• Sonuç bulunamadı

Yeni Bir Ülkede Yeni İnsanlar

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yeni Bir Ülkede Yeni İnsanlar"

Copied!
14
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

YENİ BİR ÜLKEDE YENİ İNSANLAR

TU N C ER BAYKA RA *

I. Türkler, 1071 sonrasında yepyeni bir ülkeye geldiklerinde, eski halkla tem asları önem li bir m esele olarak görülüyor. Türkler yeni bir ülkeye, toprağa ve diyara gelindiğinde yapılm ası gereken davranışlar konusunda belirli bir geleneğe sahiptirler. Yeni bir diyara gelindiğinde, insanlara nasıl davıanılacağı, Türk cihan hakim iyetinin esaslarından olarak zaten biliniyor­ du. Bu esasları, şimdi tespit etm ek güçtür. Herhalde Türklerin, öteki insan­ larla ilişkilerinde, kadem e kadem e herkeste görülenler hakkında kesin bir fikirleri bulunm uş olabilir.

Türklerin öteki insanlarla ilişkilerinde, ilk ve en önem li kayıtları Ç inlilerle ilişkilerinde görüyoruz. Çin ile ilişkiler, hem barış, hem de savaş zam anlarında çeşitli durum ve şekillerde oluşuyordu. İnsanlarla barış zamanı ilişkilerin oldukça yumuşak, buna karşılık savaş zam anlarındaki m ünasebetlerin çok sert olduğunun şuurundadırlar. B öylesine bir davranış geleneği, zaten Türk'ün zihninde yer etm iş bulunm aktadır. Gerçi Türklerin kendi kardeşleriyle dolu bir ortam ile, başka insanlarla dolu ortam ları da ayırt edip buna göre belirli davranışları kaideleştirdikleri m uhakkaktır. B öylesine kaideleşm iş davranışların birçok izlerini Kutadgu B ilig'de bulm ak m üm kündür.

Türklerin, XI. yüzyılda A nadolu'ya gelm eden önceki geleneklerinde kökleşen bu davranışların, Selçuklular eliyle, M üslüm an, yani bir din birliği

(2)

içinde olan insanlara olan tatbikatına da şahit olunm uştur. B ununla birlikte Tiirk hayatında asıl önem li gerçeğin savaş ve barış zam anlarındaki farklılık olduğu anlaşılıyor. Prof. Zeki Velidi Togan, Türk'ün hayatında görülen bir büyük tezadın ancak bununla ilgili olduğunu belirtirdi. Çünkü barış zam anında gayet yum uşak, hoşgörülü ve uyum lu olan Türk, savaş söz konu­ su olunca, eski özelliklerinden apayrı yeni bir kim liğe bürünm ekte, savaşın gereklerine kendisini uydurm akta idi. Bu ikili durum u, bir çelişki olarak değil, insanlığın her devrinde ve her yerinde görülen bir gerçeğin tezahürü, olarak görm ek ve kabul etm ek gerekir.

Türk, hiçbir zaman yalnız yaşayam ayacağını bilir. Bu iki yönden zoraki bir gerekliliktir. Ö ncelikle Türk'ün yaşadığı yerlerin sert iklim şartları, toplu yaşam ayı daha gerekli kılar. İkinci husus, insanlar zaten bütün ihtiyaçlarını kendileri üretem ez ve kendileri temin edem ezler. Böyle olunca insanların birbirine, bir anlam da muhtaç olm aları kesin bir görünüş olarak zaten orta­ dadır. O halde, insanların birbirleriyle ilişkilerini ahenkle düzenleyip, o insanların hayatın en rahat ve en m ükem m el şekle getirm ek, Türk yöneticilerinin ve bu arada Türk hakanının temel görevidir.

Türkler, 1071 'de, o zamanki yaygın adıyla Rum diyarına geldiklerinde, kendilerinin, kendileri gibi olm ayan insanlarla belirli bir ilişki geleneği vardı. Bunun esasına göre, Türk, kendisinin yaşam a hakkına saygı gösterildiği, özellikle hakim iyetinin kabul edildiği sürece kendi sorum lu­ luğundaki insanlara da aynı hakları verir. Bu arada en önem li husus, öteki insanların da yaşam a haklarının kesinlikle kabulü ve bunların belirtilm esidir.

Y ukarıda söz ettiğim iz hususlar, adeta bir teorinin ifadesine benzem ek­ tedir. O ysa bunun tespiti için hiç de teoriye ihtiyaç yoktur. İnsanlık tarihinin dikkatli bir incelenm esi bunu gösterdiği gibi, Türklerin hayatının çeşitli izle­ ri de aynı gerçeği ifade eder.

Türklerin büyük kitleler halinde 1071 sonrasında geldikleri bu yeni ülkede eski halkla ilişkilerinde bazı gerçekleri tespit edebiliyoruz. Bunları şöylece sıralayabiliriz:

II. M alazgirt M eydan M uharebesi'nin Türkler tarafından kazanılm ası, A nadolu'nun fetih hareketinde önem li bir adım olm akla birlikte, sonradan

(3)

453

Anadolu adını alacak Rum diyarına Türklerin sahip olması, m uharebenin yakın bir neticesi değildir. Çünkü bu m uharebe sonrasında A lparslan ve B izans İm paratoru, yani savaşan taraflar arasında bir barış yapılm ıştır. A lparslan bu barışın gereklerine uym uş, aradaki düşm anlığı durdurm uştur. Fakat Bizans tarafı bu barışın şartlarına riayet etm eyince, yeniden düşm anlık başlam ış, Selçuklular'da da M elikşah’ın sultan olduğu bu zam anda ise, Türkler Rum diyarına yönelm işlerdir.

Türklerin R um diyarına yönelm eleri ve burasını kendilerine yurt edin­ meleri, tarihin bir büyük olayıdır. Bu olayın çok uzun bir geçm işi, 1071- 1922 arasında 851 senelik bir tarihi vardır. Böylesine uzun bir sürecin içindeki büyük gelişm eyi ve sonrasındaki durum u, belirli zaman dönem leri esas alınarak yorum lam aya çalışacağız. Gerçi bu sürecin son yılları hem en herkesçe çok iyi bilinen M illî M ücadele yıllarını teşkil eder. Fakat bize kalırsa asıl önem lisi, ilk hareketlerin yapılm ası, Türklerin bu diyara gelm ele­ ri, yerleşm ek için tohum un atılması ve tohum ların filizlenip, kök salm asıdır.

Şimdi 1071 sonrasındaki zaman içinde, Türklerin buradaki halkla ilişkilerini ilgilendiren çeşitli durum ları kısaca görelim:

a. Savaş şartlarının etkin olduğu ilk yıllar. Türklerin, bu ülkeye yönelip savaşarak sahip olmaları dem ek olan ilk m üdahale dönem leri. Bu ilk dönem de Türkler ile Bizans hakim iyetinin timsali dem ek olan Kast- ra=K alelerdeki askerler arasında belirli bir düşm anlık vardır. Bu şekilde hasım oluş, ilk zam anlarda bazı olum suz davranışlara da yol açm ış olabilir.

b. Savaşın devamı ve uzun sürm esi halinde, Türkler, hem en her gece belirli bir dikkat içinde kalarak hayatlarını sürdürm üşlerdir. Böylece Türkler, savaş durum una bağlı olarak, her zaman hazırlıklı, adeta silahları yastıklarının altında ve kendileri de savaş kıyafetinde gecelem işlerdir. Türkler böylesine düşm an bir ortam da canlarını korum ak için her türlü tedbiri alm ak zorundadırlar.

c. Düşm anlığın hangi ölçülerde ve ne kadar süre sürdürüldüğünü bilm ek zordur. Şüphesiz bu durum farklı yörelerde, farklı şekillerde ve farklı sürelerde olm uştur. Kesin olarak söylenecek husus, taraflar arasındaki olum ­ suz durum un sadece m uharebe süresince devam etm esidir. Çünkü aradaki

(4)

düşm anlığın devam ı, her iki taraf için de, birçok olum suzlukları da berabe­ rinde getirir.

d. Kalelerin kuşatılm ası, ülke sathındaki savaşlara göre, daha değişik bir görüntüyü beraberinde getirebilir. İlk bakışta düşm anlığın devam ettiği akla gelse de, bu sırada da, asker olm ayan unsurlar arasında olağan gibi görünen bazı ilişkiler görülür. Kuşatılan bir Bizans kalesindeki kom utan kızının, rüyasında gördüğü Türk delikanlısına aşık olarak, onun bir düşm an olm asına rağmen, kaleyi ele geçirm esine yardım ettiğine dair  şıkpaşa ve ilk Osm anlı tarihlerindeki kayıtlar önem lidir. Çünkü bu durum , aradaki düşm anlığın öylesine köklü olm adığını da gösterir.

B öylece apayrı ve yepyeni bir konuya da geliyoruz. Türklerin bu ülkeye gelişleri sırasında, halkın kendilerini yönetenlerle ilişkilerinin çok sıcak olm adığı gerçeğine Bizans Tekfurlarının m ahallî olum suz özelliklerinin ve hatta genelde yerli halkın Bizans idaresi ile uyum suzluğu, Türklerin, halkla daha sıcak ilişkilerine ve bu ülkeye daha kolaylıkla sahip olm alarını etkile­ miş olm alıdır.

Türklerin, geldikleri bu yeni diyarda, iki açıdan eski halkla ilişkilerine tem as edebiliriz. Bunlardan ilkini, yani ilk fetih dönem inin tabiî düşm anlıklarının olabileceğini yukarıda belirledik. Fakat bir de, sonraki yıllarda bu eskiden kalan olum suzluğun devam edip etm em esi m eselesi de vardır.

İki halkın yanyana yaşam ası: Türklerin bu ülkeyi ele geçirdikten sonra, eski ve yeni iki halkın aynı topraklar üzerinde yaşam asının görüntüleri farklı zaman ve m ekanlarla ayrı özellikler gösterm iştir.

a. Türklerin bu ülkeye gelişlerinde, doğrudan silahlı bir fetih hareketi kadar, değişik bir görüntü de seziliyor. Çünkü Türkler, kim i zaman, doğrudan bir büyük siyasî hareketin içinde olm adan da belirli esaslar içinde yeni coğrafyalara yayılabilirler. Böyle durum larda, kırlarda, dağ ve ovalar­ daki halkın yeni gelenlerle ilişkilerinin görünüşü daha değişiktir. Böyle yerlerde oturan halkın yeni gelenlerle ilişkileri apayrı bir özellik arz eder.

Şunu biliyoruz ki zaten VI. yüzyıldan başlayarak önce İran ile sonra da M üslüm anlarla ilişkiler, Rum diyarı halkının kırlarda yaşayanlarını, dağların

(5)

yükseklerine, vadilerin dip derinliklerine ve iç taraflarına, ayrıca tabiat bakım ından çok arızalı yerlere gitm elerine yol açmıştır. Ihlara vadisi gibi, Ü rgüp yöresi, yeni dönem iskânın en çarpıcı örnekleridir.

Böylesine bir coğrafyada Türklerin, eskilerle yanyana yaşam aları, ancak Türk hayat tarzının im kan verm esiyle ilgilidir. E ğer bunları m evsim lik hayatlarına uygun bir yöre ise böyle coğrafyalarda yaşam ayı tercih eden T ürkler bulunabilir. Türkler tabiatıyla kendi kışlaklarını, köylerini yaparlar, aynı şekilde m evsim i geldiğinde kendi yaylaklarına yönelirlerdi. Eğer yöredeki hayat buna benzer şekilde oluşm uşsa Türkler, kendilerinin güvenliklerini öncelikle düşünerek, daha iyi ve daha verim li yerlerde kalıyorlardı.

Hem en ilave edelim ki Türk hayatına en uygun yerlerin, T ürk boyları tarafından tercih edilip benim senm esi de, kendi aralarında bazı m ücadeleler sonucu gerçekleşiyordu. Böylesine bir hayatın ilk zam anlarında, Türklerin oldukça dikkatli bir hayat yaşadıkları, gece-giindüz silahlarıyla birlikte yaşadıkları yine söylenebilir. A ncak bu dikkatli yaşama, bazen olum suz olaylarla daha da uzun bir süre devam etm iş de olabilir.

Türk-Türkm en yarı-göçebelerinin Anadolu yüzeyine dağılm aları ilişkilerin ilk safhasını açıklar. Buna kısm en yukarıda da tem as etm iş idik. B öylesine yarı göçebelerin savaşa yol açm aksızın ülkenin özellikle yaylak­ larında ilerlem eleri, ülkenin yavaş fakat kesin ele geçirilm esi gibi de kabul edilebilir.

Hem en belirtelim ki A nadolu'nun fetih hareketi, Selçuklu Sultanı M elikşah tarafından belirli bir plânla ve bir m erkezden yürütülm üş bir hare­ ket değildir. Bunu oluşum ve gelişim ini şöyle tahmin edebiliriz.

1. D oğudan gelen Büyük Selçuklu Sultanlığının Beyleri, m esela Saltuk Bey, kendi birliğiyle, hoşuna giden belirli bir yöreye savaşarak sahip oluyordu. Bunun bir göstergesi olarak da, orasının m erkezi olan kaleye bayrağını/sancağını dikerek "buraları, kılıç hakkı olarak benim dir" diyordu. Tabiatıyla gelen başka Beylere, daha batıya gitm elerini salık veriyordu.

2. M engücek Gazi, Kemah ve Divriği'ni fethederek kendi sancağını buralara dikiyor ve yine kılıç hakkı olarak sahip çıkıyordu.

(6)

456

3. Ardından gelen veya kendisiyle birlikte olabilecek D anişm ent Gazi de daha batıya ve güneye doğru kayıyordu: Sivas, M alatya, N iksar vs.

4. Artuk Gazi, M ardin yöresine sahip çıkıyordu.

5. N ihayet, Selçuklu idaresinde, babasının silahlı isyanından dolayı olum suz bakılan Süleym an-Şah da daha batıya kayıyor, İznik yöresine hakim oluyordu.

G örülüyor ki Türk Beyleri kendilerine belirli yerleri, kılıç hakkı olarak alm ışlar ve buralardaki halka da sahip çıkm ışlardı. Bu şehir-kalelerin sakin­ leri de, bu Beylerin hakim iyetini kabul etm işlerdi. Y ukarıda da ifade ettiğim iz gibi, sözü edilen Beylerin askerî güçleri, yavaş fakat durm aksızın gelen Türk-Türkm en kitlelerince dolduruluyordu.

B öylece A nadolu’daki hareket içindeki ikili görünüşü, yani Türklerin kendi küçük boylarıyla durm aksızın gelişlerini ve kendi askerî güçleriyle bazı Beylerin kaleleri ve yöreleri fethetm elerini tespit etm iş olm aktayız. H alkla ilişkilerde de bu ikili görünüşe bağlı kalacağız. Ç ünkü, Türklerin, ülkenin eski sakinleriyle başlayan ilişkilerini tek bir bakış açısıyla çözüm lem ek ve anlam ak güç görünm ektedir. Ç ünkü Türklerle eski halkın ilişkileri, ayrı yerlerde ve apayrı şartlarda oluşm uşa benziyor.

XI. ve XII. yüzyılların ilk dönem lerinde, Rum diyarı halkının kendi içindeki duygularını bilm ek hayli güçtür. Bu halkın bir kısm ının, Bizans idaresinden nefret ederek, dinî hislerin de etkisiyle, iki taraf arasında zaman zaman sert m ücadelenin devam etm esiyle görülüyor.

III. Bir ülkenin alınm asında, ilk olarak belirli bir m erkez olan şehrin=kalenin fethi büyük önem arz eder. Böylesine kalelerin fetih hareketi, doğrudan bir askerî hareket olup, kendi içinde birçok ihtim ali de beraberinde getirebilm ektedir.

Y ukarıda Türklerin kırlardaki, eski halkla ilişkilerini söylem iştik. Şimdi bu ilişkilerin şehir, daha doğrusu kalelerdeki durum una tem as etm ek gerekir. Çünkü şehir, daha doğrusu kale, Bizans dönem inin iskânının ve ülkedeki Bizans hakim iyetinin de bir sembolü gibidir.

Türklerin A nadolu'ya, büyük kitleler halinde geldiği XI. yüzyıl sonlarında dikkati çeken ilk özellik, Bizans kale-kastralarının alan olarak bir

(7)

457

hayli küçük oluşlarıdır. Afyon Karahisar Kalesi, sarp kayalığın üzerindeki belirli alanına sığabilecek insan sayısıyla, Bizans kastralarının, en tipik bir örneğidir. Gerçi savaş durum larında buraya sığınabilecek halkın, hayli kala­ balık olabileceği de düşünülm elidir. A ncak böyle durum larda söz konusu olsa bile, su, yiyecek ve öteki ihtiyaçların tem ini bakım ından Kastra- şehirlerin çok kalabalık nüfuslu yerler olm adığı kesindir.

Türkler, XI. yüzyıl sonlarında A nadolu'ya geldiklerinde böylesine Bizans K astra=kaleleriyle karşılaştılar. Bunların ele geçirilm esi, fethin tam am lanm ası anlam ında idi. Burada, daha geç (erken Osm anlı dönem i) devirdeki örnekleriyle de desteklenecek biçimde, Türklerin bir kaleyi alışında halka m uam elesini görelim.

a. Türkler bir kaleyi kuşatm ışlar, içerdekilere belirli bir süre vererek teslim olm alarını isteyerek, bu durum da m al-can ve nam uslarının güvenliğinin kesinlikle sağlanacağını belirtm işlerdir. İçerdekilere teslim olduklarında, her türlü güvenlik verildiğinden, hayatlarını dilediklerince devam ettirebileceklerdir. Eğer kale kendiliğinden teslim olursa, sadece güvenlik sebebiyle, kalenin belirli bir askerî sahası boşalttırılıp, Türkler oraya yerleşiyorlardı.

B öyle teslim olan kalelerde, bir boşaltm a durum unda, halka yerleşm ek için surların dışında ve kaleye bitişik alan gösterilir. G enelde halk buralara yerleşerek evlerini buralara kurar. Bazen ise, halk burayı beğenm eyip, biraz daha uzakta, fakat yaşam a şartları bakım ından daha elverişli bir yeri tercih ederler. K onya'daki eski Sille'yi tercih etm eleri gibi. Genelde kale surlarının hem en dışındaki alanlara yerleşildiğinden, belirli bir süre sonra buraları da Türk idaresince bir korunm a suru içine alınırdı (A nkara ve N iksar'da olduğu gibi).

Bu gibi durum larda, halkın bir kısm ının kale içinde, Türklerle yanyana denebilecek bir şekilde yaşam aya devam ettiği söylenebilir. K ale=sur içindeki bu yanyana yaşam anın ileriki zam anlarda göstereceği gelişm eleri aşağıda ayrıca söz konusu edeceğiz. Çünkü, cum a günü, hem en bütün Türk erkeklerinin cum a nam azında cam ide toplanm aları, cam iin kapıları tutulun­ ca, Türkleri yok etm e üm itlerini uyandırm ış olabilir. A ncak halkı kendi­ liğinden teslim olan şehirlerde Türklere karşı böyle bir duygunun nasıl

(8)

458

oluşabileceği de akla geliyor. Fakat böyle kalelerde de sonraki zam anlarda halkın iki ayrı kesim halinde yaşam aları ayrı bir yorum gerektirecektir.

b. Türklerin, bir Bizans kalesini kuşatm aları, teslim olm alarını istem e­ leri fakat buna red cevabı verm eleri durum unda şöyle bir gelişm e gerçekleşm iş olabilir. Türkler bütün güçleriyle saldırıyor, m erdiven, mıh düzm ek ve başka yollarla kale surlarına tırm anm ak istiyorlardı. M ücadele bütün şiddetiyle devam ettiği bir zamanda, yağm anın da serbest bırakıldığı bir um um î saldırı gerçekleştirilerek kale-şehir düşürülüyordu. Şehir=kale böyle um um î bir saldırı ile düşünce, yağm a ve esir alm ak serbest olunca, içerideki halkın asker olanlar ile olm ayanların ayırt edilm esi güçleşm ektedir.

Böyle saldırı ile alm an kalelerde, sur içindeki hem en bütün halk, kale dışına gönderilm ektedir. Bazen ise, sadece Türklerin oturabileceği uygun büyüklükteki bir alan boşalttırılarak buraların sakinleri dışarı gönderilm ektedir. Tabiatıyla böyle ele geçirilen kale=şehirlerin halkının Türklere karşı çok iyi duygular beslediği söylenem ez.

A nadolu şehirlerinden bazılarının, böyle bir genel saldırının sonucunu beklem eden kendiliğinden teslim oldukları, um um î bir yağm a ve kıtalden kurtuldukları tahm in edilm ektedir. Böyle gelişm eleri, um um î saldırının çok kalabalıkm ış gibi gösterildiği, bunun için keçilerin boynuzlarına da m um lar dikilerek saldırıya katıldıklarına dair rivayetler de desteklenm ektedir. Böyle bir saldırı halinde, şehir=kale halkı böylesine kalabalık gelen Türklere daya­ nam ayacağından hem en teslim olm aktadır.

B ununla birlikte, bir kısım şehirlerin, A m asya ve N iksar gibi, genel bir saldın ile alındığı tahm in edilebilir. Bu şehirlerin eski sakinleri, şehrin eski sahasından ayrı, yeni bir yere taşınm ışlardır. Yeni taşındıkları bu yerde, kendileri Türk devrinde bir zaman sonra yeni sur ile korunacaklardır.

A ntalya, M alatya veya D iyarbakır gibi, şehir alanları, öteki Bizans kast- ra şehirlerine göre büyük olanlarda, şehrin sadece bir kısm ı boşaltılıyor, Türkler orada oturuyorlardı. Belki de bu şehirlerin çok geniş olan iskân alan­ larının bir kısm ı, zaten boşalm ış da olabilir. Fakat görülen şu ki, böyle şehirlerde Türkler belli bir dönem de, orasının eski sakinleri ile adeta içiçe oturm uşlar. Böylece, siyasî bakım dan Türk idaresinde olan şehirlerde, ortak bir yaşam a dönem i başlam ış olm aktadır.

(9)

459

Bu türden savaşla ve bir saldırı ile alınm ış şehirlerde, Türklere karşı belirli bir kırgınlık her zaman söz konusu olabiliyordu. A radaki böyle düşm anca duyguların daha da tahrik edilm esi yeni durum lar ortaya çıkarabiliyordu. Hele belirli bir isyan ve başkaldırı durum unda etraftan yardım gelebilecek ise, Türklere karşı özellikle cum a günü, cum a nam azı vaktinde bir toplu başkaldırı hareketi söz konusu olabiliyordu.

Bir kısım şehirlerde, m esela Antalya'da, şehirlerde, kale içinde yanyana yaşayan iki kitleden, eski sakinlerin yeni gelenlere, Türklere karşı ayak­ landıkları görülm üştür. Bu türden ayaklanm aların kesin bazı kayıtları Osm anlı devrinden ayrıntılı olarak bilinm ekle birlikte, Selçuklu çağındakiler de, az-çok bilinm ektedir. Ö zellikle A ntalya Hristiyan halkının, Kıbrıs Haçlıları ile işbirliği yaparak giriştikleri Türklere karşı katliam hareketi, hem Antalya, hem de öteki Anadolu şehirleri için yeni bir durum ortaya koym uştur.

B ununla birlikte söz konusu durum un, daha XIII. yüzyıl başlarından önce de XI. yüzyıl sonları ile XII. yüzyıl içinde zaman zaman görüldüğü söylenebilir. A yrıntıları kesinlikle bilinm em ekle birlikte, birçok şehirde bu türden isyan hareketi gerçekleşm iş olm alıdır.

Böylece, Türklerin, orasının eski sakinleri ile siyasî teşkilatın bir üyesi olarak yanyana ve içiçe yaşam a denemesi, başarısızlıkla sonuçlanm ıştır. Bu denem e T ü rk lere'ço k acı sonuçlara, yüzlerce ve belki de binlerce Türk'ün cum a nam azı sırasında cam ilerdeki şehadetlerine mal olm uştur. İşte böylesine bir çok tehlikeli durum söz konusu olunca, Türkler kendi can güvenlikleri için uygun tedbirleri alm ak zorunda kalm ışlardır.

Birçok A nadolu şehrinde, şehrin, daha doğrusu eski kalenin içinde, m ahiyeti tam anlaşılam ayan bazı duvarlar vardır. İşte bu surlar sayesinde, Türklerin giriştikleri yeni düzenlem eyi açık olarak takip edebiliyoruz.

Türkler kale-şehirlerde yaşayan iki kesim arasına, bir güvenlik duvarı inşa ederek, kendi güvenlikleri açısından, şehre ve kaleye giriş çıkış yerleri­ ni, kale kapılarını yeniden düzenlem işlerdir. Bunun en kesin ve açık örneği A ntalya'da görüyoruz. Çünkü A ntalya'da şehrin iç sahasındaki yeni düzenlem e, ilk olarak İzzeddin Keykavus devrinde (1211-1220) yapılm ıştır.

(10)

460

D aha sonraki Sultan Alâeddin K eykubad (1220-1237) devrinde düzenlem e­ ye aynı esaslarla devam edilm iş, şehrin yeniden tanzim i bitirilm iştir.

A ntalya'da herkesçe bilinebileceği için söylenebilecek ilk husus, ünlü H adrianus kapısının bulunduğu kesim deki eski sakinlerin, bu giriş kapısının iptal edilm esidir. Böylece A ntalya içindeki ayrı bir kısım, eskilere ayrılm ış, fakat bunlar Türk kesim ine açılan bir kapı ile tam bir denetim altına alınm ışlardır. H atta bu kesim deki kapı, cum a nam azı saatlerinde 2 saat kadar, her türlü giriş ve çıkışa kapatılıyordu. A ntalya şehrindeki cum a nam azı saatlerindeki bu uygulam anın XVIII. yy. başlarında da devam ettiğini kesinlikle biliyoruz.

A nadolu'nun öteki önem li şehirlerinde de benzer bir uygulam ayı, şehirlerin bugüne kadar gelen izlerinden anlıyoruz (Uluborlu, A laiye ve Divriği gibi). Antalya'daki isyanı tarihî kayıtlardan kesinlikle bildiğim iz halde, öteki şehirlerdeki uygulam anın kökenini bilem iyoruz. Bu uygulam a, yaygın bir geleneğin öngördüğü bir ihtiyat tedbiri olarak, daha geç zam anlar­ da yapılm ış olabilir. Belki de, bu şehirlerde de benzer olum suzluklar söz konusu olduğundan, böylesine bir kesim ayırım ına gidilm iş olabilir.

Bu arada hem en belirtelim ki, O rta Çağ şehirlerinde, böylesine dinî ve kültürel büyük ayırım lar söz konusu olm adığı halde bile, m ahalleler birbirle­ rinden kesin şekilde, hatta bir kapı ile ayrılm ışlardır. Osm anlı şehirlerindeki m ahallelerin aynm ı ve m ahalle kapılarıyla ilgili, sicillerde pekçok bilgi bulm ak m üm kündür. Böyle olunca, Türklerin bir arada yaşam a denem esine rağmen, sonunda ortaya çıkan durum un, devrin um um î havasına uygun olduğunu görüyoruz.

Şehirlerde bu ayrı kesim lerde oturm a olayı, sanıldığı gibi, Hristiyanların aleyhinde olm am ıştır. Türkler, kendi şehirlerinde ve kendi denetim lerinde oturan bu insanlardan pekçok şeyler öğrenm iş olabilecekleri gibi öğrettikleri de çok şey vardır. Şehrin eski sakinlerin m uhakkak bilm eleri gereken Türkçe, onların kaleden, gerekirse izin alarak çıkm aları, iş-güçleriyle daha rahat şekilde meşgul olabilm eleri için gerekli idi. Bunun sonucunda, bu iki kesim arasında dikkate değer, karşılıklı bir kültür iletişim i başlam ıştır. Bu kesim in Türklerden öğrendiği en önem li unsur, dil, yani Türkçe'dir. Türkler de onlardan, bir hayli kültür kelim esi ile bazı davranışlar alm ışlardır (siyah çarşaf gibi).

(11)

461

IV. Bizans kastra şehirlerinin uzun sayılam ayacak bir süre içinde, birer Selçuklu Türk şehri olması, bir çok bakım dan önem li bir olaydır. M esele öncelikle ve en önem li olarak nüfusu ilgilendirm ektedir. Çünkü, kalabalık Bizans şehirlerine, şehir kültürü bakım ından B izansla kıyas edile­ m eyecek derece geri kabul edilen Türklerin yerleşm esi kesin bir gerçektir. Burada hemen ifade edelim ki A fyon-K arahisar m isalinde de gösterildiği gibi, adları her ne kadar şehir olsa da, dönem in Bizans şehirleri kalabalık yerler değildir. Öteki şehirlerde de Kastrcı=kale özellikleri ağır basm akta, adı şehir olsa da, alanı itibariyle sınırlı bir nüfusa im kan verm ektedir. İzm ir'deki Kadifekale, Bursa'daki Kale-içi, Kütahya kalesi, A nkara kalesi önüm üzdeki kesin örneklerdir. Bunlara Ayasuluğ, Honaz ve H arput kaleleri­ nin en iyim ser hesapla 800-1000 kişilik alanları eklenirse, Bizans şehirlerinin hiç de çok kalabalık nüfuslu şehirler olm adığı ortaya çıkar.

Şehirlerin nüfusuna tem as etm ekte hassas olm aya m ecburuz. Ç ünkü böylece şehir kültürü bakım ından geride kabul edilen Türklerin, kalabalık nüfuslu ve önemli bir kültürel esaslara sahip Bizans şehirlerine katılm alarının önem li olm adığı ortaya çıkar. B urada ünlü Rom a şehirlerinin B izans devrinde artık küçüldüğünü, önem li bir kısm ının terkedilip, yeni yerlerine taşındığını ilave edelim. Efesos, yerini terkedip A yasuluğ'a taşınm ıştır. M iletos küçülm üş, Tiyatro üzerindeki Bizans Kaleciğine inhisar etm iştir. A kdeniz kıyılarının namlı şehirleri de küçülm üşler, sadece sarp tepeler üzerinde olanlar hayatlarını devam ettirm iştir. Side, Perge ve A spendos'un neredeyse yok olm asına karşılık sadece Sillyon'daki Bizans yerleşmesi devam edecektir.

N üfustan sonra, ikinci önem li husus, Türklerin daha ilk zam anlardan itibaren Bizans kalelerindeki hayata, bir bakım a kale=şehir hayatına canlı olarak katılm alarıdır. Türklerin kalelerdeki hayata katılm aları, bu ülkeye sahip olm ak arzularının bir gereğidir. Çünkü bir ülkeye, bir toprağa benim dem ek için, orada m uhakkak bazı yerlere sahip olm ak, orada sancağını durm aksızın dalgalandırm ak gerekir. Karahanlı dönem indeki Türkistan şehirlerinin sahiplenilm esiyle de güçlenen bir geleneğin üzerinde olan

(12)

462

Türkler, coğrafî bakım dan Türkistan'a da benzeyen bir coğrafyadaki kale gerçeğine hemen uyum sağladılar.

Türklerin, Bizans devrinde kullanılm ış olan kalelere yerleşm eleri, hem bir askerî zaruretten, hem de doğrudan şehir hayatına katılm ak am acıyla gerçekleşm iştir. Böylece kale hayatına katılm akla Türkler, Bizans askerî gereklerinin devam ını da sağlam ış oldular. Bizans kaleleri=kastraları, nispe­ ten küçük sahalarıyla Bizans için yeterli idi. Türklerin ilk fetih dönem inde, Bizans devri şartları nispeten yeterli olm uştur. Zaten asker özellikleri güçlü olan T ürkler bu ilk yüzyılda, küçük Bizans kale-şehirlerindeki hayatı canlı bir şekilde, am a Türk olarak devam ettirdiler. Bu yeni hayatın, şehrin ilk sakinleriyle olan ahenkli beraberliği, XX. yüzyıl başlarına kadar devam edecektir.

Türkler, yukarıda da ifade ettiğim iz gibi, insan bakım ından boşalm ış, boşaltılm ış bir A nadolu'yu benim sem ediler. Bir ülke, üzerindeki insanıyla, insanların da üretim iyle bir anlam ifade edebilirdi. Bu sebeple Türkler de, üzerindeki insanıyla bir toprağı vatan yaptılar. Orasının eski sakinleri ile yanyana yaşadılar ve birlikte yaşadıkları insanların mal, can ve nam uslarım kendilerinki kadar aziz ve kutsal bildiler. B öylece yanyana yaşam ayı, bir arada ülkenin hayatında yer alm ayı gerçekleştirdiler. Bu dönem in genel havası, sadece XIII. yüzyıl için değil, hem en aynı şartlarda XVIII. yüzyıla kadar devam etti.

Türklerin kırsal alanda, köylerde, kasaba ve şehirlerde kendilerinden öncekiler ile yaşam alarının esaslarını böylece belirlem iş olduk. İki büyük kesim in arasındaki ahenkli işbirliği, gerçi bir kısım Türk araştırıcılarını, gerçeğin de üzerinde bir iyim serliğe sevketm iştir. XIX. yy. sonlarının bazı araştırıcılarının zannettiği gibi, Türkler asker ve çiftçi, R um lar sanat erbabı ve tüccar olarak yepyeni bir işbirliği kurabilecek ve bu gelecekte de etkin olabilecektir.

W .M. Ramsay gibilerin ileri sürdüğü, Türklerin Anadolu'daki üstün durum larını daha geriye iten bu m anzara, geçmiş yüzyıllara göre gerçek dışıdır. Çünkü, bazı Türk m eslektaşların daha bu dönem lerde, yani XI-XIII.

(13)

463 yüzyıllarda var saydığı ahenkli işbirliği pek söz konusu değildir. Çünkü, bir ülkeye, bir coğrafyaya yeni gelen bir topluluk, herşeyini kendisi getirm ek, kendisi ortaya koym ak zorundadır. Çünkü bu toprakları ele geçirip, burayı kendisi için yeniden düzenlem ek arzu ve iddiasındadır. Böyle olunca savaşçı ve m uharip Türklere, eski sakinlerin, yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını karşılayarak yardım cı olm aları söz konusu olamaz. A ksine Türklerin ekono­ mik bakım dan daha büyük güçlük içine sokm aya çabalayarak, bu yeni Türk unsurun geldiği yere gitmesini sağlam ak ister. Bu bakışla, diyebiliriz ki T ürkler 1071 sonrasından itibaren bu ülkedeki eski şartların tam am en dışında, kendilerine m ahsus şartlar ortaya koym uşlardır. Bunu koym aya m ecbur idiler.

V. Türklerin kendi şartlarını oluşturm alarıyla, XI. yy.'dan itibaren Anadolu üzerinde adeta iki ayrı ve kendisine yeterli alem ortaya çıktı. Bunlardan ilki, Bizans dönem indeki şartların devam ını sağlam ak isteyen eski sakinlerin devam ettirdikleri düzendir. Bu düzeninin şüphesiz sonraki T ürk dönem ine bazı etkileri olm uş olabilir. Am a Türkler bu düzen ve yapı olm aksızın da kendilerine yeterli olabilecek bir ekonom ik düzenin esaslarını kurm uşlardır. Çünkü her türlü ekonom ik baskıya ve olum suzluğa rağm en bu yeni ülkede ve yeni hayatta varlıklarını devam ettireceklerdir ve buna m ecburdurlar. Bu m ecbur oluşun gereklerini Türk yöneticileri anlam ış olup, bunun için uygun şartları oluşturm aktadırlar.

Sözlerim izin sonunda şu gerçekleri tespit edebiliriz:

1. Türkler, yeni geldikleri bu ülkede yaşam aya m ecburdurlar. Bunu hem siyasî, hem de ekonom ik olarak sağlam aya kesin kararlıdırlar.

2. Türkler, yeni tebâlarıyla, ülkelerinin insanlarıyla yanyana yaşam aya m ecburdur. Ç ünkü onlar halktır ve halkın zenginliği, ülkenin zenginliği dem ek olup, olum lu etkisini kesinlikle idarecilerde gösterecektir.

3. Türkler, kendileri dışındaki insanları koruyup kollam akla yüküm lü­ dür. Çünkü devlet olm anın gereği budur. H alkının can, mal ve nam usunu sağlam ak bir siyasî iktidarın temel görevidir. Bu devlet olm a gerekliliğinin Türk hayatındaki kökleri çok eskidir.

(14)

4. Türklerin, sadece kendilerinin yaşayacağı bir ülke istem edikleri kesindir. K endileriyle birlikte yaşam ak isteyenleri hiçbir şekilde reddetm ele­ ri söz konusu değildir.

5. Türkler, Anadolu şartlarında oluşan bu durum u, hem Selçuklu hem B eylikler devriyle, Osm anlı dönem inde de yaşatıp, XIX. yy.'ın ilk çeyreğine kadar devam ettirdiler.

6. N eticede bu ülkede, Türkler, insan olm anın, devlet hayatının ve yaşam anın haysiyetini yüzyıllar boyu devam ettirdiler. Şimdi bize düşen, bu gerçeğin kesin çizgilerini belirlem ek ve dünyaya, İlmî olarak gösterm ektir.

Referanslar

Benzer Belgeler

«Sihhatli yaşama ve endüstri için plânlanmış; sosyal ve kültü- rel hayatı karşılayacak büyüklük ve imkân- lara sahip; yeşil kuşakla çevrelenen; bütün toprak topluma

Sonuç olarak; ele alınan yüz yetmiş civarında türküde aşk, ayrılık, hasret, gurbet, doğal çevre ile alay konularının ağırlıkta olduğu gibi bir tür- küde

Bu anomalilerin bir bölümü aşırı, yetersiz veya dengesiz beslenme nedeniyle meydana gelir..  Raşitizm, kemiklerin mineral metabolizmasının

ların iskânında tasarruf ve temlikinde de birer nâ- zım olurlar. Hisse senetleri ekseriya muhtelif dairelerin inşası bitmeden satılmış olur. İnşaattan sonra bunlara te-

Bu kültür global müzik kültürünün ortaya çıkarmış olduğu yeni eğilim olan dünya müziği bağlamında farklı kültürlerin hâkim Batı pop müziğinde

“Bildiğiniz üzere, çevrelerine hizmet verme potansiyeli yüksek olan 12 Cazibe Merkezi (Malatya, Elazığ, Erzurum, Van, Gaziantep, Diyarbakır, Şanlıurfa, Samsun,

“Devlet ormanı” sayılan alanlarda ormancılık dışı etkinliklere tahsis edilen yerlerde yürütülen çalışmaların çok boyutlu olarak izlenebilmesi ve de

Klasik düşün-sanat dünyasının (Antik Yunan-Roma, Mısır) yeniden keşfi İslam dünyasının bilimsel gelişmelerinin Latince’ye çevrilmesi. Hümanizm akımının