• Sonuç bulunamadı

Namık Kemal ve Ziya Paşa'nın Londra yılları 1867-1870:İngiltere'ye Kıbrıs'ı kazandıran şarkı:"Harpte bezimiz yok ama istersek vallahi, gemimiz var, askerimiz var, paramız da var yani!.."

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Namık Kemal ve Ziya Paşa'nın Londra yılları 1867-1870:İngiltere'ye Kıbrıs'ı kazandıran şarkı:"Harpte bezimiz yok ama istersek vallahi, gemimiz var, askerimiz var, paramız da var yani!..""

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

*

Y U S U F

M A R D i l M

"Harpte bezimiz yok, ama istersek vallahi,

gemimiz var, askerimiz var, paramız da var yani!..,,

— \V d.

/ \ v

İngilizceye "Valla­

hi" anlamına gelen

"by jingo" deyi­

mini kazandırdığı

gibi, imparatorluğa

da Kıbrıs'ı kazan­

dıran şarkının ya­

zarı G.W. Hunt beş

sterlin, yani 150

Rus istilâsı Türki­

ye'yi tehdit edi­

yordu.

İngilizler

duruma

seyirci

kalmaktaydı.

Bu

şarkı İngiliz

ka­

muoyunun Rusla­

rın İstanbul'u al­

masını

istemedi­

ğini ortaya çıkardı

lira almıştı...

Pala<*e of \Vestmin*ter denilen Parlâmento binasının temeli 1840 <da atılmış ve 1857 de tamamlanmıştı; Kemal Charles Barry adlı İnciliz mimarının bu eserine hayrandı. Hocası Fanton’lı İçini gezmişlerdi.

F

ANTON gözlerinden zekâ ve dudaklarından ateş dö­ külen talebesi K em al'i ço­ ğu zaman masa başında tutamı- yacağım hissederek, görgüsünü arttırmağa vesile olur bahanesiy le dersi gezerek yapmağı teklif ederdi. Tem iz hava ile ciğerleri doldurmak ve şayet güneş güzel yüzünü göstermek lütfunda bu- İunmuşsa, ışıklarını soğuyan iliklere sindirmek Fanton gibi bütün İngilizlerin merakıydı. Ancak, Kemal o gün nedense dı­ şarı çıkmağa pek istekli görün­ müyordu. Fanton, Kem al’in Par lamento binasını ne kadar be­ ğendiğini bildiği için, içersini görmek pahasına, arzusuna bo­ yun eğeceğini sezmişti. Nitekim çok geçmeden Taymis nehri kı­ yısında yükselen ve insana say­ gı telkin eden Parlamentonun önüne gelmişlerdi.

İrlanda meşesiyle kaplanmış ve bir çok tarihsel geleneklerle dolu cesim bir holden içeri gi­ riliyordu. Mebusların çoğu bura­ dan girerler ve bazı heyecanlı, olaylı tartışmaların vuku bula­ cağı günlerde ise dinleyicilerle bu hol dolarmış. Herkes küçük kısa adımlariyle gözleri yere di­ kilmiş Disraeli’yi ya da bakışla­ rında ilham fakat kaba görünüş­ lü Gladstone’u görmek için iti­ şip kakışırmış. B ir kere, Pal- merston’a karısının açmış oldu­ ğu boşanma dâvasının hükmünü kapsıvan karar burada tebliğ edilmiş ve Palmerston tebligatı eline alınca: «Delikanlılar, dün­ yanın neresinde olursa olsun, yi­ ne delikanlıdırlar» şeklinde ce­ vap vererek gözlerini kendisine dikmiş kimseleri kahkahalara sürüklemiş.

Büyük holden bir kaç basa- maklık bir merdivenle, Devlet adamlarının muhteşem heykelle­ riyle süslü bir koridora geçili­ yor. Methalde İrlandalI Burke ve Grattan’m nevkelleri; bura­ dan bir değrimsi hole çıkılıyor, ki esas Lortlar ve Avam Kama­ rasına bağlıyan Lobby’ler bun­ lardır. Civarlarında İngiliz tari­ hinin unutulmaz davlarım can­ landıran resimler yer almış, Montrose'un idamı. Birinci Sari1 ıh cenazesi, Argvle’ın ölümü gi­ bi. Burada Inner Lnbby yoluyla esas toplantı salonuna geçiliyor. Fanton’un hikâyesine göre, Sligo mebusu yediği yemeklerin ve iç­ tiği içkinin etkisivle Mecliste ve­ rine oturduktan az sonra uvku- ya dalarmış. Bir sefer vine böy le derin bir uykıtva dalmış ve uyandığı zaman saatin sabahın ikisi olduğunu farketmis derhal evine gitmek için tnhner Lobby’- ye geçince kendisini iki muha­ fız durdurmuş, ve:

— N e arıyorsun burada? — Ben de bunu bilmek

istiyo-— Ne gariptir, bir çok kimse buraya girmekte güçlük çeker, ben ise buradan dışarı çıkmakta zorluğa uğruvorum! diyerek top­ lantı salonuna girmiş ve «H a­ pishane köşesinde gecelemekten, se. Başkanın koltuğunda gecele­ rim !» diye uykusuna devam et­ miş.

Bu münferit vak’aya rağmen Parlamento güzel söz söyliyen, vatansever, hürriyet aşığı İnsan­ ların yuvası; Kemal. «İstisna ka­ ideyi teyit eder!» diyerek Fan- ton’a gülüyordu.

LONDRA

SOKAKLARINDA

oynamak istiven kimseler gelir- ler. Bugün üstü başı pejmürde, yamalı yırtık kıyafetle gelenler, varın oynadıkları at bire 60 hat­ ta 100 getirdi mi. Londra’nın en şık insanları haline girerler. Çok İlıkla yan sokaklarda bulunan bu dükkânlar sabah saat 10'dan akşam iistü saat üçe kadar açık­ tır. Ama herkes serbestçe gire, mez buralara: halkın yıllık bir aidat vererek üve olması gerek tiği gibi, kumar oynayanların da haftalık bir aidat ödeyerek hal­ kın olmayacağı bahisleri topla­ ması imkânı hazırlanmıştır. An­ cak zaman zaman bu kumar yu­ valarında anlaşmazlıklar, kavga, lar olur ve polis buraları basar. İşte bu gördüğün manzara böy­ le bir baskım canlandırıyor.

kendilerini fena yollara düşmek­ ten koruyan bir meslekti; dikka­ ti çekenler zenginler tarafından hizmetçi olarak tutulur, ya da bir seyyar satıcının eşi olarak gerdeğe girerlerdi.

Kemal gözlerinin ucuyla çiçek- çi kızın yüzündeki çilleri gölge­ leyen kıvırcık sarı saçlarına bir daha baktı. Fanton:

— Ben ödedim!

diyerek Kem al’in kıza yeniden para vermesini önledi. Yürüdü­ ler.

Parlamentoyu gezmekten dö­ nerlerken, polis kuvvetlerinin bir kalabalık halk kitlesiyle uğ­ raştığım gördüler. Bağrışmalar, polise karşı havaya kalkan eller Kem al’i şaşırtmıştı. Fanton du­ rumu açıklamak lüzumunu duy­ du.

Fanton sözünü henüz bitir­ mişti ki. güzel bir çiçekçi kız yanlarına yaklaşarak, sepetinden çıkardığı iki karanfilden birini Fanton’un, öbürünü de Kem al’­ in yakasına takıverdi.

— Halkın önünde toplandığı yer, bahsi müşterek oynanan bir

dükkândır. Commission Exchan­ ges adı verilen bu dükkânsı yer- yerlere at yarışı üzerine kumar

Bu çiçekçi kızlar Londra'nın bir özelliğiydi Gündüzleri saat 12’den 3’e kadar, akşamları da gurup vaktinden yatsıya kadar sokaklarda görünürlerdi. Ceket yakasındaki iliğe takılan çiçek için bir penny ödenirdi Geçim­ lerini sağlamamakla beraber,

Kendisinin Guy Fawkes olma­ ğına muhafızları İnandı nrmk- beraber. muhafızlar dışarıya kmasına izin vermemişler ve ligo mebusu da;

«LONDON PAVILION»

O gün Fanton Kem al'e Londra şehrinin ticaret merkezini gös­ terecekti. Nitekim şimdi Rom a’- da güneş ve ay tapmağı modelin­ de inşa edilmiş olan İngiltere Bankası binası önüne gelmişler­ di. Binanın bodrumu altın çu­ buklar ve sikkelerle doluydu. İçeri girip çıktılar. Cornhill so­ kağının kuzeyinde Roval Exchan- ge’i; Lloyds’u gördüler, sonra Stock Exchange’e borsaya ilerle­ diler. Fanton kendine özgü uka­ lâlıklarını yaptı. Sonra yorgun­ luk hissettikleri için, Disraeli’- nin «Londra’nın Gondolü» adını taktığı bir Hansom arabaya bin­ diler. Arabanın arkasında yük­ sekte oturan arabacıya Fanton St. James’e çekmesini sövledl.

O akşam The Fairy Ballet’yi

YA RİN :

PARİS

YOLCULUĞU

seyredeceklerdi. İngiliz kızlarının tül inceliğinde kumaşlarla vücut- ^ laıının pek az kısmını örttükle­ ri ve ışıkların arka sılalarda j oturanlara bile vücudun gizli bü­ tün köşelerini gösterdiği sahne­ de içi geçkin erkeklerin derin iççekmelerini duyan kızlar bü­ tün işvelerini ustalıklarını orta­ ya koyarlarmış. Kemal kendisi için yepyeni bir ufuk açan ba­ leyi dikkatle izledi Yüzünden bu kabil eğlencelerden nefret et­ mediği seziliyordu Nitekim bu ilk tecrübeden sonra Kemal, okumaktan sıkıldığı akşamlarda bir yandan vatanı düşünerek Londra sokaklarında yürürken öbür vandan ayakları kendisini şinjdi Shaftesbury Avenue ile Piccadilly Circus’un birleştiği yerde bulunan London Pavilion Cinema ismiyle yeniden bina edilen yerdeki London Pavilion müzik holüne sürüklerdi.

Burada yemek yenilip içki içil­ diği gibi varyeteler de olurdu. Pavilion’un bir köşesinde de mumyalar müzesi bulunmaktay­ dı. Kem al'in Londra’dan ayrılı­ şından aşağı yukarı sekiz sene sonra 1B78 de bu müzik holde söylenilen bir şarkı halkı o de­ rece galeyana getirmişti ki, Bri- tanya Rusya’nın OsmanlI İmpa- raporluğunu parçalamasına karşı donanmasını göndererek harbe girecek kadar politikasını değiş­ tirmişti.

G. W. Hunt adlı bir besteci gazetede okuduğu bir haberden aldığı İlhamla bestelediği şarkıyı Macdermott ismiyle sahneye çı­ kan sanatkâra götürmüş, söyle­ mesini rica etmişti. Şarkının na­ karatı şöyleydi:

We don’t want to fight, but, by jingo, if we do, W e’ve got the ships, w e’ve got the men, w e’ve got the money to o !» Türkçesi:

«H arpte bezimiz yok, ama is- - tersek vallahi, Gemimiz var, askerimiz var,

paramız da var yani!» şarkı halkı coşturmuştu, Macder­ mott mütemadiyen alkışlanıyor ve şarkısını tekrarlamak zorun­ da kalıyordu. Dışardan gelenler de salonu doldurmuştu. Nakarat öyle sarmıştı ki halkı, sanatkâr­ la beraber söylemeğe başlamış­ lardı. Sokağa çıkan halk nep bir ağızdan bu türküyü söyliyerek Londra'yı âdeta elektriklendiri- verdiler. Şarkı bir nevi Marse- yez olmuştu. Hariciye N azırı er­ tesi akşam London Pavilion’a ge­ lerek şarkıyı bizzat dinledi. Le Figaro özel bir nüsha yapa­

rak şarkıyı ve notasını bastı. Rus istilâsı Türkiye’yi tehdit edi­ yordu. İngilizler duruma seyirci kalmaktaydı. Bu şarkı üzerine İngiliz kamuoyunun Rusların İs ­ tanbul’u almamasını istediği or­ taya çıktı. Hükümet politikasını değiştirdi. Britanya donanması Boğazlardan girdi ve nihavet Rusya çekilmek zorunda kaldı.

İşte İngilizler bu şarkın ve söylendiği London Pavilion’u ta­ rihlerinin bir parçası olarak gö­ rürler. tngilizce diline «vallahi» mânasına gelen «by jingo» devi­ mini kazandırdığı gibi İmpara­ torluğa da Kıbrıs adasını kazan­ dıran şarkının vazan G. W. Hunt emeği için sadece beş sterlin yâ­ ni 150 lira almıştı.

İngiltere’de Türkler lehine ga­ leyan ve yardım için hareket bu kadarla kalmıyordu. Londra’nın Upper Grosvenor Street üzerin­ deki köşkünde, ya da Mansfield House’da günlerini geçiren taran­ mış yardımsever sosyete kadını Lady Charlemont Türk — Rus savaşında yaralanan veya hasta­ lığa uğrayan Türkler yararına büytik çalışmalar ve hizmetler ortaya koyuyordu. Canterbury’de hasılatı Türk yaralılarına gidecek eğlence geceleri tertipleyen Lady Charlemont, Stafford House’da yapılmakta olan haftalık Rus aleyhtarı ve Türklerden yana toplantıları da desteklemekten geri kalmıyordu. Bu da yetmiyor­ muş gibi Türk kahramanlıklarım övmek üzere bestelediği şarkılar zamanın Türkiye Elçisi Musıırus Paşa’yı da pek memnun ediyor ve Lady Charlemont Londra Türk Elçiliğinin gözde ve güzide bir rüknü muamelesi görüyordu.

Kemal o sırada M idilli adasın­ da sürgündü. Rusların haksız ve yersiz saldırışları karşısında yei­ se kapılmıştı. Londra’dayken zi­ yaret ettiği pavyonda söylenen o meşhur şarkıya ilham olacak şekilde:

«Vatanın bağrına düşman da­ yadı hançerini Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini» diye feryat etmekteydi.

m ş is d iArşıvıeroe ibuınouı Deneyi

Taha Toros Arşivi

LONDRA YILLARI

Referanslar

Benzer Belgeler

American Journal of Psychiatry dergisinin fiubat say›s›nda yay›mlanan araflt›rma sonuçla- r›na göre Asyal› erkeklerin ideal bedenleri, kendi bedenlerinden yaln›zca 2

h›zla gelen bir tekne, araba kullan›r- ken birden önünüze ç›kan bir yaya... Sinir sisteminin ‘haz›rl›kl›l›¤›’, bu tür durumlarda çok daha hayati önem ta-

Bilimsel çalışmalar, elit atletleri diğer atletlerden ayıran en önemli şeyin koşma sırasında yere uygula- dıkları kuvvet olduğunu gösteriyor.. Bu kuvvet arttıkça

Müslümanların gündemine girmesi ve oluşumu tamamen ve doğrudan Kur’an’la alâkalı olması sebebiyle kıraatler, neredeyse Kur’an’la eş-zamanlı olarak ortaya

Fikret Mualla, sabahın köründen gece yarılarına kadar şarap içmeden duramayan muhteşem bir alkolik O anda verin ona bir şişe şarap, size anında bir resim

BİR TEŞEBBÜS MUNASEBETILE: İsmail Namık merhumun müdür­ lüğü zamanında bilhassa müdürün müdürlük dairesinde güzel şeylerin ve sanatların hepsinden

Büyük mimar, yanında kendisi kadar hünerli ve = azimli, nice mimar ve ustalarla birlikte çalışmış: Sanıca Paşa.. Halil E Paşa, Zağanos Paşa hattâ bizzat

15 gün önce İstanbul'da hizmete giren Mezzaluna, duvarlarını süsleyen 140’tan fazla “yarım ay” temalı resimle renkli bir dekorasyona sahip.. Fotoğraf: Tarık