• Sonuç bulunamadı

Anadolu aşığı bir dev göçtü dünyadan

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Anadolu aşığı bir dev göçtü dünyadan"

Copied!
16
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

HAFTANIN SANAT TAKVİMİ

SERGİLER

• İstanbul Belediyesi Şe­ hir T iya tro la rı, Harbiye Tiyatrosu'nda, y a rın " Türk Tiyatrosu" konulu bir sergi açacak.

• Ressamlar Cem iyeti'nin Cumhuriyetin 5 0 ., kuruluk­ larının 24. y ılı nedeniyle Taksim Şehir G alerisi ' nde açtıkları sergi 2 kasımda kapanacak.

• Uluslararası Endüstri ve Ticaret Bankası'nın düzen - lediği resim yarılmasına ka­ tılan tablolar sergilendi. Yapı ve Kredi Bankası G a ­ latasaray Sanat G a le ris in ­ deki sergi 25 ekime kadar açık kalacak.

• Rasin, bugün, Ameri - kan Kültür M e rke zi' nde bir sergi açacak. Sanatçı son çali}m alarını 2 kasıma kadar sergileyecek. • Beyoğlu Şehir G aleri - si'nde Uç sergi yer alıyor . 1 kasımda kapanacak sergi­ le r, Naime Saltan ve Mus­ tafa Turgut Tok'ad'ın re - simleri ile Hüsnü Züber 'in grafik çal ıjmalarından o lu - juyor.

KONSER

• İstanbul Devlet Senfoni Orkestrasinın bu hafta ve - receği konserleri Demirhan Altuğ yönetecek. M a ç ­ ka Maden Fakültesi'nde bu­ gün 21.00'de verilecek korr- sere Tomris ö z i j ( piyano) solist olarak katılacak. İDSO'nun yarın saat 16.00'- da vereceği konserin so­ listi ise A li Doğan (viyolon­ sel).

• Judith Uluğ ( piyano) bugün saat 18.30'da Mak - sim'de bir resital verecek. Sanatçı bu konserde Mo - zart, Schönberg, Webern , Berg ve Schumann’dan par - çalar sunacak.

• İstanbul Belediye Kon­ servatuarı 'nın bugece saat 2 1.00'de Üsküdar Şehir T i­ yatrosu'nda vereceği "Türk Sanat Musikisi" konserini Mefharet Yıldırım yönete - cek. Co}kun Sabah ( Ud) ın

©

solist 'olarak katılacağı kon­ serde Yegâh ve U jjak ma­ kamından örnekler sunula­ cak.

• Ankara Devlet Opero- sı 22-3.1 ekim tarihleri ara­ sında Kıbrıs'ta konserler ve­ recek. Bergam KızıItuğ,Se­ vim Çıdamlı, Cemil Sök­ men, Nuran A v c ı, Nurdan Ozar ve Osman G ö k o ğ lu '- nun solist ve korist olarak katılacağı konserlerde sa­ natçılara A lp Ulusoy piya­ no ile eşlik edecek.

• İstanbul Devlet Opera Orkestra ve Korosu, 20 e - kim saat 20.30'da MaksimL de N e v it K odallı'nın "A ta ­ türk Oratoryusu"nu, Ro­ bert Wagner yönetimin - de seslendirecek. Cahit K ülebî'nin yazdığı orator - yonun solistleri Handan Şar- dağ, Melek Ç elîkta}, En­ der Ar iman ve Ömer Sebar.

Konser 22 ekimde aynı yer ve saatte tekrarlanacak.

• Folklor sanatçısı Fey- zullah Çınar, 22 ekim saat I 8.30'da Sinematek'te bir konser verecek. Program Pir Sultan A bdal'ın tü rkü le rin ­ den olujacak.

TİYATRO

• Devlet Tiyatrosu 23 e - kimde "Damdaki Kemancı" adlı m üzikali İstanbul r e ­ pertuarına katacak. Jo - seph Stein'in yazdığı, Jerry Bock'un müziğini yaptığı oyunu Todd Bolender sahne­ ye koyuyor. Dekorları Re­ fik Eren, kostümleri Hale Eren'in hazırladığı oyunda orkestrayı Dieter Brux, ko­

royu da Vedat Çorbacı y ö ­ netiyor.

• A li Poyrazoğlu Tiyatro­ su, bugün, Küçük Sahne' - de "İp te k i" adlı oyunla se­ zonu açıyor. Erol Toy 'un yazdığı, A li Poyrazoğlu' - nun sahneye koyduğu oyu­ nun dekorlarını Vecdi Sa­ yar hazırladı.

• İstanbul çalışmalarına son veren Ankara Sanat T i­ yatrosu, bir ay sürecek bir Anadolu turnesine ç ık tı. AST bugün Lüleburgaz' da, 20 ekimde Uzunköprü ' de, 21 ekimde de G e lib o lu ' da İsmet K üntay'ın"E vler Ev- le r"a d lı yapıtını sergileye­ cek. Topluluk 23 ekimde ise EskiSehirlilere İsmet Kün - ta y 'ın yazdığı, Rutkay A - z iz 'in yönettiği "403. Kîlo- m etre"yi sunacak.

• Orhan Al kan T iy a tro ­ su, Kadıköy Opera salo - nunda "K uşdili Karakolu " adlı müzikal bîr komedi su­ nuyor.

GÖSTERİ

• İstanbul Konservatuarı Bale bölümü 21 ekimde Mak- sim'de "Türk Kadının Cum­ huriyetle Kazandıkları" ko­ nulu bir resital v e re ce k. Oya Ö lçe n 'in öğrencile - rînin sunacağı resital saat

21.00'de ba$layacak. • Amerikan Kültür Mer - kezi 24 ekim saat 15.00'- de " Ünlü Tenisçiler " , "Beyzbol" ve "O to Yarış - la rı" konulu üç film suna - cak. Spor film le ri gösterisi aynı gün saat 18.00 ve 26 ekim saat 18.00'de te k ra r­ lanacak.

• İn g iliz Kültür H e ye ti25 ekim saat 18.00 ve 2 0 .3 0 '- da, Robert Bolt'un " Lady Carolîne Lamb" adlı yapı - tını sunacak. Sarah Mîles ve John Fînch'în başrolleri­ ni paylastıkları film de,John M ills , Margaret Leighton , Ralph Richardson ve Laurerr- ce O liv ie r konuk sanatçı olarak rol a lıyo rla r.

I.Türkoloji

Kongresi Türkiye'de

yapılıyor

Dünyada ve Türkiye'de ilk olarak l. Türkoloji Kongresi, İstanbul Üniversitesi Fen Fa­ kültesi'nin Konferans S a lo - nu'nda bir hafta sürecek ça - lışmalarma başladı. Kongre­ ye başta Almanya, Rusya, Finlandiya, Macar i stan, Bu l - garistan, Amerika ve H ol­ landa olmak üzere dünyanın bellibaşlı bütün Türkologları katılıyor. Bilginler, Türk dili ve edebiyatı, Türk tari - hi ve Türk sanatı üzerine bil­ d iriler veriyor. İlk gün Prof. Ahmet Caferoğlu, Prof. Sa - dettin Buluç ve Rektör Nâ - zım Terzioğlu'nun konuşma­ larından sonra delegeler kongrenin açılışından duy - dukları memnuniyeti belirt - tiler ve her üç yılda bir ye - niden Türkiye'de toplanılma­ sına karar verdiler.

Cumhurbaşkanı ve Eği - tim Bakanı'nın başarı mesaj­ larından sonra, Rektör 'Un 17. yüzyıldan kalma Türkiyat Enstitüsü binası için yeni bir arsamn satın alındığını bil - dinmesi ve Hükümetlerin de artıracakları yardımlarla binanın gelecek kongreye y e ­ tişebilecek olması, Türk kül­ türü ile ilgili olanlarda bü - yük bir sevinç uyandırdı.

KORELİ "KÜÇÜK

M ELEKLER"

YURDU M UZA GELİYOR

Cumhuriyetin 50. yılı ne­ deniyle Koreli "Küçük Melek­ le r " Kore'de Savaşanlar D er­ neği'nin konuğu olarak temsil­ ler vermek üzere 19 ekim ' de (bugün) yurdumuza gelecek - lerdir.

8-15 yaşları arasında 35 kız çocuğundan oluşan dünya­ ca ünlü sanat topluluğu 20- 21 ekim'de İstanbul'da 23-25 e - kim tarihlerinde de Ankara' - da temsiller verecektir.

Çeşitli folk şarkıları ile 15 çeşit Kore halk danslarını sunacak olan "Küçük Melek - ler " daha önce Avrupa ve Amerika'da tem siller vermiş lerdir.

"Küçük M elekler" yurdu - muzdaki gösterilerinden son­ ra İngiltere'ye gideceklerdir.

(3)

HAUKARNAS

BALIKÇISI

M

"Hayat geriye ve geçmişe bağlanmayı bağışlamaz,

yenilik ister. Ölen her insanın kafatası, yeni insan­

lığın binasına taş olur. Böyle gelişir uygarlık.

Halikarnas Balıkçısı cumartesi

gUnU aramızdan ayrıldı . Bod­ rum'da »binlerce Bodrumlu'nun katıldığı »sevdiklerinin "görül­ mem i}" denecek kadar çiçek gönderdikleri bir törenle to p ­ rağa veri İdi .Onunla son röpor­ ta j' I zmir muhabirimiz Orhan İlhan yapmıştı:

Doktorlar ezildiler »büzül­ düler, bir ad bulamadılar yine de hastalığına.. .Aslında teş­ hisi koymuşlardı. Daha önceki görüşmemizde »"Doktorlar söy lemediler ama ben anladım hastalığımı. Yaşlılık" demişti. Bu defa ağrıları için, acı­ ları için "romatizma"deyip ge çiştirm işler. Üzerinde bile durmamış Balıkçı. "Neyse ne nesne" dedi,sonra ekledi :

"Belki son ve sonsuz yol­ culuğum. . . " •

"Tanrı geçinden versin"di yecek oldum. Sözümü tamam - latmadı bile :

"Gecinden-mecinden. V e­ recek nasıl o ls a . Seksen şu ka­ dar yıl yaşadım. Buna hayat yolculuğu de istersen... "

"Yok yo k ... Mavi yolculuk devam edecek,kolay bitmeye­ cek. "

"Ne dersen de. Her yolcu­ luğun bir sonu vardır.Benbu- nu çok iyi bilirim ve olağan karşılarım. İstediğim bir şey var yalnız. Verdiğim sözleri yerine getirmek. Bir de tasar­ ladıklarımı yetiştirm ek."

"Bak eskiden de böyle du­ rumlarım olurdu. Yazarken sağ elime kramp girerdi. Sağ elimi masaya kor sol yumru - ğumu olanca gücümle in dirir­ dim üzerine. Kramp çözülür yazmaya devam ederdim ."

Sağ eline sol eliyle bir ka­ lem tutuşturdu. Sağ bileğini sol eliyle tutup mukavvaya i - liştirilm iş beyaz kağıda ya z­ maya başladı. Büyük güçlük çe­ kiyordu. Acı da hissediyordu . "Sağ elim iyiden iyiye tut­ maz oldu. Bu şekilde de b ile­ ğim omzum ağrıyor .Oysa mad di acıya dayanıklıyımdır ben . Üstelik oturamıyorum da.7 - 8 ay önce düşmüştümOndanmı­ dır .romatizma mıdır .bilmem. Doktorlar uygulamadık tedavi yöntemi bırakmadılar. Bede - nimde iğne değmedik yer kal­ madı. "

"Yazık değil mi bedenini­ ze Ustad. Hani bir sü re... "di­ yecek oldum.

Merhabası kadar gür se - siyle cevapladı :

"A sıl yazmazsam y a zık ... Yazmanın verdiği zevk sağlı - ğımdan daha önem li.. . "

"Hayır, hayır yazacaksı­ nız y in e... Ama bir süre din- lenseniz".

'^Dinlenmeye zaman mı var Biliyorum ben her şeyi. Zama nımın kısıtlı olduğunu da.Ne yazabilirsem kâr sayıyorum.

İngilizce olarak hazırla­ dığım "E fes" kitabım bitir - dim. şu günlerde. Baskıya da verildi. Efes'in uygarlık ta ri­ hindeki yerini belirten bir e - ser oldu.

Şadan Gökovalı önceki ki­ taplarıma girmemiş öyküle - rimden derlemeler yapm ış... Onların son düzeltmelerini yaptım. "Gençlik Denizlerin - de" adıyla yayınlandı.

" Hey Koca Yurd"u ikinci baskıya hazırladım. Hem ya­ vaş, hem zor çalışıyorum . Beni en çok üzen de bu. Şadan yardım ediyor. Yazacaklarımı banda alı yor. Sonra kâğıdadö- küp getiriyor. Manevi oğlum Şadan çeşitli dergi ve gazete­ lerde yayınlanmış yazılarımı

da topluyor. Tetkik ettim. İyi derleme yapmış Şadan." Öte - den Beriden" adlı büyük bir ki­ tap olacak.

"Anadolu Uluları"nıda b i­ tirmek üzereyiz. Kitap Home - ros'tan Alpaslan'a kadar .Ana­ dolu'nun yetiştirdiği büyük a- damları anlatıyor. "

"Yalnızca büyük adamla­ rı m ı?"

"Değil elbette.Yalnız bü­ yük adamlar d e ğ il.. , Büyük adam demek gelenek olmuş... Oysa Artem isya'yı, Arahne'yi Aspasya'yı, Arkiannase'yi, Plankia'yı, Magna'yı daha da­ ha niceleri de anlatacağım... Canımız Anadolumuz, nice bü­ yük kadınlar da yetiştirmiştir. Kadın,özgürlük ve yaratıcılı ­ ğa, siftah olarak bu koca yurt­ ta kavuşmuştur. Kadınlar için ilk üniversiteler .bugün bizim üzerinde yaşadığımız bu top - rakta kurulmuştur."

"Bu yaz Bodrum'a gidecek tin iz.. . "

"Gidecektim... Gidecektim hani y a .. . Evimin merdiven - terinden inmek bile zor geli­ yor bana. Mavi yolculuk devri geçti galiba.

Yaşı yüzyıla yakın dev he­ yecanı an m işti. Sert ve gür se­ siyle konuşmasına devam etti:

Hep ne diyorum biliyor musun? "Anadolu Uluları " m bir bitirebil sem. diyorum . . . "Mersin-İstanbul Posta sı' n ı, Anadolum için son söyleye - çeklerimi "Öteden Beriden " i bir tamamlasam,diyorum.

Başka bir gezegenden dün­ yanın görünüşü, hani şu ay'dan dünyanın görünüşü kitabı de­ miştim ya, ona da bir başla­ sam. Daha önce de sana söy­ lemiştim, güzel bir görünüm­ dür o.Oradan dünyaya bakan­ lar masmavi portakala benze­ yen cennette niye düşmanlık­ lar var diye hayıflanır... Bu som güzelliği cehenneme çe­ virenlere içerler.Bu som gü - zellik içersinde ve kısa hayat süresinde iyi şeyler yapmayı özler insan, İyi yaşamayı is - ter. Bütün dünyada tüm genç - liğin söylemek istediği de,bu­ nalımların gerçek nedeni de budur. Zaman durmuyor, za - manla birlikte insan kafası da gelişiyor. Hayat, geriye ve geç mişe bağlanmayı bağışlam az. Hayat,yenilik ister. Ölen her insanın kafatası,yeni insanlı - ğın binasına taş olur. ÇÖrçö- pün yeni bitkilere gübre olma­ sı gibi bir şeydir bu.. . Böyle yükselir insanlık,böyle geli - şir uygarlık.

Bu arada bir dostumun r i ­ casını da yerine getirdim. Lâ­ iklik konusunda bir yazı iste - mişti.Bu arada onu da tamam layıverdim ."

"En güzel tammı Kur'an-ı K erim ' de vardır. B izim dini - mizin özü lâiklik esasına da­ yanır. (Ene inde zanneabdivih -Kulum beni nasıl tanıyorsa ben oyum.) Bundan alâ lâiklik olur mu ? "

"Sizden Milliyet aracılı - ğı ile insanlık için bir mesaj dilesek."

"Tüm dünyada bir sıkıntı var.Bana öyle geliyor ki, in ­ sanlık problemi fasletmez - se (çözümlemezse), problem insanlığı fasledecek. Umarım ki .içinde bulunduğumuz 20.yüz y ıl problemlerin çözüldüğü dö, nem olsun. Bu dilekle,haydi merha - b a .. . " ■ORHAN İLHAN

(D

(4)

Anadolu

âşığı bir dev

■ ■ ■ ■ ■

goçtu

dünyadan

. . . Ve "Mavi Ömür" b itti. B ir dev göçtü dünyadan. Ar - dında yüzlerce kitap, binlerce öykü, sayısız resim ve anıt b ı­ rakarak. Ege'nin her tarafın­ da küreğinin, Anadolunun her antik kentinde ayağının,her ar­ keolojik eserde parmağının, her tabiat güzelliğinde gözle­ rinin izlerini bırakarak bir dev göçtü dünyadan.

Dost canlısıydı B alıkçı. . . Yufka yürekli, hoş sohbet. En­ gin bir çalışma azmi içinde yaşadı tam 87 yıl.

Çalışma azmi konusun­ da Sabahattin Eyuboğlu'nun şu veciz sözünü burada tekrarla­ yıv erd im : "Eloğlu bahçeyi alır çekirdek vermez Balıkçı çekirdeği alır bahçe v e r ir " . ..

Mavi en büyük tutkusuydu Balıkçının.Hele A rşipelm avi­ si. Yine Eyuboğlu'nun sözünü hatırlatalım Balıkçı için söy­ lenmiş :

-"Sesin rengi olsaydı Ba- lıkçınınki mavi olurdu."

Evet Arşipel mavisi en bü­ yük tutkusuydu. Cova'yı (Gök- ova),Bodrum'u çok severdi. . . Mau soleium 'u örttüğü i çin Bod rum kalesini hiç sevmezdi. . . Dünya'nm 7 harikasından biri kabul edilen Mausoleium'un 17 parçasının İngilizler tara­ fından kaçırılması da Balıkçı­ nın isyanıydı. İngiltere Krali - çesi'ne yazdığı mektupta şöy­ le demiştir.

" -Mausoleium British mü­ zesine hiç yakışmıyor.O an­ cak Arşipel mavisinde güzel - dir.Omı gerlye,esas yerine ve­ rin. "

Gelen cevap ise Balıkçı'yı hiç de tatmin etmedi :

"Mausoleium'u geri gön - dermeye imkan yok ancak bu­ lunduğu yeri Arşipel mavisi - ne boyadık."

Düzgün yazmazdı ama yine de çizgili kağıt kullanmazdı."Baş katarının çizdiği çizgiden git­ mek özgürlüğüme dokunuyor " derdi.

Son günlerinde hayli dert­

©

İlhan ile . . .

sundaki romantizmine Balıkçı ne kadar isyan etse haklıydı ; bir zamanlar Hitit uygarlığı bi le gidilmiş,Mezopotamya ' da aranmış* sonra çıkılmış çıkıl­ mış yukarılara da Kızılırm ak m yayı içine gelinince kabul edilmek bile istenmemişti.

Yazılarını istenen dilde bizzat kendisi yazardı. Bir baş kası tarafından yazılarının çev­ rilmesine şiddetle karşıydı... Böyle bir şey duysa endişele­ nir "L irizm im i kurutmasalar bari" derdi.

"Kendimi kendim bile ter­ cüme edemiyorum" şeklinde konuşur aynı anda bir masa­ da Türkçe çalışırken bir baş­ ka masada Fransızca veya İn­ gilizce, hatta İtalyanca yazdı - ğı olurdu. "Yoruldum" deyip bir masadan kalkaıj bir başka masada çalışmaya devam eder di.Dinlenmeyi yeni,başka bir işe başlamakta arar ve bulur­ du.

XXX

. . .V e bir dev göçtü dün­ yadan. . . Kitaplıklarımızda ni­ ce kitaplar, içinde söylenme­ miş nice güzel sözler,yazıl - mamış nice eserler bıraka­ rak bir dev göçtü dünyadan... C e vat Şaki r Kabaağaçlı'ya ka­ ra toprağın bağrı ile birlik - te Anadolu tarihinin en güzel sayfaları açılmış oluyor. Ve biz O 'najSona eren Mavi Ömür'e ayaklarımızın üzerinde sıkı sı kı durarak son defa diyoruz "Merhaba.. . "

■ORHAN İLHAN İZMİR Halikarnas Balıkçısı son röportajında arkadaşımız Orhan

liydi. Derdi de odasını boyat - malarmdan geliyordu. Halbuki Balıkçı duvarlar ma bazı not­ lar almıştı. Tem izlik konusun­ da hayli titiz olan eşi Hatice ■Hanım onun evde bulunmadığı bir sırada odasına boyacıla - r ı sokuvermişti.Böylece de notlar boyanın altında kalmış­ tı, Derdi de bundandı.

Varsa yoksa Anadolusuy - du. Anadolu ugarlığına " Yu - nan Damgası" vurulmasını haz medemezdi. "Tüm keşiflerin , icatların,uygarlığın beşiği Ak­ deniz" derdi. Akdeniz'in bir ucu da Anadolu'dur. "Roman­ tizm içindeki Avrupa Anado - lu'ya karşı hep haksızlık yap­

m ıştır" Balıkçıya göre. Son görüşmelerimizde^ bi­ rinde, Anadolu'yu nasıl kabul ettirdiğini şöyle anlattı :

"B ir Akdeniz kıtası tuttur­ dum. İster istemez tuttu. Elle gelen düğün bayram. Akdeniz kıtasında Anadolu inkar edi - lebilir m i? . . "

6.kıta (Akdeniz kıtası ) L'Astrado'da çıkınca büyük i l ­ gi toplamıştı. Fransa'dan ya­ zarlar .televizyon ekipleri İz - m ir'e koşmaya başladı. Ünlü Carrefour kendisinden aynıko nuda yeni b ir yazı istedi. Ve Akdeniz'in ebedi gençliği ge­ niş şekilde dergide yer aldı.

Avrupa'nın Anadolu

(5)

Azra Erhat BALIKÇI yi anlatıyor:

Um

İyi insan, büyük yaratıcı,

sevgi saçan adam,

tepeden tırnağa sanatçı ”

Balıkçı ile 1956 kışı Bey-

oğlunda bir lokantada tanıştık Füreya, Sabahattin Eyuboğlu , Fikret Adil ve ben rakı sofra­ sında yemek yiyorduk. O sıra Homeros'un İlyada'sını çevi - riyordum ben, önsözünü yaz - maya hazırlanıyordum. İlyada dan açıldı, Balıkçı Hom eros'­ un İzm irli olduğunu, Ege'de ka leme alınan metninin Atina'ya götürülüp değiştirildiğini,Tro ya lehine, Yunanistan aleyhine bölümlerde değişiklikler ya - pıldığını, genellikle Batı bili - minin Anadolu'da doğmuş ge­ lişmiş ilkçağ uygarlığına hak­ kını vermediğini ileri sürü - yordu. Bana gayrı bilimsel gö­ rünen bu iddia üstüne saatler­ ce tartıştık, boğuştuk. Ayrıldı­ ğımız zaman Balıkçı bana bu fikirlerini yazılı olarak gön - dereceğini söyledi. Aradan bir kaç gün geçti, Balıkçı'nın sö - zünü unutmuştum ki, bir gün eve döndüğümde kapı önünde bir paket buldum, "ekspres - özel ulak" postalanmış, ya­ rım kilo ağırlığında bir deste kağıttı bu, açtım ve şaşakal­ dım. 81 sayfa el yazısı, inci gi­ bi dizilmiş, İngilizce, Fransız ca bilim kitaplarından alıntı­ larla, resim ve haritalarla destekliyordu görüşünü Balık çı. Koca bir kitaptı bu mektup.

Halikarnas Balıkçısı'nın bü - yüklüğünü o gün anladım,bu öl çü dışı, olağanüstü adamla f i ­ kir alış verişim iz o gün bu - gün süregeldi. Onu kendime usta seçtim, önerdiği yollar­ dan gücüm yettiği kadar yü - rümeye çalıştım, ama kişili - ğinin çok yönlü üstünlüğü kar­ şısında şaşkınlığım bir an o l­ sun azalmadı. Bugün onu, en - gin sevgisinin kaynağı Ege toprağına verirken, özellikle­ rini dile getirmeye ömrümün yetmeyeceğini bildiğim hal - de kişiliğini anlatmaya ç a lı­ şayım.

Halikarnas Balıkçısı b ü ­ yük, iri, güçlü, tam anlamıy - la "koca" idi .Anadolu'nun ye­ tiştirdiği Yunus, Köroğlu,Pir Sultan gibi ölçüye sığmaz, e - şine raslanmaz bir ses, bir soluk. Bu sesi bir tek söz,bir selâmla dile getirmek ve g e ­ leceğe yansıtmak yollarını buldu: MERHABA 'sini ağzı - miza verdi bayrak gibi . . . O MERHABA'da neler yatar ? Düşünce ve duygu hâzineleri saklıdır. Bu hâzinenin köken - leri insan uygarlığının ilk do- ğuş çağlarına kadar uzanır , Balıkçı çok uzak geçmişten günümüze dek uzanan bir sü­ re içindeki insanlık serüveni­ ne ışık tutarak, onun anlaşıl

-Çok sevdiği Cova (Gökova) körfezinde,denizin ortasında.

BALIKÇI İÇ İN SÖYLENENLER

"Halikarnas Balıkçısı bana ne zaman rehberlik y a p a b i­ lecekse Türkiye'ye o zaman gelmek İsterim ."

Pompidou Fransa Devlet Başkanı

"Çağdaş Homeros"

U llo

Belçika Turizm Bakanı

"Her yazardan yalnız bir kere hikaye yayınlama prensibi­ mizi Halikarnas Balıkçısı iç in bozuyor ve bundan gurur duyuyoruz..

Short Story Internationa'! "Cevat Şakir hepimizden büyük sa ir."

Nazım Hikmet "Anadolu Cennetinin kapılarını»Halikarnas Balıkçısı adlı bir a ltın anahtarla a ç tık ."

Azra Erhat

"Bizden N obel'e aday düşünülünce,Halikarnas Balıkçısı ilk aklıma gelen ad oluyor. Yazdıkları ve yaşantısı İle ger­ çekten ilg in ç bîr ya za r."

Yasar Kemal "Yazmaktan ve çalışmaktan yorulduğumu sandığım zaman Halikarnas Balıkçısı'nı h atırlar,yeni bir hızla çalışmaya koyulurum."

Sam i m Kocagöz "Gün gelecek Halikarnas Balıkçısı'nın çağında ya$adık diye övüneceğiz."

İbrahim Engin

"Dergimize giren yazılar sınırlıdır.A ncak sizin yazınızın sahife adedine göre dergimizi tanzim edeceğimizi gururla duyururuz"

L'Astrado

"B alıkçıyı cennete götürmüşler,hani ya "Cova" (Gökova) demiş."

Sabahattin Eyuboğlu

"N e mutlu Balıkçıya ki Anadolusu,ne mutlu Anadoluyaki Balıkçısı v a r ..

Şadan Gökovalı

"Dünyanın k irin i pasını ne tem izler? Eğenin poyrazı bir , Balıkçının merhabası i k i . . . "

Sabahatti n Eyuboğ lu

"Anadolu gibi yurdun,Balıkçı gibi dostun olsun." Azra Erhat

"Balıkçıya Merhaba diyen ayakları üzerinde sıkı durmalı" S.Eyuboğlu

(6)

ması ve değerlendirilmesin­ de yapılan yanlışları düzelt - mek için yaman bir savaşa gi­ rişm iştir. Bütün yaşamı buö- devin gerçekleşmesi için har­ canmış çabaların b ir aynası - dır. Evrensel bir haksızlığa karşı savaş açmıştır Balıkçı: Doğa sahipsiz bırakılm ış Ege k ıyılan çorak kalmış, Balık­ çı bir elinde kitap, bir elinde tohum ve çapa Bodrum topra­ ğını şeneltmeye koyulur; pal - miye, bellasombra, okaliptüs, mandalin, portakal, nar, fıstık, ağaç,çiçek,çalı çırpı , bitki­ nin her türlüsünü o güzelim , yumuşak ve güçlü eliyle eker, sular, yeşertir,yetiştirir, do­ ğaya hakkını verir. Deniz sa­ hipsiz kalmış, yüzeyindeki ve derinliğindeki olanaklardan insan gereğince ürün alamı - yor, Balıkçı kendi yaptığı san­ dalla a çılır engine , gösterir insana mor dalgaların üstün­ de nasıl gezilir,güneşten,rüz­ gardan, renkten nasıl fayda - lanılır sağlık ve mutluluk yo - lunda, balık nasıl tutulur, sün­ ger nasıl avlanır, insan hem kendini, hem de doğayı koru - yarak geçimini ne yoldan sağ­ layabilir bu çevrenin içinde , böylece denize de insana da hakkını vermeğe u ğra ş ır. Neşe saçar Balıkçı eli,k a ­ fası, saçı, uzun bacaklarının, uyumlu bedeninin her devine- ğiyle. "Neşem var yahu .' " di­ ye bağırmıştır hayatının en korkunç, en karanlık anların­ da bile. Bu neşeyi diliyle, sö ­ züyle yaymayı öylesine başa­ r ır ki, Bodrumun liman kah­ vesinde çevresini saran genç yaşlı balıkçılar , bacakları çarpık^vurgun yemiş, gövdesi yaralı süngerciler bile kendi­ si gibi dev yaratıklar oluve­ r ir karşısında. B ir destandır gider, Balıkçı iyi insan, büyük yaratıcı, sevgi saçan adam, te­ peden tırnağa, varlığının her lifine kadar sanatçıdır.Ekmek kavgasına ortak olduğu bu a- damları, balıkçısı, süngercisi, bahçıvanı ile kendi çapında yü­ celtir, onları kendi varlığın - da eritir, kendi özünden öz ka­ tar onlara ; bir de bakarsın , romanlar, hikayeler, birer ö - lümsüz kahraman gibi büyür yükselir o küçük insanlar.Şii- rinin hazzıyla sarar hepsini , gerçek bir gerçeküstü gerçek oluverir, ama soluğunun ca - nıyla canlanır bir sürü k iş i. Ege'nin üstü de^dibi de, ada­ lar, topraklarda seslenip gü - lüverir kitaplardan dışarı.Ya­ rattığı kişiler kendi sevgisiy­ le can bulmuş kişilerdir. Ba - lıkçının sihirli değneği onlara değmeden de- vardılar belki, ama onlar Balıkçının kendisi

On y ıl once . . . K e n d i ç i z g i s i y l e . . .

Balıkçı, Güzellik K raliçesi Günseli Başar onurum verilen baloda . ile yuğurulmuş, hem Balıkçı L

dırlar, hem de kendileri. Bü­ yük bir insan dramını yansı - tır her biri. İyilikleri ve gü - zellikleri B a lık çı' nın yüreği­ ni yansıtır.

Halikarnas Balıkçısı bu sevgi saçışını yalnız yakın ve uzak tarihimizin gelmiş geç - miş kişilerini canlandırmak için kullanmakla kalmamış, tarihin ötesindeki tanrı kişi - lerine de el atmıştır. Orada-

da aynı tutum ve davranışla bir haksızlığı düzeltmeye gi - riş m iş tir: Anadolu'nun Ana Tanrıça'sı Kybele , uğrunda savaştığı tanrısal kişilerin başında gelir. Balıkçı bu ki - şiliğin kapsamını enine boyu­ na ve derinliğine incelemekle Anadolu tarihinin özünü çıkar­ mış, aydınlığa kavuşturmuş sayılır. Bunu yapmak için en­ gin bilgisini ve keskin aklını nerelere dek dolaştırmamış ! Kültür b elirtileri arasında ne akıl almaz bağlantılar kurup , köprüler atmamış! Roman ki­ şileri kadar kalabalıktır Ha

-likarnas Balıkçısı'nm ele a - lıp canlandırdığı mitolojik ve tarihsel kişiler . Hepsine de doğru bir düzeyde yerini ve hakkım vermek, kökleş - miş çarpık görüşleri, ö nyar­ g ılı değerlendirmeleri düzelt­ mek için ne denli kafa temrin­ leri yapmıştır ! Efsane ve ta­ rih içinde günümüzde yaşar gibi yaşar Balıkçı, dostları düşmanları vardır, her biri için ölüm kalım savaşı verir. Sokrates'i, Platon'u sevmez, idealizme ve dine varıp ile r i­ ci, maddeci düşünceye set çek­ tikleri için, soylu , imtiyazlı bir sınıfı tutup küçük insanın gelişmesine engel oldukları­ na inandığı için.Sokrates,Pla- ton bugün yaşıyormuş gibi ko - nuşur, tartışır onlarla. Yuna - nistan'ı sevmez, Ege'nin d o ­ ğayı esas tutan fizikçi düşü - nürleri ve toplumcu şairleri karşısında giz dinlerinin ka - ranlığına temel olduğu, sonra yüzyıllar boyunca Batı aydın - larını büyüleyip de Türlüye' - de bulunan kültür hâzineleri­

ni gölgede bırakmaya ön ayak olduğu için. Yaman bir saldı - rı ile g iriş ir Hellenistan de­ diği varlığın yalanlarını orta­ ya çıkarmaya. Böylece tarihe hakkım vermiş olur.

Sevmek, hak uğruna savaş­ mak, bütün ömrü bu iki ilke - ye hizmetle geçmiştir Balık - çı'nın. Sonucu ne oldu : Bütün bir bölge geçmişi, hali, gele - ceği ile canlandı, Türkiye' nin biliminde de, sanatında da bir çığ ır açıldı. B ir düşünür çık­ tı meydana,bir Türk düşünü­ rü, Halikarnas Balıkçısı, çok yönlü, hazineler yatağı Anado­ lu'ya yakışır zenginlikte ve enginlikte bir kafa. Bir de in­ san ki, sevginin kendisi kadar yumuşak, güler yüzlü, tatlı dil­ li bir gönül adarmMERHABA '- sim yaydı topraklara, deniz - lere insan yüreğinden kopan sıcak bir alev gibi.

MERHABA, Balıkçı, rahat uyu mavi denizinin karşı - smda!

(7)

Aziz Nesin BALIKÇI’yı anlatıyor:

“Mavi Sürgün Kara Toprakta...”

Hindistan İngi İtere'ninsö- mürgesiyken, orda görevli bu - lunan bir İngiliz, bir eski pan­ tolonuyla, bir de pantolonluk kumaşı bir Hintli terziye gö - türerek, verdiği kumaşla eski pantolonunun tıpkısı olan bir pantolon dikmesini söylemiş . Terzi, bir süre sonra, dikti ği pantolonla, örnek aldığı es - ki pantolonu İngiliz'e götür - müş. İngiliz, iki pantolondan hangisinin yeni , hangisinin eski olduğunu ayırt edememiş. Çünkü, Hintli terzi , İn giliz'i memnun etmek için, örnek pantolonu öylesine ustalıkla taklit etmiş ki,eskisinde bü - tün yırtık, leke, sökük gibi ne­ ler varsa, hepsini yeni diktiği pantolonda da yapmış.

Bu, Halikarnas B a lık çısı­ nın, Batı Uygarlığının taklit - çiliğini alaya almak için an - tattığı fıkralardan biridir.

Sartre bir edebiyatçıdır ; ama onun kalemi , inandığı bir felsefe yo İdamının buy ru- ğundadır; felsefesini edebiyat­ la yapar. Camus de öyledir. Zola, bir bilim akımının doğ - ruluğunu romanlarında işba - ta çalışmıştır. Tolstoy da ro - inanlarıyla, inancının yayıcı - lığını yapmış, ölümünden son­ ra, peygamberler gibi kendi - sini izleyen Tolstoistler tü - remiştir.

Batı uygarlığında, edebi - yatını bir düşünü çekirdeği çevresinde kozalandıran ede - biyatçılar pek çoktur . Türk edebiyatındaysa, bir düşün bi­ leşimine varan, ya da varolan bir düşün akımını eserleriy - le doğrulamaya çalışan yazar yok gibidir.Şairlerim izi, bu­ nun dışında bırakmamız ge - rekiyor. Bir düşün uğruna ka­ lem savaşı vermiş, canları - nı ortaya koymuş pekçok şa i­ rim iz vardır. Çağdaşlarımız Mehmet Akif'le>Nazım Hik - met, şiirlerini, bir düşünün çizgisinde inanla yürütenler­

dendir. Türk edebiyatı düzya­ zıda, bir düşün doğrultusun - da eserlerini üreten yazar - lardan yoksundur.Bunun y a l­ nız iki ayrığı Halikarnas Ba - lıkçısı'yla,Kemal T a h ir'd ir. Bu iki yazar - özellikle son e- serlerinde- inandıkları ve bir bileşime vardıkları bir düşün yoldamını yaymaya çalıştılar.

Yazımızın başına aldığı­ mız fıkrada görüldüğü gibi , Balıkçı Batı taklitçiliğine kar­ şıydı. Kemal Tahir de Batı taklitçiliğine karşıydı. "Ana - dolu Tanrıları" adlı kitabının b ir yerinde Balıkçı "Şimdi biz, şapka diye, onların - Batılıla- rın- külahlarını taklide çalı - şıyoruz" der.

Kemal Tahir'e göre, Batı uygarlığının baş niteliği,"Kan içiciliği"d ir. Balıkçı'ya göre Batı uygarlığının niteliği şöy - le d ir : (Anadolu'nunSesi Kita­ bından)

" , . . Hemen hemen iki mil­ yar insan, Batı demokrasile - rinin.üç yüz milyon insanın -düpedüz Türkçesi-kölesiydi. Sömürülenler, sağmal inek bi­ le değil, kasaplık hayvan sa - yılıyordu. "

canavarlığını Nazi kıyıcılığın­ da gösteren Batı uygarlığı çü­ rümüştür. Balıkçı'ya göre de Batı uygarlığının artık günü geçm iştir: (Anadolu'nun Sesi kitabından)

"Özelliklerini yitiren uy­ garlıklar tarihse (görevini ta­ mamlamış ve artık günü geç­ miş demektir. Batı uygarlı - ğmın başlıca özellikleri,daha doğrusu üç kökünden birisi Hristiyanlık, ötekileri ise Sö­ mürgecilikle deneye dayanan bilim ve bulumdur. "

Bu Uç kökü çürüdüğüne gö­ re, Batı uygarlığının da artık günü geçmiştir.

Kemal Tahir Te Halikar - nas Balıkçısı şimdi sağ olup da bu yazdıklarımı okusalar - dı, onları bir yerde birbiri - ne benzettiğim için, ikisi de bana d a rılırd ı; haklı da olur­ lardı. Çünkü ikisinin de ina - nışlarını esinleyen kalkış nok­ tası bir olsa da-birmiş gibi gözükse de- buldukları çözüm yolu , yöntem ve yoldamları, vardıkları sonuç, birbirinden çok ayrı, birbirine karşıttı . ikisi de düşünün karşıt uçla - rında kolan vuran iki ayrı sa­ lıncakta sallanıyordu. Kem al. Tahir, kan içiciBatı'nın kar

-şısına Doğu'yu çıkarıyordu ; oysa Halikarnas Balıkçısı,gü­ nü geçmiş Batı uygarlığının karşısına Anadolu'yu ç ık a r ­ maktaydı. Ona göre,Türk uy - garlığı değil, bir Anadolu uy - g a rlığ ı vardı ve biz Türkler, Batı uygarlığının da kaynağı olan bu büyük Anadolu uygar­ lığının gerçek varisleriydik.

Balıkçı'nın edebiyatıyla da isbat etmek istediği " Biz bu diyarın gerçek varisleri - y iz " düşüncesinin doğruluğu­ dur. Bu sav doğrulanırsa ne o- lacak?Bu soruyu Balıkçı şöy­ le cevaplandırıyor: (Anadolu Tanrı lan'ndan) " İlerleyişi köstekleyen bir çok komplek­ si ortadan kaldırır. "

Halikarnas B a lık çısı' un eserlerine yansıyan düşünce­ leri, Kemal Tahir ' de olduğu gibi, ölümünden sonra da çok tartışılacak, çok eleştirile - cek, birçok yeni düşünlere de kaynaklık edecektir. Ne Ha - likarnas Balıkçısı, ne Kemal Tahir, bir düşünür olarak, bir bilgin olarak ortaya çıkmadı­ lar ¡b ir edebiyatçı olarak ya­ şadılar. Balıkçı, özgün düşün­ celerini kolayca anlaşılacak biçimde okura iletmekte us - talik gösterdi. Her iki yazarın da, Türk halkının sorunlarına bir çözüm yolu gösterirler - ken, sınıfsal açıdan sorunları inceledikleri söylenemez; ne Batı'yı, ne Anadolu'yu,ne Türk halkım, ayrı sınıfların karşıt­ ları içinde değil, karşıtlıkla­ rı olmayan bir bütün olarak gördüler.

Değerli her aydının ölü - münden sonra, onda birikip de alamadığımız ne çok bilgiyi, deneyimleri de yitirdiğimi - zi düşündükçe, üzüntüm da - ha da artar.Halikamas Balık­ çısın ın ölümü, salt seksen - beş yıllık yorgun bir bedenin canlılığım yitirişi değil , o zengin deneyimli beyinde bi - rikmiş ve artık bizlere bir giz olarak kalmış nice kül - tür değerinin de onun ölümüy­ le yokoluşudur.

Tem silcilerinin adları daha şimdiden unutulmuş kıyıcı ik­ tidarların sürgünlerinden bi­ rini daha, unutulmaz Mavi Sür­ gün'U de kara toprağa verdik. Kemal Tahir'e göre, son

Balıkçı, kızları İsmet ve Aliye ile. Altta birkaç kitabı

M E R H A B A W m m m î x X A M S I i Hutlknrntt* Hnhltruu

A V \ D ( Ï L U

Î

v

K

r

H:\

f i

m

S ; •"¡'“ »m »> **UKÇtü

©

(8)

Yaşar Kemal BALIKÇI’yı

anlatıyor.-“Balıkçı edebiyatımıza

sağlıklı, güzel,

yaratıcı doğayı getirdi”

Halikamas Balıkçısına ge­

linceye kadar bizim edebiya­ tımızda pek öyle yaşayan do - ğa yoktu. Balıkçı kişi olarak gümbür gümbür bir insandı.O, doğanın bir parçası gibiydi... Bizim edebiyatımıza sağlıklı, gördüğümüz, güzel olan doğayı getirdi. Yunmuş arınmış yıl­ dızları, yıkıntıları, ağaçları , yürüyen taşan gökyüzünü, a - kar suları, bir uçtan bir uca akan karanlıkları, kuşları, ba­ lıkları, toptan denizi g e tird i. Balıkçı bir yaşayan , doğaya tekmil coşkunluğuyla karış - mağa can atan kişiydi. İyi.ken dinden,yüreğinden veren,top­ rak gibi, çok cömert bir top­ rak gibi veren kişiydi. Balık­ çıyı okurken insan doğayla bü­ tünleşmiş, doğamn güzelliğin­ de atan bir yürek bulur.

Balıkçı hayran bir kişiydi İnsana, tekmil doğaya. Onun doğası, insanları, kendi kişi­ liğ i gibi yaratıcı, devingendi . Onda her şey bir hız, bir d e ­ vinme, bir yaratmaydı. O, e - debiyatımıza denizi yarattı.

Balıkçı'mn E fes’te b ir turist grubunu gezdirirken çekilmiş resm i . . . Son resimlerinden b iri . . .

Yepyeni doğalar yarattı. Bi - zim genç romanımız bu büyük ustadan çok şe> öğrenmiştir.

Sabahattin Eyuboğlu'yla en çok sevişirlerdi. Bu,sebepsiz olamaz. Bunca yüce bir sev - gi. İkisi de insani,doğayı d e ­ rinlemesine, en küçük ayrıntı­ larına kadar yaşamağa can a­

tan kişilerdi.

Eğer Halikarnas Balıkça sı denize başlamamış olsaydı Sait Faik olmazdı. Olurdu bel­ ki de, denizi böylesine sıcacık anlatan bir Sait Faik olmazdı.

Biz toprağı denizci Hali - karnas balıkçısından öğren - dik. Onun denizi sevmeğe ça - lıştığı kadar biz toprağı bü - tün ayrıntılarıyla sevmeğe çalıştık.

Balıkçı bizim için mutlu , sağlıklı bir başlangıçtı-Bizim doğuluların temelinde çoğu kez soyutlamalar var. Kavramla­ rı, sözcükleri doğanın, inşa - nın şiirinden çok sevmişiz , çok söylemişizdir. Balıkçı bi­ zim ilk denize, ilk özgür doğa ya bilinçle, ne yaptığını bile

-Balıkçı son günlerinde Safiye Ayla ile

rek açılan yelkenlimizdir. Dünya edebiyatında da ço­ ğu kez doğa bir tıpatıplıktır.. Bir basma kalıplıktır. Doğaya ilk başlayan büyük ustamız, ilk olarak da basma kalıplığı, yıktı. Yeni kişiliği olan, ken­ di kişiliğine benzeyen coşkun bir doğa yarattı. Balıkçının doğası kendi suretindedir. Bu bir edebiyat için ele geçmez bir talih, bir güzel başlangıç­ tır.

Bu güzel, talihli başlangıç­ tan sonradır ki, bizim edebi - yatımız dünyaya yeni,ayrıca­ lığı, kişiliği olan birdünyaver miştir. Bir SaitFaik, Balıkçı sonrasının ulaşılmaz,güzelbir örneğidir. Sait'in doğası da ya şanmış, yeni bir doğadır. Sa - dece yaşanmış ama gene de yeter. Hayran olunacak, olun­ muş bir doğanın türkücüsüdür Sait. Balıkçının dünyası y a l­ nız hayran kalınarak yaşan­ mış değil, birlikte çalışılmış, karında, yağmurunda, kışında, dalgasında, güneşinde, fırtına­ sında içiçe kalınmış, son dam lasına kadar çalışılmış,doğa­ nın emeğine katilinmiş... Ede biyatımızm bundan böyle, hiç olmazsa edebiyatımızın bir kolu doğayı yaşayarak, doğay­ la çalışarak, bir almteri d o ­ ğayla çalışmakla bütünlenerdo sağlıklı yolunu çizecek, dünya ya yeni, iyi örnekler sunacak­ tır.

Balıkçının durup dururken Bodrumu Bodrum yapması o- nun yüzde yüz yaşama hırsın- dandır. Balıkçı bugünü derin­ liğine yaşadığı gibi, bugüne de rinliğine katıldığı gibi düne de öyle katılmıştır.

(9)

TÜRKİYE CUM HURİYET»

rrOŞTA 2S0 KM9M

T Ü R K İY E CUM HURİYET?

TÜRKİYE CUMHURİYETİ |

(Yfi. C U Mh1

TÜR KİYE CU M H U R İYETİ

sanatçılarının eserlerinden yararlanılarak yapılmış pullar

; ata c w m»«* | TÜRKİYE CUMHURİYETİ L . . . __ — . J

M i

1

50

m üş . r*»»*

Balkan Devletleri İzmir'de 100 milyon

lira değerinde pul sergileyecek

26 ekim-5 kasım tarihleri arasında İzm ir'de açılacak yarışmalı Balkan D evletleri Pul S ergisi’nde 233 ko - leksiyonerin 100 milyon değerindeki pulları sergilene­ cektir. Türkiye bu tür sergilerde koleksiyonculuk açı­ sından üstünlüğünü her fırsatta ortaya koymuştur. Ya işin sanat yönü? Onda da aynı başarıyı gösterebili­ yor muyuz ? Niçin ?

BalkanfiLa sergilerinin il­ ki, 1965 yılında Bulgaristan'­ ın Varna kentinde, İkincisi 1966'da İstanbul'da, üçünçü- sii I97l'de Romanya'nın Bük­ reş kentinde açılmıştı. Bu sergilerin dördüncüsü yine Bulgaristan'da açılacakken, Türk filatelistleri, bu sergi­ ye katılamıyacaklarını, Cum­ huriyetin 50. yıldönümü ne­ deniyle, çeşitli pul kolleksi - yonlarını, kendi ülkelerinde sergileyeceklerini bildirmiş­ ler. IV. Balkanfila için tüm hazırlıklarını tamamlamış: a- fiş, broşür, kitap bastırmış, sergiyle ilgili ayrıntılı b ilg i­ leri yabancı ülkelere bildir - iniş olan Bulgarlar, Türkle- rin bu sergiye katılamıyacak- larını öğrenince şu cevabı yollamışlar: "Türkler bize

gelemiyorsa, biz Türklere gideriz. " Böylelikle, IV. Bal­ kanfila Sergisi'nin, Bulgarla­ rın gösterdiği büyük anlayış­ la, İzm ir'de yer alması ger- çekleştirilebilinmiştir. Ser - gide Arnavutluk, Bulgaristan Romanya, Türkiye, Yugos - lavya ve Yunanistan'dan ge - len pul kolleksiyonları yarı - şırlarken, son dört yıldır uluslararası sergilerde ödül kazanan kolleksiyonlar da ser gilenecektir.

Günümüzde, Türkiye, pul kolleksiyonculuğu konusun­ da ileri gitmiş ülkelerden biridir. Nitekim, son 15 yıl içinde Türk filatelistleri 156 altın, 250'nin üzerinde de gü­ müş madalya kazanmışlar - dır. Pul Konusunda dünyanın en büyük ödülü olan

"Uluslar-G. Gölönü ile N. Bayık'm yaptıkları Yunus Emre pulu

arası Büyük Şeref Ödülü" nü iki kez kazanan tek ülke Tür­ kiye'dir. Bu büyük ödülün bi- i rini 1965 yılında Viyana ' da- ki sergide TevfikGuyaş, İkin­ cisini ise 1957'de İs ra il'd e­ ki yarışmada Orhan Brandt kazanmıştır. Türkiye Pul Fe- derasyonu'nu mutlu kılan baş­ ka bir olay da, 197l'de Bük - reş'teki sergidir. Türkiye bu

sergiye 38 kolleksiyonla ka­ tılmış ve koleksiyonların 38'i de çeşitli dereceler almıştır. Bu olay da pul yarışmaların­ da ilk kez meydana gelen bir olaydır.

TÜRKİYE’DE İLK PUL Türkiye'de ilk pul Abdiil- aziz devrinde (1830-1876) ba­ sılm ıştır. İnce kâğıda bası­ lan, üzerinde tura ile "Dev - leti A liyyei Osmaniye" yazısı bulunan bu Pulların biçimi (1865 yılında değiştirilmiş , tuğra çıkarılmış, dikine oval bir zemin üzerine ay yıldız yerleştirilm iştir.

Günümüzde ise pullar çe- şiUi sanatçılar tarafındançi- zilmekte ya da hazırlanmak - ta, P .T .T . yetkilileri ve A- kademi üyelerinden oluşan bir jüri tarafından değerlen - dirilmekte, seçilenler özel matbaalarda basılmaktadır, v Pul çizim i, dünyanın çe -' şitli ülkelerinde başlı başına bir sanat dalı olarakele alın­ maktadır. Nitekim ünlerini ya da servetlerini yalnız pul çizerek kazanan sanatçılar bulunmaktadır. Almanya 1 da Richard Blank ve Herman Ei- denbenz bunlardan bazıları - dır. Herman Eidenbenz, pul­ ların yanı sıra, Alman mark­ larını çizmekle de Un yapmıştır

Pul çiziminde en ileri giden ve pulları bir "sanat şahese­ r i" niteliğini taşıyan ülkeler arasında bugün İsrail, Japon­ ya, Almanya, Polonya ve Çe- koslavakya bulunmaktadır.

Pul çiziminde bizleri ay - dınlatan uygulamalı Endüstri Sanat Okulu Müdürü ve Gra - fik Sanatlar Kürsüsü Başkanı Namık Bayık bu konuda şöy­ le demektedir:

"Pul çizim i, grafik ve de­ sen bilgisi gerektiren bir sa­ nattır. Burada en önemli nok - ta küçültme oranıdır. Nitekim pul eskizleri,büyük ebatlarla,

çalışır. Ancak bunu küçültür­ ken, desenin, çizgilerin form­ ların, renklerin değerlerini, yitirm em eleri gerekir. " Ni - tekim bu küçültme oranıyla il­ gili olarak, Namık Bayık , tablo pullara değinmektedir. Tablo pulları ünlü res - samların tablolarını kapsa - yan pullardır. Örneğin, Os­ man Hamdi'nin, Avni L ifij'- 'in, Şeker Ahmet Paşa'n m , Nazmi Ziya'nın, İbrahim Çal- lı'nın tabloları pullara basıl­ m ıştır. Ancak Namık Bayık, "her tablo, pul olarak bası - lamaz, küçütüldüğünde değe­ r i kaybolmayanlar basılmalı- d ır" demektedir.

Halen Grafik Sanatlar Bö­ lümünde, öğrencilerin pul çi­ zimi üzerinde de eğitim gör

(10)

JIM<

düklerini belirten Namık Ba- yık, "başarılı" pul örneği o - larak, tüm yazılı öğeleri, pu­ lun içinden çerçeveye taş - mayan pulları göstermekte - dir.

GRAFİKÇİLERİMİZ NEDEN İLGİ GÖSTERMİYOR?

Koleksiyonculukta olduk - ça ile ri giden, zengin kolek - siyonlara sahip ülkemiz, ne yazık ki pul sanatında, baş - ka bir deyişle pul çizim i işin­ de, Avrupa ülkelerine oranla geri durumdadır. Konuyla ilgili kim selerle yaptığımız görüşmeler bunu doğrulamış­ tır. Örneğin, Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Müdü­ rü Mustafa Aslıer, Türkiye'­ de çok iyi grafik sanatçıları bulunduğunu, fakat bunların pul sanatına ilgi duymadıkla­ rım söylemekte, bunun nede­ nini şöyle açıklamaktadır:

"Türkiye'de uluslarara­ sı en iyi kaliteyi tutturabi - lecek seviyede grafik sanat - çıla rı vardır. Bu sanatçılar iş çevrelerinden iyi ödenen siparişler aldıkları için ge - nellikle yarışmalarla ilgilen­ miyorlar. Bu nedenle pul ya­ rışmalarına bu nitelikte gra- fikçilerin eserleri gelmemiş oluyor. İkinci bir durum da , pul yarışmalarının jürileri en

kaliteli grafik eserleri değer lendirecek ihtisas elemanla­ rından oluşmuyor. Sonuç ola­ rak ortaya çıkan pullar ka ­ naatimce Türkiye'nin bugün göstermesi gerektiği pul ka - litesini ortaya koyamıyor. . Bence tutulacak yol şu olabi­ lir: grafik sanatçısı olarak meslek çevrelerine kişiliği­ ni kabul ettirmiş kimselere pul siparişleri verilm eli,b el­ li seriler çıkacağı zaman bu kimselerden birkaç k işiy e, ücreti ile araştırmalar yap­ tırılm alıdır. Yarışmalarda ısrar edilecekse, ödülleryük- seltilmeli, isim yapmış sa­ natçılar özel olarak yarışma­ ya çağrılmalı, bu sanatçıla­ ra ödül almasa dahi yaptığı işin karşılığı ödenmelidir. B ir de, jüriler kurulurken Devlet Güzel Sanatlar Akade-j

m isi ve Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu'na da­ nışmak ve bu kurumlar - dan jüri üyesi alınmalıdır. " YURDAER ALTINTAŞ: "EMEKLEME

DEVRESİNDEYİZ"

Grafik Sanatçılarımız - dan Yurdaer Altıntaş ise, ül­ kemizde pul sanatının "emek­ lem e" devresinde olduğu ka - nısında. Sanatçıya göre bunun | baş sorumlusu PTT. "B ir ku­

rum düşününüz ki, açtığı ya - rışmanın jürisini açıklamaz, gönderilen eserleri kimle - rin değerlendireceğini belli etmez. " diyor. Durum böy - le olunca, işinin ehli profes - yönel grafikçiler bu yarışma­ lara katılmıyorlarmış. Baş­ langıçta bir kaç kez bu ya­ rışmalara katılmış Altıntaş , hatta ödül de kazanmış. F a ­ kat diğer profesyoneller gibi sonunda o da boşlamış bu işi. Bu konuda şunu öneriyor: "Sa­ natçılar hazırladıkları eskiz­ lerle PTT'nin kapısını çalıp tekliflerini sunabilmelidirler. Bu, sanatçılara, düşünme, araştırma, yaratma olanağı sağlayacak onların pul sana­ tına eğilimini mümkün kıla - çaktır. Aksi halde, jürisi bel­ li olmayan yarışmalara, ama­ törlerin dışında kimsenin ilgi göstereceğini sanmıyorum. "

MENGÜ ERTEL'E GÖRE Grafik sanatçılarımızdan Mengü E rtel'e göre, ülkemiz­ de basımı çok iyi, fakat gra­ fik yönden çok zayıf pullar yapılmaktadır. Sanatçı bunun nedenlerini şöyle açıklıyor:

"Grafik Sanatların en ve - rim li sonuç verebileceği a- j tanlardan biri olan pulların,

çağdaş dünyanın kültürel ve teknik oluşumunu en iyi yan- sıtabilen eserler olması ge - rekir. Dünya ülkelerinin bti - yük bir çoğunluğu da, bu ko - nuda en güzel örnekleri ya­ ratmak için yarışırlar. So - nuçta da bakmaya kıyılamıya- cak kompozisyonlar, şaşıla­ sı baskı örnekleri çıkar o r ­ taya. Bizde ise basımı genel­ likle çok iyi olan, fakat gra­ fik bakımdan çok zayıf pullar görürüz.

Bizce bunun nedeni iyi grafik sanatçılarımızın olma­ ması değil, PTT yöneti çile - rinin garip tutumudur.

Sözde yarışma sonucu se­ çilir pullar. Bir jürinin de görevli olduğu söylenir. Oy - saki kimdir bu yetkili kişi - ler ? Bilinmez.

Bu durumda Türk Grafik Sanatçılarının büyük bir bö - lümü yarışmalara katılmaz. Katılanlar da ençok mansi - yon alır. Ve bu işi geçim yo ­ lu yapmış amatör üstü bir - kaç kişinin egemenliği sürüp gider.

Türk pullarının grafik ba­ kımdan çağımıza yaraşır bir çizgiye ulaşabilmesinin ger - çekten yetkili ve adlan açık jürilerinin kurulması,bu jü - rilerde kesinlikle grafikçile- rin yer alması ile mümkün olabileceğine inanıyorum." TURGAY BETİL : " YARIŞMA GEREK, FAKAT.

B ir başka grafik sanatçı­ mız Turgay Betil, yarışmala­ rın Türk grafik sanatçılarının yaratıcı güçlerini göstermesi yönünden olumlu olduğunu söy lüyor. Ancak, Betil, yarışma - lardaki seçimin Türk grafik sanatçılarının gerçek espri ve yaratıcılığını yansıtacak güçte olmadığı kanısında. Di­ yor ki :

Bizce bu yarışmaların tüm Grafik sanatçılarımıza,özel - likle duyurulup, yine aynı ö- zenle ve çağdaş grafik anla - yışı içinde, bu anlayış düze - yinde değerlendirilmesi ge - rekir.

Bu yoldaki bir değerlen •- dirme, birçok yapıtlariyle ile ri kültür düzeyindeki ül - keler eleştiricilerinin dikka­ tini çekmiş olan Türk gra­ fik sanatçılarını daha da güç­ lendirip Türk ulusunun ger - çek beğenisini ortaya koyabi­ lecektir.

M

İ 2 0

l20ı POSTA ROMANIA l20ı POSTA ROMANA i PO S T A RO M AN A

i20ı P( ıS'l A ROM ANA 120ı POSTA ROMAN,A İ2 0I. POSTA ROMANA

(11)

Selanik Festivalinde ödülleri Am erika ve İngiltere aldı

2. Uluslararası Selanik

Film Festivali'nde kısa m et­ rajlı film ler arasında yapılan yarışma sonuçlanmış, Mike Hoover'in (ABD) "Solo"su "en iyi konulu film ", Robin Leh - man'ın (İngiltere) " Sualtı " film i ise " en iyi dokiimanter film " ödüllerine layık görül - müşlerdir. Ayrıca, jüri, başa­ r ılı tekniği, evrenselliği ve taşıdığ ı barış anlayışı için Joz- sef Gemes'in (Macaristan) "Büyük Konser" adlı film iyle mizah gücü ve yaratıcılığı yö­ nünden Dieter O. Klama ' nm (Almanya) "Olympia- Münih " filmine birer mansiyon ver - miştir

FESTİVALİN ÖYKÜSÜ 1973 Uluslararası Selanik Film Festivali, Amerika ’dan Çin Halk Cumhuriyeti'ne; İ - talya'dan Meksika'ya; Maca­ ristan'dan İsrail'e kadar 26 ülkenin katılmasiyle gerçek - ten uluslararası bir nitelik taşıyor. Festivalde yer alan 200'e yakın film , "Uzun Met - ra j", "Yeni Yönetmenlerin E- s e rle ri", "Çocuk Film leri" "Retrospektif Yunan Sinema­ sı" ve "K ısaM etrajlılar" ol - mak üzere beş ayrı bölüm - de gösteriliyor. Bunlar ara­ sında yalnız kısa metrajlı film­ ler yarıştığından bütün dikkat­ ler bu filmlerde toplanıyor. KISA METRAJLI FİLMLER

Selanik Film Festivali 'n- de, 38 kısa metrajlı film , bi - rincilik ödülü için yarıştı. Ya­ rışmanın yalnız kısa metrajlı film le r,üzerinde yapılması - nm başlıca nedeni, bu tür film lerin, her türlü ticari a- maçtan uzak olup, salt sanat eseri niteliği taşımalarından- dı. Büyük bir kısmının "Ç iz - gi-film " olduğu kısa metraj - lı film lerde, en çok dikkati çe­ ken ülkeler Polonya, Çekos - lovakya ve Batı Almanya oldu 15 dakika gibi kısa b ir süre i - çinde Münih Olimpiyadları fa­ ciasını çizgilerle dile geti - ren Alman sanatçı Ktama'nm "Olimpiyad" adlı eseri; Çay - kovski'nin müziği "1812" ile Tolstoy, Turgenief ve Dosto- yevski'nin eserlerini bir ara­ ya getiren Macar film i; Tan-

rı'nm , Havva'ya olanaşkıyü- Am erikalı David Greene'in "GodspelV'i..

Alman yönetmen Hummel ’in "Öfke "sinden.

zünden, Adem'i Cennetten kovdurmak için elmayı yarat­ tığını dile getiren "Üç Elma" adlı Bulgar film i; bir genç kı­ zın düşleriyle dış dünyanın gerçekleri arasındaki çatış­ mayı belirten "Kanatlar" adlı Polonya film i, festivalde en çok alkışlanan kısa metrajlı film ler oldu. Ancak alkış r e ­ korunu, iki dakikalık Macar filmi "Büyük Konser" k ır d ı. Kısa metrajlı film lerde za - man öğesinin ne denli önemli olduğunu ispatlayan bu çizgi filmde, sırma perdeli, altın kaplı bir opera binasını dol­ duran tuvaletli, smokinli"Ha - mmefendilerin, beyefendile­ rin" yerlerini almalarını gö - rüyoruz. Herkes konserin başlamasını beklemektedir. Müzisyenler yerlerini alırlar. Hepsi çalgı kutularını açıp, "çalgılarını" çıkarırlar. Ç al­ gılar değişik silahlardır. Yay­ lı sazlar tüfek, nefesli sazlar makineli tüfek, davul top, pi­ yano tank gibilerinden.. .O r - kestra şefi yerini alır. Se - yirci, konserin adabına uygun,

soylu bir hava içinde bekle -mektedir. Orkestra şefi so - pasını kaldırır, işaretini v e r ­ mesiyle opera binasının hava­ ya uçması bir olur.Macar yö - netmen Jozsef Gemes, böyle - sine evrensel bir konuyu 2 da - kikada vererek, savaş üzerine üç saatte söylenemeyecek şey­ leri seyirciye iletiyordu.

TRUFFAUT'DAN ELLIO T'A

II. Uluslararası Selanik Festivali'nde yer alan uzun metrajlı film ler arasında Truffaut'dan Elliot’a, en ge - lenekselden en yeniye kadar çeşitli yönetmenlerin ese rle­ rine rastlıyoruz. Dikkati çe - ken noktalardan biri bu film - lerde seksin bir yana bırakıl­ dığı, politik ve dini inançla - rın yam sıra sinema sanatı - nın çeşitli yöntemlerinin ele alındığıdır. Nitekim, festiva­ lin açılışında sunulan "Gods - p ell" (St. Matheıv'ya Göre İncil) hafif bir müzikal olmak­ la beraber dini inançların ö- züne inme} i başarıyor. İsa'y.

(12)

H A F T A N IN

FİL.İM LERİ

SENİ SEVECEKSİN

"L 'Ours et la Poupe e " - M ic - hel Deville yönetiminde çer - rilm iş renkli bir Pare F ilm - Marianne Productions (Fran - sız) film i. Oylumlar: B r ig it ­ te Bardot, Jea n -Pierre Cas- sel, Daniel Ceccaldi, Pa t­ rick Gilles. Senaryo: Nina Companeez, M ichel Deville. Görüntü yönetmeni: Claude Lecomte. DÜNYA, AS, İ -

PEK ve R EN K'te.

MICHEL Deville'in film - le r i, abartılacak gibi sayıl - masa da, kendine özgii nite - tikleri olan bir sinemacıyı ortaya koyuyor. Senaryo - cusu Nina Companeez'le sür­ dürdüğü işbirliği ilgi çekici bir yanı D eville'in .. .V e, hiç kuşkusuz, kadına en yakın, kadım cn ayrıntılı bir biçim ­ de veren sinemacılardan biri olmasının nedeni.. .Biliyoruz onbeş yıldır genellikle kome - di türünde film ler yapıyor Deville. Kaynağı Marivaux' - ya yaklaştırılabilecek, gele - ııeksel "Fransız Kom edisi" bu... Romantik nüanslı, ince, çok uçarı, sürprizlerle dolu bir komedi. Bir başkalık bu, gerçekten... Duyarlı, boyut - lu üstelik. Önemli değil belki ama, başkaca birşeyler yap - maya çalışıyor Deville.

Değişmez özellikleriyle bir kez daha karşımızda bu - luyoruz Deville'i. Onun film - ] erini seyrederkenbiraz sa - bırlı olmanız gerektiğini bi - leceksiniz ama. A ğır, her şe­ yi çok ayrıntılı vermeye çalı­ şan bir anlatım stili var. Ki­ şileri bir portre ressamı g i­ bi çiziyor. Dar çevreleri i - çinde. Birbirinden ayrı ev - renler! olan iki kişiyi çıkarı­ yor karşımıza. Çok zengin, şımarık ve güzel bir kadın F e licia .. .Oyuncak gibi oynu­ yor erkeklerle.Brigitte Bar - dot'nun varlığından gerekti­ ği gibi yararlanabilmiş bu yol için Deville. İyi oyunculuğun­ dan da, güzel bir kadın o lu - şundan da. Kamerasıyla dört dönüyor Brigitte Bardot' nun çevresinde. Hayranlıkla ve plastik nitelikleri çarpıcı gö­ rüntüleri birbirinin ardın - dan sıralayarak... Şiirli bir

©

Brigitte Bardot "Beni Seveceksin"de...

"Beş Deli Askerde"

çekiciliğe ulaşıyor perde. J Ama bütün bu çabaların fil -

j

min temposunu ağırlaştır­ dığı söylenmeden geçilebilir m i? Filmin temposunun a ğır­ laşması senaryonun epizod - lardan oluşmasından da g e li­ yor. Dramatik yapı h a fif: Şımarık Felicia dul, çocuklu, kendi halinde bir adam olan Gaspard'la (Jean-PierreCas- sel) raslaşıyor bir gün. Onu baştan çıkarmak istiyor. Gas- pard'm evrenini de izliyo - ruz ayrıntılariyle... Bardot1 yu anlattığı gibi, uzun uzun , yavaş yavaş anlatıyor Gas - pard'ı Deville. Ama, anlatı­ mındaki aşırı titizliğe karşı­ lık, senaryo . gereksiz b ö ­ lümlerle dolu. Sinema dili - nin uçarılığı ve renkliliği senaryonun monotonluğundan gelen sıkıcılığı gideremiyor. Film , yer y e r , bülüm bölüm bir rahatlığa kavuşabili - yor ancak...

■TUNÇAN OKAN

G izli Savaş

BEŞ DELİ ASKERDE

Yves Robert'in geçen haf­ ta seyrettiğimiz "Siyah Ayak­ kabılı Sarışın"ından sonra "Beş Deli Askerde"yi fransız güldürüsü diye seyretmek ger­ çekten z o r .. .Öykü bilinen tür­ den; beş müzisyen "pop" gen­ ci orkestra kurarak şansları­ nı denemeye çalışır, tesadü - fen kazandıkları bir başarıy - la ilerisi için umutlanırlar - ken askere alınırlar. Yakında yapılacak bir festivale katıl­ mak için manevra çalışmala­ rı sırasında kaçmayı plânlar­ lar, bir takım güçlüklerle kar­ şılaşırlar vs. vs.

Yönetmen Claude Zidi, bir yandan tembelliğe övgü düzer­ ken öte yandan askerlikle a- Lay eden bir iki bölümle filimi kurtarmaya çalışmış ama ba­ şaramamış. Örneğin askerlik örgütünü eleştirir filim ler - den Robert Altman'ın " Cep - hede Eğlence" ve Pietro Ger - m i'nin ''Dağların yapkını''adlı güldürülerinin düzeyine bile ulaşamıyor. Son derece zayıf bir senaryosu ve çok acemi

anlatımı var Zidi'nin. Kaba güldürü anlayışı ve popülist tavrıyla iş yapma olanağının bulunduğunu söyleyebiliriz "Beş Deli Askerde "nin.

GİZLİ SAVAŞ

Peter Collinson'unadı ön­ ce büyük bir bölümü Türki - ye'de çevrilen "ParalıA sker- ler"le duyuldu. Daha sonra birkaç yapıtı gösterildi ülke - mizde. Son olarak " İtalyan Usulü Soygun"la önemsiz ama özgün anlatımı olan bir gül - dürü filimini gördük. " Gizli Savaş" ise, bir süre önce ya- nılmıyorsak"Penthouse" adlı yapıtıyla "En Pis F ilim " ödü­ lü kazanan Collinson'unbaşa­ rısız bir yapıtı. " Gizli Sa - vaş"ta öteki filimlerinde ol - duğu gibi çarpıcı kurgu ve op­ tik çalışmalarla değişik bir anlatım kurmak istemiş Col - linson. Ancak öyküyle bağdaş- tıramamış. Yaşlanmış bir a - janın psikolojisini , dramım anlatır gibi başlayan olaylar dizisi bir süre sonra yüzler­ ce benzeri gibi entrikalarla dolu bir Casusluk filim i olu - yor. Stanley Baker ve Geral - dine Chaplin'in oynadığı ya - pıt, iki gizli teşkilât ve iha­ net ettiği eski dostları tara - fmdan aranan önemli sırlara sahip bir yahudi tarım uzma­ nının öyküsünü anlatmakta.

K A R A SİLÂH

Artık sıradan filim lere bi­ le-ta b ii çarpıtılmış bir b i­ çim de-politik öğeler sokuş - turulmaya başlandığını göste­ ren bir örnek "Kara Silah Bol kazanç getiren bir gece klübünün sahibi Gunn, beyaz - larla mücadeleye girişen bir örgütün önderlerinden olan kardeşi Scott'un büyükbir hay­ dut şebekesinin adamları ta­ rafından vurulması üzerine intikam almaya çalışır. Polis tarafından izlenir, siyasi yanı olan kişilerle karşılaşır, s o ­ nunda katilleri bulur ve kar - deşinin bulunduğu örgütün de yardımıyla hepsini öldürür.

Bütün bu olaylar arasın - da zenci örgütünün üyelerini ne istediklerini bilmeyen ya­ rı serseri tipler, niteliği be­ lirsiz milletvekili adayını da dürüst.ama saflığı dolayısıy­ la aldatılan olumlu bir kişi o- larak göstermeyi unutma - mışlar.

Klişe tipler ve şiddet gös­ terileriyle dolu önemsiz bir filim. Jim Brown ve Martin Landau oynuyor.

(13)

M Ü Z İ K

Geçtiğimiz haftanın bir ko­ nuk topluluğu vardı : " P r e A r - te Oda Orkestrası", bir konuk yöneticisi vardı : "Jean P e- risson” ve bir de solist var - dı ı "Stanislav Apolin". Çağrı kartına bakılırsa "Cumhuri - yetin Ellinci Yıldönümü"nede- niyle Türk-Alman Kültür Mer- kezi'nin düzenlediği bir kon - serde yer alıyordu "P re Arte" topluluğu. Ama ne yazıkkıdü - zenden yoksun bir ortamda, ışıksız bir salonda.. .Ölçüsüz çağrının sonucu olağanüstüka- labalık,elden ele aktarılansan dalyeler, altı-yedi sıranın kol­ tuklarına serpilmiş "réservée" kartları, ışık donatımının bo - zukluğundan karanlıkla dola­ şan, tartışanlar, sahnede her' müzikçinin yamna konmuş sı - vı gaz lâmbalarımn göz alan ışın la rı... Işık Lisesinin ışık­ sız salonunda garip bir kon - ser .konserin düzenleyicileri ise "organizasyon yetenekle - r ı" ile ünlü Alman dostları - mız. Galiba bazı konularda u- lusların birbirine söyleyeceği söz kalmadı artık.

"P r e Arte Oda Orkestra - sı" yazıldıkları yılların tek ay­ dınlatma çaresi olan mum y e ­ rine sıvı gaz ışığında Alman "Barok, ön klâsik ve klâsik " çağ bestecilerinden altı örnek | dinletti.Bunlardan ilk bölüm- ! de yer alan Uç eseri salonda , ikinci bölümdeki Uç eseri er - tesi gece İstanbul Radyosunun — — — — — i I'"—ı

T İY A T R O

Yazan• Turan Oflazoğlu, Sahneye Koyan: Agâh Hün, Oy nayanlar : K. Yildızoğlu, A . Hün, E. Ğemicioğlu, Af. Kiper, Y. Boratap, C. Türel, A. Yü - rükaslan, Ü. Gürel, U. Süer , H.Akmlı, M. Sezer, H. Ergü— venç, E, Uysal, Ü. İm er, E. Ya zıcıoğlu, E. Barkın, Z. Rona , A. Yalçın, Ş. Şen, S. Kahra man, M. Çoban, M. A r cuman , A. Yörük, K. Kıpçak, A. Altın, H. Eldek, D. Parscan, Z. Yıl - dirim , R. Çelebi, C. Balkır, S. Balçın.

Şehir Tiyatrolarının ilk tur oyunları arasında yer a- lan "Bizans Düştü", Turan Oflazoğlu'nun "Fatih"adlı o - yunundan başka bir şey değ’ ! j dir. Hatırlanacağı gibi, Of - I

FARUK YENER

ışıksız ve ışıklı izlenimler

İkinci Program yayınlarından

izledim. Müzikseverlerin en azından plâklar yoluyla tanıdır ğı "P re A rte" topluluğu b e lir­ li bir repertuarın incelikleriy le yoğrulmuş sayısı onbeşi aş­ mayan değerli sanatçılar - dan oluşuyor. Yöneticisi flüt­ çü Prof. Kurt Redel gene ay­ nı repertuarın "Üslûp" ve"SUs-leme" tekniğini bilen bir mü - zikçi. G. H. Stölzel'in "Flüt ve obua için Concerto G rosso" - sunda olsun, Joşeph Haydn ' ın "Re majör-Flüt K on çertosu ­ nda olsun vaktiyle soylu kişi - lere hoşça vakit geçirtmek a- macıyla yazılmış partilerini bu amaca uygun yumuşak,tat­ lı bir tınıyla yorumladı P rof Redel.- Orkestranın diğer önem li solisti gene G. H.Stölzel ve Johann Sebastian Bach'ın"con •certo grosso" ve konçerto'la- rmda yaşından umulmayacak bir olgunlukla seçkinleşenobu acı Susan Jenkins.Ve çalgısı­ nın güçlükleriyle yılla r süren savaştan başarıyla çıktığı bel­ li bir trompetçi : Chandler Goetting. "P re Arte Oda O r ­ k estra sın ı ilerde " düzenli " koşullarla bir daha dinlemek yakın çağlarda moda olan "Ba­ rok ürünleri"ni sevenler için mutluluk olacaktır inancında - yım.

İstanbul Senfoni

Orkestra-Bizans

lazoğlu'nun, İstanbul Festi - vali'nde temsil edilmeküze - re yazdığı bu oyun, Devlet Tiyatrosu Edebi Kurulu tara­ fından geri çevrilm iş, yeri­ ne Nazım Kurşunlu'nun "F a - tih"i oynanmıştı. Şimdi aynı oyun isim değiştirerek Şehir Tiyatrolarında sergileniyor.

"Bizans Düştü", iki kişi üzerine kurulmuş bir oyun : Sultan Mehmet ve İmparator Konstantin. Konu: İstanbul'un Fethi. Herkesin çok yakın­ dan bildiği tarihi bir olayı, ilgi çekici bir hale getirmek,

sı geçtiğimiz hafta Cumhur - başkanlığı Senfoni Orkestrası­ nın değerli yöneticisi Jean Pe- risson'la verdi konserlerini . Cuma akşamının tekrarı gü - neşli,yazdan kalma bir cumar tesiye rastladı ve topluluk ge­ ne güneşli bir iklimin sesle - riyle G. Rossini'nin "Cezayir- de Bir İtalyan K ız ı" operası - nın uvertürüyle başladı prog - ramına. Per is son, besteciye u- vertürleri nedeniyle takılmış "Signor Crescendo" adının ne denli doğru olduğunu belirten yerinde "tempo" anlayışıyla, eseri sürdürürken obuacı Ce­ lâl Akatlar uzun partilerinde sergilediği kıvrak sololarıy - la bu sevimli ve kıvılcım lı parçanın süslerini tamamla - dı. Viyolonselci Stanislav-Apo lin'i dinleyip tanımak merak - lılar için bir kazanç oldu kuş­ kusuz. Dış görüntüsünü doğu Avrupalı bir parti fonksiyone- rinden ayıran tebessümüne ek olarak yayının hareketlenme­ si bu benzeyişi tümüyle sildi, sahnede çalgısının egemeni ol­ gun bir yorumcu kaldı. Edo- uard Lalo'nun viyolonsel kon­ çertosu yapı karkası yönün­ den alışılmışa ne denli yakın sayılırsa sayılsın bestecinin "İspanyol Senfonisi" gibi ko - lay melodileri, çarpıcı ritmle- riyle rahat izlen ir,ilgi çeker,

Z E Y N E P O R A L

Düştü

belli bir gerilim sağlamak , kısaca "oyunlaştırmak" için Oflazoğlu, kişiler üzerinde durarak, en akıllıca yolu seç­ miş. Böylelikle tarih kitapla­ rındaki "basma kalıp" Fatih, gücüyle ve zayıflıklarıyla; sonsuz bilgisi, adalet tutku - su, çocukluk anıları, korku­ ları,çaresizliği ve gem vura­ madığı İstanbul'a sahip olma hırsıyla, erişilm esi imkan­ sız bir roman kahramanı ok maktan çıkıp, gerçek bir in ­ san olarak karşımıza çık - makta. Aynı şekilde, İmpa - rator Konstantin, yalnızca

sevgi derler yüzyıldır. Solist açısından açımaz yönü solo çal gının çoğunlukla kesintisiz ko­ nuşması, orkestrayla diyalog yerine bir tür ortak monologa kalkmasıdır. Apolin bu monol- loğu "Lâtin "lere özgü duygu ve anlama uygun sıcak, içten bir sesle sürdürdü,enufakbir yorgunluk belirtisi gösterme­ den ne soluklu bir sanatçı ol - duğunu da ispatladı.

Bir Fransız yöneticiden bir "Bruckner Senfonisi" ? İlk anda inanmıyor insan,bir İs - veçli'nin "Fuzuli" yahut "Ba­ ki" divanları okuması gibi ga­ rip düşüyor bu düşün. Fakat yönetici çıkıyor, AvusturyalI "mistik-romantik senfoni oza­ n ın ın "B ir " sayılı senfonisi - ni övgüye değer bir bellek gü­ cüyle ezber yorumlatıyor İs ­ tanbul Senfoni Orkestrasına... Bruckner'in yazısını seslen - direcek topluluklardan önce bu yazıya özgü gür tınıyı yansı - tacak,koral işlemlerde "org'u anımsatacak bir çalgı yoğun - luğu beklenir. Perisson'unba­ şarısı bu yoğunluğa henüz sa­ hip olamamış bir topluluktan bekleneni sağlaması .besteci - nin düşün ve amacına özgü bir tempo anlayışını gerçekleştir­ mesiydi. B ir Fransız yönetici­ den böylesine olumlu bir "Bruckner Senfonisi" dinle - mek "iy i ve güzel" müziğin eninde sonunda en beklenme­ yen iklimlerde bile yeşerece­ ğini göstermesi yönünden u- mut vericiydi. Perisson'la d i­ ğer "Bruckner"lerde de buluş­ mak isterdik.

Bizans'ın soylu bir simgesi olmaktan çıkıp ayakları yere basan bir kişi olmuş. Oyun­ da Türkler ve BizanslIlar, "bizim kiler" ya da "düşman­ la r" değil, iki güçlü kişinin tebasıdır. Eser, bu iki k işi­ nin Sultan Mehmet ve İmpa - rator Konstantin'in düşünce­ leri, monologları ve diyalog­ larıyla ilerler. Güçlendik­ çe, birbirinden uzaklaşan,za­ yıflıklarıyla birbirlerine çok benzeyen ve yakınlaşan bu iki insanın iç dünyası, oyunda ­ ki gerilim i sağlamaktadır.

Turan Oflazoğlu'nun bu başarılı tekstinin bir aksak - lığı, 3 perdelik oyunun gere­ ğinden fazla küçük sahnele­ re bölünmesidir. B ir iki da­ kikalık sahneler arasında­ ki kesiklik, oyunun akışını (Devamı 15. sayfada/

Referanslar

Benzer Belgeler

Burada dört tane yatak odası, bir banyo, ayrıca hizmetçiler için servis merdiveni vardır.. Binanın etrafı kâmilen

EBOB (En Büyük Ortak Bölen)... EBOB (En Büyük

cenazelerine İştirak ederek sami- naî yardımlarını esirgemiyen, telgraf ve telefonla büyük acı­ m ızı paylaşan, çelenk gönderen değerli ve vefakâr akraba,

‘Beşer şaşar’ ifadesinin doğru olduğunu çok iyi biliyorum ama, aşılması zaten imkânsız olan savaş zamanının engellerini ve daha sonra mütareke ile ortaya

[r]

Aynca, ring egirme sistemi kullanan tekstil i~letmelerinde %35 oranmda c;ok ince ve kaliteli iplik (Ne 50-120) iiretillllekte oldugu ve bu iiretim i&lt;;in hammadde

O zaman lise öğrencisi olan küçük oğluma, fırsat buldukça gel yanıma, matematik fizik çalışalım dedi. İşte öyle birkaç yıl Hocamla havadan

3-4 ker;;;ln~m~~ y~lt~ i,~lstalığ1 geçirmükte ve bu hekimler tarafından muayene edi- lerek sağaltılmaktadır, Sık rastlanan çocukluk çı;,ğ·ı hastalık] arı veya