• Sonuç bulunamadı

Mimarsız Mimarlık

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Mimarsız Mimarlık"

Copied!
52
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

ARALIK 2008

İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ  FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

YÜKSEK LİSANS TEZİ Mimar Ekin AYTAÇ

Anabilim Dalı : BİNA BİLGİSİ Programı : MİMARİ TASARIM

(2)

ARALIK 2008

İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ  FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ

YÜKSEK LİSANS TEZİ Ekin AYTAÇ

(502051011)

Tezin Enstitüye Verildiği Tarih : 30 Aralık 2008 Tezin Savunulduğu Tarih : 16 Ekim 2008

Tez Danışmanı : Doç. Dr. Arda İNCEOĞLU (İTÜ) Diğer Jüri Üyeleri : Öğr. Gör. Dr. Deniz ASLAN (İTÜ)

Doç. Dr. Arzu ERDEM (İTÜ) MİMARSIZ MİMARLIK

(3)

i ÖNSÖZ

Bu tez çalışmamda mimarlığın insanı anlamaya çalıştığı, ona “yaklaştığı” ve ondan “uzaklaştığı” durumları, yaşadığım kentin, hayatın tüm karmaşık, çelişkili, huzursuz edici, ama özellikle de bu sebeplerden vazgeçilmez olan hallerini, hem bir izleyici, hem bir katılımcı olarak biraz daha bilinçli bir şekilde yorumlamaya çalıştım. Mimarın tasarım üzerindeki kontrolcü tavrını, toplumla, kentle, insanla kurduğu ilişkiye dayalı olarak bir takım akademik bakış açılarıyla kendi potansiyelimde zenginleştirdiğim bir süreç yaşadığımı söyleyebilirim.

Ayrıca, bu süreçte konunun dışında olsalar da, yorumlarını ve sabırlarını esirgememiş olan arkadaşlarım, Esma Adıgüzel ve Kadir Uğur Mert’e, hayatımın her döneminde bana destek olmuş olan ailem Ümit, Mehmet, Erdem Aytaç’a, bana inanmış ve güvenmiş olan meslektaşlarım Zeynep Ataş, Gizem Candemir, Birge Yıldırım’a, her zaman bana moral veren Oral Göktaş’a, Sevince Bayrak’a, en yakın arkadaşım Saygın Topatan’a, tüm hocalarıma en içten teşekkürlerimi sunarım.

Pratik yol göstericiliği, yorumları ve sabrıyla bu tezi gerçekleştirmemi sağlayan Arda İnceoğlu’na çok teşekkür ederim.

“Denizi sevmiyorsan, Dağları sevmiyorsan,

Şehri sevmiyorsan

Canın cehenneme…”Jean Luc Godard, 1961

Aralık 2008 Ekin Aytaç

(4)

ii İÇİNDEKİLER

ŞEKİL LİSTESİ iii

ÖZET iv SUMMARY v 1. GİRİŞ 1 1.1. Araştırmanın Amacı 7 1.2. Araştırmanın Yöntemi 7 1.3. Araştırmanın Kapsamı 7

2. MİMARIN TASARIM ÜZERİNDEKİ KONTROLCÜ TAVRI 8

2.1. Modern Öncesi 8

2.2. Modernizm 9

2.2.1. Modernizmin Hedefleri 9

2.2.2. Modern İnsan 10

2.2.3. Modern Konut 11

2.2.4. Yeni kent yapısı, yeni hayat, yeni fikirler, kent planlaması 12 2.2.5. Modern Dönemde Mimarın Tasarım Üzerindeki Kontrolü 17

2.3. Modernizmin Dönüşümü 18

2.3.1. İnsan 18

2.3.2. Yaratıcılık, İnsanın Özgürleşmesi 24

2.3.3. Modern Sonrası Dönemde Mimarın Tasarım Üzerindeki Kontrolü 26

2.4. Şimdi 26

2.4.1. İnsan 27

2.4.2. Yeni Mekanlar, Yeni Yerleşimler 28

2.4.7. Günümüzde mimarın tasarım üzerindeki kontrolü 38

3. SONUÇ 40

KAYNAKLAR 41

(5)

iii

ŞEKİL LİSTESİ Sayfa No

Şekil 1.1 : İnkalar tarafından inşa edilmiş bir anfi tiyatro……… 2

Şekil 1.2 : Japonya’da çardak strüktürü ………. 2

Şekil 1.3 : İran, İsfahan’da bir pazar yolu……..……… 3

Şekil 1.4 : İspanya, Aibar’ da arcade ……….….… 3

Şekil 1.5 : Suriye’ de bir köydeki yaşama birimleri ……..………..……… 3

Şekil 1.6 : Suriye’de abbaralı ara sokaklar……… 3

Şekil 1.7 Şekil 1.8 : Libya, Cabao’ da yangın kaçışı…..…….……… : Batı Pakistan’da rüzgarı evlere yönlendirmek için paneller…………. 4 4 Şekil 1.9 : Mardin genel görünüm……… 5

Şekil 1.10 : Marakes, Morocco’ da iç avlular çevresinde evler ………….……… 5

Şekil 1.11 : Zanzibar’ da kent strüktürü……… 6

Şekil 1.12 : Kuzey Çin, Loyang’ da konutlar……...……….……… 6

Şekil 1.13 : Tungkwan, Honnan, Çin’ de konutlar .……….…… 7

Şekil 1.14 : Kanada’ da Toronto Nehri kıyısında bir değirmen……… 7

Şekil 1.15 : Ajdir Platosu, Orta Asya’ da göçebe mimarlık…………...……. 7

Şekil 2.1 : Bauhaus Manifestosunun kapağı………...………. 10

Şekil 2.2 : Villa Contemporraine ………...…………..………… 14

Şekil 2.3 : Le Corbusier’ den yeni bir parsel önerisi……….…...… 15

Şekil 2.4 : Le Corbusier’in kule kent önerisi için kesiti………….……...… 16

Şekil 2.5 : Vali Haussmann’ı gösteren bir karikatür…….……… 17

Şekil 2.6 : Archigram 1’in ana sayfasından bir resim……….……… 21

Şekil 2.7 : New Babylon……….……… 22

Şekil 2.8 : Sektör Grupları……….……… 23

Şekil 2.9 : New Babylon……….……… 24

Şekil 2.10 : Orient Sector ……….……… 24

Şekil 2.11 : Sektör İnşaatı……….……… 25

Şekil 2.12 : Toplu Konut Örnekleri……….……… 30

Şekil 2.13 : Las Vegas giriş tabelası……….……… 32

Şekil 2.14 : Las Vegas……….……… 33

Şekil 2.15 : Otel Paris, Luxor Las Vegas……….……… 34

Şekil 2.16 : Dubai-1991, Dubai 2005…….……….……….…… 35

Şekil 2.17 : Lerup……….…….……….……….… 36

Şekil 2.18 : Meta Control, New York (Burak Arıkan, 2007).….………. 37

(6)

iv MİMARSIZ MİMARLIK

ÖZET

Çağımızda, küreselleşme, tüketim, iletişim ağları, medya, kitle üretiminin temelini oluşturduğu yoğunluk, kentlerde de bazı yapısal değişiklikleri zorunlu kılmıştır. Kent planlamasının artık mevcut mimari bilgilerin yetersiz kaldığı, hem kentlileri hem de mimarlıktan başka birçok disiplini de ilgilendiren bir uzmanlık alanı olduğunun farkına varılmıştır.

Tüm dengelerin ortasında bulunan ve her türlü yapılanmanın, kurumun, sistemin hedefi, oyuncusu, kullanıcısı “insan”, bu disiplinlerarası uzmanlığın kendine aldığı birçok parametreden birisi ve belki de en önemlisi olmuştur. Dolayısıyla, mimarlık ta, kendini ilişkilendirdiği tüm konularla beraber, insana ve onun her türlü ihtiyacına yönelik sonuçlar üretmekle yükümlüdür.

Bu tez araştırmasının amacı, günümüze kadar geçen süre içinde mimarın kullanıcıyla ne gibi durumlar etkisiyle, nasıl bir ilişki kurduğunu, tasarımda kendi kontrolünde olan ve olmayan durumlar üzerinden insanın kentle, tarihle, yaşadığı hayatın zorunluluklarıyla olan sosyal yakınlığını güçlendirebilecek bir bakış açısı ortaya koymaktır. Çalışmada, tasarımcının insanla kurduğu bu ilişkinin çeşitliliklerini yargıya yer vermeden konu edinen ve bu ilişkilerden toplumun istekleri ve güncel yaşamın gerekliliklerinin farkına varılmasına yönelik bir çıkarım yapılarak, gerektiğinde mimari üretime bir katkı sağlaması hedeflenmiştir.

(7)

v ARCHITECTURE WITHOUT ARCHITECTS SUMMARY

At our age, the density that is based on globalization, consumption, telecomunication networks, media, mass production, obligates some structural changes in cities. It’s being awared of city planning is an expertise of too many disciplines and the citizens are involved in. The existing architectural knowlage and methods are not sufficiently qualified.

Human, that is in between of all the balances, that is a target, a player and a user of all foundations and all systems, is one and maybe the most important one of these parameters, of this interdisciplinal expertise based on. Consequently, architecture is obliged to produce solutions for people and all kind of needs of these people, with using all the subjects that is related to itself.

The goal of this research is to bring up a point of view that can strengthen the social proximity of human with city, history, the obligations of the life he lives, by using the way and the causes of the relationships that architect establishes with him, based on the situations that is under control of the designer or not, up to day. In the research, discussion of the variety of these relationships of the designer establishes with the user without any judgment is aimed. Due to these relationships, the awareness of the needs and the obligations of everyday life of society can be obtained and may be a contrubution for architectural production in case of necessity.

(8)

1 1. GİRİŞ

Mimarlığı uzmanlık gerektiren bir meslek ve sanat alanı olarak görmeden önce öğrenecek çok şey var” diyor Bernard Rudofsky. Mimarlık, her şeyden önce toplumun en basit ihtiyacından, barınma ihtiyacından doğmuş bir disiplindir. Ve mimarın tasarımdaki rolü, her şeyden önce toplumun beklentilerini karşılamaya yönelik çabasıdır. Kullanıcının veya mimarın beraber veya ayrı ayrı ortaya koydukları ürünler, bu beklentilere aranan cevaplardır.

İnşa etme ve tasarlama eylemleri, elbette yalnızca ihtiyaçlardan doğan bir zorunluluk olarak ele alınamaz. Tarih boyunca veya zamandan bağımsız olarak ta tasarımı etkileyen çok çeşitli parametreler var olmuştur. Birçok yer ve zamanda, eğitim görmemiş inşaatçılar, doğal çevreye uyumlu birçok yapı inşa etmişlerdir. Bu insanlar çoğunlukla yalçın, engebeli alanlara ilgi duymuşlar ve doğadaki en karmaşık yapılanışları oluşturmuşlardır (Machu Picchu, Monte Ablan gibi). Öncelikle, güvenlik arayışından bu alanları seçmiş olmaları olasıdır ancak, belki güvenlik arayışının yanında kendi sınırlarını belirlemek için duydukları ihtiyaç yüzünden de bu eğilimdedirler (bkz Şekil 1.1).

“İnsanlar inşa etmek ister içinde yaşamak için değil, inşa etmek için” diyor Dostoyevski “Yeraltından Notlar” kitabında.

“İnsan yaratmayı yollar inşa etmeyi sever, tartışma götürmez bu. Ama içgüdüsüyle hedefine erişmekten ve yapıyı tamamlamaktan korkuyor... olmasın sakın? Nasıl bilebiliriz ki, belki de o yapıyı sadece uzaktan

seviyordur; yakınına gitmeden, belki de sadece inşa etmeyi seviyor ve içinde yaşamak istemiyor” (Dostoyevski, 1821,1881).

İnsanların kendini tasarımda ifade etme ihtiyacını vurgulayan bir başkası da Constant’ tır. Constant manifestosunda insanoğlunun kendini göstermek için doğduğunu ve bunun kanıtlarının kaldırımlardaki tebeşirler ve duvar grafitileri gibi çok sık rastladığımız şekillerle günlük hayatta karşımıza çıktığını söylüyor.

(9)

2

“İnşa etme gereksinimini, çevrenin fiziksel düzenini kontrolünü sağlamaya indirgeyemeyiz. Aynı derecede önemli olan ruhsal düzendir” (Harries, 1993).

Şekil 1.1: Cuzco ve Machu Picchu arasında İnkalar tarafından inşa edilmiş bir anfi tiyatro (Rudofski, 1964).

(10)

3

Şekil 1.3: İran, İsfahan’da bir pazar yolu (Rudofski, 1964).

Şekil 1.4: İspanya, Aibar’ da arcade (Rudofski, 1964).

Şekil 1.5: Sağ: Suriye’ de bir köydeki yaşama birimleri (Ataş, 2008). Şekil 1.6: Sol: Suriye’de abbaralı ara sokaklar, 2008 (Ataş, 2008).

(11)

4

Şekil 1.7: Libya, Cabao’ da yangın kaçışı (Rudofski, 1964).

Şekilde görülen, ahşap ağaç gövdelerinin, içi oyularak yerleşim yerleri haline getirilmiş olan dik kayaya saplanmasıyla oluşturulmuş basit strüktür tüm katlara ulaşan bir kaçış yolu veya bu mekanlar arasındaki etkileşimi ve iletişimi güçlendiren bir ağ oluşturuyor.

Şekil 1.8: Sağ: Batı Pakistan’da rüzgarı evlere yönlendirmek için paneller (Rudofski, 1964).

(12)

5

Şekil 1.9: Mardin (www.img.blogcu.com, 2008).

Şekilde, konutların tepeye teraslanarak organik olarak yayıldıkları yerleşim bölgesini görüyoruz. Uzun zaman içinde katmanlaşarak oluşmuş bu yerleşim örneğinde kullanımdan dolayı birbirinden farklılaşmış birçok mekan vardır. Giderek, çok karmaşık bir yapıya sahip olan yerleşim, en basit ihtiyaçtan, barınma ihtiyacından yola çıkarak, en basit yöntemlerle inşa edilmiştir. Birçok farklı mimar tarafından tasarlanmış ve olabildiğince rasyonel şekilde sistematize edilmek istenmiş olan New Babylon’ unda olduğu gibi kesit, plan gibi mevcut mimari ifade yöntemleri yerleşimin anlaşılmasında yetersiz kalmıştır. Kullanıcının kendi deneyimleri ve gereksinimleri doğrultusunda, en primitif ihtiyaçlarını gidermek için oluşturduğu yapılar, bu örnekte de olduğu gibi, en karmaşık tasarımlara konu olabiliyor.

(13)

6

Şekildeki örnekte, evler tamamen kendi içlerine dönük, dışarıya kapalıdırlar. Trafik için, hatta bazen yürümek için bile yol yoktur. Yollar sık sık çıkmaz sokaklarla sonlanırlar ve evlerden arta kalan boşluklardan oluşurlar.

Şekil 1.11: Sağ: Zanzibar’ da kent strüktürü (Rudofski, 1964).

Bu örnekte de yapılaşma yine çok yoğundur. Yollar kentin arasında, camın üstünden akan su damlaları gibi, organik kent dokusunun içinden bulabildiği izlerden ilerler. İki örnekteki yerleşim yerleri de bir mimar veya kent planlamacısının kontrolü dışında gelişmiş, birçok farklı disiplindeki araştırmacılara konu olan karmaşık yapılanmalardır.

(14)

7

Şekil 1.13: Sağ: Tungkwan, Honnan, Çin’ de konutlar (Rudofski, 1964). Birbirine çok benzeyen bu iki örnekte (bkz. Şekil 1.12 ve 1.13), yaşam toprağın altında kurulmuştur. Yaşama birimleri, zemin üzerindeki negatif izlerden görülmektedir.

Şekil 1.14: Kanada’ da Toronto Nehri kıyısında bir değirmen (Rudofski, 1964).

(15)

8 1.1 Araştırmanın Amacı

Bu tez araştırmasının amacı, günümüze kadar geçen süre içinde mimarın kullanıcıyla ne gibi durumlar etkisiyle, nasıl bir ilişki kurduğunu, tasarımda kendi kontrolünde olan ve olmayan durumlar üzerinden insanın kentle, tarihle, yaşadığı hayatın zorunluluklarıyla olan sosyal yakınlığını güçlendirebilecek bir bakış açısı ortaya koymaktır. Çalışmada, tasarımcının insanla kurduğu bu ilişkinin zamanla çeşitlenmesi ve dönüşmesini yargıya yer vermeden konu edinen ve bu ilişkilerden toplumun istekleri ve güncel yaşamın gerekliliklerinin farkına varılmasına yönelik bir çıkarım yapılarak, gerektiğinde mimari üretime bir katkı sağlanması hedeflenmiştir.

1.2 Araştırmanın Yöntemi

Araştırma yöntemi genel olarak bazı örneklemelerle kavramsal çerçevenin oluşturulması ve tarihsel bir perspektifle konunun incelenmesinden oluşur.

Kavramsal çerçeve ve tarihsel perspektifin oluşturulması için literatür araştırması yapılmış, bu konuda yazılmış kitap ve makaleler taranmış, örnekler için elektronik kaynaklardan da faydalanılmıştır. Verilerle belirli başlıklar oluşturulmuş, bir araya getirilerek derlenmiştir.

1.3 Araştırmanın Kapsamı

Bu çalışmada, mimarın tasarım üzerindeki kontrolcü tavrı üzerinden modern öncesi dönem, modern dönem, modern sonrası dönem ve şu anki durum incelenmiştir. Dönemlerde, mimarların tasarımdaki rolü, tasarımda etkin olma değerleri, toplumun beklentilerine karşı ne gibi tutumlar takındıkları ve bu beklentilere ne gibi cevaplar verdikleri yer alır. Kullanıcının ve mimarın tasarım öncesindeki, sürecindeki veya sonrasındaki, tasarımı ilgilendiren kararları almadaki kontrolleri incelenmiştir. Tasarımın, bireyi özgürleştirdiği veya kısıtladığı durumlar değerlendirilmiştir.

(16)

9

2. MİMARIN TASARIM ÜZERİNDEKİ KONTROLCÜ TAVRI

2.1 Modern Öncesi

Tasarımcı ve kullanıcı arasındaki ilişkileri göstermek üzere, “Modern Öncesi ” adı altında bu dönem, çok genel olarak, modern dönemi etkileyen ve modern döneme altyapı oluşturan bazı kararları içeren bir dönem ele alınmıştır.

Bu dönem, 18. yüzyılın sonlarında özellikle Victor Hugo'yla ün kazanmış, insanın yaratma özgürlüğünü her şekilde savunmayı felsefe edinmiştir. "En iyi kural, kuralsızlıktır" diyen romantikler, insanın hayallerini deneyimlemesini ve toplumu düzeltmenin insanı düzeltmekle mümkün olduğunu savunmuşlardır.

Bu döneme kadar mimarlık yozlaşmaya ve yabancılaşmaya açık hale gelmiştir. Var olan yapıların kopyaları tekrarlanmakta, yerel, geleneksel ve o zamanın parametreleri dikkate alınmamaya başlanmıştır. 1800’lerin başlarında bu dönemle birlikte gelen gelenek, yerellik ve tarihe olan inancıyla Runge; "Biz artık Yunanlı değiliz. Onların yetkin sanat yapıtlarını gördüğümüzde, ne o bütünlüğü artık onlar gibi duyabiliriz, ne de onlar gibi bir şey yaratabiliriz. Peki, orta karar bir şey üretmek için niçin çabalayıp duruyoruz?" demiştir (Ph.O.Runge, 1802). Mimarlıkta yeni bir şeylerin üretimin başlanmasının gerekliliği artık fark edilmeye başlanmış ve mimarlıkta yerellik ve tarihselliğin savunulduğu yeni fikirler ortaya atılmıştır. Yerellik insanın deneyimlemesinde ve mimarlığa yaklaşmasında etkilidir. Bu yüzden deneyimlemek temel alınmıştır. Çünkü insan deneyimlemeden kavrayamaz.

“Kendisinden sonra gelen modernite, biçimselci, insanın deneyimlemesinden uzak, tarihten, çevreden kopuk, evrensel bir yapıya, kurallar ve sistemler bütününe dönüşmesinden önce, işlev, malzeme ve konstrüksiyonla ilgili felsefesini romantizminden alır” (bkz. Şekil 2.1) diyor Günkut Akın (Akın, 2003). Modernizmden sonra geliştirmiş olan tüm fikirler de aynı felsefeye sahiptir.

(17)

10

Şekil 2.1: Bauhaus Manifestosunun kapağı

2.2 Modernizm

2.2.1. Modernizmin hedefleri

Modernizm aydınlanma ilkelerini temel alan toplumsal bir projedir. Aydınlanma ise aklı, bilimi ve bilgiyi inanca karşı ön plana çıkaran bir düşünce sistemidir. Daima ilerlemeye, nesnel, evrensel ve gerçek bilginin sadece akıl ve deney yoluyla edinilebileceğine dayanır.

Feodalizmin ve kilisenin egemenliğine son veren burjuvazi, bilim, teknik ve sanat alanlarındaki ilerlemeyle, “eşitlik, kardeşlik, özgürlük” ilkelerini gerçekleştirmeyi hedeflemişti. Kendinin farkındalığıyla özne, tarihsel bilginin sahibi olarak bu özgürleşme ve daima ileriye gitme sürecinin öznesi olarak yer alıyordu. Modernizm ve daha sonra modernizmin içinden gelen tüm felsefeler de, temel olarak bu hedeflere sahiptir.

(18)

11 2.2.2. Modern insan

Marx’ın da dediği gibi, modernizmde her bir kişinin özgür gelişimi herkesin özgür gelişiminin koşuludur (Berman, 1994). Kişi özgür gelişimini bireysel deneyimleriyle kazanır. Modern olmak çelişkilerle dolu bir hayat sürmek demektir. Sürekli gelişen, değişen, oluşan ve ardından yok olan, yalnızca içinde var olduğunda takip edebildiğin ilerleme, hayatı ve tüm şehir yapısını sarar.

Goethe’nin Faust’unda Mephisto, ruhun kendini adadığı bu sonsuz ilerleme, oluşma ve yok olma hislerinden şöyle bahseder;

“Hep yadsıyan o ruhum ben! Çünkü oluşan her şey,

Yok, olmayı hak eder...” (Goethe, 1960)

Modern insanın daima huzursuz ve tatminsiz oluşu, çevresindeki tüm dinamiklerle birlikte hareket halinde olmasına ve onları da hareke geçirmesine neden olur. Fikirleri, beğenileri ve yorumlarının mutlak olmayışı, içinde yaşadığı toplumun mutlak olmayışı, kendisiyle birlikte yaşadığı hayatı sürekli dönüşüme zorlar. Beklentilerinin, olasılıklarının, aktivitelerinin sınırsızlığı onu sürekli arayışa iter. Aradıkları, içinde yaşadığı sonsuz parametreli ve olasılıklı toplumunda, her zaman bulduklarından fazla olacağından, arayışı son bulmamaktadır. Modernizm, modern insanın beklentilerini önceden öngörerek formülüze edebilecek bir sistem olmadığı ve hatta bunun tam tersine yani, insanların gelişimi ve talepleri sonucu gelişime dayalı bir sistem olduğu için, modern insanın kontrolü kendindedir. Modernizmde insan sistemin en küçük yapı taşı olarak, gelişimi için her şeyi kullanmakta ve yine kendi gelişimi için diğerlerini de buna zorlamaktadır. Her adımı kendisin de öngöremediği başka bir adıma yol açmaktadır. Faust’ un Mephisto ile yaptığı anlaşma bu önü alınmaz ilerlemeye boyun eğme ve onu içtenlikle kabul etmedir. Faust için asıl önemli olan şey, ne olursa olsun hareketi sürdürmektir. “Zamanın uğultularına atılma, kendini olayların akışına bırakma fırsatını coşkuyla kabullenir ve önemli olanın sonuç değil süreç olduğunu söyler” (Goethe, 1960). Aydınlanmanın da temelinde yatan bu “sonuç değil süreç” kavramı, deneyimleyerek, yaşayarak öğrenmeye dayanır. Süreç, sonucun verdiği sığ bilgiden daha derin ve kişisel deneyimler kazandırır. Modernizmin kendini, kişinin deneyimlerine dayalı oluşuyla besler, doğrular ve sağlama alır. İnsanın deneyimleriyle, tecrübeleriyle, kazandığı

(19)

12

gücün farkına varması ve bunun sınırsız olması, modernizmin gelişimini ve kapsayıcılığını da sınırsız hale getirir.

2.2.3. Modern konut

İnsanın özgürleşmesini temel alan modern konut projeleri, standardizasyon ve sanayi devrimi sonucu ekonomik hale getirilerek, herkesin kolayca sahip olabileceği daha yüksek yaşam kalitesiyle beraber tek tip planlamayı da getirmiştir. Le Corbusier, bu yüksek yaşam kalitesine sahip olan “tek tip planlama” nın, ancak sanayi veya trafik gibi gürültü, kalabalık ve kargaşaya neden olan diğer işlevlerden izole edilmiş olan yerleşim alanlarında kurulabileceğini söyler. Bu alanlardaki modern konutların ise, çevresindeki temiz havalı ve güneşli büyük bahçelerle ve oyun alanlarıyla, çok büyük girintili, yalın, düz önyüzlerle, gölge oyunlarının ise planda peş peşe gelen girinti ve çıkıntılarla tasarlanması gerektiğini vurgular (Corbusier, 1999). Tasarımdaki zenginlik, tasarımın ana hatlarının ölçeği ve bitki örtüsünün geometrik ön yüzlerdeki oyunlarıyla sağlanır. Tasarım, işlevin getirilerileriyle var olur ve bir makine gibi fazlası veya eksiği olmayan tam ve yeterli bir mekanizma olarak çalışır. Doğal olarak, bu standart konut üretiminin gerçekleşmesi makine parçalarının üretilmesi gibi, özellikle Kule kentlerde görüldüğü üzere, tüm bölgenin yapımını üstlenecek, büyük mali kaynakları olan şirketlere bağlıdır. Bu şirketler sayesinde, kentsel, büyük ölçeklerde bütüncül bir tasarım yapılabilmektedir.

“Artık tek bir mimar sokağı baştan aşağı tasarlayacaktır: bütünlük, büyüklük, saygınlık, düzen” (Corbusier, 1999).

Le Corbusier tek bir mimarın, çok büyük ölçeklerden ince ölçeklere kadar, toplumun her kesiminin yaşam standartlarnı ve yaşama şekillerini kontrol edebilecek kararlar almasını öngörür. Le Corbusier’ in mimarın, kentsel ölçekteki tasarımları konusundaki bu bütüncül tavrı, tüm kentsel yaşamı etkiler, yönlendirir, aynı zamanda evlerin içine girer, insanların akşam yemeklerine, giysilerine, sanat beğenilerine, perdelerine müdahale eder. Böylece, öngördüğü şekilde, insanların çok daha yüksek yaşam standartlarına kavuşacaklardır.

Le Corbusier bu konuda daha da ileri giderek, “Bir mimarlığa doğru” kitabında özellikle ev hanımları için bir “Konut rehberi” yazmıştır (Corbusier, 1999). Bu rehberde maddeler halinde bir modern konutun ve bu konutu kullanan modern

(20)

13

insanın nasıl olması ve bu konutu nasıl kullanması gerektiğinden bahseder. Bu rehberde duvarlara hangi tabloların asılmasının, akşam yemeklerinde ne çeşit yemek takımlarının kullanılmasının, hangi müziğin dinlenmesinin, hangi mobilyaların edinilmesinin doğru olacağını belirtmiş, günlük hayatlarını da buna uygun olarak yaşamalarını önermiştir.

Böylece daha kaliteli ve sağlıklı bir yaşama kavuşarak başka arayışlar içine girmeyecek olan modern insanın, özgürlüğüne kavuşarak, tüm kenti baştan yaratacağını ve bununda ancak, katı kurallar temelli, detaylı ve iyi organize olmuş, çalışan bir sistem altında gerçekleşebileceğini öngörmektedir. Ve bu sistemin mimarlığı doğurduğundan söz eder.

“Mimarlığın kaçınılmaz olarak ortaya çıkışı. Düzen zorunluluğu. Düzenleyici çizgiler keyfi tutuma karşı bir güvencedir. Ruhsal doyumu sağlar. Düzenleyici çizgiler reçete değil araçtır. Seçimi ve anlatım biçimleri mimari yaratının bir parçasını oluşturur” (Corbusier, 1999).

“...Geometri ortaya çıktı Kadastro her şeyi kaplıyor

Ölçülemeyen bir şey kalmadı yeryüzünde...”

(Rusya devleti resmi evrak katibinin sözleri 1800’lerde) Sistem en küçük ölçekteki modüllerden oluşur ve tasarım dinamik yapısını bu modüllerin çeşitliliğinden ve farklı kombinasyonlarından alır. Hitler, “bir ev inşa etmenin, konutların tek örnek haline getirilmeden montajı” anlamına gelmesi gerektiğini söylemiştir. “Arabamın yedek parçalarını her yerde bulabiliyorum ama eviminkileri bulamıyorum”(Tümer, 2001).

“İyi inşa etmek, gücünü en verimli şekilde harcamak, yapının sağlamlığını ve kullanışlılığını sağlamak için insanoğlu birtakım ölçüler kullandı, bir modül benimsedi, belli kurallar çerçevesinde çalıştı, çalışmasına bir düzen getirdi” (Corbusier, 1999).

2.2.4. Yeni kent yapısı, yeni hayat, yeni fikirler, kent planlaması

Dönemin yeni kent yapısı hakkındaki düşünceler, “düzen”den, “tek tip planlama” dan ve “tek tip yaşam”dan güç alır. İnsanlara sunulan kaliteli yaşamlar, onların zaten

(21)

14

başka bir istek içine girmesini engelleyecektir. Le Corbusier, yeni kent yapısının gerektirdiğini düşündüğü steril yeni kent planıyla, hayatların düzenleneceğini, insanların yaşaması ve çalışması için daha sağlıklı ve verimli koşullar oluşturulacağını öne sürer.

Şekil 2.2: “Villa Contemporraine” (Le Corbusier ve Pierre Jeanneret, 1922). Le Corbusier o dönemki mevcut kent planlama anlayışının uyumsuzluk, düzensizlik, sağlıksızlık getirdiğini ve kendisinin desteklediği yeni planlama anlayışıyla tüm bunların çözümleneceğini öne sürer.

“…uyumsuzluk çevreyi kırıp geçirir. Oysaki bir plan yetecekti. Bir plan yetecektir. Bunca yanlış sonunda doğruyu bulmamızı sağlamalı!” (Corbusier, 1999).

Burada bahsettiği “plan” mimarlığın şehirden kopmadan, şehrin içinden çıktığı, insanların yaşam koşullarından, dönemin sanayileşme hızından yola çıkarak, geleceğe ait bir takım öngürülerde bulunabilen, toplumu mekansızlaştırarak özgürleştiren bir plandır. Şehir planlaması, mimarlıkla direkt ilişkilidir. Tek bir ev ya da tek bir binanın başarısı ve etkisi sınırlıdır. Her şey hayatın bütünleşik organizasyonuna bağlıdır.

“Evlerin birbiriyle, kentle, ülkeyle olan ilişkileri daha fazla şansa bırakılamaz. Bilinçli planlama talep edilmektedir” (Giedion, 1946).

Dönemin kent plancılarından, Tony Garnier kentin tam merkezinde, konut yoğunluğunun az olduğu semtler planlamıştır. Bir sanayi kenti üzerinde yaptığı çalışmasında Garnier, kentlerin olağan büyüme yöntemlerini ortaya çıkaracak bazı toplumsal gelişmelerin gerçekleşmiş olduğunu varsaymaktadır; Toplum bundan böyle kentteki her türlü alanı özgürce kullanabilecektir.

(22)

15

“Her aile için bir konut olacaktır; kent arazisinin yalnızca yarısı yapılarla kaplanacak, diğer yarısı ise kamuya ait olup ağaçlandırılacaktır; hiç bir bölmeye, bahçe duvarına izin verilmeyecektir. Bundan böyle kent içinde bir yerden bir yere gitmek için sokakları izlemek yayalar için gereksizdir, herhangi bir yöne doğru ilerlemek yeterlidir. Kent arazisi kocaman bir park gibi olacaktır” (Corbusier, 1999).

Le Corbusier Augusta Perret’ in kule kentleri hakkında “İşte çağımıza yakışan bir mimarlık”(Corbusier, 1999) demiştir. Bu kule kentlerde, çalışma yaşamı, trafikten ve konut bölgelerden ayrılarak tüm hizmetlerin bir araya getirildiği ve böylece verimliliğin arttığı kulelerde gerçekleşecektir. Birbirinden ve her şeyden uzak olan kulelerin aralarında geniş alanlar kalır ve tüm bu alanlar yeşil alan olarak kenti kaplar. Dönemde yapılan bu planlamalar, çalışma verimliliğini artırmak, gittikçe daha da değerli hale gelen “zaman”ı iyi kullanmak, günün belirli vakitlerinde bu zonlanmış alanlardaki yoğunluğu ve hareketliliği artırmak gibi durumlarla birlikte, gün boyunca insanın karşılaşabileceği etkinlikleri sınırlandırarak ve çeşitliliğini azaltarak, işlevlerle birlikte insanları da birbirinden uzaklaştıran bir toplumsal yozlaşmaya yol açmıştır.

(23)

16

Bu proje, yüksekliği 220m’yi bulan, 60 katlı kulelerden oluşuyor. Kuleler arası uzaklık 250-300m. Tek bir kulenin genişliği ise 150-200m. İş yeri olarak tasarlanmış olan bu kulelerde her bir kişi için 10m2’lik alan ayrılmıştır ve 40000 kişiyi barındırması planlanmıştır.

Şekil 2.4: Le Corbusier’ in kule kent öneri için kesiti (Corbusier, 1923). Şekildeki kesitin sol tarafı toza, pis kokuya ve gürültüye boğulmuş günümüz kentlerini gösterir. Sağ taraf ise tüm olumsuzluklardan kurtulmuş, temiz havaya kavuşmuş ve yeşilliklerle kaplanmıştır. Şehirdeki aynı işlevler bir araya getirilmiş ve toplum karmaşadan uzaklaştırılmıştır.

Oysaki şehir ilişkili ve iç içe olduğu farklı işlevler ölçüsünde canlıdır ve gelişir. İnsanın şehirle olan ilişkisi, şehrindeki bu işlevlerin birbirleriyle olan ilişkileriyle doğru orantılıdır.

Saint Preux’ un şehir tanımı; “İnsanı içine çeken bu heyecanlı, çalkantılı hayat karşısında sarhoş olduğumu hissediyorum. Gözlerimin önünden geçip duran böylesine çok sayıda nesne başımı döndürüyor. Beni etkileyen tüm bu şeyler arasında yüreğimi saran bir tek şey bile yok. Yine de hepsi birden hislerimi sarıyor; öyle ki ne olduğumu neye ait olduğumu unutuyorum” (Berman, 1994).

Hızla gelişen sokak ve trafik hiçbir zaman ve mekan sınırı tanımadan, her kentsel mekana dalarak, kendi temposunu herkese dayatmakta, tüm modern çevreyi bir “devingen kaos”a dönüştürmektedir.

“Baudelaire’e göreyse kalabalık içindeki insanların yaşamlarıyla épousé (evlenmek, benimsemek, uymak) olmayan bir sanat modern sanat adına layık değildir. Baudelaire başka hiçbir yazarın bu kadar iyi göremediği bir şeyi gösterir bize (III. Napoleon’ un yetkisi ve Haussmann’ın yönetimi altında şehrin sistematik olarak parçalanıp yeniden inşa edildiği dönemde): Şehrin

(24)

17

modernleşmesinin, hem şehrilerininin ruhlarının modernleşmesini nasıl esinlediği ve zorladığı…” (Berman, 1994).

1961 yılında duvarla birlikte iki ayrı yönetim bölgesine ayrılan Berlin’de, iki ayrı mimarlık anlayışı oluşmuştur. Duvarın yıkılmasıyla birlikte, batının kendi bakış açısına göre bakımsız, atıl kalmış olan Doğu Berlin’e hızla “iyileştirmeler” yapılmaya başlanmıştır. Binalar, sokaklar, meydanlar yenilenmeye, cephelere balkonlar, yeni renkler ve ekler yapılmaya başlanmıştır. “Yeni Berlin’in imajını bozan binalar hızla yıkılmış ve yerlerine yenileri yapılmıştır” (Polat ve Polat, 2003). Özellikle savaşlardan sonra olduğu gibi, tarihte yeni bir sayfa açılmasıyla birlikte, mimarlık şehrin yeni imajını oluşturmak üzere insanların hayatına ve tarihi izlere direk müdahale etmiş, onu kendi gelişimine uygun olacak şekilde değişmeye zorlamıştır.

Dönemin kent planlama süreciyle ilgili olarak, mimarlığın inşa edebilmek için sermaye ile olan uyumundan da söz edilebilir. Mimarlık var olabilmek için, daima iktidara yakın olmak ve uzlaşmacı olmak durumundadır. 20. yy başlarında çağın sorunlarından özellikle konut, barınma sorununa bir çözüm bulmayı amaçlayan Modern Mimarlık, tüketici konumundaki insan topluluklarının gereksinimlerine öncelikli olarak karşılık vermiştir.

Şekil 2.5: Aslında bir hukukçu olan ama bir şehir plancısı ya da bir mimar gibi çalışarak Paris’in çehresini değiştiren Vali Haussmann’ ı bu girişimlerinden dolayı

(25)

18

Kent planlamasıyla ilgili bir başka konu da mimarlığın daima yönetime bağlı olduğudur. Yalnızca modernizm döneminde değil her zaman mimarlık yönetimin bir sonucudur. 19. yy da Paris’in planlamasını gerçekleştirirken aslında bir hukukçu olan Vali Haussmann, mimar Baltard’ ın kendi anlayışına göre daha önce kagir olarak tasarladığı binaları “Demir! Demir! Yalnızca demir!” diyerek değiştirmesini istemiştir. İkinci projeyi gören 3. Napolyon, Baltard’ a aynı mimardan birbirinin karşıtı iki binanın tasarımının nasıl çıktığını sorduğunda Vali Haussmann, “Mimar aynı ama Vali farklı” demiştir (Tümer, 2001). Mimarlık kontrolünü iktidarla olan ilişkisinde toplumla olan ilişkisindeki gibi koruyamaz. Ve zorunlu olarak iktidarı her zaman dikkate almak durumundadır.

Rusya’da, 1917’de Ekim Devrimi’yle ortaya çıkan Konstrüktivizm’in, Stalin’in iktidara gelmesiyle silinmesi ve ağdalı bir klasizme dönüşmesi, mimarlık ve iktidar arasındaki hassas dengeye ve mimarlığın doğasına ilişkin çok şey anlatmaktadır (Yırtıcı, 2003).

2.2.5. Modern dönemde mimarın tasarım üzerindeki kontrolü

Aydınlanma ilkelerini temel alan ve ilk defa kullanıcıyla bu kadar bilinçli şekilde bir ilişki kurmayı hedefleyen modernizm dönemi mimarları, olabildiğince rasyonel bir bakış açısıyla “bireyin özgürleşmesi ve kendinin farkına varması” fikriyle yola çıkmışlardır. Modernizm, kendinden sonra gelen tüm felsefeleri de etkilemiş ve kapsamıştır. Devamında ise, dönem mimarları tasarım üzerindeki kontrolcü tavırlarını, kullanıcının isteklerini ve beklentilerini göz ardı ederek ve kendi aldıkları kararları daha öncelikli tutarak, bu kararların, kullanıcı adına, kullanıcının kendi kararlarından daha faydalı oldukları yanılsamasına kapılmışlar, modernizmin temelinde yatan “bireyi özgürleştirme” felsefelerinden uzaklaşmışlardır.

Dönemin modern konut projeleri insanları sokaktaki yaşamdan uzaklaştırarak düşeyde konut bloklarında yaşamaya mahkum etmiştir. Bunun sonucunda toplumda yabancılaşma ve sosyal parçalanma ortaya çıkmış, zonlama kuralları ile kent farklı bölgelere ayrılmıştır. “Sanayi bir uca, ofisler başka bir uca, alışveriş bir başkasına uzaklaştırılmıştır. Bunlardan tamamen farklı bir bölgede yer alan konut alanları gün içerisinde terk edilmeye mahkum kalmış ve sosyal iletişimi güçlendiren kanallardan koparılmıştır” (Jabos, 1993). İnsanlar birbirine yabancılaşmış, topluma kayıtsızlık hakim olmuş ve suç oranları artmıştır. Tüm bunlar, günümüz büyük kentlerinin,

(26)

19

özellikle de Amerikan kent planlamasının psikolojik ve estetik olarak çöküşünü getirmiştir. Bu dönemde alınmış olan kararlar ve de uygulamalar, daha sonrasında, kentin bir organizma olarak kabul edilmesi ve kararların kullanıcı odaklı verilmesini gerektiren sonuçlar doğurmuştur.

Bir konutun, bir kentin bireylerde aidiyet duygusu oluşturabilmesi, ancak orada yaşayan insanların kim olduklarını, yaşam tarzlarını ve ilişkilerini öğrenmek, kabul etmek ve var olan tüm potansiyelleri gerçekleştirmeye dayalı fikirlerle uygulamaya koymakla mümkündür. Modern dönemde, geleneksellik ve yerellik gibi bireyin kopmasının mümkün olmadığı kavramlardan uzaklaşılmış, böylece bireyden de uzaklaşılmıştır. Kenti canlı kılan ve ona kimliğini kazandıran, her şeyden önce barındırdığı bireylerdir. Kent görünümünü, tarihini, hissettirdiklerini kentlilerden alır.

“Zira şehir herhangi bir kıta parçası değil, beşeri bir kütledir” (Hakkı, 1924).

2.3 Modernizmin Dönüşümü

2.3.1. İnsan

1960’ tan sonra modern mimarlıkta, daha az dönüşümcü, daha fazla devrimci eleştirel bir tutum ortaya çıkmıştır. Modernizmin yeterli olmadığı düşünülen alanlarda, tarihle geçmişle çevreyle olan ilişkilerin, yeniden kurulmasına çalışan bir takım olumlu çabalar ortaya çıkmıştır. Mimarlar, şartlar, çevre ve gelenekle daha çok ilgilenmeye başlamışlardır. Modernizm, baskıcı tutumu, steril oluşu, geleneksel mimariye ait tüm reddedişleri, zorlayıcılığı ve büyük politik yatırımlar gerektirmesi gibi nedenlerle eleştirmeye başlanmış ve insan odaklı olan fikirler geliştirilmiştir. Uluslararası üslubun (Modern mimarlığın), katı mimarlık öğelerini insanileştirmiş olan Alvar Aalto inancını kısaca şöyle özetlemiştir: "Yaşama daha kişisel bir yapı kazandırmak mimarın görevidir".

Mimarlığın elitist yaklaşımının, insan ve toplum üzerindeki kontrolünün azalmasına yönelik, insan odaklı sistemler üzerine çalışmalar yapılmıştır.”Bugün mimarlar primitif veya spontane olmak için fazla eğitimliler” (Venturi,1966). Mimarlık artık çok elitist olmakla, toplum için fazlaca karışık ve anlaşılmaz olmakla eleştirilmeye başlanmıştır. İnsan artık arka planda kalan ve mimarın oluşturduğu düzen, sistem,

(27)

20

modül, senaryo içinde yaşamak zorunda kalan, mekanları, çevreleri bu senaryoya uygun olarak yaşaması beklenen ve fazla seçeneği de olmayan bir nesne haline gelmeye başlamıştır.

“Peki ya insan?” diye soruyorsunuzdur. Cevap bence şu olacaktı “Le Corbusier’in en bilinen diktası; ev içinde yaşanılan bir makinedir. Ama kimse Le Corbusier’in makine derken gerçekten kastettiği şeyin aslında Fransız makineleri – güzel görünen ama çok kullanışlı olmayan makineler - olduğunu anlayamamıştır. Le Corbusier’in makineleri şiirsel makinelerdi. Archigram’ın da makineleri aynı şekilde şiirseldir. “Peki ya insan?”… Şiir dilinden daha humanistik bir dil bilemiyorum bu yüzden, beğenseler de beğenmeseler de, Archigram çetesi vahşi bakışlı şairler çetesidir (Blake, 1964).

Archigram Bauhaus modernizminin dayattığı tüm kuralları reddetmiştir. Ve Bauhaus’ u işlevselliğe bir hakaret olarak tanımlamıştır. İşlevselliği tamamen insana göre tekrar tanımlamıştır. İsteyen herkesin her şeyi yapılabildiği ve her şeyi istediği gibi kullanabildiği yeni bir mimarlığın doğuşunun gerekliği olduğunu söyler Archigram;

“…

You can built concrete any height FLOW? Water flows or doesn’t or does? Flow or not flows

You can weave string any mesh Take this table you’ve got a top there Top and four legs

You can sit IN it, sit ON it, UNDER it or half under” (Cook, 1964).

Şiirinde tanımlanmış nesnelerin veya kavramların kimlere göre tanımlı olduğunu ve ne işe yaradıklarını tartışan Archigram, hiçbir şeyin net bir tanımı olmadığını ve kullanıcıya göre apayrı kullanım şekilleri olabileceğini, insanları belirli bir içerikle sınırlandırmanın onların temelindeki yaratıcılık dürtülerini körelttiğini tartışmaktadır. İnsana yaklaşım konusunda bir başka isim de Robert Venturi olmuştur. Venturi, Modern mimarlığın giderek ana zaafı haline gelen insanla iletişim özrünü, eleştirilerinin odağı olarak almıştır. “Las Vegas’ tan bir şeyler öğrenmemiz gerektiğini” savunan Venturi, Mimarlığın toplumla iletişim kurmak için tanıdık

(28)

21

simgeleri, imajları kullanmasının, tüm egolarından arınmış olmasına bağlasa da, onun bu önerdiği yöntem bile mimarlık paradigmaları içinde anlamlıdır ve böyle değerlendirilmektedir. Yani tasarımda insana yakın olduğunu düşündüğü birtakım simgesellikleri kullanarak, insan doğasına yaklaşma girişimlerinde, kendisine esin kaynağı olan özden çok uzaklaşmış ve toplum tarafından anlaşılmaz bir simgeselliğe ulaşmıştır. Yani insana yaklaşmak için ne kadar popüler nesneleri kullanırsa kullansın, mimarlık, dilinin yapaylığı nedeniyle toplum tarafından daha fazla anlaşılır olmayı tam anlamıyla başaramamıştır.

(29)

22

Mimari sorunların başında, “insan” konusu ve “insan psikolojisi” gelmeye başlamış ve modernizmin mimari sorunları seçici tavrının bu konuyu çoğu zaman es geçtiği, bu konuya gereken ilgi ve araştırmayı yapmayı reddettiği durumlar eleştirilmeye başlanmıştır. Robert Venturi, kitabında Mies’i bu açıdan eleştirmiş ve yaptığı mimarlığın sadece güzel olduğunu ve bu güzelliği, insan vb konulardaki ilgisizliğine borçlu olduğunu söylemiştir.

“Bütün problemler çözülemez... Aslında 20.yy mimarlığının karakteristiği, mimarların problemlerin neler olduğuna dair karar verişlerinde aşırı seçici ve keyfi olmalarıdır. Mies daha fazla problem çözücü olsaydı binaları daha az etkileyici olurdu” (Venturi, 1966).

Mimar mimarlığı hayatın deneyimlerinden ve toplumun ihtiyaçlarından uzak

tutmuştur. Kendi paradigmaları dahilinde, kendi eleştirilerini, kendi kurallarını, kendi problemlerini kendisi belirlemiştir. Topluma ve onun bakış açılarına kapanmış kendi dünyasında yaşamaktadır.

Şekil 2.7: Sol üstten sağ alta: New Babylon/Hollanda, Antwerpen, Rotterdam, Paris, 1963-1964 (Zegher. C. and Wigley, M., 1999).

(30)

23

İnsanın kontrolüne dayalı bir cevre oluşturmak, mimarlığı alta almaya yönelik girişimlerden biri de New Babylon olmuştur. New Baylon ilk olarak son derece ustalıkla yapılmış büyük modellerle oluşturulmuştur. Hepsi geleceğin şehirlerinin ayrı birer parçası olarak var olmuştur. İnsanların tüm yaşamlarını dışarıda asılmış, çok geniş iç mekanlarda geçirdiği ve makinelerin yeraltına gömülmüş olarak bütün işleri hallettiği bir gelecektedir bu modeller. Tüm mekanlar birbiriyle bağlanarak bir ağ oluşturmakta ve tüm dünya yüzeyine uçsuz bucaksız parçalanmamış tek bir yapı olarak yayılmaktadırlar (bkz Şekil 2.7). Bu model dünyanın herhangi bir yerine uyarlanabilir çünkü modülleri ve bunların birleşimlerinden oluşan sistemi temel almaktadır. Sistem toplumun gereksinim duyduğu ölçüde ve şekilde genişlemekte veya dönüşmektedir.

Şekil 2.8: Sector Grupları, 1959 (Zegher. C. and Wigley, M., 1999).

“New Babylon görünüşte sonsuz bir oyun alanıdır. Buranın sakinleri sürekli olarak duyusal çevrelerini yeni ihtiyaçları doğrultusunda yeniden düzenler, her metrekareyi yeniden tanımlarlar. Sonsuz zamanı olan bu toplumda, işçiler oyuncuya ve mimarlık, sadece bir oyuna, çok az limitleri olan bir oyuna dönüşür” (Zegher ve Wigley, 1999).

(31)

24

Şekil 2.9: New Babylon/Amsterdam, 1963, harita üzerine mürekkep, 53x62 cm, Gemeentemuseum, The Hague

Şekil 2.10: Orient Sector, 1959 (Zegher. C. and Wigley, M., 1999).

Constant ve ekibi, fantezilerinin “paper architects” olarak adlandırılıp, alay konusu olmalarına aldırmayarak, fikirlerini kağıda dökmüşlerdir. Ama çizimlerin büyüsü projenin tam kalbi olmuştur. Mark Wigley, insanların sürekli olarak çevrelerindeki mekanı yeniden yapılandırarak tutkularını fark ettiği, sonsuz ve müşterek oluşturulmuş, daima değişen, çalışılan tasarımları içinde yaşadıkları bir dünyada herkesin mimar, herkesin tasarımcı olduğunu belirtmektedir.

“New babylon’un insanların sonsuz ve sürekli değişen tutkularını yansıtması gerekiyor. Bu tüm mimari tekniklerle ve şemalarla tanımlanabilir bir makine olarak kolayca çizilebilse de, onun tasvir edilmesi, tasarımın sürekliliğini

(32)

25

bozacağından ve onu donduracağından aslında onun tasvir edilememesine de yol açıyor” (Wigley, 1999).

Şekil 2.11: Sektör İnşaatı, 1959 (Zegher. C. and Wigley, M., 1999). 2.3.2 Yaratıcılık, insanın özgürleşmesi

“Milyonlarca insana salt rahatlık içinde olmasa bile eylemde özgür olacağı alanlar açmak” (Goethe, 1960).

Jamshid Kooros, “Bir masona tuğla ve harç verin, ona bir açıklığı kapatmasını ve içeri ışık girmesini sağlamasını söyleyin. Sonuçlar inanılmaz olacaktır” diyor. Mason, limitleri doğrultusunda sınırsız olasılıklarla çeşitlilik ve uyum yaratırken, modern mimarlık, elindeki birçok malzeme ve strüktürel sistem ile olabildiğince monotonluk ve uyumsuzluk yaratır” diye ekliyor (Rudofsky, 1964).

Modernizmin dönüşüm sürecinde insanın özgürleşmesi konusu altında avangart isyandan da söz etmek yerinde olacaktır. Modernistler toplumun elitist ya da çoğunluk olan bölümüne yönelik sanat yapmayı reddetmişlerdir. Bu tür zevkleri beslemek istememişlerdir. Bu yüzden, avangart isyan toplumun mevcut sanat izleyicilerini hedef almıştır. “Bu sanatçılar dünyayı kendi gözlerinden görebilen yeni insanlar yaratmayı hedeflermişler, sanatı değil insanları değiştirmek istemişlerdir. Amaç eski bakış açılarına sahip olan bir toplumun yeni bir şeyler üretmesi değil, yeni

(33)

26

bakış açısına sahip olan insanların herhangi bir şey üretmeleridir” (Uluoğlu, 2003). Batılı kitle kültürü insanoğlunu değişmez bir gerçek olarak kabul ederken, Sovyet kitle kültürü ise insanlığın değişebileceğine inanır ve insanın biçim verilebilir olduğunu savunan avangart bakış açısını destekler. “Sovyetler birliği mevcut olan kitle kültürünü reddetmiştir çünkü bu kültürü henüz oluşturmaktadır. Kitlelerin mevcut zevkleri geçersiz olmuştur” (Uluoğlu, 2003). Demir perdeyle beraber batıya ve Hollywood’a kapanmış olan halk fırsat bulduğunda dışarıya bir göz atınca asıl tüketmek istedikleri kültürü görmektedirler ve ne halk ne de idareciler, oluşturmakta oldukları kültürden tatmin olmuşlardır diyor Uluoğlu. Sosyalist gerçekçi sanat ürünü ancak halk daha az gerici ve daha iyi bir toplum haline geldiğinde anlaşılır ve sevilir hale gelecektir. Ve bu sanat ürününe göre insan, sanat ürününün hem bir parçası hem de onun sonuç ürünü olarak düşünülmüştür. “Sosyalist gerçekçilik, sosyalist hayaller görebilen hayalciler yaratma girişimidir” (Uluoğlu, 2003).

Tekrar New Babylon’a ve Constant’a dönersek, insanları ve kendilerini yaratıcılıklarında özgür bırakmaya kendilerini adamış, Constant’ın yaratıcısı olduğu bir topluluk olan COBRA’ nın favori kelimeleri, “hayati”, “keskin olmayan”, “direkt”, “derhal”, “enerjik”, “spontane”, “deneysel” dir. “Kışkırtıcı oyunlardaki kontrol edilemez olan ne varsa-bu çocukluk, bilinçsizlik, delilik, primitif olan, eğitilmemiş olan da olsa, toplumdaki en ciddi değişimin temeli olur” diyor COBRA’ nın bir üyesi olan Marx (Wigley, 1999). COBRA kendini eğitilmemiş hale geri döndürmeye çalışmıştır.

Constant’ ın manifestosunda da yer aldığı gibi, kaldırımlardaki tebeşirler, duvarlardaki grafitilerinde açıkça gösterdiği gibi, insanoğlu kendini göstermek için doğmuştur. “Şimdiki çabası, kendisini bir deli gömleğinin içine sokmaya çalışanlara karşı koymaktır. Resim renklerin ve çizgilerin bir kompozisyonu değil, bir hayvan, bir çığlık, bir gece, bir insan ve ya bunların hepsidir. Resimdeki eli serbest bırakmak, insanları serbest bırakmak demektir” (Wigley, 1999). “COBRA, çocuk gibi olmak yerine çocuksu olmak, artistik bir gösterim yerine gerçek grafiti üretmek istedi” (Wigley, 1999).

2.3.3 Modern Sonrası Dönemde Mimarın Tasarım Üzerindeki Kontrolü

Bu dönemde modernizmin getirdiği olumlu gelişmelerden yola çıkarak, bunları daha insan odaklı amaçlar doğrultusunda kullanmaya özen gösteren mimarlar

(34)

27

modernizmde yetersiz olduğunu düşündükleri birçok konuyla da ilgilenmişlerdir. Çevreye, topluma, kente, tarihe, insan psikolojisine, geleneklere odaklanmışlardır. Mimarlığı alta alma, indirgeme, insana daha fazla saygı duyma gibi çabalarda bulunmuşlardır. Zaman zaman, aşırı eleştirel tutumlarıyla ve tasarımlarıyla modernizmi baskıcı, zorlayıcı, kısıtlayıcı, köreltici buldukları yönlerini vurgulamışlar ve “bir evden kaçış” dönemine girmişlerdir. İnsanın en primitif ölçülerde tasarım özgürlüğünün farkına varmasına çalışmışlardır.

Jane Jacobs, “Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Hayatı”nda, kentsel mekanların fiziki bakımdan düzenli ve temiz ancak toplumsal ve tinsel bakımdan ölü olduğuna, 19.yy.dan kalma kargaşa, gürültü ve genel uyumsuzluğun çağdaş kent yaşamını canlı tuttuğuna, eski kentsel mekanların aslında çok zengin ve karmaşık insani bir düzen olduğuna ve modernizmin kendi paradigmalarının bu durumu oldukça sığlaştırdığına, 1960’larda modernizm diye geçinen şeyin aslında çoktan miadını doldurmuş olduğuna değinmektedir (Jacobs, 1993). Jacobs’a göre, gerçek bir şehir yaşayanları tarafından kurulmalıdır. Böylece kentler, birkaç uzmanın bir araya gelerek yarattığı planlardan değil, kentlinin ortak gereksinimleri sonucu ortaya çıkan, ihtiyaçları giderenler yapıları yansıtacaklardır.

2.4 Şimdi

Kitlesel üretimin, standardizasyonun, tüketimin, toplumsal yapılanmanın temelini oluşturduğu çağımızda, miktarlardaki artış ve ölçeklerin büyümesi, sadece basit bir çokluk sorunu değildir. Bu sayısal artış, beraberinde yapısal bir değişiklik de getirmektedir.

“Nicelikteki artış, yüksek etik, dürüstlük, elitlik gibi kavramları dışlamakta ve çokluğun kabulünü, günlük hayat deneyimlerini, bunlar arasındaki çelişkileri ve anlık yönelimleri ortaya koymaktadır. Mimarlık disiplininin mevcut mekan bilgisi, bu karmaşık sistemde artık yetersiz kalmaktadır” (Yırtıcı, 2003). Mimarlığın da diğer tüm disiplinler gibi, bu sistemin kavrayabildiği tüm çelişkilerini kendisine parametre alarak, tam da toplumdaki bu karşıtlık halleriyle kendi kendini zenginleştirmesi ve yeni durumlara göre yeni öneriler getirmesi beklenmektedir. Günümüz kentlerinde ve bu karmaşık sistemde, mimarın tasarım kararlarını alırken, göz önünde bulundurduğu, kaçamayacağı ve karşı koyamayacağı en zorunlu ya da

(35)

28

zorlayıcı etkenler nelerdir? Mimarın tasarımdaki kontrolünü etkileyen, bu kontrolünü kısıtlayan veya genişleten durumlar karşısında mimar nasıl davranır?

2.4.1 İnsan

“Dünya bir damla suyun içindedir” (Leibniz, 2003). Her şey birbirine bağlıdır demek ister (Çalıkoğlu).

Mimarlığın insandan, insanların yaşam şekillerinden, çalışma şartlarından, çevre koşullarından, teknolojiden, ekonomiden, politikadan ve kendinden başka birçok disiplinden bağımsız olarak gelişmesi mümkün değildir. Tüm bu gerçeklerin farkında olarak, her birine hak ettiği özeni göstermesi beklenir.

“Telefondan Partheon’ a kadar her şeyde mimarlık var. Evlerimizde de nasıl kolayca var olabilirdi! Evlerimiz yolları, yollar da kentleri oluşturur; kent ise bir kişiliktir, ruhu olan, duyumsayan, acı çeken, hayran olan bir bireydir. Yollarda ve tüm kentte mimarlığın varlığı nasıl da iyi bir şey olabilirdi!” (Corbusier, 1999).

Mimarlığın bir bütünsellik içinde, diğer her şeyle birlikte olan ilişkileri sonucu gerçekten var olduğuna değinir Le Corbusier. Kent tüm yolları, konutları, yeşil alanları, trafik lambaları, kaldırım taşlarıyla kişilik kazanır. Mimarlık tüm bunların özünde var olmuştur. Burada dikkati çeken konu mimarlığın, daha doğrusu mimarın, tasarımcının, kentin, hayatın neresine kadar sokulduğudur.

Evlerin etrafındaki bahçelere kadar mı, bahçedeki çiçeklerin rengine kadar mı, evin içindeki yemek takımlarının desenine kadar mı? Mimardan beklenen nedir? Yaşamın konforlu olmasından başka neler beklenmektedir? Bir araba alırken motorundan, konforundan, sağlamlığından, kullanışlılığından başka neler önemlidir? Artık sık sık televizyonlarda ve reklam panolarında karşımıza çıkan araba veya konut reklamındaki mutlu sağlıklı çocuklar ve genç anne imajları tüketim kararlarımızı ne kadar etkilemektedir?

Bir göstergebilimci olan Roland Barthes, Çağdaş Söylenler kitabında, günümüz kültürünün, medyasının nasıl yapaylığı doğallık, yüzeyselliği derinlik, geçiciliği kalıcılık olarak gösterdiğini inceler. Tasarlanan konutların, arabaların etrafını saran efsanelerin nasıl oluşturulduğunu, birbiriyle ilgisiz görünen ayrıntıların yapısal bir bütünlük içinde nasıl aldatıcı bir hale yarattığını anlatır.

(36)

29

"Kitabımın ardındaki düşüncenin çıkış noktası, çoğu zaman, basının, sanatın, genel yargının, gerçeğin sırtına geçirip durdukları 'doğallık' karşısında bir kızgınlık duygusuydu: kısacası, yaşadığımız güncel olayların öyküsünde Doğa ile Tarih'in her dakika birbirine karıştırıldığını görmekten rahatsızlık duyuyor, apaçık ortada olanın süslenip sergilenişinde saklı olduğunu sandığım çarpıtmaları yakalamak istiyordum" (Barthes, 1990).

Tasarımcı bu yanıltıcılığı ne gibi niyetlerle kullanmaktadır? Tasarımda, vaat edileni kullanıcıya dayatmadan, onun istekleri ya da olası beklentilerini karşılamaya yönelik amaçlar doğrultusunda hareket edebilir mi?

2.4.2 Yeni mekanlar, yeni yerleşimler

Bu bölümde, günümüz toplumunun güvenlik, ekonomi, yaşama ve çalışma koşulları gibi ihtiyaçları doğrultusunda geliştirilmiş ve gittikçe popüler hale gelen kapalı yerleşmelerden de söz etmek yerinde olacaktır.

“Bir topluluğun aidiyet duygusu insanın temel gereksinmelerinden biri olup (Maslow, 1954), kişinin toplumsal davranışlarının önemli bir belirleyicisidir” (Alexander, 1977). Aidiyetin duygusuna sahip olmayan toplumlarda ise genellikle yalnızlık, yalıtım hatta anti toplumsal davranışlar gibi durumlar ortaya çıkar.

Modernizmin yere bağımlı olmadan insana serbestlik sağlayan bir yaşam sunması anlayışıyla ortaya çıkan ve kabul gören toplu konutlar, zamanla, insanları birbirinden uzaklaştırarak, toplumları ve yaşamları birbiriden koparır hale gelmiştir.

(37)

30

(38)

31

Rice Üniversitesi’ indeki öğrencilerle yaptığı bir söyleşide, Koolhaas, çağdaş kentlerin nasıl bir arada tutulabileceğini soran bir öğrenciye, belki de artık böyle bir zamkı aramaya gerek olmadığını söylemiştir.

“Houston gibi kentlerde insanlar genellikle mimarların yardımı olmaksızın, başka bütünleşme biçimleri bulmuşlar. Örneğin Atlanta’da bir alanın çevresini duvarla çevirip, bir kapı koyup bekçiler yerleştirmek gibi çok genelleşmiş bir model var. Bu mimari bir bütünleştirme değil, biz mimarların saygı duyduğu bir bütünleştirme de değil, ama çok güçlü bir bütünleştirme” (Şenyapılı, 2003).

Çernişevski, Londra'daki 1851 Büyük Fuarı'nda gördüğü Billur Saray’dan çok etkilenmiş ve şehirlerin artık yok olduğu ve hemen hemen herkesin bu kapalı yerleşmelerde yaşadığı geleceğin Yeni Rusya’sının anlatıldığı, “Nasıl Yapmalı” adlı kitabı yazmıştır. Öykünün kahramanı Yeni Rusya’da bir gezi yaptıktan sonra bu dünyada birden neyin eksik olduğunu fark eder ve rehberine sorar;

“Ama isteyen insanlar için de şehirler yok mu?” Rehber buralarda yaşamak isteyen çok az insan, dolayısıyla da eskisinden çok daha az şehir olduğunu ve şehirlerin, çok uzaklarda bir yerlerde, asgari düzeyde iletişim merkezleri ve tatil yerleri olarak varlıklarını sürdürdüğünü söyler. “Herkes oralara birkaç günlüğüne, değişiklik olsun diye gidiyor, hala kalan birkaç şehir turistler için eğlenceli seyirliklerle dolu; ama nüfusları sürekli azalıyor.” (Çernişevski, 1828, 1889). “Peki ama” diye sorar Vera Pavlovna, “ya birileri sürekli orada yaşamak isterse?” Rehber yanıtlar: “Oralarda yaşayabilirler, tıpkı sizin (şimdi) Petersburglarınızda, Parislerinizde, Londralarınızda yaşadığınız gibi, kim karışır ki? Kim engelleyebilir onları? Herkes istediği gibi yaşar. Ama büyük çoğunluk, yüzde doksan dokuz size gösterildiği biçimde (yani billur saray topluluklarında) yaşıyor, çünkü bu onlar için çok daha zevkli ve avantajlı” (Berman, 1994).

Türkiye’de de hızla çoğalan bu kapalı, kendi içinde homojen olan sitelerin toplum tarafından bu kadar hızla ve geniş oranda kabul edilmiş olmalarının sebebinin, herhangi bir mimari yaklaşım, çözüm veya kentsel bir birleştiricilik konularıyla bir ilişki içinde olmalarından kaynaklanmamaktadır. Daha çok, insanlara belirli bir gelir seviyesindeki bir toplulukla beraber, dışarıdaki tüm sorunlardan uzak, güvenli, refah seviyesi yüksek, “prestijli” bir yaşam fırsatı veriyor olmalarından

(39)

32

kaynaklanmaktadır. Ve bu kendilerinden olmayanı dışlama tavrı kapitalist sistemin doğasında yer alır. Bugün, birçok tartışmada gündeme gelen ve mimarlarca küçümsenerek bahsedilen bu “gated comunity” ler (kapalı konut adaları) çağın gerçeği olmaya başladıkça, mimarların, şehrin tüm fiziki ve kültürel yapısını değiştiren, başlı başına bir pazar haline gelmiş olan bu adaları görmezden gelmeleri daha fazla mümkün olmayacaktır.

Günümüz gerçeklerinden biri ve belki de en etkilisi olduğundan daha önce de bahsettiğimiz medya, reklam ve pazarlama, mimarlık disiplininin de belki de üzerinde uzmanlaştığı veya uzmanlaşması gerektiği bir konu haline gelmiştir. Mimarlığın bir pazarlama aracı olarak kullanıldığı en göze çarpan örneklerden biri olarak Las Vegas’ dan, Las Vegas’ ın oluşum ve gelişim sürecinden kısaca bahsedebiliriz.

Şekil 2.13: Las Vegas Giriş Tabelası

“Hoş geldiniz” tabelasının arkasında ışıldayan kent ortaçağ mekanları gibi etrafı çevrilmiş bir alan değildir, Rönesans meydanları gibi klasik anlayışla oranlanmamıştır, barok mimari gibi ritmik bir devinimi temel almaz, modern mimarideki gibi serbestçe yerleştirilmiş öğeler etrafında akan bir mekan da görülmez. Las Vegas başka bir şey olarak doğmuştur. Yol ve araba iletişimi burada çıkış noktası olmuştur. Mesajsa mimari yapıda değil, yazıda, dev tabelalarda apaçık görülmektedir (Uludağ, 2007).

Robert Venturi, “Las Vegas’ın öğrettikleri” kitabında 60’lı 70’li yıllarda çölün ortasında çok kısa bir sürede oluşmuş olan Las Vegas’ı tabelalardan, reklamlardan, simgelerden, yazılardan oluşmuş, “mimarlık ve mekan karşıtı bir şehir” olarak tanımlar. Mimarlık Las Vegas’ ta “ucuz” ve “geri planda” dır. Özellikle 70’lerde

(40)

33

sadece arabanın hızının izin verdiği şekilde algılanabilen şehir, bir anlık göz temasıyla seçilebilen simgelerden, tabelalardan oluşur. Bazen yapının kendisi tabeladır. Mesajı mimari ya da mekan değil tabela verir. Tabelalar rekabetten dolayı sürekli değişir ve şehir de tabelaların değişim hızıyla değişir. Tabelanın arkasındaki binayı değiştirmek bu kadar ucuz ve hızlı olamayacağından binalar bir gereksinim olarak tabelanın arkasında aynı kalır ve bir tür “mesaj mimarlığı” bu hıza ayak uydurur. Mekan dışarıda ya da içerde kullanıcıyı bir yere yönlendirmez. Bu işi mimarinin kendisi yerine tabelalar yapar. Ayrıca şehir bu tabelalarla, kendine bambaşka bir ölçek yaratır (bkz. Şekil 2.14).

Şekil 2.14: Las Vegas

Şimdilerde ise kalabalık ve trafikten artık yoğunlaşmış olan şehrin yollarında hız yapılamadığından, yürüyen insanlara mesaj verme işini tabelalar, “tema otelleri” ne bırakmışlardır (bkz, Şekil 2.15). Ve bu kopya yapılar artık gerçeklerinden daha ilginç olmaya başlamışlardır. “Devasa bir eğlence mekanı… Tanrının parası olsaydı tüm dünyayı Las Vegas gibi yapardı” diyor Las Vegas’ın öncü mimarı Wynn (Uludağ, 2007).

(41)

34

Şekil 2.15: Sol: Otel Paris, Las Vegas Sağ Üst: Luxor, Las Vegas

Robert Venturi’nin Complexcity and Contradiction in Architecture kitabında Piazza S. Marco ve Times meydanın bir karşılaştırması yapılmıştır. S. Marco Meydanı’ndaki ritim, uyum, ölçek, doku gibi elemanlarla Times Meydanı’ndaki billboardlar ve binalar arasında mekan oluşturma açısından bir benzerlik kurulmuştur (Venturi, 1966). Times meydanında da S. Marco Meydanındaki gibi bir uyum farklı bir bakış açısıyla, reklam panoları, dev ekranlar, yüksek binaların cephelerinde rengarenk afişlerle faklı bir şekilde kendiliğinden oluşmuştur. Pop Art’ın önemli derslerinden biri ise mimarlığın birbiriyle uyum yakalaması amaçlanmış olan yapılardan öteye gitmesi gerektiği, mimarlığın toplumsal bakış açısıyla, daha geniş ölçekte ve sistematik olarak uygulaması gerektiğidir (Venturi, 1966).

Programı tamamen insan tarafından imal edilmiş, tüm şehrin insan elinden çıkma bir deneyimin bir fabrikası olduğu (Koolhaas) bir başka örnek de, Dubai’dir (bkz. Şekil 2.16 ve Şekil 2.17).

“Önemli olan mekânın içinde yaşanmış zamanın miktarıdır” (Bachelard). 90’lı yıllardan sonra hızla gelişmeye başlayan Dubai, mimari pratiklerin hayata geçirildiği, şu anda neredeyse yoktan yaratılmış bir metropol haline gelmiştir.

(42)

35

Şekil 2.16: Üst: Dubai, 1991 Alt: Dubai, 2005

(43)

36

Günümüz yaşama ve çalışma şartlarının bir sonucu olarak özellikle mimarlıkta benimsenmiş olan bir başka konu da, mekanın esnekliği, değişme, dönüşme özelliğidir.

Broto’ ya göre mimarlık yararlı bir sanat paradigmasıdır, bu nedenle de içinde yaşayan, uyuyan, yemek yiyen ve çalışan ya da sadece içinden geçip giden kullanıcıları barındırmak için sürekli olarak yenilenmesi gerekir (Broto, 1999). Artık tasarımdaki kontrol mimarın elinden, kendisi dışında gelişen herhangi bir başka etken veya etkenlerin eline geçmektedir. Tasarımcı kendi mimari fikirlerinden önce tüm bu soruları cevaplamak durumundadır.

“Bugün kent küçük dokunuşlarla gelişmelidir: tekrarlar, değişimler ya da keşiflerle” (Nouvel, 1993). Yapı kullanıcı, teknoloji, ekonomi gibi değişen her şeyle birlikte içi ve kabuğuyla birlikte sürekli değişime açık olmalıdır. Değişimleri kendisinde yansıtmalıdır. Buna göre, yapının var olan kimliği ve tasarımı sınırlayan faktörlerle, yeni işlevi ve yeni tasarımcının kişiliğini ortaya koyabilme ihtiyacının dengelenmesi gerekmektedir. Bu da tasarımda esneklik ve ileride yeniden geliştirilebilirlik konularını önemli kılar.

(44)

37

Lerup, mimarlık ve kent arasındaki ilişkiyi sorgular. “Kentin biçimsizlik isteği, mimarlığı tanımlayış biçimimizi alt üst eder” (Lerup, 2000). Kent canlıdır, akışkandır, bir doğadır, metropolün durağan tek bir hali yoktur(Uluoğlu, 2003). Günümüz mimarlığının yeni mekanları ve bunun üzerinden mimarın kontrolcü tavrı hakkında bir başka konu da sürekli inşa etmek yerine gözlem yapmak ve farklı bakış açıları geliştirmek ve mimarlığın artık yeni mekanlar yaratmak için malzemeye ve bütçeye ihtiyaç duymadığı sanal mekanlar yaratabilmesidir.

“Yeni manzaralar yaratmak yerine yeni gözlemler geliştirmeliyiz.” Marcell Proust Mimarlık, çağın temposuna bağlı olarak gelişmekte ve şekillenmektedir. Kendi kendini yaratmakta, yıkmaktadır. Mimarlar, kullanıcının isteklerini karşılamak ve belki de bu istekleri belirlemek için bu tempoya ayak uydurmak, onunla birlikte hareket etmek, sürüklenmek durumundadırlar. Bazen biçimi belirlemek, bir sistem yaratmak ve bir yapı yapmak yerine, insanın sadece varoluşuyla ilgili durumlar gözlemlenebilir.

(45)

38

Şekil 2.18’ de, New York’ ta Burak Arıkan’ ın tasarladığı bir dijital görselleme. Mekanda bulunan insanların hareket ve seslerine göre tepki veren bir görsel arayüz.

Şekil 2.19: Quasar Sergisi, Los Angeles (Bocanegra, 2008).

Aaron Bocanegra’nın Quasar Sergisi videosunda olduğu gibi, tüm sergi mekanına yerleştirilmiş olan sensörlerle iletilen datalar, görsel ve işitsel arayüzlerle katılımcılara göre değişen davranışlar gösterirler (bkz. Şekil 2.19).

(46)

39

Modern dünyanın beraberinde getirdiği “hafif”, “kolay”, “değişime açık”, “dinamik” kavramları her şeyde olduğu gibi mimarlıkta da hayat bulmaktadır. Tasarımcılar, yere, zamana, belirli malzemelere, bütçeye ihtiyaç duymayan bir platformda tüm bunlardan bağımsız tasarımlar yapabilmektedirler. Constant, New Babylon’dan şöyle bahseder;

“… modern şehir öldü. Faydacılığın kurbanı oldu. Yeni Babil kütle yaratıcılığının bir ürünü, toplumda bugüne kadar potansiyel olarak var olan yaratıcı enerjinin dışa vurumu… Sunulan yaşam dinamik ve deneyimlerle değişime açık…” (Franc, 2000).

Sanal mimarlık sonsuza giden çizgiler, gölge düşürmeyen ışıklar, devamlı manipülasyonlar, aynı anda tüm ölçeklerin aynı sahnede yer alması, zamansızlık, mekansızlıkla, çelik ve betonla hayat bulan mimarlıktan bambaşka şeyler vaat etmektedir. Kesit ve planlarla tanımladığımız varsayımsal bir algıdır. Bu bakış açılarıyla tasarım yapmak ta varsayımsaldır. Aynı şekilde üç boyutlu ortamda tasarım yapmak ta farklı bir bakış açısı ve farklı varsayımlar doğurur. Kullanıcı, sayısal ortamda hazırlanmış modellerde, pencereden görünen manzarayı görür, odaların içinde dolaşır, salonu biraz daha büyütüp, duvar kağıtlarını değiştirerek tasarıma ilişkin çoğu kararı önceden alabilmektedir. Tasarımcı artık kullanıcının isteklerini çok daha iyi görmekte ve onunla ortak bir platformda buluşup bu kararları tartışabilmektedir. Sanal mimarlık mimarın kontrolünü kullanıcın ellerine verirken bir yandan da hem kendini hem kullanıcıyı birçok alanda özgürleştirir.

2.4.7 Günümüzde mimarın tasarım üzerindeki kontrolü

Mimarın sorumluluğu konforlu, kullanışlı, sağlıklı ve ekonomik yapılar inşa etmek yanında, toplumun örgütlenmesini sağlamak olmalıdır. Bunun için de tek bir bireyi ve bütün toplumu olabildiğince karmaşık yapılanmasıyla birlikte ayrıca ilişkilendirmek gerekir.

“…(sanatta) her esin kendiliğindendir, bireyseldir... Sanatçının tek kaynağı kendisidir... Sadece kendi güvenliği için ayak direr. Çocuksuz ölür. Kendi kralı, kendi papazı, kendi tanrısı olmuştur.” Baudelaire, Kant’ı çok geride bırakan bir alışkanlığa sıçrar: bu sanatçı yürüyen bir Ding an sich (kendinde şey) oluverir (Berman, 1994).

Referanslar

Benzer Belgeler

10 haziran günü Sabahattin Ali’nin öldürüldüğü, Üsküp’- ten kuzeye doğru 8 kilometre ileride Istranca Dağları’nın Karaorman bölgesinde Meh­ met

Ders, dünya siyasi tarihi hakkında formasyon kazandırmayı, siyasal dönüşümlerin nedenlerine ve sonuçlarına işaret etmeyi ve siyasal gelişmeleri tarihsel

Matematik, istatistik, mühendislik, iktisat ve psikoloji gibi konulardan araçları alıp ve onları seçenekli faaliyetlerin en iyi sonuçlarını elde etmek

Şair, öğretmenlik yaptığı ve entelektüel gelişimi için önemli olan bu yıllar içerisinde aristokrasi sınıfındaki insanların günlerini nasıl geçirdiğini, dönemin siyasi

Aillaud Kulelerinin askeri gizleme yöntemleriyle ade- ta buharlaştırılarak gökyüzüne yükselebildiği 1980’li yıllarda, -11 yaşındayken (1966) Yeni Ahit’ten ‘Dağdaki

Söz dizimi ve eşdizimlik birbirine benzer gibi görünsede tam olarak değiller. Eşdizimlik söz grubunun deyimleşme yolundaki aşamasıdır ama söz dizimi deyimi

Bu hedeflere ulaşabilmek için: (i) kamu borcunda, orta vadeli borç azaltma stratejisi çerçevesinde faiz dışı fazla vermeye devam ederek, daha fazla düşüş temin edilecek;

Erken Mimari Tasarım Süreçleriyle Bütünleştirilmesi Integrating User Experience Knowledge into Early Architectural Design Processes through Machine Learning Bilge Şapcı,