedlnciO rdukom utanı... Ço- rupşız İbrahim adıyla tanınan, ya­ ma.’ bir kumandan. Dört dil biliyor. Orduda, yediden yetmişe, herkese sö­ zünü geçiren mert bir asker. Ya ba­ banı? Babam da dedemin maiyetinde çalışan bir subay. Yani anne tarafın­ dan da baba tarafından da bir asker ailenin kızıyım.

Ablam, benden iki buçuk yıl önce dünyaya gelmiş. Babam ve dedem, yani annemin babası Çorapsız İbra­ him Paşa, “ asker aileye erkek evlat yakışır” diye düşünmüşler. Annemin bir erkek çocuk doğurmasını bekle­ mişler. Beklenen çocuk kız olunca da

hiç değilse erkek adı taşısın, demişler \c Necdet koymuşlar adım...

Ablam büyüyor, iki buçuk yaşına geliyor. Bizim evde gene bir telaş... Heyecanlı, biraz da korku dolu... An- ııgnı, yine hamileliğinin son günlerin­ de... Doğum sancıları başlıyor. An­ neannem ve evimizdeki diğer

kadın-İ

lar. "Hayriye, bari bu defa bizi utan­ dı rmasa” diyorlar.

Ortalık, zaten karmakarışık. As­ ker, Yemen çöllerinde savaşıyor. Ba­ bam, Ingilizlere esir düşmüş. Çorap- sız İbrahim Paşa'nın evinde ise. do­ ğum hazırlıkları sürüyor. Sancılar ar­ tıyor... Sıklaşıyor... Nihayet ben dünyaya geliyorum. Kara haber, ba­ bama telgrafla iletiliyor: “ Bir kızın

oldu.” bir

BEN VE ABLAM:

İstanbul’a gelip Fatih’teki konak yavrusu dede evine yerleştiğimiz günlerde aile acılar içindeydi. Annemle babam ayrılmışlardı. Ablam Necdet (solda) tifoya yakalanmıştı. Faruk dayım (sağ başta) dedem ve teyzemin kocası arasın­ da bir çekişmedir gidiyordu. Ben (oturan) birgün ablamın buşucunda bekleyen anneme “ Necdet ablam bizi bırakıp cennete mi gidecekmiş?” diye sorunca annemin hıçkıra hıçkıra ağladığını hiç unutamam.. Telgrafın ikinci cümlesi,

soru: “ Adını ne koyalım?”

Babamdan, cevap gelmiyor. De­ dem, cephedeki askerleri düşünüyor. “ Bu torunumun da adı Mücahit ol­ sun” diyor. Savaşan manasına gelen bu isim bana gerçekten uygun düş­ müş... Bunu yıllar sonra anlıyo­ rum... İster istemez hayatımın büyük bir kısmını savaşçılar gibi sürekli bir ölüm kalım mücadelesi içinde geçir­ menin her şeyden önce adımdan kay­ naklandığına inanıyorum.

İlk hatıralarım

R

AHMETLİ annemden öğrendi­ ğime göre, o günlerde Yemen’- de yaşayan Türkler göç hazırlığı için­ deymişler. Yemen, Türklerin elinden çıkmak üzereymiş. İstanbul’daki ak­ rabaları dedeme bir an önce İstan­ bul'a dönsün diye mektup üstüne mektup, haberci üstüne haberci yol­ lamışlar. Ama teyzemin kocası Ayı Yusuf, dedemin aklını çelmiş. Ye- men'de kalmamızı o istemiş.

Çocukluğumdan aklımda kalan ilk hatıra, Yemen’den develer üzerin­ de çölü geçişimizdir. Çok küçüktüm ve çelimsizdim. Bunu, gayet iyi hatır­ lıyorum. Ablamla beni bir deveye bindirmişlerdi. Devenin üstünde, denge bozulmasın diye benim tara fıma ağırlık koymuşlardı. Sonra, bir gemi gözlerimin önünde canlanıyor. Ona bindiğimizi hatırlıyorum.

İstanbul’a geldiğimiz zaman, an­ neannem ile dedem Fatih’te bir ko­ nak yavrusuna yerleşmişlerdi. Biz de babam ve annemle birlikte babaan­ nemin evine sığındık. Babam, çap­ kın. hayırsız bir erkekti. Babaannem ise katı yürekli, bencil bir kadın... Rahmetli anneciğim, iki kızıyla Fa- tih’deki o iki katlı evde ancak bir yıl barınabildi.

Gürün birinde Fatih'teki baba evinden gene Fatih’te, Draıııan ya­ kınlarındaki konak yavrusu dede evi­ ne taşındık. Annemin, babamdan boşandığını, babanım çapkınlıkları­ na daha fazla dayanamadığı için de­ demle anneannemin yanına sığınmak zorunda kaldığını çok sonra öğren­ dim. Yemen'deıı gelmiş ııe kadar ak­ raba varsa, çoluk çocuk, herkes bu evde toplanmış.

Aradan aylar geçmiş, dedemin ço­ luk çocukla dolup taşan evine alış­ mıştım. Ablam Necdet, Nümune İr­ fan mektebine gidiyordu. Beni de bir ana mektebine yazdırmışlardı. O de­ virde, bir çocuğun ana mektebine ve­ rilmesi pek de olağan şey değildi. O mektebi çok iyi hatırlıyorum. Bizim konaktan üç ev ötedeydi. Sabahlan, evden yalnız başına çıkardım. Anne­ ciğim, odamızın penceresinden beni gözleriyle takip eder, ben de okulun kapısından içeri girerken, arkama dönüp ona bakardım.

Acı günlerim

A

NA okulundan sonra beni de bir ilk mektebe verdiler. O günlerde, evde can sıkıcı hadiselerin geçtiğini hayal meyal hatırlıyorum. Faruk dayım, dedem ve teyzemin ko­ cası Ayı Yusuf’un arasında bir çekiş­ medir gidiyor. Bir akşam, dedem tey­ zemin kocasıyla kavga ediyor, bu­ nunla da kalmayıp, başına taşla vu­ ruyor. Ertesi gün, teyzem, kocası, ço­ cukları evimizden ayrılıyorlar.

Neyin nesi olduğunu anlayamadı­ ğım bu hadise, anneannemi yatağa düşürüyor. Kadıncağıza felç geliyor. Dedem, üzgün. Yarım asır, bir yastı­ ğa baş koyduğu refikasının yataklara düşmesinden belki de kendini mesul

T r Y 7 C M | ET* Teyzem Fatma ile (solda) çok iyi anlaşıyorduk. Ben I E. I c L I V I L L . (sağda) ve kızım Ender (ortada) teyzemizi gerçekten çok seviyorduk. Ama evdeki tablo bambaşkaydı. Faruk dayım, dedem ve teyzemin kocası hemen her gün birbirlerine giriyorlardı. Tabii o gün­ lerde ben de çocuktum ve kızım Ender daha dünyada yoktu. Birgün teyzem, kocası ve çocukları bizi terkedlp gittiler.

tutuyor. Evimizde matem havası esi­ yor... O günlerde, tifo salgım da ya­ yılmış. Ablanı tifoya yakalanıyor. Anneanneni, o hasta perişan haliyle, ablamın başuçunda nöbet tutuyor.

“ Anne” diyorum. “ Necdet ablam bizi bırakıp cennete mİ gidecekmiş? Herkes öyle diyor... Ben de burada kalmam. Ne olursun, anne ablamı gönderme. Ya da hep beraber gide­ lim.”

Annem, susuyor. Yüzüne bakıyo­ rum. Gözleri yaşlarla dolu. Zavallı­ nın bir deri bir kemik kaldığını da farketmemek mümkün değil. Konuş­ mak istiyor.aına söyleyecek söz bula­ madığından eminim.

Çocuk olmama rağmen, söyledi­ ğim sözlerin onu can evinden vurdu­ ğunu biliyorum... Üzülüyorum... Nc yapsam acaba? Anneciğimi neşelen­ dirmek. kahkahalarla güldürmek için ne desem?.. Ama sonra kıskanç­ lık duygulan, üzüntümü yeniyor... öyle ya, ablamın hep benden fazla sevildiği evde, onun her isteği daki­ kasında yerine getirildiği halde, ben zavallıya hep bir bahane bulmalan- nın boşuna olmadığını düşünüyo- ntm. Ablam güzel... Ablam zeki... Ablam becerikli... Ya ben? Ben, küçüğüm... Bcr çirkinim... Ben. be­ ceriksizim... Üstelik, ablamı hiç ra­ hat bırakmıyorum. Her şeyine ortak olmaya çalışıyorum. Benim yaptıkla- nm kötü... Onunkiler iyi, güzel...

ki

“ Şimdi bîr de hastalık tutturdu” diyorum içimden. Artık "Küçük ha­ nım, kimbilir nasıl nazlanacak?.. Bana eziyet etmek için neler yapa­ cak?”

İsmim değişiyor

Z

AVALLI annem, o perişan ha­ liyle bile içimden geçenleri an­ lamakta gecikmiyor. Bana sımsıkı sarılıyor, ağır ağır başımı okşuyor... Kısık, ağlamaklı bir sesle:

“ Yavrum, Cahide’m ” diyor, “ Sen daha çok küçüksün. Böyle şeyleri an­ layacak yaşta değilsin. Ablan hasta, hem de çok hasta... Gel, seninle bir­ likte dua edelim. Ablacığın çabuk iyileşsin. Bir daha da cennete git­ mekten sakın söz etme emi?”

İşte o zaman hüngür hüngür ağ­ lamaya başlıyorum. Annem de artık göz yaşlarını tutamıyor. Bir deri bir kemik kalan vücudu kesik hıçkırık­ larla sarsılıyor.

Ablamın tifodan yattığı o üzüntü ve endişe dolu günlerden aklımda ka­ lan en önemli hatıra, annemle yap­ tığımız. bu konuşmadır.

Annem o gün bana ilk defa Cahl- de diye hitabetmişti. Doğrusu bu is­ mi beğenmiştim. Evde baııa Mücahit ya da Cahit denilmesine için için kı­ zıyordum. Çünkü erkek adı taşımak İliç hoşuma gitmiyordu. İşte sonunda ablama karşı bir üstünlük elde etmiş­ tim. Onun adı, erkek adıydı... Cahi­ lle ise kadın adı...

Yarın: Ölümle

ilk karşılaşma

27 Mart 1981 Cuma (T)

Cahide Sonku nun

anılan

UJSVUTİİVI

n#%Y#4J ııvı

©Cahide Sonku’nun anı­

larının yayın hakkı yal­

nız HÜRRİYET’e aittir.

Zaman geçtikçe

dostlar, hatıralar

birer birer yok

oldukça, hayatın

yükü daha da

ağır geliyor

Dudaklarımın arasındaki sigara, bir kül

yığını olmadan, hayatım bir yerde

noktalanmadan, herşeyi anlatmalıyım.

Gençler Cahide Sonku'yu, Cahide

Sonku'nun kaleminden tanımalı.

Başka/annın yazdıklarından değil...

Yıllar yılı beni sahnelerdealkışlamış

tiyatroseverlere, film lerim i görmek

için sinemaların önünde beklemiş

sinema seyircilerine hatta onların

çocuklarına birgörevim olacak.

İşte bunu yerine getirm ek istiyorum

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Mesle~inin doru~una ula~m~~~ seçkin bir bilim adam~, de~erli yap~ tlar~~ Japoncaya bile çevrilmi~~ bir Türk yazar~, Atatürk ülküsünün canl~~ bir sembolü ve Türk Tarih

1877’de, İstanbul’da doğan Salâh Bey; vezir İbrahim Paşa torunu ve Haşan Asım Beyin oğludur.. Hukuk mezunu olup, ka­ lem kuvveti herkesçe takdir edilmiş bir

D iplom asi uzun sü re SŞ G alatasaraylInın tekelinde

Bu çal›flmada toplam 5 ilçeye ba¤l› 154 köyde çal›flma anketi doldurulmufl ve toplam olarak bu köylerin %73’ünde asbest kullan›m öykü- sü oldu¤u, %45’inde

Bunlar: İsveçli avangart sanatçı ve film yapımcısı Viking Eggeling; Alman ressam, grafik sanatçısı, avangart sanatçı, film yönetmeni Hans Richter; Fransız

Mevlânâ Celâleddin Rumî'nin daha sonra «Mevlevîlik» olarak teşkilâtlanan sevgi ve aşk yolunun, başlangıçta söz- konusu Ahî teşkilâtından faydalandığını

Fotoğraf kamerasının önündeki cisimleri olduğu gibi kayıt etmesi ve daha sonrasında da film kamerasının hareket eden görüntüler konusunda önünde akan

böylelikle de fotoğrafçılar ilk defa fotoğraf makinesini taşıyan sehpalardan kurtularak makinelerini ellerinde taşımaya ve rahatlıkla her yere götürmeye