• Sonuç bulunamadı

İçtihat sahibi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "İçtihat sahibi"

Copied!
45
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)
(2)

YENİ NEÇRİYYAT

Z indan H a tır a la r ı

Hürriyyet ve Millî İstiklâl mücadelesinin ve bu mücadele safahatının mükemmel, mufassal, resimli , canlı bir Tarihidir ; son derecede mühim ve kuvvetli vesa’iki ihtiva ediyor . Bir çok örtülü kalmış hakikatlerin üzerindeki perdeyi kaldıran bu kitabın ilk cildi intişar et­ miş ve coşğun bir ziya gibi inkılap Tarihimizi tenvir etmişdir . Kitabın intişarı ( İçtihad ) ın tertibinin hitam bulduğu güne tesadüf etdiğin- den bu kitaba a’id tedkikimizi gelecek nüsha - miza bırakmaya mecbur olduk • Eserin muta - laasını tavsiye ederiz . 300 sahifelikdir . 140

l '■

resim ihtiva eder, fi: 100 k. Naşiri: «Sinan Neşriyyat Evi» dir. Ta‘ahhüdlü posta bedeli 15 k.

zam olunur. İçtihad idaresinden de istenebilir.

T e r m in o lo g ie In e r n a tio n a le e n T ü rk

Après l’adoption de l’alphabet latin

Par le Dr. Prof. Kemal Cenap

Dr. Kemal Cenap B. tarafından Darülfünun Edebiyyat facultesinde verilen konferansın fran- sızca suretidir.

K. C. B. Beynelmilel ıstılahların yazılma şe­ killerinin değişmemesi tarafdarıdır. Bizde tema- men bu fikirdeyiz . Kelimelerin simalarını de- ğişdirmek biraz yıkıcılıkdtr. Automobile keli­ mesini oto... yazmak doğru değildir. Physio- logia müderrisi Dr. "K. C. B. da‘vasınt ‘İlmî esaslar üzerinde mudafa‘a ve muzaffer ediyor .

B ir y a r ın ı m ü ste k e ie ş ın e T a rih i

Hüseyn Avni Beyin eseridir. S'nan matbaası neşriyyat evi ne^r etmijdir . 72 sahifelikdir. Nefis tab‘ edilmişdir . F i: 40 k . Bu kitabın mevzu u bir memleketin istiklâlinin yalnız silâh kuvvetiîe te’min edilemeyüp esaslı olan bu kuvvetin yanında önünde ve arkasında ticarî , İktisadî, sına'î ve zira'î ve, bilhassa, ahlakî ve ‘ilmî kuvvetlerin bulunması lâzım geldiği fik - rini ileri sürmekdedir mutai,asını tavsiye ed*riz.

T e s e lli

N. Kemal Hakkı B. S. 32. fi: 25 k. Konyada Babalık matba‘asmda basılan bu küçiik şi‘ir kitabı

Bilsem bu viranede yaresiz yaşayan kim Siz teselli deyince ben inledim derinden, diyerek başlıyor . Gelecek nüshalarımızın birin de tahlil ederiz.

Kİ R AL I K A V R U P A ’i M E S K E N L E R

içtihad Evi nin 2 inci ve 3 üncü katlarında 2 da’ire kiralıkdır. 3 üncü katdakinde sıcak su teşkilâtı da vardır. Her gün, her sa‘at göriile bilir. Her ikisi de altışar odalıdır. Tele : 20865

Dr. Yorği Fotaki M avromatis

E m ra zı d a h iliy e

Beyoğlu Venedik Sokağı M o

Cuma ve cumartesinden başka hergün 2,5 dan 7 ye kadar.

Çarşanba günleri parasızdır. Telefon : B. 4707

GLİSERO FOSFATLI ŞARK

MALT HULÂSASI

Eczacı Ekrem Beyin nezareti altında sureti hususiyede i‘mal edilmekdedir. Deposu Ekrem Necip Ecza Deposu

Telefon: İstanbul: 78

Rafale de Parfum s

S O N N E T S

PAR LE Dr. AB . DJEVDET

Edition de luxe, pages 131, Prix: l(X) piastres

K e p h a l g i n e

Kaleleri baş ağrısı ve her nevi1 ağrı için müessirdir.

İSTANBUL

ÇİNKOGRAFHANESİ

Ankara caddesinde İlharni matbbaası üstünue, her nevi' çinkograf işleri dikkat ve sür‘atle

(3)

ABO NNEM ENT Pays étrangers

Pour un an : 2 Dolars • #■

Edition spéciale : 3 Dolars

A D R E S S E

«Idjtihad» Constantinople TélépîT7*20865 xxvmème ANNÉE

ABDULLAH CEVDETE VE İÇTİHADA FATİHA

Bu m e c m u a y i 2 8 sened ^n beri n e şre d e n A b d u lla h C ev d et 2 9 T e şr in i s a n i 9 3 2 de d ü n y a y a g ö z le r in i k ap a d ı v e bu a c ı h a d ise o n u n h a z ır la d ığ ı, tab e ttir m e k ü z r e o ld u ğ u n ü sh a n ın g e r i kal - m a sın a seb ep o ld u . M ecm u a n ın ç ık a c a ğ ı p erşeııb e g ü n ü A b d u lla h C ev d et to p r a k la r a tev d i e d i l m i ş t i .

s İçtihat» 2 8 s e n e lik ııe şr h a y a tın a , sa h ib in in lıa y a t ile b era b er n ih a y e t v e r ir k e n o n u n e lile h a z ır la n m ış v e ta sh ih i y a p ılm ış o la n bu so n ııu sh a y i, o n u n so n y a z ıla r ile b era b er , Z e v c e si v e Kızı d e stk â lıı taba v e r iy o r la r . Bu o n ik i s a h ife y e m e m le k e t g ü z id e le r in in v e d o stla r ın ın m erh u m h a k lım d a k i y a z ıla r ı çia ilâ v e e d ilm iştir . « İçtih a d » iç in v e o n u a v r u p a d a ıı b u r a y a k a d a r ta şıy a ra k 2 8 se n e d e n b eri n eşred en h a k im A b d u lla h C evdet iç in bu n ü sh a bir fatih ad ır.

M A A R İ F D A İ R E M İ Z İ ) E

M

a‘arîf vekili Es‘ad Bey Efendinin istifası üzerine Doktor Reşid Galip Bey

Efendi Ma'arif Vekilliğine seçildi. Reşid Galip Bey genç Doktorlarmuzdandır ;

meb'ııs olmadan evvel Aydın taraflarında serbest veya me’mıır bir tabib idi .

Mecnunalar d a , gazetelerde sık sık imzası okunur ve milli, harsî idima'larda

sesi duyulurdu. O, zihnimizde hararetli , imanlı, nurlu bir genç olarak yaşar.

Ma'arif Vekâletimiz Mııdafa'a’i milliyye Vekilliği kadar mühim ve her halde

çok nurlu Energie ve ihtimam isteyen bir Vekâletdir. Buraya, azın ve rezm sarfına

hal ü sali daha müsa'id bir genç ve zinde kekimin seçilmesinde isabet vardır. Harf

inkılâbından sonra Ma'arif Vekilliğinin vazifesi çok ağır ve hattâ çok mes’uliy-

yetli olmuşdıır. Bir kaç sene sonra arap harflerde yazılmış veya terceme edilmiş

kitapları okuyabilecek gençlik kalınayacakdır. Bir kaç sene sonraki Türk genç­

liği, eğer bir ecnebi dili bilmezse, bilğisini nasıl ve ne ile genişletecekdir ? Elde

mektep kitaplarından başka ne bıılunacakdır? Meşrııtiyyet ve Cıimhuriyyet

inkılâplarından sonra Ma'arif Nezareti ve Vekâleti hayli kitap terceme etdirmiş

ve basdırnuşdır. Bunların hiç olmazsa en mühimleri yeni harflerle basılmak ,

diğer tarafdan

b izim H a rs s e v iy y e m iz e

ııyğıın olan ecnebi eserlerini dilimize

geçirmek ve bunu mıimkin olduğu kadar lâyıkile yaydırmak , ayni zamanda ,

209 numrulu ve lö mart 1929 tarihli

iç tih a d

ın başında tasrih etdiğimiz

Y a r ­ d ım cı B ilg i d ili

meselesini tedkik ve ta'kib etmek... Bunlar hep maddi, ma'nevî

ulu himmetler ister ; sarf olunmaması harf inkılâbımızı usu üzerinde nakş» yapa­

cak olan bu himmetleri, genç ve tııvanâ Ma'arif Vekilimiz Doktor Reşid Galip

Bey, sarf etmeye kadir olmak mükellefiyyetini üzerine almış demekdir. Bu milti

ve harsî fütuhata muvaffak olmasını y ürekden dileriz. Bu nuicah edesinde bütün

Türk münevverlerinin ona yardım etmek vazifelerini, hatırlatmaya bile muhtaç

olmayacak derecede, âışikâr görürüz: Ulu Bilği yapısına her karınca bir kum

danesi götürecek. Karıncaların bize verdikleri ders çok büyiikdür.

iç tih a t

İ ÇT İ HAT

Türkçe ve Fransızca

İLMİ, E D E B İ, İK T İS A D İ

No : 358

ABONNEM AN

Seneliği ( 24 Nüsha ) Türkiye için: 2 1,2, ‘lâ kâğıdlısı

5 liradır

A D R E S

Cığaloğlunda İçtihad Evi

Tarihi Te’sisi :

1904 — Genève Yirmi sekizinci sene

(4)

5864 İ Ç T İ H A T Büyük alimler - Büyük alemler

LOUD T H O M A S B ER İN G T O N M ACAULAY Terceme’i haline bir nazar atf edeceğiz : T. B .

Macaulay birer alem olan alimlerdendir: 1800 Tarihinde Leicester de doğmuşdur. lskoçyali zengin bir tacirin o ğ ­ ludur, 1859 da vefat etmişdir. Tahsilini refah içinde ça - hşkan talebelerden olarak bitirmiş ve avukat olmuşdur . Fakat da'va vekilliği etmemiş ve lilmî da‘valar mudafi'i olmak olan muharrirliği tercih etmişdi. İlk yazıları T h e E d i r n b n r f l h R e v i e w da çıkdı ve nazarı dikkati celb etdi. Bu yazılar ez cümle Milton, Lord Clive, War­ ren Hastings Lord Bacon haklarında tedkiklerdi .

Aşağıya nümune olarak koyduğumuz HURRİYYET mekalesi Milton üzerine tecrübe’i kalemindendir. Protes­ tanlığın mudafi'i olmuşdur . 1830 da Hind Şurayi Alisi a'zasından olarak Calcutta ya gönderildi, 1838 de Har - biyye Müsteşarı, 1857 de Lord ve Lordlar kamarasına dahil o ld u .

Mecmulada çıkan yazıları Tenkİd v e T a rih k a le m te c r ü b e le r i namile toplandı, basıldı. 1860 tarihinde bu eser A. Pichot tarafından Fransızcaya terce- me ve neşr olundu, adı E ssa is de C ritiq u e et d ’H is to ir e dlr En mühim eseri İk in c i J a c q u e s d a n ü ç ü n c ü G u illa u m e z e m a n ın a k ad ar İ n g ilte r e T a r ih i adlı kitabıdır . Bu büyük eser ifade selisliği ve fikirler yüksekîigile temeyyüz eder, urf- lerin ve seciyyelerin vakıfane bir tasvir olunuşu vardır ki başka yerde nâdir görülür derecededir. Üslubu renğin , zengin ve canlıdır. Samimî bir hurriyyet perverlik şimesi vardır. Çok eséf olunur ki ölüm, büyük bir 'alem denil­ meye layık olan bu alimi almış , kitap yarım kalmışdır. Eserin tek bir kusuru vardı o da planının pek fazla geniş tutulmuş olmasıdır . Meselâ 16 sene için beş kalın cild tahsis etmişdi. Bu kitap kısmen A. P ichot, kısmen J. de Peyronnet tarafından Fransızca ya çevrilmişdir. Vasi* ma'lûmatile, feyyaz muhayyilesile, hurriyyete ta'abbüdile Macaulay güneş bakışlı bir ilm ve fikir adamı ve ayni

zemanda bir devlet recülü olmuşdur. A. D.

HURRİYYET

Evvelâ en fena tarafını göstermek inkılap­ ların seciyyesidir. insanlar hurriyyeti kullana­ bilmeleri için birkaç zaman hür olmuş olma­ ları lâzımdır. Bağları çok olan memleketlerde şarab içmekdeki Ftidalsızlık, ekseriya, nâdir - dir . Şarabın nâdiı olduğu memleketlerde ise şarab içmekdeki ifrat pek umûmidir. Esaretden yeni kurtulmuş bir kavın, şimalden gelmiş ve

R h in ve yahud Xérès kıyılarında ordugâh

kurmuş bir orduya benzetilebilir . Derler ki

böyle bir vaz‘iyyetde bulunan ba‘zı askerler ilk def‘a alışmamış oldukları ve maşraflı böyle bir liiksde bulunmaya muktedir oldukları vakit her taraf da sarhoşlu kdan başka bir şey görül­ mez . F a k a t, bolluk, aradan çok geçmeksizin, Ttidaîi öğretir v e , bir kaç ay esnasında şarap her giinki regimin mütemmimi oldukdan sonra, bu askerler kendi memleketlerinde hiç bir zaman olmamış oldukları bir derecede i‘tidalli olurlar. Ayni suretle hürriyyetin son ve da’imi meyvaları, hakîmâne hareket, i‘tidal ve şefkat olur, ilk eserler zalimâne cinayetler, birbirini nakzeden yanlışlıklar, en açık mes’eleler k a r­ şısında tereddüd, en şüpheli noktalar üzerinde kati1 nasslara kıymet veren iddialardır.

işte bu buhranlı noktalardaki hürriyyetin düşmanları hürriyeti göstermekden zevk alırlar. Henüz bitirilmemiş olan binanın etrafındaki iskeleyi yıkarlar. Toz bulutlarını, düşen tu ğ ­ laları , her türlü kullanışlıkdan mahrum oda - lan ve hey’eti mecınu‘anın çirkin intizamsız­ lığını gösterirler ; ve sonra va‘d edilmiş olan ihtişamın ve zinetlerin nerede olduğunu müte- kebbirane sorarlar. Eğer bu sefil şaklabanlıklara kıymet verilmek lâzım gelseydi bu dünyada ne eyi bir ev, ne de bir hükümet bulunmazdı.

Aristote, tabaatının esrar enğiz bir kanunu ınuktazası olarak ba‘zı devrlerde zehirli, çirkin bir yılan şekli almaya mahkûm bir perinin güzel hikâyesini anlatır . Bu şekil değişdirme zamanı esnasında kendisine fenalık yapanlar bu perinin yapmaya kadir olduğu eyiliklerden ebedî bir suretde mahrum olurlardı. F a k a t, kendisinin bu muvakkat istihale esnasındaki miistekreh şekline rağmen kendisine acımış ve kendisini korumuş olanlara, bir az sonra, tabi‘î olan güzel ve semavî şeklile vücudunu göste­ rirdi . Onların arkalarından giderdi, bütün ar­ zularını yapardı, evlerini zenginliklerle doldu­ rurdu , sevgide bahtiyar , harpde muzaffer ederdi.

Hürriyyet ayni cinsden bir peridir. S ürü­ nür, ıslık çalar , ısırır . F a k a t, onu ikrah ile

ezmek istiyenlerin vay haline ! Onu korkunç şeklile kabul edenler bahtiyardırlar ; çünki nihayet H ü r r iy y e t güzelliği ve şanlı zama - nında onları miikâfatlandıracakdır- Yeni kaza­ nılan bir hürriyyeti sebeb olduğu fenalıklara karşı tek bir ilaç vardır , bu ilaç da hiirriy

(5)

-i ç t -i h a t 5865

yetdir . Bir mahpus , hücresini ilk def‘a terk etdiği vakit güneşin ışığına tahammül edemez, renkleri birbirinden ayıramaz, simaları tanıya­ maz, fakat bunun ilacı zindanına i ‘ade edilmek değildir, onu güneşin şu‘a‘larına alışdırmalıdır. Hakikatin ve hürriyyetin şa‘şa‘ası esarethanede yarım kör olmuş milletlerin ilk önce gözlerini kamaşdıra bilir . Fakat , bu milletler güneşin şu‘a‘ına bakmaya devam etsinler , aradan çok geçmeksizin ona tahammül edecek bir hale ge­ lirler. Bir kaç sene içinde insanlar muhakeme etmeyi öğrenirler . Içtihadların ifrat derecede şiddeti sakinleşir. Birbirine zıd nazariyyeler , mütekabilen birbirlerini tashih ederler, Haki - katin dağınık unsurları, birbirile mübarezeden

M E D E N İ Y Y E

Geçen nüshamızın Y en i n e şr iy a t sütununda, büyük mütefekkirimiz Doktor Cenab Şehabeddin Beyin Y o lla r ın S e s i nde bu unvanla çıkan makalesinin bir küçük hulâsasını vermişdik . Fakat bu hulâsa bizi kandırmadı ve okuyucularımızı da kandırmamış olsa ge­ rektir. Binaenaleyh bu enfes makaleyi aynen ve temamen iktibas ve İÇtihad ın sinesine bir define gibi koymaktan kendimizi alamadık.

Hepimiz medenî olmak davasındayız, fakat acaba ben mi, yoksa komşum mu , hangimiz daha medeniyiz? Medeniyetin bir ölçüsü var mıdır?.. Meselâ siz iyi giyiniyorsunuz, dans bililiyorsunuz, hakkile salon adamısınız, olduk­ ça malûmatınız var. Mamafi bütün bu husus - larda sizden geri kalmış olan komşunuza me - denilik itibarile üstünlüğünüz muhakkak değil - dir. Zira o hassalar medeniyetin yalnız dış y ü ­ zünü teşkil eder; medenîlik ise görünüşlerden ziyade yürekte ve fikirde var ■

Medeniyet âleminin bugünkü telâkkisine göre medenîliğin ölçüsü Fransızların«tolerance» dedikleri « hamuliyet» dir. Meçhulü meçhul ile tayin etmiş olmamak için «hamuliyet» sözünden ne kast edildiğini de söyliyeyim: hamuliyet başkalarının sizden ayrı fikir beslemelerini, size çirkin ve sevimsiz gelen şeyleri beğenmelerini, sizin gördüğünüz işlerin aksini işlemelerini

fariğ olur ve birbirlerile kaynarlar; ve niha - yet here ü merçden bir adâlet ve intizam sis - temi çıkar .

Zamanımızın ba'zı politikacıları pek açık bir hakikat gibi , hürriyyeti eyi kullanmaya muktedir olmadan evvel hiç bir kavmin hür olmaması lâzım geldiğini bir «principe» olarak koymak i‘tiyadındadırlar . Bu ka‘ide , eski bir masalın yüzmeyi öğrenmedikçe suya girmemeye karar vermiş olan delisine layıkdır. Eğer in - sanlar esaretin kendilerini akıllı ve faziletli kılıncaya kadar hürriyyeti beklemeleri lâzımsa kıyamete kadar bekleye bilirler .

T h B . M a ca u la y

İ N Ö L Ç Ü S Ü

hoş görmek ve müsamaha ile telâkki etmekdir. Şu kadar var ki bu hoş görme hareketi içiniz­ den kendi kendine doğan gizli bir emrin eseri olacak ve ancak kimseye zararı muhakkak ol - mayan hususlara sarfolunacak. Meselâ tenbel - likten, korkudan, yahut kaygusuzluktan ileri gelen müsamaha medenîlik alâmeti değil, m en­ fur bir miskinliktir. Diğer cihetten ferde veya cemiyete zararı dokunacak fikirler, hisler veya fiiller karşısında müsamaha göstermek te o suç­ lara zımnen iştirak etmektir. Binaenaleyh hamu­ liyet bu mevkilerde gösterilecek geniş mezhebin adı değildir. Bahsi bir fıkra ile izah edeyim : Marinetti isminde bir İtalyan muharriri vardır ki İskenderiyede doğup büyüdüğü için ana dili kadarda Arapça, İngilizce ve Fransızcayı da bilir. Tab’an müfrit bir adamdır ve sanatta fü - türizm dedikleri ifrat mesleğinin galyaıılı taraf- tarlarındandır. Bunu Londrada bir konferans vermeğe davet ederler ve mevzu intihabını kendi reyine bırakırlar. Marinetti musahabesine zemin olarak « Ingilizlerin ahlâk ve âdetleri » ni ter - cih eder ve hınca hınç dolu bir salonda konfe­ ransını vermeğe başlar. Öyle tahmin edersiniz ki hatip İngiliz kavminin yüksek meziyetlerini sayıp dökecek ve bizzat keşfettiği faziletlerini

(6)

5866 İ Ç T İ H A T

de kendilerine öğretecektir» ueğh mi? ı laıuu kı bu garip konferansçı tahminimizin taban tabana

zıddını yaptı: Bir saatten ziyade süren hitabe - sinde İngilizlere sürmedik leke, kondurmadık ayıp, seyyie ve rezilet bırakmadı. Ona inanmak lâzım gelirse îngilterede kadın ve erkek, genç ve ihtiyar herkes bir şenaat numunesidir. Büyük Biritanya ülkesinde bir tek namuslu adam bu - lunmaz. Bu Çılgın hicvi « Marinetti » faraza Pa- riste Fran ızlara veya İtalyada vatandaşlarına karşı irat etseydi hiç şüphe yok ki ikinci cüm ­ lesi tahkir ıslıkları arasında boğulur ve kendi - sine karşı derhal çürük yumurta, olgun doma­ tes, ezik elma bombardımanı açılır, ve bu ren ­ gârenk donanma içinde sözünün ardı gırtlağına tiki 1 ird i. İngiliz cemaati ise böyle şamatalı mu­ kabeleyi kendi vekarına yakıştıramamış olma - lıdır ki sonuna kadar konferansı hayrete sayan bir sekinet ile ta­

kip etti . Sükût içinde başlayan hitabe sükût içiıı de devam e t t i ve sükût içinde sonuna v a r d ı . Küstah ve müte- arnz konferans

-cıya bütün hareketinin cezası olmak üzere ertesi gün «Taymis» gazetesinde şu iki üç satır derc- edilm kle iktifa olundu : « Sinyor Marinetti bizi cüreti ile miiteaccip etti. Zira hiç bilmediği meseleler hakkında o meseleleri en iyi bilen zatlara karşı ağız açtı ve bir saatten ziyade söz söyledi!» işte bu, benim tanıdığım hamuliyet

v

vakalarının en parlağıdır. Şimdi hadiseyi b ir­ likte tahlil edelim : Marinettinin konferansına ancak zevzek ve terbiyesiz bir ecnebinin heze - yanı denebilir. Bundan Ingiliz kavminin şan ve şerefine bir zerrenin gölgesi bile dokunmaz. Binaenaleyh zararsız bir herzedir. Buna karşı cemaat tahammülsüzlük gösterse ve hatibi zorla susturmak yollarını ihtiyar etseydi hiç şüphe varmı ki hareketi şimdiki kadar hayranlığa lâyık görülmiyecekti.

uigÜîzltr isbat etlikleri harnuiiyetle m ede­ niyet tabakalarında vardıkları yüksekliği cihana tasdik ettirdiler ve mütecaviz konferansçının bütün teşnilerini kendisine iade etmenin en ki­ bar yolunu bulmuş oldular.

Bu misalden anlaşılır ki sinirleri zaif olanlar hamul olamazlar. Onlara öyle gelir ki fikirle­ rine uymiyan her fikir, zevklerine muhalif her

zevk arzularına mugayir her faaliyet kendi şa - hıslarına karşı bir taarruz tazammun eder ve onu şiddetle defetmek icap eder.

Mutaassıplar , fenalar, kıskançlar, aptallar hamuliyet göstermezler. Dikkat eniniz : taarruz hemen daima cehilden ilme, liyakatsizlikten ehliyetlidir. Onun için bazı tenkitler sertlikleri, acılıkları ve haksızlıkları nisbetinde hedeflerine şeref temin ederler. Kötüler tahammülsüzlerdir, çünkü her fırsatta kalp kırmaktan lezzet alırlar.

Ahmaklar i ç i n hamul olmak mü­ mkün değildir, zira akılsızlığın en bariz alâmeti h a k k ı d a i m a k e n d i tarafında görmek ve nef­ sini hiç aldanmaz his etmektir. Alçaklar hamul olamazlar . Zira onlaıın mesleki ham kuvvetlerin yardaklığıdır.

Tahammülsüz düşünen mantıkî konuşmaz ve doğruyu keşfedemez . Tenkitlerde eserden zivade müessirle meşgul o lu r: Tenkit namına tech,1 eder, tezyif eder , tahkir pd e r; nazik ve müeddep bir şive ile hata ve savabı meydana çıkaramaz. Tahammülsüzün ihtarı küfür gibi ağır gelir ve hiç bir zaman ıslâh etmez.

Bazıları medeniyeti nezaketle ölçerler: haksız değildirler, zira hakikî nezaket daima hamu - liyetle beraber yürür. Binaenaleyh kaba adam­ larda hamul olamazlar.

Buhran devirlerinde cemiyet gibi ferdin de tahammülsüzlüğü artar : hastalar, mııztaıipler hamul olamazlar.

Diğer taraftan unutmıyalım ki medeniyetin

y— —-^jpr—yfşr—■«

B Ü Y Ü K Ş A 'İ R

3

^l î i r g ü n e ş k u d r e tli ş a ııile g ö n ü lle r y a n a c a k , ^ ^ S a y h a le r v e r m e y e c e k n ö b etin i ııev h a la ra ;^ ►Yaracak ufk a r a y a n ş a ’ik a m ız b e n z e y eıııez ^ Kökü bir sa k sı iç in d e y e tişe n d e h a la r a . ^

(7)

i ç t i h a t 5867

emrettiği lıamuliyet hataya, yalana, riyaya ta­ assuba , çirkine ve muzıra karşı mücadeleden geri durmıyacaktı. Ancak maksudu münhasıran iyilik, doğruluk ve güzellik olduğu için yalnız iy i, doğru veya güzel olduğunda şüphe olma - yan davaları müdafaa eder ve diğerleri hakkında müstenkif davranır, ve şahsa tecavüzden daima

EDEBÎ TAHLİL

Z İ N

sakınır- O ancak fikir ve hadise ile meşgul olur.

Ve hiç bir zaman yumuşak ve tatlı dili, nazik

ve nüvazifkâr tavrı terk etmez, işte hamul bu> ve medenî b u d u r, ister dans bilsin ister bilme­ sin ; ister salon adamı olsun ister olmasın .

C enap Ş e b a b e ttin

A N

Şa-iri İsmail Safa. S. 79 fi: 50 N . Suhulet kitaphanesi

Bu isim okununca derhal insanın hatırına Lord Byron un T h e P r is o n e r o f C h illo n =

C h illo n M ahbusu hatıra geliyor . Bu şi‘ir

mecmu‘ası Bonivard gibi , Genève gölünün kenarında, Chillon şatosunda zincire vurulmuş bir siyaset mahkûmunun hayat ve ihtisasatın- dan bahs etmiyor, öyle mahbusları,eski İsviçre yetişdirmiş , öyle bedPaları vücuda getirecek şa‘iri başka bir iklim yetişdirmişdirj.

İsmail Safa, bir genç Musicien dir . Onun şairliğinin kökü musikidedir . Şi‘ir ağacı'için en muğaddî zemin musiki zeminidir, Paul Ver­ laine in A rt p o lé tiq u e i bilirsiniz ki

De la musique avant toute ehose diye başlamaz mı ? ve ne kadar haklıdır !..

Şa‘ir evvelâ bir zindanı ta‘rif eden bir

manzume ile başlıyor : Zindanın şairi

İsm a il S a fa Gecesi çok, mehtabı yok , gündüzü az, kışı var

Sakinleri sakin değil sükûneti vaveylâ ;

Zemin siyah, sema siyah, toprağında kan çağlar Sabahı yok, akşamı var, kimi mecnun ve leylâ !

Bu kıt‘aııın üç ilk mısrai pek aiâd ır. 4 üncü satırda görünüyorki musiki şa’ikası fazla k a ­ barmış V a v e y la ya L ey la yı kafiye yapmak daha doğrusu musiki yapmak arzusu tikrin teselsül ve ahengini ihmal etdirmişdir .

Vakı‘a ben de bundan otuz sene evvel ( Kalıriyyat) da

Mmarradır feyzayi feyzimiz şeyni temennadan: Bize dadı ezeldir zirden , balâdan istiğna: Çekildik neş’ei ünımidden , tuli emellerden O mecnunuz etdik vuslatı leylâdan istiğna .

kıt‘asını yazarken « Bala » ve « Leyla » kelime­ lerinin musikisine kapilmışdim •

Bu manzumenin son iki kıpası şunlardır :

Gecesi çok , gündüzü y o k , hazanı bol , kışı var Zulmetleri birer Kutup, gölgeleri Kerbelâ .. Havasızlık eritiyor, dinç ruhuma her yer dar Mabedime bir parça nur, aman Mevlâ, hey Mevlâ ! Gecelerim kandillidir, gündüzlerim sis bağlar Kalbim öksüz, ruhum öksüz, vicdanım pek perişan ; Vecde dalan enkazımda ne bir ışık parıldar ..

Her yer siyah, bahtını siyah, bu ne, zindan ne zindan!.

« Vecde dalan enkazında ne bir ışık parıldar » mısralından sonra dilimizin şivesi diğr bir « ne » aratdırırken bunu bulmamak da, yalnız vezne ehemmiyyet veriImeşindendir .

(8)

5868 İ Ç T İ H A T

manzumesidir. Bu ( Içtihad )da neşr olunmuşdur. ( A rzuhal) manzumesinin şu kıt‘ası hiç az gü - zel değildir:

Ak saçlı ninemin harap bağından Dün akşam iç çekip baktım enğine ! Sürüler inerken köyün dağından , Yaşlı gözlerimle aktım enğine !

Şu ( Yalnızlık ) manzumesinden

Kâfir ıstırabın keskin süngüsü , Sürüyor hüznüme yılan sürüsü .. Yadımda canlanan gurbet türküsü Bağrımda çırpman cana benzeyor ! Bu küçük başımın derdi büyüktür, Bahtım yaya kalmış beli büküktür .. Fikrim baştan başa yıkık , döküktür Yolcusuz bekleyen hana benzeyor 1

Çalmadan yeşimi kaldırımlara , Açıldı nefsimde binlerce yara .. Varlığı hasretle yanınca Safa: İçdiği mey değil kana benzezor !.

1‘tiraz götürmez göüzelliklerle güzeldir.

Hulâsa İsmail Safa Bey , bir parça grab edebiyyat ve fikriyyatile temasını artdınrsa inkişaf edebilecek bir fıtratdır . Onu teşci* ve teşvik etmek vazifedir , teşci* ve teşvik edil - mek de onun hakkıdır. Şi*rin şi‘arına Düşünen

M usiki nin dibacesinde şerh etdiğim şi'arına

ıttila* ve iltifatı artacakdır, buna hal ve şali müsa‘iddir. O zaman şi‘rin içtima'î şime ve şi­ vesi manzumelerine başka güzellik ve kuvvet

verecekdir. A. D.

KARELER SÜTUNU REDHOUSE

Merhum James Redhouse un (Ceyms Rcdhaus) hayatı hakkında Muhit mecmu*asmm Ağustos nüshasında çıkan muhtasar makalemi, Içtihad m 353 üncü sayısına geçirmeğe lâyık saydığınızı görmek beni hem mütehassis hem de memnun etti. Türk filologisine ve beynelmilel alâkalarına bir Ingilizin böyle büyük hizmetlerde bulunmuş olması okuyucularınızdan bir çoğunu benim gibi hayretde bırakmış olmalı.

James Redhouse ¡un hayatındaki başlıca vak‘aları kısaca şöyle icmal edebiliriz: Red - house 1811 senesinde Ingilterede doğdu ; ilk d efa Türkiyeye geldiği zaman on beş yaşında id i. Sekiz sene sonra Ingilizce-Fransızca-Türkce bir luğat kitabı çıkarmak için yine İngiltereye g itti. Fakat bu işde muvaffak olamadı. Ondan dört sene sonra , ya‘ni 1838 sensinde tekrar Türkiyeye gelerek önce Sadrı Azam Paşanın , sonra da Hariciye Nazırının hususî tercümanı oldu. Mehmet Ali Paşa [*] muharebesinde , ve daha sonraları Acemistan Muahedesinin muvaf- fakıyyetle neticelenmesi hususunda çok mühim hizmetlerde bulunduktan sonra işden çekilerek ingiltereye avdet etdi ve ömrünün baki kısmını kendi büyük luğat kitabına hasr e td i. Bu luğat

t*l Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa. [İçtihad]

HAKKINDA 16 İkinci T. 1932

kitabında, Türkçe, Arapça, Acemce ve Şark Türkçesi lehçelerince tanınmış her kelime bu

lunacak, bu kelimelerin j hepsi harf sırasile tertib olunacak ve şa‘ir ve muharrirlerden muk­ tebes mufassal cümleler bulunacakdı. Bu eser öyle bir vasi' mikyas üzerinden yapıldı k i , içinde başlı başına elli sahifelik yer tutan ke - limeler var . Bu gün Redouse ismini taşıyan Türkçeden İngilizceye büyük lügat, bu mu‘az- zam eserin ancak bir cüz’üdür. Mü’ellifin 1893 senesinde vefatı, eserin yarıda kalmasını intaç e td i. Kelimelerin Türkçe ma‘na ve tarifelerini havi on iki cild müsvedde Istaııbula gönderildi ve bu on iki cildin İngilizce mukabili hâlâ Londrada British MuseuM ( Britiş Müzyüm ) de mahfuzdur.

Bu büyük adamın hayatı hakkında adam akıllı yazılmış bir kitap bulunmaması hayretimi mucip oldu. Ben bu mücmel ma'lûmatı luğat kitaplarını ve mecmu'a makalelerini araşdır - mak suretile bir araya topladım. Bütün bunlar ise, Türkiyeyi yakından tanıyan zatlar t a r a ­ fından yazılmış olmadıklarından şümul sahaları pek mahduddur . Bana öyle geliyor ki , Bey efendi, Redhouse un hayatı Türk menba'la - rmdan araşdırılacak olursa, mes’ele bu müs - tesna adamın işini ve şahsiyetini lâyıkile mey­

(9)

İ Ç T İ H A T 5869

dana çıkarmakla kalmaz , ayni zamanda Türk Tarihinin meraklı bir devresi de tenevvür etmiş olur. Fuat [*] ve Ahmet Vefik Efendi [**] lerin dostu ve kalem arkadaşı olmuş, ve ayni za - manda Ingiliz elçisi Redcliff in mu'temedi mev­ kiinde kendisine gayri resmî ağır vazifeler yükletilmiş bir adam , her halde muasırları üzerinde bir intiba4 bırakmış olsa yeri v a r. Türk dostlarının kayıdları arasından bu meşhur hığatşinasın yeni ve canlı bir tasvirini alıp gö­ zümüz önüne koyacak acaba kimse yok mudur? Elime şu fırsat, geçmişken , müsaadenizle , bence eheuımiyyetli görülen diğer bir noktayı da arz edeyim. 1890 senesine doğru Redouse un buraya gönderilen on iki cild luğat müsvedde­ leri acaba ne oldu? Edebî Türkçe lisanının dört başı ma‘mur bir esas üzerine kurulmak üzre bulunduğu böyle bir zamanda , bu eski eserin ölçülmez bir kıymeti olacağını zannetmemek elimden gelmiyor . İstanbul kütüphanelerde alâkadar dostlarımdan hiç biri şimdiye kadar bu müsveddelerin bir kaydını bulmağa muvaf - fak olamadı ; Redhouse un biografisini yazan Ingilizlerse bu müsveddelerin Istanbula gönde­ rildiğini pek kat‘î olarak söyliyorlar. Eğer bu müsveddeler hakikaten kaybolmuşsa British Museum deki İngilizce müsveddelerden istifade etmek kalır .

Bu vesile ile hürmetlerimi te’yid ederim , efendim. I • L y n ıa n IVlac C a llu m

K A R T A L VE T İLK İ Esope hikâyelerinden :

Bir kartal ile bir tilki arkadaş olurlar. Ra­ bıtalarını sağlamlaştırmak ümidile beraber ya­ şamaya karar verirler. Kartal havalanır , çok yüksek bir ağaca yerleşerek yumurtlar . Tilki de ağacın altında bulunan çalılıklara sokularak oturur. Fakat bir gün tilki, gıda aramak için çıkıp gittiği bir sırada aç kalan kartal tilkinin yavrularını kaldırır ve kartalcıklarıle kendine ziyafet çeker. Dönüşte tilki olanı biteni göre­ rek yavrularını kaybetmekten fazla intikam alamamaktan kederlenir . Hakikaten kendisi gibi dört ayaklı bir hayvan kuşu takib e d e ­ mezdi • Zayıfların ve iktidarsızların yegâne kudreti olan düşmanım uzaktan telin etmekle

[*] Sadrı A1 zam Fu’ad Paşa . [’*] Sadrı A‘zam Ahmed Vefik Paşa.

iktifa eder. Kartal arkadaşına eliûği ihanetin cezasını çekmekte gecikmez . Günün birinde köylüler kırlarda bir keçiyi yakarak kurbanf*] ederken Kartal ma'bedde, henüz yanmakta olan ciğeri kaparak yuvasına götürür. Sert bir rüzgâr esmeğe başladığından ağacın kuru bir dalı tu­ tuşur ve daha uçmağa muktedir olmayan kartal yavruları yanarak yere düşerler. Tilki hemen koşarak kartalın gözü önünde hepsini parçalar. Bu masal dostluğa ihanet edildiği takdirde aldatılan kimseler zayıf ise intikamlarından belki kurtulmak mümkün olduğunu fakat her halde Allâhın cezasından kurtulmak kabil ol - madiğini gösterir.

* * *

K A R T A L V E O SU R G A N BÖCEĞİ

Dişi bir kartal bir tavşanı takib ediyordu. Tavşan kurtuluş olmadığını anlayınca gözüne ilişen yegâne mahluktan imdat ister; bir osur­ gan böceği v ard ı, osurgan böceği ona teminat verdi ve kartalın yaklaştığını görünce kendisinden

istimzaçta bulunan tavşanı öldürmemesini rica e t t i . Fakat kartal > küçük böceğin ricalarına ehemmiyet vermiyerek gözleri önünde tavşanı parçaladı . O günden sonra osurgan böceği, kin besliyerek kartalın nerelerde yuva kurdu­ ğunu gözetlerdi ve ne vakit kartal yumurtlarsa, osurgan böceği uçar ve yuvadaki yumurtaların hepsini aşağıya yuvarlayarak kırar. O kadar ki kartal hiç bir yerde rahat bulamıyarak ilâhlar ilâhı Zeuse, müracaat eder.( Zirâ bu kuş Zeuse, tahsis edilmiştir ) ve ondan yavrularını sakla - mak için emin bir melce’ bulmasını ister ve rica eder. Zeus eteklerinin içinde yumurtla - masına müsaade eder . Fakat osurgan böceği bu kurnazlığı sezer, çamurdan bir toparlak ya­ par ve u çar. Zeus ün kucağının üstüne varır varmaz düşürür. Zeus kucağındaki yumurtaları unutarak ayağa kalkar ve çamur parçasını silker ve böylece yumurtaları yere düşülür .

O zamandan beri derler ki osurgan böcek­ lerinin çıktığı mevsimde kartallar yuva yap - uıazlarmış .

Bu masal hiç kimseye nazarı istihfafla bakılmamasını öğretir ; daima bir hakaretin intikamını alamıyacak hiç, bir zayif mahluk ol- madığınının göz önünde bulundurulması lâzımdır.

T c v fik F u a t [*] Masal eskidir. Yunanı kadimde yakmak suretile İlâhlara keçi , koyun ve buna benzer bir çok hayvanlar kurban edilirdi.

(10)

5870 i ç t i h a t

ş i ‘ İR

İh tiy a r K ızlar

Geçtiler rüzgârın geçtiği yoldan , Yine kimsesizler, yine yalnızlar.. Maziyi andıran bu eski yoldan Geçtiler bu akşam ihtiyar kızlar..

Bir sırdır kalpleri hiç anlaşılmaz , Kalplere gidilen yollar aşılmaz , Kalpleri, açsa da bahar , açılmaz , Her dem kimsesizler, her dem ıssızlar..

Gülümser gibidir gözleri yakın Bir fecrin ebedî nuruna , dalğm .. Bu akşam ufukta yükselen tâkın Altından geçtiler ihtiyar kızlar..

A h m e t K utsi

Akrostişler Serisi: 2 B e cl i a

Birden bire şimşek gibi çakdındı içimde; Elbette melekler görünür böyle biçimde . Dilber yüzünün cazibesinden alev aldım , İsmindeki ilham ile ben baş başa kaldım: Âteş kızı sen kimleri bilmem yakacaksın !...

İrfan E m in

. N a m ık K em a le

Bu günkü ihtifali hatırasile

Ulu dâhi > koca simayi Kemal ! Ne ayib , yadını etmek ihmal; Mavi atlas göğü , al al kefene Döndüren şanlı hayalinle , yine: Ruhunun şi‘ri ki haşmetle güler , Yüce takında semanın yer yer!.. Batı yokdur sana , giiııdfiz ve gece : Güneş açdıkça vc Ay güldükçe !

25 Teşrini sani 1932 Filorinalı NÂZIM O leıı B ülb ül

[ Soula ya ]

Gönüllerde çağlardı kalbinin iniltisi . . Hergiin neş’e bulurdu coşğun aşkının sesi Bakçemin güllerinde gezen bir bülbül vardı..

Nihayet fidanları konca vermez olunca Rüzgârlar bu bakçenin güllerini yolunca ; Bülbülümün içini gizli bir keder sardı . .

Son baharın nefesi yaprakları sararttı Bülbülüm uyanılmaz uykuya o gün yattı; İlk olarak gözlerim işte o gün yaşardı..

F e r it A li

T er e n n ü m

Ben geceler geçirdim asya bağçelerinde Daldan dala sarılan goncaların yerinde

Ben geceler geçirdim -Asya bağçelerinde ; Yeşil geymiş fidanlar yıkıldı dört yanımda Yıldızların zehrile güller yandı derinde Akan ateş selinden dumanlar var kanımda...

Semaların göğsünde fağfur sesler kırıldı, Ağlayan ahuları alıp gitti rüzgârlar Çanların madeninden tellerle haykırıldı; Zillerin son ahım şafaklar yolda arar.

Çekmiş gümüş etekler ölümden beldeleri İnciler kanamadan karanlığın önünde Şallar şadrvanların sesile örtmüş yeri Allahın ilk nağmesi duyulan büyük günde .

İç kız geldi bağçenıe ellerinde sazlarla, Bir sevda kitabından -son faslı inlediler . Çehreleri aylarda süzülürken nazlarla , Bağdadın, İsfahanın fecrini dinlediler.

Ben geceler geçirdim Asya bağçelerinde Asya bağçelerinin güller yanan yerinde ...

S a lih Zeki

B a lık ç ın ın Ş a r k ısı

Varsın deniz kabarsın , varsın oynasın sular, Sen, derd dökme denize; halden bilmez dalğalar. Biraz fazla oynasa , fazla tizse ne çıkar ? Sevdiğine nazlanır , sevgililer balıkçı .

Yorulursan saplarken kürekleri , derine ; Hasta karının yiizü lıız versin ellerine ; Çoluk çocuk kaç gündür evde ekmek yerine , Sade su da haşlanmış , ot yediler balıkçı .

(11)

t Ç T t H A T 5871

Varsın ipler inlesin , bırak kudursun sular, Varsın , çılgın sesile ferman okusun rüzgâr, Bu, yolun ilk yolcusu sen değilsin balıkçı, Kaç annenin bağrını bu yolun kahrı oydu; Bu, ölüm mihrabına kaç balıkçı baş koydu... Ağlaınışdın onlara ... sen, bilirsin balıkçı .

Z iya H aşiııı T ü r k ü

Güller sarardı soldu Çimen dikenle doldu Qit sor gönül ne oldu Bu bağın bülbülünden . Deldi beni gam oku Yazımı yare oku Sor niçin gelmez koku Zülfünün sünbiilünden • Bir sam yeli yokladı Gönülleri okladı Kim derdi kim kokladı Bu bağların gülünden . Ateşim yaman oldu Bağrim yine kan oldu Yolum toz duman oldu Ateşimin külünden. Coşdukca muhabbeti Yakdı beni firkati Kim ayırdı Hikmeti O gülün kâkülünden .

Eskişehir A li H ik m et

A n a d o lu i r im le ..

Dağlar , taşlar morardı , Yürekleri gam sardı . Her ğiin gönül ağlardı Anadolu içinde . .

Bağdan bir yoldaş geçdi, Kan dolu bir baş geçdi ; Önümden dağ, taş geçdi Anadolu içinde . . Gözlerin dumanı var , Yiğitlerin şanı var ; «Güzel» in her yanı var Anadolu içinde . ■

Ali R auf

M adrigal

Donne-moi le bouquet de roses d’anathême ; Que ses fauves pollens brûlent mon odorat, Je désire effeuiller l’insaisissable thème Sous les pieds, ô Beauté, de ton génie ingrat.

Je serrerai ta grâce entre mes rudes bras , Où la banalité de te dire « je t’aime'» , N’est commise jamais ; loin de tout apparat, Je soûlerai du vin d’orgueil ton âme abstème.

Le sourire navrant de ce lis idéal

Cherchant sous ta paupière un ombrage féal Gorgera tes yeux lents de sa lumière saure.

Ton glaive indifférent en frémissant d’émoi Versera ses éclairs, purs et tendres, sur moi Et ma nuit bénira ta monstrueuse aurore .

Wien 1902 Dr. AB. DJEVDET

SOLMAYAN GÜZELLİKLLR : b g' jl ïlji

C ıH ‘li V. ] • i>k,° ) fû j cb i>bji

Benim feryadım o tabibin elindendir ki , yaralı yüreğimin dermanını biliyordu, derman göndermedi .

t i3' ^ 3 ^ ¿-î j j

i -V..5.Ş* d 'j y'.r-“ y t 3' c i f / û->3 «T

[ J e \jW-, 1 ■ .53' •dO, X

Şarabdan lâle biten yüzünde şarabın hara- retile jaleler biter . Senin elinden piyale alan bir el toprak olursa o toprakdan piyale biter.

O J j'i” jA

« Almanyanın sabık Baş Vekili son gün - lerde irad etmiş olduğu bir nutukda şu söz - leri sçylemişdi :

C han işsizlik derdinden , ancak bir Ltimad havası içinde miimkin olan müteuırkiz bir çalışına sayesinde mümkin olur. Bu ise ta‘mi- rat ve terki teslihat mes’elelerinin hali edil - ınesine mevkufdur . » ser namemizi tekrar ederiz :

. dİ*.wJ \£~ ôÜ

*-Muhale mu'allak olan şey muhaldir. fr lilın d

(12)

5872 İ Ç T İ H A T

A SY A İLE Ç A R P IŞM A T E H D ID L E R I [ Devam ]

Mes’eleııin bu esaslı ciheti Sarraut nun n a ­ zarı dikkatini celb etmemiş göründüğünden vaktile Fransa hükümetinin Asya da icrasına beni tavzif etmiş olduğu bir tedkik seyahatin­ den sonra Hindistan a d air neşr etdiğim ki - tabda bu hususda yazmış olduğum sahifelerin bir kaçını icmal edeceğim :

Askerî ırıiibarezeler kitle halinde bir çok adamları öldürür. Fakat Şark ile Garb arasında hazırlanan İktisadî miibarezeler , muslihane olduğu için daha az harabiyyetlere badi ol -

mayacakdır .

Bu güıı cihanı değişdiren sıııa‘i inkişaf ne t ¡cesinde, vaktile olduğu gibi Garb tarafından istila olunmaya bedel Şark, Garbı, ticarî olarak istilâ etmek istemekdedir.

Bu istilâlar daha ziyade korkuııçdur. Çüııki kendilerde beraber ne askerler, ııe toplar, ya‘ni mağlub edilecek hiç bir şey getirmezler, yalnız nıağlub edilemiyen kuvvetler getirirler.

Vaktile kuvvetlerin muharebe aletleri olan silâhlar, cihanın vaz'iyyeti lıazırasında yavaş yavaş tebdili suret etmekdedir. Bundan sonra galiba milletler toplardan ziyade sına‘î ve zi - ra‘î mahsullerde nıübareze edeceklerdir.

Böyle bir mtibarezede , galebe, garp tara - fında kalmakdan yavaş yavaş çıkmakdadır . Buharın ve elektrikin te’siri altında iki dün­ yanın biri birine yaklaşması neticesi olarak sınai zirai mahsulat kıymetinin ve biııa’eıı'a- leyh kıire’i arzın üzerinde yevm iyelerin müsavileşmesini husule getirecekdir .

Bu yevmiyyelerin vasati kıymetini [ ya‘ııi bir gün çalışma ücretini ] ihtiyacı az olan ve bina’eıdaleylı daha ucuz istihsal edebilen kavm- leritı iktifa etdikleri gündeliğin kıymetini ta‘- yin eder .

Böyle bir rekabetde , dünyanın e k s e riy e ­ tini teşkil eden ve ayni zamanda bütün kavın leriıı en kana‘atkârı olan Şarklımı, ister iste - mez yevmiyyelerin nazımları olacaklardır . Bu yevmiyye ihtimalen bir az yiikseleeekdir fakat

AvrupalIların yevmiyyeleri büyük bir mikyasda tenezzül etmek zarurî olacakdır.

Beşeriyyetin ilk safında daha bir müddet kalmak ve istihale kanunlarının insanları , Imperatorlukları, ve İlâhları ister istemez sevk etdiği girdaba pek siir‘atla yuvarlanmamak is­ terlerse torunlarımız ağır bir vazife karşısında bulunacaklardır.

*

* *

Şu kısa hülâsa, bu gün AvrupalIları bu ka­ dar işğal eden cılız siyasî meselelere nisbetle Şark mes’elesinin yakında ne kadar vahim, ne kadar ağır olacağını izah eder . Mes’eleferin belki en miihimmi, Japonya satvetinin çabuk büyümesile tehaddüs edecekdir. Bu yeni Dev­ let, Şarkda Almanlar ve İngilizler tarafından Garbda teemmül olunan hegemonyaya müşa­ bih bir hegemonya [ ya£ni fâ’ikıyyet ] icra edecek göriiıımekdedir .

Şimdi bütün ecnebi nüfuzlarından kurtul • muş olan Japonya, btiylik Devletlerle müsavat dairesinde mıratnelede buluıımakdadır. Mutte- hide’i Amerika bu küçücük memlekete bir asır evvel Avrupanııı pek az tanıdığı ve bu giin şa­ yanı nazar bir büyüklük kesb etmiş olan bu küçücük memlekete endişeli nazarlar atf ediyor. Dünyanın en büyük İmperatorluğunu, haysiy- yet şiken bir sulhname imza etmeye, cihanın mucibi hayreti olarak , mecbur etdiği güne kadar küçük Japon kavini mühmel kald ı.

« Tulu* eden Güneş İmperatorluğu [Empire du Soleil Levan t ] fl] inkita'sız terakkiyatı sa­ yesinde büyük Devletlere baş tutacak istFdad- dadır ve Asyanııı hüdavendi olmayı istihdaf ediyor. Başlıca kuvvetlerinden biri nüfusunun stiFatle artmasıııdadır. Garp kavminiıı bir çoğu veludiyyetlerinin azaldığını gördükleri halde Japonların tevelliidatı her sene bir milyon ka

-[1] Mallını olduğu üzre Japonya bayrağı doğınakda olan bir güneşi temsil eder. Bu sebeple Japonyaya Güneş

(13)

İ Ç T İ H A T 5873

dar artmakdadır. Hatırlatmışdıuı ki 1870 ta ri­ hinde otuz milyon nüfusu olan Japonyannı , bu giin nüfusu altmış milyonu geçmekdedir.

Bu sür‘atlı nfifus artması, fazla nüfusunu aktarmak için , Japonyayı , başka arazi aramaya cebbar an e , mecbur etmekdedir . Bu fazla’i nüfusu , zaten haddinden fazla nüfuslu olan (Çin)e yerleşdirmek imkânsızdır . Mutte - lıide’i Amerikada , İngiliz Doninioıı larında , Avustralya da, Kanada da v.s. de yer eksik de­ ğildir. Fakat Amerikalılar ve îngilizler Sarıla­ rın istilâsını , hiç bir veçh ile kabul etmek istemiyorlar ve bunun için gösterdikleri sebeb pek kuvvetlidir. Filhakika , şunu ileri sürü - yorlarki kanaatkârlığı sayesinde, beyazlardan çok daha az ücretle çalışa bilen sarı [yahıi J a ­ pon] beyaz ırka mensiib ameleye karşı hara - biyyet engiz bir rekabet yapabilir . Sonra da şunu dernıeyan ediyorlar, ki Japon ırkı, beyaz ırkdan pek çok daha ziyade siir'atle artdığın - dan yalnız bu artma keyfiyyeti neticesi olarak A v s tr a ly îi v e M ııtte lm le ’i A m e r ik a bir kaç sene zarfında hakikî Japon miistemlikesi olur , Bina’eıı'aleyh Muttehide’i Amerikanın Albert Sarraut nun insaııiyyetkârane nasihatini ta‘kibe ya‘ııi Japoıılara yer açmak için bir az sıkışmaya hiç mütemayil olmadıkları anlaşılıyor. Yakında artık hesleyemeyecekleri fazla’i nüfusu bir yere aktarmaya mecbur oldukların­ dan, bunları topraklarına kabul etmekdeıı im­ tina* edecek kuvvetlerle ister istemez intiba - rezeye gireceklerdir.

• Cihanın hali hazırında gayri melhuz ilmi keşfiyvat olmadığı takdirde , yine fazla’i niifusdaıı münba'is Germen istilâlarına karşı Roma imparatorluğunun mübarezeleri kadar bu mübarcze dahi içtinab olunması gayri kabil görüıımekdedir.

* -* *

Japonları tanıdığımdan beri Japon kavmine çok muhabbetim vardır . En mümtaz mümes - sillerinden , o zaman Japonyanın Paris Sefiri olan Baron Motoııo ile pek dostdum . Bn müm­ taz Devlet adamı benim kitaplarımdan bir ço­

ğunu Japncaya terceme etmek ve siyasî psy - chologia ya da’ir kitaplarım hakkında uzun umûmî bir tetebbu'naıne neşr etmek Iutfunda bulundu . [1] Ekseriya vazıh bir hail ii fasla destres olmaksızın , arz ettiğim mes’ele h a k ­ kında onunla müdavele’i efkâr etdik , ayni suretle inkişaf etmiş isti'dadlara malik olmayan akvam için Japonları bu kadar tehlikeli kılan, onların kanaatkârlığı, fetanetleri, ve,'kezâlik, veludiyvetleridir .

Biııa-,en‘aleyh hiç bir muslihane halli henüz görünmeyen bir mes’elenin hallini istikbale terk etmek lâzımdır.

* *

Yukarıda işaret etmiş olduğum coııferaııce da M. A, Sarraut yalnız Japonya ile Muttehide’i Amer ika arasındaki rııübarezeyi değil, Avrupanın bütün Asya akvamına karşı miibarezesini de derpiş ediyor:

« Eğer miitezad kuvvetler arasında bir uyuşma ha­ sıl olmazsa Tarihin en korkunç harbi infilak edecekdir ve bu harbin yanında , beş sene çekdiğimiz harp ancak bir keşf kollan nnısademsi kıymetinden başka bir kıymete malik bulunmayacakdır. »

Başlarında Rus orduları olarak Şark kavrn- leriııin bir güıı Garbı istilâ etmesi bediili ola­ rak mümkindir ■ Rus - Japon muahedesinin Japonya, Rusya ve Almanya arasında bir itti­ fakın mukaddimesi olduğunu bir gazete muhar- r ri te’mim ediyordu.

Bu türlü mevzu'lar üzerine bir sürü kor - kuııç tarziyeler kurulabilir . Fakat bunların havvizi husule çıkmaları , bîr harekti arz ve yahud seyyaremizin nâ kabili içtinâb olan so ­ ğuması gib i, üzerine lıiç bir te’sir icrasına ka­ dir olmadığımız vak'alar silsilesi gibi derpiş edilmek lâzım gelir .

[1] Biz bu tetebbu‘nameyi ( Bir Zekâyı Feyyaz ) ismile Türkçeye çevirdik ve bir çok ilâveler yaparak ve büyük hekimin müte'addid resimlerini ve el yazısını da koyarak neşr etdik . ( Kütüphane’i içtıhad ) m 48 inci kitabıdır. İçtihad abonelerine, isterlerse, ihda olunuyor.

(14)

5874 I Ç T ! H A T DAHİ Lİ K A V G A LA R VK HA L K

A R Z U L A R I

On sene içinde , Londres d a , Paris de akd edilen otuz konğranııı ve CenPiyyeti Akvam m nizamlarının maksudu , rakib kavinler ara­ sında Harbe mani4 olmakdı; fakat ayni kavinin siyasî fırkaları arasındaki münaza'a ile hiç bir kimsenin meşgul olmadığı görülmekdedir. Bununla beraber bu dahilî niza‘lar, haricî harpler kadar tehlikelidir. Macaristan da, Almanya da, İtalya da « Communistne » in muvakkat zaferi imtidad etseydi istilâ harplerinden daha ziyade tahribkâr olurdu .

Avrupanın ba'zı büyük memleketleri tize - rine atf olunan bir nazar , ictima'î kavgaların ne kadar tehdid edici olduğunu göstereeekdir.

Avrupanın ekseri memleketlerinin, Alrnan- yanın, Rusyamıı, Avusturyamn, Macaristanın, Yunanistamn, Bulğaristamn , Tiirkiyenin ete . ahiren ma‘ruzu oldukları bütün içtima'! inkı - lapların tarihçesini yapamayarak, yalnız büyük üç millet olan İtalya , İspanya ve Fransa yi nazarı mutala‘aya alacağız ■

* ■*

Comrnunisme in , Syndicalisme in ınuvaffa - kıyyetl ri Italyayi nasıl bir iğtişaş içine batır­ mış olduğu ma'lûmdur. Emlâkin ve darüssana- ‘aların yağma edilmesi ve katiller her günlük vuku‘at olmuşdu . Ordu müteredd d di. Nüfuzu Kıralinin te’siri temameıı sıfırdı. Bir felâketin karihülvuku4 olması önünde, eski muharipler, dilâver bir re’isin M. Mussolini nin kumandası sltında toplandılar , kesretli bir mîllî askerin başında, müstakbel diktatör Roma üzerine yürüdü ve kendisini reisi hükümet tanıtmaya Kıralı mecbur etdi .

Yeni hüdavendin Energie si az zaman içinde, bütün re’yleri kendisine kazandırdı . Socialiste ler kendilerini onun tarafdarı olarak i'lân et- diler . Bu mudahaio sayesinde İtalya dahilî kavgalardan kurtuldu .

Ispanya İtalya gibi dahilî bir harp teli

-didi altına diişdü ve o da ayni suretle bir dikta­ tör tarafından kurtarıldı . 1923 Senesi eylülün de Général Primo de Rivera tarafından vuku‘a getirilen darbe’i hükümet ve bundan çıkan askerî

D ir e c to ir e askerî idare, da’ima yekdiğerile

hasnıı can olan İspanya siyasî fırkalarını tema- men lağv etdi . Kanuni Esasiyi , Nazırları , A‘yatıı, hep süpürdü ve, - bunu teslim etmeli­ dir - bunların cümlesi memleketin hoşu udisini mueib oldu .

Fransa, sullıdan beri İtalyada ve İspanyada vaki' olanlara mümasil inkılaplara ma'ruz ol - inadı, fakat, her gün daha ziyade artan müfrit Socialiste lerin mütezayid müdahalesinin teh - didi altındadır. Atisi, Avrupanın muhtelif mem­ leketlerinin atisi gibi, dahilî harpleri hazırlayan fırkalarla bu harplerin önünü almaya gayret eden fırkalar arasındaki mübarezeniıı neticele­ rine bağlı olacakdır.

Tahrib ve takvim kuvvetleri arasında niza4 her gün büytimekdedir. Bu iki nevi4 kuvvetler, Fransada, takriben tevazün etmekdedir ; bu sebeple terazinin bir gözünü iki tarafdan bir ne meyillendirmek nisbeten kolay olacakdır .

Principe 1er;nin öldüğünü görmekdense mem­ leketin öldüğünü görmeyi tercih eden Jacobin nazariyyelerine uymak için, Socialiste lerin nü­ fuzu altında olan bir hükümetin, Vatican Se­ faretini ilga ederek bütün katolikleri ve kezâlik eski hürriyyetlermi ilga etmek da'vasmda bu­ lunarak Alsaslılarm ekseriyyetini terk etdiği vakit bunun bir isbatı görüldü. Hükümet idare etmek san'atınııı, nazarivyeleri tatbik etmek - den ibaret olmayub şe’niyyetleri de hisaba kat­ mak lâzım geldiğini anlayan yeni bir hükümet, hiirriyyetlerini kendilerine bırakarak Alsaslıları ve Papa nezdinde Sefareti tekrar teeis ederek katolikleri teskin etmeye muvaffak oldu . Bu pek sade idi: fakat, bir ân oldu ki m üfrit­ lerin ta‘assubu o derece korku i İka ediyordu ki çok geçmeden emirlere munkalib olan tel - kinlere mukavemet etmeye, tabansız Nazırlar cesaret edemiyorlardı.

(15)
(16)

ABDULLAH CEVDETİN TABUTU

__________ ÖNÜNDE__________

T ürk etıb b a m ııh a ıle n e t c e m iy d i n a m ın a A b d u lla h C ev d et B e y in m e z a r ın d a

D o k to r M azlıar O sm an B e y in o k u d u ğ u h ita b e :

Abdullah Cevdetin samimî dostlan , bugün sevgili muhibbimiz Abdullah Cevdeti toprağa terkederken , bu son vazifeyi yaparken hepi - niziıı hatırasında merhumun hayatından birçok sahneler elbet benim gibi canlanıyor. Harputun sinesinden çıkan bu berrak suyun büyüye bö - yiiye nasıl koca bir nehri irfan olduğunu , nihayet daha d(in bütün şaşaasile bizlere içti­ hat nuru saçan bu hazinei faziletin bir ânda .kara toprağa gömüldüğünü düşünüyorsunuz . Her faninin ergeç ölüm mukadderidir . Lâkin her faninin kıymeti bir olamaz. Bugün toprağa bıraktığımız milyonlar değerinde bir hazinei irfandır . Yarım asırdan fazla zamanda güzel bir say ile tedricen nümalandırılmış cihan değer bir sermayedir - Abdullah Cevdetin kıymetini cehl takdir edemez, çünkü o ancak bir mîite hassısııı dakik gözile takdir olunabilen bir cevherdi.

Abdullah Cevdetin nasıl yetişdiğini , ne hizmetler ettiğini göz önüne getiriniz. Bu bar- putlu çocuğun parlak zekâsının askerî tıbbı - yede nasıl inkişaf ettiğini , istibdat devrinde nasıl kabına sığmayarak zulma isyan edenlere bayraktar olduğunu hatırlayınız . Hürriyet yurdu olan tıbbiyenin ilk çocuklarından biri Abdullah Cevdet t i . O Avrupaya birçok emsali gibi bir serseri ruhla, muhitinden niçin şikâyet ettiğini bilmeden gösteriş olsun diye cereyana kapılarak gitmedi . ^Alfieri ııiıı istibdat eseri gibi eserler, buhnérler ,}bu genç ruhu coştur - miıştu . O Avrupaya hür olmak, hiir yaşamanın yolunu öğrenmek, evet, bilhassa birşey öğren­ in k için gitti. Zaten Abdullah Cevdetin h a ­ yatı öğrenmekle ve öğretmekle geçti. Cevdet yurtsuz kaldı, parasız kaldı, dostsuz kaldı . Fütur getirmedi çünkü o sade kitapsız ve ka- lemsiz yaşamazdı, onu da her yerde doyadoya buldu • Susamış ruhunu doyurmak için zıilâli irfan çeşmesinden bir dakika dudaklarını ayır­ madı , muhitinin takdir ve tenkidini hatıra bile getirmeksizin bildiklerini, inandıklarını kork

-maksızm daima yazdı . Avrupa hazinei irfanını şarka taşıdı, Millete yarım asırdan fazla hoca­ lık e tti, menfai ihtiyarisinde Avrupada boş bir ömür geçirmedi, sade politikacılıkla v a k ­ tim öldürmedi , hergün yeni bir şey öğrendi . En eyi eserlerini -tercüme ederek kâh şeks - pirleri , bayroııları , şilleri Türklere öğretti , kâh Ömer Hayyaııı gibi şarkın en yüksek bir dehasının en kıymetli metrukâtını bize tanıttı, Anglosakson kültürünün yüksekliğine kanidi . Gustave Le Bon gibi bir büyük mütefekkirin birer kamus kadar büyük , insaniyete kılavuz­ luk edecek kadar değerli eserlerini birer birer lisanımıza tercüme e tti. Abdullah Cevdet ara- sıra heveslendiği edebiyatta güzel şiirler yazardı, şiirlerinde güzelliği fikir inceliğinde, hayat felsefesinde bulur , onları pürüssiiz bir üslûpla , yüksek bir kudretle manzum olarak Fransızcaya naklederdi. Abdullâh Cevdet b'r Türk muharriri idi, lâkin arabîde farisîde vu­ kufu olduğu gibi fransızcayı da pek eyi, amma pek eyi bilirdi, Almanca ve İngilizceye âşinâ id i, son günlerine kadar İngilizce çalışırdı .

Abdullah Cevdet hakikati eşyayı anlamağa hasrı hayat etmiş bir âlimi hekim bir filosoftu . Cahil mutaassıpların zannettiği gibi bir rafazî ve mtilhid değil , fikrile vahdaniyeti bulmuş , kalbi le âsarı hilkati sevmiş hakikî bir muvahhid idi . Oyunbazlığın, dinî hurafelerin, din perdesi altında oynanan maskaralıkların , terakkiye enğel olan cahilâne taassubun düşmanı idi • Hakikati söylemekten yılmazdı . Herkesten birçok sene evvel doğruyu gördüğü ve bîmuhaba söylediği için zamanının haksız tarizlerine uğramıştı . Hepimizin vicdanı itiraf eder ki Abdullah Cevdet yüksek irfan ve faziletle hepimize hocalık etmiştir , o bir şey olmak , bir şey kazanmak için değil , fîsebililhah ika- fennin amatörü idi. Mütefenninlerin, miitefek - kirlerin gönüllü dostu idi . Kafası dolu herkesi kendisine karşı nasıl his beslerse beslesin se - verdi, haftada bir gün Çarşaııba günü akşamı

(17)

5876 İ Ç T İ H A T

evine tanıdığı biitiin erbabı irfanı çaya çağı - rırd ı, az söylerdi, daha çok dinlerdi , oım bu içtiınalar canlandırır , hayat‘cidalinde k u v ­ vetlendirirdi ...

Abdullah Cevdet kadar memleketimizde umumî irfana çalışmış yoktur dersem ancak bir hakikati söylemiş olurum . O hiçbir yerden himaye görmeksizin kendi kendini yarattı , yarattığı eserler ise bir adama ebedî nam bıra­ kacak derecede çok ve kıymetlidir . Cehle , taassuba karşı kullandığı keskin kaleminin belki bugün dostundan ziyade düşmanı vardır, lâkin ona şu mezar başında toplanan, onu pek eyi anlayan bu mahdut samimî dostlar kâfidir. Onun simasını göremeyen müstakbelin sayısız gençleri, Cumhuriyetin atîdeki evlâtları tiirk - lere ilk hürriyet dersini veren . Avrupa ede - biyatmı ve ediplerini tanıtan , garbın büyük filosof ve âlimlerinin fikirlerini Türk gençliğine aşılayan , asırlardaııberi kadınları kapalı ve erkekleri püsküllü bir belâyi başında taşır gör­ dükçe en ağır küfürle ittihaınedaıı mt'iraî softalığa hücumda pişdarlık eden, Balkan ıııu

harebesinde asri silâh ve terbiye ile mücehhez dünkü tebamız bulgurlar Çatalca hattını yar - mağa çalışır, altı yüz senelik asil bir İmpe - ratorluğu devirirken askerlerimize hergiiıı sekiz yi|z defa bilmem ne duası okumayı telkin eden şeyhülislâmların beyannamelerde acı acı istihza eden hür fikirli, münevver kafalı, ces sur kalemli Abdullah Cevdeti derin bir hür - metle yad edecektir. İçtihadı ve istikbali için muhitinden teşvik görmemiş , mahkemelerde sürünmüş, hakaret görmüş, parasız bırakılmış, her fikir adamından ziyade hırpalanmıştır .

Lâkin o yine metin bir müçtehit tavrile içtihadından hiçbir fedakârlık etmemiştir. Onun dünyada iki düşmanı vardı: Cehille Taassup. İnsanların hepsini severdi, dostunu da düşma­ nım da... Sevişmeyi, birbirine kin bağlamamayı herkese tavsiye ederdi . Abdullah Cevdetin soğuk kanlılıkla , büyük bir havari gibi bu giiç nasihatları en sevdiği dostlarını bile isyan et - tirird i, Avrupadaıı intikam diye bağıranlara harple, kinle değil onlar gibi çalışmakla te

-rakki etmekle derdi . . . İçtihadına giicenıip selâmım bile çok görenlere muhabbetle sa - rılırdı .

Abdullah Cevdet ahlâksızlığın , içkinin , hattâ tütünün bile düşmanı idi . O insanları temiz aile, samimî cemiyet halinde görmeyi sever ve isterdi. Her halile hepimize ııümune olacak bir aile babası id i. Ferdiyetçiliğe büyük kıymet verirdi , herkesin irfan ve teşebbüsle mücehhez olmasını hür ve müstakil yaşayabil­ mesini temenni ederdi , Cevdete göre insan yaradıcı olmalı , evini, yuvasını kendisi kur - m alı, say semeresine bakarak bunları ben yaptım diye bilmelidi , onun için Bolşevik fikirlere muarızdı ve cemiyet için tehlikeli bulurdu .

Abdullah Cevdet! Sevgili dostum, daha dün aramızda idin , bugün mazi oldun , seni dostların unutmayacaktır, lâkin gelecek nesil­ lerin kalbinde hepimizden daha fazla hürmetle yaşayacaksın .

ÖLMEZ A P T l LLAII C E V D E T ’E

VE

F atm a A p. C ev d et H a n ım e fe n d iy e

Bundan kırk yıl önceydi , saray burnunun münzevi bir köşesinde, bugün askerî bir depo olan eski Tıbbiyenin beşinci ( ilk ) sınıfına talebe olarak girmiştik, içinde « Hürriyet ka­ zanı » kaynıyan bu yurtta, bir taraftan bazı muhterem Hocaların remizli bakışları ve söz - leriyle. Öteden de el altından gezdirilen * is - tipdat » aleyhindeki yazılarla genç kafaları - mızda başka bir düşünüş ve başka bir âlem doğmaya başlamıştı : Tabiat bilgileri dersleri almıya başladık , manevî hüviyetimizde yep yeni bir ufuk açılmıştı. Bir sınıf üstümüzdeki talebeye, hele son smıftakilere müştak gözler ve tazimkâr hislerle bakardık . Bu hayat çok sürmedi: Istipdat geldi, çattıydı ! Tattığımız hürriyet günlerinde bize yüksek sınıflardan birkaç baş gösterdilerdi , onlardan biri de APTULLAH CEVDET’T İ . Dedilerdiki Bunlar« istipdat aleyhtarıdırlar, hürriyet âşıkıdırlar !.»

(18)

i ç t i h a t 5877

- İstipdat ve hürriyet! » , bunlar yeni işittiğimiz sözlerdi. Aptullah Cevdet, bu işlerden başka da Büchner’lerle , Darvvin’ierle uğraşıyordu . Hatırımda kaldığına göre o sıralarda « Fisiyolociyayı Dimağ » namiyle bir de kitap bastır -inişti . Bununla biz onu « Maddîyâtçılığııı » naşiri çehresiyle,de tanımıştık. O, Doktor oldu, tam 35 yıl geçti, ne gördüm , ne de hayatını takip ettim . Son beş sene zarfında aramızda ailevî bir tanışıklık ve şahsî bir dostluk baş -lad ı. Bugünün aziz ölüsünü ben , yine ta o mektepteki tazimkâr hislerinde selâmladım . ölümünden beş gün önce bana telefonla ( A , birader, bana « angiııe de poitrine nöbeti » geldi ) dedi . İnanmadım , çünkü geçen sene tesadüfen damar gerimini ölçerek , yüreğini muayene ederek ( kardeş sen daha çok ya -

%

şarsın ! ) deni ştim ! ?. Çünkü kalbi de normal idi. Kim bilirdi ki » yüreğinin a ta rd a m a rla ­ rında daralma başlamış , kanı kalbini iyi bes- lemiyormuş . Cevap verdim: ( Artık o içtihat Evinin yüksek merdivenlerini çıkmak sana gelmez ). Filhakika , « Vakti » açıp ta kara haberi aldıktan sonra, onun, yine içtihadı uğ­ runa inip , matbaaya gittiğini ve merdivenini çıktıktan sonra gözünü kapattığını anladım . Ben , kudretsiz kalemimle , bu aziz ölüyü son beş sene zarfında nasıl tanıdım, bunu tespite çalışacağım .

*

* *

A İSTİPDAT VE MUTLAK t YET ALEYTARI APTULLAH CEVDET,

OsmanlIların sultanları talıtindayken , ve dayandıkları kuvvet yobaz sultası iken ta­ assubun üstüne yürümek herhalde bir ş e y ­ di , şüphesiz bir kuvvetti .

B REJİM VE APTULLAH CEVDET,

Cumhuriyet rejimine ve onu kuran zimam­ darlara derin bir aşkı vardı. Bunu kaç defa ağzından işittim, İdeallerini tahakkuk etti­ ren aziz Reisimize sönmez bir hararetle bağlıydı . « Oençleri ( energiye davet ) » -makalesinde: ( Gerek Reisi Cumhurumuz ,

gerek onun yedi emini ve yedi yemini olan Başvekilimiz .. ) sözüyle Cümhuriyete a ş­ kını gösterdiydi .

C-TÜRKÇECÎ APTULLAH CEVDET, Yazılarında o da, hepimiz gibi» arapça ve acemce kelimeler kullanmasına rağmen son eserleri olan ( Karlı Dağdan Ses )’ le ( Dü­ şünen Musiki ) sinde, isteseydi Tanzimat , veya , divan edebiyatçıları gibi , meselâ « Şahika » ve « Berf » ve * Mütefekkir » gibi tabirler verebilirdi. Bugün, artık karlı dağında , aziz başında, fırtınaların sustuğu bu edip ve şair elbette ki Tiirkçeciydi, D GÖZÜNDE HER «İŞ» MUKADDES OLAN

APTULLAH CEVDET ,

OENÇLERİ «ENERGİYE DAVET» MA­ KALESİNDEN : ( Çalşnıak mukaddestir, bir lağım temizleyen işçi, bence sırma işliyen, pırlanta yontan işçi kadar temiz ve mulı - teremdir . . . dedim ve yüreğimden coşup gelen alevli sitemleri idarehanenin içine bo­ şalttım ) diyen Aptullah Cevdet,, «Düşünen Musiki >: sinde ( Beşer denizinden ağlayan ses ) şirinde « Nimetşinas olsa Fraklar, Go­ cukların . . . » diyerek içtimai hüviyetini gösteriyor.

E -MATBUATIN KUDRETİNİ VE BİEGÎVİ SEVEN APTULLAH CEVDET,

İçtihadın 320 inci sayısındaki baş makale - sinden; ( ROMANYA’ nm hükümet merke­ zinde çıkan yevtııî ÜNİVERSEL ve DİMİ- NATA gazeteleri, hergiin yarımşar milyon nüsha satarlar . Danimakanın merkezi olan şehirde kadınlara mahsus ve kadınlar tara­ fından idare olunur haftalık, 15 ve lâakal 80’er sayfalı mecmua çıkar . )

F--YÜKSEK TAHSİLİN YÜKSELMESİNİ 1STÎYEN APTULLAH CEVDET, Aynı m akalede : ( Atina Darülfünunu­ nun 13,000 müdavimi var ! İtalyan mil­ letinin nüfusu her sene yarını milyon a rtı­ yor , orada 13 Darülfünun var. Bunun 3’ü

Referanslar

Benzer Belgeler

Güzel sanatlar akademisi binası büyük kapısı Mimar

2 tarafından 6339 hasta üzerinde 10 sene boyunca yürütülen Rotterdam çalışması bünyesinde, yaşa bağlı makulopati, glokom veya katarakt gibi görme azlığına neden

Pamuk Prenses… “Ayna ayna söyle bana…” Sahiden güzel olan kimdi o masalda: Kötü kalpli kraliçe mi, yoksa Pamuk Prenses mi?. Aynalar da yanılıyor olamaz mı, aynadan

ilmihâllere sığmayan nefesinin seni getirmiyorsa hasret neye yarar kemiklerin arasında gezinen ağrı. korkutur beni

Bu, ne bu memleketin sanatı üzerinde komisyon alanları, ne de bu kalfaları, ne de ecnebilere methiye yazan, iş bulan yeni Yirmi- sekiz Çelebi Mehmet Efendileri memnun etti..

[r]

Belediye reisi evi... Belediye

Urhun kitabelerini, Çin ve Mısır kadar kadim olan bir milletin medeniyet tarihine başlangıç zannetmekte o kadar doğru değildir.. Keza bir türlü inanmadığım şey de