• Sonuç bulunamadı

2013 YILI MEZUNLARI TEZ ÖZETLERİ (III)

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "2013 YILI MEZUNLARI TEZ ÖZETLERİ (III)"

Copied!
30
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

AÇIK VE KAPALI SAHALARDA SPOR YAPAN SPORCULARIN ÜST SOLUNUM YOLU

HASTALIKLARININ İNCELENMESİ

OPEN AND CLOSED FIELDS SPORTS ATHLETES THAT INVETIGATIONS OF THE UPPER

RESPIRATORY DISEASE

Emrah YILMAZ

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Beden Eğitimi ve Spor Bilimleri Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Haziran 2013

Danışman: Doç. Dr. Hürmüz KOÇ

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Physical Education and Sport Sciences

M.Sc Thesis, 2013

Supervisor: Assoc. Prof. Hürmüz KOÇ ÖZET

Bu çalışma, açık ve kapalı alanlarında spor yapan sporcula-rın üst solunum yolları enfeksiyonlasporcula-rına yakalanma riskle-rinin araştırmak amacı ile yapılmıştır.

Çalışmaya, 17 - 20 yıl yaş aralığında olan, 100 futbolcu 50 hentbolcu ve 50 basketbolcu olmak üzere toplam 200 er-kek sporcu gönüllü olarak katılmıştır. Basketbolcu ve hent-bolcular kapalı alanda spor yapan grubu (KA), futhent-bolcular ise açık alanda spor yapan grubu (AA) oluşturmuştur. Bu çalışmada, futbol, basketbol ve hentbolda aktif olarak her yıl liglerde mücadele eden sporcuların kulüplerine gidile-rek, sporcular başta olmak üzere kulüp yöneticileri ve aileleri ile görüşülerek, gerekli izinleri dâhilinde sporcula-rın vatandaşlık numaraları alınarak Sağlık Bakanlığı’nın SGK ilaç sorgulama sisteminin kullanılarak arşiv taraması yapılmıştır.

Yapılan bu arşiv taraması neticesinde elde edilen ilaç kul-lanım dökümleri içerisinden üst solunum yolu hastalıkla-rında kullanılan ilaçlar tespit edilmiştir. Bu çalışmada, sporcuların ilaç kullanma oranlarına göre dağılımı açık alanda spor yapan 100 kişilik sporcu grubunda ilaç kulla-nan 61 kişi, ilaç kullanmayan ise 39 kişidir. Kapalı spor alanında spor yapan 100 kişilik sporcu grubunda ise ilaç kullanan 85 kişi kullanmayan ise 15 kişi olarak tespit edil-miştir. Veriler IBM SPSS (Statistical package for social sciences) Statistics 21.0 paket programında değerlendiril-miştir. İstatistikler birim sayısı (n), yüzde (%), medyan, minimum ve maksimum değerler olarak verilmiştir. Verile-rin istatistiksel analizinde iki değişken arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla Ki – kare bağımsızlık testi, gruplar arası karşılaştırmada Mann – Whitney U testi kullanılmış-tır. p<0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiş-tir. Kapalı alanda spor yapan sporcular ile açık alanda spor yapan sporcuların üst solunum yolu enfeksiyonlarına ya-kalanma risklerini karşılaştırdığımızda, kapalı sahada spor yapan sporcuların daha yüksek risk altında olduğu tespit edildi.

Sonuç olarak, kapalı spor alanlarında spor yapan sporcula-rın daha fazla risk altında olması, salonun zemininde ve ortamında bulunan toz zerrecikleri ve onun içinde bulunan zararlı maddelerden kaynaklandığını düşünmekteyiz

ABSTRACT

This study was carried out to investigate the risk of infection for sportsmen, who exercise in indoor and outdoor areas, by upper respiratory infections.

This study covered 200 voluntary sportsmen, namely 50 handball players, 50 basketball players and 100 football players, whose ages range from 17 to 20. The basketball and handball players constituted the indoor group (IG), and the football players formed an outdoor group (OG). In this study, an archive research was carried out by consulting the club members including the sportsmen themselves, the families of them and using the Ministry of Health’s medication query service with the permission of the sportsmen themselves, taking their citizenship ID numbers.

From the results of this archive research, the diseases related to the infections of upper respiratory system were singled out. In this research, the ratio of the sportsmen’s use of medication has been confirmed as follows: a) among the indoor group of 100 sportsmen, the number of those who used medication was 61 and those who did not was 39 b) among the outdoor group of 100 sportsmen, the number of those who used medication was 85 and those who did not was 15. The data was determined via IBM SPSS ( statistical package for social sciences), Statistics 21.0 package prog-ram. The statistics were given in number of units (n), percentage (%), median and minimum and maximum values. Chi-square test of independence for determining the relationship between two variables in the statistical analysis of the data and Mann-Whitney U Test for the comparison of the groups were used. The value of p<0.05 was considered statistically significant. When the risks of the indoor and outdoor sportsmen in getting infected by upper respiratory diseases compared, the indoor sportsmen were determined to be under greater risk.

As a result, the fact that the indoor sportsmen are under greater risk reveals that the infections stem from the particles of dust and the harmful substances in them on the floor and in the air of the facility.

Anahtar kelimeler: Üst solunum yolu hastalıkları, açık ve

kapalı spor alanları. Key words: Upper respiratory tract diseases, indoor and outdoor sports fields,

(2)

2

II

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3) Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3) Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

ENDOMETRİUM KANSERİNDE FOSFATAZ VE TENSİN HOMOLOG (PTEN) GENİ

PROMOTÖR METİLASYONU

PROMOTOR METHYLATION OF THE PHOPHATASE AND TENSIN HOMOLOG (PTEN) GENE IN

ENDOMETRIUM CANCERS

Keziban KORKMAZ

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Tıbbi Genetik Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ağustos 2013

Danışman: Doç. Dr. Çetin SAATÇİ

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Medical Genetics Department of

M.Sc Thesis, August 2013 Supervisor: Assoc. Prof. Çetin SAATÇİ ÖZET

Endometrium kanseri kadın genital sisteminin dünyada en sık rastlanan kanseridir. Endometrium kanseri çok görül-mesine rağmen moleküler mekanizması ile ilgili bilgi çok azdır. Günümüzde endometrium kanseri için rutin klinik kullanımda olan moleküler bir belirteç yoktur. Son yıllarda kanserin genetik bir hastalık olduğunun daha iyi anlaşılmış olması ile birlikte kanser genetiği ile ilgili çalışmalar hız kazanmıştır. Bununla birlikte, Endometrium kanser gelişi-minde çeşitli genetik faktörler rol oynamaktadır.

Bu faktörlerin başında, tümör baskılayıcı bir gen olan fosfataz ve tensin homolog (PTEN) gelmektedir. Bu gen hücre döngüsünde, sinyal iletim yolunda, DNA tamiri ve apoptozisde görev alır. PTEN; tümörogenezis boyunca epigenetik mekanizmalardan DNA metilasyonu seviyesinin transkripsiyon düzeyinde sessizleşmesinde etkin rol alan bir gendir. DNA metilasyonunun, kanserin başlangıcı ve gelişimi ile ilişkili önemli bir moleküler belirteç olduğu bildirilmektedir. Endometrium karsinogenezisinde PTEN inaktivasyonunun erken dönemde karşımıza çıkabilecek bir durum olduğu düşünülmektedir.

DNA Metiltransferaz (DNMT) enzimleri tarafından kataliz-lenmektedir. DNMT’ler genellikle CpG adacıklarındaki sitozinin beşinci karbon atomuna bir metil grubu bağla-maktadır. CpG adacıkları genlerin özellikle promotör böl-gelerinde bulunan korunmuş dizilerdir. Tümör baskılayıcı genlerin promotör bölgelerindeki DNA dizilerinin hipermetilasyonu ile genlerin ifadesi baskılanmaktadır. Bu nedenle PTEN geni promotör metilasyonu ve Endometrium kanseri arasında herhangi bir ilişki olup olmadığını belirlemek için bu çalışma planlanmıştır. Çalışmamızda PTEN geninin promotör bölgesindeki beş CpG adacığının metilasyonunun tespiti için Endometrium kanserli hastaların tümör dokularından elde edilen DNA örneklerine bisülfit modifikasyonu yapıldıktan sonra, Pyrosekans metodu kullanılmıştır.

PTEN geninin endometrium kanserinin prognozundaki önemini vurgulamak için farklı evrelerdeki endometrium kanserli hastalar ve sağlıklı kontroller seçilerek; araların-daki PTEN geni promotör bölgesi metilasyon farklılığı araştırılmak istenmiştir. Ancak hasta ve kontrol grubunda PTEN geni promotörundaki beş CpG adasında metilasyon tespit edilmemiştir. Bakılan bölgedeki metilasyon açısın-dan hem Endometrium kanseri evreleri arasında hem de hasta ve kontrol grubu arasında anlamlı fark görülmemiş-tir.

ABSTRACT

Endometrium cancer is the most common type of female genital system cancers throughout the world. Nevertheless, despite its frequency, little information is available regarding its molecular mechanism. Currently, there exists no molecular marker routinely in use in clinical practice for endometrium cancer. With the recent understanding and realization that cancer is a genetic disease, studies in this field have gained impetus. With that, the role of genetic factors in the development of endimetrium cancer have also come under scrutiny. Chief among these factors, a tumor suppressor ge-ne PTEN, active in in cell transformation, signal communication trails, DNA reparation and apostosis plays a role. PTEN is a gene that actively participates in silencing the DNA methylation levels in epigenetic mechanisms, at the transcription level during tumorgenesis. It is reported that DNA methylation is an important molecular marker of the onset and development of cancer. It is considered here that PTEN inactivation is a situation that can be observed in the early stages endofometrium carsinogenesis. DNA methylation is catalyzed by DNA methyl transferasis (DNMT) enzymes. DNA DNMT’s usually connect a methyl group to the fifth carbon atom of the cytosis in the CpG islets. CpG islets are protected series found particularly in the promotor regions of genes.

The expression of genes is suppressed through the hypermetilation of DNA series in the promotor regions of tumor suppressor genes. Thus, this study was planned to investigate whether any relationship can be established between the promotor methylation of the PTEN gene and endometrium cancer.

In our study, bisulfite modification was applied on DNA samples obtained from the tissues of patients with endometrium cancer previous to testing by Pyrosequencing method in order to determine the methylation of the five CpG islets in the promotor region of the PTEN gene.

In order to emphasize the importance of the PTEN gene in the prognosis of endometrium cancer, patients at differing stages of the disease were selected, along with healthy controls, to study the methylation difference in the PTEN gene promotor region However, no methylation was found either in the patient or the control groups, in the five CpG islets of the PTEN gene promotor. No significant difference could be discerned regarding the various stages of endometrium cancer or among patients and controls as far as methylation in the region under Anahtar Kelimeler: Endometrium kanseri, PTEN, DNA

metilasyonu, CpG adacıkları, bisülfit modifikasyonu Key words: Endometrium cancer, PTEN, DNA methylation, CpG islets, bisulfide modification

(3)

3

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

SHSY-5Y HÜCRELERİNDE GİNGEROL ve SHOGAOL’ün AMİLOİD-BETA TOKSİSİTESİ ÜZERİNE

ETKİLERİ

THE EFFECTS OF GINGEROL AND SHOGAOL ON THE AMYLOID BETA TOXICITY ON SHSY-5Y CELLS

Mehmet Kaan TİRYAKİ

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Eczacılık Farmakoloji Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, Ağustos 2013 Danışman: Doç. Dr. M. Betül Aycan

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Depatment of Pharmacology (Pharmacy)

M.Sc Thesis, August 2013 Supervisor: Assoc. Prof. M. Betül Aycan ÖZET

Alzheimer hastalığı (AH), kronik nörodejeneratif bir has-talıktır. Her yıl dünyada ortalama beş milyon yeni AH olgu-su geliştiği tahmin edilmektedir. Altmış-Altmışbeş yaş arasında olan popülasyonda görülme sıklığı yaklaşık %0.1 iken 85 yaşın üzerinde görülme sıklığı %47’ye kadar çıkar. Yaşlanmakta olan dünya nüfusu göz önüne alındığında günümüzün en sık rastlanan hastalıkları arasında yer alan hastalığın fizyopatolojisinden; nörofibriler yumak (NFY) oluşumu, bileşeni amiloid beta proteini (Aβ) olan senil amiloid plaklar (SP) ve sinaps-nöron kaybının sorumlu olduğu düşünülmektedir. Son çalışmalar hastalığın patolo-jisinde Glikojen sentaz kinaz-3β (GSK-3β) enziminin önemli rolü olabileceğini göstermiştir. O nedenle çalışma-mızda, Zingiber officinale bitkisinin ana saf maddelerinden olan gingerol ve shogaolün Aβ toksisitesindeki koruyucu rolünün ve bu rolünde GSK-3β inhibisyonunun etkisinin aydınlatılması amaçlanmıştır.

Çalışmada SHSY-5Y nöroblastoma hücrelerinde Aβ oligomerleri ve agregatları ile oluşturulan nörotoksisitede 0.01-100mM doz aralığında gingerol ve shogaolün koruyu-cu etkileri gerçek zamanlı hücre analizörü XCelligence cihazı ile analiz edilmiştir. Ayrıca aynı dozlarda her iki maddenin GSK-3β enzimi inhibisyonu yapıp yapmadıkları luminometrik olarak tayin edilmiştir ve çalışmada sonuç-lar, daha önce her iki etkisi de bilinen 4mM ferulik asitin etkileri ile karşılaştırılmıştır. İstatistiksel değerlendirme-lerde SPSS 15.0 programı üzerinden Oneway ANOVA ve Student-t testi kullanılmışır.

Çalışma sonuçlarına göre, hem Aβ agregatı hem de oligomeri ile oluşturulan toksisitede gingerol de shogaol de hücre indeksini artırmış ancak gingerol için bu artış istatistiksel açıdan anlamlı bulunmazken, shogaolün düşük dozları için doza bağımlı ve anlamlı iken yüksek dozlarının toksik olduğu gözlenmiştir. Ayrıca enzim inhibisyonunun yüksek olduğu konsantrasyonlarda hücre indeksi artmış yani maddelerin hücreler üzerindeki koruyucu etkileri artmış, inhibisyonun az olduğu dozlarda ise hücrelerdeki koruyucu etkinlik azalmış hatta shogaolün yüksek dozla-rında toksisiteye neden oldukları gözlenmiştir.

Sonuç olarak, gingerolün bütün dozları için shogaolün de düşük dozları için hem hücre indeksi artışında hem de enzim inhibisyonunda ferulik asitten daha etkili olduğu ve koruyucu etkilerinin enzim inhibisyonu ile ilişkilendirilebi-leceği sonucuna varılmıştır.

ABSTRACT

Alzheimer disease (AD), is a cronic neurodegenerative disease. Every year around five million new patients are diagnosed with AD. The prevelance of the disease increases from 0.1% at an age of 60-65 to 47% at the age of 85. Considering the aging population in the world, being one of the most common diseases of nowadays, the neurofibrillary tangels, senile amyloid plaques which is mainly formed by amyloid beta protein and neural loss is thought to be responsible from its physiopathology. Recent studies have shown GSK-3β enzyme can also have a role in its pathology. For this reason, two main components of Zingiber Officinale, gingerol and shogaol were used to see whether they have protective effects on Aβ toxicity and to clarify its relation to their GSK-3β inhibitory effects. In this study, the protective effects of gingerol and shogaol at a dose range of 0.01-100 µM in neurotoxixicy formed by Aβ olygomers and aggregates in SHSY-5Y neuroblastoma cell lines were analyzed by real-time cell analyzer XCelligence. Furthermore the GSK-3β inhibitory effects of the two compounds were measured by luminometer and the results were compared by ferulic acid which was shown to have both effects. Statistical analyses were performed by SPSS 15.0 program using Oneway ANOVA ve Student-t tests.

According to the results, in the toxicity formed even by Aβ aggregate and olygomers both gingerol and shogaol increased the cell index. However, these results were not significant for gingerol but significant for shogaol’s low doses whereas the high doses of shogaol were found to be toxic on these cell line. Furthermore the more the inhibitory effect on GSK-3β increase the more the components increase the cell index. In the doses of inhibitory effects are low the protection decreases and for high doses of shogaol even it turns to toxicity.

As a result, for all doses of gingerol and low doses of shogaol, they are found to be more potent in improving cell index and inhibiting GSK-3β enzyme as compared to ferulic acid. Their protective effects can also be correlated to their GSK-3β inhibitory effects.

Anahtar Kelimeler: Gingerol, shogaoll, amiloid beta, ferulik

asit ; GSK-3β Key words: Gingerol, shogaol, amyloid beta, ferulic acid, GSK-

XC

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

(4)

4

II

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3) Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3) Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

F

ARKLI

KUVVET

TİP

LE

RİNİ

N

OR

T

ODO

N

TİK n t s HAREKETİNE E

T

L

E

N

İ

N

D

EĞE

R

LE

N

DİRİL

M

ES

İ

EVALUATIO

N O F

THE E F F E C T S OF DIFFERENT FORCE

TYPES

ON ORTHODONTIC

TOOTH MOVEMENT

Özlem A Y L I K Ç I

Erciyes Üniversitesi, Sağlık B i l i m l e r i Enstitüsü

Ortodonti Anabilim Dalı Doktora Tezi, Ağustos 2013 Danışman: Doç.Dr. Gökmen KURT

Erciyes University, Graduate School o f Health Sciences Department ofOrthodontics

PhD. Thesis, August, 2013

Supervisor: Assoc. Prof. Gökmen KURT ÖZET

Optimum ortodontik diş hareketi e l d e etmek için en uygun kuvvet s i s t e m i hakkında n e t bir bilgi yoktur. Minimum biyolojik hasarla maksimum diş hareketi elde etmek klinik ortodonti pratiğinin en önemli konularından-dır. Bu çalışmanın amacı iki farklı kuvvet kaynağının diş hareketi ve çevre dokular üzerindeki etkilerini karşılaştır-maktır.

Çalışmamız 20 iskeletsel sınıf I, dissel sınıf Il ve dört iskeletsel sınıf Il dissel sınıf Il malokluzyona sahip 18 kız, altı erkek toplam 24 birey üzerinde yürütülmüştür. Çalış-maya katılan bireylerin tedavi başındaki ortalama yaşı: 16,40±1,7'dir. -üst çenede iki birinci premolar çekimli sabit ortodontik tedavi gereksinimi olan b i r e y l e r ça-lışmaya alınmıştır. Çalışma sürekli ve kesikli kuvvet uygu-layan iki farklı kuvvet kaynağının kullanıldığı iki gruptan oluşmaktadır. Tedavi başında, seviyeleme sonrası ve distalizasyon sonrası dönemlerde röntgen ve alcr model kayıtları alinmış ve değerlendirilmiştir. TO, TI, TI, T3, T4 ve T5 dönemlerinde dişeti oluk sıvısı (DOS) toplanmiş ve bu örnekler kullanılarak IL-I~ ve IL-6 total protein m i k t a r ı ve OPG, RANKL ve COX-2 gel)ekspresyon mik-tarlarındaki degişiklikler araştırılmıştır. Ayrıca hastaların doldurduğu görsel analog skalaları kullanılarak algılanan ağrı miktarları da karşılaştırılmıştır. Tüm hastalardan TO, T I ve TI dönemlerinde alınan periapikal radyograflar kullanılarak kok rezorpsiyonu değerlendirmesi yapılmış-tır.

Analizler sonucunda kesikli kuvvet uygulanan grupta kanin distalizasyonu hızı istatistiksel olarak anlamlı mik-tarda fazladır. Diş hareketinin göstergelerinden olan IL-l~ ve IL-6 seviyeleri ve RANKLIOPG oran kesikli kuvvet grubunda daha yüksek bulunmuştur.

Bu bulgulara dayanarak kesikli kuvvet ile daha hızlı ve biyolojik diş hareketi elde etmenin mümkün olduğu söylene-bilir.

ABSTRACT

There is no certain data exist about the force system for optimum tooth movement. One of the major concerns of orthodontic clinical practice is to achieve maximum tooth movement with minimum biologic damage. The aim of this thesis was to compare the effects of two different force types on orthodontic tooth movement and periodontal tissues.

Nineteen skeletal Class I, dental Class nand five skletal and dental Class II subjects (18 females and six males) were included in this study. The mean age was 16.l7±3.2 years. Two upper first premolar extraction cases were included. The study group divided into two groups as continuous force and interrupted force groups. Radiographs and study models were taken at the beginning of treatment, after leveling and after canine distalization. Gingival crevicular fluid (GCF) was collected at TO, T 1, T2, T3, T4 and T5 timepoints. These GCF samples are used to evaluate the amount of total protein of IL-I~ ve IL-6 and gene expression of OPG, RANKL and COX-2. Visual analogue scales (VAS) were used to evaluate pain. Periapical radiographs were taken at TO and Tl and T2 time points to evaluate root resorption. Measurements showed that speed of tooth movement is higher in interrupted force group. Levels of IL-L~ and IL-6 and RANKL/OPG r a t i o which are indicators of tooth movement were also higher in interrupted force group.

In light of these findings, it can be concluded that, more rapid and biologic tooth movement can be achieved with interrupted force.

Anahtar Kelimeler: Sürekli kuvvet, kesikli kuvvet, sitokin, gen ekspresyonu.

Key words: Continuous force, interrupted force, cytokine, gene expression

(5)

5

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

ORGANOFOSFAT BİLEŞİĞİ ETHİON’UN ERİTROSİT REOLOJİSİNDEKİ ETKİLERİ: VİNPOSETİN VE

KARNOZİNİN KORUYUCU ROLLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

EFFECT OF ORGANOPHOSPHATE COMPOUND ETHİON ON ERYTHROCYTE REOLOGY: COMPARISON

OF THE PROTECTIVE ROLES OF VINPOCETINE AND CARNOSINE

Tuba TUNÇ

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Fizyoloji Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ağustos 2013 Danışman: Prof. Dr. Sami AYDOĞAN

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Physiology

M.Sc Thesis, August 2013 Supervisor: Prof. Dr. Sami AYDOĞAN ÖZET

Organofosfat bileşikleri ile olan zehirlenmelerde, kanda oksijen taşıyan ve aynı zamanda sürekli oksidan strese maruz kalan eritrositlerin önemli ölçüde etkilendiği bilin-mektedir. Özellikle eritrosit membranları, dolayısıyla onla-rın reolojik özellikleri ve fonksiyonları değişmektedir. Diğer taraftan antioksidan özellikleri nedeniyle çeşitli hastalık ve şartlarda koruyucu olarak kullanılabilecek bileşikler vinposetin ve karnozindir. Amacımız, organofosfat bileşiklerinin eritrositlerin reolojik özellikle-rine etkisini araştırmak, vinposetin ve karnozin gibi anti-oksidan özellikleri olan bu iki maddenin koruyuculuk özel-liklerini incelemektir.

Çalışmada ağırlıkları ortalama 220±40 gr olan 4-5 aylık dişi Sprague Dawley sıçanlar kullanılmıştır. Kontrol grup-larına; %0.9’luk serum fizyolojik (S.F.) i.p., mısırözü yağı gavaj yoluyla, ethion grubuna; 0.2 mg/kg ethion gavaj yoluyla, karnozin grubuna; 10 mg/kg karnozin i.p., karnozin+ethion grubuna; 10 mg/kg karnozin+0.2 mg/kg ethion, vinposetin grubuna; 0.6 mg/kg i.p. vinposetin, vinposetin+ethion grubuna; 0.6 mg/kg i.p. vinposetin+2 mg/kg ethion 10 gün boyunca uygulanmıştır. Alınan kan örneklerinde; hematolojik parametreler (eritrosit sayısı, hematokrit değeri, hemoglobin miktarı, ortalama eritrosit volüm değeri, ortalama eritrosit hemoglobin değeri, ortala-ma eritrosit hemoglobin konsantrasyonu) ile plazortala-ma po-tasyum düzeyleri, methemoglobin ve 2,3-DPG miktarları, eritrosit deformabilitesi ile % hemoliz değerleri ölçülmüş-tür.

Organofosfat toksisitesi oluşturulan grupta eritrosit sayısı ile hematokrit, hemoglobin ve MCV değerleri azalmıştır. Vinposetin, vinposetin+ethion, karnozin ve ethion+karnozin verilen gruplarda ise bu parametrelerin S.F. verilen kontrol grubu değerlerine yaklaştığı görülmüş-tür. Ancak, ethion verilen grupta % hemoliz ve methemoglobin düzeyleri artmış, 2,3-DPG düzeyi ise yük-selmiştir. Karnozin verilmesi, bu değerleri % hemoliz hariç kontrol değerleri civarına yükseltmiştir. Vinposetin veril-mesi ise plazma potasyum değerini kontrol grubu değerine yaklaştırmış, methemoglobin değeri düşüş göstererek kontrol grubuna yaklaşmıştır. Eritrositlerin deformabilitesi ise ethion verilen grupta bozulmuş, ancak karnozin ve vinposetin verilen gruplarda kontrol düzeyine yaklaşmıştır. Sonuç olarak; organofosfat verilen sıçanlarda, kanın hemodinamiğini etkileyen eritrosit reolojisindeki (özellikle eritrosit deformabilitesi) değişikliklerin, antiok-sidan olarak verilen karnozin ve vinposetinin verilmesin-den sonra düzeldiği sonucuna varılmıştır. Karnozin ve vinposetinin, multi-fonksiyonel bir antioksidan olarak organofosfat zehirlenmelerinde, komplikasyonların önlen-mesinde ve tedavisinde kullanılabileceği gösterilmiştir.

ABSTRACT

In poisonings with organophosphate compounds, erythro-cytes which carry oxygen in bloodstream and which are also exposed to oxidant stress consistently are well known to be affected dramatically. Especially membranes of erythrocytes, their rheological properties and functions change. Vinpocetine and carnosine are compounds which can be used as protectors for various diseases and condi-tions due to their antioxidant properties. Our aim is to investigate the effect of organophosphate compounds on rheological properties of erythrocytes and to examine the protective effects of those antioxidant substances; vinpo-cetine and carnosine.

In the present study, female Sprague Dawley rats aging 4-5 months with a mean weight of 220±40 gr were used. 0.9% normal saline via i.p. and corn oil via gavage were given to control groups while 0.2 mg/kg ethion via gavage to ethion group, 10 mg/kg carnosine via i.p. to carnosine group, 10 mg/kg carnosine+0.2 mg/kg ethion gavage to car-nosine+ethion group, 0.6 mg/kg vinpocetine via i.p. to vinpocetine group and 0.6 mg/kg vinpocetine+2 mg/kg ethion via i.p. were given for ten days Hematological pa-rameters (erythrocyte count, hematocrit level, hemoglobin amount, mean erythrocyte volume level, mean erythrocyte hemoglobin level, mean erythrocyte hemoglobin concen-tration), plasma potassium levels, methemoglobin and 2,3-DPG amounts, erythrocyte deformability and percentage (%) of hemolysis were measured.

In organophosphate toxicity created group, hematocrit, hemoglobin and MCV levels decreased. The level of these parameters in vinpocetine, vinpocetine+ethion, carnosine, ethion+carnosine groups, was found to get closer to levels of controls which were given normal saline. However, hemolysis % and methemoglobin levels increased while 2,3-DPG level increased in ethion group. Giving carnosine has raised those levels to control levels except for hemoly-sis %. Giving vinpocetine made plasma potassium levels closer to control levels while methemoglobin level reached control levels by reducing. Erythrocyte deformability was destroyed in ethion group however it reached to the level of controls in carnosine and vinpocetine groups. Conse-quently, changes in erythrocyte rheology (especially eryth-rocyte deformability) which affects blood hemodynamics were determined to improve after carnosine and vinpocet-ine administration as antioxidant in rats given organo-phosphate. It is suggested that carnosine and vinpocetine as a multi-functional antioxidant can be used in organo-phosphate poisonings, for prevention of complication and in treatment.

Anahtar kelimeler: vinposetin, karnozin, ethion,

organofosfat, eritrosit Key words: Vinpocetine, carnosine, ethion, organophosphate, erythrocyte

XCII

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

(6)

6

II

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3) Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3) Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

SIÇAN KARACİĞER DOKUSUNDA KARBON TETRAKLORÜR İLE OLUŞTURULAN HASAR ÜZERİNE

KARNOZİNİN ETKİLERİNİN ARAŞTIRILMASI

A RESEARCH ON EFFECTS OF CARNOSINE ON CARBON TETRACHLORIDE-INDUCED HEPATIC

DAMAGE IN RATS

Nurhan KULOĞLU

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ağustos 2013 Danışman: Doç. Dr. Mehmet Fatih SÖNMEZ

Erciyes University, Graduate School of Healty Sciences, Department of Histology and Embryology

M.Sc Thesis, August 2013

Supervısor: Assoc. Prof. Mehmet Fatih SÖNMEZ ÖZET

Karbon tetraklorür genellikle deneysel olarak indüklenmiş karaciğer hasarı oluşturmak için kullanılan bir ajandır. Karnozin, güçlü bir antioksidan, metal şelatörü ve hücre membranı koruyucusudur. Bu çalışmada karbon tetraklorür ile karaciğer dokusunda oluşturulan hasar üzerine karnozinin koruyucu etkisinin araştırılması amaç-landı.

Bu çalışmada 32 adet ergin Wistar albino türü erkek sıçan kullanıldı. Denekler rastgele dört gruba ayrıldı. Grup I; (n=8) kontrol grubu, Grup II; (n=8) 0,2 ml/kg karbon tetraklorür intraperitoneal (ip) uygulanan grup, Grup III; (n=8) 0,2 ml/kg karbon tetraklorür + 200mg/kg karnozin (ip) uygulanan grup, Grup IV; (n=8) 200mg/kg karnozin (ip) uygulanarak oluşturuldu. Deneyin on birinci günü denekler dekapite edilerek kanları ve karaciğer dokuları alındı. Kanlarından AST ve ALT çalışıldı. Parafine gömülen karaciğer dokularından alınan kesit örnekleri Hematoksilen&Eozin ve HSP-70 ekspresyonunu belirle-mek için immunohistokimyasal olarak boyanıp incelendi. Serum ALT ve AST değerleri karbon tetraklorür uygulama-sıyla yükseldi ve karnozin uygulamauygulama-sıyla değerlerde azal-ma gözlendi. Karbon tetraklorür uygulanan grupta mikro ve makro veziküler yağlanma belirlendi. Yağlanma portal alandan uzaklaştıkça artmaktaydı. Yine bu grupta bazı alanlarda konjesyon, hemoraji ve mononükleer hücre infiltrasyonu alanları tespit edildi. Koruyucu amaçlı uygu-lanan karnozin grubunda hasar devam etmekteydi ancak yağlanma alanlarında biraz azalma mevcuttu. HSP-70 immun reaktivitesi karbon tetraklorür uygulamasıyla kontrole göre artış gösterdi. Karnozin uygulaması ile HSP-70 immun reaktivitesi karbon tetraklorür grubuna göre azaldı.

Sonuç olarak karbon tetraklorür uygulamasının karaciğer dokusunda çok ciddi histopatolojik değişiklikler oluştur-duğu, koruyucu amaçlı verilen karnozinin bu hasarda kıs-men bir iyileşme sağladığı ve HSP-70’in karaciğerde oluşan hasara aracılık ettiği gözlenmiştir.

ABSTRACT

Carbon tetrachloride is widely used to induce liver damage. However, carnosine is a metal chelator which has high antioxidant activity and protects cell membrane. Aim of this study was to investigate the protective effect of carnosine on Carbon tetrachloride induced-liver damage. Thirty-two adult male Wistar albino rats were used. Animals were randomly divided into four groups. Group I; (n=8) control group, Group II; (n=8) 0.2 ml/kg of carbon tetrachloride injected intraperitoneally (ip), Group III; (n=8) 0,2 ml/kg of carbon tetrachloride + 200 mg/kg of carnosine injected (ip), Group IV; (n=8) 200 mg/kg of car-nosine injected (ip). Animals were decapitated and taken their blood and livers on 11th day of study. Serum AST and ALT levels were measured. Paraffin-embedded liver sec-tions were stained with Hematoxylin&Eosin and immuno-histochemically with HSP-70.

Serum ALT and AST levels were increased with admini-stration of carbon tetrachloride and these values were decreased with carnosine injection. Micro and macro ve-sicular hepatic steatosis were determined in carbon tetra-chloride group. Fatty changes were increased to out of portal areas with distance. Congestion, hemorrhage, and mononuclear cell infiltration were detected in some areas of this group. Damaged areas had been progressing in carnosine group, but steatotic areas were also observed lower in this group. HSP-70 immun reactivity was higher in carbon tetrachloride group than control group. How-ever, carnosine administration improved HSP-70 immun reactivity.

In conclusion, administration of carbon tetrachloride causes severe histopathological changes in liver. Also, it was observed that carnosine promotes partially recovery and HSP-70 mediates in hepatic damage.

Anahtar Kelimeler: Karbon tetraklorür, karnozin, karaciğer,

HSP 70, Sıçan. Keywords: Carbone tetracloride, carnosine, liver, HSP 70, rat.

(7)

7

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

TİP 1 DİABETES MELLİTUS TANILI ÇOCUK VE ADÖLESANLARIN YAŞAM KALİTESİ VE METABOLİK

KONTROLLE İLİŞKİSİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

EVALUATION OF QUALITY OF LIFE AND RELATIONSHIP BETWEEN METABOLIC CONTROL IN

CHILDREN AND ADOLESCENTS WITH TYPE 1 DIABETES MELLITUS

Zeynep CAFEROĞLU

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Beslenme ve Diyetetik Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ağustos 2013 Danışman: Prof. Dr. Neriman İNANÇ

Erciyes University, Institute of Health Sciences Department of Nutrition and Dietetics

M.Sc Thesis, August 2013 Supervisor: Prof. Dr. Neriman İNANÇ ÖZET

Kesitsel olarak planlanan bu çalışma; en az bir yıl önce tanı almış olan 8-18 yaş aralığındaki Tip 1 Diabetes Mellitus (DM)’lu 70 çocuk ve adölesan ile aileleri (çalışma grubu) ve yaş, cinsiyet ve sosyo-demografik özellikler açısından hasta grubuyla eşleştirilmiş 72 sağlıklı çocuk ve adölesan ile ailesi (kontrol grubu) üzerinde yürütülmüştür. Katılımcılara ait demografik bilgiler yüz yüze görüşme yöntemi ile araştır-macı tarafından kaydedilmiş; vücut ağırlığı, boy uzunluğu ölçülmüş ve beden kütle indeksi (BKİ, kg/m2) değerleri hesaplanmıştır. Katılımcıların yaşam kalitelerini değerlen-dirmeye yönelik, hem çocuk ve adölesana, hem de ebeveyn-lerinden birine “Çocuklar İçin Yaşam Kalitesi Ölçeği (ÇİYKÖ)” uygulanmıştır. Çalışma grubunda, metabolik kont-rolün göstergesi olarak hasta dosyalarından, anket ve yaşam kalitesi ölçeği uygulanan gün ölçülen HbA1c değerleri kayde-dilmiş ve kan şekeri takip defteri kayıtları incelenerek son bir aydaki toplam hipoglisemi ve hiperglisemi atak sayısı hesaplanmıştır. Çalışma grubunun %54.3’ü erkek, %45.7’si kız iken, kontrol grubunun %50’si erkek, %50’si kızdır (p=0.609). Çalışma ve kontrol grubunun yaş ortalamaları benzerdir (sırasıyla; 12.94±2.68 yıl ve 12.49±2.96 yıl, p=0.280). Gruplar cinsiyet, BKİ ve sosyo-demografik özellik-ler açısından benzerdir (p>0.05). Çalışma ve kontrol grubu arasında, çocuk ve adölesanların toplam yaşam kalitesi algı-sı (p= 0.694) ile fiziksel sağlık (p=0.359) ve psiko-sosyal sağlık (p=0.922) algıları açısından fark bulunamamıştır. Benzer şekilde, ailelerin çocuklarıyla ilgili toplam yaşam kalitesi (p=0.071) ve fiziksel sağlık (p=0.269) algıları arasın-da fark saptanmazken; çalışma grubunarasın-daki ailelerin psiko-sosyal sağlık algıları, kontrol grubundan istatistiksel olarak önemli düzeyde daha düşüktür (p=0.030). Çalışma grubu-nun HbA1c düzeyi %8.08±1.49, son bir aydaki hipoglisemi atak sayısı 3.57±4.28 ve hiperglisemi atak sayısı 40.23±25.32’dir. Çalışma grubunda, hipoglisemi atak sayı-sındaki azalmanın aileler tarafından algılanan ve duygusal, sosyal işlevsellik ile okul işlevselliğini içeren psiko-sosyal sağlık alt ölçek puanındaki artış ile ilişkili olduğu gösteril-miştir (p=0.031). Daha az hiperglisemi atak sayısı ise aileler tarafından algılanan yaşam kalitesi ölçek toplam puanı (p=0.021) ve bireyin günlük aktivitelerini sorunsuz bir şe-kilde yerine getirebilmesi ve herhangi bir ağrı ya da acı hissetmemesini kapsayan fiziksel sağlık alt ölçek puanındaki artış (p=0.018) ile ilişkili olarak değerlendirilmiştir. Çalışma sonucunda, tip 1 DM’li çocuk ve adölesanların yaşam kalite-lerinin, sağlıklılardan farklı olmadığı ve çocukların bireysel olarak algıladıkları yaşam kalitesi ile metabolik kontrol arasında ilişki bulunmadığı; ancak aileler tarafından algıla-nan yaşam kalitesinin metabolik kontrolle ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu sonuç; diyabetli çocuk, adölesanlara veri-len eğitimlerin yaşam kalitesi üzerinde olumlu etkisinin olabildiği, ancak ailelerinin hastalık bilinç düzeylerinin artı-rılması için eğitimlerinin gerekliliğini ortaya koymuştur.

ABSTRACT

This cross-sectional study included 70 children and adolescents aged between 8-18 years diagnosed with type 1 Diabetes Mellitus (DM) at least one year previously and one parent (study group) and 72 children and adolescents matched to study group in terms of age, gender and socio-demographic characteristics and their parents (control group). Demographic data were collected by a questionnaire via face-to-face interview and body weights, heights were measured and body mass index (BMI, kg/m2) was calculated. Health-related quality of life (HRQoL) of study and control group were determined by the Pediatric Quality of Life Inventory (PedsQL) and developmentally appropriate forms were used for children’s self-reports and parents’ proxy-reports. As the indicators of metabolic control, HbA1c level was obtained from medical records of children and were check-outed for the number of hypoglycemic and hyperglycemic episodes over a period of one month. Of the study group; 54.3% were males and 45.7% were females, while 50.0% were males and 50.0% were females in the control group (p=0.609). Mean age of study and control groups were similar (12.94±2.68 and 12.49±2.96 years, respectively p=0.280). Gender, BMI and socio-demographic characteristics were similar in both groups (p>0.05). There was not a significant difference in total score of HRQoL (p=0.694), physical health (p=0.359) and psychosocial health (p=0.922) for children’s self-reports between groups. Moreover, in parents’ proxy-reports, the study group reported lower psychosocial health score than control group (p=0.030), while total score of HRQoL (p=0.071) and physical health (p=0.269) were similar in both groups. HbA1c levels of the study group were 8.08%±1.49, and the numbers of hypoglycemic and hyperglycemic episodes were 3.57±4.28 and 40.23±25.32, respectively. In the study group, the lower number of hypoglycemic episodes were associated with the increase in psychosocial health scores for parents’ proxy-reports including emotional, social and school functioning (p=0.031). Also, as the lower number of hyperglycemic episodes were related to the increase in total score of HRQoL (p=0.021) and physical health which was representing no problem in performing daily activities (p=0.018) for parents’ proxy-reports. In conclusion, HRQoL of children and adolescents with type 1 DM were not different from healthy children and adolescents, there was no correlation between metabolic control and HRQoL in children’s self-reports, however HRQoL in parents’ proxy-reports were associated with metabolic control. This result indicated that education programs for children and adolescents with type 1 DM may affect the HRQoL positively, and education programs for the parents are essential to increase their knowledge levels on DM. Anahtar Kelimeler: Çocuk ve adölesan, Metabolik kontrol,

Tip 1 diabetes mellitus, Yaşam kalitesi Key words: Child and adolescent, metabolic control, type 1 diabetes mellitus, quality of life

XCIV

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

(8)

8

II

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3) Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3) Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

ELİT YÜZÜCÜLERDE FARKLI YÜKSELTİLERDE YAPILAN ANTRENMANLARIN

YÜZME PERFORMANSINA ETKİSİ

EFFECTS OF SWIMMING TRAINING CARRIED OUT AT DIFFERENT ALTITUDES

IN ELITE SWIMMERS

Erkan GÜNAY

Erciyes Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Beden Eğitimi ve Spor Anabilim Dalı Doktora Tezi, Eylül 2013 Danışman: Prof. Dr. Bekir ÇOKSEVİM

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Physical Education and Sport

PhD. Thesis, September 2013 Supervisor: Prof. Dr. Bekir ÇOKSEVİM ÖZET

Bu çalışmanın amacı farklı yüksekliklerde 12 hafta boyun-ca aynı antrenman programını uygulayan elit seviyedeki yüzücülerde performans gelişiminin belirlenmesi ve bu gelişmelerde yüksekliğin etkisinin tespiti amaçlanmıştır. Çalışmaya yüzme performanslarına göre FİNA puanlama sisteminden 400 – 500 puan aralığında puan toplayabilen, farklı yüksekliklerde yaşayan ve antrenman yapan 21 ba-yan, 29 erkek toplam 50 yüzücü katıldı. Yüzücüler 12 hafta boyunca aynı antrenman programı doğrultusunda antren-man uygulamalarına tabi tutuldu. Yüzücülerin antrenantren-man dönemi öncesi ve sonrası yaş, antrenman yaşı, boy uzunlu-ğu, vücut ağırlığı ve vücut yağ yüzdesi, hemoglobin ve hematokrit değerlerine, performans testlerinden; 100 metre sprint yüzme, 1.,2.,3. ve 4. Split zamanları, sprint testi sonrası kalp atım sayıları, sprint test öncesi ve 5 daki-ka sonrası laktat birikim oranları, kulaç sayısı, T 2000 metre yüzme testi ve test sonrası kalp atım sayısı paramet-releri ölçüldü. Verilerin değerlendirilmesinde Non para-metrik testlerden gruplar arası farklılığı belirlemek ama-cıyla Kruskall Wallis Tek Yönlü Varyans Analizi, grup içi değerlendirmeler ise Wilcokson eşleştirilmiş iki örnek testi ile yapıldı. Verilerin gösteriminde ortanca (Medyan) %25 ve 75 dağılımlar olarak sunularak anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak alındı.

Çalışmada bayan ve erkek grupların fiziksel parametrele-rinden antrenman yaşlarında anlamlı farklılık bulundu (p<0,05). İrtifanın etkisiyle oluşan gelişimsel herhangi bir farka rastlanmadı. Yüzücülerin grup içi hemoglobin, hematokrit, 100m sprint yüzme ve sonrası kalp atım sayısı, laktat birikim oranları T2000m. yüzme testi ve sonrası kalp atım sayısı ön test ve son test değerlerinde anlamlı farklılıklar görüldü. (p<0,05). Gruplar arasında irtifaya bağlı hemoglobin, hematokrit, T 2000m. yüzme paramet-relerinde her iki cinsiyette önemli derecede gelişmeler görüldü.

Sonuç olarak; elit yüzücülerin farklı irtifalarda yaptıkları antrenmanlarda irtifanın etkisine bağlı dayanıklılık, yüzme ekonomisi ve kan parametrelerinde gelişim görülürken, tüm gruplarda gelişen diğer performans değerlerinin ant-renmanın olumlu etkilerinden kaynaklandığı düşünüldü.

ABSTRACT

The aim of this study is to determine the performance improvement of elite level swimmers who applied the same training program for 12 weeks at different altitudes and to determine the effects of altitude on these athletic performances.

Totally 50 swimmers, 21 female and 29 male living and training at different altitudes and those who can get 400-500 scores from FINA system attended to the study. The swimmers were applied training applications in terms of the same training program. Swimmers’ pre and post age, training age, body height, body weight, body fat percentage, hemoglobine, hematocrite values were measured and among the performance tests, their 100 metres sprint swimming,1st, 2nd, 3rd and 4th split times, stroke account post sprint heart rates, pre sprint test and after 5 minutes lactate accumulation rates, T2000 metres swimming test and post test heart rate parameters were determined. In evaluating the data, Kruskall Wallis one direction variance analysis was used in order to determine the inter group differences at non parametric tests while intra group evaluations were carried out with Wilcoxon matched two sample test. In presenting the data, the significance level was determined as p<0.05 by giving the median 25% and 75 dispersions.

During the study a meaningful difference was found in one of the physical parameters, male- female groups’ training ages, (p<0,05). No developmental difference which occured through the effect of altitude was seen. Meaningful differences were seen in the swimmers’ intragroup he-moglobine, hemotocrite,100 metres sprint and post sprint heart rates, T2000 metres swimming test and post test heart rates. Among the groups, significant improvements have been seen in both genders’ hemoglobine, hematocrite, T 2000 swimming parameters depending on the altitude.

As a result of this study, while an improvement their athletic performances were seen in hemoglobine and hematocrite, swimming economy and endurance of the elite swimmers depending on the training to be done at the different altitudes, other performance levels increased in all groups were thought to performances because of the positive effects of swimming training.

Anahtar Kelimeler : Elit yüzücü, irtifa, yüzme antrenmanı,

performans Key Words: Elite swimmer, altitude, swimming training, Performance

(9)

9

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

HİPOFİZ ADENOMLU HASTALARDA OKSİDATİF VE KROMOZOMAL DNA HASARININ

SİTOM YÖNTEMİ VE 8-OHdG ÖLÇÜMÜ İLE ARAŞTIRILMASI

INVESTIGATION OF OXIDATIVE AND CHROMOSOMAL DNA DAMAGEBY

CYTOME ASSAY AND 8-OHdG MEASREMENTIN PATIENTS WITH PITUITARY ADENOMAS

Nazmiye BITGEN

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı

Doktora Tezi, Ağustos 2013

Danışman: Prof. Dr. Hamiyet Dönmez-ALTUNTAŞ

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences Department of Medical Biology

PhD. Thesis, August 2013

Supervisor: Prof. Dr. Hamiyet Dönmez-ALTUNTAS ÖZET

Hipofiz adenomları genellikle yavaş büyüyen iyi huylu tümörlerdir ve klinik, patolojik ve biyolojik olarak diğer beyin tümörlerinden farklılık gösterirler. Bu çalışmanın amacı en sık görülen hipofiz adenomlarından prolaktinoma, akromegali ve non fonksiyone adenomlu hastalarda, salgılanan farklı hormonların DNA hasarı üze-rine etkisini Sitokinez-bloke mikronükleus sitom (Cytokinesis-Block Micronucleus Cytome; CBMN cyt) ve 8-hidroksi-2′-deoksiguanozin (8-OHdG) yöntemlerini kulla-narak araştırmaktır.

Çalışmada, yeni teşhis konulmuş ve herhangi bir tedavi almamış 30 akromegali, 27 prolaktinoma ve 30 non-fonksiyone adenom olmak üzere 87 hasta ile hastalarla benzer yaş ve cinsiyette toplam 35 sağlıklı bireyin kan örnekleri analiz edilmiştir. Hipofiz adenomlu hastaların hepsinde de DNA hasar parametrelerinden olan mikronükleus (MN), nükleoplazmik köprü (nucleoplasmic bridges; NPB) ve nükleer tomurcuk (nuclear buds; NBUD) ile apoptotik ve nekrotik hücre frekansları kontrollere göre istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek bulun-muştur (p<0.001). Akromegalili ve prolaktinomalı hastala-rın nükleer bölünme indeksi (nuclear division index; NDI) değerleri kontrollerle karşılaştırıldığında istatistiksel ola-rak anlamlı bir fark bulunamazken (p>0.05), non-fonksiyone adenomlu hastalarda kontrollere göre istatis-tiksel olarak anlamlı fark bulunmuştur (p<0.001). Ayrıca akromegali ve prolaktinomalı hastaların plazma 8-OHdG değerleri kontrollerle karşılaştırıldığında istatistiksel ola-rak anlamlı derecede yüksek bulunurken (p<0.005), non-fonksiyone adenomlu hastalarda kontrollere göre istatis-tiksel olarak anlamlı derecede düşük bulunmuştur (p<0.001).

Sonuç olarak, artan kromozomal ve oksidatif DNA hasarı parametreleri, hipofiz adenomlu hastalarda ileride gelişe-bilecek olası kanser riski ile ilişkili olabilir. Ancak hipofiz adenomu gelişimi ve karsinogenez oluşumu çok basamaklı ve multifaktöriyel bir süreçtir. Bu nedenle hipofiz adenom-lu hastaların kanser riski açısından özellikle DNA hasar parametreleri ile uzun süreli olarak takip edilmesini öne-rebiliriz.

ABSTRACT

Pituitary adenomas are generally benign and slow growing tumors with clinical, pathological and biological character-istics different from the others. However, the effects of the released pituitary hormones on the DNA damage in ade-noma cells are still unknown. The aim of this study was to investigate such effects in especially prolactinoma, ac-romegaly and non-functional adenomas by using the latest Cytokinesis-Block Micronucleus Cytome (CBMN cyt) and 8 -hydroxy-2’-deoxyguanosine (8-OHdG) assay methods. The study was carried out using blood samples of active untreated 87 patients: 30 with acromegaly, 27 with prolactinoma and 30 with non-functional adenoma in addition to total 35 age- and sex-matched healthy controls. The DNA damage parameters (micronucleus; MN, nucleo-plasmic bridges; NPBs and nuclear buds; NBUDs) and the frequency of apoptotic and necrotic cells in lymphocytes of patients with pituitary adenomas were found to be signifi-cantly higher than those in controls ( p<0.001). When com-pared with control subjects, statistically significant differ-ences in nuclear division index (NDI) values were ob-served in patients with non-functional adenoma (p<0.001), but no statistically significant differences in NDI values were observed in patients with acromegaly and prolactinoma (p>0.05). The plasma 8-OHdG levels were found to be significantly higher (p<0.005) in patients with acromegaly and prolactinoma and significantly lower (p<0.001) in patients with non-functional adenoma when compared with those in controls.

In conclusion, both elevated chromosomal DNA and oxida-tive DNA damage can be used as potential biomarkers for predicting the increased risk of malignancy in patients with pituitary adenomas. However, the progression of pituitary adenomas and carcinogenesis are multistep and multifactorial process. Long-term follow-up of patients with pituitary adenomas would still be necessary to estab-lish the cancer risk especially with DNA damage parame-ters.

Anahtar kelimeler: Hipofiz adenomu, mikronükleus, oksidatif hasar, sitom yöntemi.

Key words : Cytome assay; micronucleus, oxidative damage; pituitary adenoma

XCVI

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

(10)

10

II

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3) Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3) Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

ZİHİNSEL ENGELLİ ÇOCUĞU OLAN BABALARDA BABALIK ROLLERİNE İLİŞKİN

FARKINDALIK YARATMA

CREATING AWARENESS ON FATHERS WITH MENTALLY DISABLED CHILDREN IN

RELATION TO PATERNITY ROLES

Nazan ÇALBAYRAM

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Hemşirelik Anabilim Dalı

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Hemşireliği Bilim Dalı Doktora Tezi, Eylül, 2013

Danışman: Prof. Dr. Nurgün PLATİN

Erciyes University, Graduate School Health Department of Nursing Department of Child Health and Disease Nursing

PhD. Thesis, September 2013 Supervisor: Prof. Dr. Nurgün PLATİN ÖZET

Toplumlardaki sosyal ve ekonomik gelişmelerle birlikte özellikle çekirdek aile içi rol ve sorumluluklar değişmiştir. Bu değişmeler ailenin temel taşlarından biri olan babanın üstlendiği rol ve sorumluluklara da yansımıştır. Zihinsel engelli çocuğa sahip babaların babalık rollerine ilişkin farkındalıklarının artması baba çocuk ilişkisinin ilerleme-sine yardımcı olabilir.

Bu araştırma, bir zihinsel engelli çocuk okulu ve iş merke-zine devam eden öğrencilerin babalarında babalık rolüne ilişkin farkındalık/bilinç oluşturmak amacı ile uygulanan eğitimin etkisini belirlemek üzere tek gruplu öntest-sontest, yarı deneysel araştırma deseni ile yapılmıştır. Araştırma öğretilebilir zihinsel engelli çocuğa sahip 18 baba ve anneleri ile gerçekleştirilmiştir. Lamb’in baba tipolojisine göre babanın üç katılım boyutuna yönelik formlar düzenlenmiş ve eğitim hazırlanmıştır. Veriler Baba Görüşme Formu ve Anne Görüşme Formu kullanılarak toplanmıştır. Baba ve anneye göre, babanın babalık rolüne ilişkin veriler toplanmış sonrasında babalara babanın ço-cuğun dünyasındaki yerine ilişkin farkındalığı arttırma eğitimi düzenlenmiştir. Eğitimden onbeş gün sonra tekrar baba ve anneye göre, babanın babalık rolüne ilişkin verile-ri toplanmıştır. Bulgularda yer alan anne görüşleverile-ri babala-rın eğitim öncesi ve sonrası yanıtlababala-rını doğrulamak üzere kullanılmıştır. Etik kurul onayı ve baba ve annelerden yazılı bilgilendirilmiş onam formu alınmıştır. Değerlendir-mede ortalama, standart sapma ve yüzdelik istatistikleri ve Wilcoxon testi kullanılmıştır.

Çalışmada babalar eğitim sonrası “etkileşim” ve “sorumluluk” boyutlarındaki etkinliklere daha fazla katıl-dıklarını belirtmişlerdir. Annelerin gözlemleri de babaların katılımlarının arttığını doğrular nitelikte olmuştur (p<0.05); diğer taraftan baba katılım boyutlarından “ulaşılabilirlikte” baba ve annelerin eğitim öncesi ve sonra-sı puanları arasonra-sında küçük bir sayısal artış olduğu görül-müş ancak bu artışın her iki grupta da istatistiksel olarak önemli olmadığı saptanmıştır (p>0.05)

Araştırma sonucunda; zihinsel engelli çocuğa sahip babala-ra verilen “babanın mibabala-rası” eğitimi ile babanın rollerine ilişkin farkındalıkları istendik yönde arttırılmıştır.

ABSTRACT

The roles and responsibilities of nuclear families have been changed with developments in social and economical statutes of the societies. These changes have been reflected to the roles and responsibilities of the father who is keystone of the family. Increased awareness about fatherhood roles of the fathers have child with intellectual disability could help for improved father-child relationship.

This study was conducted to determine the effect of the education for creating awareness/conscious about fatherhood role for the fathers who have a child attends a school and work center for intellectual disability child by using single group with pre-post test and quasi-experimental design. The study was conducted with the father and mothers of 18 intellectual disabilities. Three participation format of father forms were regulated and education was prepared according to the Lamb's father typology. Data were collected by using Father and Mother Interview Form. According to the father and mother, data about fatherhood roles were collected and then the education for increasing awareness was organized. Fifteen days after the education data related to the fatherhood roles according to the parents were collected. The mothers’ answers were used for confirming the fathers’ answers before and after education. The ethical committee and written consents of the parents were taken. For statistical analysis, mean, standard deviation and percentage and Wilcoxon test.

In the study, the fathers said that they participated to the ‘interaction’ and ‘responsibilities’ dimensions after the education more. Also, the mothers confirmed this increased participation, too (p<0.05); on the other hand ‘accessibility’ dimension which is the father participation statute was increased as numerical but it is not meaningful as statistically (p>0.05)

In conclusion; it is found that the awareness about fatherhood roles of the fathers have a child with intellectual disability was increased as requested with the education called ‘inheritance of the father’.

Anahtar Kelimeler: Baba rolü, Farkındalık, Zihinsel engelli

çocuk Key words: Awareness, father’s role, mentally disabled child

(11)

11

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

EKSPRESSİF DOKUNMANIN DOĞUM AĞRISI VE ANNE

MEMNUNİYETİNE ETKİSİ

EFFECT OF EXPRESSIVE TOUCHING ON LABOUR PAIN AND MATERNAL SATISFACTION

Rabiye ERENOĞLU

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Hemşirelik Anabilim Dalı Doğum-Kadın Sağlığı ve

Hasta-lıkları Hemşireliği Programı, Doktora Tezi, Haziran 2013,

Danışman: Doç. Dr. Mürüvvet BAŞER

Erciyes University, Graduate School of Health Sciences, Department of Gynaecology and Obstetric Nursing,

PhD. Thesis, June 2013

Supervisor: Assoc. Prof. Mürüvvet BAŞER ÖZET

Bu araştırma, doğum eyleminin birinci evresinde uygulanan ekspressif dokunmanın doğum ağrısı ve anne memnuniyeti-ne etkisini belirlemek amacıyla, randomize kontrollü bir çalışma olarak yapılmıştır.

Kayseri Eğitim Araştırma Hastanesi Doğum Kliniği’ne doğum yapmak üzere başvuran 40 gebenin müdahale grubuna, 40 gebenin kontrol grubuna randomizasyonu bilgisayar aracılığı ile yapılmıştır. Gebelerin sosyo- demografik özel-likleri tanıtım formu aracılığıyla belirlenmiştir. Müdahale grubu gebelere doğumun ikinci evresinde 15-20 dk süreyle ekspressif dokunma uygulanmıştır. Kontrol grubu gebelere ise doğum kliniğinde yapılan rutin uygulamalar dışında herhangi bir uygulama yapılmamıştır. Gebelerin yaşam bul-guları ile obstetrik verileri ölçülerek kaydedilmiştir. Ağrı düzeyleri Painmatcher ve Visüel Anolog Skala ile memnuni-yet düzeyleri ise Normal Doğumda Anne Memnunimemnuni-yetini Değerlendirme Ölçeği ile değerlendirilmiştir. Verilerin de-ğerlendirilmesinde ki-kare, t testi, Mann Whitney U ve Spearman-Korelasyon testleri kullanılmıştır. Tüm karşılaş-tırmalarda α yanılma düzeyi 0.05 olarak alınmıştır.

Çalışmaya katılan müdahale grubunun ağrı duyusu/duyusal eşiği ortalaması ekspressif dokunma öncesi 7.1 iken, sonrası 5.9, dokunma öncesi ağrı eşiği ortalaması 6.7 iken, sonrası 6.0’olup, ağrı değeri ortalaması dokunma öncesi 6.8 iken sonrası bu değeri 6.1 olarak ölçülmüştür (p<0.01). Kont-rol grubunun uygulama öncesi ağrı duyusu, ağrı eşiği ve ağrı değeri ortalamaları sırasıyla 6.9, 6.9 ve 7.1’dir. Uygula-ma sonrası değerlendirilen ağrı duyusu ortalaUygula-ması 6.7, ağrı eşiği ortalaması 7.0 ve ağrı değeri ortalaması 7.3 olarak saptanmıştır (p>0.05). Müdahale grubundaki ağrı düzeyin-deki artış kontrol grubuna göre daha az olduğu saptanmıştır (p<0.01). Müdahale grubunun Normal Doğumda Anne Memnuniyetini Değerlendirme Ölçeğinin toplam puan ve alt başlıklarının büyük çoğunluğunda kontrol grubuna göre daha yüksek ortalamalara sahip olduğu ve ölçeğinin “rahatlatma” ve “beklentilerin karşılanması” alt başlığı puan ortalaması karşılaştırıldığında da aralarındaki farkın istatis-tiksel olarak anlamlı olduğu saptanmıştır (p<0.05).

Müdahale sonrası Visüel Anolog Skala ve Painmatcher skor-ları ortalamaskor-ları arasındaki korelasyon bulguskor-larında; hem müdahale grubu, hemde kontrol grubunda Visüel Anolog Skala değeri ile Painmatcher her üç skorunun değeri arasın-da pozitif yönde, orta düzeyde anlamlı bir ilişki olduğu sap-tanmıştır.

Sonuç olarak; doğumda uygulanan ekspressif dokunmanın; ağrı duyusu üzerinde olumlu etkileri olduğu ve doğum ağrı-sını azalttığı, anne memnuniyet düzeyini arttırdığı saptan-mıştır.

ABSTRACT

This randomized controlled study was conducted to determine the effect of expressive touching applied in the second period of labour on labour pain and maternal satisfaction. The randomization of pregnant women who have applied to Labour Clinic of Kayseri Education Research Hospital to give birth was done by computer assigning to intervention group (n=40) or control group (n=40). Socio-demographic characteristics of the pregnant women were determined with a descriptive form. A 15-20 minute expressive touching was applied on the second period of labour in intervention group women. No other application except for routine procedures was done to control group in the labour clinic. Vital findings and obstetric data of the pregnant women were recorded. Level of pain was determined with Painmatcher and Visual Analogue Scale while level of satisfaction was determined with the Evaluation Scale of Maternal Satisfaction in Normal Labour. Chi-square, t-test, Mann Whitney U test and Spearman-Correlation test were performed to statistically analyze the data. Alpha error level was set as 0.05 in all comparisons. Mean pain sense/sensorial threshold of intervention group before expressive touching was 7.1 and it was 5.9 after expressive touching while mean pre-expressive touching threshold of pain was 6.7 and mean post- expressive touching of pain was 6.0 and the mean pain value was 6.8 before expressive touching (p<0.01). Mean pre-expressive touching pain sense threshold, pain threshold and pain value of control group were 6.9, 6.9 and 7.1, respectively while mean post-expressive touching pain sense threshold was 6.7, pain threshold was 7.0 and pain value was 7.3 (p>0.05).

The increment in pain level of intervention group was found to be less compared to control group (p<0.05). It was determined that intervention group had higher mean values of total and of most of the sub-titles in Evaluation Scale of Maternal Satisfaction in Normal Labour compared to control group and there was a statistical significance between mean scores from sub-titles of “relief” and “meeting the expectations” of both groups (p<0.05). Correlation findings about mean post-intervention scores of Painmatcher and Visual Analogue Scale showed that there was a positively moderate and significant correlation between mean Visual Analogue Scale and Pain matcher scores in both intervention group and control group. Consequently expressive touching during labour was found to have favourable effects on pain sense and to decrease labour pain, and to increase maternal satisfaction.

Anahtar Kelimeler: Doğum ağrısı, anne memnuniyeti, ekspressıf dokunma.

Key words: Labour pain, maternal satisfaction, expressive touching.

XCVIII

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

(12)

12

II

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3) Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3) Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 2013 ; 23 (3)

FENİLALANİN HİDROKSİLAZ GENİNDE GÖRÜLEN YAYGIN MUTASYONLARIN TARANMASI

SCREENING OF WIDESPREAD MUTATIONS OF PHENYLALANINE HYDROXYLASE GENE

Şerife ERDEM

Erciyes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Tıbbi Genetik Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Ağustos 2013 Danışman: Prof. Dr. Munis DÜNDAR

Erciyes University, Graduate School Of Health Sciences Department of Medical Genetics

M.Sc Thesis, August 2013 Advisor: Prof. Dr. Munis DÜNDAR ÖZET

Hiperfenilalaninemiler, fenilalaninin (FA) tirozine dönüşü-münü sağlayan fenilalanin hidroksilaz (FAH) enziminin eksikliği veya bu enzimin kofaktörü olan tetrahidrobiyopiterinin (BH4) üretim ve döngüsündeki bozukluk sonucu ortaya çıkan bir grup hastalıktır. Klasik fenilketonüri (FKÜ) ise FAH enziminin tama yakın eksikli-ğinden kaynaklanan ve tedavi edilmediğinde neredeyse her zaman ağır mental gerilikle karakterize otozomal rese-sif, genetik geçişli bir hastalıktır. FKÜ, amino asit metabo-lizmasının en yaygın doğumsal hatalarından biridir. Hiperfenilalanineminin (HFA) Türkiye’deki insidansı 1/4172 iken, FKÜ için 1/5049’dur. HFA ailelerinde hasta-lıktan etkilenmiş veya taşıyıcı bireylerde FAH gen mutas-yonlarının taranması hem doğum öncesi tanı hem de postnatal tedavi için oldukça önemlidir.

İnsan genomunda FAH enzimi kodlayan gen 12q22- q24.1 kromozomunda yerleşir. Bu gen yaklaşık olarak 100 kb uzunluğunda olup ve 13 ekzon içerir. HFA’ ya neden olan FAH geninde şu ana kadar 500’ün üzerinde mutasyon be-lirlenmiştir. Gen dizisinde küçük değişimlere neden olan 31 farklı polimorfizm tanımlanmıştır. FAH geninde meyda-na gelen mutasyonlar; yanlış anlamlı (missense), splice-site ve anlamsız (nonsense) mutasyonlar ile küçük delesyonlar ve insersiyonlardır.

Bu çalışmada, birbirinden bağımsız 80 HFA allelindeki FAH gen mutasyonlarını pyrosekans (Qiagen Pyromark Q24) moleküler yöntemi ile saptamaya ve genotip-fenotip ilişki-sini kurmaya çalıştık.

Çalışmada 80 HFA alleli için beş farklı mutasyon saptandı (%15). En sık görülen mutasyonlar ve allel sıklıkları; R261Q (%6.25), R243Q (%2.5), R243L (%2.5), R241C (% 2.5), R261X (%1.25) olarak saptanmıştır. 40 hastanın hiç-birinde E221G, P225T, R413P, D415N mutasyonlarına rastlanmamıştır.

ABSTRACT

Hyperphenylalaninemia is a group of diseases caused by deficiency of phenylalanine hydroxylase (PAH), an enzyme which coverts phenylalanine (PA) to tyrosine, or by defects either in production or recycling of tetrahydrobiopiterin, the cofactor of PAH. Total absence of PAH leads to classical phenylketonuria (PKU) which is a hereditary, autosomal recessive disease characterized by almost invariably men-tal retardation when remains untreated. PKU is a general inborn error of amino acid metabolism. As the incidence of HPA (1/4172) and PKU (1/5049) are very high in Tur-key, genotyping of patients with PAH deficiency is useful in HPA families for prenatal or postnatal diagnosis of affected individuals or carriers.

In the human genome, the gene that codes PAH enzyme places chromosome 12q22-q24.1. This gene spans about 100 kb and contains 13 exons. More than 500 PKU muta-tions that cause HPA have been identified until now. Thirty -one different polymorphisms causing minor changes in the gene sequence have been identified. Mutations ob-served in the PAH gene include missense, splice-site and nonsense mutations, small deletions and insertions. This study aims to analyze mutations of the PAH gene by pyrosequencing (Qiagen Pyromark Q24) molecular method and to clarify genotype-phenotype relation in 80 PKU alleles throughout Turkey.

As a result, five different mutations are identified for 80 HPA alleles (15 %). The most widespread mutations are R261Q (6.25%), R243Q (2.5%), R243L (%2.5), R241C (2.5%), R261X (1.25%). None of the E221G, P225T, R413P, D415N mutations are seen among 40 patients.

Anahtar kelimeler: Fenilalanin hidroksilaz geni, fenilketonüri, pyrosekans, fenilalanin

Key Words: Phenylalanine hydroxylase gene, phenylketonu-ria, pyrosequencing, phenylalanine

Referanslar

Benzer Belgeler

‹hmal bulgusu olan yaßl›lar›n yaß ortalamas› ve ihmal puan ortalamas› bulgu olmayan yaßl›lardan anlaml› olarak daha faz- lad›r.. Yaßl›n›n

Gö- rüldü¤ü gibi, intraartiküler sodyum hyaluronat tedavisini takiben, gece a¤r› skoru hariç, tedavi etkinlik parametrelerinin tümünde h›zl› düzelmeler sa¤land›.. Sadece

Kökenleri değişik milliyetlere dayanan insanlar, kendi sorunlarını, çatışmalarını, gözlemlerini, deneyim ve izlenimlerini daha doğrusu Alman

Kamu çalışanlarının özellikle hastanelerde afet ve acil durumlar ile ilk yardım konularına ilişkin bilgi düzeyinin belirlenmesi ve buna yönelik bilgi düzeyi

İş tatminini etkileyen her faktör için memur personelin iş tatmin düzeyinin işçi personele oranla çok düşük olduğu tespit edilmiştir.. İş tatmini ile

Of course Arab leaders, who had largely not been informed of British desires to carve a national home for Jews, were also not aware of the fact that by accepting British

PIAC (Permanent International Altaistic Conferencel Sürekli Uluslararas~~ Altay Çal~~ma- lar~~ Konferans~) 1-6 Temmuz 2007 tarihleri aras~nda Rusya Federasyonu'na ba~l~~ Tataristan

Sağlık Bilimleri Dergisi (Journal of Health Sciences) 19(3)LXI-LXXXIX, 2010 LXIX Uğur BOYRAZ, Yüksek Lisans Tezi, 40 sayfa..