Milliyet, ölümünün 10 . yılında, Yılmaz
Güney'in şıplarım ilk kez aydınlatıyor
BUĞUN
ZEMBİLLE İNMEDİ..
B
U G Ü N Z afer B ayram ım ız. Kurtuluş Savaş ım ız ın kesin zafere ulaştığı günün 72’ nci yıldönümü. Ankara başta olm ak üzere, yur dun belirli yerlerinde törenler yapılacak. Bu zaferin onurunu taşıyan Silahlı K u vvetlerim iz kutlanacak.
Şu bir gerçek: Bu törenlere katılanlann dışındaki çok kimse için, 30 Ağustos, artık bir tatil günü nite liğinde. B azılarım ız bunu bir dinlenm e vesilesi ya par, bazılarım ız da bir g ez i vesilesi. Bu da doğal. 72 y ıl uzun bir süre. O kadar gerisinin hatırlanması k o lay değil. K aldı ki, o günleri - bilincine vararak - yaşamış olanlarımız, artık iy ice azaldı. Ç oğum uz i- çin o günlerin hatırası, sadece tarih kitaplarında..
A m a işte bugün, beş - on dakika bile olsa, kendi m ize biraz vakit ayırıp, tarihten öğrendiklerim izi hatırlayalım. Bunun büyük faydası var. Çünkü za man zaman büyüklerim izden - küçüklerimizden ö y le laflar işitiyoruz ki, bu ülkenin bize “ gökten zem-
b iP ’le indiğini sanabiliriz. V e y a , bir anlayışa göre, Cumhuriyetken önceki dönem lerde “gül - gülis tan” havası içinde yaşadığım ıza, o havanın 1920’ lerden sonra bozulduğuna inanabiliriz. V eya bir başka anlayışa göre, bu ülkede ne yapıldıysa, sa dece son yıllarda - veya son on yıllarda - yapıldığı kanısına varabiliriz.
30 Ağustos’ u hatırlamak, insanı b öy le bir kavram kargaşasının etkisinde kalmaktan ve bu ülkenin te m elindeki gerçekleri unutmaktan kurtarır.
30 Ağustos, tabii, sadece 26 A ğu stos’ ta başlayan Büyük T a a m ız’ un sonucu değil. Onun arkasında üç y ıllık bir birikim var. O üç y ıl içinde g ece - gündüz sürdürülen inançlı, akılcı ve sabırlı bir mücadele sü reci var.
O sürecin başlangıcı malum: İstanbul’ u, Trak y a ’ sı, B atı’ sı, G üney’ iy le büyük kısmı işgal edilmiş, geri kalanı da işgalcilerin kontrolü altına alınmış bir ülke.. D evleti esir, M e c lis ’ i kapatılmış, ordusu dağı tılmış, parası yok.. İnsanlarının bir kısmı “ Bu iş ar tık bitti” umutsuzluğu içinde.. B ir kısmı “ kurtu luş” çaresi arıyor. Fakat o arayış da örgütlü değil.
A m a o ülkenin içinden bir Mustafa Kem al Paşa çıkıyor. Arkadaşlarıyla birlikte, milletin fertlerinde ki “ kurtuluş” arayışını bir “ milli irade” haline g e tiriyor. Onun M e clis ’ ini kuruyor.. Hükümetini ku ruyor.. Düzenli ordusunu kuruyor.. O iradenin, ge rek ülke içindeki otoritesini, gerekse uluslararası si yasetteki gücünü herkese kabul ettiriyor. V e nihayet o gücü, 26 Ağustos 1922’ de açtığı savaş meydanla rında düşmana da kabul ettiriyor.
Bugün dile kolay.. O mücadelenin başladığı 1919 yılında, düşünmesi bile kolay m ıydı?
Evet, hatırlayalım.. V e başta Mustafa Kem al Paşa olm ak üzere, bize bu topraklan yeniden kazandıran ve bu Cumhuriyeti kuran tüm M illi M ücadelecileri, saygıyla, rahmetle, şükranla analım.
•
ALTAN ÖYMEN
Yılmaz Güney’in
bir ya da birçok
filmini belki
gördünüz...
Ama bu filmi hiç
görmediniz...
Çünkü bir - iki
sırdaşı dışında
hiç kimse
görmedi...
t* Çünkü bu filmde
Yılmaz Güney’in
Türkiye den
esrarlı firarının
hiç
öğrenilemeyen
öyküsü var...
Dünya basını
yıllarca
peşinden
koştuğu halde
bu sırlar bugüne
kadar hiç açığa
I çıkmadı...
Çünkü, “Çirkin
K ral” firar
ilişkilerinin
ölümünden
sonra da en az
10 yıl saldı
tutulmasını
istemişti...
BU FOTOĞRAF İLK KEZ YAYINLANIYOR
l B u sahne Yılmaz Güneyin b ir filminden değil; Türkiye'den firarının gerçek sahnesi. 12 Ekim 1981. İsparta Cezaevinde hükümlü Yılmaz Güney, yurtdışından getirilen b ir yatla, yabancı mürettebat m eşliğinde Türkiye'den böyle kaçtı. Bu sahnenin canlı görüntülerini bu akşam ve yarın akşam TV'lerde izleyebilirsinizYAZI VE FOTOĞRAFLAR MİLLİYET E AİTTİR ALINTI YAPILAMAZ
Y tn a z Güney'in sırdaşı M ia t Behram
lüç bitm eyenleri açtı, anlattı, yazdı
CEZAEVİNDE YEMEK PİŞİRİYOR
îmralı Açık Cezaevinde Yılmaz Güneyin ziyaretçilerinden sanatçı dostu A h met Boğa'nın çektiği bu fotoğraf, ilk kez Milliyet okurlarının karşısına çıkı yor. Yılmaz Güney, kendisini ziyaret eden arkadaşlarına "türlü" pişirmek i- çin domates, patlıcan ve patates doğruyor
• T ü r k i y e ’d e n f i r a r için h a n g i ü lk e le r le n e le r g ö rü ş ü ld ü ?
• İ s v i ç r e ’d e n B u lg a r is t a n ’a , F r a n s a İç iş le ri B a k a n lıg ı’n d a n Y u n a n is t a n y e tk ilile rin e , F ilis tin ’e k a d a r iliş k ile r, p a z a r lı k la r • M e l i n a M e r c o u r i v e e ş i J u le s D a s- s in ’in F r a n s a İç iş le ri B a k a n ı G a s to n D e f f e r e 'i n r o lle r i • Y a ş a r K e m a l, Z ü lfü L iv a n e li, Y a v u z Ç iz m e c i,İb ra h im T a th se s, T ü r k s in e m a s ın ın ü n lü y ö n e t m e n le ri, b a b a l a r
• C a n n e s ’d a ö z e l iliş k ile rle b e s le n e n b ü y ü k ö d ü ld e n , film y a p m a k için t e k k u r u ş b u lu n a m a y a n , ö lü m ü n b e k le n ild iğ i g ü n le r e
• K u m a r h a n e l e r d e n ö r g ü t t o p la n tıla r ın a , u lu s la r a r a s ı s t a r la r d a n d e v le t lid e r le r in e iliş k ile r a ğ ı
• S e z g ile r i, d ü ş le ri, y e t e n e k le r i... V e a d a m v u r m a k t a n k a f a k ır m a y a , b e d e li a ğ ı r ö d e n e n ö fk e le r i
EN YAKININDAKİ SIRDAŞI
Yılmaz Güney, yardımcısı, iş ortağı ve firarında en yoğun çabayı gös teren arkadaşı Nihat Behram'Ia. Behranı'ın evlenme töreninde çekilen bu fotoğraf, Yılmaz Güney'in ölüme gittiği günlerdi. Güney, tedavisi o- lanaksız b ir hastalığın pençesindeydi ve çok çökmüştü
• C e z a e v i m e k t u p la r ı, ş ifr e li y a z ı ş m a la r , h iç g ö r ü lm e m iş f o t o ğ r a f la r , b e lg e le r , ö z e l b a n t la r , film le r
G Ü N Ü N D İĞ E R H A B E R L E R İ 3 . S A Y F A D A
M illiye t, ölümünün 1 0 . yılında,
Yılm az Güney'in
kaçışını
aydınlatıyor
Film gibi firardan b ir sahne. Yılmaz Güney, kaçırıldığı teknede satranç oynuyor
10 y ıl dünya basınının peşinden koştuğa gerçekler
SBKM
firarın
■ ■
m
u m
m m
oykusu
•Cezaevi mektupları, şifreli yazışmalar,
hiç görülmemiş fotoğraflar, belgeler, ö-
zel bantlar, filmler... Yılmaz Güney'in
sırdaşı Nihat Behram anlattı, yazdı
YARIN BAŞLIYOR
•Sinem anın 'Çirkin K ral'ı, cinayet hü
kümlüsü Yılm az Güney, 12 Eylül'den
sonra, darbenin kendisini hedef alacağı
nı ve yok edileceğini düşünüyordu. En
kısa zamanda kaçırılmasını istiyordu
•H em en her kapı yüzüne kapanıyordu.
İsviçre, hükümlüye vize vermedi. A r
navutluk, Yılm az Güney filmlerinden
çok Kemal Sunal ve Ayşecik filmlerine
ilgi gösterince o defter de kapandı
YAZI VE FOTOĞRAFLAR MİLLİYET'E AİTTİR ALINTI YAPILAM AZ
'SEN KİMSİN?
Yılmaz Güney'i hiç tanımadığı nı söyleyen Yunan sinema sanatçısı M elina Mercou ri, kendisinden yardım isteyen Nihat Behram'a " Sen kimsin, ajan mısın, provakötör müsün?" diye bağlıyordu. Mercouri, daha sonra Kültür Bakanı o- larak geldiği Türkiye'de Babakan Turgut özal'laNihat Beyram anlatıyor. "Yılmaz Güney'i kaçırmak zor değildi.
Ya sonrası?..Önemli olan Interpol tarafindan yakalamp
Türkiye'ye iade edilmemesiydi. Bunun için de,
Yılmaz Güney'i, uluslararası şöhrete ulaştırmak gerekiyordu
Imralı’da mektup yazarken: Yazmak, Yılmaz Güney’in yaşamında önemli bir yer tutuyordu. Kayseri, Toptaşı, Imralı, İsparta Cezaevi yıllarında da yazmaktan geri dur madı. Kaçış planlanırken, şifreli mektuplar yazacaktı Nihat Behram’a. Yılmaz Güney ve Nihat Benram karşılıklı konuşurlarken de not tutuyorlardı.
(Fotoğraf: Ahmet Boğa)
Y a y ı n a h a z ı r l a y a n : Z e y n e p O R A L
Yılm az m kaçırılm asıyla ilg ili bugüne dek yalnız
düş gücüyle türetilm iş öyküler, ihbar nitelikli
saldırılar, magazin ruhuyla yaratılm ış efsaneler
yayınlandı...
dışında, son ana dek kimsenin hiçbir şeyden
haberi olmayacaktı..
BAŞLARKEN
Y
azı dizisine kaynak olan Nihat B eh ram 'm yayınlanmamış kitabında, o yılları iki bölümde dile getiriyor: “Senaryomuz Sansürlü” başlıklı birinci bölüm Y ılm az G ü n e y ’den mektupları ve bu mektupların N ih a t B eh ram ’daki çağrışımları içeriyor. “Filim Kopmadan A z Önce: Zindandan Sürgüne” başlıklı ikinci bölüm ise son yılların anıları...Seçimi, “firarın ” bilinmeyen yanlarını aydınlatmak; eserin bütünlüğünü kollamak, N ih at B e h ra m ’m deyişiyle Y ılm az
G ü n ey ’in “altın cevheri gibi parlayan dehasıyla deliliği; sonsuz insancıl yanıyla acımasız kabadayılığı; hızla zirveye çıkışıyla, hızla en dibe düşüşü; devrimcilerden, babalar dünyasına ilişkileri” arasında b ir denge sağlamaya çalışarak yaptım.
Hazırlıkları iki yıl süren “firar” olayına ilişkin cezaevindeki Y ılm az Güneyde, yurtdışmdaki N ih a t B e h ra m sürekli mektuplaştılar. Çoğu şifreli bu mektupların b ir bölümüne bu dizide yer veriyoruz. Y ılm az G ü n e y ’in N ih at B e h ra m ’a yazdığı mektuplar ve mektuplara ilişkin açıklamaları ise 1 Eylül sayısından başlayarak “Milliyet Sanat
Dergisi”nde yayınlıyoruz.
Z.O.
ELM AZ G üneyde “öz gürlüğüne” ilişkin ko nuşmalarımız, 1978 yılı na dayanıyor. İsparta Ce zaevinden yazdığı ve “Y o l’un hazırlıklarına başladım” diyerek, “ka çırma çalışmaları”nı en kısa zamanda sonuçlandırmamı is tediği 20 M art 1981 tarihli mektubu n a dek geçen süredeki gelişmelere, b u anlam ıyla değinmek, sonucun, gelişim süreciyle bütünlük içinde değerlendirilebilmesi için gereki yor.
D ü ş gücüyle türetilmiş öykülerin, ihbar niteliğiyle adımız çevresinde örülen saldırıların, magazin ruhuy la yaratılmış efsanelerin, bu konuda yıllardır çaldığı kapı, b ir bakıma so nuçta aynı kapı olmuştur: Gerçeğin (şu ya da bu çıkara dayalı olarak) çarpıtılması. Gazete haberlerinden kitap sayfalarına dek, b u konuda yıl lardır b ir yığın efsane türetildi. “Magazin haberciliği” neyse ne; fa kat, ciddi yazarlar da katıldı bu ko roya. Kimisi, “Y o l ’un başarısı nede niyle Fransa’dan oturum hakkı al dı” dedi; kimisi, “Kaş ilçesinden Me- is A dası’na geçti” dedi; kimisi, “İs viçre’ye sığındı... Lihtenştayn’a sı ğındı... B ir Ortadoğu ülkesinde” de di; kimisi kaçışı “devletin”, kimisi, “Yunanistan'ın sağladığını” söyledi vs. vs.
“B öyle olduğu sanılıyor, şöyle ol duğu söyleniyor” gibi olasılık belir ten bir dille değil de, kesinlik belir ten bir dille yaptıkları bu “saptama lara” kendilerini de inandırıp, “cid di ciddi politik yorum larım ” da yap tılar. Bizim, zamanında, o koşulla rın önlem gereği olarak, “iz saptır mak” için attığımız “rivayetler” ka çış öykülerine “gerçeğin” kaynağı; Bazı gazetelerin düş gücü, hepsine “yol gösterici” oldu! B u konunun, dönemin koşulları ve yaşamımızın gerçekleriyle b ir bütünlük içinde de ğerlendirilmesi gerekiyor. Yaşam daki kendi basitliği içinde; yani, bin- bir efsaneyle çarpıtıp yozlaştırma dan... Ancak o zaman geçmişindeki izleriyle de b ir bütünlük içinde, net
olarak görülebilir.
Yılm az Güney kimdir?
Film yönetmeni, oyuncu, senaryo ve roman yazarı Yılmaz Güney, 1937 yılında A-
dana'ya bağlı Yenice köyünde dünyaya geldi. Adana Lisosi'nl bitirdi, bir bir süre İs tanbul’da Hukuk ve İktisat Fakültelerine devam etti. 1958’da Atıf Yılmaz’ın yanında
“Bu Vatanın Çocukları" filmiyle senaryo yazarı, yönetmen yardımcısı ve oyuncu
olarak sinemaya girdi. 1963’ten sonra Yeşılçam’da başrollerini oynadığı ucuz büt çeli serüven filmleriyle özellikle Anadolu insanının beğenisini kazandı ve “Çirkin Kral” adıyla ünlendi. “Umut”, “Acı”, “Ağıt”, “Baba”, “Arkadaş” filmlerinin yönet meni olarak da dikkati çekti. “Endişe” filmini çekerken Adana’nın Yumurtalık ilçesin de bir yargıcı öldürme suçuyla 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1981 yılı Ekim
H H îşgga® yuıtdışına nü Costa
g"iyle paylaştı. Daha sonra “Duvar’r adlı filmi Fransa’da çekti.
Güney ayrıca Zeki Okten’in yönettiği ve uluslararası alanda başarı kazanan “ Sü-
rü” den başka “Düşman" ve '“Bayram” filmlerinin ortaya çıkmasını sağladı.
Yılmaz Giıney’in Fransızcaya da çevrilen ve Orhan Kemal ödülü’nu alan “Boy nu Bükük Öldüler”, “Hücrem”, “salpa”, “Sanık" adlı romanları, birçok senaryo
su “Oğluma Hikayeleri son olarak da 1980’lerin başında çıkan “Soba Pencere
Camı ve İki Ekmek İstiyoruz” adlı iki yeni romanı var.
Y ılm a z ’m, “birlikte bir kültür dergisi çıkarmak” ve giderek “bir likte çalışmalarımızın koşullarım yaratmak” isteğiyle, 1976 yılında Kayseri Cezaevi’ne, benimle başlat tığı görüşmelerimiz, kesintilerle, İs tanbul Toptaşı Cezaevi’ne geldiği 1978 dönemine dek sürdü. Bu arada Yılm az, görüşmelerimizin sonuç lanmasını beklemeden, düşündüğü dergiyi E rd e n K ır a l’la birlikte “G ü n ey” adıyla çıkarmaya başladı. Der gi, 9. sayısında kapandı.
U
zu n
yo lu n
başlangici
Toptaşı Cezaevi’ndeki görüşmele rimiz, arada tel örgünün olmadığı; Y ılm a z ’ın yarattığı olanakla, dış ka pı girişindeki sahanlıkta oturup, yüz yüze konuştuğumuz uzun süreli görüşmelerdi. Y ılm az, yaşamma, koşullarına, konumuna, düşleri ve düşüncelerine ilişkin, son derece sı kıntılı olarak, etkili ve çarpıcı şeyler anlatıyordu. H er kesimden düşman ca saldırılar ve kuşatma altında ol duğunu söylüyordu. Güney Film’in çökme ve kapanma durumuyla kar şı karşıya olduğunu, binbir güçlükle başlanmış olan “S ü rü ” filminin de b ir dizi sorunla boğuştuğunu, bi tiremeyeceğinden korktuğu nu, çevresinde güvenebile ceği kimsenin kalmadı
ğını söylüyordu. Cezaevinde de, son derece tatsız bir konumu vardı. Poli tik tutukluların komününde yer al madığı için, devrimciler tarafından kendisine tecrit uygulandığım, iliş kilerinin olumsuz olduğunu, tatsız boyutlara vardığını anlatıyordu. Devletin kendisini yok etmek için çalıştığını, birtakım suikast girişim leriyle karşı karşıya olduğunu söy lüyordu. Kendisini öldürmesi için görevlendirilen mahkumla aynı ko ğuşta kaldığından söz ediyordu. Her şeyinin yağmalandığını ve maddi o larak da b ir yıkıntı içine düştüğünü belirtiyordu.
B u a n la m d a sürdürdüğümüz gö rüşmelerde, “Sana nasıl yardımcı o- labilirim?” yönündeki sorularımı, “Yardım istemiyorum, birlikte ol mak, bütünleşmek istiyorum” diye yanıtlıyordu. Konuşmaları arasın da sık sık kolumu tutuyor, omuzu mu sıkıyor, öylece uzun uzun, ses siz, konuşmadan bakıyordu, istedi ği, “şu iş - bu iş” diye ayrıntılara in meden, zaman yitirmeksizin birlik te çalışmaya başlamaktı. “Bu adımı attıktan sonra, her şeyi bir bir konu şacağız, çözeceğiz, bütün zorlukları yeneceğiz!” diyordu. “Yatmaya de ğil, eli kolu bağlı yatmaya taham mül edemiyorum” diyordu. B ir bi çimde kurtulmak istiyordu ce
zaevinden...
K endisine yöne lik her türden be layı, kendime
Nihat Behram ilk kez konuşuyor:
B
İR s ü re ö nce A ta o l B ehra- moğlu telefon etti: “Kadeşim Nihat günlerdir seni arıyor birtürlü ulaşamıyor. Lütfen sen onu a- rarmısın” deyip İsviçre’nin Basel ken tindeki numarasını verdi.
Şair, yazar Nihat Behram’la yurtdışı-
na çıktığı 1980’den beri görüşmemiş, on dört yıl içinde tek tük haberleşmiş tik... Aradım.
Telefondaki ses müthiş heyecanlıy
dı. Önce dura dura, sonra makineli tüfek gibi konuşm aya başladı. Ko nuştu, konuştu, konuştu...
Ben dinliyorum, ama pek de anlaya
mıyorum, çünkü hep aynı şeyi anlatı yor: Bana olan güvenini... Örnekler vererek, tarihler düşerek, yalnız bunu anlatıyor... Söylediği güzel şeylere te şekkür edip, araya girmeye çalışıyo rum, boşuna... İyi am a Nihat Beh
ram, günlerdir beni, hakkım da d ü
şündüklerini söylemek için aramıyor ya!
Sonunda “... İşte bu nedenlerle elim
deki malzemeyi ancak sana teslim e- debilirim” diye nokta koydu.
Elindeki malzeme?
“ H er şey: Ş ifre li m e k tu p la r, a çık
mektuplar, ses bandları, çeşitli ülke lerin dışişleri bakanlıklarına ilişkin bel geler, yayınlanmamış fotoğraflar, bu konuda yazdığım kitap ve olayın fil mi...”
Bir süre karşılıklı sustuk... Neden
sonra ekledi:
“Yılm az G ü n e y ’ in kaçırılışıyla ilgili
her şey...”
Heyecanlanma sırası bendeydi.
yönelik sayacağımı; her türden ba şarısından sevinç duyacağımı söyle dim. Belli bir süre içinde Güney Fihn’i düzene koyacağıma, yayıne vini tekrar çalışır durum a getirece ğime, derginin tekrar çıkmasını sağ- layacağnna ve kararını netleştirdiği an, özgürlüğü için de, gerekli olan ne ise onu yapacağıma söz verdim...
Bana, kaçma yönündeki düşünce sini ilk kez, Toptaşı Cezaevi’ndeki görüşmelerimizde “Bu konuyu, şim dilik, her şeyin üstünde ve her şeyin dışında, gerektirdiği titizlikle, sade ce sende ve bende kalacak bir biçim de, kafamızın bir yanında tutalım” sözleriyle açtı.
B u koşullarda ve bu duygular la birlikte çalışmaya başladık.
Y A R IN ; Y A IN T E R P O L ?
Yılmaz Güney 1981 Ekim’inde ceza
evinden yurtdışına çıkmış ve o gün den beri de kaçışına ilişkin yüzlerce öykü, masal, efsane üretilmişti. Şimdi bu işi gerçekleştiren kişi konuşacaktı.
Yılmaz Güney’in 9 Eylül 1984'te ölü
münden on yıl sonra...
Telefondaki ilk tepkim: “Şimdiye dek
niye sustun? Şim di niye açıklıyor- sun”du. Ama bu somların yanıtını Ba- sel’de alacaktım.
Bir - İki gün içinde Nihat B ehram ’la
sayısız telefon konuşmalarımızı G e nel Yayın Yönetmenimiz Umur Ta- lu ’yla görüşmelerim izledi.
***
Zürfh Havaalanı'nda Nihat Behram
karşıladı. O andan başlayarak sanki bir daha asla hiç susmayacakmış gibi konuşmaya başladı. Açlığını dindirir, susuzluğunu giderircesine
anlatıyor-Zeynep ORAL
du. Soluk alıp verir gibi... Yeni konuş maya başlayan bir çocuk gibi...
14yıllık suskunluk sona ermişti.
Çanta dolusu “malzeme” Basel'den
ayrıldı. Çantalar, Türkiye'den yurtdışı- na binbir güçlükle çıkarılmış, yıllardır en gizli köşelerde saklanmış, özenle korunmuş, şeylerle doluydu: Mektup lar, şifreler, belgeler, yayınlanmamış fotoğraflar, dialar ve “firari’ın süper 8 mm’lik filmi...
Giden çantaların ardından tepeden
tırnağa hüzne bürünmüş Nihat Beh
ram dokunsan ağlayacak, kendi ken
dine mırıldanıyordu:
“Yirmi yıldır yanımdan hiç ayırmadı
ğım, ülkeden ülkeye, sınırdan sınıra taşıdığım her şey işte gitti... Sanki e- vim boşaldı... Sanki içim boşaldı...”
“Şu işe bak... Belgeler vatana dönü
yor, ben dönemiyorum...”
Neden sonra sorularımı yanıtlamaya
başladı... Hüzün hiç dağılmadı...
***
“Bugüne dek Yılmaz Güney’in ka çışıyla ilgili hiç konuşm adın. Ne den sustun ve şimdi neden açıklı yorsun?”
“Daha önce konuşmak aydın ahlakı
na sığmazdı. Yılmaz yirmi yıl boyun ca arkadaşımdı, 6 yıl boyunca şirketi ni yönettim... Öldüğü vakit açıklamayı doğru bulmadım... Şimdi açıklıyorum, çünkü herkes yalan yanlış bir şeyler yazdı. M urid d o stla rd a n , am ansız düşmanlara herkes yazdı... Gazeteci ler, Y ılm a z’la hapiste yatm ış birini buluyor, adam “en yakın arkadaşı bendim” deyip hikaye uy duruyor. Gazeteci inanıp kitap yapıyor... Yanlışlara son verm ek için açıklıyo rum ... Ö zel m ektuplarını bana yazmış, birçok insa nın adı geçiyor bu mektup larda, onlara da söz hakkı vermek için şimdi açıklıyo rum... Biriktirdiğim belge leri değerlendirmek için a- çıklıyorum... Bundan böyle
Yılmaz Güney üzerine a-
raştırma yapmak isteyen ler yararlansın diye açıklı yorum... İnsanların doğru ları ve yanlışları tartışmala rı için açıklıyorum...
Bir de Yaşar Kemal’e ve
rilmiş bir sözüm vardı. On yıl bu konuda konuşmayacağım di ye... On yıl geçti şimdi açıklıyorum...”
“A ç ık la m a la rı İç e re n ç o k g en iş kapsamlı bir çalışman var. Ancak, Y ılm az G ü n e y in y a ln ız kaçışına değil, kişiliğine de ışık tutma çaba sı bu. Yanılıyor muyum?”
“Doğru. Kitabımı, sanatçı kişiliğinde
ki deha ve delilik ilişkisi perspektifin den bakarak yazmaya çalıştım... Her büyük d e h a d a b ira z ç ılg ın lık var.
T olstoy’dan Dall’ye, Fassblnder’e
örnekler sonsuz... Bu insanları anla mamız gerek. Dehalarını kabul edi yorsak, deliliklerini de anlamalıyız...
Yılmaz’ın da kişiliğinde şefkat ve acı
masızlık, gasplar ve savurganlıklar, mertlik ve entrikacılık, yardımseverlik ve yok etme, iyilik ve nankörlük, üs tün yetenek ve ilkellik kısacası deha ve delilik içiçeydi.” Yılmaz Güney ve Nihat Behram. Yılmaz Güney, fotoğrafın önce ön yüzüne, sonra arkasına şunları yazmış: “Kavga arka daşım, çan çalarken can yoldaşım Nihat Behram.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi