"T T - T J .3 /H I
O
Hurrıye
JPAZAR
PAZAR, 20 Ekim 1996
Piyanist, müzikolog
LEYLA PAMİR
“yakından tanıdıkça beliren" insanlardan
ÇO K
TÜRKİYE'DEN
BATI TANIYOR
Onat Kutlar, onu "H akkı yenmiş bir öğretici" olarak tanım lam ıştı. Ve "ruh durumunu" anlamak isteyenlere büyük çağdaş besteci Schönberg'in şu sözlerini okumalarını önermişti: "Bu son elli yıl içinde başladıklarımın, bitirmeye çalıştıklarım ın başarı olarak değerlendirilmesi bana abartılı geliyor (...) Kendimi kaynar sulardan bir okyanusa düşmüş gibi hissediyorum. Yüzemediğimden, başka bir çıkar yol bulamadığımdan, kollarım la ve bacaklarımla debelenerek bu işi denedim. Ne kurtardı beni, nasıl oldu da bozulmadım, canlı olarak haşlanmadım, bilmiyorum. Belki de kazanmamın bir tek nedeni var, o da hiçbir zaman vazgeçmemiş olmam, ama denizin içinde insan vazgeçebilir mi?" Kutlar'ın sözünü ettiği; uzun ama sonuçsuz bir birlikte çalışmadan sonra "Ben bu sonuçsuz uğraştan
müthiş kazançlı çıktım , çünkü olağanüstü bir insanı, biraz daha yakından tanımak mutluluğuna ulaştım" dediği kişi Leyla Pam ir'di. Piyanist, 34 yıllık piyano hocası, yazar ve kendisi Schönberg gibi fazla "abartılı" da bulsa Müzikolog Leyla Pam ir... Şu günlerde yedi
incelemeden oluşan M üzik ve Edebiyat adlı yeni kitabı Varlık Yayınları tarafından piyasaya çıkacak olan Pamir'i herkes değil, daha çok sanat çevresi, piyanistler,
müzikologlar tanıyor. Türkiye'den çok da batı... Ama o uzun süredir, Moda'daki evinde piyano
derslerinden arta kalan zamanında sürekli okuyor, inceliyor ve yazıyor. Hasta olduğu zam anlar dışında üretmeye bir an bile ara vermemiş, hatta çok hastalık, kaza, ameliyat geçirmiş ve okuyup yazmayı hep "İyileşm ek için bir ilaç" gibi kullanm ış. "Yazdığım , yaptığım herşey, kitap, konser, konferans, hepsi bir iyileşme çabası..." Bu yazının amacı ise onu tanımayanlara birazcık olsun tanıtma; biraz tanıyanlara ise daha yakından tanımaları için bir kapı aralama çabası...
Onu saatin
altına götürdüm
1950’lerin İstanbul'u... Beyoğlu'nda, Galatasaray'da "Edebiyat Matinesi" yılları... O dönemin şanslı insanları, Sabahattin Kudretler, Özdemir Asaflar, Sait Faikler'in kendi seslerinden kitaplarını dinleyebilirlermiş (Kulağa ne hoş geliyor!). Haldun Taner de matinelerde hikayelerini okuyan bir yazar. Leyla Pamir ise onun hikayelerine bayılan, hatta "12’ye bir var"ı kendi kendine Almanca'ya çeviren ve ona platonik olarak aşık olan genç bir piyanist. Bu arada Haldun Taner dönemin güzellik kraliçelerinden Ayten Akyol ile nişanlı. Bir edebiyat matinesi sırasında kararını verir Pamir: "Kürsüye gittim. Önce hikayenin Almanca çevirisini beğenmediğimi söyledim, ardından da onu yahya, küçük müzikal bir toplantıya davet ettim. Kıpkırmızı oldu, başka türlü bir kızardı, arkadaşım da o arada Ayten Akyol'u oyalıyordu. Kabul etti ve geldi. Ben ve Haluk piyano çaldık. Evde bir Rönesans saati vardı. Bir punduna getirip Haldun'u saatin altına götürmüşüm, artık ezberlediğim hikayesinden pasajlar okuyorum. Kafama koymuştum, benimki olacak evlilik değildi, babama söyledim ve eşimden aynldım”.
Çekişmeli bir diyalog
O sıralar kitapçevirmektedir, "Bazı terimleri öğrenmem gerekiyor" açıklamasıyla ara sıra Haldun Taner'i görmeye gider. Arkadaşlıkları ilerler, söylediğine göre çekişmeli bir diyalog şeklinde... Karşılıklı birbirlerini kızdırırlar ve sonra bir bakarlar ki "Aşk" başlamış. Haldim Taner, kalabalık bir tekne yolculuğu sırasında açılır ona. Yıllar boyu dostu olacak İdil Biret o sıralar dokuz yaşındadır. Ayten Akyol, kendisine evlenme teklif eden zengin bir profesöre evet demiştir çoktan.
Hiç pişman olmadım
Birbirlerine söz verirler vePamir, Münih'e okumaya gider. Orada, ünlü bir orkestra şefi olan Louro von Matacic hayran olur kendisine; evlenme teklif eder. Bunu duyan ve Haldun Taner'den de haberi olan babası soluğu Münih'te alır. Sokaklarda dolaşırken, lüks bir iççamaşın mağazasının önünde babası kızma dönüp şu tarihi sözleri haykıracaktır: "Bak, şu dantelli, ipekli güzelim
çamaşırları görüyor
inceliyor, yazıyor
Leyla Pamir, bir tarihte doğar (Biyografisinde tarih yok, bunun bir önemi de yok zaten). 1930'larda Türkiye'de ilk Jeoloji Fakültesinin
kurucularından, MTA genel müdürlerinden Profesör Hamit Nafiz Pamir’in tek çocuğu olarak... Bir konakta, annesiz, Sahibinin Sesi gramofonlardan yayılan Rigoletto aryalarıyla ve kimisinin fazlasıyla eziyetini gördüğü Alman matmazellerle büyür. "Uç yaşındaydım. Çok iyi hatırlıyorum, çünkü bu yüzden çok dayak yedim. Yemek yemeyen bir çocuktum. Bu durum ancak müzikle telafi ediliyordu. Çünkü bana dinletildiği zaman
yiyordum ancak!" Müziğe babası teşvik etmiş; küçük yaşlarda piyano dersleri almaya başlamış. Anlattığına göre, babası müziği seviyor, ama "Tabii piyano hocasından anladığı yok". Bu nedenle çok da iyi bir eğitim aldığım düşünmüyor o zamanlar. Ortaokulu 'Alman Mektebi'nde okuyor. Koyu bir Nazi okulu; ama çok eğlenceli günler geçirmiş, hiçbir şeyin farkına varmadan Nazi marşlarım coşkuyla söylemiş, uygun adım yürüyüşler yaparak Cumhuriyet bayramlarındaki birincilikleri paylaşmış. En eğlenceli olan ise okulun karşısındaki kulübe giderek akordiyon eşliğinde yapılan danslarmış... ikinci Dünya Savaşı sonunda Alman okulu kapanıp "leyli” olarak Amerikan Koleji’ne "tıkılınca" hayatı kararır Pamir'in. Çünkü bu kez hayatına giren "zalim", Mrs. Summers. Bir yandan "istibdad”, bir yandan konserler, mezun olur. Olur olmaz da kısa sürede "yanlış" olduğunu anlayacağı bir evliliğe imza atar, Faruk Erdener'le. Dönemin önemli müzisyenleri Bülent ve Haluk Tarcan'la yakın arkadaşlığı ise sürer. Yıl 1952. "İlk defa halka açık konsere çıktım. Gayet iddialı bir programla. Seyirci son derece amatör, kıyamet koptu alkışlardan, ama çok kötü çaldığımı biliyorum. O konserden soma Bülent, 'Sen ya piyanoyu bırak, ya da doğru dürüst bir hocaya kendini teslim et' dedi. Ben günlerce ağla ağla... Böyle çok ağladım".
HOCA DA ŞAŞIRDI
Eşinden ayrılıp müzik eğitimi için gittiği Münih'de de hocası dinler onu ve o da şaşkınlıkla bakakalır. "Ben hiç hayatımda böyle piyano çalmışına tanık olmadım. Müthiş duyarlısınız, ama hiçbir tekniğiniz yok..." Yine
ARMUTÇU
gözyaşları ve yeniden başlanan sıkı çalışmalar... 1954-57 yıllarında Münih ve Viyana Üniversitelerinde Müzikoloji ve Tiyatro Bilimi derslerine devam eder. (Araya ikinci evliliği sıkıştırır: Haldim Taner'le!) Münih'te Oskar Koebel, Viyana'da Prof. Hinterhofer, İstanbul'da Ferdi Statzer ve Madam Vosko'nun piyano öğrencisi olur. 1964'te AvusturyalI Piyanist F. Badura Skoda’nm Hamburg'ta yönettiği Ustalık Kursu'ndan sertifika alır. İşte orada açılır: "Skoda'ya gittiğimde Chopin sonatının bir bölümünü çalışıyorum, süratti rüzgar bölümünü. Ben kendimi beğenmiyorum, hoca da beğenmiyor. Sürekti uyarı; daha çalış, daha çalış... olmuyor işte! Herr Skoda'ya beni özel olarak bir on dakika dinlemesini rica ettim. Dinledi. Parmak tekniğiniz iyi, dedi. Şimdi gözlerinizi kapayın, bütün hareketleri bir kedi gibi yumuşak aşağıdan yukan, aşağıdan yukan, yavaş... kolla beraber... biraz daha hızlanın şimdi... böyle en yavaştan en hızlıya..." Aylarca olamayan birşey o on dakikada olur.
EDEBİYAT VE MÜZİK BİRLİKTE
Böyle böyle herkesten birşey öğrenir Pamir. 1969'da Heidelberg Devlet Konservatuan'mn Yüksek
Bölümü'nden mezun olur. İstanbul'da radyo
programlarına katılır, resitaller, piyano dersleri verir. Heidelberg Konservatuan'nda piyano eğitim görevlisi olarak çalışır. Halka açık konserler verir. Sonraki yıllar İstanbul Radyosu ve Ankara Televizyonu'nda piyano solo programları sunar, konserlere devam eder. Ve bu zamana kadar pek çok sempozyuma katılır, konferanslar verir, sanat dergilerine, gazetelere yazılar yazar. Bir çok da kitap: İnci'nin Müzik Kitabı, Çağdaş Piyano Eğitimi, Ayşe'nin Müzik Kitabı, Müzikte Geniş Soluklar, Skryabin, Müzik ve Edebiyat...
Şu sıralar yine ders veriyor ve yeni yazılar yazıyor. Aslında okuyucuları müzik -daha çok da
klasik müzik çevresine mensup insanlar. Ama son kitabına biraz kızacaklarını düşünüyor; çünkü salt müzik kitabı değil. Edebiyat ve müziği birlikte inceliyor. Müziğin -ve edebiyatın- felsefesini yapıyor.
"Kızabilirler ama, edebiyatçılar da müziğin yapısına girip çıksınlar ve tabii müzisyenler de biraz daha edebiyat okurlarsa fena mı olur yani..."
TP® *
Kafkasa
musun? Eğer Matacic'le evlenirsen hayatin boyunca böyle şeylere sahip olursun. Ama o Babıali dürzüsüyle olursan patiska don senin neyine yetmez!"
Pamir, bütün akıllı ve aşık kadmlar gibi doğru olam yapar; babasını dinlemez. Zaten babası ve Haldun Taner de daha sonra çok iyi iki dost olurlar.
"Haldun'u seçtiğim için hiç pişman olmadım, 13 yıl birlikte olduk. Çok güzel bir
dostluğumuz oldu. Ama bir evlilik içinde olmaması gereken şeyler de oldu. Ayrılmak zorunda kaldık. Başka aşklar da oldu, ama bizim
dostluğumuz hep devam etti".
"1988'de bir müzisyen dostumla aklım ıza geldi; çocuklar için bir m üzik belgeseli yapm ak... Özdemir Asaf'ın oğlu Olgun senaryo tekniği konusunda yardım etti, aşağı yukarı beşyüz altıyüz sayfalık büyük bir evrak çıktı ortaya. Gerçekleşemedi bir türlü. Daha sonra yeniden ele aldığımda bu çalışm anın içinden bir Mozart araştırması çıktı. Bunu yine çocuklar için dört bölümlük bir belgesele dönüştürdüm. Onat Kutlar bayıldı". Bu belgeselin TRT'de yayınlanm ak üzere çekilebilm esi için çok uğraşmış Leyla Pamir. Akbank biraz destek olmuş, ama yetmemiş. TRT, tam dokuz ay beklettikten sonra verdiği sözü tutmamış. "Bu arada ben küçük M ozart'ı, büyük M ozart'ı, bütün oyuncuları bulmuşum. M üzikleri hazırlamışım , eğlenceli diyaloglar yazm ışım ... Kültür Bakanlığı'na gitmeye karar verdik". Proje orada da epey süründükten sonra red cevabı alm ış. Daha sonra Pamir'in öğrendiğine göre şu gerekçeyle: "Dede Efendi
serüven
dururken, bizim çocukların M ozart'la işi ne?"
Artık bu projeyle uğraşmak istemiyor. "N e yapayım?" diyor, "Bulduğum bütün oyuncular büyüdü, değişti". Kutlar ise daha sonra kaleme alınış bu uzun ve yorucu süreci: "Senaryo oya gibi işlenmişti. Leyla ile benim önce bir müzik tarihi olarak başlayıp sonra 200. ölüm
yıldönümü nedeniyle sadece bir Mozart projesine dönüşen ve bütün amacı çocuklara doğru ve eğlendirici bir müzik eğitimi vermek olan bu iyiniyetli çabayı gerçekleştirmek için iki yıl süreyle yaşadığımız Kafkasal serüveni burada anlatmam olanaksız, yersiz". Ama "yersiz" bulmadığı başka birşeyi yazıyor Kutlar, Leyla Pam ir'i:
"Kim i insanlar vardır tanıdıkça bir sığlık, sıradanlıkla karşılaşırsınız, kim ileri ise bir anda ele vermedikleri kişilik, birikim ve renklerle onları yakından tanıdıkça belirirler. Leyla Pamir'le de tıpkı böyle oldu".
İstanbul Şehir Üniversitesi Kütüphanesi Taha Toros Arşivi