• Sonuç bulunamadı

Bilişsel terapi ve dinî başaçıkma

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bilişsel terapi ve dinî başaçıkma"

Copied!
203
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANA BİLİM DALI

DİN PSİKOLOJİSİ BİLİM DALI

BİLİŞSEL TERAPİ ve DİNÎ BAŞAÇIKMA

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Doç. Dr. Abdülkerim BAHADIR

HAZIRLAYAN

Seda MUZ

(2)

Bilimsel Etik Sayfası

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

BĠLĠMSEL ETĠK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranıĢ ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalıĢmada baĢkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

(3)

Yüksek Lisans Tezi Kabul Formu

T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

YÜKSEK LĠSANS TEZĠ KABUL FORMU

Seda MUZ tarafından hazırlanan “BiliĢsel Terapi ve Dinî BaĢaçıkma” baĢlıklı bu çalıĢma 01/07/2009 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği ile baĢarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiĢtir.

Doç. Dr. Abdülkerim BAHADIR BaĢkan Ġmza

Doç. Dr. Adem ġAHĠN Üye Ġmza

(4)

I

ÖNSÖZ

Yıllar önce Epictetus, “Ġnsanlara rahatsızlık veren, olayların kendisi değil, insanların bu olaylara getirdikleri bakıĢ açılarıdır” Ģeklinde bir açıklama yapmıĢtır. Buna göre bizleri, yaĢadığımız olaylardan çok, olaylara bakıĢ açımız, olayları algılayıĢımız ve olaylara yüklediğimiz anlamlar etkilemektedir. Bu noktada, zihinsel yapı ve organizasyonlar önemli bir rol oynamaktadır. BiliĢsel Psikoloji‟nin etkinlik alanını temsil eden söz konusu süreçler, BiliĢsel Terapi‟nin çıkıĢ noktalarıdır. Buna göre BiliĢsel Terapi, verilerini büyük ölçüde, BiliĢsel Psikoloji‟den almaktadır.

BiliĢsel Terapi, kiĢinin davranıĢlarının ya da geçmiĢ yaĢantısının değiĢtirilmesiyle ilgilenmemekte, kiĢinin düĢüncelerinin değiĢtirilmesiyle ilgilenmektedir. Çünkü BiliĢsel Terapi‟ye göre; bir olay hakkında düĢüncelerimizi, Ģemalarımızı değiĢtirirsek, büyük ölçüde hislerimiz ve davranıĢlarımız da değiĢecektir.

Ġnsan, iki tip düĢünceye sahiptir. Bunlar; akılcı düĢünceler ve akılcı olmayan, çarpık düĢüncelerdir. BiliĢsel Terapi‟nin iĢlevi, akılcı olmayan düĢünce Ģemalarını ya değiĢtirmek ya da uygun olan Ģemalar oluĢturmaktır. ġemalarda ortaya konan her bilinçli değiĢim, çözüme yönelik ciddi bir giriĢim ifade etmektedir. Bu süreçte gündeme gelen tüm arayıĢları baĢaçıkma kavramıyla nitelendirmek mümkündür.

BaĢaçıkma, stres yaĢantılarına karĢı, bedensel, biliĢsel, duygusal ve davranıĢsal düzeyde gösterilen çabalardır. Stres yaĢantıları karĢısında en önemli çözüm araçlarından ya da referanslarından birisi de kuĢkusuz dindir. Dinî baĢaçıkma ise; stres verici durum karĢısında, Ģemalarda var olan Tanrı tasavvuru ve dinî değerler sayesinde, olumsuz durumlarla baĢaçıkabilmektir. Buna göre, eğer biliĢsel Ģemalarımıza olumlu bir Tanrı tasavvuru ve değerleri yerleĢtirirsek, psikolojik ve hatta fiziksel rahatsızlıklarımızla baĢaçıkma sürecimiz kısalacak, hayatın anlamlandırılması kolaylaĢacaktır.

AraĢtırmamızın temel amacı; baĢaçıkma sürecinde, biliĢsel bir Ģema olarak, dinin ruh sağlığı üzerindeki koruyucu ve iyileĢtirici etkilerini ortaya koymaktır.

ÇalıĢmamızın birinci bölümünde, BiliĢsel Terapi‟ye temel teĢkil eden, BiliĢsel Psikoloji‟den ve diğer psikoterapi yaklaĢımlarından bahsedilmiĢtir. BiliĢsel Terapi‟nin tanımı, tarihsel geliĢimi, temel kavramları, ilkeleri, stratejileri, teknikleri,

(5)

II

tedavi süreci, BiliĢsel Terapi‟de düĢünce hataları ve psikolojik rahatsızlıkların biliĢsel arkaplanı, bu bölümde ele alınan baĢlıca konulardır. Ġkinci bölümde ise; dinin biliĢsel bir Ģema olarak kullanılmasıyla ilgili olarak, düĢüncelerin hastalıklar üzerindeki etkisi, BiliĢsel Psikoloji açısından din, dinî baĢaçıkma teorileri, Tanrı tasavvuru ve dinî değerler açısından baĢaçıkma konularından bahsedilmektedir.

Bu çalıĢmanın gerçekleĢmesinde desteğini ve rehberliğini esirgemeyen, sayın danıĢmanım, Doç. Dr. Abdülkerim BAHADIR Bey ve değerli hocam Doç. Dr. Adem ġAHĠN Bey‟e; manevî desteğini her zaman hissettiğim, saygıdeğer hocam, Doç. Dr. Öznur ÖZDOĞAN‟a ve bu sürecin her aĢamasında, maddi ve manevî destekleriyle ihtiyaç duyduğum her zaman yanımda bulduğum saygıdeğer annem Sıdıka ve babam Osman MUZ‟a sonsuz teĢekkürlerimi sunuyorum.

ÇalıĢmamızın eksiklikleriyle birlikte değerlendirileceği ve konuyla ilgili daha ileri çalıĢmalara katkı sağlayacağı umuduyla…

Seda MUZ Konya 2009

(6)

III

Türkçe Özet Formu T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğr

enc

ini

n Adı Soyadı Seda MUZ Numarası: 064245051006

Ana Bilim / Bilim Dalı

Felsefe ve Din Bilimleri Ana Bilim Dalı / Din Psikolojisi Bilim Dalı

DanıĢmanı Doç. Dr. Abdülkerim BAHADIR

Tezin Adı BiliĢsel Terapi ve Dinî BaĢaçıkma

ÖZET

BiliĢsel Terapi 1970‟li yıllarda ortaya çıkmıĢtır. Aaron T. Beck ve Albert Ellis tarafından geliĢtirilen BiliĢsel Terapi‟ye göre kiĢileri rahatsız eden sıkıntılar, doğrudan olayın kendisinden kaynaklanmamaktadır. Bu rahatsızlıklar, daha ziyade insanların olayları algılayıĢı ve anlamlandırıĢlarından kaynaklanmaktadır. Buna göre psikolojik rahatsızlıkların temel nedeni, düĢünce hatalarıdır. Ġnsanlar, olayları algılarken, zihindeki biliĢsel yapıları kullanırlar. Bu zihinsel yapılar, “Ģema” olarak isimlendirilmektedir.

Zihinde var olan biliĢsel yapıların birçok kaynağı vardır. Bunlardan birisi de dindir. Din, insanların olayları algılayıĢlarında ve anlamlandırmalarında en büyük etkendir. Buna göre din, biliĢsel bir Ģema olarak kullanıldığında, insanlar; psikolojik rahatsızlıklar, trajik olaylar ve hatta fiziksel hastalıklarla daha etkin bir Ģekilde baĢaçıkabileceklerdir. BaĢaçıkma, stresli olayların üstesinden gelmeye yönelik, bedensel, biliĢsel ve duygusal anlamda çaba göstermektir. Dinî baĢaçıkma ise, stresli durumların çözümünde, dinî unsurlardan ve maneviyattan destek almaktır. Tanrı tasavvuru ve ahlakî değerler, dinin en önemli unsurlarıdır. BiliĢsel Ģemalarında her Ģeye gücü yeten, yarattıklarını seven, zor durumlarda insanlara yardım eden bir Tanrı

(7)

IV

tasavvuru ve ahlakî değerleri olan insanlar, trajik olaylarla daha etkin ve çabuk baĢaçıkabileceklerdir.

Bu çalıĢma, birinci bölümde BiliĢsel Terapi‟yi tanıtarak, ikinci bölümde de, dinin biliĢsel bir Ģema olarak kullanılmasının, baĢaçıkma sürecine etkilerini anlatmayı amaçlayan, teorik bir araĢtırmadır.

(8)

V

İngilizce Özet Formu T.C.

SELÇUK ÜNĠVERSĠTESĠ

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Öğ

re

nc

ini

n

Adı Soyadı Seda MUZ Numarası:

064245051006 Ana Bilim /

Bilim Dalı

Felsefe ve Din Bilimleri Ana Bilim Dalı / Din Psikolojisi Bilim Dalı

DanıĢmanı Doç. Dr. Abdülkerim BAHADIR

Tezin Ġngilizce Adı Cognitive Therapy and Religious Coping

SUMMARY

Cognitive Therapy was emerged in 1970s. According to the Cognitive Therapy developed by Aaron T. Beck and Albert Ellis, problems generally disturbing the individuals arise directly from the event itself. These problems, root in the individuals perception of the events and their making sense of these events. In accordance with this, the reason of psychological problems is thinking mistakes. Individuals use the cognitive structures while perceiving events. These cognitive structure are called “schema”.

Cognitive sturucture formed in the mind has many sources. One these sources is religion. Religion is the biggest factor of the individuals perceiving and making sense of the events. According to this, when religion is used as a cognitive schema, individuals will be able to cope with psychological problems, tragic events and even physical illness more affectively. Coping is making physical, cognitive and emotional effort of coping with the stressful events. Religious coping is getting help religious elements and spirituality for the solution of stressful events. The concept of God and moral values are the most important elements of religion. Individuals who

(9)

VI

utilize a concept of almighty, loving and helping God and moral values will be able to cope with tragic events more quickly and more affectively.

This study is a theoretical research, which introduces Cognitive Therapy in the first chapter and intends to explain the effects of using religion as a cognitive schema on the coping process in the second chapter.

(10)

VII İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ………..………...I ÖZET……….III SUMMARY………V İÇİNDEKİLER………VII KISALTMALAR………...X GİRİŞ………..……….…1 1. AraĢtırmanın Konusu………2

2.AraĢtırmanın Amacı ve Önemi………..3

3.AraĢtırmanın Yöntemi………4

BİRİNCİ BÖLÜM BİLİŞSEL PSİKOLOJİ, PSİKOTERAPİ ve BİLİŞSEL TERAPİ I. BİLİŞSEL PSİKOLOJİ ve PSİKOTERAPİ……….………..……...5

A. BİLİŞSEL PSİKOLOJİ’NİN TANIMI ve TEMEL KAVRAMLARI...….5

1. BiliĢsel Psikoloji‟nin Tanımı ve Tarihçesi………...……...5

a) George Miller………..……..8

b) Ulrich Neisser………8

2. BiliĢsel Psikoloji‟de Temel Kavramlar………...9

a) BiliĢsel GeliĢim……….9 b) Bilinç Durumları……….14 c) Algı ve Dikkat……….15 d) Bellek………..17 e) Bilgi ĠĢleme………...21 B. PSİKOTERAPİK YAKLAŞIMLAR….……….22 1. Psikanalitik Terapi………...………...22 2. Adler Terapisi………...………25 3. VaroluĢçu Terapi………...………27

(11)

VIII

4. Birey Merkezli Terapi………...………29

5. Gestalt Terapi………..………..31

6. DavranıĢçı Terapi……….……….33

7. Gerçeklik Terapisi………..………...35

C. İSLAM ve TÜRK KÜLTÜRÜ’NDE PSİKOTERAPİ….………..36

II. BİLİŞSEL TERAPİ ve PSİKOTERAPİK UYGULAMA…………...………43

A. BİLİŞSEL TERAPİ’NİN TANIMI ve TEMEL KAVRAMLARI...…….44

1. BiliĢsel Terapi‟nin Tanımı ve Tarihçesi……….…………..44

a) Aaron Temkin Beck………49

b) Albert Ellis………..51

2. BiliĢsel Terapi‟de Temel Kavramlar……….52

a) Otomatik DüĢünceler………..52

b) Temel Ġnançlar………54

c) Ara Ġnançlar………56

d) Ġmajinasyon………...56

3. BiliĢsel Terapi‟de DüĢünce Hataları……….58

B. BİLİŞSEL TERAPİ ve UYGULAMA………62

1. BiliĢsel Terapi‟nin Temel Ġlkeleri……….62

2. BiliĢsel Terapi‟de Kullanılan Stratejiler………...66

3. BiliĢsel Terapi‟de Kullanılan Teknikler………67

4. BiliĢsel Terapi‟de Tedavi Süreci………...81

a) BiliĢsel Terapi‟de Ġlk Seans ve Önemi………81

b) BiliĢsel Terapi‟de Seansların Yapılandırılması………...83

c) Sokratik Sorgulama, YönlendirilmiĢ KeĢif……….84

(12)

IX

İKİNCİ BÖLÜM

BİLİŞSEL TERAPİ, DİN ve BAŞAÇIKMA

I. BİLİŞSEL TERAPİ ve BAŞAÇIKMA………103

A. DÜŞÜNCELERİN HASTALIKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ…....…...103

B. BİLİŞSEL PSİKOLOJİ AÇISINDAN DİN………..…………...110

II. DİN ve BAŞAÇIKMA………..123

A. DİNÎ BAŞAÇIKMA………...………..………..123

B. TANRI TASAVVURU AÇISINDAN BAŞAÇIKMA………….……....145

C. DİNÎ DEĞERLER AÇISINDAN BAŞAÇIKMA………...……….159

SONUÇ……….176

KAYNAKÇA………...179

(13)

X

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı geçen eser

a.g.m. : Adı geçen makale

a.g.t. : Adı geçen tez

a.g.w. : Adı geçen web sitesi

C. : Cilt

Çev. : Çeviren

DEM : Değerler Eğitimi Merkezi

Ed. : Editör

HYB : Hekimler Yayın Birliği

ĠFAV : Marmara Üniversitesi Ġlahiyat Fakültesi Vakfı

S. : Sayı

s. : Sayfa

AÇÖS : Ani Çocuk Ölümü Sendromu

TDV : Türkiye Diyanet Vakfı

vb. : Ve benzeri

Vol. : Volume (Cilt)

(14)

1

GİRİŞ

Ġnsanı oluĢturan çeĢitli özellikler içinde belki de kendisine en özgü olanı, düĢünme ve düĢündüğünü ifade edebilme yeteneğidir. Bu önemli özelliğin insan psikolojisindeki rolünün vurgulanıĢı çok eskilere, eski Yunan Felsefesi‟ne dek uzanmakla birlikte, modern ruhbilim içinde düĢünceye hak ettiği yeri veren ilk kiĢi New York‟lu psikolog Albert Ellis (1913-2007) sayılmaktadır. Ellis‟in kurucusu olduğu “Akılcı Duygusal DavranıĢçı Terapi” (Rational Emotive Behavior Therapy), insanın ruhsal sorunlarının büyük ölçüde bireyin akılcı ve gerçeğe uygun olmayan inançlarından kaynaklandığını savunmaktadır. Daha sonra 1960‟lı yıllarda Aaron T. Beck‟in (1921-) geliĢtirdiği “BiliĢsel Terapi” (Cognitive Therapy), düĢüncenin ruhsal patolojilerin kavramsallaĢtırılmasındaki yerini tartıĢılmaz biçimde psikoloji ve psikiyatri alanına taĢımıĢtır. 1960‟lı yıllarda ortaya çıkan ve Psikanaliz‟e dönük tepkilerden de beslenen “DavranıĢçı Terapi” (Behavior Therapy)‟nin bu yeni akımı olumlu karĢılamasıyla, BiliĢsel Terapi akımı daha da ivme kazanmıĢtır. DavranıĢçı terapistlerin büyük bir kısmı, 80‟li yıllarda ortaya çıkan BiliĢsel Kuram‟ı benimsemiĢler ve kendi alanlarına “BiliĢsel-DavranıĢçı Terapi” (Cognitive Behavior Therapy) adını vererek bu akımın Ģemsiyesi altına girmiĢlerdir.1

Ellis‟in geliĢtirdiği Akılcı Duygusal DavranıĢ Terapisi, Beck‟in geliĢtirdiği BiliĢsel Terapi‟nin bütünleĢmesiyle ortaya çıkan BiliĢsel DavranıĢçı Terapi, ruhsal rahatsızlıkların kavramlaĢtırılmasında ve tedavisinde düĢünceye merkezi bir rol vermektedir. Bu yaklaĢımlar kuram ve uygulamada biliĢsel süreçlere odaklandıkları için birbirlerine çok benzemektedirler. Bu nedenle çoğu zaman bu adlandırmalar birbirlerinin yerine kullanılabilmekte ve aynı baĢlık altında ele alınabilmektedirler. Ancak, DavranıĢçılık, insanların aynı ortamlarda, aynı uyaranlara neden farklı tepki verdikleri sorusuna geldiğinde önemli bir çıkmazla yüz yüze gelmiĢtir. Çünkü DavranıĢçılık, davranıĢı ortaya çıkaran düĢünce ve duygu boyutunu göz ardı etmiĢtir. DavranıĢçılık, klinik olarak, özellikle fobilerin kavramlaĢmasında ve tedavisinde parlak sonuçlar elde etmekle birlikte, depresyon gibi bazı klinik durumlarda, hem psikopatoloji kuramı, hem de tedavi açısından yetersiz kalmıĢtır. ĠĢte böyle bir

1 Türkçapar, M. Hakan, Bilişsel Terapi Temel İlkeler ve Uygulama, HYB Yayıncılık, Ankara 2007, s.1.

(15)

2

ortamda, 70‟li yıllarda birbirinden habersiz çalıĢan iki kuramcı Albert Ellis ve Aaron Beck‟in çalıĢmalarından BiliĢsel Terapi doğmuĢtur. Bu kuram, insanın duygusal ve davranıĢsal tepkilerinin düĢünce ve inançlarının etkisiyle oluĢtuğunu öne sürerek kendisinden önceki kuramlarla köklü bir farklılık getirmiĢtir. ÇağdaĢ BiliĢsel Terapi her ne kadar bu iki kuramcının adıyla anılsa da bütün büyük kuramlar gibi BiliĢsel Kuramın da tarih içinde köklü bir geçmiĢi söz konusudur. 2

BiliĢsel Terapi‟nin temel amacı, sürekli pozitif düĢünme alıĢkanlığı yaratmak değil; gerçekçi düĢünme alıĢkanlığını kazandırmaktır. Bu nedenle BiliĢsel Terapi‟nin insanlığa kazandırdığı en önemli nitelik, öteden beri alıĢılagelmiĢ zihinsel (biliĢsel) çarpıtmaları bir kenara bırakıp gerçekçi ve iĢlevsel düĢünme alıĢkanlığını geliĢtirmektir. Bu terapi, ilk aĢamada bireyin çeĢitli olaylar ve durumlar hakkında zihninden geçen otomatik düĢünceleri yakalamasıyla baĢlamaktadır. Birey bu noktada baĢarılı oldukça, ilgili düĢünceler yeniden sorgulanarak terapi ilerlemektedir.3

1. Araştırmanın Konusu

BiliĢsel Terapi, psikoloji ve psikopatoloji alanındaki bilimsel bulgulara dayalı olarak geliĢtirilmiĢ, bilimsel ilkelerin psikoterapi alanına uygulanmasıyla ortaya çıkmıĢ çağdaĢ bir psikoterapi yaklaĢımıdır. BiliĢsel Terapi‟nin tedavi uygulamaları süreç ve içerik olarak yapılandırılmıĢtır. Bu yaklaĢım öncelikle, kiĢinin güncel sorunlarına odaklanır; süre olarak daha sınırlı ve daha çok sorun çözme hedeflidir. BiliĢsel Terapi sadece baĢvuranların güncel sorunlarını çözmez, aynı zamanda bütün yaĢamları süresince sorunları çözmekte kullanabilecekleri özel birtakım beceriler de öğretir. Bu beceriler, çarpık düĢünceleri saptamak, inançları değiĢtirmek, çevreyle yeni iliĢkiler kurmak ve davranıĢ değiĢikliğidir.

BiliĢsel Terapi, BiliĢsel Model‟e dayanmaktadır. Bu modeli basitçe ifade etmek gerekirse; olayları algılama biçimimizin duygusal tepkilerimizi etkilediği gerçeğine karĢılık gelmektedir. Yani daha önceden de iĢaret edildiği üzere “Olayları olduğu gibi değil, kendi algılamalarımıza göre görürüz” ilkesine dayanmaktadır.

2 Türkçapar, a.g.e., 2-7. 3

http://www.psikologum.com/editor.asp?aid=15,09/03/2008;http://www.donusumkonagi.net/makale.a sp?id=516&baslik=bilissel_terApi_nedir_ve_kimler_yArArlAnır, 08/05/2008.

(16)

3

BaĢka bir ifadeyle kiĢinin duygusal tepkisi doğrudan durumdan değil, durumla ilgili düĢüncelerinden etkilenmektedir. Ardından uygunsuz düĢünceleri değiĢtirmeyi öğrenip içinde bulunulan gerçekliğe uygun düĢünülmeye baĢlandığında, kiĢi kendisini daha iyi hissetmektedir.

BiliĢsel Terapi‟ye göre, zihnimizde olayları anlamlandırmamızı sağlayan biliĢsel Ģemalar bulunmaktadır. ġemalarda bulunan olumsuzluklar, ruhsal sıkıntıları da beraberinde getirmektedir. ġemalar oluĢturulurken, bilinçli ya da bilinçsiz olarak birçok kaynaktan yararlanılmaktadır. Bu kaynakların en önemlilerinden birisi dindir. Din, birçok olayı algılayıĢımızı ve anlamlandırıp, yorumlayıĢımızı etkilemektedir. Ġnsanın, stresli olaylar karĢısındaki mücadelesinde ona en büyük desteği veren dindir. Din, biliĢsel bir Ģema olarak ele alındığında, stresli durumlarla baĢaçıkmayı kolaylaĢtırmakta, böylece ruhsal sağlığı da korumaktadır. Dinî baĢaçıkma, stresli durumların çözümü için, din ve maneviyat unsurlarının kullanılmasıdır. Tanrı tasavvuru ve değerler baĢaçıkma sürecinde kullanılan en önemli dinî unsurlardır. AraĢtırmalar, biliĢsel Ģemalarında olumlu bir Tanrı tasavvuru olanların ve dinî değerleri hayatında uygulayanların, karĢılaĢtıkları acı tecrübeleri daha kolay anlamlandırdıklarını göstermektedir. Buna göre, BiliĢsel Terapi ilkelerini uygularken, kiĢinin zihninde hayatı anlamlı hale getirmek ve dinî baĢaçıkma yöntemlerini kullanmak, psikolojik problemlerin daha çabuk üstesinden gelinmesini sağlamaktadır.

ÇalıĢmamızın birinci bölümünde, BiliĢsel Terapi genel olarak tanıtılmakta, ikinci bölümde ise dinin, biliĢsel bir Ģema olarak, baĢaçıkma sürecinde nasıl kullanıldığı konularından bahsedilmektedir.

2. Araştırmanın Amacı ve Önemi

AraĢtırmamızın amacı; BiliĢsel Terapi‟yi genel anlamda tanıtmak ve dinî baĢaçıkma yöntemlerini, BiliĢsel Model‟e uygun bir Ģekilde kullanarak, din ve ruh sağlığı açısından biliĢsel bir bakıĢ açısı oluĢturmaktır. AraĢtırmamız, Din Psikolojisi alanında, BiliĢsel Terapiyle ilgili yapılacak çalıĢmalara teorik olarak ıĢık tutmayı amaçlamaktadır.

(17)

4

AraĢtırmamız bir yönüyle BiliĢsel Terapi‟yi Din Psikolojisi alanıyla bütünleĢtiren, teorik ya da uygulamalı çok fazla çalıĢmanın olmaması bakımından, diğer yönüyle ise dindar bireylerin psikolojik rahatsızlıklarında, dini biliĢsel bir Ģema olarak kullandıkları takdirde, psikolojik problemlerin daha çabuk atlatılabileceğini ortaya koyması açısından önemli bir çalıĢmadır.

3. Araştırmanın Yöntemi

ÇalıĢmamız teorik bir çalıĢma olup hazırlanırken ilk olarak, konuyla ilgili Türkçe ve Ġngilizce eserlerden kaynak taraması yapılmıĢtır. Ayrıca Din Psikolojisi ve Psikoloji alanında, konuyla ilgili yapılmıĢ araĢtırmalar incelenmiĢ, sınıflandırılmıĢ ve söz konusu araĢtırmaların sonuçları değerlendirilmiĢtir.

(18)

5

BİRİNCİ BÖLÜM

BİLİŞSEL PSİKOLOJİ, PSİKOTERAPİ ve BİLİŞSEL TERAPİ I. BİLİŞSEL PSİKOLOJİ ve PSİKOTERAPİ

“BiliĢsel Psikoloji” (Cognitive Psychology), BiliĢsel Terapi‟nin temelini oluĢturan, psikolojik bir yaklaĢımdır. BiliĢsel Terapi, psikoterapik sistemini oluĢtururken, BiliĢsel Psikoloji‟nin varsayımlarından ve kavramlarından yararlanmıĢtır. Buna göre, BiliĢsel Terapi‟yi anlayabilmek için öncelikle BiliĢsel Psikoloji‟yi tanımak gerekmektedir.

ÇalıĢmamızın bu bölümü içerisinde ilk olarak, BiliĢsel Psikoloji‟nin tanımından, tarih içinde ortaya çıkıĢından, BiliĢsel Psikoloji‟nin öncülerinden ve BiliĢsel Psikoloji‟yi diğer ekollerden ayıran temel kavramlardan bahsedilmektedir. Daha sonra ise, BiliĢsel Terapi‟ye geçmeden önce, genel özellikleriyle psikoterapi çeĢitleri anlatılmaktadır. Son olarak da, Ġslam ve Türk Kültürü‟nde, ruhsal sorunlara bakıĢtan ve bu sorunlarla baĢaçıkmada kullanılan ruhsal terapiden bahsedilmektedir.

A. BİLİŞSEL PSİKOLOJİ’NİN TANIMI ve TEMEL KAVRAMLARI Bu bölümde ilk olarak, BiliĢsel Psikoloji‟nin tanımı ve tarihsel süreci anlatılacaktır. Bölümün son kısmında ise, BiliĢsel Psikoloji için temel teĢkil eden kavramlardan bahsedilmektedir.

1. Bilişsel Psikoloji’nin Tanımı ve Tarihçesi

BiliĢsel Psikoloji‟nin birçok tanımlaması yapılacağı gibi, genel anlamda, zihnin iĢleyiĢi ve bilinç durumlarıyla ilgilenen bir ekol olarak açıklanabilmektedir. BiliĢsel Psikoloji‟nin öncüllerinden sayılan Neisser ise, BiliĢsel Psikoloji‟yi Ģöyle tanımlamaktadır: “BiliĢ terimi, duyusal girdilerin dönüĢtürüldüğü, azaltıldığı, yeniden gözden geçirildiği, depolandığı ve kullanıldığı bütün süreçlere iĢaret etmektedir.” BiliĢsel Psikoloji, duyumdan algıya, örüntü tanımaya, dikkate, bilince, öğrenmeye, belleğe, kavram oluĢturmaya, düĢünmeye, zihinde canlandırmaya, hatırlamaya, dile, zekaya, duygulara ve geliĢime kadar tüm psikolojik süreçleri içine

(19)

6

almakta ve davranıĢ alanının tüm çeĢitliliğini kapsamaktadır. 4

Psikoloji bilimi, uzun süre zihinsel süreçler ve bilinç ile ilgilenmemiĢtir. Psikoloji, bu dönemlerde DavranıĢçılık‟ın etkisinde kalmıĢtır.

BiliĢsel Psikoloji, DavranıĢçılık‟tan birkaç noktada ayrılmaktadır. Ġlk olarak, BiliĢselci psikologlar, basit bir Ģekilde uyarıcıya tepki vermeden ziyade, bilme süreci üzerinde yoğunlaĢmıĢlardır. Önemli olan, zihinsel süreçler ve olaylardır, uyarıcı-tepki bağlantıları değildir. Vurgu, zihin üzerine yapılmıĢtır. Bunun anlamı, BiliĢselci psikologların, davranıĢı önemsemediği değil, sadece davranıĢsal tepkilerin, onların araĢtırmalarının tek amacı olmadığıdır. DavranıĢsal tepkiler, kendilerine eĢlik eden, zihinsel süreçler hakkında sonuç çıkarma kaynağı olarak kullanılmaktadır. Ġkinci olarak, BiliĢselci psikologlar, zihnin deneyimlerinin nasıl yapılandırıldığı veya düzenlendiği ile de ilgilenmektedirler. Jean Piaget gibi Gestaltçı psikologlar da, bilinçli yaĢantıları (duyumlar ve algılar) anlamlı bütünlere ve kalıplara sokma eğiliminin doğuĢtan olduğunu iddia etmiĢlerdir. Zihin, zihinsel deneyime bir form ve tutarlılık kazandırmaktadır. Üçüncü olarak, biliĢsel görüĢte, birey çevreden aldığı uyarıcıları, aktif bir Ģekilde düzenlemektedir. Ġnsanlar, bazı olaylara bilerek katılmak ve bu olayları hafızaya iĢlemeyi seçerek, bilginin elde edilmesi ve uygulanması sürecine katılma yeteneğine sahiptirler. Ġnsanlar, DavranıĢçılar‟ın iddia ettiği gibi, dıĢ güçlere pasif bir Ģekilde tepki vermemektedirler.5

Ġnsanlar ve hayvanların hayatta kalması, çevrenin önemli özelliklerinin bilinmesine bağlıdır. Bu bilgi nereden geldi ve zihinde nasıl temsil edilir? Bu soru, insanlık tarihi süresince gündemde olan ana sorudur. Temel olarak, bu konuyla ilgili olarak iki cevap ileri sürülmüĢtür: Görgülcüler, bilgimizin deneyimlerimizden geldiğini ileri sürmektedir. DoğuĢtancılar‟a göre ise bilgi, beynin doğuĢtan gelen özelliklerine bağlıdır. DoğuĢtancılar, duyusal deneyimimizi düzenleyen, önceden mevcut kategoriler bulunduğunu iddia etmektedirler.6

BiliĢsel Psikoloji, gündemde olan bu ana sorulara cevap ararken, baĢlangıç iĢaretlerini 1930‟larda vermiĢtir. Ancak, bu ekolün kuramsallaĢması, 1950‟lere kadar

4 Solso, Robert L. - Maclin, M. Kimberly - Maclin, Otto H., Bilişsel Psikoloji, (Çev. AyĢe Ayçiçeği Dinn), Kitabevi Yayınları, Ġstanbul 2007, s. 2.

5 Schultz, Duane P. - Schultz, Sydney Ellen, Modern Psikoloji Tarihi, (Çev. Yasemin Aslay), Kaknüs Yayınları, Ġstanbul 2002, s. 624.

(20)

7

uzanmaktadır. DavranıĢçı E.R. Guthrie, kariyerinin sonlarına doğru, mekanik modeli beğenmemeye baĢlamıĢ ve bir uyarıcının, fiziksel terimlere her zaman indirgenemeyeceğini iddia etmiĢtir. Psikologların, uyarıcıyı algısal veya biliĢsel terimlerle anlatmak zorunda olduğunu belirtmiĢtir. Guthrie‟ye göre, psikologlar davranıĢ terimleri kullanarak, anlam kavramıyla uğraĢmamaktadırlar. Çünkü bu zihinsel ya da biliĢsel bir süreçtir. E.C. Tolman‟ın DavranıĢçılık‟a bakıĢı ise BiliĢsel Psikoloji‟nin baĢka bir iĢaretidir. Tolman‟ın DavranıĢçılık anlayıĢı, biliĢsel değiĢkenlerin önemini kabul etmiĢ ve uyarıcı-tepki yaklaĢımının gerilemesine katkıda bulunmuĢtur. Tolman, biliĢsel harita düĢüncesini öne sürmüĢ, hayvanlara amaç atfetmiĢ ve gözlemlenemeyen içsel durumları iĢlemsel olarak tanımlama yolu olarak ara değiĢkenler üzerinde önemle durmuĢtur. 7

BiliĢsel Psikoloji‟nin geliĢimine katkı sağlayan diğer iki önemli isim ise, Rus bilim adamı Lev S. Vygotsky ve Ġsviçreli bilim adamı Jean Piaget‟tir. Bu iki önemli isim de içsel süreçlere dikkat çekerek, biliĢsel geliĢimi açıklayan güçleri anlamamıza önemli katkılar sağlamıĢlardır.8

Pozitivist filozof Rudollf Carnap da, iç gözleme dönüĢten bahsetmektedir. 1956 yılında, “Bir insanın kendi hayal etme, hissetme vs. halleri, -ilke olarak dıĢ gözlemden farklı olmayan- bir tür gözlem olarak bilginin meĢru kaynağı olarak kabul edilmelidir.” demiĢtir. Hatta DavranıĢçılık‟a, iĢlemsel tanımlar kavramını veren Percy Bridgman bile, daha sonra DavranıĢçılık‟ı terk etmiĢ ve iç gözlem raporlarının iĢlemsel analizlere anlam vermekte kullanılması gereği üzerine ısrar etmiĢtir. Gestalt Psikolojisi de “organizasyon, yapı, iliĢkiler, deneğin aktif rolü ve öğrenme ile hafızada, algının önemli bir yer alması” gibi noktalar üzerinde odaklanması sebebiyle, biliĢsel hareketi etkilemiĢtir. Bunlara göre, BiliĢsel Psikoloji‟nin, tek bir kurucusundan bahsedilmemektedir. Çünkü alanda çalıĢan psikologların hiçbiri, yeni bir hareket baĢlatma hırsında değillerdir. Buna rağmen, George Miller ve Ulric Neisser, BiliĢsel Psikoloji‟nin resmi kurucuları sayılmasalar da, bugün BiliĢsel Psikoloji‟nin dönüm noktası sayılan araĢtırma merkezi ve bir kitapla alanın oluĢacağı zemini hazırlamıĢlardır.9 7 Schultz, a.g.e., 615. 8 Solso, a.g.e., 455. 9 Schultz, a.g.e., 615-618.

(21)

8

a) George Miller (1920-)

George Miller, kariyerine, Alabama Üniversitesi‟nde Ġngilizce ve konuĢma alanında baĢlamıĢtır. 1941 yılında, konuĢma alanında yüksek lisansını tamamlamıĢtır. Alabama‟da öğrenciyken, psikolojiyle ilgilenmeye baĢlamıĢtır. Miller, daha sonra Harvard Üniversitesi psikoakustik laboratuarında, sözel iletiĢimdeki problemler üzerinde çalıĢmaya devam etmiĢ ve 1946 yılında da doktora derecesini almıĢtır. Psikolinguistik üzerine çalıĢmalar yapmıĢ ve 1951 yılında, Dil ve İletişim isimli çalıĢmasını yayımlamıĢtır. Miller, baĢlarda DavranıĢçılık‟ı, psikolojideki temel düĢünce ekolü olarak kabul etmiĢtir. 1950‟lerin ortalarında ise, istatistiksel öğrenme teorisini, bilgi teorisini ve zihnin bilgisayar temelli modelini derinlemesine araĢtırdıktan sonra, DavranıĢçılık‟ın aslında onun zannettiği gibi iĢliyor olmadığı sonucuna ulaĢmıĢtır. Ġnsan zihninin iĢleyiĢi ile bilgisayarların çalıĢma tarzı arasındaki benzerliklerden oldukça etkilenen Miller‟ın ilgileri, daha fazla biliĢsel yönelimleri olan bir psikoloji anlayıĢına doğru yönelmiĢtir. Miller, 1960‟larda meslektaĢı Jerome Bruner ile birlikte, insan zihnini araĢtırmak amacıyla, Harvard‟da bir araĢtırma merkezi kurmuĢtur. Miller ve Bruner, bu merkeze BiliĢsel ÇalıĢmalar Merkezi adını vermiĢlerdir. BiliĢsel ÇalıĢma Merkezi‟nde, dil, hafıza, kavram oluĢturma, düĢünme ve geliĢimsel psikoloji konularıyla ilgili çalıĢmalar yapılmıĢtır. Miller, BiliĢsel Psikoloji hareketinin, yavaĢ bir ilerleme ve birikimle ortaya çıkan bir geliĢim olduğunu düĢünmüĢtür. Ona göre, BiliĢsel Psikoloji, devrimsel olmaktan çok, evrimsel bir özellik taĢımaktadır. Miller, daha sonra, Princeton Üniversitesi‟nde bir biliĢsel bilimler programı oluĢturmuĢtur.10

b) Ulrich Neisser (1928-)

Almanya‟nın Kiel bölgesinde dünyaya gelen Ulrich Meisser, 3 yaĢındayken ailesi tarafından ABD‟ye getirilmiĢtir. Neisser Harvard‟da fizik üzerine eğitim almıĢtır. George Miller‟den çok etkilenerek, fiziğin kendisine uygun olmadığına karar vermiĢ ve psikolojiye yönelmiĢtir. ĠletiĢim psikolojisiyle ilgili ders alarak, bilgi teorisiyle tanıĢmıĢtır. Neisser, 1950 yılında Harvard‟dan mezun olduktan sonra, yüksek lisans için gittiği Swartmore‟da Gestalt psikologlarından, Wolfrang Köhler‟in

(22)

9

gözetmenliğinde çalıĢmıĢtır. Doktora eğitimi için tekrar Harvard‟a dönmüĢ ve 1956 yılında doktora eğitimini tamamlamıĢtır. Neisser, DavranıĢçılık‟ı tuhaf ve saçma bulmuĢtur. Neisser, 1967 yılında, alanı kuran ve adını veren, Bilişsel Psikoloji isimli kitabını yayımlamıĢtır. Bilişsel Psikoloji, oldukça popüler olmuĢtur ancak, Neisser, kendisinin BiliĢsel Psikoloji‟nin babası olarak gösterilmesinden çok rahatsız olmuĢtur. Neisser‟de yeni bir düĢünce ekolü kurma isteği olmamıĢtır, fakat kitabı psikolojiyi DavranıĢçılık‟tan uzaklaĢtırmaya ve biliĢsel anlayıĢa yakınlaĢtırmaya çok yardım etmiĢtir. Neisser, biliĢsel terimini duyusal verilerin dönüĢtürüldüğü, saklandığı, hatırlandığı ve kullanıldığı süreçler açısından tanımlamıĢtır. Neisser‟e göre biliĢ, insanoğlunun yapabilmesi mümkün olan her Ģeyi kapsamaktadır. Bu nedenle BiliĢsel Psikoloji, duyum, algı, hayal kurma, hafıza, problem çözme, düĢünme ve diğer tüm zihinsel faaliyetlerle ilgilenmektedir. BiliĢsel Psikoloji‟nin kurulmasındaki en önemli Ģahsiyetlerden birisi olan Neisser, bir eleĢtirmen olarak, daha önce DavranıĢçılığı eleĢtirdiği gibi, BiliĢsel Psikoloji‟yi de eleĢtirmiĢtir.11

2.Bilişsel Psikoloji’de Temel Kavramlar

Tanımından da anlaĢılacağı gibi, zihinsel süreçler, hafıza, bilinç, bellek kavramları ve bilginin zihinde nasıl oluĢtuğu, nasıl saklandığı, nasıl geri getirildiği konuları, BiliĢsel Psikoloji‟nin temelini oluĢturmaktadır. ÇalıĢmamızın bu bölümünde, BiliĢsel Psikoloji‟yi diğer ekollerden ayıran, temel kavramlardan bahsedilmektedir.

a) Bilişsel Gelişim

Bireyin, çevresindeki dünyayı anlama ve öğrenmesini sağlayan, aktif zihinsel faaliyetlerdeki geliĢime, “BiliĢsel GeliĢim” adı verilmektedir. BiliĢsel geliĢim; bebeklikten yetiĢkinliğe kadar, bireyin çevreyi, dünyayı anlama yollarının daha kompleks ve etkili hale gelmesi sürecidir. Piaget, Bruner ve Vygotsky, çocuğun çevresindeki dünyayı, değiĢik yaĢlarda nasıl ve niçin böyle gördüğünü ve algıladığı belirlemeye çalıĢmıĢlardır. Buna göre Piaget; biliĢsel geliĢimi, biyolojik ilkelerle açıklamıĢtır. Ona göre geliĢim, kalıtım ve çevrenin etkileĢiminin bir sonucudur.

(23)

10

Piaget‟e göre biliĢsel geliĢim, alt düzeydeki bir dengeden, üst düzeydeki bir dengeye ilerleme, olarak tanımlamaktadır. BiliĢsel geliĢimi etkileyen ilkeleri de Ģöyle belirtmektedir:  OlgunlaĢma,  YaĢantı,  Uyum,  Örgütleme,  Dengeleme‟dir.12

Ġnsan, çok sayıda refleksle doğmaktadır. Bu refleksler, çocuğun çevresine uyum sağlamasına yardım etmektedir. Çevresindeki dünya ile ilgili hiçbir yaĢantıya sahip olmayan bebeğin davranıĢlarını, refleksler yönlendirmektedir. Ancak, bebek biyolojik olarak olgunlaĢtıkça ve çevresi ile etkileĢimi sonucu yaĢantı kazandıkça, refleksler değiĢikliğe uğramaktadır. Refleksler, çocuğun çevresine uyum sağlamasına yardım konusundaki yerlerini zamanla bilinçli, karmaĢık hareketlere bırakmaktadırlar. Burada önemli olan nokta; biliĢsel geliĢimde ilerleme olabilmesi için, organizmanın biyolojik olgunluğa eriĢmesi ve çevresiyle etkileĢimleri sonucu yaĢantı kazanması gerektiğidir.13

BiliĢsel geliĢim, olgunlaĢma ve yaĢantı kazanma arasındaki sürekli etkileĢimin bir ürünüdür. Piaget‟e göre uyumun iki yönü vardır. Bunlar, “Özümleme” ve “Düzenleme”dir. “Özümleme” (Assimilation), bireyin, kendisinde var olan biliĢsel yapılarla (Ģemalarla) çevresine uyumunu sağlayan biliĢsel bir süreçtir. Diğer bir deyiĢle; çocuğun karĢılaĢtığı yeni bir olayı, fikri objeyi, kendisinde daha önceden var olan biliĢsel yapı içine alması sürecidir. Çevresine, kendisinde var olan biliĢsel yapılarla tepkide bulunmasıdır. Özümleme, tek baĢına biliĢsel geliĢimi sağlamada yetersiz kalmaktadır. DıĢarıdan gelen uyarıcıları, bireyin sürekli olarak kendisinde var olan yapıları içine alması ve onlara göre tepkide bulunması geliĢimi sınırlandırmaktadır. Bu nedenle, yeni obje, olay, durumları anlamak, bilmek için var olan yapıların yeniden Ģekillendirilmesi, biçimlendirilmesi de gerekmektedir. ĠĢte, mevcut Ģemayı yeni durumlara, objelere, olaylara göre yeniden biçimlendirme,

12

Senemoğlu, Nuray, Gelişim Öğrenme ve Öğretim, Gazi Kitabevi, Ankara 2004, s. 32. 13 a.g.e., 32.

(24)

11

Ģekillendirme sürecine “Düzenleme” (Accomodation) adı verilmektedir. Her yaĢantı, özümleme ve düzenlemeyi kapsamaktadır. Eğer, mevcut biliĢsel yapılar, yeni durumlara cevap vermek için uygun ise, özümleme yapılmaktadır. Yeterli değilse, mevcut biliĢsel yapılar yeniden düzenlenmektedir. 14

Piaget‟e göre zihin, karmaĢık ve bütünleĢmiĢ yollarla yapılanmıĢtır veya organize edilmiĢtir. En basit seviyesi, bir nesne üzerinde gerçekleĢtirilebilen bazı hareketlerin zihinsel temsilleri olan “Ģema”lardır. Bu Ģemalar, yeni doğanın dünyayı tanımak için kullandığı yollardır. GeliĢim sürecinde, bu Ģemalar devamlı olarak

bütünleĢmekte, koordine olmakta ve sonunda da yetiĢkin zihnini

oluĢturmaktadırlar.15

Buna göre insanlar, olayları zihinlerinde var olan Ģemalara göre yorumlamakta, sıkıntılı durumlarla mücadele ederken Ģemalar devreye girmektedir.

Piaget‟in biliĢsel geliĢimle ilgili gördüğü diğer bir biyolojik ilke de organizmanın örgütleme eğiliminde olduğudur. Her bir uyum hareketi, organize edilmiĢ bir davranıĢın parçasıdır. Tüm etkinlikler koordinelidir. Uyum davranıĢı, örgütlenmiĢ bir sistemin, örgütlenmiĢ bir etkinliğin parçası içinde yer aldığı için düzenlidir. Örgütleme, sistemin düzenini koruyucu ve geliĢtiricidir. Piaget‟in diğer bir ilkesi de dengelemedir. Daha önce de belirtildiği gibi geliĢim, alt düzeydeki bir dengeden, üst düzeydeki bir dengeye ilerlemektir. Çocuğun biliĢsel dengesi, yeni karĢılaĢtığı olay, obje, durum ve varlıklarla bozulmaktadır. Onlarla etkileĢimde bulunarak yeni yaĢantılar kazanmakta ve yeni obje, olay, varlık ve duruma uyum sağlamaktadır. Böylece, yeni ve üst düzeyde bir dengeye ulaĢmaktadır. Piaget‟e göre zeka ise, organizmanın, çevreye etkin bir Ģekilde uyum sağlamasına yardım etmektedir; gerek organizma, gerekse çevre sürekli değiĢtiğinden, bu ikisi arasındaki zekice etkileĢimler de değiĢmek zorundadır. 16

Piaget, biliĢsel geliĢimi dört temel evreye ayırmıĢtır. Piaget, tüm çocukların bu geliĢim aĢamalarını sırasıyla geçirmesi gerektiğine inanmaktadır. Ona göre biliĢsel geliĢim özelliklerini ve dönemlerini tablo halinde Ģöyle gösterebiliriz:17

14 Senemoğlu, a.g.e., 36-37. 15 Solso, a.g.e., 457. 16 Senemoğlu, a.g.e., 33-34. 17 a.g.e., 35-39.

(25)

12 Tablo-1: Piaget‟in BiliĢsel GeliĢim Dönemleri ve Özellikleri

EVRELER YAŞLAR ERİŞİLEN TEMEL ÖZELLİKLER

Duyusal Motor Dönemi 0-2 yaĢ -Kendisini dıĢ dünyadan ayırt etme.

-Refleksif davranıĢlardan amaçlı davranıĢlara geçme. -Nesnenin sürekliliğini kazanma

ĠĢlem Öncesi Dönem 2-7 yaĢ -Çevresindeki olay ve nesneleri çeĢitli sembollerle ifade etme. -Tek yönlü sınıflandırmalar yapma.

-BaĢlangıçtaki ben merkezlilikte giderek azalma. Somut ĠĢlemler Dönemi 7-11 yaĢ -Mantıksal düĢünme yeteneğinde geliĢme.

-Korunum kazanma. -Üst düzeyde sınıflama yapma. -Ben merkezlilikten uzaklaĢma. -Somut yollarla problem çözme. Soyut ĠĢlemler Dönemi 11 yaĢ + -Soyut düĢünme.

-Bilimsel yöntemlerle problem çözme. -Değer ve inanç sistemini yapılandırma.

-Fikir dünyasıyla aktif olarak ilgilenme ve düĢüncesini etkinliklerine yansıtma.

BiliĢsel geliĢim konusunda açıklamaları olan bir diğer isim de Vygotsky‟dir. Onun biliĢsel geliĢime iliĢkin görüĢleri ise Ģöyledir: Vygotsky‟e göre öğrenme, geliĢimden önce olmaktadır. Ona göre, çocuğun beyni doğuĢtan sosyaldir ve benmerkezci konuĢma da amacı itibarı ile sosyaldir.18 Vygotsky‟nin konuĢma geliĢimi Ģemasındaki ilk evre “sosyal konuĢma”dır. Ona göre konuĢmanın amacı, bebeklikten itibaren iletiĢim ve sosyal iliĢki kurmaktır. Çocuk kendisiyle konuĢmaya, diğerleriyle konuĢtuğu gibi baĢlamaktadır. DıĢ Ģartlar onu düĢünmeye zorladığında ise sesli düĢünmektedir. Yani çocukta ilkin otistik düĢünce ve konuĢma yoktur, çünkü çocuk en baĢından itibaren sosyaldir. Ġkinci evre, “benmerkezci konuĢma” olup çocuğun düĢüncesine uzun zaman eĢlik etmemekte, sadece belirli durumlarda ortaya çıkmaktadır. Benmerkezci konuĢma; gerginliğin dıĢa vurulması ve duyguların boĢalımı için gerekli (ama en önemlisi uygun düĢünceyi ifade için bir araç) ve problemin çözümü için de bir planlamadır. “Ġçsel konuĢma”, konuĢma geliĢiminin son evresidir. YetiĢkinlerdeki içsel konuĢma, sosyal adaptasyondan ziyade kendi kendine düĢünmedir ve çocuktaki benmerkezci düĢünceyle aynı iĢleve sahiptir.19

18

Solso, a.g.e., 467.

19Erdener, Eda, “Vygotsky‟nin DüĢünce ve Dil GeliĢimi Üzerine GörüĢleri: Piaget‟e EleĢtirel Bir BakıĢ”, Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, Cilt VII, Sayı1, Ankara 2009, s. 90-91.

(26)

13

Çocuğun, yardımla ve yardımsız yapabilecekleri arasındaki fark, Vygotsky tarafından “Yakınsal GeliĢim Alanı” (Zone of Proximal Development) olarak isimlendirilmektedir. Ona göre, çocukta düĢüncenin geliĢimi, en belirgin Ģekilde dil geliĢiminde görülmektedir. Ona göre, dil, çocuğun duyduğu dıĢ konuĢma ile düĢündüğü iç konuĢma arasındaki birleĢmedir. Bu yüzden, dil ve düĢüncenin, aynı fenomenin iki ayrı kolu olduğu sonucuna varılabilmektedir. Buna göre, dil olmadan düĢünce olmayacak ve düĢünmenin dile bağlı olduğu çıkarımı yapılabilecektir. Vygotsky düĢüncesinin temel savunucularına göre, düĢünme ve konuĢmanın birbirinden farklı genetik kökleri vardır ve her birinin geliĢim hızları birbirinden farklıdır. DüĢüncenin kaynağı, çocuğun biyolojik geliĢimidir. Dilin kaynağı ise, bulunduğu sosyal ortamdır. Dil ve düĢünce, birbirinden farklı iki fenomen olmalarına rağmen, çocuğun her nesnenin bir ismi olduğunu öğrenmesi ile birlikte, birbirlerine bağlı hale gelmektedirler. Çocuğun, bunu fark etmesi ile birlikte düĢünce ve dil birbirinden ayrılmamaktadır. Bu yüzden, dilin içselleĢtirilmesi, düĢüncelerin iç konuĢmada ifade edilmesine yol açmaktadır.20

Bruner‟e göre, biliĢsel geliĢim, tepkilerin uyarıcıdan bağımsız hale gelmesidir. BaĢlangıçta çocuklar, uyarıcıların kontrolü altındadır. DeğiĢik uyarıcılara, belli yollarla tepkide bulunmaktadırlar. Ancak, zamanla tepkileri artan bir Ģekilde, uyarıcıdan bağımsız hale gelmektedir. Çocukta dilin kazanılmasıyla, uyarıcıları kontrol etme, yönlendirme, daha özgün davranma gözlemlenmektedir. Bruner‟e göre geliĢim, bilgiyi iĢleme sürecinin ve depolama sisteminin geliĢimine bağlıdır. BiliĢsel geliĢim, aynı zamanda birçok seçenekle baĢetme yeteneğinde oluĢan bir artıĢtır. Bruner‟in biliĢsel geliĢim dönemleri ise 3‟e ayrılmaktadır. Buna göre, birinci evre, “Eylemsel Dönem” (Enactive Stage)‟dir. Çocuk, bu dönemde çevreyi eylemlerle anlamakta; çevresindeki nesnelerle ilgili yaĢantıyı onlara dokunarak, vurarak, ısırarak, hareket ettirerek kazanmaktadır. BiliĢsel geliĢimin ikinci düzeyi, “Ġmgesel Dönem” (Iconic Stage)‟dir. Bu dönemde bilgi, imgelerle taĢınmaktadır. Görsel bellek geliĢmiĢtir. Ancak, çocuğun kararları, dile değil, duyu organları yoluyla edindiği duyusal etkilere dayalıdır. Çocuklar, algılarının tutsağıdır. Herhangi bir nesneyi, olayı, durumu nasıl algılarlarsa, zihinlerinde de o Ģekilde

(27)

14

canlandırmaktadırlar. BiliĢsel geliĢimin sonuncu düzeyi ise, “Sembolik Dönem” (Symbolic Stage)‟dir. Çocuk, artık bu dönemde, etkinlik ya da algının anlamını açıklayan sembolleri kullanmaktadır. 21

b) Bilinç Durumları

Bilinç, birinin anılarının, duygularının ve bedensel duyumlarının olduğu kadar, görsel ve iĢitsel dıĢ dünya olaylarının da farkında olmasını kapsayan bir süreçtir. Bu tanıma göre, bilincin iki yönü bulunmaktadır: Birincisi, bilinç çevresel uyaranların fark edilmesini içermektedir. Örneğin, aniden bir kuĢun ötüĢünün, keskin bir diĢ ağrısının farkına varabiliriz. Ġkincisi ise, bilinç aynı zamanda, bir kimsenin kendi zihinsel olaylarına ait, düĢüncelerini de kapsamaktadır. Bu düĢünceler, bizim dahilî benlik ve farkındalık duygularımızdan ve anılarımızdan kaynaklanmaktadır. Örneğin, kalabalığın içinde ne kadar utangaç olduğumuzu düĢünebiliriz.22

Bilincin iĢlevlerini Ģöyle sıralayabiliriz:

Tanımsal ve Bağlam-Ortam İşlevi: Bilincin temelinde yatan sistem, genel uyarımı onun bağlamsal durumuyla iliĢkilendirerek, bir uyaranı tanımlamada ve uyaranın algılanmasındaki, anlaĢılmasındaki belirsizliği kaldırmada rol oynamaktadır.

Uyum ve Öğrenme İşlevi: Sinir sisteminin, adapte olması gereken yenilik ne kadar çoksa, baĢarılı bir öğrenme ve problem çözme için, bilincin de o kadar fazla iĢin içine girmesi gerekmektedir.

Önem Sırasına Koyma ve Erişim, Kontrol İşlevi: Dikkat mekanizmaları, bilinçli hale gelecek olan Ģey üzerinde seçici kontrol uygulamaktadır. Bazı olayları, yüksek seviyeli amaçlarla bilinçli bir Ģekilde iliĢkilendirerek, onları daha sık bilinçli hale getirerek, onların baĢarılı adaptasyon Ģansını arttıran eriĢim öncelikleri arttırılabilmektedir.

21

Senemoğlu, a.g.e., 53-55. 22 Solso, a.g.e., 166.

(28)

15

Zihinsel ve Fiziksel Faaliyetlerin Oluşturulması ve Kontrolü: Bilinçli amaçlar, istemli faaliyetlerin yürütülmesi ve düzenlenmesi için alt amaçları ve motor sistemleri oluĢturabilmektedir.

Karar Verme ve Yürütücü İşlev: Otomatik sistemler, faaliyet akıĢındaki her seçim noktasını karĢılaĢtıramadığı zaman, seçimi bilinçli yapmaya, uygun kararı vermeyi destekleyebilecek bilgi kaynaklarını oluĢturmaya yardım etmektedir. Kararsızlık durumlarında, amacı bilinçli hale getirebilmekteyiz; böylece amaca uygun veya amaca karĢı iĢleyen bilinçli ve bilinçsiz kaynaklar, geniĢ Ģekilde seferber edilebilmektedir.

Hata Bulma ve Düzeltme İşlevi: Bir hata, keĢfedildiği zaman, yürütmeyi durdurmak için, harekete geçen bilinçsiz kurallar sistemini, bilinçli amaç ve planlar izlemektedir. Yaptığımız bir hatanın, ne olduğunun genel olarak farkındayızdır, ancak bu hatanın ayrıntılarının farkında değilizdir.

Yansıtıcı ve Kendini İzleme İşlevi: Bilinçli içsel konuĢmalar ve hayal etme yoluyla, bilinç ve bilinç dıĢı iĢleyiĢimizi, bazı boyutlarda kontrol edebilmekte ve ölçüp biçebilmekteyizdir.

Düzenleme ve Esneklik Arasında En İyi Şekilde Seçim Yapma: Beklenmedik bir durumla karĢılaĢtığımızda, özelleĢmiĢ bilgi kaynaklarını seferber etmek ve yeniden Ģekillendirmek için, bilinç kapasitesi mutlaka gerekmektedir.23

c) Algı ve Dikkat

Sinir sistemi ve beyin, büyük ölçüde, algı ve düĢünme için tasarlanmıĢtır. DıĢ dünyadaki uyaranların ilk tespitine duyum denilmektedir. Buna karĢılık algı terimi ise, duyusal bilginin yorumlanması için gerçekleĢen, daha yüksek düzeyde bir biliĢi kapsamaktadır. Duyum, uyaranın ilk olarak tespitini, algı ise hissettiklerimizin yorumlanmasını içermektedir. Algı, geçmiĢte öğrenilen bilgilerden, geçmiĢte

(29)

16

kurduğumuz hipotezlerden, önyargılardan ve duyusal sinyallerden etkilenmektedir. Algısal uzam, iki tür depodan oluĢmaktadır. Bunlardan birincisi, “Görsel Depo” dur. Neisser, görsel izlenimlerin, sistem içindeki sürekliliğine ve daha sonraki iĢlemler için çok kısa bir süre tutulmasına, “Görsel Bellek” adını vermiĢtir. Görsel bellek, saklamayı içerse de, son yapılan çalıĢmalar, bu belleğin, dikkat gibi üst düzey biliĢsel iĢlevlerden bağımsız olduğunu göstermektedir. Görsel depo aslında, görsel alanın anlık çekilen görüntülerinin yığınıdır. Bu görüntülerin her biri, yaklaĢık bir saniye sürmektedir. Görsel belleğe giren bilgi, daha ileri seviyede iĢleme tabi tutulmadıkça, çabucak kaybolmaktadır. 24

Görsel bilgi görsel Ģekilde bir süre için depolanmaktadır. Anlamlı hale getirilmek istenen bilgi, iĢleme sistemi olan kısa süreli belleğe aktarılmaktadır. Bu aktarma iĢlevini sağlayan mekanizma dikkattir.25

Neisser, iĢitmeyle ilgili duyusal belleği, “Yankısal Depo” olarak adlandırmaktadır. Yankısal depo, iĢitsel bilginin, kısa süreli saklanmasını sağlayarak, bu bilginin anlaĢılması için, anlık bağlamsal ipuçları sağlamaktadır. Yankısal deponun, saklama süresi çok kısadır (250 milisaniye ile 4 saniye arası); kısa süreli belleğin saklama süresi daha uzundur. ĠĢitsel bilgi, yankısal depoda ham Ģekilde, kısa süreli bellekte ise yarı iĢlenmiĢ halde saklanmaktadır. Görsel ve yankısal depoya iliĢkin bir spekülasyona göre fiziksel, dıĢ dünyadan bilgi elde etme, yalınlık kanununa göre gerçekleĢmektedir. Sinir sistemimizin, sınırlı kapasitesi göz önüne alınırsa, dıĢ dünyadan gelen çok sayıdaki uyarıcı ve bilginin ancak küçük bir kısmının daha ileri düzeyde iĢlenmek üzere seçilebileceği ortaya çıkmaktadır. Bu fikir, görme ve iĢitme için de geçerli gözükmektedir. 26

Duyu sisteminin, uyaranları bir an için tutması, bu uyaranlardan uygun olanlarının, daha ileri düzeyde iĢlenmesi için uygun görülmektedir. Daha ileri düzeyde iĢlenmek üzere uygun bilgilerin seçilmesi ve uygun olmayan bilgilerin elenmesi arasında ince bir denge var gibi görünmektedir. Yankısal ve görsel depoda olduğu gibi, duyusal bilginin, kısa süreli ve yanlıĢsız kaydedilmesi bize, sadece uygun olan bilgiyi, daha ileri düzeyde iĢlemek üzere seçmemiz için bir mekanizma oluĢturmamızda yardımcı olmaktadır. Duyusal izlenimi değiĢtirmeden, kısa bir

24 Solso, a.g.e., 92. 25 http://www.biyolojiegitim.yyu.edu.tr/ders/omk/bimtb.pdf, 20/05/2009. 26 Solso, a.g.e., 94-96.

(30)

17

süreliğine saklamak, olayları taramamızı ve en önemli uyarıları seçip, insan belleğinin karmaĢık matrisine yerleĢtirmemizi sağlamaktadır.27

Duyusal, iĢitsel ya da görsel bilgiyi iĢleyebilmek ve bellekte saklayabilmek için, bu uyaranların diğer uyaranlar arasından seçilmesi gerekmektedir. ĠĢte, uyaranları seçerken, devreye dikkat girmektedir. Buna göre dikkat, uyarıcıya ya da uyarıcılara tepkiye yönelme iĢlemidir. Çevremizde, çok uyarıcı olmasına ve hatta duyusal kayıtın kapasitesinin, bunların tümünü alabilecek büyüklükte olmasına rağmen, sadece dikkat ettiğimiz, bizim için önemli olan bilgiler öğrenmektedir. Bu nedenle, bizim için önemli olan, belli uyarıcılara dikkat edip, diğerleri göz ardı edilerek, elenmektedir. Sadece, dikkat edilen uyarıcılar iĢlenmeye baĢlamaktadır. Bu durumda, duyusal kayda giren bilgiyi iĢleyebilmek için, çok hızlı olmak gerekmektedir. Aksi durumda, bilgi kaybolmaktadır. Duyusal kayıtta, bilgi iĢleme ise, dikkat ile baĢlamaktadır. 28

d) Bellek

Bellek, çoğu insana göre, bilgilerin tıpkı bir kütüphane rafına yerleĢtirilen kitaplar gibi, depolandığı bir yapıdır. Oysaki bellek, kendisine özgü süreçleri ve çeĢitleri olan bir yapıdır. BiliĢsel Psikoloji‟ye göre, üç tür bellekten söz edilmektedir: Bunlar, duyusal kayıt, kısa süreli bellek ve uzun süreli bellektir. Bu bellek türlerini, Ģu Ģekilde açıklayabiliriz:

Duyusal Kayıt: Çevreden gelen uyarıcılar, kiĢinin alıcılarını yani duyu organlarını etkilemekte ve bu uyarıcılar, duyusal kayıt yoluyla, sinir sistemine girmektedir. Duyu organlarının, her birine gelen uyarıcıların, ilk algılamalarından duyusal kayıt sorumlu olmaktadır. Duyusal kayıttaki bilgi, orijinal uyarıcıyı temsil eden bir yapıdadır. Yani, uyarıcının tam bir kopyası biçimindedir. Bilgi, burada çok kısa bir süre kalabilmektedir. Bazı psikologlara göre, bilginin kalıĢ süresi, yarım saniyeden daha azdır; bazılarına göre ise, bir ile dört saniye arasındadır. Bilginin, duyusal kayıtta kalıĢ süresi, çok sınırlı olmakla birlikte, duyusal kayıtın kapasitesi, sınırsızdır ve her duyu için ayrı bir deposu olduğu düĢünülmektedir. Duyusal kayıtın

27

Solso, a.g.e., 96. 28 Senemoğlu, a.g.e., 287.

(31)

18

kapasitesi, sınırsız olmakla birlikte, gelen bilgi anında iĢlenmezse, çok hızlı bir Ģekilde kaybolmaktadır. Duyusal kayıta gelen sınırsız uyarıcıdan, sadece dikkat edilen sınırlı sayıdaki bilgi, kısa süreli belleğe aktarılmaktadır. Bilginin, duyusal kayıttan, kısa süreli belleğe geçiĢinde, dikkat ve seçici algı süreçleri, süzgeç görevi yapmaktadır. Dikkat edilen, algı alanına giren uyarıcılar, kısa süreli belleğe aktarılmaktadır.

Kısa Süreli Bellek/İşleyen Bellek: Kısa süreli belleğin, birbirleriyle iliĢkili iki temel fonksiyonu vardır. Bundan dolayı da hem kısa süreli bellek hem de iĢleyen bellek olarak adlandırılmaktadır. Buna göre kısa süreli belleğin birinci iĢlevi; sınırlı miktardaki bilgiyi, sınırlı bir zaman süreci içinde, geçici olarak depolamasıdır. Bu iĢlevinden dolayı, kısa süreli bellek adını almaktadır. YetiĢkinin, kısa süreli belleği, beĢ ile dokuz birim arasında değiĢebilen bilgi miktarını depolayabilmektedir. Kısa süreli belleğin sınırlılıklarından birisi, bilginin burada kalıĢ süresinin çok kısa olmasıdır. YetiĢkinlerde bu süre, yirmi saniye civarındadır. Kısa süreli bellekte, dikkati çeken bir diğer nokta da, unutmanın ilk saniyelerde çok hızlı olduğu, giderek bu hızın düĢtüğüdür. Ancak, sonuç olarak, kısa süreli belleğe gelen bilgi, zihinsel tekrar yapılamadığı ya da kodlanıp, uzun süreli belleğe gönderilmediği takdirde, çok hızlı unutulmaktadır. 29

Kısa süreli belleğin, ikinci iĢlevi ise; zihinsel iĢlemleri yapmaktır. Bu nedenle, kısa süreli bellek, “ĠĢleyen Bellek” olarak da adlandırılmaktadır. Kısa süreli bellekte saklanan Ģey, kiĢiye sunulan materyalin; duyduğu ya da gördüğünün tam bir zihinsel resminin temsilcisi değildir. Bilgiyi, uzun süreli belleğe gönderme iĢlemleri; yani uzun süreli bellekten, eski bilginin geri getirilmesi, yeni bilgilerle karĢılaĢtırılması, bilginin yeniden organize edilip, uygun Ģekilde kodlanarak, uzun süreli belleğe gönderilmesi, kısa süreli bellekte yapılmaktadır. Zihinsel iĢlemlerin, büyük ölçüde burada yapılması nedeniyle, kısa süreli bellek, çok meĢgul bir kavĢak görünümündedir. Bu nedenle, kısa süreli belleğe aynı zamanda, “Uyanık Bellek” de

(32)

19

denilmektedir. Sonuç olarak, kısa süreli belleğe gelen bilgi Ģunlardan biri ile sonuçlanmaktadır:30

 Zihinsel tekrar yoluyla, bir süre hatırda tutularak, tepki üreticilere gönderilmekte ve davranıĢ olarak ortaya çıkmaktadır.

 Yirmi saniye içinde, tamamen unutulabilmektedir.

 Zihinsel tekrar ve kodlama yapılarak, uzun süreli belleğe

gönderilebilmektedir.

Bir bilgi üst üste yinelenerek öğrenilmiĢse, sinir sisteminde kendisine bir yol açmaktadır. O bilgi ile ilgili bir uyaran geldiğinde, bilginin yolu belli ve açık olduğundan ve bu yol ilgili bilgileri de birbirine bağladığından, bilginin tümü birden hatırlanmaktadır.31

Uzun Süreli Bellek: Ġyi öğrendiğimiz bilgiyi, sürekli olarak depoladığımız bellek türüdür. Bilgi, kısa süreli bellekte, çok kısa süre kalmasına karĢın, uzun süreli bellek, bilginin sürekli depolanma yeridir. Yani bilgi, kısa süreli bellekten, uzun süreli belleğe geçirilmediği takdirde, beyinde herhangi bir değiĢme meydana gelmemektedir. Oysa uzun süreli bellek, nöronlar arasındaki bağlantılarda yani sinapslarda yapısal değiĢme ile ortaya çıkmaktadır. Sinapslar ya güçlenmekte ya da komĢu nöronlarla yeni bağlar, yeni kollar oluĢturmaktadır. Beyindeki bu değiĢmeler de, bilginin uzun süreli bellekte, sürekli olarak kaldığını göstermektedir. Uzun süreli belleğin, kısa süreli bellekten bir diğer farkı da, uzun süreli belleğin kapasitesinin sınırsız olmasıdır. Öğrenme, bir kez gerçekleĢtiğinde, öğrenilenlerin artık ebediyen saklandığına iliĢkin bir takım kanıtlar bulunmaktadır. 32

Uzun süreli bellek, gerektiğinde kullanılmaya hazır olarak saklanan, düzenlenmiĢ, organize edilmiĢ bilgilerin depolandığı bir kütüphaneye benzetilmektedir. Bilginin hatırlanmasının, büyük ölçüde, materyalin uygun bir Ģekilde kodlanarak, uygun yere yerleĢtirilmesine bağlı olduğu sanılmaktadır. Doğru bir Ģekilde kodlanmıĢ ve organize edilmiĢ bilgiyi de uzun süreli bellekten geriye

30

Senemoğlu, a.g.e., 273-274. 31

Korkmaz, Özgen – Mahiroğlu, Ahmet, “Beyin, Bellek ve Öğrenme”, Kastamonu Eğitim Dergisi, Cilt XV, No 1, Kastamonu 2007, s. 95.

(33)

20

getirip, kullanmak çok kolay olmaktadır. Bazı kuramcılar, kütüphaneye benzettikleri uzun süreli belleğin, üç temel bölmesi olduğunu ileri sürmektedirler. Bunlar: Anısal Bellek, Anlamsal Bellek ve ĠĢlemsel Bellek‟tir. 33

“Anısal Bellek” (Episodik Memory), kiĢisel yaĢantılarımızın depolandığı bölmedir. Burası adeta, otobiyografik bellek olarak iĢ görmektedir. YaĢamımız süresince baĢımızdan geçen olaylar, Ģakalar, dedikodular, kısaca kiĢisel yaĢantılar burada depolanmaktadır. “Anlamsal Bellek” (Semantic Memory) ise, konu alanlarının kavramları, olguları, genellemeleri, kuralları depolanmaktadır. Anlamsal bellek, önerme ağları ve Ģemalardan oluĢmaktadır. Önerme Ağı, birbirine bağlı olan fikirler, kavramlar ve iliĢkiler setidir. Uzun süreli bellekteki bilgiler, bu set içinde tutulmaktadır. Bu durum, bilginin, uzun süreli bellekte, birbirinden bağımsız, ayrılmıĢ birimler halinde değil, birbiriyle belli bir dizi halinde bağlanmıĢ ve diğer birimlerle iliĢkili olarak organize edilmiĢ bir Ģekilde saklandığını göstermektedir. Öğrenme ağı biçiminde depolanan bilgi, temel olarak, betimleyici niteliktedir. Ancak önermeler, küçük bilgi birimlerinin temsil edilmesi için uygun olmamakla birlikte, organize edilmiĢ, daha büyük bilgi örüntülerini temsil edici, farklı yapılara ihtiyaç oluĢmaktadır. Bu büyük, organize edilmiĢ bilgi örüntülerini temsil eden, veri yapılarına “ġema” denilmektedir. Buna göre Ģemalar, birbirine bağlı olan fikirler, iliĢkiler ve iĢlemler seti olarak tanımlanabilmektedir. Diğer bir deyiĢle Ģema, bir olayı, bir kavramı ya da bir beceriyi anlamak için rehber ya da bir biçimdir. Her durumda, önceki edinilen bilgilere ve anlamlara dönük olarak harekete geçirilen Ģeme, davranıĢ biçimimizi etkilemektedir. ġemalar, bilgi ağlarını kapsadığı gibi, karar verme, problem çözme için iĢlemleri ve etkinlik planlarını da kapsamaktadır. “ĠĢlemsel Bellek” (Procedure Memory) ise; herhangi bir Ģeyin nasıl yapılacağı ile ilgili bilgilerin, iĢlemlerin depolandığı bellektir. ĠĢlemsel belleğin oluĢumu çok zaman alıcı olmaktadır ancak, bir kez meydana geldiğinde de güçlü bir kalıcılığa, hatırlanma özelliğine sahiptir. Örneğin; nasıl yüzüleceği, nasıl kayak yapılacağı, nasıl araba kullanılacağı gibi bilgiler, iĢlemsel bellekte depolanmaktadır.34

33

Senemoğlu, a.g.e., 278. 34 a.g.e., 278-286.

(34)

21

e) Bilgi İşleme

BiliĢsel Psikoloji‟den önceki öğrenme kuramlarında, gözlenebilir davranıĢlar üzerinde odaklanılmaktaydı. BiliĢsel öğrenme kuramlarıyla beraber, zihinsel yapılardaki değiĢime dikkat çekilmiĢtir. Buna göre, modern biliĢsel öğrenme kuramları, öğrenenin kafasının içinde olup biten süreçleri, bu süreçlerin özelliklerini, fonksiyonunu belirleyen ilkeleri, yasaları ortaya koymaya çalıĢmaktadırlar. Öğrenmeyi biliĢsel açıdan inceleyen kuramlardan birisi de Bilgiyi ĠĢleme Kuramı‟dır. Bilgi iĢleme, temel olarak Ģu dört soruyu cevaplamaya çalıĢmaktadır:35

 Yeni bilgi, dıĢarıdan nasıl alınmaktadır?

 Alınan yeni bilgi, nasıl iĢlenmektedir?

 Bilgi, uzun süreli olarak nasıl depolanmaktadır?

 Depolanan bilgi, nasıl geriye getirilip, hatırlanmaktadır?

Bilgiyi iĢlemeye göre yapılar ve öğrenmeyi sağlayan süreçler, bu sorulara Ģu Ģekilde cevap vermektedir:

 Çevredeki uyarıcıların, alıcılar (duyu organları) yoluyla alınması.

 Duyusal kayıt yoluyla bilginin kaydedilmesi (duyusal kayıt).

 Dikkat ve seçici algı süreçleri harekete geçirilerek, duyusal kayıta gelen bilginin seçilerek, kısa süreli belleğe geçirilmesi.

 Bilginin, bir müddet kısa süreli bellekte kalabilmesi için zihinsel tekrarın yapılması (kısa süreli bellek).

 Bilginin, uzun süreli bellekte depolanabilmesi için, iĢleyen bellekte (kısa süreli bellekte), anlamlı kodlamanın yapılması.

 Kodlanan bilginin, uzun süreli bellekte depolanması.

 Bilginin, uzun süreli bellekten iĢleyen belleğe geri getirilmesi.

 Bilginin, iĢleyen bellekten yani kısa süreli bellekten tepki üreticiye gönderilmesi.

 KiĢinin, çevresinde performansını göstermesi.

 Yürütücü kontrol tarafından, tüm bu süreçlerin kontrol edilmesi ve düzenlenmesi. 36

35 Senemoğlu, a.g.e., 265-266. 36 a.g.e., 268.

(35)

22

B. PSİKOTERAPİK YAKLAŞIMLAR

BiliĢsel Psikoloji, BiliĢsel Terapi‟nin temelini oluĢturmaktadır. BiliĢsel Terapi; zihin, algı, dikkat, bellek, bilgi iĢleme gibi temel kavramları kullanarak, kendi sistemini oluĢturmuĢtur. BiliĢsel Psikoloji 1950‟lerde ortaya çıkmasına rağmen, BiliĢsel Terapi 1970‟lerde varlığını göstermiĢtir. BiliĢsel Terapi ortaya çıkana kadar, Psikoloji alanını birçok terapi çeĢidi etkilemiĢtir. BiliĢselci terapistler de, bu terapi çeĢitlerini temel alarak yetiĢmiĢlerdir.

ÇalıĢmamızın bu bölümünde, BiliĢsel Terapi‟den önce var olan, BiliĢselci terapistleri etkileyen terapi çeĢitlerinden bahsedilmektedir.

1. Psikanalitik Terapi

BiliĢselci terapistlerin çoğu, Psikanalitik bir eğitim almıĢlardır. Daha sonra, bu terapinin eksikliklerinden yola çıkarak, zihne yönelmiĢlerdir. “Psikanalitik Terapi” (Psychoanalytic Therapy), Freud tarafından sistemleĢtirilmiĢtir.

Freud‟un Psikanalitik sistemi, bir kiĢilik geliĢimi modeli ve bir psikoterapi yöntemidir. Freud, psikoterapiye yeni bir bakıĢ ve yeni ufuklar kazandırmıĢ, davranıĢı motive eden Psikodinamik faktörlere dikkat çekmiĢ, bilinçaltının rolüne odaklanmıĢ ve kiĢiliğin temel özelliğine ait yapının anlaĢılması ve değiĢtirilmesi için gerekli ilk terapötik yöntemleri geliĢtirmiĢtir. Freud‟a göre, kiĢiliği özellikle yaĢamın ilk altı yılında geçirilen önemli psiko-seksüel aĢamalarda, mantık dıĢı (irrasyonel) güçler, bilinç dıĢı motivasyonlar, biyolojik ve içgüdüsel dürtüler belirlemektedir. Freud‟un kuramında, içgüdüler temeldir. Freud baĢlangıçta, cinsel enerjinin yerine geçen “Libido” ifadesini kullanmasına rağmen daha sonra, tüm yaĢam içgüdülerinin enerjisi sözcüklerini kullanarak bu ifadenin kapsamını geniĢletmiĢtir. Bu içgüdüler, bireyin yaĢamının ve türünün sürdürülmesi amacına hizmet etmekte, büyüme, geliĢme ve yaratıcılık doğrultusunda bireyi yönetmektedir. 37

Freud, yaĢam içgüdüleriyle ilgili kavramına, tüm zevk veren eylemleri dahil etmiĢ ve yaĢamın en büyük hedefinin, acıları engelleyerek, zevk almak olduğunu belirtmiĢtir. Freud ayrıca, kiĢiyi saldırganlığa iten ölüm içgüdülerinin var olduğunu da kabul etmektedir. Zaman zaman, davranıĢları yoluyla kiĢiler, bilinçaltlarındaki

37

Corey, Gerald, Psikolojik Danışma, Psikoterapi Kuram ve Uygulamaları, (Çev. Tuncay Ergene), Mentis Yayınları, Ankara 2008, s. 68.

(36)

23

ölüm isteğini, kendilerini ve baĢkalarını incitme arzularını göstermektedirler. Psikanalitik görüĢe göre kiĢilik, üç sistemden oluĢmaktadır. Bunlar; id,ego ve süperego‟dur:

İd: ġematik organizasyonlardan kaynaklanan içgüdüler, ruhsal olarak id‟de ifade bulmaktadırlar. Ġd, içgüdülerden kaynaklanan bir enerji ile yüklüdür ve zevk ilkesine dayalı olarak, içgüdüsel ihtiyaçları doyurmaya çalıĢmaktadır.

Ego: Ego, dıĢ dünya ile id arasında bir arabulucu olarak çalıĢmaktadır. Ego, mantık ve sağduyunun temsilcisidir. Buna karĢın id, içgüdüsel tutkulardan oluĢmakta ve egonun müdahalesi olmaksızın kendini mahvedebilmektedir. Ego, gerçeklik ilkesinin, id‟in zevk ilkesinin yerini alması için çalıĢmaktadır.

Süperego: kendi kendini gözlemekle meĢgul olan süperegonun iĢlevi, egoyu ahlaki açıdan etkileyerek, idin isteklerini sınırlamaktır. 38

Freud‟a göre bilinç, tüm aklın ince bir dilimidir. Bilinçaltı ise, tüm deneyimleri, anıları ve baskılanan düĢünceleri depolamaktadır. Farkındalık dıĢı, ulaĢılamayan gereksinimler ve istekler de bilinç alanının dıĢında kalmaktadır. Psikolojik fonksiyonların çoğu, farkındalık dıĢı bir alanda kalmaktadır. Buna göre Psikanalitik Terapi‟nin amacı, bilinçdıĢı olan istekleri, bilinç alanına getirmektir. Psikanalitik modele göre, davranıĢın oluĢumunu anlamak için, bilinçdıĢının rolünün anlaĢılması temel bir öneme sahiptir. 39

Psikanalitik yaklaĢımda bilinci etkileyen önemli kavramlardan biri de kaygı kavramıdır. Kaygı, içgüdüsel ihtiyaçlar karĢısında yaĢanan çaresizliğin iĢaretidir. Bir baĢka deyiĢle, içgüdüsel ihtiyaçların uyanması, bunların kabul edilmezliğini de hatırlattığı için kaygı uyandırmaktadır.40

Ego, kaygıyı uygun ve direk yöntemlerle kontrol altına alamadığında, ego-savunma mekanizmaları olarak adlandırılan dolaylı kontrol yöntemlerine yönelebilmektedir. Ego-savunma mekanizması, bireyin

38Jones, Richard Nelson, Danışma Psikolojisi Kuramları, Nobel Yayınları, (Çev. Füsun Akkoyun), Ġstanbul 2005, s. 90-91.

39

Corey, a.g.e., 70.

(37)

24

kaygıyla baĢaçıkmasına yardımcı olmakta ve egonun aĢırı baskılamasını önlemektedir. Savunma mekanizmalarının yaygın olarak iki özelliği bulunmaktadır: Birincisi, savunma mekanizmaları, gerçeği yadsıyabilirler veya çarpıtabilirler. Ġkincisi ise, savunma mekanizmaları, bilinçaltı düzeyde iĢlev görmektedirler. Freud‟a göre, Psikanalitik Terapi‟nin iki amacı bulunmaktadır: Birincisi, bilinçaltını bilinç düzeyine çıkarmak; ikincisi de davranıĢın içgüdüsel tutkular ve gereksiz suçluluk duygusundan kurtarılarak, gerçeklik temeline göre hareket etmesi için, egonun güçlendirilmesini sağlamaktır. BaĢarılı bir psikanalizin, bireyin kiĢiliğinde ve karakter yapısında belirgin değiĢiklikler yapması gereğine inanılmaktadır. Bilinçaltı mekanizmanın ortaya çıkarılmasında, terapötik yöntemler kullanılmaktadır. Daha sonra, çocukluk deneyimleri yeniden yapılandırılmakta ve analiz edilmektedir. Terapide daha çok, geçmiĢi derinlemesine araĢtırarak, bireyin karakter değiĢimi için gerekli olan, kendi farkındalık düzeylerinin artırılması amaçlanmaktadır.41

Psikanalitik Terapi‟de kullanılan yöntemleri Ģöyle sıralayabiliriz:

Serbest Çağrışım: Serbest çağrıĢım, hastanın aklına gelen her düĢünceyi, herhangi bir sansür ya da bilinçli bir kontrol uygulamaksızın, analiste anlatması Ģeklinde uygulanan bir tekniktir. 42

Rüyaların Analizi: Rüyaların analizi, bilinçaltını açığa çıkaran malzeme olması ve danıĢana çözümlenmemiĢ sorunlarına ait bazı alanlarda iç görü kazandırması nedeniyle önemli bir tekniktir. Uyku sırasında, savunmalar en aza inmekte ve baskılanmıĢ düĢünceler kolayca su yüzüne çıkmaktadır. Doğrudan açığa vurulduklarında ve ifade edildiklerinde hem danıĢan hem de baĢkaları tarafından kolaylıkla kabul edilemeyecek bazı istek ve arzular, dolaylı yollarla veya sembolik olarak rüyalarda ifade edilmektedir.43

41Corey, a.g.e., 71-78.

42Karahan, Tevfik Fikret - Sardoğan, Mehmet E., Psikolojik Danışma ve Psikoterapide Kuramlar, Deniz Kültür Yayınları, Samsun 2004, s. 40.

Referanslar

Benzer Belgeler

Dört yıllık lisans eğitiminden sonra 2001 yılında Türkiye’ye giderek; Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Türk Dünyası Araştırmaları Ana Bilim Dalı, Türk

Universitesinde görev yapmaktadır.2011 yılında Yakın Doğu Universitesinde Atatürk Eğitim fakültesi , Eğitim Programları ve Öğretimi Anabilim Dalında Doktora

2006 yılında Yakın Doğu Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu’nda öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı.. Yakın Doğu Üniversitesi Sağlık

Obezi- tenin davranış değişikliği tedavisi; obeziteye neden olan yemek yeme ve fiziksel aktivite ile ilgili istenmeyen davranışları, istenen davranışlarla değiştirmek

Çalışma incelendiğinde kavramlara karşılık gelen sah- nelerin betimlenmiş olduğu ve kavramsal olarak Sembolik-Yaşantısal Aile Terapisi için “Ya Sonra” filminin

BÖLÜM ÇOCUKLAR İLE BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI TERAPİ Bilişsel Gelişim Süreci ve Bilişsel Terapi

Valilikler bünyesindeki İl Müdürlükleri yerel olarak faaliyet gösterirler ve 2013 yılında yayın- lanan Sosyal Hizmet Merkezleri Yönetmeliği kapsamında faaliyet gösteren

(2009), “A Comparision on the Commercial Position of the Northwestern European Economic Powers in the Ottoman Empire during the early modern period”, XVth World