• Sonuç bulunamadı

Firarından ölümüne Yılmaz Güney'in sırları 1:Kaçış üç yılda hazırlandı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Firarından ölümüne Yılmaz Güney'in sırları 1:Kaçış üç yılda hazırlandı"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Milliyet, ölümünün 10 . yılında, Yılmaz

Güney'in şıplarım ilk kez aydınlatıyor

BUĞUN

ZEMBİLLE İNMEDİ..

B

U G Ü N Z afer B ayram ım ız. Kurtuluş Sava­

ş ım ız ın kesin zafere ulaştığı günün 72’ nci yıldönümü. Ankara başta olm ak üzere, yur­ dun belirli yerlerinde törenler yapılacak. Bu zaferin onurunu taşıyan Silahlı K u vvetlerim iz kutlanacak.

Şu bir gerçek: Bu törenlere katılanlann dışındaki çok kimse için, 30 Ağustos, artık bir tatil günü nite­ liğinde. B azılarım ız bunu bir dinlenm e vesilesi ya­ par, bazılarım ız da bir g ez i vesilesi. Bu da doğal. 72 y ıl uzun bir süre. O kadar gerisinin hatırlanması k o ­ lay değil. K aldı ki, o günleri - bilincine vararak - yaşamış olanlarımız, artık iy ice azaldı. Ç oğum uz i- çin o günlerin hatırası, sadece tarih kitaplarında..

A m a işte bugün, beş - on dakika bile olsa, kendi­ m ize biraz vakit ayırıp, tarihten öğrendiklerim izi hatırlayalım. Bunun büyük faydası var. Çünkü za­ man zaman büyüklerim izden - küçüklerimizden ö y ­ le laflar işitiyoruz ki, bu ülkenin bize “ gökten zem-

b iP ’le indiğini sanabiliriz. V e y a , bir anlayışa göre, Cumhuriyetken önceki dönem lerde “gül - gülis­ tan” havası içinde yaşadığım ıza, o havanın 1920’ lerden sonra bozulduğuna inanabiliriz. V eya bir başka anlayışa göre, bu ülkede ne yapıldıysa, sa­ dece son yıllarda - veya son on yıllarda - yapıldığı kanısına varabiliriz.

30 Ağustos’ u hatırlamak, insanı b öy le bir kavram kargaşasının etkisinde kalmaktan ve bu ülkenin te­ m elindeki gerçekleri unutmaktan kurtarır.

30 Ağustos, tabii, sadece 26 A ğu stos’ ta başlayan Büyük T a a m ız’ un sonucu değil. Onun arkasında üç y ıllık bir birikim var. O üç y ıl içinde g ece - gündüz sürdürülen inançlı, akılcı ve sabırlı bir mücadele sü­ reci var.

O sürecin başlangıcı malum: İstanbul’ u, Trak­ y a ’ sı, B atı’ sı, G üney’ iy le büyük kısmı işgal edilmiş, geri kalanı da işgalcilerin kontrolü altına alınmış bir ülke.. D evleti esir, M e c lis ’ i kapatılmış, ordusu dağı­ tılmış, parası yok.. İnsanlarının bir kısmı “ Bu iş ar­ tık bitti” umutsuzluğu içinde.. B ir kısmı “ kurtu­ luş” çaresi arıyor. Fakat o arayış da örgütlü değil.

A m a o ülkenin içinden bir Mustafa Kem al Paşa çıkıyor. Arkadaşlarıyla birlikte, milletin fertlerinde­ ki “ kurtuluş” arayışını bir “ milli irade” haline g e ­ tiriyor. Onun M e clis ’ ini kuruyor.. Hükümetini ku­ ruyor.. Düzenli ordusunu kuruyor.. O iradenin, ge­ rek ülke içindeki otoritesini, gerekse uluslararası si­ yasetteki gücünü herkese kabul ettiriyor. V e nihayet o gücü, 26 Ağustos 1922’ de açtığı savaş meydanla­ rında düşmana da kabul ettiriyor.

Bugün dile kolay.. O mücadelenin başladığı 1919 yılında, düşünmesi bile kolay m ıydı?

Evet, hatırlayalım.. V e başta Mustafa Kem al Paşa olm ak üzere, bize bu topraklan yeniden kazandıran ve bu Cumhuriyeti kuran tüm M illi M ücadelecileri, saygıyla, rahmetle, şükranla analım.

ALTAN ÖYMEN

Yılmaz Güney’in

bir ya da birçok

filmini belki

gördünüz...

Ama bu filmi hiç

görmediniz...

Çünkü bir - iki

sırdaşı dışında

hiç kimse

görmedi...

t* Çünkü bu filmde

Yılmaz Güney’in

Türkiye den

esrarlı firarının

hiç

öğrenilemeyen

öyküsü var...

Dünya basını

yıllarca

peşinden

koştuğu halde

bu sırlar bugüne

kadar hiç açığa

I çıkmadı...

Çünkü, “Çirkin

K ral” firar

ilişkilerinin

ölümünden

sonra da en az

10 yıl saldı

tutulmasını

istemişti...

BU FOTOĞRAF İLK KEZ YAYINLANIYOR

l B u sahne Yılmaz Güneyin b ir filminden değil; Türkiye'den firarının gerçek sahnesi. 12 Ekim 1981. İsparta Cezaevinde hükümlü Yılmaz Güney, yurtdışından getirilen b ir yatla, yabancı mürettebat m eşliğinde Türkiye'den böyle kaçtı. Bu sahnenin canlı görüntülerini bu akşam ve yarın akşam TV'lerde izleyebilirsiniz

YAZI VE FOTOĞRAFLAR MİLLİYET E AİTTİR ALINTI YAPILAMAZ

Y tn a z Güney'in sırdaşı M ia t Behram

lüç bitm eyenleri açtı, anlattı, yazdı

CEZAEVİNDE YEMEK PİŞİRİYOR

îmralı Açık Cezaevinde Yılmaz Güneyin ziyaretçilerinden sanatçı dostu A h ­ met Boğa'nın çektiği bu fotoğraf, ilk kez Milliyet okurlarının karşısına çıkı­ yor. Yılmaz Güney, kendisini ziyaret eden arkadaşlarına "türlü" pişirmek i- çin domates, patlıcan ve patates doğruyor

• T ü r k i y e ’d e n f i r a r için h a n g i ü lk e ­ le r le n e le r g ö rü ş ü ld ü ?

• İ s v i ç r e ’d e n B u lg a r is t a n ’a , F r a n s a İç iş le ri B a k a n lıg ı’n d a n Y u n a n is t a n y e tk ilile rin e , F ilis tin ’e k a d a r iliş­ k ile r, p a z a r lı k la r • M e l i n a M e r c o u r i v e e ş i J u le s D a s- s in ’in F r a n s a İç iş le ri B a k a n ı G a s to n D e f f e r e 'i n r o lle r i • Y a ş a r K e m a l, Z ü lfü L iv a n e li, Y a ­ v u z Ç iz m e c i,İb ra h im T a th se s, T ü r k s in e m a s ın ın ü n lü y ö n e t m e n ­ le ri, b a b a l a r

• C a n n e s ’d a ö z e l iliş k ile rle b e s le n e n b ü y ü k ö d ü ld e n , film y a p m a k için t e k k u r u ş b u lu n a m a y a n , ö lü m ü n b e k le n ild iğ i g ü n le r e

• K u m a r h a n e l e r d e n ö r g ü t t o p la n tıla ­ r ın a , u lu s la r a r a s ı s t a r la r d a n d e v ­ le t lid e r le r in e iliş k ile r a ğ ı

• S e z g ile r i, d ü ş le ri, y e t e n e k le r i... V e a d a m v u r m a k t a n k a f a k ır m a y a , b e d e li a ğ ı r ö d e ­ n e n ö fk e le r i

EN YAKININDAKİ SIRDAŞI

Yılmaz Güney, yardımcısı, iş ortağı ve firarında en yoğun çabayı gös­ teren arkadaşı Nihat Behram'Ia. Behranı'ın evlenme töreninde çekilen bu fotoğraf, Yılmaz Güney'in ölüme gittiği günlerdi. Güney, tedavisi o- lanaksız b ir hastalığın pençesindeydi ve çok çökmüştü

• C e z a e v i m e k t u p la r ı, ş ifr e li y a z ı ş m a la r , h iç g ö r ü lm e m iş f o t o ğ r a f la r , b e lg e le r , ö z e l b a n t ­ la r , film le r

G Ü N Ü N D İĞ E R H A B E R L E R İ 3 . S A Y F A D A

(2)

M illiye t, ölümünün 1 0 . yılında,

Yılm az Güney'in

kaçışını

aydınlatıyor

Film gibi firardan b ir sahne. Yılmaz Güney, kaçırıldığı teknede satranç oynuyor

10 y ıl dünya basınının peşinden koştuğa gerçekler

SBKM

firarın

■ ■

m

u m

m m

oykusu

•Cezaevi mektupları, şifreli yazışmalar,

hiç görülmemiş fotoğraflar, belgeler, ö-

zel bantlar, filmler... Yılmaz Güney'in

sırdaşı Nihat Behram anlattı, yazdı

YARIN BAŞLIYOR

•Sinem anın 'Çirkin K ral'ı, cinayet hü­

kümlüsü Yılm az Güney, 12 Eylül'den

sonra, darbenin kendisini hedef alacağı­

nı ve yok edileceğini düşünüyordu. En

kısa zamanda kaçırılmasını istiyordu

•H em en her kapı yüzüne kapanıyordu.

İsviçre, hükümlüye vize vermedi. A r­

navutluk, Yılm az Güney filmlerinden

çok Kemal Sunal ve Ayşecik filmlerine

ilgi gösterince o defter de kapandı

YAZI VE FOTOĞRAFLAR MİLLİYET'E AİTTİR ALINTI YAPILAM AZ

'SEN KİMSİN?

Yılmaz Güney'i hiç tanımadığı­ nı söyleyen Yunan sinema sanatçısı M elina Mercou­ ri, kendisinden yardım isteyen Nihat Behram'a " Sen kimsin, ajan mısın, provakötör müsün?" diye bağlıyordu. Mercouri, daha sonra Kültür Bakanı o- larak geldiği Türkiye'de Babakan Turgut özal'la

(3)

Nihat Beyram anlatıyor. "Yılmaz Güney'i kaçırmak zor değildi.

Ya sonrası?..Önemli olan Interpol tarafindan yakalamp

Türkiye'ye iade edilmemesiydi. Bunun için de,

Yılmaz Güney'i, uluslararası şöhrete ulaştırmak gerekiyordu

(4)

Imralı’da mektup yazarken: Yazmak, Yılmaz Güney’in yaşamında önemli bir yer tutuyordu. Kayseri, Toptaşı, Imralı, İsparta Cezaevi yıllarında da yazmaktan geri dur­ madı. Kaçış planlanırken, şifreli mektuplar yazacaktı Nihat Behram’a. Yılmaz Güney ve Nihat Benram karşılıklı konuşurlarken de not tutuyorlardı.

(Fotoğraf: Ahmet Boğa)

Y a y ı n a h a z ı r l a y a n : Z e y n e p O R A L

Yılm az m kaçırılm asıyla ilg ili bugüne dek yalnız

düş gücüyle türetilm iş öyküler, ihbar nitelikli

saldırılar, magazin ruhuyla yaratılm ış efsaneler

yayınlandı...

dışında, son ana dek kimsenin hiçbir şeyden

haberi olmayacaktı..

BAŞLARKEN

Y

azı dizisine kaynak olan Nihat B eh ram 'm yayınlanmamış kitabında, o yılları iki bölümde dile getiriyor: “Senaryomuz Sansürlü” başlıklı birinci bölüm Y ılm az G ü n e y ’den mektupları ve bu mektupların N ih a t B eh ram ’daki çağrışımları içeriyor. “Filim Kopmadan A z Önce: Zindandan Sürgüne” başlıklı ikinci bölüm ise son yılların anıları...

Seçimi, “firarın ” bilinmeyen yanlarını aydınlatmak; eserin bütünlüğünü kollamak, N ih at B e h ra m ’m deyişiyle Y ılm az

G ü n ey ’in “altın cevheri gibi parlayan dehasıyla deliliği; sonsuz insancıl yanıyla acımasız kabadayılığı; hızla zirveye çıkışıyla, hızla en dibe düşüşü; devrimcilerden, babalar dünyasına ilişkileri” arasında b ir denge sağlamaya çalışarak yaptım.

Hazırlıkları iki yıl süren “firar” olayına ilişkin cezaevindeki Y ılm az Güneyde, yurtdışmdaki N ih a t B e h ra m sürekli mektuplaştılar. Çoğu şifreli bu mektupların b ir bölümüne bu dizide yer veriyoruz. Y ılm az G ü n e y ’in N ih at B e h ra m ’a yazdığı mektuplar ve mektuplara ilişkin açıklamaları ise 1 Eylül sayısından başlayarak “Milliyet Sanat

Dergisi”nde yayınlıyoruz.

Z.O.

ELM AZ G üneyde “öz­ gürlüğüne” ilişkin ko­ nuşmalarımız, 1978 yılı­ na dayanıyor. İsparta Ce­ zaevinden yazdığı ve “Y o l’un hazırlıklarına başladım” diyerek, “ka­ çırma çalışmaları”nı en kısa zamanda sonuçlandırmamı is­ tediği 20 M art 1981 tarihli mektubu­ n a dek geçen süredeki gelişmelere, b u anlam ıyla değinmek, sonucun, gelişim süreciyle bütünlük içinde değerlendirilebilmesi için gereki­ yor.

D ü ş gücüyle türetilmiş öykülerin, ihbar niteliğiyle adımız çevresinde örülen saldırıların, magazin ruhuy­ la yaratılmış efsanelerin, bu konuda yıllardır çaldığı kapı, b ir bakıma so­ nuçta aynı kapı olmuştur: Gerçeğin (şu ya da bu çıkara dayalı olarak) çarpıtılması. Gazete haberlerinden kitap sayfalarına dek, b u konuda yıl­ lardır b ir yığın efsane türetildi. “Magazin haberciliği” neyse ne; fa­ kat, ciddi yazarlar da katıldı bu ko­ roya. Kimisi, “Y o l ’un başarısı nede­ niyle Fransa’dan oturum hakkı al­ dı” dedi; kimisi, “Kaş ilçesinden Me- is A dası’na geçti” dedi; kimisi, “İs­ viçre’ye sığındı... Lihtenştayn’a sı­ ğındı... B ir Ortadoğu ülkesinde” de­ di; kimisi kaçışı “devletin”, kimisi, “Yunanistan'ın sağladığını” söyledi vs. vs.

“B öyle olduğu sanılıyor, şöyle ol­ duğu söyleniyor” gibi olasılık belir­ ten bir dille değil de, kesinlik belir­ ten bir dille yaptıkları bu “saptama­ lara” kendilerini de inandırıp, “cid­ di ciddi politik yorum larım ” da yap­ tılar. Bizim, zamanında, o koşulla­ rın önlem gereği olarak, “iz saptır­ mak” için attığımız “rivayetler” ka­ çış öykülerine “gerçeğin” kaynağı; Bazı gazetelerin düş gücü, hepsine “yol gösterici” oldu! B u konunun, dönemin koşulları ve yaşamımızın gerçekleriyle b ir bütünlük içinde de­ ğerlendirilmesi gerekiyor. Yaşam ­ daki kendi basitliği içinde; yani, bin- bir efsaneyle çarpıtıp yozlaştırma­ dan... Ancak o zaman geçmişindeki izleriyle de b ir bütünlük içinde, net

olarak görülebilir.

Yılm az Güney kimdir?

Film yönetmeni, oyuncu, senaryo ve roman yazarı Yılmaz Güney, 1937 yılında A-

dana'ya bağlı Yenice köyünde dünyaya geldi. Adana Lisosi'nl bitirdi, bir bir süre İs­ tanbul’da Hukuk ve İktisat Fakültelerine devam etti. 1958’da Atıf Yılmaz’ın yanında

“Bu Vatanın Çocukları" filmiyle senaryo yazarı, yönetmen yardımcısı ve oyuncu

olarak sinemaya girdi. 1963’ten sonra Yeşılçam’da başrollerini oynadığı ucuz büt­ çeli serüven filmleriyle özellikle Anadolu insanının beğenisini kazandı ve “Çirkin Kral” adıyla ünlendi. “Umut”, “Acı”, “Ağıt”, “Baba”, “Arkadaş” filmlerinin yönet­ meni olarak da dikkati çekti. “Endişe” filmini çekerken Adana’nın Yumurtalık ilçesin­ de bir yargıcı öldürme suçuyla 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1981 yılı Ekim

H H îşgga® yuıtdışına nü Costa

g"iyle paylaştı. Daha sonra “Duvar’r adlı filmi Fransa’da çekti.

Güney ayrıca Zeki Okten’in yönettiği ve uluslararası alanda başarı kazanan “ Sü-

rü” den başka “Düşman" ve '“Bayram” filmlerinin ortaya çıkmasını sağladı.

Yılmaz Giıney’in Fransızcaya da çevrilen ve Orhan Kemal ödülü’nu alan “Boy­ nu Bükük Öldüler”, “Hücrem”, “salpa”, “Sanık" adlı romanları, birçok senaryo­

su “Oğluma Hikayeleri son olarak da 1980’lerin başında çıkan “Soba Pencere

Camı ve İki Ekmek İstiyoruz” adlı iki yeni romanı var.

Y ılm a z ’m, “birlikte bir kültür dergisi çıkarmak” ve giderek “bir­ likte çalışmalarımızın koşullarım yaratmak” isteğiyle, 1976 yılında Kayseri Cezaevi’ne, benimle başlat­ tığı görüşmelerimiz, kesintilerle, İs­ tanbul Toptaşı Cezaevi’ne geldiği 1978 dönemine dek sürdü. Bu arada Yılm az, görüşmelerimizin sonuç­ lanmasını beklemeden, düşündüğü dergiyi E rd e n K ır a l’la birlikte “G ü ­ n ey” adıyla çıkarmaya başladı. Der­ gi, 9. sayısında kapandı.

U

zu n

yo lu n

başlangici

Toptaşı Cezaevi’ndeki görüşmele­ rimiz, arada tel örgünün olmadığı; Y ılm a z ’ın yarattığı olanakla, dış ka­ pı girişindeki sahanlıkta oturup, yüz yüze konuştuğumuz uzun süreli görüşmelerdi. Y ılm az, yaşamma, koşullarına, konumuna, düşleri ve düşüncelerine ilişkin, son derece sı­ kıntılı olarak, etkili ve çarpıcı şeyler anlatıyordu. H er kesimden düşman­ ca saldırılar ve kuşatma altında ol­ duğunu söylüyordu. Güney Film’in çökme ve kapanma durumuyla kar­ şı karşıya olduğunu, binbir güçlükle başlanmış olan “S ü rü ” filminin de b ir dizi sorunla boğuştuğunu, bi­ tiremeyeceğinden korktuğu­ nu, çevresinde güvenebile­ ceği kimsenin kalmadı­

ğını söylüyordu. Cezaevinde de, son derece tatsız bir konumu vardı. Poli­ tik tutukluların komününde yer al­ madığı için, devrimciler tarafından kendisine tecrit uygulandığım, iliş­ kilerinin olumsuz olduğunu, tatsız boyutlara vardığını anlatıyordu. Devletin kendisini yok etmek için çalıştığını, birtakım suikast girişim­ leriyle karşı karşıya olduğunu söy­ lüyordu. Kendisini öldürmesi için görevlendirilen mahkumla aynı ko­ ğuşta kaldığından söz ediyordu. Her şeyinin yağmalandığını ve maddi o larak da b ir yıkıntı içine düştüğünü belirtiyordu.

B u a n la m d a sürdürdüğümüz gö­ rüşmelerde, “Sana nasıl yardımcı o- labilirim?” yönündeki sorularımı, “Yardım istemiyorum, birlikte ol­ mak, bütünleşmek istiyorum” diye yanıtlıyordu. Konuşmaları arasın­ da sık sık kolumu tutuyor, omuzu­ mu sıkıyor, öylece uzun uzun, ses­ siz, konuşmadan bakıyordu, istedi­ ği, “şu iş - bu iş” diye ayrıntılara in­ meden, zaman yitirmeksizin birlik­ te çalışmaya başlamaktı. “Bu adımı attıktan sonra, her şeyi bir bir konu­ şacağız, çözeceğiz, bütün zorlukları yeneceğiz!” diyordu. “Yatmaya de­ ğil, eli kolu bağlı yatmaya taham­ mül edemiyorum” diyordu. B ir bi­ çimde kurtulmak istiyordu ce­

zaevinden...

K endisine yöne­ lik her türden be­ layı, kendime

Nihat Behram ilk kez konuşuyor:

B

İR s ü re ö nce A ta o l B ehra- moğlu telefon etti: “Kadeşim Nihat günlerdir seni arıyor bir

türlü ulaşamıyor. Lütfen sen onu a- rarmısın” deyip İsviçre’nin Basel ken­ tindeki numarasını verdi.

Şair, yazar Nihat Behram’la yurtdışı-

na çıktığı 1980’den beri görüşmemiş, on dört yıl içinde tek tük haberleşmiş­ tik... Aradım.

Telefondaki ses müthiş heyecanlıy­

dı. Önce dura dura, sonra makineli tüfek gibi konuşm aya başladı. Ko­ nuştu, konuştu, konuştu...

Ben dinliyorum, ama pek de anlaya­

mıyorum, çünkü hep aynı şeyi anlatı­ yor: Bana olan güvenini... Örnekler vererek, tarihler düşerek, yalnız bunu anlatıyor... Söylediği güzel şeylere te­ şekkür edip, araya girmeye çalışıyo­ rum, boşuna... İyi am a Nihat Beh­

ram, günlerdir beni, hakkım da d ü ­

şündüklerini söylemek için aramıyor ya!

Sonunda “... İşte bu nedenlerle elim­

deki malzemeyi ancak sana teslim e- debilirim” diye nokta koydu.

Elindeki malzeme?

“ H er şey: Ş ifre li m e k tu p la r, a çık

mektuplar, ses bandları, çeşitli ülke­ lerin dışişleri bakanlıklarına ilişkin bel­ geler, yayınlanmamış fotoğraflar, bu konuda yazdığım kitap ve olayın fil­ mi...”

Bir süre karşılıklı sustuk... Neden

sonra ekledi:

“Yılm az G ü n e y ’ in kaçırılışıyla ilgili

her şey...”

Heyecanlanma sırası bendeydi.

yönelik sayacağımı; her türden ba­ şarısından sevinç duyacağımı söyle­ dim. Belli bir süre içinde Güney Fihn’i düzene koyacağıma, yayıne­ vini tekrar çalışır durum a getirece ğime, derginin tekrar çıkmasını sağ- layacağnna ve kararını netleştirdiği an, özgürlüğü için de, gerekli olan ne ise onu yapacağıma söz verdim...

Bana, kaçma yönündeki düşünce­ sini ilk kez, Toptaşı Cezaevi’ndeki görüşmelerimizde “Bu konuyu, şim­ dilik, her şeyin üstünde ve her şeyin dışında, gerektirdiği titizlikle, sade­ ce sende ve bende kalacak bir biçim­ de, kafamızın bir yanında tutalım” sözleriyle açtı.

B u koşullarda ve bu duygular­ la birlikte çalışmaya başladık.

Y A R IN ; Y A IN T E R P O L ?

Yılmaz Güney 1981 Ekim’inde ceza­

evinden yurtdışına çıkmış ve o gün­ den beri de kaçışına ilişkin yüzlerce öykü, masal, efsane üretilmişti. Şimdi bu işi gerçekleştiren kişi konuşacaktı.

Yılmaz Güney’in 9 Eylül 1984'te ölü­

münden on yıl sonra...

Telefondaki ilk tepkim: “Şimdiye dek

niye sustun? Şim di niye açıklıyor- sun”du. Ama bu somların yanıtını Ba- sel’de alacaktım.

Bir - İki gün içinde Nihat B ehram ’la

sayısız telefon konuşmalarımızı G e­ nel Yayın Yönetmenimiz Umur Ta- lu ’yla görüşmelerim izledi.

***

Zürfh Havaalanı'nda Nihat Behram

karşıladı. O andan başlayarak sanki bir daha asla hiç susmayacakmış gibi konuşmaya başladı. Açlığını dindirir, susuzluğunu giderircesine

anlatıyor-Zeynep ORAL

du. Soluk alıp verir gibi... Yeni konuş­ maya başlayan bir çocuk gibi...

14yıllık suskunluk sona ermişti.

Çanta dolusu “malzeme” Basel'den

ayrıldı. Çantalar, Türkiye'den yurtdışı- na binbir güçlükle çıkarılmış, yıllardır en gizli köşelerde saklanmış, özenle korunmuş, şeylerle doluydu: Mektup­ lar, şifreler, belgeler, yayınlanmamış fotoğraflar, dialar ve “firari’ın süper 8 mm’lik filmi...

Giden çantaların ardından tepeden

tırnağa hüzne bürünmüş Nihat Beh­

ram dokunsan ağlayacak, kendi ken­

dine mırıldanıyordu:

“Yirmi yıldır yanımdan hiç ayırmadı­

ğım, ülkeden ülkeye, sınırdan sınıra taşıdığım her şey işte gitti... Sanki e- vim boşaldı... Sanki içim boşaldı...”

“Şu işe bak... Belgeler vatana dönü­

yor, ben dönemiyorum...”

Neden sonra sorularımı yanıtlamaya

başladı... Hüzün hiç dağılmadı...

***

“Bugüne dek Yılmaz Güney’in ka­ çışıyla ilgili hiç konuşm adın. Ne­ den sustun ve şimdi neden açıklı­ yorsun?”

“Daha önce konuşmak aydın ahlakı­

na sığmazdı. Yılmaz yirmi yıl boyun­ ca arkadaşımdı, 6 yıl boyunca şirketi­ ni yönettim... Öldüğü vakit açıklamayı doğru bulmadım... Şimdi açıklıyorum, çünkü herkes yalan yanlış bir şeyler yazdı. M urid d o stla rd a n , am ansız düşmanlara herkes yazdı... Gazeteci­ ler, Y ılm a z’la hapiste yatm ış birini buluyor, adam “en yakın arkadaşı bendim” deyip hikaye uy­ duruyor. Gazeteci inanıp kitap yapıyor... Yanlışlara son verm ek için açıklıyo­ rum ... Ö zel m ektuplarını bana yazmış, birçok insa­ nın adı geçiyor bu mektup­ larda, onlara da söz hakkı vermek için şimdi açıklıyo­ rum... Biriktirdiğim belge­ leri değerlendirmek için a- çıklıyorum... Bundan böyle

Yılmaz Güney üzerine a-

raştırma yapmak isteyen­ ler yararlansın diye açıklı­ yorum... İnsanların doğru­ ları ve yanlışları tartışmala­ rı için açıklıyorum...

Bir de Yaşar Kemal’e ve­

rilmiş bir sözüm vardı. On yıl bu konuda konuşmayacağım di­ ye... On yıl geçti şimdi açıklıyorum...”

“A ç ık la m a la rı İç e re n ç o k g en iş kapsamlı bir çalışman var. Ancak, Y ılm az G ü n e y in y a ln ız kaçışına değil, kişiliğine de ışık tutma çaba­ sı bu. Yanılıyor muyum?”

“Doğru. Kitabımı, sanatçı kişiliğinde­

ki deha ve delilik ilişkisi perspektifin­ den bakarak yazmaya çalıştım... Her büyük d e h a d a b ira z ç ılg ın lık var.

T olstoy’dan Dall’ye, Fassblnder’e

örnekler sonsuz... Bu insanları anla­ mamız gerek. Dehalarını kabul edi­ yorsak, deliliklerini de anlamalıyız...

Yılmaz’ın da kişiliğinde şefkat ve acı­

masızlık, gasplar ve savurganlıklar, mertlik ve entrikacılık, yardımseverlik ve yok etme, iyilik ve nankörlük, üs­ tün yetenek ve ilkellik kısacası deha ve delilik içiçeydi.” Yılmaz Güney ve Nihat Behram. Yılmaz Güney, fotoğrafın önce ön yüzüne, sonra arkasına şunları yazmış: “Kavga arka­ daşım, çan çalarken can yoldaşım Nihat Behram.

Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği Taha Toros Arşivi

Referanslar

Benzer Belgeler

Svres ayral bütün bu antla~malar ya birer zaferin veya kar~~~ yan için çok y~prat~c~~ kar~~~ koymalarm ve dostlar~m~z veya öyle say- d~klanrruzla da çok çetin tart~~malar~n

Saray erkânından merhum A li Fuad Beyin ifadesine göre, «Ht- ristiyanlara hukuk temini ile baş layan, Hıristiyanların terfihi şek­ lini alan ve nihayet

Özellikle son yıllarda nöroloji (si- nirbilim), bilişsel bilimler, psikoloji, sosyoloji, ant- ropoloji, dilbilim ve matematik gibi birçok farklı alanda yapılan çok

Anday, “Teknenin Ölümü” adlı şiir kitabıyla 1976 Yeditepe Şiir Armağanı’m, “Sözcükler” adlı şiir kitabıyla 1978 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat

Onun için Atatürk her fanî gibi ölebilir, fakat, bütün dünyanın hür­.. met ettiği en büyük adam ancak bir kere

İçerisinde küf mantarları bulunan bazı peynir türleri ile soya sosu gibi gıdaları sağlık tehdidi olmaksızın tüketme- miz küflü ekmek yemenin de zararsız

Baykuşların kanatlarındaki tüylerin kendilerine öz- gü bu yapısı sayesinde, hava kanatların etrafında hareket ederken, kanatların arkasında oluşan düzensiz hava akım-

Bu bir miktar gaz, atmosfer içinde yükseldikçe üzerindeki toplam hava miktarı azaldığı için kendini giderek daha düşük basınçlı bir ortamın içinde bulur..