• Sonuç bulunamadı

Yutta yapılan törenler

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yutta yapılan törenler"

Copied!
2
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1

2 7

-

11

-1938

H A Y A T ve SI H A T

Lâhnanın vitaminleri

. J

Lâhnanın — dolması bile olsa — kibar ziyafet sofralarında yeri bu - lunmazsa da, pek eski zamanlar ■ danberi, kibarlığın üstünde olarak, demokrat bir yemek olarak tanm - iniştir. Hazmı pek kolay, kokusu hiç de hoş olmamakla beraber, kolay ve bol yetiştirildiğinden dolayı u - cuzluğundan ileri gelse gerek, ke­ seleri dar olan aile sofralarında kış

mevsiminde sık sık görülür.

Onun en eski şöhretini sarhoşlu­ ğa mani olması, daha doğrusu, şa­ raba meze olarak yenildiği vakit sarhoş olmadan çokça şarap içmiye müsaade etmesidir. Bundan dolayı — Bir rivayete göre — bizim pek eski hemşerileremiz olan Iyonyalı - lar lâhnayı mukaddes bir nebat ola­ rak tammışlar ve pek kuvetli söz vermek istedikleri zaman lâhna ü - zerine yemin etmeyi âdet edinmiş - lerdir. Avrupa’nın şimal tarafların - da bazı memleketlerde hâlâ, çokça bira içerken lâhna turşusu yenilme­ si de, şüphesiz, lâhnanın bu eski şöhretinden kalmıştır.

Eski zaman hekimlerinden bir ço­ ğu — Belki hastalığı da sarhoşluğa benzettiklerinden — lâhnayı türlü türlü dertlere deva olarak kullanır­ lardı. Kimisi inkıbaza, kimisi de, aksine, ishale karşı lâhna yedirirdi. Bazıları da nezleye, öksürüğe kar­ şı, bazısı sıtma hastalığının nöbet­ lerine karşı lâhnayı tesirli ilâç diye tanıtmışlardı. Bir zaman, yeni do - ğuran lohusaların kanını temizlemek için lâhna turşusu pek makbul bir i- lâç olmuştu.

Zaman geçtikçe — her şey gibi — lâhnanın da hassaları unutulmuştu. Bununla beraber, arada sırada, ge - ne lâhnyı değerli bir deva olarak tavsiye eden hekimler çıkardı. Da - ha on yıl önce, Amerika’da hekim­ ler arasında lâhna kansızlrk hasta­ lığına karşı âdeta moda bir ilâç ol­ muştu.

Bu eski ve yeni hekimlerin lâhna- ya karşı teveccühlerinin haksız ol - madiği şimdi meydana çıkıyor. V i­ tamin araştırmaları ilerledikçe de - mokrat lâhnanın değeri artıyor.

Bir kere, A vitamini bakımından lâhna pek zengin bir sebzedir. Bu vitamin bizi mikroblu hastalıklara karşı mukavemet ettirdiğinden eski zaman hekimlerinin lohusalara — bugünkü tabirimizle onları intandan korumak üzere — lâhna yedirmek­ te haklı oldukları meydana çıkar... En yeni keşiflere göre lâhnanın ye­ şil yapraklarında yüzde 50 ölüçü nisbette A vitamini vardır. Ancak bu vitamin havanın oksijenine da - yansımadığından on dakika, havalı tencerede, pişirilince vitaminleri 40 ölçüye düşer, yarım saat sonra 22, bir saat sonra 15 ölçü, iki saat son­ ra yalnız 1,5 ölçü vitamin kalır... Şu halde lâhnayı mümkün olduğu ka­ dar az pişirip yemek daha iyi ola - cak demektir. Lâhnanın turşusunda da yüzde 20 ölçüye kadar A vita - mininden başka 2 miliğram C vita­ mini bulunduğuna göre, yakında bir gün çocuklara balık yağı yerine lâhna turşusu tavsiye edildiğini du - yarsanız hiç şaşmamak lâzımdır.. Lâhnada bir de K vitamininden bu­ lunmuştur. Bunun ölçüsü henüz bi - linmiyorsa da bu vitamin yaralar - dan kan akmasına mani olduğun

-dan, eski hekimlerin lohusalara lâh­ na turşusu yedirmeleri yanlış olma­ dığı, bu suretle, bir kere daha sabit olur.

Brüksel cinsinden mini mini lâh- nalara bizde bazı kimseler piç lâh­ na derlerse de bu türlü vitamin ba­ kımından pek çok daha zengindir. A vitamininden yüzde 288 ölçüye kadar bulunduktan başka — sinir ağrılarına meydan vermiyen — B 1 vitamininden 60 ölçü, C vitaminin - den de 100 ölçü bulunmuştur. A y - rica yüzde 72 miligram asit askar- bit bulunur ki bunu da insan vücu­ du vitamin haline getirir.

Gene lâhna cinsinden olan karne- bahar da vitamin bakımından hay - lıca değerlidir: A vitamininden yüz­ de 50, B 1 vitamininden yüzde 110 ölçü bulunduktan başka 60 ölçü de B 2 vitamini verir. Bu vitamin yedi­ ğimiz şekerlerin vücudumuza yara­ masına hizmet ettiği için bayram günlerinde çokça şeker yedinizse bayramdan sonra karnebahar sala­ tası yemekte hiç tereddüt etmeme­ lisiniz.

Salata diyorum, çünkü bu vita - minlerin hepsi piştikçe azalır. Bir de karnebaharın çiçekli tarafmdan ziyade yapraklarına rağbet etmek iyi olur. Çünkü vitaminler yaprak - larda daha ziyadedir.

G. A.

Sessiz bir infilâk maddesi

Gazeteler, Amerikan gangsterleri­ nin hiç ses çıkarmadan patlıyan bir infilâk maddesi bulduklarını yazdı­ lar. Amerika’dan gelen haberlere ba­ kılırsa, Samsonit denen bu patlayıcı madde ile, haydutlar, çelik kasaları gürültüsüzce delerek büyük soygun­ lar yapmaktadır.

İnsanın ilk defa aklına gelen şey: “ Sessiz bir infilak ¡maddesi olur mu?” sualidir. Halbuki infilâk hâdisesi bi­ raz tetkik edilirse, insana böyle bir maddenin mevcut olamıyacağı kana­ ati gelir.

İnfilâk basit bir yanma hâdisesidir. Yalnız yanmadan farkı, süratindedir. Bir infilâk maddesi olan dinamiti ele alalım. Dinamit açık havada bir kib­ ritle tutuşturularak yavaş yavaş ya­ nar. Halbuki bir çekiçle şiddetle vu­ rulunca birdenbire patlar, etrafında ne varsa hepsini tahrip eder.

Her infilâk da mutlaka şiddetli bir ses çıkarır. Bunun sebebi de gayet ba­ sittir. Dinamit patlarken, civarındaki havayı birdenbire iter. O kadar şid­ detle iter ki bu itiş havayı ihtizaz et­ tirir. İşte bu patlama, şiddeli bir ha­ va ihizazından başka bir şey değildir. Barut da tıpkı böyledir. Açık ha­ vada ses çıkarmadan alevlenir. Halbu­ ki tüfeğin içinde şiddetli bir sesle patlar. Fakat ses tüfeğin namlusun­ dan çıkıncıya kadar ölür. Bu suretle namlunun ağzından çıkan ses değişik olarak çıkar.

Binaenaleyh mütehassıslarının fik­ rine göre, Amerika’da bulunduğu id­ dia edilen Samsonit denen ve sessiz infilâk maddesi, demir kasaları edi- tirken mutlaka gürültü yapacaktır. Çünkü sessiz infilâk olmaz.

Filistin ihtilâlinin yeni safhası

F

ile tin d e k i 1936 arap isyanı yolcuda hiç şüphe bırakmıyordu: Mücadeleyi bir parti idare edi­ yordu, Kudüs müftüsü Hacı Emin Hüseyni’nin par - tisi; ve bu mücadele parti menfaatleri için, yahudile- re olduğu kadar rakip arap partilerine karşı da yapı­ lıyordu. Bugünkü isyan için vaziyet aynı mıdır? M üf­ rit m illî parti olmak yolundadır. Bu büyük bir ka - zançtır.

1936 ayaklanması umumî bir grev, harpten ziyade bir pasif mukavemet manzarası almıştı. Kudüs’ün, H ayfa’nın, Beytullah’m arap tacirleri milliyetçi ha­ reketin tesirli olacağından şüphe ediyorlardı. Mute - diller partisinin unsurları bu şüpheyi kuvetlendirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. Köylü araplar ih­ tilalcilerin kendilerine empoze ettikleri sert ve insi­

camsız disiplin altında sadakatle - rini kaybediyorlardı: Yavaş yavaş vergilerim ödemez olmuşlardı. Bu sene? Bu sefer umumî grev mahiye­ tinden çıkarak ihtilâl karakteri a - lan harekette araplarrn maneviyatı çok daha kuvetlidir. Halkın hareke­ te candan iştirâki git gide kuvetlen- mektedir.

Orada ordusu, kanunları,

mahkemeleri ve haznesiyle

Hükümet içinde

bir hükümet var

1

| ki sene evel askerî kıtalar kar­şılarında çeteler buluyordu:

Bu çeteler dağıtılıyor ve başka bir tarafta gelişi güzel yeniden teşek­ kül ediyorlardı. Bunlar muntazam bir plâna malik bir sıra darbeler in­ dirmekle iktifa ediyorlardı. O za - man baş müftü bizzat bana tethişçi faaliyetten kendisinin mesul olma­ dığını söylemişti. Buseneki isyanın mahiyeti başkadır: Bir askerî orga­ nizasyonun ve bir gizli idarenin ana hatları, yani bir arap devletinin nü­ vesi tebarüz etmiye başlamıştır. A- rap şeflerin eylül ayı zarfında Nab- lus’da içtima etmeleri ihtilâlin âde­ ta kanunlar manuzmesini vücuda getirmiştir. Vukua gelen çarpışma­ lar ve hâdiseler, bir hareket progra­ mına ve tasarlanmış bir taktiğe ita­ at eden silâhlı unsurlar hakkında “ çete” tabirinin artık kullamlamıya- cağını göstermiştir: Nablus içtima- ında Filistin her biri birer kuman­ danlığa bağlı dört kısma ayrılmış - tır. Baş kumandan kimdir? Geçen sene Filistin’den kaçarak Lübnan’a iltica eden ve Beyrut civarında bir villâda ikamet eden Hacı Emin Hü- seyni’dir. Kendisi Lübnan hükü - metine ve fransız makamlarına kar­

şı siyasetle uğraşmıyacağını taah­ hüt etmiştir: Fakat son zamanlarda İngiliz gazetelerinin Fransa’dan Lübnan’ın bu misafirini daha sıkı bir tarassut altında tutmasını ve

hattâ dışarı çıkarmasını istemeleri yanlış malûmata mı istinat ediyor?

B

ir sivil idare de gizlice teşek­ kül etmektedir. Meselâ ingi- lizler, müftünün şefi olduğu dinî şûra tarafından tayin edilen müslü- man şerî hâkimlerini vazifeden me- netmişlerdi. İhtilâlcilerin şefleri İngiliz idaresi hâkimlerine müra - caat edilmesini menetmekte ve Fi­ listin araplarının işlerini görmek ü- zere, gizlice iş görecek diğer hâkim­ ler tayin etmektedirler. Bu emre i- taat etmemenin cezası hançer veya kurşundur. İhtilâlin hâzinesini bes­ lemek için ihdas edilmiş olan haraç usulü yavaş yavaş bir devlet mâli­ yesi şeklini almaktadır; vergi top- lıyanlar profesyonel memur hüvi - yetini almışlardır; imtiyazlar ilga edilm iştir; zengin olsun fakir olsun bütün araplar gizli kişeye borçla­ rını ödemiye davet edilmektedir.

Bütün bunlar gösterir ki ihtilâl memlekette kemiğe kadar işlemiş

-Günün politik

meseleleri

Figaro gazetesinden }

tir ve sağlam köklere maliktir. Değişen nedir ve bu terakki ne - dendir? Bunu, 1937 yazında yapıl - mış olan taksim projesinin halk üze vindeki aksi tesiriyle izah etmek ‘Mümkündür. Yeni yahudi muhace­

retinin manzarası da bunda âmil ol­ muştur.

F

ilistin topraklarında, Versay muahedesi bir yahudi ocağı ihdas ediyordu. Bu karar 1920 de Fi­ listin kıralı emir Faysal tarafından

kabul edilmişti. Aradan on yedi se­ ne geçtikten sonra araplarla mes - kûn yerlerde bu hakkın tatbik edil­ mesi imkânsızlığına İngiliz komi - serleri inandılar ve lord Runciman’- dan önce yahudilere sahilde huşu - sî bir mıntaka ayırmak lüzumunu hissettiler.

Bu şekilde bir taksim arap halkı üzerinde çok fena bir tesir yaptı. Mikdarı 400.000 e çıkmış, mümbit toprakları ele geçirmiş ve büyük şe­ hirler kurmuş olan yahudiliğin teh­ likesi idrâk edildi. Senelerden beri, ihmalkâr arap, topraklarını yahudi­ lere — gerçi çok pahalıya — satı - yor, paralarını harcıyor ve bir kere parası tükenince bu satışa pişman o- lârak onun hukuku esasisini tanı-

mamıya kadar gidiyordu. Bu nevi - den Şıhsı hoşnutsuzluklar süratle mi like saf hasına çıkabilir: O zam... a kadar somurtkan fakat ih * ... kâi' olan Filistin araplarmdan bir çoğu vatanının tehlikede oldu - ğunu idrâk ettiler. Yahudi muha - cirlerin gelmesi devam ediyor ve gizli muhaceret yapıldığı hakkında bin türlü rivayetler dolaşıyordu! O zaman yahudilerin doğum istatis - tikleri hakkındaki rakamlar bir kı­ yam işareti oldu. Arap artık hiç şüphe etmiyor ki yahudi kolonizas- yonu durdurulmadığı takdirde on üç asırdan beri bu toprakların çocu­ ğu olan kendisine hicretten başka yol kalmıyacaktır.

değişmiştir: İlmî ve asîl meslekler icra eden gözlüklü “alman” yahu - dileri memleketi istilâya başladı. Beyaz şehir ve beyazlar şehri T e l- Aviv Filistin’in en büyük şehri ol - du. Eskiler yanında yeni şehirler yükselmiye başladı; yeni bir inşa hamlesi Hayfa’nrn yüzünü değiştir­ di, yeni Kudüs şehrinde dev bina - lar yükseldi. Ve yeni gelen doktor - lar, baytarlar, avukat veya tüccarlar Kudüs’te veya Hayfa’da, Berlin’ de­ ki hayatlarını, büyük mağazaları, dansiğleri, konserleriyle idameye başladılar.

O zaman hakikî bir medeniyet kavgası arapları ayaklandırdı: Tek başına seyahat eden garplı için arap pek nazik ve misafirperver bir ev sahibidir ; fakat şimdi bir iskân me­ selesi mevzuubahistir. Bazı kimse - 1er onlara fısıldıyorlar: “ Siz arap - lar ve yahudiler aynı semitik ırk - tansınız, ırk kardeşlerisiniz’” . Fakat Mayans ve Breslav’ın sabık sakin - lerini, arap, arzımevudun eski ırkı­ na mensup saymaktan istinkâf edi- yryr- Irak’ta, Bagdad’da, yahudiler ve araplar sükûn içinde yaşıyorlar. Düşünülsün : Filistin isyanı da gar- be karşı, garp hayatının kendi ara­ larında yerleşmesine karşı bir ayak­ lanmadır.

G

Y

a gelen yahudiler kimlerdir? Hitler Almanya’sının taz - yikleri yahudilere hicret yolunu göstermiştir. Galiçya veya Ukran- ya’dan gelmiş olan ilk siyonistler zamanla filistinli manzarası almış - lardır. Garbın metodlariyle çalış - makla beraber memleketin karakte­ rine süratle intibak etmek kabili - yetindeydiler. 1933 den beri vaziyet

eçenlerde, mutediller partisi şefi, Filistin’in sabık hâki­ mi Rağıp bey Naşaşibi alenen müf­

tüyü “ arap isyanını şahsî maksat - larla ve kendi emellerine hizmet et­ mek için idame etmekle” itham e - diyordu.

Cesaretli bir hareket. Rağıp bey hançere karşı iyi muhafaza altında­

dır. Fakat çiftlikleri aynı derecede emniyette değildir. 32 parça arazi­ sinde 3.000 ağaç âsiler tarafmdan sökülüp atılmıştır. Bu bir cevaptı.

Filhakika, tethişçi partinin nü - fuzuna karşı mücadeleye çalışan mutediller partisi günden güne şef­ lerini kaybetmektedir. İki seneden- beri bunlardan ne çoğu kurşunlar al­ tında can vermiştir! Ölüm tehlikesi­ ne maruz bulunan diğerleri isyanı beslemek için haftalık ağır vergile­ rini ödemekten usanarak evlerini, dükkânlarını kapayıp Filistin’den hicret etmektedirler.

İşte, yeni isyanın eski ayaklan - malara nazaran vahîm farkları bun­

lardır. Buna bir başkasını da ilâve etmek lâzımdır: Evelce isyan, jan­ darmaya yakalanmadan yahudilere taarruz etmekten ibaretti, bugün a- raplar Ingiltere’ye karşı ayaklan - mistir.

Huriye Hanım

yahut

masabaşı gazeteciliği

Yazan: Nasuhi B A Y D A R

Atatürk ve yeni Türkiye hakkın­ da salahiyetli ¡kalemlerin güzel ya­ zılarından sonra, bazı Avrupa gaze­ telerinde, basit zihinleri şaşırtıp şaş­ kın şaşkın düşündüren tuhafa, acai- be, gülünce yer verilerek, orta halli karilerin sarsılmış olan eski kanaat­ lerine avdetlerini kolaylaştıracak ya­ zılar görünmiye başladı. Bu gibi ya­ zılar, vakıa, ikinci bir sebeple yazdı- rılmaktadır: Heyecan uyandırmak ve satış yapmak.

Paris - Soir gazetesinin AnkartY- ya hususî surette göndermiş olduğu O. P. Gilbert adında bir muharriri vardır ki birkaç günden beri şehri­ mizden Paris’e Eastern kablosiyle İstanbul mektupları göndermekte­ dir. Fakat, yemin edebilirim ki Bay O. P. Gilbert, gazetesinin Louvre so­ kağındaki 37 numaralı idarehane­ sinden bir tarafa kımıldanmamış, belki de odasından çıkmamış, yalnız müdüründen aldığı emri yerine ge­ tirmiş olmak için çalakalem Türkiye mektupları uydurup yazmıştır. Bu zatın — fakat O. P. Gilbert acaba ki­ min müstear namıdır? — 22 son teş­ rin tarihli Paris - Soir’da intişar eden yazısını bulup okuyamadım. Onu o- kuyanlar, hasta bir dimağın ancak bu kadar gülünç şeyler uydurabile­ ceğini kahkahalarla gülerek anlatı­ yorlar. “ M efture kalanlar Huriye hanım lisaniyle konuşuyorlar”, O. P. Gilbert imzasının ikinci yazısıdır.

Şimdi Huriye hanımın dediklerim kısaca nakledeyim: “ Kırk yaşında­ yım. Annem ve kız kardeşlerim gibi ben de haremin ne olduğunu bildim. Babam hünkârın yakınlarındandn Fakat, geç kalacak olursa annem çarşafını giyip çıkar ve o gün Gala­ ta’ da ipe çekilmiş olanlar arasında babamı arardı. Buna rağmen kadma hüriyet verilmiş olmasını beğenmi­ yorum. Çünkü mesut kadın hiç bir vakit hür değildir. Hür kadın ise nâ­ dir olarak bahtiyardır.,,

Şu birkaç cümlede Pierre Loti ro­ manlarının bile muhayyel telâkki e- decekleri noktaları nasıl sayayım?

— Bugün kırk yaşında bulunan hangi türk kadını haremin ıstırabım çekmiştir?

— Galata’da her gün adam asıldı­ ğını yetmişlik ihtiyarlar bile görmüş

müdürler ?

— Haremde yaşayamadığına mü- teessif bir tek türk kadını tasavvur e-

dilebilir m i?

O. P. Gilbert’in kendisi ve Anka­ ra’dan yazdığı makalesi gibi hayal

eseri olan Huriye hamının hür kadm ve bahtiyar kadm hakkındaki hü­

kümlerini münakaşaya bile lâyık görmüyorum: İleri cemiyetler kadı­ nın hüriyeti dâvasını çoktan hallet­ mişlerdir.

Bu gibi yazıların niçin yazıldığım bilirim; bugünlerde Türkiye hak­ kında ne yazılsa okunur; hele bu yazılara çarşaf, harem, darağacı, kadın hüriyeti, Bosfor, eski sultan­ lar, Galata gibi zihinlerde yer etmiş kelimeler serpiştirilecek olursa...

(Sonu 7 nci sayfada)

m

BÜYÜK YEMİN

27

Baş tarafının hulâsası..

[Fransa'da büyük ihtilâlden bir iki sene önce Pol Dölatur isminde zengin bir halk adamı Fransa’nın en yüksek ailelerinden bi­ rine mensup olan Kont dö Marni’nin genç oğlunu, onun tahrik ettiği bir düelloda, is- temiyerek öldürmüştür. İhtiyar ve malûl kont, bu hâdise üzerine henüz on dört ya­ şında olan kızı Jülyet’e, Dölatur’dan ağabe- ğisinin intikamım alacağını yemin ettirdik­ ten sonra ölmüştür. Az sonra ihtilâl patla­ yınca Pol Dölatur, servetini halkın sefale­ tini hafifletmiye tahsis ettiği için çok se­ vilmiş, konvansiyon meclisine âza seçilerek itibar kazanmıştır. Bir gün Jülyet, Dölatu- run kapısı önünde bir tecavüze maruz kalın­ ca beriki onu evine almış ve halkın gaza­ bından korumak için annesi yanında misa­ fir etmiştir. Çok geçmeden Dölatur’la Jül­ yet arasında karşılıklı bir sevgi başlamış­ tır. Fakat yeminini bir türlü unutamıyan genç kız, sevdiği adamın ağabeğisinin kati­ li olduğunu, aynı zamanda rejim aleyhinde bir fesat hazırlamakta olduğunu öğrenince bu fırsatı kaçırmak istemiyerek onun evin­ de şüpheli vesikalar sakladığını imzasız bir mektupla hükümete ihbar etmiştir. Fakat, Dölatur’un hazırladığı komplnun mahpus bulunan kıraliçeyi kurtarmıya matuf bulun­ duğunu anlıyan ve onun kendisine karşı âli­ cenapça hareketleriyle karşılaşan Jülyet bu hareketine son derece pişman olarak, Dölatur’un evi araştırılırken, onun bir çan­ ta içinde bulunan tehlikeli vesikalarını ala­ rak odasına çıkmış ve bunları ocakta imha etmiştir. Fakat tahkikatı idare eden ye Dölatur’un şahsî düşmanı olan Merlen

is-Yazan: Barones Orkzi

mindeki mebus yakılan kâğıtların küllerini bulunca, Jülyet yaktığı kâğıtların sevgili­ sinden gelen mektuplar olduğunu ileri süre­ rek, kendisinin Dölatur’un metresi olduğu­ nu ve öteki sevgilisiyle serbest kalmak için Dölatur’a iftirada bulunduğunu söylüyor.

Dölatur’un annesiyle yeğeni An-Mi’nin bulunduğu odada Jülyet, Dölatur’u kurtar­ mak için Merlen’e karşı kasten kendisini ittıam etmiştir.!

— Vallahi, mükemmel bir plân, de­ di.

Ve odanın bir köşesinde, geçen şey­ lerden bir şey anlamadan, yüzleri sap sarı ve korku içinde duran diğer iki kadına döndü.

Pol Dölatur kıraliçenin kaçırılması hususundaki projelerinden onlara bahsetmemişti ve cüzdanın muhtevi - yatı ne olabileceğini bilmiyorlardı, fakat tethişçiye bu kadar sükûnetle mukabele eden vakur ve dik bakışlı genç kızın görünmek istediği hafif meşrep mahlûk olamayacağını müp­ hem bir şekilde hissediyorlardı. O halde neden bu rolü oynuyordu?

Merlen onlara:

— Bu işler hakkında sizin malûma­

tınız neydi? Diye sordu. Titriyen An - M i:

— Hiç bir şey, diye cevap verdi. Jülyet soğuk bir tavırla:

— Burada kimsenin benim işlerim ve şahsî mektuplarım hakkında malû­ matı yoktu, diye müdahale etti. Dedi­ ğiniz gibi bu tasavvur bana iyi görün­ müştü ve muvaffak olacağımı sanmış­ tım.

Merlen homurdandı:

— Fakat, güzel aristokratım, bilmi­ yorsun ki Selâmeti âmme Komitesini alaya almak ve bir millet mümessilini sebepsiz yere ihbar etmek iyi bir şey değildir.

Jülyet sükûnetle:

— Zahmetinizin acısını ¡birinden çı- karmıya karar verdiğinizi biliyorum, dedi. Mebus Dölatur’a dokunamadı « ğınız için benimle iktifaya mecbursu­ nuz.

Merlen:

— Gevezelik yeter, diye söziınü kesti. Aristolarla konuşacak vaktim yok. Rica beklemeden ad/uıılarımı ta­ kip edeceksin. Mukavemet ancak me­ suliyetini arttırmıya yarar.

— Onları takibe hazırım. Fakat git­ meden evel ahbaplarıma bir kelime söyliyebilir miyim?

— Hayır.

— Onları bir daha görmiyebilirim — Hayır, dedim, hayırdır. Şimdi, haydi bakalım, yola düş. Burada kay­ bettiğim zaman kâfidir.

Jülyet’in gururu ¡daha ziyade İsrar

etmekten onu menediyordu. Bir kaç sözle madam Dölatur’la An - M i’nin kederlerini tahfife çalışmayı isterdi. İki kadın Merlen’e söylediği acınacak yalana inanmışlar m ıydı? Her halde, şimdi Pol Dölatur’u kimin ihbar et - mig olduğunu biliyorlardı. Son kefa - ret olarak, Jülyet, üstünde dolaşan lâ- net bulutunu dağıtmıya muvaffak o - lamadan ve bu evi büsbütün terketmek mecbur iyetindeydi.

Bir iç çekişle, döndü ve iki muhafı­ zın kendisini bekledikleri kapıya doğ­ ru ilerledi.

O zaman bir ilham rebanı An - M i’- ye rehberlik etti. Jülyet’in yüzünde - ki ifade onu sarsmış ve kendisine kar­ şı hareketine nedamet ettirmişti. Jül­ yet ihtilâl mahkemesinin işkencele - rine katlanmak üzere giderken, An - Mi’nin merhametli kalbi nihayetsiz bir acıma hissiyle parçalanıyordu.

Merlen veya adamlarının kendisine mani olmalarına vakit kalmadan, An - Mi ona doğru koştu ve Jülyet’in kol­ larına atıldı.

Jülyet bir rüyadan çıkıyormuş gibi oldu. Küçük malûle ümit dolu bir na­ zarla baktı.

Ona alçak sesle:

— Bu bir yemindi, dedi. Babam a - ğabeyimin ölümünün intikamını ala - cağımı bana yemin ettirmişti. Kendi - sine söyleyin...

İGöz yaşları içinde boğulan An - Mi bir muvafakat işareti yaptı.

— Fakat günahımın kefaretini ha

-yatımla ödiyeceğim. Ona bunu da söy­ leyin, diye mırıldandı.

M erlen:

— H ey! Kanbur, diye haykırdı. Çe­ kil oradan, seni de götürmelerini isti­ yorsan o başka.

An - Mi, Jülyet’in elini öperek: — Beni atfedin, diye hıçkırdı. Adamlar onu kabaca kenara ittiler. Kapıda, Jülyet bir kere daha dönerek dedi ki:

— Jerttrüd’ü... Size emanet ediyo - rura.

Ve metin bir adımla muhafızları ta­ kip ederek odadan çıktı.

Sokak kapısının gürültüyle açıldı­ ğı işitildi ve evde her şey sessizliğe gömüldü.

XVIII

Lüksemburg hapisanesinde

Jülyet dö Marni’yi, Mari dö Medi - sin’in eski sarayı, daha düne kadar kont dö Provans’ın ikametgâhı olup şimdi “millî emniyet evi” haline ifrağ edilmiş olan Lüksemburg’a götürmüş­ lerdi.

Jülyet yolu yaya yürümüştü, husu- metli ve alaycı bir kalabalık kendisini takip etmişti, bu gürüh, ince ve aris - tokratik yüzlü bu genç kızın şahsında, Emniyeti Umumiye müdürlüğünün, sığındıkları yer ne kadar derin ve kı­ yafet değişmeleri ne kadar mahirane olursa olsun, bulup meydana çıkarma­

sını ve ihtilâl mahkemesine gönder - meşini pek iyi bildiği o cumhuriyet hainlerinden birini tanımıştı.

İki millî muhafızın götürdüğü Jül­ yet, bütün yol boyunca hakaretlere, yuhalara, küfürlere maruz kalmıştı. Bir delikanlı dereden bir avuç çamur alarak beyaz elbisesinin üstüne atmış­ tı. Ona yaklaşmıya çalışan genç bir kadın elinden tuttuğu soluk benizli piç kurusuna:

— Nah! ükür Aristonun suratına! Demişti.

Bu söz askerleri güldürmüştü, fakat Jülyet işitmemişti.

Genç kız, sevdiği adamla içinde yal­ nız başına kaldığı hayal cihanına dön­ müştü. Kindar yüzler, hakaretler, lâ - netler, onun nazarında bunların hiç biri mevcut değildi. Hüzünlü kurşu­ nî evler yerine, etrafında büyük ağaç­ lar, rayihalariyle havayı kokulandıran gül ve defne fidanlıkları görüyordu. Aydınlık bir semanın örttüğü bu arz cennetine lâtif bir musiki cazibe ve sihir katıyordu.

Jülyet mesuttu, mutlak surette, son derece mesuttu. Dölatur’u ihbarının neticelerinden kurtarmıştı ve, emni - yetinin daha tam olması için, uğrun­ da hayatını verecekti. Pol Dölatur as­ la aşkım bilmiyecekti — şu anda yal­ nız ihanetini biliyordu, — fakat Jül - yet dö Marni mahkeme huzuruna çı­ karıldığı ve kesilmiş bir çanta ile kar­ şılaştırıldığı zaman, kendi kendisini

(2)

/ W

U L U S

27

-

11

-

1938

Yurtta

Yapılan Tireni îr

Büyük acının bütün yurt­

ta ne katlar derin akisler

yaptığım birkaç günden-

beri neşrettiğimiz telgraf

haberleri ve resimler bii -

tün lıüzniyle tebarüz et­

tirmektedir. Aşağıdaki tel­

graflar, yurdun birkaç kö­

şesindeki hazin töreni can­

landırmaktadır.

Samsun'da

Samsun, (hususî) — Ata’mızın ce­ naze törenine rastlayan pazartesi gü­ nü Samsun’un manzarası anlatabiline- cek gibi değildi. Bütün caddeler, tö­ renin yapılacağı Anıta doğru akın e- den binlerce insanla dolu idi.

Sabahleyin saat 11 de Halkevi salo­ nunda Büyük Kurtarıcı’yı tâzizen ya­ pılan tören çok hazin oldu. Halkevi- nin önü ve civarı, salona giremiyen- lerle dolmuş, içeriye sığmıyan halkın da törende söylenilenleri dinliyebil- mesi için Halkevi radyo hoparlörle­ riyle tertibat alınmıştı, halkevi bando­ su tarafından çalınan İstiklâl marşını müteakip verilen söylev ve Ata’nm gençliğe hitabı göz yaşları arasında dinlenildi. Hele üç dakikalık sükût ve ihtiram vakfesi esnasında salonda kimse hıçkırıklarını tutamıyordu. Sa­ at 13.30 da Atatürk anıtının etrafı, başta vali ve C.H.P. başkam olmak ü- zere ileri gelenlerin, resmî ve hususî _ dairelerin getirip koydukları yüzler­

ce çelenkle dolmuştu. Saat 14 de baş- lıyan merasim cidden hazin oldu. İs­ tiklâl marşından sonra çalınan “ marş fünebr,, e binlerce kalpten kopan e- lemli hıçkırıklar sanki refakat ediyor­ du. Vali Fuat Tuksal, aziz Ata’nm hâ­ tırasını tâziz ve eserini tebcil eden çok beliğ ve heyecan dolu bir söylev ver­ di. Belediye’den, halkevinden birer zat ile halktan bir genç Büyük Şef’in ebedî varlığını tâzimlerle andılar. Gençliğe hitabın okunmasını mütea­ kip ant içilirken, Büyük Kurtarıcı’yı kaybetmekle ağlıyan kalpler, gençli­ ğin içten gelen imam ve halkın büyük esere karşı inancı önünde ayrıca bir iftihar da duyuyordu. Üç dakikalık sükûtu müteakip heykelin etrafında yakılan meşaleler Ata’ mn parlak nasl- yesi üzerinde sanki on binlerce yurt­ taşın, 18 milyonun imanından doğmuş haleler vücûda getiriyordu. Heykelin etrafındaki geçit çok hazin oldu. Bir yandan marş fünebr çalınıyor, bir yandan da büyük küçük herkes ağlı­ yor ve binlerce insan heykelin etra­ fından göz yaşları içinde geçiyordu.

Vedat Ürfi Bengü

Finike'de

Finike, a.a. — Ebedî Ata’mrzın, kalplerimize bıraktrğr sonsuz matem içinde, Finike halkı bu acı gününde, O’nun büstü önünde toplanmış, çe- lenkler koyarak şiir ve hitabeler söy­ lemişlerdir.

Gençlik emanetlerinin sadakatle yükseltileceğine tekrar ant içmiştir.

Kütahya'da

Kütahya, a.a. — Millî matem günü saat 11 de halkevinde büyük bir ihtifal töreni yapıldı. Ebedî Şef’in hayatı ve eserleri candan ve yürekten anıldı. Gençliğe hitabeleri okundu. Halkın ve gençliğin Ulu Ata’sına ülkü bağlı­ lığı heyecanlı bir ruhla ifade edildi. Saat 14 de on binlerce kütahyalı Ata­ türk anıtı önünde hicranlı ve heyecan­ lı bir yürekle toplandı. Ebedî Şef’in eşsiz büyüklüğü ve aziz hâtıraları göz yaşları içinde anıldı. Halk ruhunun, gönül ve ülkü bağlılığım dile getiren hatiplerin içli nutukları gönül ateşle­ ri içinde dinlendi. Duygulu gençlik, Büyük Ata’larımn kendilerine arma­ ğan bıraktığı cümhuriyeti koruyacak­ larına söz verip and içti. İhtiram

sü-Aydın’da göz yaşlarım zaptedemiyenler

Edirne’deki hazin törenden bir görünüş

A ydın’da Atatürk büstüne konan çelenkler

kûtundan sonra altı meşale yandı. A l­ tı okla çizilen Kemalist ülkünün gö­ nüllerde birer meşale halinde ebedi­ yen yanacağım ifade eden bir ruhla ihtifal geçidi yapıldı ve tören göz yaş­ ları içinde bitti.

Gümüşane'de

Gümüşane, a.a. — Atatürk’ün hâtı­ rasına yapılacak ihtiram töreninden bir gün önce, bütün etraftaki köyler­ den halk akın akın şehre indiler. Sa­ bahleyin erkenden kesif bir halk küt­ lesi Halkevi ve Belediye önlerinde toplandı. Bütün yüzlerde büyük ölü­ mün derin acısı okunuyordu. Bu mu­ azzam kalabalık ayak sesi bile duyul- mıyacak şekilde derin bir sükûn için­ de halkevinde yapılacak töreni bekli­ yordu. Yaralı kalpler büyük ölünün manen huzurunda saf saf toplanarak hep beraber ağlamak, hep beraber hıç­ kırmak, hep beraber eğilmek iştiya­ kında idiler. Salonlar, koridorlar, so­ kaklar hıncahınç dolmuştu. Mızıka is­ tiklâl marşım müteakip matem havası çalmıya başladı. Derin acılarla akan göz yaşları arasında halkevi müze şu­ besi Başkanı Vehbi Okay Atatürk’ün doğduğu günden başlıyarak bütün ha­ yatını ve hizmetlerini hazin ve mües­ sir bir lisanla anlattı.

Sözlerini hulâsa ederek, Atatürk türk milletinden tek bir fert gibi dü­ şünen millî menfaatleri birlikte koru­ yup kollıyan, birbirini seven kudretli bir varlık yarattı, dedi ve bu varlığın realitelerini sıralıyarak, işte, Türkiye cümhuriyeti, işte Atatürk’ün eseri

bu-dıır, dedi.

Sonra Atatürk’ün resmine dönerek : ‘Atam bunların hepsi şenindir. Sen koruyan, yaratan ve seven bir babay­ dın.,, dedi.

Vali Ferit Nomer, Atatürk’ün eser­ leri ve hayatı hakkında bir saat devam eden ve hazirunu heyecana getiren söylevinden sonra, belediye gençlik ve halkevi namına diğer üç hatip, mü­ essir söylevler verdiler. Derin bir sü­ kûn, intizam ve saygı içinde vecde gelen halk mütemadiyen göz yaşı dö­ küyor, ve her hatibin son sözü birli­ ğin, cumhuriyetin ebediyen muhafaza edileceği andı ile bitiyor. Saat 4 de a- tılan birinci topta derhal derin tâzim içinde üç dakika sükût edildi. İkinci topu müteakip meşaleler yandı. Hazı- run Büyük Ata’sımn önünden geçit resmiyle dağıldı. Meşaleler sabaha ka­ dar yandı. Ve bütün şehir ağladı.

Manisa'da

Manisa, (Hususî) — Cenaze töre - nine rastlayan gün Manisa da büyük

bir yas içindeydi. Her yer kapalı idi, caddeler insan almıyordu.. Büyük, kü­ çük, kadın erkek bütün halk yaşlı göz­ lerle halkevi ve etrafım doldurmuştu. istiklâl marşiyle bu hazin törene başlandı. Herkes ayakta saygı ile ses çıkarmaktan, nefes almaktan çekine - rek boynu bükük duruyordu...

Büyük Önder Atatürk’ün hayâtı, başardığı ve ulusa emanet ettiği eser - ler tebarüz ettirildi. Büyük kalabalık halkevinden göz yaşları arasında ayrıl­ dı ve saat 14 de ihtifalin yapılacağı

Adana’da büyük yas günü ağlıyan kadınlar

lm m m

fi.

Ü

I

Adana’da Atatürk’ün heykelini kuşatan halk kütlesi Adana’da küçük yavrular

hınçkırıyorlar

"Atatürk” anıtı etrafım sardı. Manisa kuruluşundan beri bu kadar kalabalık görmemişti, istiklâl marşiyle törene başlandı.. Şopen’in matem havası ara­ sında yüzlerce çelenk âbidenin etrafı­ na kondu. Altı izci altı meşaleyi yaktı. İlbay ‘ ‘gözü yaşlı yurttaşlarım” diyerek söylevine başladı. Ata’mızm yurda çok sevdiği ulusa yaptığı ve ba­ şardığı feyizli inkılâpları anlattı.

Halk bir ağızdan rejime, cümhuri- yete sadık kalacaklarına andiçti. Bunu Halkevi Başkam Azmi Ön Akın, bele­ diye namına avukat Kamil Aksoy, gençlik namına Futuvvet Çullu, halk namına İhsan Ongun’un söylevleri ta­ kip etti.

Şopen matem havası devam eder - ken gözleri yaşlı başları eğilmiş okul talebleri ağlıyor, çocukları kucakların­ da kadınlar ağlıyor, yürüyemiyecek halde hasta yurttaşlar, ayaklarım mu­ harebe meydanlarında kaybetmiş ma­ lûller, beli bükülmüş ihtiyarlar hepsi derin bir yas içinde, Ata’larınm önün­ den saygı ile geçiyorlar.

ilbay, general, subaylar, memur - lar da göz yaşları içinde halkı takip ederek ihtifale nihayet verildi.

Saat 16 da atılan topla herkes ol - duğu yerde Ata’ sına son saygısını yaptı. Nefes almaktan bile çekinen halk ikinci topla göz yaşı dökerek da­ ğıldı. — Ö. Kaya.

Adana’da heykelin etrafını dolduran çelenkler

Manisa’da ağlıyan gençlik

Trakya'da fiayvan yetiştirme

işleri ilerliyor

Edirne, (Hususî) — Trakya’nın tavuk ve yumurta ihracatı bu se­ ne bir milyon liraya yaklaşmış­ tır. Eti ve yumurtası bol, cins ta­ vukların artması Trakya’nın e- konomik hareketlerine destek ol­ maktadır.

Nümune çiftliği

Öğrendiğime göre Trakya’da şim­ diye kadar 105 fenî kümesli istasyon açılmıştır. Önümüzdeki sene bu ra­

kam bir misli artacaktır. Gene önü­ müzdeki sene ziraat vekâletinin Trakya’daki bu hareketi teşvik için bir müessese açması umulmaktadır. Bu gidişin verimini gözü ile gören köylü fennî tavukçuluğa sarılmıştır.

Fennî arıcılık ta iyi bir durumda­ dır. Bu sene çok kurak giden mınta- kalarda bile arılar beslenebilmiştir. Yağmurlu ve çiçekli olan yerlerin ve­ rimi ise daha çoktur.

Bundan sonra arılara her mevsimde gıda verecek çiçek ve muhit hazırla­ nacaktır.

Trakya’da kesilmiş tavukların Fi- gurfik soğuk hava vagonlariyle Av­ rupa’ya ihracı için bir firma hazırlan- maktadır.

Çorlu’nun Oflas çiftliğinde çok iyi

yetiştirilmiş olan 110 boğa bir aya kadar köylere dağıtılacak ve önümüz­ deki sene içinde yeni yavruları top­ lamak ve satın almak üzere gene bir aya kadar bir heyet kazalara çıkacak­ tır.

Bunlar umumî müfettişlik tarafın­ dan Trakya kalkınmasını gösteren filme aldırılacak ve bir seri halinde köylerde gösterilecektir.

Edirne’deki nümune ağîl çiftliği­ nin büyük koyun sürüsü inanlı dev­ let deposuna nakledilmiştir.

Edirne vilâyeti nümune çiftliği de adliye vekâletinin Edirne’deki mo­ dern cezaevinin ziraî kısmı için sa­ tın alınmak üzeredir. Bu takdirde ce­ zaevinin daha randımanlı çalışacağı şüphesizdir.

t r r ? ı

:in;vMh M

A f i a . ' W í W :' A vWK

Edirne’de Atatürk heykelinin etrafında

toplanan gençlik Bursa’da yapılan törende büyük halk kütlesi ağlıyor İzmit’te tören

Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Kendisinin, vezirlerinin, sad­ râzam ların yap tırd ık ları kapalı çarşılar, hanlar, kervansaraylar, köprüler, su yolları ve ham am la- rile Edirne; Mohaçlara,

Bubi’nin kafeslerinin toplumsal yaşamda yaygın bir kullanım alanı olan ve ilk eldi yasak alana gönderen kafes imgesiyle doğrudan bir bağlantısı yok. ( İbrahim

Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışından sonra Cumhu­ riyet Hükümetinin Hilâfeti de kaldırması üzerine Osman­ lI hanedanının diğer mensupları gibi babası halife

Bu inançla Aziz Milletimizin ve Tüm İslam Aleminin Mübarek Mevlid Kandilini tebrik ediyor, Kandilin Müslümanların ve tüm İnsanlığın huzuruna vesile olmasını.

İki çarpı bir Altının beş katı Dört kere yedi Birin sekiz katı Beş çarpı dört Üç kere dokuz Üç çarpı beş İkinin beş katı Dört kere yedi Altının iki katı Dört çarpı

Türk milletinin küllerinden yeniden doğmasını sağlayan Gazi Paşa’nın; büyük önem vererek Türk milletine miras bı- raktığı 105 adet özel evrakından biri olan

Atatürk çok sade bir kahvaltı alışkanlığı vardı kahvaltıda bir iki dilim ekmek ile bir bardak ayran veya bir kâse yoğurt tüketirdi... Atatürk’ün en sevdiği yemeklerin

Oysa, kumlan yeni Türk devletinin en önemli ilkelerinden birisi olarak gördüğü ve yorumladığı “ Yurtta Barış, Dünyada Barış ” ilkesini, yalnızca Türk Milleti ’nin