• Sonuç bulunamadı

Yeni mekanlar, yeni yerleşimler

Belgede Mimarsız Mimarlık (sayfa 36-46)

2.3 Modernizmin Dönüşümü

2.4.2 Yeni mekanlar, yeni yerleşimler

Bu bölümde, günümüz toplumunun güvenlik, ekonomi, yaşama ve çalışma koşulları gibi ihtiyaçları doğrultusunda geliştirilmiş ve gittikçe popüler hale gelen kapalı yerleşmelerden de söz etmek yerinde olacaktır.

“Bir topluluğun aidiyet duygusu insanın temel gereksinmelerinden biri olup (Maslow, 1954), kişinin toplumsal davranışlarının önemli bir belirleyicisidir” (Alexander, 1977). Aidiyetin duygusuna sahip olmayan toplumlarda ise genellikle yalnızlık, yalıtım hatta anti toplumsal davranışlar gibi durumlar ortaya çıkar.

Modernizmin yere bağımlı olmadan insana serbestlik sağlayan bir yaşam sunması anlayışıyla ortaya çıkan ve kabul gören toplu konutlar, zamanla, insanları birbirinden uzaklaştırarak, toplumları ve yaşamları birbiriden koparır hale gelmiştir.

30

31

Rice Üniversitesi’ indeki öğrencilerle yaptığı bir söyleşide, Koolhaas, çağdaş kentlerin nasıl bir arada tutulabileceğini soran bir öğrenciye, belki de artık böyle bir zamkı aramaya gerek olmadığını söylemiştir.

“Houston gibi kentlerde insanlar genellikle mimarların yardımı olmaksızın, başka bütünleşme biçimleri bulmuşlar. Örneğin Atlanta’da bir alanın çevresini duvarla çevirip, bir kapı koyup bekçiler yerleştirmek gibi çok genelleşmiş bir model var. Bu mimari bir bütünleştirme değil, biz mimarların saygı duyduğu bir bütünleştirme de değil, ama çok güçlü bir bütünleştirme” (Şenyapılı, 2003).

Çernişevski, Londra'daki 1851 Büyük Fuarı'nda gördüğü Billur Saray’dan çok etkilenmiş ve şehirlerin artık yok olduğu ve hemen hemen herkesin bu kapalı yerleşmelerde yaşadığı geleceğin Yeni Rusya’sının anlatıldığı, “Nasıl Yapmalı” adlı kitabı yazmıştır. Öykünün kahramanı Yeni Rusya’da bir gezi yaptıktan sonra bu dünyada birden neyin eksik olduğunu fark eder ve rehberine sorar;

“Ama isteyen insanlar için de şehirler yok mu?” Rehber buralarda yaşamak isteyen çok az insan, dolayısıyla da eskisinden çok daha az şehir olduğunu ve şehirlerin, çok uzaklarda bir yerlerde, asgari düzeyde iletişim merkezleri ve tatil yerleri olarak varlıklarını sürdürdüğünü söyler. “Herkes oralara birkaç günlüğüne, değişiklik olsun diye gidiyor, hala kalan birkaç şehir turistler için eğlenceli seyirliklerle dolu; ama nüfusları sürekli azalıyor.” (Çernişevski, 1828, 1889). “Peki ama” diye sorar Vera Pavlovna, “ya birileri sürekli orada yaşamak isterse?” Rehber yanıtlar: “Oralarda yaşayabilirler, tıpkı sizin (şimdi) Petersburglarınızda, Parislerinizde, Londralarınızda yaşadığınız gibi, kim karışır ki? Kim engelleyebilir onları? Herkes istediği gibi yaşar. Ama büyük çoğunluk, yüzde doksan dokuz size gösterildiği biçimde (yani billur saray topluluklarında) yaşıyor, çünkü bu onlar için çok daha zevkli ve avantajlı” (Berman, 1994).

Türkiye’de de hızla çoğalan bu kapalı, kendi içinde homojen olan sitelerin toplum tarafından bu kadar hızla ve geniş oranda kabul edilmiş olmalarının sebebinin, herhangi bir mimari yaklaşım, çözüm veya kentsel bir birleştiricilik konularıyla bir ilişki içinde olmalarından kaynaklanmamaktadır. Daha çok, insanlara belirli bir gelir seviyesindeki bir toplulukla beraber, dışarıdaki tüm sorunlardan uzak, güvenli, refah seviyesi yüksek, “prestijli” bir yaşam fırsatı veriyor olmalarından

32

kaynaklanmaktadır. Ve bu kendilerinden olmayanı dışlama tavrı kapitalist sistemin doğasında yer alır. Bugün, birçok tartışmada gündeme gelen ve mimarlarca küçümsenerek bahsedilen bu “gated comunity” ler (kapalı konut adaları) çağın gerçeği olmaya başladıkça, mimarların, şehrin tüm fiziki ve kültürel yapısını değiştiren, başlı başına bir pazar haline gelmiş olan bu adaları görmezden gelmeleri daha fazla mümkün olmayacaktır.

Günümüz gerçeklerinden biri ve belki de en etkilisi olduğundan daha önce de bahsettiğimiz medya, reklam ve pazarlama, mimarlık disiplininin de belki de üzerinde uzmanlaştığı veya uzmanlaşması gerektiği bir konu haline gelmiştir. Mimarlığın bir pazarlama aracı olarak kullanıldığı en göze çarpan örneklerden biri olarak Las Vegas’ dan, Las Vegas’ ın oluşum ve gelişim sürecinden kısaca bahsedebiliriz.

Şekil 2.13: Las Vegas Giriş Tabelası

“Hoş geldiniz” tabelasının arkasında ışıldayan kent ortaçağ mekanları gibi etrafı çevrilmiş bir alan değildir, Rönesans meydanları gibi klasik anlayışla oranlanmamıştır, barok mimari gibi ritmik bir devinimi temel almaz, modern mimarideki gibi serbestçe yerleştirilmiş öğeler etrafında akan bir mekan da görülmez. Las Vegas başka bir şey olarak doğmuştur. Yol ve araba iletişimi burada çıkış noktası olmuştur. Mesajsa mimari yapıda değil, yazıda, dev tabelalarda apaçık görülmektedir (Uludağ, 2007).

Robert Venturi, “Las Vegas’ın öğrettikleri” kitabında 60’lı 70’li yıllarda çölün ortasında çok kısa bir sürede oluşmuş olan Las Vegas’ı tabelalardan, reklamlardan, simgelerden, yazılardan oluşmuş, “mimarlık ve mekan karşıtı bir şehir” olarak tanımlar. Mimarlık Las Vegas’ ta “ucuz” ve “geri planda” dır. Özellikle 70’lerde

33

sadece arabanın hızının izin verdiği şekilde algılanabilen şehir, bir anlık göz temasıyla seçilebilen simgelerden, tabelalardan oluşur. Bazen yapının kendisi tabeladır. Mesajı mimari ya da mekan değil tabela verir. Tabelalar rekabetten dolayı sürekli değişir ve şehir de tabelaların değişim hızıyla değişir. Tabelanın arkasındaki binayı değiştirmek bu kadar ucuz ve hızlı olamayacağından binalar bir gereksinim olarak tabelanın arkasında aynı kalır ve bir tür “mesaj mimarlığı” bu hıza ayak uydurur. Mekan dışarıda ya da içerde kullanıcıyı bir yere yönlendirmez. Bu işi mimarinin kendisi yerine tabelalar yapar. Ayrıca şehir bu tabelalarla, kendine bambaşka bir ölçek yaratır (bkz. Şekil 2.14).

Şekil 2.14: Las Vegas

Şimdilerde ise kalabalık ve trafikten artık yoğunlaşmış olan şehrin yollarında hız yapılamadığından, yürüyen insanlara mesaj verme işini tabelalar, “tema otelleri” ne bırakmışlardır (bkz, Şekil 2.15). Ve bu kopya yapılar artık gerçeklerinden daha ilginç olmaya başlamışlardır. “Devasa bir eğlence mekanı… Tanrının parası olsaydı tüm dünyayı Las Vegas gibi yapardı” diyor Las Vegas’ın öncü mimarı Wynn (Uludağ, 2007).

34

Şekil 2.15: Sol: Otel Paris, Las Vegas Sağ Üst: Luxor, Las Vegas

Robert Venturi’nin Complexcity and Contradiction in Architecture kitabında Piazza S. Marco ve Times meydanın bir karşılaştırması yapılmıştır. S. Marco Meydanı’ndaki ritim, uyum, ölçek, doku gibi elemanlarla Times Meydanı’ndaki billboardlar ve binalar arasında mekan oluşturma açısından bir benzerlik kurulmuştur (Venturi, 1966). Times meydanında da S. Marco Meydanındaki gibi bir uyum farklı bir bakış açısıyla, reklam panoları, dev ekranlar, yüksek binaların cephelerinde rengarenk afişlerle faklı bir şekilde kendiliğinden oluşmuştur. Pop Art’ın önemli derslerinden biri ise mimarlığın birbiriyle uyum yakalaması amaçlanmış olan yapılardan öteye gitmesi gerektiği, mimarlığın toplumsal bakış açısıyla, daha geniş ölçekte ve sistematik olarak uygulaması gerektiğidir (Venturi, 1966).

Programı tamamen insan tarafından imal edilmiş, tüm şehrin insan elinden çıkma bir deneyimin bir fabrikası olduğu (Koolhaas) bir başka örnek de, Dubai’dir (bkz. Şekil 2.16 ve Şekil 2.17).

“Önemli olan mekânın içinde yaşanmış zamanın miktarıdır” (Bachelard). 90’lı yıllardan sonra hızla gelişmeye başlayan Dubai, mimari pratiklerin hayata geçirildiği, şu anda neredeyse yoktan yaratılmış bir metropol haline gelmiştir.

35

Şekil 2.16: Üst: Dubai, 1991 Alt: Dubai, 2005

36

Günümüz yaşama ve çalışma şartlarının bir sonucu olarak özellikle mimarlıkta benimsenmiş olan bir başka konu da, mekanın esnekliği, değişme, dönüşme özelliğidir.

Broto’ ya göre mimarlık yararlı bir sanat paradigmasıdır, bu nedenle de içinde yaşayan, uyuyan, yemek yiyen ve çalışan ya da sadece içinden geçip giden kullanıcıları barındırmak için sürekli olarak yenilenmesi gerekir (Broto, 1999). Artık tasarımdaki kontrol mimarın elinden, kendisi dışında gelişen herhangi bir başka etken veya etkenlerin eline geçmektedir. Tasarımcı kendi mimari fikirlerinden önce tüm bu soruları cevaplamak durumundadır.

“Bugün kent küçük dokunuşlarla gelişmelidir: tekrarlar, değişimler ya da keşiflerle” (Nouvel, 1993). Yapı kullanıcı, teknoloji, ekonomi gibi değişen her şeyle birlikte içi ve kabuğuyla birlikte sürekli değişime açık olmalıdır. Değişimleri kendisinde yansıtmalıdır. Buna göre, yapının var olan kimliği ve tasarımı sınırlayan faktörlerle, yeni işlevi ve yeni tasarımcının kişiliğini ortaya koyabilme ihtiyacının dengelenmesi gerekmektedir. Bu da tasarımda esneklik ve ileride yeniden geliştirilebilirlik konularını önemli kılar.

37

Lerup, mimarlık ve kent arasındaki ilişkiyi sorgular. “Kentin biçimsizlik isteği, mimarlığı tanımlayış biçimimizi alt üst eder” (Lerup, 2000). Kent canlıdır, akışkandır, bir doğadır, metropolün durağan tek bir hali yoktur(Uluoğlu, 2003). Günümüz mimarlığının yeni mekanları ve bunun üzerinden mimarın kontrolcü tavrı hakkında bir başka konu da sürekli inşa etmek yerine gözlem yapmak ve farklı bakış açıları geliştirmek ve mimarlığın artık yeni mekanlar yaratmak için malzemeye ve bütçeye ihtiyaç duymadığı sanal mekanlar yaratabilmesidir.

“Yeni manzaralar yaratmak yerine yeni gözlemler geliştirmeliyiz.” Marcell Proust Mimarlık, çağın temposuna bağlı olarak gelişmekte ve şekillenmektedir. Kendi kendini yaratmakta, yıkmaktadır. Mimarlar, kullanıcının isteklerini karşılamak ve belki de bu istekleri belirlemek için bu tempoya ayak uydurmak, onunla birlikte hareket etmek, sürüklenmek durumundadırlar. Bazen biçimi belirlemek, bir sistem yaratmak ve bir yapı yapmak yerine, insanın sadece varoluşuyla ilgili durumlar gözlemlenebilir.

38

Şekil 2.18’ de, New York’ ta Burak Arıkan’ ın tasarladığı bir dijital görselleme. Mekanda bulunan insanların hareket ve seslerine göre tepki veren bir görsel arayüz.

Şekil 2.19: Quasar Sergisi, Los Angeles (Bocanegra, 2008).

Aaron Bocanegra’nın Quasar Sergisi videosunda olduğu gibi, tüm sergi mekanına yerleştirilmiş olan sensörlerle iletilen datalar, görsel ve işitsel arayüzlerle katılımcılara göre değişen davranışlar gösterirler (bkz. Şekil 2.19).

39

Modern dünyanın beraberinde getirdiği “hafif”, “kolay”, “değişime açık”, “dinamik” kavramları her şeyde olduğu gibi mimarlıkta da hayat bulmaktadır. Tasarımcılar, yere, zamana, belirli malzemelere, bütçeye ihtiyaç duymayan bir platformda tüm bunlardan bağımsız tasarımlar yapabilmektedirler. Constant, New Babylon’dan şöyle bahseder;

“… modern şehir öldü. Faydacılığın kurbanı oldu. Yeni Babil kütle yaratıcılığının bir ürünü, toplumda bugüne kadar potansiyel olarak var olan yaratıcı enerjinin dışa vurumu… Sunulan yaşam dinamik ve deneyimlerle değişime açık…” (Franc, 2000).

Sanal mimarlık sonsuza giden çizgiler, gölge düşürmeyen ışıklar, devamlı manipülasyonlar, aynı anda tüm ölçeklerin aynı sahnede yer alması, zamansızlık, mekansızlıkla, çelik ve betonla hayat bulan mimarlıktan bambaşka şeyler vaat etmektedir. Kesit ve planlarla tanımladığımız varsayımsal bir algıdır. Bu bakış açılarıyla tasarım yapmak ta varsayımsaldır. Aynı şekilde üç boyutlu ortamda tasarım yapmak ta farklı bir bakış açısı ve farklı varsayımlar doğurur. Kullanıcı, sayısal ortamda hazırlanmış modellerde, pencereden görünen manzarayı görür, odaların içinde dolaşır, salonu biraz daha büyütüp, duvar kağıtlarını değiştirerek tasarıma ilişkin çoğu kararı önceden alabilmektedir. Tasarımcı artık kullanıcının isteklerini çok daha iyi görmekte ve onunla ortak bir platformda buluşup bu kararları tartışabilmektedir. Sanal mimarlık mimarın kontrolünü kullanıcın ellerine verirken bir yandan da hem kendini hem kullanıcıyı birçok alanda özgürleştirir.

Belgede Mimarsız Mimarlık (sayfa 36-46)

Benzer Belgeler