• Sonuç bulunamadı

Gülbenkyan anlatıyor:Hayatım ve maceralarım

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Gülbenkyan anlatıyor:Hayatım ve maceralarım"

Copied!
12
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

a şkım, kaderim, milyonlarım

1972nin dev H A T IR A T IN A Y A R İN B A Ş L IY O R U Z

gülbenkyan anlatıyor

"Bu kitap iç iıı, belki zengin b ir ada­

mın h a tıra la rı d en ecektir. -Fakat s e r

vetin ı hakkında şiiplıe ed ilm esi ge -

re k tiğ i kam sm dayım lB ir gün, a k ra ­

balarımızdan , bana büyük amca di -

yen a ltı yaşlarında b ir çocu k

,

anne -

siyle b irlik te öğle yemeğine g e lm iş

ti. Annesine sordu: "-Büyük

amca

Nubar, çok zengin m id ir? "annesi bu

soruya olum lu cevap- v e rin c e , çocuk

te k ra r sordu: "Öyleyse niçin sahalı­

nı kesmek üzere b ir traş

makine­

si satın a lm ıy o r ? "E v e t, işte serve­

tim le ilg ili en doğru söz bu'.VERİ -

TAS E X O RE P A R V U L O R U M ! Yani

ge rçe k çocukların ağzından ç ık a r .'.’

T

yem

(2)

I G Ü L B E N K Y A N a n l a t ı y o r ^

HAYA

MAÇI

i M v e

ERALARIM

C

H e r h a k k ı m a h f u z d u r )

y

demedikJ,, lâfı

nerden gelmiş?

- 1

-Dedemin bir uşağı vardı. Tek işi de her yirm i dakikada veya bu na yakın zamanda bir, kendisi­ ne bir fincan kahve getirmekten i

baretti. Başka hiçbir işi olma - yün bu uşak, aynı zamanda tem ­

belce biriymiş. B ir gün dedemge ne kendisine kahve getirilm esi - ni bildirmek üzre ellerini birbiri ne vurduğu halde gelm eyince, si - nirlenmiş. Hizmetçilerden b i r

i-İABDÜLH AM İT, ERMENİ MESE

LEŞİNİ ORTADAN KALDIR -

M A K İÇ İN N E YA PM IŞTI?..

İE R MEN İL E R

,

SAHTE PA SA

-

PORTEARLA TÜ RK İYE'Yİ NA­

SIL TERKEDİYORLARDI?..

İN İN E M, ÇA MAŞIR LAR KOLA Cl

DAN GELMEDİ DİYE BAŞIMI­

ZA İŞ A Ç IY O R D U ...

ni çağırarak kahveciyi sormuş . . M eğer kahveci kahve kahve oca - ğmda uyuya kalmamış mı ?

Buna fena halde kızan dedem, kahvecisine bir ders olmak üzre adamlarına onu dövmelerini em ­ retm iş. Fakat bu em ri alan adam la n o kadar insafsız davranmış­ lar ki, zavallı kahveci dayak - tan ölmüş

/

Dedem buna pek üzülmüş. O kahvecisini, sadece işinin başın­ da iken uyanık kalmasını sağla­

mak için döndürmüştü. Adamca - ğız dayağa dayanamayarak ölün - ce dedem de çok iyi kahve p i ş i r ­ mesini bilen bir uşaktan yoksun kalmış. O zaman onun söylediği ;

-" V u r dedikse öldür deme - dik " sözü de buradan kalmıştır.

İşte Gülbenkyan ailesinin bir özelliği de budur : H er zaman i - çin itidalli olmayı tercih etmiş - lerdir. Çabuk sinirlenirlerse de ça buk yumuşarlar.

Dedem, İstanbul'un Asya tara fında bir mahallesi olan Kadıköy'

olmazsa

dayağı oku/

&

» * m»0 00

de otururdu.Konağında kalaba­ lık bir ailesi vardı. Tam bir oto - rite sahibi olan dedemin bazı ga­ rip huyları vardı. Meselâ baba - mm gittiği okulun müdürü, eğer babam sınıfında birinci olmazsa dedem tarafından sopa ile dövüle­ ceğim bilirdi ! Evet, bu dost edi­ nilecek bir usul değildi, bunu bili yorum. Fakat o zamana göre da - yak insanları pekâlâ gayrete geti ren bir metoddu.

Gene babam bir uşağın omuz­ larına tünemiş olarak okula gider di. Bu uşağın bir ödevi de babamı taşırken durmadan :

"-İş t e Kadıköy'ün en zeki oğ­ lanı ’..K en d isi kudretli Gülbenk ­ yan 'ın oğludur. " diye biteviye seslenmekti.

Ben 2 Haziran 1896 yılında Ka dıköy'iin bu tenha mahallesinde doğdum. Kadıköy'ün eski adı K a l- kedoin olup 451 yılında Dördün - cü Hıristiyanlık Konseyi bura - da toplanmış bulunmaktadır. Ben de koyu bir Hıristiyanım.Milliye­ tim E r menidir. Daha sonra Türk uyruğuna girdim. Babam çok e s ­ ki bir tüccar aileden gelmektedir.

Bu aile Osmanlt İmparatorluğu - nun her tarafı ile ticaret yapardı. Oralara mal gönderir, oralar - dan çeşitli mallar getir tirdi. Aynı zamanda bir İngiliz firmasının da temsilcisi idi.Annem İstanbul'un zengin bir Erm eni bankerinin bü yük kızıydı. Ben de onların ilk ço cukları idim.

Kadıköy 'den ve Türkiye ’ den

I

ayrildığm zaman ancak bir kaç haftalık çocukmuşum.Ayrılığın se\ bebi o yıl baş gösteren Ermeni katliamı olmuştu. Otmanlı tmpa - ratorluğu içinde azınlık oldukla rt halde, servet bakımından

(3)

GULBENKYAN Anlatıyor

(Bastarafı 1. Sayfada)

yiik kudretlere sdlıip otan hu Hıris

tiran zümre

,

K ızıl Sultan

veya

Hasta Adanı adıyla anılan

İkin­

ci Abdiillıa mi t tarafından

böyle

bir akıbete lâyık görülmüştü. İm­

paratorluk çöküş de e rinde id i. B ir

çok meselelerle beraber

orta­

ya bir de Ermeni meselesi çık­

mıştı. ÂbdülUamil, Ermeni meşe- .

leşini ortadan kaldırmanın en kes

lirine yolunu. E r metlileri

orta­

dan kaldırmakta bulmuştu

Bu dimim karşısında

para­

sı ve imkânı olan Ernteniler, bü­

yük bahşişler vermek suretiyle

elde e llik le ri pasaportlarla Tü r­

kiye'yi terkelıneğe başladılar. İş­

te biz de bunların arasında bulu­

nuyorduk . Dedem, bütün aile siy

1c birlikte M ısır'a gitmek

üzre

pasaportlarımızı çıkarmağa mu­

vaffak olmuştu. C-emi harekete ha

z ır olunca dedem gemiye binmek

em rini verm iş.Am a ninem çama

şırla r kolacıdan gelmedi diye di­

renmek islem iş. Buna rağmen de­

dem emrini g e ri almamış.

Beni

de sarıp sarmalayarak gemiyebin

d irinişler.

(Devamı var)

(4)

1

J W

4

HAYATIM

ve

MACERALARIM

_________________________________ ( Her hakkı mahfuzdur )

i

Bir porsiyon Fil Yahnisi için Paris

Hayvanat Bahçesinden fil satın alınmıştı

£

M ıs ır'a varınca, o ra ­ dan Avrupa'ya geçme - miz daha kolay oldu. Ön­ ce Fransa'ya, sonra da İn giltere'ye geçerek y e r­ leştik.

Ben, dedemi Fransa' da iken hatırlıyorum.Dik katle taranmış uzun sivri beyaz b ir sakalı vardı . . H er zaman bir divan - dayarı uzanmış olarak otururdu. 1900 yılında öl - dü. Ninem is e Birinci C i­ han Savaşının sonuna ka­ dar yaşadı.

Türkiye'deki bütün mal ların ı satmış ve F ra n sa ' mn güneyinde y e rleşm iş­ ti. Orada büyük b ir ev sa tın alm ıştı. Vaktini ihti - yar arkadaşları ile briç ve tavla oynamakla g e ç ir ir ­ di. O sıralarda komşula rı arasında bulunan A f - ganistan'm Londra elçi­ si olan Şah Valih Han da orada otururdu. Nine - me otomobile, asansö­ re biner veya inerken yar dım ederdi.

Ninem beni ve kız - kardeşimi çok severdi. Biz de kendisini çok se - verdik. Bize b ire r tane al tın haç hediye etmişti. Bu nu halâ koynumda sakla -

nm .

Babam Türkiye ' den ayrıldıktan sonra, iş y e ­ ri olarak kendisine Avru­ pa'yı seçm iş olmakla be­ raber M ısır'da da b ir iş y e ri kurmuş bulunuyor - du. Bize M ısır'd a her ko­ la ylığı gösteren Hidiv 'in yakın adamı Nubar Paşa olmuştu ki, kendisi ile an nem tarafından akra - ba da oluruz. Benim kü­ çük adımı da bunun için Nubar koymuşlardır. Ben, tabii kendisini tanıma - dım ama, oğlu Bogos Pa şa ile çocuklarım çok i - yi tanıdım.

Avrupa'ya ilk y e r - leştirild iğim iz zaman u zunca b ir süre, P a ris 'te olsun, Londra'da olsun hep büyük otellerde k alır dik. Londra'daki oteli - miz Savoy, P a ris'tek i ise Ritz oteli idi.

Ben ilk defa 4 yaşın­ da iken Noel gecesi Ritz otelinin muhteşem resto­ ranında yemek yedim. Bu geceyi hiç unutmam. O zaman Ritz otelinin mut- bağı, her istenen yeme ğin bulunması ile meş - hurdu. Bana ne istedi­ ğimi sordukları zaman gördüğüm istrid yelere im

renmiş, istrid ye istem iş

tim. Fakat bunu tadar tat maz hemen içim bulan - mış, yediklerim i çıkar - mıştım I B ir de yanım ız­ daki masada oturan m il­ yoner b ir Amerikalının , " f il ayağı yahnisi" iste - diğini hatırlıyorum 1 Res­

toran sahibi şöhretinin yı kılmaması için hemen Pa ris Hayvanat Bahçesin - den b ir fil satın alarak , kestirm iş, Am erikalı mil yonerin istediği yem e­ ği hazırlatm ıştı. Bun­ dan babama da b ir par­

ça getirdi. Ben de sünge ri andıran bu jemekten b ir lak ma tattığımı hatır lıyorum.

Amerikalının bu ye­ meğe karşılık nasıl b ir fa tura .ödediğini bilem em a ma, Ritz oteli bu saye

-Gülbenkyan kendisi kadar meşhur özel süper taksisinde görülüyor..

de şöhretini sürdürme­ ğe muvaffak olmuştur. Bu nu biliyorum.

Biz ilk defa olarak o y ıl Londra'da Hayd Park yakınlarında bir ev sa - tın alarak otel hayatından kurtulduk. Böyle devamlı olarak uzun y ılla r büyük otellerde yaşamış olma­ mız yüzünden a ilem izi bü tün büyük otellerde tanır­ lardı. Ben çok sonraları bile babamı veya dede - mi tanıyan pek çok yaşlı garsonlara rastlam ışım - dır.

Londra'daki evde tam 25 y ıl yaşadık. Küçük - ken en çok hoşuma gi - den, İn giltere K raliçe si Viktorya'yı, Vindsor'a gitmek ü zre istasyona gi­ derken onu arabasında aey retmekti. Sarayından ç ı­ kan kraliçe o zamanHayd Park' jn geçerdi. Ön - de atıyla bir koruyucu ge çer, arkasından da ara­ bası görü lü rd ü ..».

İşte biz buraya yeni yerleştiğim iz s ıra la r­ da kızkardeşim Rita doğ­ du. Onu ilk gördüğüm za­ man kıskanmış mı idim ? Belki. Fakat buna hak­ kım yoktu. Çünkü bütün

doğulularda olduğu gibi biz Erm enilerde de e r ­ kek çocuğun kız çocu - ğa nisbetle değeri h erza man çok daha fazladır, He le doğan ilk çocuk e r - kek o lu rs a .. Sonra bana kızkardeşim i b ir lahana­ nın içinde, beni ise gül yaprakları arasında bul­ muş olduklarını söyler - lerd i I . . Bunun için de kızkardeşim i kıskanma­ ğa hakkım yoldu.

Çocukluğumuz böyle geçti. Benim Fransız , Rita'nın ise b ir İngiliz dadısı vardı. Bu kadın - la r aralarında hiç geçi - nem ezlerdi. Bende haşa­ rı b ir çocuktum. Dadı - mı zaman zaman çok ü- zerdim . Hayatımda ilk c eza la n da bu yüzden al­ dım.

Hemen kaydedeyim ki kızkardeşim Rita da be - nim gibi yaramaz ve şı - m ank olarak büyümüştü. Kapitalist olmağa ilk olarak 1906 yıllarında ya­ ni on yaşımda iken baş - ladım.

(5)

Annem güzel ve zarif bir kadındı

- 3

Biz k ış la n çok za - man Fransız R iviy era sı' na giderdik. Buranın yu­ muşak iklim i altında kı - şı geçirirdik. O y ıl gene oraya gittiğim iz zamâfı ben birden hastalandım j. Bu hastalığım da dört beş hafta kadar sürdü. Ba­ bam oyalanayım diye ba­ na b ir kumbara alm ıştı. H er gün bu kumbaraya 20 altın frank atıyordu. Pa­ z a rla n ise atılan para tam 100 franktı. İyileşti­ ğim ve ayağa kalktığım zaman kumbaram açıldı. 50-60 İn giliz lira s ı ka - dar b ir param birik - miş bulunuyordu. Ba - bam bu para ile benim a- dıma Shell petrol şirke­ tinin hisse senetlerin­ den aldı, Böylece kapita­ lis t olmak yolundailk a - dim imi atmış bulunuyor­ dum.

Daha sonra büyü - yüp te Cambridge Üni - versitesi'n e devam etme ğe başladığım zaman bu hisse senetlerinin kıyme ti400-500 sterlini bul - muştu. Bunları sata - rak b ir araba satın a l­ mak istediğim zaman ba bam buna izin verm edi.

Babamızı pek az gö­ rürdük. Biz kalktığım ız zamanlar o çoktan i ş i ­ nin başına gitm iş olur

-du. Eve döndüğü zaman is e biz yataklarım ızda bu lunurctuk. Buna karşı­ lık annemizi bol bolgö - rürdük. İlk önce sabah - la rı. günaydın demek ü - zere yanına giderdik. O çok zurnan yatağında kah valtisını yaparken bizi kabul ederdi. Sonra ö ğ­ le yemeklerinde de hep b ir arada olurduk.

Annem çok güzel, ve çok z a rif ve kibar b ir kadındı. Zamanın moda­ sını da hiç kaçırm azdı . Onun gü ler yüzünü her zaman hatırlarım .

Bugün de çocukluğun® eğilip baktığım zaman hâ­ lâ b ir çok zengin ve renk li hatıralar aklıma g e lir . Bunlar birbirinden o ka - dar farklı şeylerd ir ki . . Meselâ bize yem eğim i - zi yedirm ek için anne - min b ir usûlü vardı ki bu bana b ir hayli sıkıntı v e r diği halde şimdiki anne - le re de tavsiye etmekten geçem eyeceğim .

Öğle yem eğim izde et­ le birlikte mutlaka sebze de bulunurdu. Hâlbuki ben sebzeyi, bilhassa lâham ile İspanağı hiç sevmem . Önümüze konan sebze y e ­ meğini yemek istem edik mi, hiç itira z etm ezler , bunları önümüzden kaldı - n rla rd ı. İkindi olunca ve çay masası pastalar, bis­ küviler, kurabiyelerle do

-lunca hemen masaya ko­ şardım. Fakat o sevim ­ li annem bana bunlara el sürdürmez, daha önce öğ le yemeğinde yemedi - ğim sebze yemeğini so­ ğuk soğuk önüme koyardı. Bunu bitirm edikçe öbür­ lerin e el süremezdim.

İşte sebze yem eğe de böyle alıştım . Lezzeti­ ni kaybetmiş, soğumuş ye m ekleri yemektense on­ la rı sofrada iken yeyip bi­ tirm enin daha akıllıca bir iş olacağına karar v e r - di m.

Gene çok ufakken Kral Yedinci Edvard'm tahta çıkış törenini seyret - mem üzerim de kuvvet­ li bir etki yapmıştı. Hoşu ma giden şeyler, kral - dan çok onun süslü muha­ fızların ın muntazam yürü yü şleri, b ir de kısa etek li İskoç askerleri olm uş­ tu.

Doğduğum memle - ket olan Türkiye'yi 1910 yılında tanıdım.Annem be ni ve R ita'yı o yılın tatiliı de büyük annemizi ziya - ret etmek ü zre İstanbul' a getirm işti. Bu v es ile i le o sırada hayatta bulu­ nan büyük annemin anne­ sini de ziyarete gittik. Biz Erm en iler çok genç yaş - larda evlenmek gelene­ ğine sahip bulunduğumuz i çin dedesinin dedesini gö­

ren lerim iz çok olduğu g i­ bi torununun torununu gö­ rebilen ler de az d eğild ir, Ninemin annesi Yedikule' de büyük eski bir evde o- turuyordu. Çok yaşlı olan kadının hepimiz e lle r i­ ni öptük. O da bizi sevdi . Gene de o d e v ir le !- de Türk kadınları çarşaf la g e ze rler, yüzlerini de sıkı sıkı örterlerdi. V ar - lık lı a ilelere mensup o - lan kadınların yanlarında, çok defalar bir harem a ğası da bulunurdu. Erkek­ le r de kadınların yüzle­ rine basamazlardı.

• Annem bizi Boğaziçin de bir arkadaşının evine götürüyordu. Vapurların dı önleri b ir perde ile kadın lara ayrılm ıştı. Annem tabii b izi de yanına ala­ rak kadınlan mahsus bu yere oturttu, Vapur kal - kar kalkma* korkunç yüz­ lü b ir haren ağası dev vü cuduyle karşımıza dikil - meşin mi? Meğer ben o sırada on dirt yaşımda ol mama rağmen büyük bir adam, erkekten sayılırını şım. Kadınlı ra mahsus bu yerde oturamazmışım.He men erkekler tarafına geç mem gerekirmiş.

Ben bu flev yapılı a -damdan fenı korkmuştum Fakat anneni oralı bile olmadı. Bizi yanından a - yırm adı ve varacağımız , iskeleye ulaşıncaya ka­

dar da bu harem ağası i - le tartıştı durdu.

Annem beni hakika ten çok severdi. Ü zerim de de titrerd i. Bu yakın ilg is i şöyle böyle on ye­ di yaşıma varıncaya ka­

dar devam etti.

Hiç unutmam o ya zge ne P a r is 'e gelmiştik. Pa­ ris 'in en aristokrat m a ­ hallesi sayılan Quai d ' Orsay semtinde bir apart man kiralamıştık. Apart

-Milyarder Gülbenkyan resm i

başkonsolosluk

üni form asıyla

. . .

manimiz dördüncü katta bulunuyordu.

Benim dışarıda an­ cak geceyansına kadar kalmak hakkım oldu - ğu halde b ir gece arkadaş la rla eğlenceye daldık ve ben b ir araba ile Mont - m artre'dan evin önü - ne vardığım zaman saat sabahın beşini gösteriyor du.

Yavaşça yukarı çık­ tım. Kapıyı anahtarım - la mümkün olduğu kadar gürültü etmeden açtım. A yakkabılanm elim de idi . Annemin odasının altın - dan bir ışık çizgisinin sız makta olduğunu görünce o nun hâlâ uyumamış oldu­ ğunu anladım. Korkarak , gene de hiç ses çıkarma mağa gayret ederek oda­ ma girdim . İyice sarhoş olduğum için soyunma - dan yatağıma ancak u - zanmıştım ki, g e ld iğ i­ mi duyan annem iç e r i girere k ışığ ı yaktı.Beni o halde görünce birşey söy lemeden, yaklaşıp iki şid detli tokat attı. Ve gene geldiği gibi bir şey deme den çıkıp gitti.

Bu annemden yedi - ğim son dayak oldu. Son - radan büyüdükten, iş haya tına atıldıktan sonra an­ neciğim in bu tokatlan ııı aradığım öyle zaman­ la r oldu k i, ,

(6)

“Babam, Türkiye Elçiliği’nin

m alî m üşavirliğini yapıyordu,,

5

-Ne v a r ki O rley Farm okulundaki bu parlak tah - sil hayatım, üniversiteye girdiğim zaman az çok sendelememe sebep oldu . Cambridge üniversitesin­ de tanıştığım İn giliz genç­ lerini de öbürleri gibi sa­ nıyor, bunları da rahatça altedeceğimden emin bulu nuyordum.

Ama kısa b ir süre son ra aldandığımı anladım . Çocukken kafaları yavaş işleyen çocuklar büyürbü

yüraez hemen değişiyor ,

zehir gibi oluyorlardı. A -

ramızdaki o zekâ farkı he men ortadan kalkıyordu , Evet, yavaş yavaş bü - yüyor ve hayatı anlamağa başlıyordum. Hayatta ilk denem elerim i de yapıyor, çeşitli d ersler alıyordum.

Hiç unutmam, okulu - muza yakın bir yerde bir pastacı dükkânı vardı. Bu­ nun önünden geçer gid er­ ken vitrinindeki pastaları, bonbonları, çukulatalan ağ zım sulanarak seyred er - dim. Her çeşit tatlı şeyle­ re bayıldığım için bu nor mal karşılanm alıdır.

Birgün üzeri çilek li , büyük bir pastanın vitrin ­ de y e r aldığım gördüm

Pastacı bunu altm ışa bö - lüyor ve parçasını üç pe­ niye satıyordu. Ben is e bü tün pastayı kaça alabile - ceğim i hesapladım. Dedim ya, matematiğim kuvvetli idi. Kısa zamanda bunun i- çin 60 peni, yahut beş şi - ling gerektiğini doğru o - larak hesapladım. Sonra i- ki söm estr boyunca gay - ret sarfetmek, başka hiç­ b ir şey almamak zorunda kalacağımı anlayınca ta - bii pastayı satın almanın b ir hayal olduğunu anla - dım.

H A YA T TRAJEDİSİNİ İL K DEFA NASIL

ÖĞRENDİM

Bu bana hayat trajedi­ sini ilk defa öğretm iş o l­ du. Evet, işte hayat böyle- dir. B ir insanda altm ış , pasta yiyecek kadar iş te - ha olduğu zaman bu pas - ta la n alacak para buluna­ m ıyor da bu paranın bin kısmını rahatça zevki için feda edebilecek duruma , geldiği zaman ise midesi b ir tek pastayı bile haz - medemiyor.

Y ılla r bu şekilde bin b ir tecrübe edinerek ge - ciyordu. A rtık delikanlılı­

ğımın ilk çağlarında idim Babam da tatillerde beni yabancı m em leketlere gön dermeğe başlamıştı. Ya - nımızda her zaman aile - mizin b ir emektarı bera­ ber bulunurdu. Ama bana karışmaz, sadece nezaret ederdi. Beni gözaltında bu tundu rurdu.

Gene bir tatilde ba - bam beni İs v iç re 'y e gön­ derdi. Ve bu sefer bana hiç ummadığım b ir izin de verdi.

İstediğim kadar para harcamakta serbesttim . Fakat ne v a r ki dönüşüm­ de kendisine harcadığım her peninin hesabını ve - recektim, Bunları günü gü nüne b ir deftere yazacak tim.

Babamın bu dav ram - şmdaki sebep açıktı. Ba - na paranın kıymetini öğ­

retm ek istiyordu. Elimin altında sarfedebileceğim dünya kadar para olduğu halde, bunları nereye sar - fertiğim i yazacağım için i- çimde sürekli olarak bir tereddüt yaşıyordu. İstedi­ ğim gibi para harcayamı - yordum. Hele akşam lan , bunları deftere kuruşu ku­ ruşuna kavdetmek, beni i

-yiden iyiy e yoruyordu. Bu seyahatim sonunda para denilen şeyin kıym e­ tini artık iyice öğrenm iş bulunuyordum.

M A LİYE BAKANI CAVİT BEYİ DE TA N ID IM ___

Büyüdükçe babamın iş le r i halikında da bilgi sa - hibi oluyordum. Babam pek çok iş le r le meşguldü. Bun lardan biri de Türkiye El­ çiliğinin mâli m üşavirliği idi. Bazen Türkiye'den he yetler gelirdi. Babam da bunlara evim izde yemek verird i. Bunlann arasında Maliye Bakam Cavit Beyi de tanıdım. Cavit bey Ma - liye işlerinde büyük bilgi sahibi idi. Çok kudretli bir devlet adamı idi.

Sonradan bir politik me seleden dolayı asıldığını öğrendiğim zaman çok ü - zülmüştüm.

Babam çeşitli iş le r i ge reğince evinde veya bir o- telde verd iği ziya fetlere ,

şimdi beni de zaman za - man yanında bulundum - yordu. Bu ves ile ile başta Henri Deterding, Frederick Lane, gibi petrol kralları ile M ilyarder Rotschild

a-ilesinden bazılarım , ta - nınmış İn giliz ve Fransız san'atkârlannı da tanımak fırsatım bulmuştum»

Bunlann arasında U - zerim de en çok etki yapan lardan b iri şüphe yok ki , büyük Fransız komedyeni büyük Coquelin idi. O de - vird e bütün vüksek sosye­

telerde onun esp rileri an­ la tılırd ı ki, misal olarak buraya en hoşuma giden - lerden birini yazmak iste rim .

BİR YEMEK

DAVETİ

Devrin en zengin ve kendini beğenmiş asılza -delerinden b ir kadın bir akşam Coquelin'i yemeğe dâvet etmiş.

Kadın em salsiz b ir sof ra hazırlam ış. Bütün ye - m ekler son derece pahalı cinsten olduğu için kadın her tabak aktörün önüne kondukça bunun ne zahmet le r le p işirildiğin i ve kaç İngiliz lirasına maloldu - ğunu anlatır dururmuş.

Aktör birşey demez , kendisini sadece dinler - miş.

(Devamı va r)

(7)

HAYATIMI

ve

MACERALARIM

( H e r hakkı mahfuzdur )

o bana her şeyi öğretecekti

S

Sonunda yem ekler bit­ miş. Sıra konyağa g e lin - ce-Avrupa'da yem ekler - den sonra bir kadeh koli - yak içm ek adettir- kadın b ir şişe çıkararak konya­ ğını öpmeğe başlar. B il­ mem kaç yıllık , hangi ev­ den, ne şöhretli b ir mar­ ka taşıdığını ve ne dere­ ce inanılmaz b ir fiyata satıldığını anlattıktan son' ra aktörün kadehini dol - durmak istem iş.

İşte o zaman Coquelin hemen mendilini çıkara - rak ı

"-O h hayır a ziz ma - dam, demiş. Rica ede - rim kadehime koymayı - nız. Madem ki konyağınız bu derece kıym etli, sade­ ce mendilime b ir damla, damlatın, yeter I "

Gene bu devirde tanı­ dığım ve üzerim de etki ya pan kişilerden b iri de Os­ manlI Veliahdi Yusuf İz - zettin efendidir. Kendisi Yedinci Edvard'm ölümü üzerine yapılan cenaze tö­ reninde bulunmak üze - re Londra'ya gelmişti. O- nu bu v es ile ile tanımış - tim. Aynı cenaze törenin­ de Bulgar k ralı ile A l - man İmparatoru Kaiser

GuÜlaume da bulunmuşlar d ı,t Bunlan da hiç unut­ mam.

j Bu v es ile ile babam Yusuf İzzettin efendinin şerefine evim izde yirm i kişilik muhteşem b ir zi ­ yafet verm işti. Bu z iy a - fettein giliz kraliyet aile -

sinden olsun, en tanın - mış İn giliz a silzadelerin ­ den olsun b ir çok kimse - le r bulunuyordu.

Bu ziyafet sırasında geçen komik b ir olayı hiç unutamam. Yem eğe baş - lamadan önce sofraya hiz­

met eden garson elinde b ir tabak havyar ve ince kesilm iş Somon baliğim­ le iç e r i girm iş ve ilk ola- rak şeref m isafiri bulu­ nan OsmanlI prensine ser vis yapmak için bu tabak­ la r ı ona doğru uzatmıştı, Yusuf İzzettin Efendi ta - bağına bunlardan yete - ri kadar koyacak yerde , havyar tabağını olduğu gi bi alarak önüne koyma - sm mı?

Bu tabii b ir skandal - dı. Bereket versin ki e - vim izde yeteri kadar hav­ yar bulunuyordu. Garson­ la r hemen bunlan da bir başka tabağa koyarak ser v is e devam ettiler. Gene

bereket versin ki öbür mi sa firler, Osmanlı p ren ­ sini bu davranışından ötü rü mahcup duruma düşür memek için aynı şeyi ya­ pıp tabakları zaptetmedi­ le r.

Yusuf İzzettin Efen - di üzerim de bütün Osman lı hanedanı erkekleri gibi bör b ir te s ir yapmıştı . . Sonradan tıpkı babası Sul tan Abdülaziz gibi inti - har edince de buna pek şaşmadım.

Kendisi Londra'da i - ken babamdan onu iy i bir terziy e götürmesini iste­ miş. Babam da kendisini kendi terzisin e götürmüş, Prens b ir hamlede bir düzüne elbise yaptırm ış. Fakat bir yabancının Os­ manlI hanedanından biri­ ne dokunması yasak oldu­ ğundan ölçülerini hep u - zaktan aldırm ış. Buna rağmen dikilen elb iseler kusursuz olmuşlardı.

Gene şehzadenin beni şaşırtan b ir ö ze lliği bir çift ayakkabıyı sadece bir sefer giym esi idi.

Tam on altı . yaşıma bastığım zaman babam be ni Harrovv'dald okulum - dan aldı. Bu sırada ben sınıfımın birincisi idim .

Arkadaşlarım a da iyice alışm ış bulunuyordum. On lardan ayrılm ak bana ha­ kikaten güç gelecekti. Ne va r ki babam bunların hiç birine kulak asmadı. Tah silim e Almanya'da de - vam edecektim. Böyle- ce Fransızca ve İngiliz - ce'den sonra Alman - ca'yı da öğrenm iş olacak tim. Sonra babam Alman­ ya'da teknik tahsilin çok daha gelişm iş olduğu­ nu söylüyordu.

Bu sırada delikanlılık çağına da girm iş bulunu­ yordum. Babam bunu se­ zince beni P a ris 'e gönder di. Orada dostlarım ız - dan Doktor Kemhaciyan'ı görecektim. Babam ona da gerekli talimatı daha önce mektupla bildir - miş olacaktı ki bu ufak tefek doktor beni k a r ­

şısına alarak uzun b ir nu­ tuk çekti. Cinsel müna - sebetlerden ve bu işin tehlikelerinden, çeşitli hastalıklardan bahsettik ten sonra bana bunun yo - lunu gösterdi. Beni y i r ­ mi yaşlarında kadar bir kadınla tanıştırdı. Onua- lacak bir otele götürecek tim.

(Devamı var)

işte milyarder vatandaşımız Gülbenkyan

. . .

fetiyle

(8)

-MACERALARIM

( Her hakkı mahfuzdur )

G Ü L B E N K Y A N anlatıyor

HAYATIM

ve

Almanya’da militarizm çok ileriydi,

bu da beni pek şaşırtıyordu!..

dü. Seksen yaşına vardı­ ğı halde her y ıl ya şla n

17-18 arasında güzel k ız- caktım.Kadın bana,gere - la rla düş e r kalkardı. Ken

Kendisi ile ortada kala ken ş e y le ri gösterecekti.

H erşey dediği gibi ol­ du. Böylece yeni b ir ale me girm iş oldum. Ka - dm bana durmadan çok genç olduğumu s ö y le ­ yip duruyordu. Ama ben hayatımdan memnundum.

H azır sırası gelm iş - ken şunu da itira f ede - yim ki, babam da kadın­ la ra son derece düşkün

-dişine çalışmak kudre - tini veren şey de bu olma lı idi. Bana öyle geli - yo r ki Osmanlı padişah - la n n ı bu derece zinde tu­ tan kudret te haremle - rindeki genç kadınlar - dır.

Almanya'ya 1912 y ılı­ nın sonbaharında ailem i­ zin güvendiği b ir adam­ la birlikte aittim ve Bonn

Ü niversitesi'ne yazıldım Bonn o zaman Ren nehri yanında çok şirin küçük b ir şehirdi. Bugün Batı Almanya'nın m erkezi o - lan Bonn ile benim tam - dığım 1912 yılındaki Bonn arasında çok büyük fark­ la r vardır.

Kimya okuyacaktım . Hem üniversiteye devam ediyor, hem de Alman - ca öğrenm eğe gayret edi­ yordum.

Dünyanın en büyük pa- p irolo ji otoritesi olan Pro

G Ü L B E N K Y A N evinin bir köşesinde oturmuş, istirahat ederken

fes ö r Doktor W ilcken'in e vinde pansiyoner olarak

kalıyordum.

Kısa b ir zaman sonra Alman metodları ile İngi­ liz m etodlan, Alman genç le r i ile İngiliz gençleri a- rasındaki farkı hemen an­ ladım. Alman gençleri tah Billerini çok serbest yapı yorlardı. Sımf geçme gibi b irşey de yoktu. Sonunda , b ir e r tez seçiyorlar, bu tezi vereb ild ile r mi hem fakülte mezunu oluyorlar, hem de doktor Unvanını a- lıyo rla rd ı. Almanya'da bu­ nun için " Doktor"dan ge­ çilmiyordu.

Bu serbestliğe rağmen Alman gençleri geceli gün düzlü çalışıyorlardı. Bu çalışm a b ir hastalık

gibi

idi. İngiltere'de ise g e n ç- le r derslerini b itirerek eğ lenceye can atmayı düşü­ nürlerdi. Bu da iki mem - leket gençliği arasında gö ze batan en büyük farktı.

Alm anlar yabancılar­ la da çabuk samimi oluyor lardı. Bu bakımdan da İngi liz le r e hiç benzem iyorlar dı.

Yalnız b ir Alm an'la sa mimi olabilmek için o za man ilk şart, Alm anlar'm bütün m illetlerden üstün olduğunu kabul etmekti. Bu

nu yaptım z mı bütün kapış­ la r size açılıyordu.

O devirde Almanya'da m ilitarizm de çok ile r i i - di. Bu da beni şaşırtan o - laylardan b iri olmuştu. He le P ru syalılar'ın ayrı bir im tiyazları vardı. B ir A l­ man subayı, rütbesi ne o - lursa olsun, kendisini dün yanın hakimi gibi görürdü. Bunların askerlerin Uze - rinde pek büyük b ir o to ri­ te le r i vardı. Alm anlar bu­ nunla gururlanırlardı.

M esela b ir Alman as­ keri s iv il b iri veya sivil b ir grup tarafından dövül­ dü mü Alman A sk eri Mah kemesi dayak yiyen e ri de a ğ ır şekilde cezalandın - yordu. Zavallıyı hiçbir su­ çu olmasa da hapse tiki - yordu. Sebep, Alman ordu­ sunun şerefini dayak ye - mekle haleldar etmekti.

O devirde Alman su - baylan da askerlere kar­ şı pek sert davranırlardı. Birgün Bonn Caddesi'nde rastladığım b ir olayı asla unutamam. B ir dolaşmağa çıkmıştım. Önüm sıra bir Alman teğmeni yürüyordu. Son derece mağrur b irgö riinüşü vardı. Bu sırada karşı kaldırımdan en aşa­ ğı b ir metre seksen boyun da b ir Alman askeri görün

dü. Yanında b ir kız vardı . Kendisi ile hararetli hara re tli konuşuyordu. Bu yüz den de karşı kaldınmdan geçmekte olan teğmeni gö rem em iş ve selâm verem e mişti.

Teğmen bunu farkedin ce hemen durdu. Sert bir eda ile askeri çağırdı. Son ra herkesin gözü önünde kı zı bırakarak önüne gelip se lâm veren ve hazırol du - rumda duran askere son derece a ğır küfürler sa - vurmağa başladı. Arkasın dan burnunu koparacakmış gibi burdu. Kıçına da sert birkaç tekme vurup kendi­ si gönderdi.

Ben bu manzara kar­ şısında taş gibi donmuş kalmıştım. Hâlbuki bu du­ rumla benden başka he - men hemen hiçkimse ilg i­ lenmemişti. Çünkü bu gibi olaylar onlar için normal şeylerdi.

Alm anlar'm kızdıkla­ rı b ir şey de yabancıların Almanca'dan başka b ir dil le konuşmaları idi. Sımf arkadaşım bir Macar var dı. Onunla İtalyanca konu­ şurduk. B ir gün profesö­ rümüz Doktor GevveckeAl manca dururken bize ni - çin İtalyanca konuştuğu - muzu sordu. Almanca dün

yanın en güzel, en zengin dili idi. Hep Almanca ko­ nuşmalı idik. Böylece di - lim iz i de ilerlete b ilecek ­ tik. Başka b ir dille konu­

şulduğunu duymak ona ra hatsızlık veriyorm uş.

Ne v a r ki bizim de ra hatsız olduğumuz şeyler vardı. Meselâ Profesörün içtiği kötü cins puroların kokusu beni fazla siyle ra hatsız ediyordu. Bunu ön­ lem ek için b ir dükkândan en âlâ cins Havana Puro­ su alarak bunu asistanı va sıtasiyle kendisine hediye ettim. Böylece âdf puro ko kuşundan kurtulabileceği­ mi ummuştum.

Ne g e ze r? Baktım pro fes ö r gene o âdf cins pu­ rolardan içiy o r. B ir vesile ile bunu asistana hatırlat tığım zaman şu cevabı al dım:

-P ro fe sö r kendisine he diye ettiğiniz Havana pu - ro ların ı pek beğendi Ama bunlar çok kıym etli oldu­ ğundan ancak pazarları e vinde içiyor.

Bununla beraber A l - manya'da en çok hoşu - ma giden Karnaval eğlen ç e le ri idi.

(9)

G Ü L B E N K Y À N anlatıyor

HAYATIM

ve

MACERALARIM

( Her hakkı mahfuzdur )

Bu

8

-mevsim gelince lo a ğ ır başlı Alm anlar i kadın erkek adeta çıl-, d ır ırla r Herkes kendi- î ni genç ve bekar sayar .Ve S rilen maskeli ve maske -

siz balolardı çılgınlar g i ­ bi eğ len irler ve kendileri ni bütün ahlâkr kurallardan sıy rılm ış sayarlar

En büyük karnaval eğ lencelerinin yapıldığı ye r lerden b iri olan Köln tren le b ir saat uzaklıkta oldu ğundan, yeteri kadar pa - ram da bulunduğundan o yılın karnaval mevsimi o lan Şubat ve Mart aylarım pek güzel geçirm iştim .

1913 yılının N oel'in i Fransa'nm güneyinde g e ­ çirdim . Babam beni oraya davet etm işti. N o e l'i ken­ disiyle başbaşa geçirdik. Beni N is'te ve Monte-Kar lo'da bol bol gezdirdi. 17 yaşında olmama rağmen, buradaki hayatı bana gös terdi.

Alm anya'yı kar için ­ de bir akmış, 24 saat sü - ren b ir tren yolculuğun - dan sonra mavi göğe,m a v i denize kavuşmuştum.

Bilhassa Monte K a r - lo bu devirde harp öncesi en parlak devrin i yaşıyor

Kumarın ne olduğunu

Monte Carlo’da öğrendim

je

i

»

du.Dünyanın en zenginle­ r i , aristokrasi dünyasının en tanınmış yü zleri o ra ­ da id iler. Ve Monte Kar - lo ile Sen Petresburg a - rasında işleyen yataklı va gonlu tren ler Çalık Sara- yı'na her gün taze çiçek taşırlardı.

Yollarda olsun,otel - lerde olsun,gazinoda ol - sun Fransızdan çok ya - bancılar bulunurdu. A m e­ rik a lı m ilyonerler de bu raya muntazam bir şe - kilde devam e d e r le r d i... Her ne aransa burada bu lunurdu. Ancak bunlar i - çin ödenen ü cretler çok yüksekti.

Ne var ki fiyatların yüksekliği hiçbir önem ta şımazdı. B irinci Dünya Sa va şi daha kopmamıştı.O d e v irle r insanların refah içinde yaşadıkları devir lerdi.

Biz babamızla P a ris oteline inmiştik. Bu otel mutbağının ve iç k ile ri - nin mükemmelliği ile şöh ret yapmıştı. Bugün b ile, buralarını Yunanlı m il - yarder A risto Onassis sa tın aldıktan sonra bile o - tel bu şöhretini sürdür - m ektedir. İkinci dünva sa vaşmdan sonra İn giliz

Başbakanı Sir vVinston

Churchill .Onassis'in da v e tlis i olarak geldiği za m an,eğer Onasis'in Ch- ristina adındaki yatı ora da değilse bu otelde ka­ lırd ı. Kendisi ile bir çok seferler sohbetler yap - m ışım dır.

1913 Monte Karlo'sun da b ir eğlence de güver­ cinlere ateş ederek bun­ la r ı vurmaktı. Gazinonun altında bunun için özel bir atış y e r i vardı. B öylece, aristokratlar nişancılık hünerini de göstermek is terlerd i.

G eceleri büyük g a zi no ise görülecek şeydi . Kadınlar baştan başa el maşlarını takarak büyük salona öyle g e lirle r d i . Bu manzara ise bütüngöz- le r i kam aştırırdı.

İşte babam bana bü - tün bunları da gö steri - yordu. Kendisi hayatın­ da hiç kumar oynamadı­ ğı halde bana bunu da tattırdı. Ona göre bir iş adamı asla kumar oyna- mamalı,hayatını hiçbir vakit şansa bırakmama İl idi. Ama kumarın ne olduğunu,nasıl oynandı­ ğını da iyice b ilm eli idi Birçok işlerin bazen bir kumar partisinde halle dildiği olurdu.

Monte K arlo Gazi - nosu'nun büyük oyun sa lonuna girdik. Masaları b ire r b ire r dolaşıyor - duk.Kiminde rulet,kim in - de bakara oynanıyordu.Bun ların nasıl oynandığını gö rüp öğrendim.O zaman o- yunlara y irm i veya yüz franklık altın paralar ko - nuyordu. Babam sonunda ba na da şansımı denemek i - çin bir izin verdi. Yüz frank İlk altını bir numara ü z e ­ rine koydum ve tabii kay - bettim . Bundan sonra da he men dışarı çıktık.

Kumarın ne olduğunu da böylece öğrenmiş oldum.

Tabii bu kadar büyük zenginler bir yerde top - lanmış olur da gü zellik le­ r i ile şöhret yapmış artist le r ve milyoner a vcıla rı , bundan uzakta kalırla r mı id i? Bunlar da soluğu Mon te K arlo'da a lırla rd ı.O de virde bütün güzellerin üs­ tünde şöhrete sahip iki dil ber vardı. Bunlardan biri aslen İspanyol olan O tero , öbürü ise Liane de Pougy adında bir güzeldi. Bunla - rın arasında da güzellik ve elmas sahibi olmak yolun­ da büyük bir rekabet vardı. Ben orada iken,bir çok zen ginlerin ve şöhret sahiple rinin hatıralarında ye r a­

lan bu iki güzel de orada i d iler. B ir gece Büyük Ga - zinonun salonuna giren L i ane de Pougy o kadar çok elmas ve mücevher takın­ m ıştı ki,herkesin gözü ona takılm ıştı. Bunların arasın da herhalde son hayranının hediyesi olan b ir elmas ger danlık ta takmıştı k i pek büyük bir değer taşımakta olduğu hemen a n laşılıyor­ du.

Liane o gece büyük bir sükse kazanm ıştı.G lizelO tero orada bulunuyordu.

E rtesi akşam ise göste r iş sırası İspanyol dilbe - rine gelm işti. Salona üze - rinde sadece siyah kürklü bir tuvalet vardı ve tek bir elmas bile taşımıyordu. Bu na karşılık arkasından gel mekte olan oda hizm etçi - sinin üzerinde,Liane de Po ugy'nin bir gece önce taşı dığı elmastan çok daha faz la elmas bulunuyordu.

Noel ta tili biter bitmez ben trene atladım ve 24 sa at sonra k arlarla örtülü o lan Ren kıyısına varm ış bu lunuyordum.

1914 yılının ilk altı ayı bu şekilde geçti.O yaz an­ nem de 14 yaşına basan kız kardeşim Rita,kendi fa m - döşam rı.Rita'nın dadısı ve emektar arabacım ız iken

şimdi şoförümüz olan Ash ton ile birlikte Frankfurt yakınlarındaki Bod-Hom- burg banyolarına gelm işti. Böylece beni de görü yor­ du. Aynı yerde Türkiye'nin P a ris Büyük E lçis i R ifat Paşa ile karısı,od a hizmet ç iş i ve uşağı da bulunuyor

lardı. Biz de Türkiye ' nin « Londra elçiliğinde g ö re v li olduğumuzdan diplomatik kolaylıklardan faydalara - yorduk. Annem Rifat Paşa y ı olsun,karısını olsun ya kından tanıdığından haya - 1 tından pek memnundu.

(Devamı var)

Gülbenkyan Montecarlo 'da son günlerinde.. . E li­

ni incittiği bir sırada .

(10)

MACERALARIM

( Her hakkı mahfuzdur )

G Ü L B E N K Y A N anlatıyor

HAYATIM

ve

& ■ İTv

Rıfat Paşa olmasaydı Almanya’dan

\

dışarıya çıkmamız imkânsızdı

A yrıca Bad-Homburg

banyolarından da mem - nun kalmıştı.

Halbuki Londra'da ka­ lan babam hiç te onlar kadar iy im s e r değildi. Politik hava günden güne bozuluyordu. Avrupa'nın üzerinde bir savaş hava­ sı esm eğe başlam ıştı. Ba­ bam bu tehlikeyi vaktin­ de sezdiğinden anneme telgra f üzerine talgra f yağ d ın y o r, bizi de yanma a - larak hemen Londra ' ya dönmemizi istiyordu.

Ama annem Bad-Hom burg'dan o kadar mem - nundu ki, o kadar eğleni­ yordu ki, b ir türlü ora ­ sını terketm eğe, LondraL ya dönmeğe yanaşmıyor - du.

Babam sonunda haklı çıktı. Zaten o her zaman haklı çıkardı. Almanya' - da birgün seferberlik i - lan edilince aklım ız başı­ mıza gelerek hemen yol hazırlığına başladık. Ben ve benim için orada bulu­ nan tanıdığımız, hemen ki taplarım ı büyük b ir üzün­ tü içinde toplamağa başla­ dık. E şyalarınızı da ha - zırladık. Ben oradaki dost larım a Noel'den sonra ye­ niden görüşmek ümidiyle

veda ettim ve annemin yanma geldim.

Savaşın çıkabileceği - ne, hele bunun bu kadaru zun süreceğine h içbir şe­ kilde inanamıyorduk.

Bad-Homburg'a varın caya kadar yollarda pek çok askere ve askeri a - raçlara rastlıyorduk. Bu da savaş havasım olduğu gibi aksettiriyordu.

Bad-Homburg'a vardı­ ğım ız zaman Rıfat Paşa' - nın da hemen P a ris 'e git­ mek ü zere bagajlarını ha­ zırlamakta olduğunu gör - dük. Savaş başladığı sıra­ da görevinin başında bu - lunmak ü zere em ir alm ış­ tı.

Bu bizim içinde b ir şanstı. Çünkü onunla be ra ber diplomatik kolaylık - lardan faydalanarak rahat ça P a ris 'e gelebilecektik. E ğer o olmasaydı, Alman ya'dan çıkabilmemiz bile tehlikeye girecekti. Bizi sınıra götürecek b ir a - raç bulmamız imkansızda B izi belki de Almanya 'da enterne ederlerdi.

P a ris 'e ancak trenle dönebilirdik. Tam on bir kişi idik. Annem arabamı zı kaldığım ız otelin sah i­ bine emanet etti. Hepi - miz için de yataklı vagon­

da ye r bulundu.

Bad-Homburg'da Park Otel'de kalıyorduk. Bunun sahibi olan H err R itter çok dürüst b ir adamdı. Sa - vaş bittikten altı ay sonra yani beş buçuk y ıl sonra bize b ir mektup yazarak a- rabamızm em rim ize ha­ z ır olduğunu bildirdi. A l­ manlar yalnız lastiklerini alm ışlardı. Bizim Ashton gitti ve arabayı getirdi. A- raba hakikaten mükemmel durumda idi ve bize yeni b ir araba alıncaya kadar daha iki y ıl hizm et etti.

Trene biner binmez he men yattık. Tren akşam - üstü hareket etm işti. E r ­ tesi sabah P a ris 'te buluna cağım ızı umuyorduk.

O zaman bir Alman şehri olan M etz'e varınca tren durdu ve bizi uyandır dılar.

Tren daha ile r i gide - miyecekti. Bizi ve eşyala n m ız ı perona in d ird iler. A z sonra da trenin Frank furt istikametinde geri git tiğini seyrettik. Fran -

sız sm ın ancak b ir kaç kilom etre ötede idi. Ama biz is te r istem ez orada kalmış bulunuyorduk.

Saat sabahın dördü i - di. Ortalık hala karanlık­ tı. Hava serindi. Biz de

bu durumda kalan herkes gibi birb irim ize sokula - rak ısınmağa ve ne yapa­ cağım ızı düşünmeğe baş­ ladık.

Ortalık aydınlanınca - dönüş imkanlarını düşün­ meğe başladık. Bu sıra - da Rıfat Paşa'nın birden­ bire bağırmağa başladı i. ğım gördüm. M eğer için­ de ayakkabıları bulunan sandık ortada yokmuş Bu­ nun trenle birlikte Frank fu rt'a döndüğü anlaşılı - yordu. Paşa herşeyi unut muş, bunun peşine düş - müştü. Almanca da bilmi yordu. Beraberce gar şe­ fine gittik. Ben tercüman lığ ı yaptım. Şef Frank - fu rt'a yazacağını bildir - mekten başka birşey ya - pamadı tabii. Sandık bu - lunucak olursa ve imkan bulursa bunu Paşa'nın ad­ resine gönderecekti.

Bu ayakkabılar yüzün den ’ epeyce vakit kaybet - miştik. Ekselansın ayak- kabılan işim izi oldukça sekteye uğratmıştı.

Ancak bundan sonra Fransa'ya geçmek için im kanlar aramak ü zere yola çıktık.

Şehrin sokakları bom boştu. H er tarafta aske­ ri devriyeler dolaşıyor

-K T

du. Sık sık yolumuzu ke­ siyorlar, nereye gitm ek­ te olduğumuzu soruyor - lardı. Üç kişiden fazla b ir kalabalığın b ir ara - da bulunması yasaktı. Ben paşâ ve uşağı yolda b i r ­ şey sormak ü zere birine

rastsak hemen yasağı boz muş oluyorduk. Henüz harp ilan edilm em işti a - ma her dakika bu müm - kündü.

Sonunda Alman komu tanını bulabildik. Adambi zi inanılmaz b ir

nezaket-Gülbenkyan (sağ üst köşede) ve m u zengin eden petrol kuyusu.

le karşıladı. Üstelik , Fransızca da biliyordu .. Sonunda em rim ize iki oto mobil ile b ir kamyon v e r di. B ir de izin kağıdı. Böy lece Fransız toprakları­ na kadar gidebilecektik.

(11)

a r

G Ü L B E N K Y A N anlatıyor

HAYATIM

ve

MACERALARIM

( Her hakkı mahfuzdur )

Babama göre savaş mânâsız ve boştu

- 10

-Yola çıkar çıkmaz bu (jj kağıtların kıymetini he - men anladık. Stic sık yo - lumuz ask erler tarafın - dan kesiliyordu. Bize kar şı çevrilen tüfekleri gö­ rüyorduk. Ama kağıtla - n m ız incelendikten son­ ra bizi hemen selam lı - y o rla r ve yolumuza de­ vam etm em iz iç in iz in ve riyorlardı.

dik ve altı saatlik yolu tam 24 saatte alarak Pa­ r is 'e ulaşabildik. Alman­ ya'daki intizama karşı - lık Fransa'da her şey kar makan şıktı.

Fransız sm ınna va - rınca kamyondaki eşya- j- m ız indirildi ve otomo -

Ş tü llerle kamyon geri dön

dü.

Biz Fransız toprak - lann a varınca sıkıntıla - rım ızın geçeceğini umu - yorduk. Ne gezer. Bu - ra la n olduğu gibi boşalt­ m ışlardı. Fransız asker­ le r i de ancak on kilomet­ re geride y e r alm ışlardı. Buradan hiç te uzak ol - mayan Nansi şehrine u - laşmak için yaya , bir köyden kiraladığım ız bir araba ile ve nasılsa bu - labildiğim iz bir otomo - b ille tam gece y a rıs ı­ na kadar yol almak zo -

runda kaldık. Perişan bir halde Nansi'de b ir otele girdiğim iz zaman pek pe rişandık. E rtesi sabah ta trende ancak Rifat Pasa«- nın e lç iliğ i sayesinde iki kompartıman kiralayabil­

P a ris 'e varmakla da işim iz bitmedi. Paşa biz den ayrılm ıştı. Biz yal­ nız kalmıştık ve para - mız tükenmişti. Bütün bankalar ve postahane - le r para ödemeyi kes­ m işlerdi. Bizi Kale'ye gö türecek b ir trene ye rle - şinceye kadar da dünya­ nın zorluğunu çektik. Ge ne de Londra'ya varabi - leceğim izden ümitvar de ğildik. Bizi karşıya g e çi­ recek b ir gemi bulabile - ceğimizden emin bulun - muyorduk.

Savaş ilan edilm işti.O r talarda heyecan v e r ic i riva y etler dolaşıyordu. A l man filosunun Manş de - nizine yaklaştığı, deniz - altılarının is e gem ileri torpillediği söyleniyordu.

Bu yüzden gemi sefer terinin kesilm iş bı lun - duğu bile ile r i sürülüyor dü.

Nihayet uzun b ir yol­ culuktan sonra Kale' ye varabildik. Burada biran

ö'.ce İn giltere'ye geç met

isti yan büyük b ir kalaba­

lık ile karşılaştık. Orta­ da gem i filan yoktu. Ol - sa bile bizim de bu gemi­ ye binebileceğim iz çok şüpheli idi. A yrıca İngil - te re 'y e geçebilmek için özel b ir viz e gerekiyor - du.

V ize işini ancak baba­ mızın adı sayesinde ala­ bildik. Derken b ir fe r i - bot geldi. Buna da baba - mı tanıyan gemi süvari­ si Mr. Hart adında biri sayesinde girebildik. A - dam üstelik bize b ir lüks kamara bile açtı. Feribot yola çıktı sonunda her an torpillenm eyi bekliyerek, Douvre'a varabildik. İn­ giltere topraklarına v a r­ mıştık. Ama gene de z o r­ luklar bitmemişti.

Gemi ile birlikte pek çok pasaportsuz ve viz e - siz yolcu da İn giltere' ye gelm işti. İngiliz otori - teleri bunlan ayıklamak istiyorlardı. Bereket v e r ­ sin Gülbenkyan adı bu - rada da işim ize yaradı ve kontrolden geçerek bir trene atladık.

Nihayet Londra'da idik. İn g ilizler savaşı bir çeşit spor gibi karşıla - m ışlardı. Kazanılacağı da şüphe götürmeyen, hem de kısa zamanda kazam - lacak b ir savaş olacaktı bu. Onun için herkes bu

işte b ir pay sahibi olmak iç in acele ediyordu. Y a l­ nız İngiliz Harbiye N a z ın Lord Kitchener bu fikri kabul etm iyordu..

Bütün gençler gönül­ lü yazılmak için acele e - diyorlardı. Ben de heye - cana kapılmıştım. Üni - versite öğrencisi oldu - ğurha göre subay bile ola bilirdim .

Heyecan içinde bunu ba bama söylediğim zaman, beni hiç te umduğum gi­ bi karşılamadı. Ona göre savaş fena ve manasız bir şeydi. İnsana ya ölümü, ya da teneke bir madalya ka­ zandırırdı.

Yapacağım en doğru iş Üniversite tahsilime de­ vam etmekti.

Ama dinleyen k im ? ,. Cambridge Ü niversitesi'- ne yazılmakla beraber gö nüllü subay kampına da yazıldım. T a lim lere bile başladım ..

"Baba veya anne tara - fından.tam b ir Avrupalı a ileden mi geliyorsunuz?"

M eğer böyle olmayan­ la r Majestenin subayı o l­ mak şerefini hiçbir şekil de kazanamazlarmış.

Ben is e Ermeni idim. Avrupalı değil, A ayalı i - dim. Bunun için de bana bu kapı kapanıyordu. Uğ - ram ış olduğum hayal su­ kutu pek büyük oldu. He - men kampı terkettim.

Hele az sonra Türki - ye'de Almanya'nın yanın­ da savaşa girince biz Er- m eniler hemen şüpheli in

sanlar arasında sayılma­ ya başladık. Ermenilter de Türk sayılıyordu çünkü..

Evet,benim için yapı­ lacak tek iş kalm ıştı: Cam bridge Üniversitesindeki tahsilime devam etmek, bu nu en kısa zamanda t a ­ mamlamaya çalışmak.

Ben de bu işe koyul - dum.

Savaş Cambridge' de­ ki hayatı pek fazla de - ğiştirm em işti. Ve biz sa- ■vaşm ne demek olduğunu

pek anlamıyorduk. Sonra - dan arkadaşlarımızdan as ker olanlarından bazıları­

nın adlarını savaşta ölen- ! le r arasında gazete haber le r i içinde okumağa baş laymca bunun ne demek ol I duğunu daha iy i anlamağa başladık.

Savaş süresince biz , İngiltere'den pek ayrılm a­ dık. Yalnız babam birkaç sefer Royal Dutch Shell P etrol kumpanyasının tem silcisi olarak P a ris 'e gitti geldi. Savaş pek çok k iş ile ri ağlatıyordu ama buna karşılık petrolcuları gitgide daha fazla güldürü yordu.

(Devamı var)

Tüfek şeklinde tahta­ la rla talime bile çıkıyor­ dum. Kendimi zafer ka­ zanmış b ir subay gibi gö­ rüyordum.

Bütün bu hevesim, gü­ nün birinde bize doldurt­ tukları bir beyannameye kadar sürdü. Kağıtta bir çok sorular vardı. Soru - lardan biri de şu idi:

Eğlenmeyi çok seven Nubar Gülbenkyan bir dansözün gerdan kırması­ na gülerek mukabele ediyor.

(12)

( Her hakkı mahfuzdur )

HAYATİM

ve

»>!fcrr.a3*F*i5/3wiEMi

Bir damla petrol = Bir damla kan

-

11

-P etro l savaş boyunca her geçen gün daha fa zla a ranıyor .bunun sonucu o la ­ rak fiy a tla rı gitgide yükse liyordu. Savaşlarda dpkü - len kan şimdi sar fedilen pet ro l kadar olmuştu. Bir dam la kan,bir damla petrolde gerine yükselmişti.

Benim keyfim yerinde idi. Savaş yüzünden Ingil - tere 'y e gelen bir çok ya - bancı öğren cilerle de i l i ş ­ ki kurmuştum. Boş vakitle r im i ise gene eğlence ve a

\ ta binmekle geçiriyordum . Bu devirde ata binmeğe ve atlı av partilerine katıl - mağa pek merak sarm ış - | tim.

Birdenbire çoK h ızlı bir hayat yaşamağa başlamış­ tım. Sabahları erkenden a- ta biniyor,sonra derse gi­ d iyor, dersten sonra he - men bir trene atlayarak , Londra'ya k a çıyor,o za - man pek moda olan bir o - peret seyrediyor .o p eret­ ten sonra artist kızlardan b ir i ile yemek yiyor,onun la eğ len iy or, dans ediyor , yatıyor ve gece y a rıs ı ge­ ne Cam bridge'de bulun - mağa çalışıyordum . Çünkü disipline göre en gec ge - cey a rısı üniversite lojman nında bulunmağa m ecbur­ dum.

Ne var ki çok zaman pek geç kalıyordum. Ama benim için bundan dolayı bir ceza görm ek ihtim ali

yoktu. Çünkü gece bekçisi ile daha önce anlaşmış bu Umuyordum.. .

Cam bridge'deki en ya kın dostum George Ans - le y ' idi. Bu çapkınlık ha - yatım ı çok s e fe rle r onun- . la sürdürürdüm. Fakat bir gün ikim iz birden Phyllis adında bir şarkıcı k ız a a - şik olmayalım m ı?

Ph yllis hoş bir k ız d ı. Bunun için hayranı da çok tu. Sonra bir gün ne öğre­ neyim ?Herhalde hayran­ larının çokluğundan ola - cak, şaşırm ış ve hem ba­ na, hem de G eorge'a aynı gün Londra'da randevu v e r m emiş m i?

O zaman bu rekabette arkadaşımı atlatmak için hiç te sportmence bir iş olmayan başka b ir • yola başvurdum; Almanya'da o kuduğum kimya ilm i ilk defa işim e yarayacaktı . Randevumuza b ir gün ka­ la akşam ü zeri arkadaşı­ mın viskisine bir miktar mağnezmum sülfatı kat - tim . Bunu rahat rahat içti E rtesi sabah ise birgenç- kızın randevusuna gidebil mek kudretinden pek uzak tı. Ben de bundan faydala­ narak Londra'ya koşup Phyllis ile buluştum.

Bu devirde b irib irin i takiben çok sevgililerim oldu. Baş döndürücü b ir hayat yaşıyordum. Bunun­ la beraber peşlerine düş­

tüğüm halde elde edem e­ diğim çok genç ve gü z e l, artist te vardı. Hiç unut­ mam b ir seferinde gene bir operette çok güzel bir kız gördü m. G ö zler im i on dan ayırm ıyordum . O da a ra sıra bana bakıyor ve gü lümsüyordu.

P iyes biter bitmez ce bimdeki bütün para ile çok güzel b ir buket yaptırıp ar ü stlerin g irip çıkmalarına ayrılan kapının önüne g it ­ tim. Burada bulunan kapı­ cıya buketi uzatarak bunu o güzel ş.rtiste verm esini ric a ettim . A y rıca b ir kart ta iliştirm iş,ken disiyle bir çay içm eğe davet etm iştim . Kapıcı çiçek buketini a larak gitti. B ira z sonra e li boş döndü ve bana şu ce v a ­ bı getirdi:

-Çiçek gönderdiğiniz san'atkâr yerinde değildi . Fakat çiçe ği onun yerine ko cası kabul etti. Ve bana bu buketi g e r i almak is te r s e ­ niz gidip kendisini görm e - n izi ric a ettiğini söyledi . Bilmem k i b iliyor musunuz kendisi İngiltere ağır sık - let boks şampiyonudur.

Tabii hemen oradan u - zaklaşmam ve ilk trenle Cam bridge'e dönmem bir oldu.

Bütün bu çapkınlıklar i çin y e te ri kadar para bul­ makta her zaman sıkıntı çe kerdim . Çünkü babam bana ölçülü miktarda para v e rir

di.,Bu yüzden bana lâzım o lan parayı bulmak için çok sefer te fe c ile re , sim sar la ra baş vurmak zorunda ka lird im . Babamın adı bun - la r için en büyük teminat­ tı. Buna rağmen b o rç la r ı­ mı vaktinde ödeyem ez,se­ netleri değiştir ir , ne yapar yapar bu arada onlardan ye niden para alırdım . Bu da . bana mahsus m â lf bir hü - nerdi.

Bu delice yaşantım yü zünden birgün babamdan a ğ ır bir mektup aldım. Bu olay şöyle olmuştu.

Babamın iş ortakların dan petrol k ralı Henri De terdiag'in oğlu bir imtihan geçirm ek üzere bize gele çekti. Babam bunu bana ön ceden mektupla bildirm iş kendisini g erek tiği gib i karşılam am ı em retm işti. Fakat bunca iş ( l ) ara sında ben bunu çoktan u - nutmuştum.Genç Deter - ding gelm iş,b en i bulama­ yınca aramağa koyulmuş. Yanıma g eld iği zaman ise ben arkadaşlarla oturmuş içiyordum. Zilzurna s a r ­ hoştum. Bu şekilde k a rş ı­ laşm am ız tabii hiç te hoş olm am ıştı. İşini bitirip , döndükten sonra babama durumumu anlatmayı dau nutmamiş olm alı ki,ba - bam bana yazdığı mektup ta aynen şöyle diyordu:

" Ben paramı senin Ü niversite tahsilini tamam

laman için harcıyorum . k i,h er gün Uç sarrafın, Uç bu bir bakıma övücü kelim e Yoksa senin ç e ş itli şarap atm ve Uç â d ın ın hakkındanlerin olarak ak ve şampanya k a litelerin i g e lir d i_ ,, settirdiğini ile r i süremem. iyice tanıman için değil. '• Qnun hakklTIlda yazdlğl (Devarnl Var)

Babam bununla da kal m ay ar ak beni b ir iki d e ­ fa üniversitede aratm ış . A ksi gib i hep te orada ol madiğim zamanlara rast ladı bu aram aları. Ondan yeni ağır mektuplar al - dım. Nerede id im ? D e rs - le re hiç m i devam etm i­ yordum ?Ü niversiteyi b ı­ rakmış mı idim yoksa ?

Hayır aziz peder'. Ü - n iversiteyi bırakm ış f i - lân değildim . A tlı av p a r­ tilerin e katılm adığım , Londra'da operet gü zel­ le riy le eğlenm ediğim , iç k i içm ediğim ve yeni ö ğ ­ rendiğim briç oyununu oy namadığım zamanlar,da ha doğrusu bu zamanlar dan arta kalan saatlerde d e rs le rim i takip etmek i çin üniversite dershane­ lerine gittiğim de oluyor du.

Bununla beraber ora da kaldığım Uç y ıl sonun da hem Hukuk,hem de San'at Ta rih i bölümlerin den diploma almağa mu­ vaffak oldutn. Bir de y i r ­ minci asırda artık mu­ cize beklem em eli d erler.

A z iz dostum George Ans ley sonradan yazm ış olduğu hatıratında benden bahseder

ken aynen şöyle der: Gülbenkyan'ın hayatı çok renkli geçm iştir.

"Nubar öyle bir gençti Fotoğrafta, Giilbenkyan eşiyle görülüyor

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Rotterdamda yeni inşa edilen bir büyük passag'in köşesini teşkil eden blok halindeki büyük mağaza bi- nası, her katında satış daireleri olduğu için geniş mer- divenleri

* Mütenevvi eklerin, diş açılmasına lüzum olmadan, muhtelif kuturdaki borular için tedarik edilebilen hususi boru aksamile (somunla sıktırma veya şariyet esasına dayanan

Evin plânına, haricî mimarisine, renklerine ve detaylarına itina edilerek muvaffak olmuş bir bina tesiri elde

Sonlu say›da (diyelim n tane) ele- man taraf›ndan gerilmifl ve burulmas›z olan bir modül özgürdür ve en fazla n tane eleman taraf›n- dan gerilmifltir..

Agache: Mütehassısın bu husustaki kısa ve umumi olarak söylediği düşüncelerini aynen yazıyoruz: (Tarihî bir maziye ait asrî büyük şehirlerin çoğunda tatbik edi-

H İPOTEZ SORUSU: Antagonist ICSI+taze embryo transferi (ET) sikluslarında oosit retrivalin hemen sonras ında intrauterin hCG uygulanmasının implantasyon oranları, kimyasal veya klinik

Gerçekten, bizden ayrı sayılmaması için yorgunluğa katlandı, açlığı istedi, susuzluğu reddetmedi, istirahat edebilmek için uyumayı kabul etti, acılara

Sloan araflt›rmac›lar›na göre Samanyolu çevresindeki “uydu eksikli¤i”, araflt›rma- c›lar›n daha önce görece büyük cücele- re odaklanmalar›ndan,