• Sonuç bulunamadı

Firarından ölümüne Yılmaz Güney'in sırları 6:Mercouri ve Dassin'den yardım...

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Firarından ölümüne Yılmaz Güney'in sırları 6:Mercouri ve Dassin'den yardım..."

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

î

Y a y ı n a h a z ı r l a y a n : Z e y n e p ORAL

Jules Dassin, film öyküsü arılatır gibi sayısız “kaçırma

yöntem leri” anlatıyordu... Yılmaz’ı Yunanistan’a değil

Fransa’ya kaçırmak istediğimi söyleyince “Tamam

delikanlı! Ben sana gerekli garantiyi alınm ” dedi

Mprrnıııı ıı

“Sen ^jan mısın, provokatör m ü?” diye soran Melina

M ercouri’nin sonraki tepkisi: “Arkadaşım tanımıyorum

ama söylediklerine inanıyorum... Dilerim ki

yanılmıyorum” oldu...

* C *

||f i

r

. a ' M

»

m

HHSHİ

30

Haziran 1981’de, bu kez kesin bir biçim ­ de bazı yetkili kişi­ lere ulaşmak ama­ cıyla Atina’ya git­ tim. A m acım , belli b ir dayanışmayı, devletlerarası res­ m i ilişkiye bulaşmadan, orada da bu­ labilmek ve gerekm esi durumunda, Batı’yâ geçm e yolum uzda, yardım la­ rın ı sağlamaktı. Giderken, açıkçası, b ir yanım hep tedirgin, b ir yanım u- m ut ve dostluk heyecanıyla doluy­ du...

ö n c e k i ilişkilerim izden, Z in o s ve M e lp o adlarında iki değerli arkadaş edinmiştim . M e lp o son derece coş­ kulu, canlıydı. Kendisine M e lin a M e r c o u r i ile görüşm ek istediğimi söyleyip yardım istedim. Yunanis­ tan’da seçim gerginliği yaşanıyordu. M e r c o u r i, bu seçim havası içinde, çevresinde en fazla sansasyon yara­ tılan kişilerden birisiydi. Sadece Yu­ nan basını değil, dünya basım da, sanki onun çevresinde karargah kurm uş gibiydi. M e lp o ’ya, gazeteci kim liğim le b ir randevu almaya ça­ lışm asını söyledim.

S on u n d a , M e lp o , randevu aldığı haberini verdi. İstediğim gibi, evin­ de alm ıştı randevuyu. Sekterine Türkiye'den b ir gazeteci olarak kay­ dolmuştuk. İkili b ir görüşm e olası değildi.

T e m m u z 1981’in ilk haftası için­ deydi, M e lp o ile birlikte M e r c o u ­ r i ’ nin evine gittik. Yolda M e lp o ’ ya, “ özel b ir konuşm a olanağı bulamaz­ sam, Y ılm a z ’la ilgili hazırladığım tanıtıcı dosyayı kendisine verip yeni b ir randevu için çalışm asını” rica et­ tim. “ M . M e r c o u r i - J. D a ssin ” ya­ zılı zile basıp içeri girdik. Asansör, beklem ediğim b ir biçim de, doğru­ dan evin içine açıldı. Yardım cısı ba­ yan bizi salona geçirdi. Gazeteci ve yardım cıları olduğu anlaşılan üç - dört kişi vardı. Salonun b ir köşesin­ de oturan M e lin a ile konuşuyorlar­ dı. Fakat konuşm aları arasında, san­ ki bizim konuşm am ızı bekliyorm uş gibi, dönüp bize bakmaktaydı. Ben i- se, diğer kişilerle konuşm alarının tamamlanmasını bekliyordum . Du­ rum a göre söyleyeceğim şeylere ken­ dim i hazırlıyordum . M e r c o u r i’ nin, beni sürekli k ontrol altında tutmaya başladığı yönünde, içim de b ir his o- luştu. Sabırsızlığım ı anlamaya baş­ ladığı gibi b ir histi. V e birden bana, “ Sizin söyleyecek h içb ir şeyiniz yok m u? İstanbul’dan m ı geliyorsunuz?” gibi sorular yöneltti. M e lp o araya girip, İsviçre’den geldiğim i ve sade­ ce kendisiyle konuşm aya geldiğim i söyledi. Sonra da bana “ Konuşm ak istediğin şeyleri söylem eni istiyor, başlasan iy i olacak!” diye çevirdi. Böylece, odadaki kişilerin dikkati bütünüyle üstümüze döndü. Sus­ muşlardı...

BAŞBAŞA KALIYORUZ

“Mümkünse sizinle özel olarak gö­ rüşmek istiyorum!” dedim. Tuhaf bir hava doğdu.

M ercouri, belli bir anlam yüklediği bir sesle, “gizli kapaklı hiçbir konusu­ nun olmadığını, odadaki konuklarının

yakın dostları olduğu­

nu, her konuyu rahatlıkla konuşabile­ ceğimizi” söyleyip, konuyu sordu. Ben­ se, biraz umudum kırılmış olarak, tu­ tuk bir sesle, “Mümkünse!” diye ısrarı­ mı sürdürdüm.

B ir süre sessizce yüzüme baktı. Ka­ rarla kararsızlık arasında geldi gitti. Sonra birden, “Başbaşa bir görüşme!” gibi bir espri yapıp, kalktı,arkasındaki odanın kapışım açıp, oıüya geçmemi i- şaret etti.

“Keşke gelmez olsaydım!” sıkıntısıy­ la, “İyi ki beklemiş ve gelmişim!” heye­ canı arasında tıkanıp kalmıştım. Anti­ ka eşyalarla bezenmiş, son derece güzel bir odaydı. Biraz sonra kendisi de oda­ ya geldi.

YlLM AZ’I TANIMIYOR!

Elimde, Yılm az’m fotoğrafları, Ber­ lin Film Festivali’nin katoloğu ve Yu­ nanistan’da oynayan “Sürü” filmine i- lişkin, Yunan basınında çıkan yazılar­ dan kupürlerin olduğu dosya vardı. M ercouri’nin “Evet buyurun, konu­ şun!” dediği an, yazar olduğumu, Yıl­ maz Güney’in yakın dostu olduğumu, onunla ilgili özel ve önemli bir konuyu görüşmek için geldiğimi söyledim. M ercouri’nin “ Yılm az Güney mi... kim o... ne konusu?” gibi sorularla söz­ lerimi karşılaması, bir anda kafamda söylemek için hazırladığım her şeyi al­ tüst etti. Söylemek için düşündüğüm her şey, onun Yılm az’ ı, en azından “ Sürü” filmi nedeniyle tanıyor olduğu önyargısına dayalıydı. “Film yönetme­ ni, cezaevinde” falan diye karşılık ver­ diğimde ise, daha bir tuhaf oldu. İngiliz­

ce konuştuğumuzu bile unutup, önce Fransızca, sonra Rumca; önce bana sonra kendi kendine bir şeyler söylen­ di. Bu arada elimdeki dosyayı kendisi­ ne verdim. Dosyaya göz ucuyla bir ba­ kıp, “Siz sinema konusu falan mı görü­ şeceksiniz? Biliyorsunuz benim şimdi direkt bir ilgim yok!” dedi. Tedirgindi ve konuşmayı kesmek istiyordu. Tek­ rar kapıya doğra yöneldi.

O zaman, “Bütün bunları biliyorum; sizi alakoyduğumu da! Fakat, lütfen beş dakika ayırın! Buraya, içimdeki bir duyguyla ve umutla geldim; onu size açmalıyım!” dedim. Sonra, Y ılm az’ ın yıllardır cezaevinde tutulan bir sine­ macı olduğunu, kendimin de yıllarca cezaevinde kalmış bir yazar olduğumu söyleyip, Yılm az’ ı kurtarmak için ça­ lıştığımı açıklayıp, “Arkadaşımı sadece kendisi için değil, hepimiz için kaçır­ maya çalışıyorum; bunu çok kısa süre­ de başaramazsam, öldürülme durumu var! Size, Yunanistan’daki konumunuz

6 Mart 1994'de 70 yaşında ölen Yunanlı sinama sanatçısı, politikacı ve bir ara Kültür Bakanı Melina Mercouri İle eşi film yönetmeni Jules Dassin’in Yılmaz Güney'ln kaçışında rolleri büyüktü...

nedeniyle değil, sürgün yıllarınızdaki mücadelenizin mirasçısı olarak geldim. Yardım edeceğinizden eminim!” diye tamamladım.

A

ja n

m is in

?

M ercouri, uzun süre yüzüme baktı. Bir şey söyleyecek gibi olup vazgeçti. Sonra “ Sen kimsin, ajan mısm, provo­ katör müsün? Bir Türk gazetesi için ko­ nuşmaya geldiğiniz söylendi; ne istiyor­ sunuz?” dedi.

Sözlerinin anlamı ağırdı, fakat, ses tonu kırılmıştı! Benden çok kendi ken­ dini sorgular gibiydi. Bu hali, bu kez beni rahatlattı. “Elimdeki bu resimler­ den ve kendim için yüreğimden başka bir kanıtım yok. Eğer inanmıyorsanız, hemen gideyim, her şeyi unutalım, gel­ memiş, konuşmamış olayım; güveni­ yorsanız, arkadaşımın filmi Atina’da oynadı, araştırın, tanıyanlardan sorun, göreceksiniz... Ve lütfen, Paris’te sür­ günde geçirdiğiniz yılları anımsayın. Sizin mirasınız bir duyguyla buraya geldim. Hem o mirası bırakıp, hem sa­ hip olmamızı istemiyorsanız, sessizce gidebilirim!” dedim. Yine uzun uzun yüzüme ve ısrarla gözlerime baktı. San­ ki bir yazı okuyor gibi, kocaman gözle­ ri sürekli hareket halinde baktı. Sonra garip şekilde gözleri doldu. Bu hali, a- çıkeası benim dizlerimin bağını da çöz­ dü.

Bu kez, tane tane, “Dilerim ki yanıl­ mıyorum... Arkadaşını tanımıyorum, fakat, sana ve söylediklerine inanıyo­ rum... ne yapacağımı da bilmiyorum!” deyip, boynuma sarıldı. Sonra, odadan çıktı, bir - iki dakika sonra döndü, ses­ sizce yüzüme bakışını sürdürdü. Kısa bir süre sonra içeriye Jules Dassin gir­ di. Belli bir şaşkınlığı vardı ve bir anda sağımdan solumdan süzdü beni. M eli­ na, o şuada benim hakkımda bir şeyler anlattı ona. Sonra bana, onu tanıyıp ta­ nımadığımı sordu. Ben de, “Kuşkusuz ki tanıyorum! McCarty döneminde ya­ şadıklarında, Fransa’daki sürgün yılla­ rından, size olan aşkı ve yaşamak için Yunanistan’ı seçişinden, Topkapı ve Pazarları Asla filmlerinden tanıyorum; şimdi özel olarak tanışmaktan ise ayrı­ ca mutluluk duyuyorum!” diye yanıtla­ dım.

Melina, “Bana anlattıklarım ona da anlat! Sonra konuşacağız!” diyerek oda­ dan çıkmaya yöneldi. Sonra dönüp, el­ lerini omuzlarıma koydu, “İnanıyorum ve diliyorum ki galip geleceksin!” deyip bir kez daha sarddı ve çıktı odadan.

FİRAR SENARYOLARI

J. Dassin ile karşılıklı oturup, biraz daha sakin konuştuk. Yılm az hakkın­ da bilgisi olduğunu söylemekle birlikte, tanımıyor, hakkında hiçbir şey bilmi­ yordu. Konuşmalarından öyle çıkar­ dım. “ Sürü”yü görmemişti. Festivaller dışmda oynamamış olduğu için, filmle­ rinden tanıma olasılığı da yoktu. Biz­ den bildiği isimler Yaşar Kemal, Na­ zım ve Zülfü’ydü. Yılm az’dan söz eder­

ken, Elia Kazan’ m Yılm az’ ı yakından tanıdığını, Türkiye’ye geldiğinde cezae­ vinde ziyaret ettiğini söyledim. Elia Kazan’ ın adı geçtiğinde yüzünü biraz ekşitti. Hissettiğim kadarıyla, geçmişle­ rine dayanan bir çelişkiden geliyordu. Bu sözümü de, “duydum, evet biliyo­ rum!” diye dinledi. Yılm az için hazırla­ dığım dosyayı, ilgiyle karıştırdı. Sonra, net olarak ne istediğimi sordu.

ö ze tle düşüncelerimi anlatıp, Yıl- maz’ m özgürlüğü için çalıştığımı, bu­ nun mümkün olduğu kadar çabuk so­ nuçlandırılması gerektiğini söyledim. “Nasıl bir yardım istiyorsun?” sorusu­ nu ise, “Nasıl bir yardımınız olabilir?” sorusuyla karşıladım. Beni de şaşırtan bir biçimde, bir film öyküsü anlatır gi­ bi, son derece heyecanla, “ kaçırma yön­ temleri” şekillendirmeye başladı. He­ men o anda, kafasında oluşturduğu öy­ külerdi. Politakadan söz eden J. Dassin gitmiş, yerine sanatçı J. Dassin gelmiş­ ti sanki. “ Sen onu İzmir’e getir, gerisini bana bırak!” diyordu. “Çok yakın ada­ lar var, üçyüz kişi bir gemiye dolacağız, turistler gibi gideceğiz, ya da film çeker gibi; bir öğlen, gezmek için İzmir’e çıka­ cağız, dönüşte onu da yanımıza alıp dö­ neceğiz!” diye başlayan değişik yöntem­ ler anlatıyordu. Fakat, her sözünü, se­ çim sonunu beklememizi, ondan önce bir saatlik bile olanakları olmadığını belirterek bitiriyordu. Yönetime gelme­ lerine dek beklememiz gerektiğini söy­ lüyordu.

CİNAYETTEN

HÜKÜMLÜDÜR

“Açıkçası önceden bu noktaları dü­ şünmemiştim. Atina’ya geldiğimde gör­ düm. Gerçekten son derece karmaşık ve zor bir ortamda kapınızı çaldım. Bu­ nun için üzgünüm. İçten bir duyguyla, seçimleri kazanmanızı diliyorum. Fa­ kat bir noktayı da belirtmek zorunda­ yım!” dedim. Atina’ya, M ercou ri ve Dassin’ in kapısını çalma duygusuyla geldiğimi, ne şimdiki dönem hükümet­ lerinden, ne de kazanmaları durumun­ da kendi hükümetlerinden yardım iste­ me gibi bir düşüncem olmadığını söyle­ dim. Yunanistan’dan direkt yardım is­ temediğimizi, bunun hem bizim, hem de kendi açdarmdan tatsız sonuçları o- labileceğini; dünyada yalnız kalmış bir insan olarak, sadece kendi evlerine, dostluk duygularıyla geldiğimi belirt­ miştim. O zaman, Dassin, istediğim yardımı somut olarak şekillendirmemi; kişi olarak yapabileceğini yapmaya ça­ lışacağını söyledi.

Konuşm alarım ız, soğukkanlı bir gö­ rüşme boyutuna ulaşmıştı. Bu noktada kendisine, içinde bulunduğumuz duru­ mu, düşüncelerimi ve isteklerimi açık­ ladım. Yılm az’ m, politik bir suçtan de­ ğil, cinayet hükümlüsü olarak cezae­ vinde yattığını; esasında bunun da bir provokasyon sonucu böyle olduğunu, fakat önemli noktanın, bir bakıma bu­ rada düğümlendiğini; kaçamamız

du-Imralı Cezaevi’nde sıradan bir gün... Belki de o gün sıradan olmayan tek şey açık cezaevinde bir fotoğraf seansının gerçekleşmeslydi. Nihat Behram ’ın sanat yönetmenliğinde Ahmet B oğa’nın çektiği fotoğraflar, işte o günden kalma.

rumunda, gittiği ülkeden, Türkiye’nin, hıterpol aracılığıyla geri isteyeceğini; bu nedenle, “teslim edilmeyeceği gü­ vencesini” eylem öncesinde kesin ola­ rak almak istediğimi; bu konuda bazı ülkelerle ilişki kurduğumu, Kıbrıs'ın da bunların arasında olduğunu; fakat kiminde gerekli güveni bulamadığımı, kiminde ise, yetkililer düzeyinde derin­ leştirecek bir boyuta ulaştıramadığımı anlattım. Kaçırma eylemine ilişkin ola­ rak ise, “Bu konuyu biz kendi gücü­ müzle çözeceğiz. Hiçbir ülke ve hiçbir kuruluştan böyle bir yardım istemiyo­ ruz. Türkiye’den çıkıp, herhangi bir ül­ keye gitmeyi, kendi sorunumuz olarak algılıyoruz. Yani, ancak gerekmesi du­ rumunda, Yunanistan sınırına girer­ sek, ki burada da kalmak istemiyoruz, herhangi bir aksilik durumunda, bize göz yumulması, en azından bizim iste­ diğimiz bir yönde, sınırımızdan çıkma­ mıza göz yumulması konusunda, bir güvence yardımı istiyoruz” diye görüş­ lerimi belirttim.

“T

amam

del

I

kan u

Dassin, bu kez daha açık bir dille, bu süreçte, var olan hükümet yetkilileriy­ le böyle bir ilişkiye giremeyeceklerini, en fazla kendi partilerine bağlı yerel yö­ netimlerde, özel ilişkileri aracılığıyla yardım sağlayabileceğini, bunun da resmi düzeyde bir garanti boyutunda olmayacağını söyledi. O zaman kendi­ sinden, bir Batı ülkesiden böyle bir ga­ ranti alabilmemiz yönünde bir yardımı olup olamayacağını; söz gelimi, Fransa yönünde böyle bir yardımı yapıp yapa­ mayacağını sordum. Dassin, birden, yi­ ne şaşırtan bir şekilde, yerinden doğ­ ruldu ve “İşte bu kolay!” dedi, ardından da, “En kolaymı en som a söylüyor­ sun!” diye espri yaptı.

Dassin sözlerini “Tamam delikanlı, bu işte beraberiz! Fransa’dan ben sana gerekli garantiyi alırım! Yanız bunun i- çin benim zamana ihtiyacım var; bu he­ men yarın olmaz; sen beni arayacaksın, ben söyleyeceğim; bu iş telefonla da ol­ maz, görüşeceğiz. Gerekirse Yunanis­ tan’daki yakın dostlarımızı, yardımcı olmaları için uyarırız” diye noktaladı. Sonra, kendisini hangi günlerde nerede bulabileceğimi söyleyip, Atina dışında­ ki yazlık evlerinden, direkt ulaşma ola­ nağı sağlayacak mekanlara dek, bir di­ zi telefon numarası yazdırdı. “Melina ve benimle direkt konuşursun!” diye­ rek, bir - iki de özel telefon verdi. Bir ay sonrası için, yani Ağustos 1981’in ilk haftasında tekrar görüşmek için sözleş­ tik...

YARIN: FRANSA GARANTİ VERİYOR

Referanslar

Benzer Belgeler

Halil Beyin İlmî neşriyatını, arkeoloji’ye ve müzeciliğe olan hizmetlerini takdir ederek İstanbul Üniversitesi kendisine fahrî arkeoloji profesörlüğü

Baykuşların kanatlarındaki tüylerin kendilerine öz- gü bu yapısı sayesinde, hava kanatların etrafında hareket ederken, kanatların arkasında oluşan düzensiz hava akım-

Bu bir miktar gaz, atmosfer içinde yükseldikçe üzerindeki toplam hava miktarı azaldığı için kendini giderek daha düşük basınçlı bir ortamın içinde bulur..

yüzy~l~n ikinci yar~s~na ait beyaz zemin üzerine çizgi tekni~iyle bezenmi~~ bir Attik lekytho- sunda bir kad~n olan ölü (EncyclopMie Photographique de l'Art, III, s. 46)

Saray erkânından merhum A li Fuad Beyin ifadesine göre, «Ht- ristiyanlara hukuk temini ile baş layan, Hıristiyanların terfihi şek­ lini alan ve nihayet

Özellikle son yıllarda nöroloji (si- nirbilim), bilişsel bilimler, psikoloji, sosyoloji, ant- ropoloji, dilbilim ve matematik gibi birçok farklı alanda yapılan çok

Neveser Aksoy’un penceresi, kapalı dünyadan açık dünyaya bir geçiş yeri değil: “ Bu kapalı pencereleri izlemek, benim pencerelerin anlamı üzerine

S izler süper kahraman olarak ün kazanmadığınıza göre, daha kolay sorular sorayım bu ay:.. Bir delikanlı, Beykoz’daki kız arkadaşına gitmek için Kadıköy’den yo-