• Sonuç bulunamadı

Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun gençlik ve edebiyat hatıraları:7:Bir kız kaçırma olayı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun gençlik ve edebiyat hatıraları:7:Bir kız kaçırma olayı"

Copied!
1
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Bir Kız Kaçırma Olayı

K

ASABALI Şevket, böylelikle, b ir V i­

lâyette Maiyyet Memuru vakarını unutup h a fiflik sayması gereken bazı eğlencelerimize katılmaktan da zevk duymağa başlamıştı. Hattâ, vezinli konuşma yarışlarına giriştiğim iz akşam­ ların birinde bize hizmet etmekte olan garsona teatral b ir inşat tonuyla:

Garson, iki sade bir şekerli

dediğini hatırlayorum. Ahmet Haşim'e göre bu b ir «mısraı berceste» idi ve Şükrü Saraçoğlu «Mısraı Berceste de ne­ dir?» deyince vezinli konuşma yarışımız kahkahalar arasında sona ermişti.

HEYECANLI BİR VAKA

Zaten, Karşıyaka Kulübünde kahka­ halarla başlayıp kahkahalarla bitmeyen bir gecemiz yoktu k i... Fakat, hayatı­ mızın bu neşeli ve cümbüşlü devri çok uzun sürmeyecekti. Günün birinde, Ah­ met Haşim aramızdan ayrılıp gidince o Kulüpteki köşemiz suyu çekilmiş değir­ mene dönecekti. Buna sebep de Haşim' in, Italyan kızına tutkunluğu yüzünden, alaya alınmasıydı. Gerçi, ilk günler bu­ na pek ehemmiyet vermez görünüyor, ya da bunun farkına varmayordu. Ama, benim bulunmadığım b ir akşam başrolü İzmir eşrafından genç ve yakışıklı bir ahpabımıza oynatılan Saraçoğlu'nun ter­ tip ettiği b ir oyun onu tam mânasiyle çileden çıkarmış ve ertesi gün bizi bı­ rakıp gitmişti. Şöyle k i :

O İzm irli genç, sözde İtalyan kızının âşıkı imiş ve ailesinden onunla evlen­ mek talebinde bulunmuş, aldığı red ce­ vabı üzerine de kızı çiftliğine kaçırmaya karar vermiş. Güya, bu kararını o ak­ şam gece yarısına doğru, el etek çekil­ dikten sonra, uygulayacakmış. Bu komp­ lo için görevlendirdiği adamlarına Ku­ lüp kapısı önünde pusu kurdurmuş, kendisi de esrarlı tavırlar takınarak do­ laşmaya başlamış. İkide b ir saatine ba­ kar veya pencerelerden dışarıyı gözetler­ miş. O sırada bizim arkadaşlar henüz sofraya oturmadıkları ve kulübün ho­ lünde bulundukları için İzm irli gencin bütün bu hareketleri onların gözü önün­ de cereyan ediyormuş. Zaten, etrafında esrarlı b ir hava yaratılmış olan ve kula­ ğına üstü kapalı b ir takım sözler fısıl­ danmakta bulunan Haşim, b ir müddet, o tek aktörün oynadığı sahneyi merakla seyrettikten sonra endişeli endişeli sor­ muş :

«— Kuzum, ne oluyor bu adama? Pek telâşlı b ir hali va r...»

Ve şimdi hangisidir hatırlamıyorum, arkadaşlarından b iri tarafından şu ce­ vabı alm ış:

«— Nasıl telâşlı olmasın! Bu gece şeninkini çiftliğine kaçıracak. Biz öyle işittik.»

Bunun üzerine, Haşim hemen yerin­ den fırlamış; kızın ailesine veya polise haber vermeye kalkışmış ve o zaman, telâşa düşmek sırası da oyunun tertip- çilerine gelerek her hangi b ir ıskandali önlemek için Haşim'e hakikati itira f zo­

runda kalmışlar. Ama, ne yazık ki, o andan itibaren bütün neşelerimizin kay­ nağı olan aziz şairi de elden kaçırmış idik.

Nitekim, hiçbir şeyden haberim ol­ maksızın mutad sabah çayı saatinde onun oturduğu pansiyona gidince pan­ siyon sahibi kadının «Kiriye Haşim, çok erkenden eşyalarını toplayıp g itti» de­ mesi üzerine şaşırıp kalmış, bunun se­ bebini anlamak için soluğu Şükrü Sa­ raçoğlu ile Kasabalı Şevket'in yanında almış, yukarıda naklettiğim hâdiseyi de onlardan öğrenmiştim.

FENA ŞAKA

Her ikisi de yaptıkları işten son dere­ ce pişman görünüyordu. Hele, Kasabalı Şevket âdeta ağlamaklı b ir halde idi. Ne etmeli, ne eylemeli de Haşim'i bul­ malı ve kırılan gönlünü onarabilmeliydi? Hâdisede hiç suçlu olmadığım halde bu müşkül vazifeyi yerine getirmek bana düşüyordu. Evet, müşkül, son derece müşkül b ir vazife. Zira onu arayıp bul­

• ... Arkadaşlarından biri Haşime,

"Bu gece şeninkini çiftliğe kaçı­

racaklar, biz öyle işittik,, demiş.

Bunun üzerine Haşim hemen ye­

rinden fırlamış...

• Haşim bir şeye veya bir kimseye

kızdı mı, ne özür dinler, ne de in­

safa gelirdi. Böyle anlarda onu

bir müddet kendi haline bırak­

mak, sinirlerinin yatışmasını bek­

lemek gerekirdi.

G ALATASAR AY H ÂTIR ASI — İşte Galatasaray Sultanisinin birbirinden hiç ayrılmaz üç talebesi. Ortada Ha­ şim, solunda yeni stada ismi verilen Ali Sami (Y e n ), sağında Doktor Aziz Fikret (solda). Babası A rif Hikmet Bey, Haşim’e çok benzerdi (yukarda).

duğum zaman gördüm k i, kendisine kar­ şı tertip edilen oyundan benim haberim olmadığına ihtimal veremiyordu. «Mut­ laka, sen de bana böyle b ir 'mauvaise plaisenterie — Fena şaka» yapılacağını biliyordun, dün akşam, kulübe gelmeyi- şinin sebebi de budur» diyordu. Oysa, bu, benim kulüp akşamlarında bulun­ mayışımın ilk i değildi. Arasıra, Karşı­ yaka'da oturan dost b ir ailenin veya ak­ rabalarımdan birinin beni yemeğe alıko- duklarını Ahmet Haşim de pekâlâ b ilir­ di.

Fakat, ne çare ki, Haşim b ir şeye, b ir kimseye kızdı mı bütün bildiklerini unu­ turdu. Ne özür dinler, ne de insafa ge­ lird i. Böyle anlarında onu b ir müddet kendi haline bırakmak ve sinirlerinin

yatışmasını beklemek gerekirdi. Benim de kullandığım tedbir bu oldu. Böylece, birbirimizden ayrı yaşamamız üzerinden kaç gün, kaç hafta geçti bilmeyorum, ona b ir öğle sonu Kordon boyunda Cafee de Paris denilen b ir kazinonun taraça- sında raslayıp, görmemezlikten gelerek kazinonun iç tarafına girmekte iken, gü­ ya aramızda hiçbir şey olmamışçasına arkamdan seslendiğini işitmeyeyim mi? Döndüm, baktım : Oturduğu yerden aya­ ğa kalkmış, elinde kocaman b ir nargile marpuçunun kocaman kehribâ ağızlığıy­ la bana işaret ediyordu.

Yanına gittiğim vakit, sanki biraz ön­ ce yarıda bıraktığı b ir sözünü tamam- lıyormuş g ib i:

«— Azizim, dedi, bu saat Cafee de

Paris'nin en sevdiğim saatidir. Nargile­ min fokurtusundan, denizin fışırtıların­ dan başka b ir ses duymayorum. Akşam üstü, Firenk - Mahallesinin, Punta’nın yaygaracı Rum ve Levanten kalabalığı buraya dolar dolmaz ben başımı alır gi­ derim.»

«— Nereye gidersin?»

Ahmet Haşim, mahzun mahzun önüne b a k tı:

«— B ilir misin nereye giderim? Ote­ lime,» dedi. «Otel sahibi F. Beyi tanır­ sın. Basit, basit olduğu için de insana rahatlık veren b ir adamdır. Onunla lâf atarız. İzmir ahvaline dair dedikodular ederiz. Bazan da b irlikte İkinci Kordon gezintilerine çıkarız. Ha, söylemeyi unut­ tum ; son günlerde otele, kâh Belçikalı,

BİR FOTOĞRAF HAKKINDA: Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun hâtıraları arasında, dördüncü sayımızda çıkan bir grup rasminde Sami Paşazade Sezai Beyin İsmi yazılmamıştır. Fotoğrafta Hâmit ile Mehmet Âkif arasında oturan Sezai Beydir. Özür dileriz.

Ç IK A N KISM IN ÖZETİ: Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahm et Haşim’i anlat­ maya devam ediyor. Karaosmanoğlu, Haşim’i ilk tanıdığı gün, iyice şaşırmıştır. U, Haşim ı karayağız bir insan olarak düşünürken, karşısına beyaz tenli, kumral bir genç adam çık ıyor... Mavi gözlü bir Ahm et H aşim !... Hem öyle ki, herkes gibi ağzı ile gülümsemiyor, gözlerinin ucu ile gülümsüyor. O tarihte İzm ir’de bulunan Yakup Kadri, eski mektep arkadaşlarından Şükrü Saraçoğlu ve Kasabalı Ş evketi, Ahm et Haşim’le tanıştırıyor. Dört kişi Karşıyaka Kulübünde her ak- Şam,.’ . . Ttt arkaila?1 llğ' yapıp neşeli vakit geçiriyorlar. Bu arada Haşim kulüpte gorduğu bir Italyan kızından pek hoşlanıyor. Arkadaşları onun bu haline içten içe gülüyorlar ve çok sevdikleri bu dosta bir şaka yapmayı düşünüyorlar.

kâh Kanadalı olduğunu iddia eden bir acayip kimse geldi. Bir gözü kara bir bandajla örtülü, öbür gözünün ise nere­ ye baktığı bilinemez, ilk görünüşte bu meçhul şahıs F. Beyle bana pek emni­ yet vermemişti ama, şimdi kırk yıllık ahpap gibi olduk. Bize «Frapp» diye b ir kâğıt oyunu öğretti. Akşam yemek­ lerimizi yedikten sonra salondaki yu­ varlak masanın başına geçiyoruz ve ba­ zan tâ gece yarılarına kadar bu oyunu oynayoruz. Zaten, Belçikalı arkadaşımız «noktanbül» dür. Gündüzleri odasından hiç dışarı çıkmaz. F. Bey de arada b ir çok kuşkulanır bu halinden. Kat gar­ sonlarına sorar durur, ne yapar, ne eder diye. Fakat, kendini tatmin edici b ir ce­ vap alamaz. Pekiy, İzmir'e neden gel­ miş? Turist m idir? Hayır; İzm ir'in hiç­ b ir tarafını gezdiği yok. iş adamı mı­ dır? Benimle otel sahibinden başka hiç kimseyle temas ettiğini görmedik. Ama, doğrusu, herifi ben asıl bu esrarlı ta- rafiyle enteresan buluyorum. Ne merak uyandırıcı b ir polis romanı yazılabilir

çirirdim . Sade b ir halk adamı gibi yaşa­ mak ne kadar rahat vericidir. Evet, halk adamı kültürsüzdür, bilgisizdir ama, bu kültürsüzlük, bu bilgisizlik onun ha­ yatını «compliqué» etmekten korumuş­ tur. Entelektüel dediğimiz mahlûk ise sonu gelmeyen kafa tedirginlikleri içinde kıvranan b ir zavallıdır ve kendini be­ ğenmişliği, kendini herkesten üstün gö­ rüşü, onu gülünç b ir kukla haline sok­ muştur.»

Ahmet Haşim, biraz durdu düşündü: * — Bu kuklaların en tip ik örneklerini ben Fecri Ati'de gördüm, dedi. Bunlar, kendilerine, son zamanlarda b ir de «aca­ démicien» süsü vermişlerdi. Yeni seçi­ len âzaları Fransız Akademisinde olduğu gibi karşılıklı nutuklar söyleyerek mera­ simle kabul ediyorlardı. Hattâ, b ir defa­ sında, bu maymunluğu yapmak felâketi benim başıma gelmişti. Muhatabım Ney- y ir'd i ( 1 ) . Beni dinleyenler arasında Cenab Şahabettin'le Süleyman Nazif de vardı. Neyyir'den başka hiç kimse ne demek istediğimi anlayamadı.

Anlayama-K A R A N F İ L

Yarin dudağından getirilmiş

Bir katre alevdir bu karanfil,

Ruhum acısından bunu bildi!

Düştükçe vurulmuş gibi, yer yer,

Kızgın kokusundan kelebekler,

Gönlüm ona pervane kesildi.

AHMET HAŞİM

onun üzerine. Sen ki, b ir tip yaratıcısı- sın, onu tanımanı isterdim.»

KORDON BOYUNDA HAYAT

Ahmet Haşim, bu sözleriyle, sanırım ki. Kordon Boyundaki hayatını cazip göstermeye ve Karşıyaka'ya gönlümle bağlı olduğumu bildiği halde beni de yanına çekmeye çalışıyordu. Bütün bun­ ları söylerken keyifli keyifli nargilesini fokurdatmayı da unutmuyordu. Dedim ki:

«— Senin nargile içtiğini hiç görme­ miştim.»

. * — Çoktan beri içerim. Sen benim Istanbuldaki hayatımı bilmezsin k i... Boş vakitlerim i hep çayhane, kahvehane kö­ şelerinde tanımadığım kimselerle hoşbeş ederek çay, kahve ve nargile içmekle ge­

dıkları için de benimle alay etmeye kal­ kıştılar. Bunun üzerine, ben de söğüp sayarak toplantıyı terk edip çıktım, g it­ tim. Sen o sıralarda, gene İstanbul'da değildin; ya İzmir'de, ya da Manisa'da idin. Fakat, o kuklalar sana bu hâdiseyi mutlaka anlatmışlardır ve kim b ilir beni ne kadar gülünç b ir hale sokarak...»

( Devamı gelecek sayıda)

(1) Neyyir eski Nazırlardan bir Paşa­ nın torunu idi. Paris’te kimya tahsil et­ mişti. Bununla beraber, «Nevin» İmzalı birçok şilrlerlle edebiyata intisap et­ miş bulunuyordu. Aynı zamanda geniş ve çeşitli kültürü vardı. Bundan dolayı Ah­ met Haşim bahsettiği nutkunda, onu dört beş gözlü bir yaratığa benzetmişti.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

200 metre kadar yüksekliği varsa da, denize Çamlıca gibi uzak olmadığından, göze daha yüksek gibi görünür.. Ağaçları, suyu, manzarası ve ziyaret- gâhı

Bu çalışmada, genel anestezi altında sol taraf endoskopik sinüs cerrahisi yapılırken, hastanın sağ gözünde pro- pitozis gelişen ve anesteziden uyandırılma sonrası göz

This touched one of the more vexed discussions at San Francisco: the balance between the General Assembly and the Security Council, or the balance between small and large powers

LYS-3’te size verilen Türk Dili ve Edebiyatı Testinin Soru Kitapçık Numarasını cevap kâğıdınızdaki “Türk Dili

Yahya Kemal gibi bir türlü kitap haline getiremediği şiir­ lerini sonunda bu yakınlarda Yeditepe yayınları arasında bas­ tırmıştı.. Huzur adlı romanından

Sanatımızda köklü yeri olan lale, Tanpı- nar’ın yaşadığı günlerde, zevkteki erişilmez- liğini yitirm iştir “Bugün İstanbul’da belki es­ kisinden

Nâzım, Tanzimat döneminde­ ki şairlerin yanı sıra, 1908 son­ rası Tevfik Fikret ve arkadaşla­ rının bir araya geldiği Servet-i Fünun dergisindeki bireysel ve

AB Yüksek Öğretimi Kriterleri Bağlamında Türkiye'de İl:1hiyat Öğretimi: Kelam Örneği{>- 17 Türk yüksek öğretimirün Avrupa Birliği yüksek öğretimi