• Sonuç bulunamadı

Political / Social / Economic Dimensions Of Village Institutes In Kemal Tahir s Novel Bozkirdaki Cekirdek

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Political / Social / Economic Dimensions Of Village Institutes In Kemal Tahir s Novel Bozkirdaki Cekirdek"

Copied!
7
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

147

2nd International Congress On New Horizons In Education And Social Sciences (ICES-2019) Proceedings

June 18-19, 2019 Istanbul-TURKEY

Kemal Tahir’in Bozkırdaki Çekirdek Romanında Köy Enstitülerinin Siyasal/Sosyal/Ekonomik Boyutları

Political / Social / Economic Dimensions Of Village Institutes In Kemal Tahir’s Novel Bozkirdaki Cekirdek

Doç. Dr. Ensar YILMAZ1

Pages: 147-153

Doi: 10.21733/ibad.581615

1 İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Sosyal Hizmet Bölümü ensaryilmaz24@gmail.com

* Corresponding Author

ABSTRACT

Kemal Tahir in the novel Bozkırdaki Çekirdek, the process of establishment of institutions and their social equivalents, was discussed in different dimensions.

Village institutes were not perceived as ordinary educational institutions in terms of functionality. At the same time Turkey's social change, will contribute to the modernization process was also seen as an institution that will lead to significant changes in the social structure. The social / political / economic dimensions of the institutes would be at stake. The institutes would have a function that would prevent the rural network / notables / clergy / peasant social stratification from being a point of resistance to the change determined by the regime and prevent the accumulation of power through the economic sphere. The Village Institutes were politically one of the organizations of the Single Party regime. The graduates of the village institutes were considered as the eyes, ears and hands of the regime in the villages.The difficulties encountered in the establishment of education, training and village schools in the institutes led to some criticisms and these criticisms gradually turned into accusations. The recruitment of only the village children to the institutes and the assignment of the graduates to the villages also created a situation that legitimized the peasant-urban separation in society. On the other hand, the fact that education provided elements that conflict with the values system of the society was one of the criticisms of the institutes. International fundamental changes in the relationship and the demands of social sectors that play a dominant role in Turkey's internal dynamics of existence, the institute began to lose ground grounds. Beginning in 1946, steps were taken to remove this system step by step. With Law no. 6234 in 1954, "Village Institutes" were completely transformed into teacher schools and closed.

Keywords: Village Institutes, Kemal Tahir, Roman

(2)

148 GİRİŞ

17 Nisan 1940’ta kabul edilen, 3803 sayılı Köy Enstitüleri Yasası’yla köy öğretmeni ve köye yarayan diğer meslek elemanlarını yetiştirmek üzere, tarım işlerine elverişli arazisi bulunan yerlerde Milli Eğitim Bakanlığına bağlı öğrenim süreleri beş yıl olan Köy Enstitüleri açılmıştır. Toplam 21 tane açılan bu okullar 1954 yılında tamamen kapatılmışlardır.

Köy Enstitüleri resmi öğretim programına göre; kültür dersleri her sınıfta 22 saat, ziraat dersleri ve çalışmaları her sınıfta 11 saat, teknik dersler ve çalışmalar ile ilgili dersler ise 11 saattir. Ziraat dersleri;

tarla ziraatı, bahçe ziraatı (fidancılık, meyvecilik, bağcılık, sebzecilik), sanayi bitkileri ziraatı, zootekni, kümes hayvanları bilgisi, arıcılık ve ipek böcekleri, balıkçılık ve su ürünleri ve ziraat sanatları dersleridir.

Teknik ders ve çalışmalara bakıldığında ise Köy demirciliği (nalbantlık, motorculuk), köy dülgerliği (marangozluk), köy yapıcılığı (tuğla ve kiremitçi, taşçılık, kireççilik, duvarcılık, sıvacılık, betonculuk), kız öğrenciler için köy ve el sanatları (dikiş, biçki, nakış, örgü ve dokumacılık, ziraat sanatları) dersleri yer almaktadır (Akyüz, 1989, s. 435).

Önceleri beş sınıflı köy ilkokullarını bitirenlerin alınmaları düşünülmüşken, Köy Enstitülerinin sayılarının ve öğrenci taleplerinin artması sonucu, üç sınıflı eğitmenli köy okullarını ve dört sınıflı köy okullarını bitirmiş köy çocukları da alınmıştır (Şeren, 1982).

Köy Enstitülerini toplum kalkınmasında farklı bir eğitim kurumu olarak görenler olduğu gibi (Kartal, 2008), Cumhuriyetin en özgün, aydınlanmacı ve ilerici bir kuşağın yetiştiril olarak görenler (Aysal, 2005) de vardır. Hatta enstitülerin en önemli misyonlarının kırsal alandaki geleneksel bağlılıkları çözmek, feodal yapıyı kırmak ve geleneksel egemen güçlerin nüfuzlarını silerek buradaki insanlara ulus bilinci aşılamak (Güvercin, Aksu ve Arda, 2004) olduğunu söyleyenler olduğu gibi yine bunu bir Türk rönesansı (Türen, 2018) olarak görenler de vardır. Köy Enstitülerinin kuruluş amacını; köylerde bulunan yaygın bilgisizlikle mücadele etmek, köylerin ekonomik ve sosyal yapısında eğitim kanalıyla düzelmeler ve gelişmeler sağlamaktır (Akyüz, 1989, s. 434) şeklinde değerlendirmeler de bulunmaktadır.

Enstitülere, kuruluş kanunuyla çizilen sınırların çok üstünde işlevsellikler yükleyen bu yaklaşımlar yanında eleştirel yaklaşımlar da vardır. Bunları gerek siyasal, sosyal ve ekonomik yapısal boyutlarıyla gerek işlevsellikleriyle ele alınabilir. Kemal Tahir’in Bozkırdaki Çekirdek romanı bize bu fırsatı sunacak bir zemin oluşturmaktadır.

1. SİYASAL BOYUT

Köy Enstitülerinin kurulma süreci İsmail Hakkı Tonguç’un 1935’e kadar götürülen çalışmalarıyla başlatılabilir. Bozkırdaki Çekirdek romanı 1943 yılında kurulmakta olan bir köy enstitüsü ve etrafındaki siyasal/sosyal/ekonomik olaylar ile birlikte ele alınmaktadır. Bu dönemde İsmail Hakkı Tonguç İlköğretim Genel Müdürü, Hasan Ali Yücel de Milli Eğitim Bakanıdır. ‘Eğitim bakanı dönemin gözde kişilerindendir. Enstitülere olan ilgisi, adamlarını kilit noktalara yerleştirerek gerektiğinde bakanlığı kendi yararına kullanmak şeklinde değerlendirilmektedir. Köy enstitülerinde yetiştirdiği öğretmenlerle, önce halkodalarını, sonra halkevlerini tutarak, aşağıdan yukarı partiyi ele geçireceği şeklinde yorumlar yapılmaktadır’ (Tahir, 1976, s. 15). Yani bir anlamda Türkiye’nin iç siyasetinde enstitüler iktidar mücadelesi alanlarından birine dönüşmektedir.

İlköğretim Genel Müdürü sırtını çok sağlam yere dayadığına kesinlikle inandığını belli eder (Tahir, 1976, s. 29) bir şekilde enstitülerle ilgili görüşlerini anlatmaktadır.

Tek Partinin Genel Sekreteri, köy enstitülerinin kurulma amacını ve buradan yetişecek köy öğretmenlerini; köyde devletin, partinin, hükümetin gören gözü, duyan kulağı, söyleyen dili olacak

‘Kubilaylar’ yetiştirmek ve bu enstitülüleri gerekirse rejimi yerelde savunacak güçler olarak rejim düşmanlarıyla mücadele etmek ve onları ortadan kaldırmak için özel eğitimden geçen kişiler olarak

(3)

149

tanımlamaktadır (Tahir, 1976, s. 29-30). Başka bir deyişle köy enstitülerinden mezun olup görev

yapacak köy öğretmenleri rejimin köylerdeki temsilcisi olacaktır.

Fakat İkinci Dünya savaşından hemen sonra gerek dış dinamiklerin gelişme yönü gerek iç dinamiklerdeki sosyal ve ekonomik koşullar tek parti rejimine koşut olarak oluşturulan bu kurumların kapatılmasına yönelik düşüncelerin ortaya çıkmasına yol açtı.

Mili Şef İsmet Paşa’nın enstitülerin kurulması ve yaygınlaştırılması işini çok benimsediği ve bu yoldan dönmeyeceğine dair görüşler olsa da İsmet Paşanın geleceği uzun boylu zorlamayan, iç ve dış dengeleri gözeten kişiliğine vurgu yapanlar da vardır (Tahir, 1976, s. 31-33). Keza ikinci görüş sahipleri haklı çıkacak İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni dünya düzenine uyumlu olmayan yapılar tasfiye edilmeye uyumlu olmayan görüşler baskı altına alınmaya başlayacaktır. Bu bağlamda İsmail Hakkı Tonguç da İlköğretim Genel Müdürlüğünden 1946 yılında alınacak bir başka deyişle köy enstitüleri yapısal ve işlevsel olarak değişime uğramaya başlayacaktır.

İkinci Dünya Savaşı koşullarında Mihver kuvvetlerin çekirdek gücünü oluşturan Almanya ve İtalya’da siyasal rejimler otoriter/totaliter tek partiden oluşmaktadır. Türkiye savaşın sonuna kadar tarafını ortaya koymamıştır. Fakat savaşın Mihver güçleri aleyhine sonuçlanmasıyla birlikte Türkiye’deki siyasi iktidar da bu yeni duruma uygun düzenlemeler yapmaya başlamıştır. Bu bağlamda köy enstitüleriyle uluslar arası siyaset arasındaki ilişki romanda şu şekilde anlatılır:

Mihver de kazansaydı, yürüyecektik güzel güzel… Köyün geleceği üstündeki görüşümüzle Mihver’in dünyaya getireceği bin yıllık yeni düzen çatışmayacaktı hiç… O zaman köylü tutmasa da zorlayacaktık!

–İçini çekti-: Çok da iyi olurdu. Köyün değişmesini durdurmasak da geciktirirdik epey… (…) Köylünün nahiyeden bile, ayağını kesecekti bu enstitüler… Ayda yılda, hayvan nallatmaya gidenler de, bu iş(i) öğretmene gördürecekti. Köyü değiştirmek gelmez bizim işimize… Düzenimiz bozulur (Tahir, 1976, s.

33).

Sonuç olarak Tahir’in Bozkırdaki Çekirdek romanının arka kapağında da belirttiği gibi (Tahir, 1976) Köy Enstitüleri tek partili siyasal bir rejimin eğitim kurumu yapılanmasıdır. Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşadığı siyasal dönüşüm içinde böyle bir yapılanmanın varlığını devam ettirebilmesi mümkün görülmemektedir.

Romanda ilköğretim Müfettişi Şefik Ertem köy enstitülerini şöyle değerlendirmektedir. ‘Köye bir bina yapıp bir de öğretmen göndererek bütün zorluklardan kurtulmak. Aklı erenler ‘olmaz öyle şey’ dediler.

Dört süngülü ile koca bir istibdadı deviren inkılapçılar bilmiyorlar ki, köyü yaşatacak okul değildir, okulu yaşatacak köydür. Öyleyse ‘köylü bizden nasıl bir okul istiyor? Diye düşünmeliyiz. Yoksa hükümet zoruyla kurulan okul da mekanik olarak dıştan kurulan her müessese gibi böyle dayanak noktası bulamaz, er geç batar (Tahir, 1976, s. 158-160).

2. SOSYAL BOYUT

1943’e gelindiğinde 20 milyona yaklaşan nüfusun yüzde 80’i okuma yazma bilmemekte ve nüfusun dörtte üçü köylerde yaşamaktadır. Bir hesaba göre 40 bin, bir hesaba göre 65 bin köyden yalnız 5 bininde öğretmenli okul vardır. Enstitüler en kısa zamanda bu açığı kapatacak kurumlar olarak düşünülmektedir (Tahir, 1976, s. 26-28).

Bu bağlamda Çankırı-Kastamonu-Çorum topraklarının birleştiği noktada, köylülerin ‘Keşiş Düzü’ dediği Dumanlı Boğaz mevkiinde de bir enstitü kurulacaktır. Bu on dördüncü enstitüdür. İlk enstitülere alınan öğrencilerden farklı olarak artık yeni alınacak öğrenciler kasaba yaşayışını bile tanımayan çocuklardan seçilecektir ve kendi okul binalarını, yapılarını da kendileri yapacaktır (Tahir, 1976, s. 24-25).

Çocuklar yeni kılıklarıyla Keşiş Düzü’nün ortasında sıralanırlar. Kız-Erkek hepsinin giyimi bir örnektir.

Haki asker keteninden kasket, avcı biçimi ceket, golf pantolon, ayaklarında asker postalları vardır.

Erkeklerin başları üç numaralı makineyle tıraş ettirilmiş, kızların saçları ise enseleri açık bırakılacak

(4)

150

şekilde kesilmiştir. Dumanlı Boğaz Enstitüsünün dördü kız, on sekizi erkek 22 öğrencisi 1943 yılının

Temmuz ayının 4’ünde eğitime başlamıştır (Tahir, 1976, s. 196-197). Öğrencilerin giyim kuşamı, yaşam biçimlerinin düzenlenişi siyasal hayatın sosyal hayata aktarılmasını anlatmaktadır.

Köydeki sosyal yapı Zeynel Ağa, Zeynel Ağanın kontrolündeki muhtar ve esrarkeş, tecavüzcü din adamı Kara Derviş ile fakir köylülerden oluşmaktadır ve hepsinin Zeynel Ağa ile alış-veriş(ekonomik) ilişkileri vardır. Çopur Muhtarın ağzından dönemin toplumsal yapısını imgeleyen Zeynel Ağa şu şekilde verilir:

Yedi kıralı parmağında oynatan Sultan Hamit, güç yetiremedi namussuza, Sultan Hamid’i alaşağı eden Enver Paşa, güç yetiremedi, Kemal Paşa bile güç yetiremedi. Bana sorarsan İsmet Paşa’nın güç yetireceğinden de umudum yok!... (Tahir, 1976, s. 114). Zeynel ağalar üzerinden var olan sosyal yapının uzunca süredir değişmeden devam ettiğini anlatır bu satırlar bize.

Kasabadaki sosyal yapının hakim unsurlarını ise hileci, karaborsacı dindar özellikli esnaf ve yine hırsız, tecavüzcü, adi suçlardan hüküm giymiş din adamı olarak Cinci Nezir oluşturur. Köydeki sosyal yapı ile kasabadaki yapı birbirini tamamlar.

Bir enstitü kuruluşunda bulunmak ve köylerle ilgili sosyolojik bir araştırma yapmak için kurucu ekip içine alınmış olan genç doktora öğrencisi Emine Güleç’e enstitü müdürü Halim Akın Ilgaz pazarında, ne gördük diye sorar. Emine Güleç’in cevabı ‘çok çok pislik gördük Müdürüm! Gerilik, bilgisizlik gördük’… Hemen her şeyi kolayca cinsel meseleye bağlıyorlar. Bunu ayıp bir şey gibi de yapmıyor hiçbiri… ‘cinsel istekleri ekmekten önce geliyor’ demek bile pek yanlış olmayacak… Köylerde de böyle midir bu? Halim Akın, ‘Kasabalar köyleri tamamlayan en yakın çevre… Köylü çocuğunu yakın çevresinin dışında incelemek yanıltır bizi… Köyün dünyaya baktığı açıyı kasabalar belirliyor… (Tahir, 1976, s. 93), der.

Enstitülerden mezun olan köy öğretmenleriyle köyde yeni bir toplumsal sınıfın ortaya çıkacağı bunun da bir takım toplumsal problemlere yol açacağı da tartışılmaktadır. Romanda bu durum şöyle verilmektedir.

- Buraya kadar güzel ama, geçende bir arkadaş, “Köylerde yeni bir sınıfın türemesinden korkarım”

diyordu.

- İmkânsız! Çünkü partimizin tüzüğü, imtiyaz da kabule etmez, sınıf da… Enstitüler, bu amacı titizlikle göz önünde tutmaktadır. Olsa olsa “memur imtiyazı” söz konusudur ki, devlet anlayışımız bakımından sakıncası yoktur (Tahir, 1976, s. 26-28). -(…) Okuttuklarımız kavga aramıyor, tersine aylıkçı olup bize katılmaya çabalıyor (Tahir, 1976, s. 34).

Bu durumda memur imtiyazına sahip bir sınıfın ortaya çıkacağı bunun da köyden başlayarak sosyal yapının siyasal rejimin kontrolüne alınma isteğinin bir tezahürü olduğu söylenebilir.

Romanda köy enstitülerinden mezun olan yeni toplumsal sınıfı temsil eden Halim Akın bu sınıfın serencamını şöyle özetler: ‘Okullarda sıra yokmuş, ders aracı diye bir şey yokmuş, kimin umurunda?

Okuttuğumuz kitaplardaki değerler, Batıdan basmakalıp alınmış, bize uymaz maskaralıklarmış, kim bakar? Eğitim Bakanlığında hemen hiçbir şey değişmemiş… Aylıklar gene yetersiz… Gene zamanında çıkmıyor. Hava değişimi, yer değişimi işlerinde, yaşadığımız ülkü çağının yüzünü kızartacak gecikmeler, haksız arkalamalar sürüyor. Bu konularda yanıp yakılmayı yaraştıramıyorduk kendimize… ‘Bunlar işin firesi, geçici pürüzleri’ diyorduk. Çünkü umutsuzluğu, güçsüzlük belirtisi sayıyorduk. ‘Ancak ülkü düşmanları yanıp yıkılır’ diyorduk. Kurtarıcı ile genç Eğitim Bakanları bizdendi ya… Kurtuluş bizdendi ya… Bazı bazı, yukardakiler az önce ‘Ak’ dediklerine az sonra ‘kara’ diyorlar, bizi şaşırtıp biraz bunaltıyorlardı ama, hiç üstünde durmuyorduk. Onlar iyisini bilirler, yanılmazlar. Eğer böyle davranıyorlarsa elbet bunun gerçekten zorunlu, memlekete yarar büyük nedenleri olmalı!’ (Tahir, 1976, s. 147-148)

‘Onuncu yıl çok önemli bir dönemeçtir, biz ülkücülerin ömründe… Bizim kuşaklar, bu dönemeçten sonra duydular ilk tüketici yorgunluğu… Ülkücü arkadaşlardan bazısının içkiye, bazısının pokere, bazısının da ilkokul son sınıf kızlarının yeni serpilen göğüslerini görmeye başlamaları bu onuncu yıldan sonradır… Ayakları yere basmayan, gözle görünür ürün vermeyen ülkü yormuştu bizi… (Tahir, 1976, s.

149).

(5)

151

Öğretmenler, Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür nesiller ister, denilmişti. Kabullenmiştik

kasılarak… Kendi fikirlerimizin, kendi vicdanlarımızın ne durumda olduğunu bile araştırmayı gerekli saymadan… hiçbir gerçek dayanağı olmadığı halde, misyon yüklendiğimize inanmış, bunun tafrasıyla kasıldıkça kasılıp gerçekleri çoktan yitirmiştik. Daha korkuncu, bizden hiç kimse galiba hiçbir zaman misyon falan istememişti. Bizden istenen: Dipte hiçbir şey değişmediği halde, boş lafları yaldızla parlatmaktı… (Tahir, 1976, s. 155).

Fakat bununla birlikte tek parti rejimi şehir çocuğuna gerekli öğretimi başka, köy çocuğuna başka olarak düşünmektedir. Enstitülerde genel bilginin yanında öncelik pratik bilgilere, gidecekleri yer köy olduğu için özellikle tarım bilgi ve uygulamalarına yer verilmektedir. Köyde kalmaları için de köylerden kasaba yüzü görmemiş köylü çocuklarını alıp özel bir eğitimden geçirme süreci belirlenir. Buna göre çocuğun köydeki yaşayışı enstitüde, enstitüdeki yaşayışı köyde sürecektir (Tahir, 1976, s. 26-27-28).

Enstitülerden mezun olanların köyde kalıp kalmayacağı da endişe verici bir sorundur. Çünkü okuyan köylü çocuğunun istediği ilk şey köyden kurtulmaktır. Bu nedenle yasaya bu okuldan mezun olanların yirmi yıl köyden/köylerden ayrılamayacağı, mecburi hizmet edecekleri yazılmıştır. Buna rağmen ‘-Evet, böyle bir şey var ama, bir de atasözümüz var: “Osmanlının yasağı üç gün…” Yüzde yüz eminim, enstitülere girenlerin hepsi: “Ayağımız aylıkçılığa hele bir bassın, Allahın izniyle gerisi kolay!”

demişlerdir (Tahir, 1976, s. 32-33) diye de düşünülmektedir.

Zeynel ağa enstitülerin kurulmasına karşıdır. Zaten Bakanlık Zeynel’in yüzünden burada öğretmen barındıramıyordur (Tahir, 1976, s. 62). Muhtar, Zeynel ağa ile ittifak yaparak enstitü aleyhine bir şikayet dilekçesi düzenler ama köylüye dilekçenin altına parmak bastırmakta güçlük çeker… Kara Derviş Cumadan sonra camide hutbeye çıkıp vaaz verir… “Esdüdü gavurluğu kondu konacak toprağımıza…

Oğlan kız bir döşekte yatıp kalkacak kızılbaş-komonist töresince… Uğursuzluktur! Deniz gibi köpürüp akan Kızılırmağımızın suyu çekilir. Pınara yuğunağa, tarlaya, değirmene gidemez kendi başlarına kızlarımız, karılarımız, baştan çıkar tümü… Düzen bozulur ki ne kadar… Bu esdüdü bize yarar iş değil.

Hey din kardaşlarım, gelin birikin, yazı bilen imzasını atsın, mührü olan mührünü bassın, olmayan parmağını… Nah ben bastım, nah Zeynel ağamız da basacak! (Tahir, 1976, s. 52-53)

Böylece enstitü ile köydeki sosyal yapı arasındaki çatışma başlamış olur. Sosyal yapıda bir değişime yol açacak, sosyal yapıda bir değişimi zorlayacak olan enstitülerle köydeki geleneksel sosyal grupların mücadelesi toplumsal açıdan da bir iktidar mücadelesine dönüşecektir.

3. EKONOMİK BOYUT

Köyün sosyal ve siyasal yapısında hâkim karakter olarak karşımıza çıkan Zeynel ağa, gençliğinde hırsızdır; tavuk, ördek, hindi gibi başkalarına ait hayvanları çalmaktadır. Seferberlikte askere alınır…

Askerlikte de jöntürklerin arasına karışır… Daha sonra avcı taburları arasına karışarak jöntürklerle savaşır… Hareket Ordusunun geldiğini duyunca Rufai dervişi kılığında Tosya’ya kaçar.. Bir süre tütün kaçakçılığı yapar… Daha sonra hapse girer ama Cumhuriyetle birlikte kendini rüşvetle Kuvayi Milliyeci gösterip kurtulur… Sonra Halk partisine girer, Serbes Fırka kurulunca ona geçer, kapanınca yine Halk Partisine döner…(Tahir, 1976, s. 114-117). Esrar işinde Zeynel Ağa ile Kara Derviş ortaktır. Para Zeynel Ağadan, ekip korumak, biçip kaldırmak, kötüsü gelirse, hapisdamına girmek Deli Dervişin üstünedir (Tahir, 1976, s. 306). Yani çıkarı için yapmayacağı şey olmayan bir ekonomik karakterdir aynı zamanda Zeynel ağa.

Kasabadaki temel ekonomik aktör ise esnaftır. Esnaftan Emin Atabey, başında kara takke ileri geri sallanarak Kur’an okur dükkanında; ‘Cumhuriyetimize karşı boynumuz incedir bizim.. (Tahir, 1976, s.

76), der ama kendi çıkarları her şeyin üzerindedir. Aynı yaklaşım Hacı Zekeriya’da söz konusudur. O da

‘Ya biz burada neciyiz? Ankara gibi yerden gelip ve de toprağımıza esdüdü kurmaya bulaşıp… Böyle bir iyiliği yarın ahrette, biz nasıl öderiz?... (Tahir, 1976, s. 131), der. Hükümetin yanında olduğunu gösterir.

Çünkü esnaf bilir ki hükümetlerin savaşta tüccar malına el koyması kanundur (Tahir, 1976, s. 113).

Esnafın kendi çıkarına düşkünlüğü dindarlığı ile birlikte verilmektedir romanda, yine kasaba eşrafının bu davranış biçimi devlet ve millet aleyhine bir davranış biçimi olarak ortaya çıkmaktadır. Kasabadaki din

(6)

152

adamını temsil eden Cinci Nezir de hırsızlıktan ve deli bir kızın ırzına geçmekten Çankırı mahpusunda

yatmıştır.

Köylülerin çocuklarını enstitüye göndermek istememesinin nedenlerinden biri de ekonomiktir; köylüler

‘Baba ocağını yakacakken, tarlalarımın başında, ortakçılarımın üstünde, alıcı kuş gibi dolanacakken…

Sana mı kaldı, Osmanlının esdüdü mektebini şenletmek? Yiter gider, köylü kısmı, Osmanlının essdüdü okulunda…(Tahir, 1976, s. 174), demektedir.

Köy ekonomik-sosyal bakımdan şehre hiç benzemeyen bir ünitedir. Enstitülere çocuk buradan alınıp burası için hazırlanmaktadır. Geçimleri de ayrı yasalara bağlanmaktadır. Önce köylerin yaşama ve geçim özellikleri incelenmiştir. Köylülerin çoğunun geçim anlayışı ölçüsü: Bir ev, çalışacak tarla, çalışması için gerekli araçlar, öncelikle çift hayvanıdır. Bunlar köy öğretmenine sağlanacaktır. Verilecek yirmi lira aylıkla köyde tutacağı geçim çizgisini kasabada, hele büyük şehirde kesinlikle bulamayacaktır. Bu yüzden köyü bırakıp gidemeyecektir. Kaldı ki, yirmi yıl da mecburi hizmet vardır. 1912 İlköğretim Kanunu encümen mazbatasında “Bizim ilköğretime elde etmek istediğimiz amaç, en çok pratik okumuş, yerinde kalan köylü millet yetiştirmektir,” diye yazmaktadır. Bu mazbatanın yazarı o zaman da milletvekili olan Yunus Nadi beydir. 1912’de konulan amaç hiç değiştirilmemiştir (Tahir, 1976, s. 26- 27-28).

İlköğretim müfettişi Şefik Ertem ve Keşiş Düzü’nde yapılmakta olan köy enstitüsünün müdürü Halim Akın’ın enstitülerle ilgili anlayış ve değerlendirme farklılığı romanda şu şekilde verilmektedir:

Şefik Ertem – Bütün köyleri hep bir, hep aynı şartlar içinde yaşıyor saymak kaytarmaktır. Böyle bir saçmalığı galiba ancak maarifçiler yutuyor. Köyler, aynı yaşama, üretim şartları içinde olmadıklarından, aynı gelişim çizgisinde de değillerdir. Nahiyeden büyük, gelişmiş köyler olduğu gibi, yaşama şartlarını yitirmiş, dağılmaya mahkum köyler de vardır (…) Bu sebeple okullar köyden köye değişmek zorundadır.

Biz her köy okulunu ayrı düşünmek zorundayız. Yoksa, yaşamanın dışında, cansız müesseseler kurmuş oluruz. Şunu hiç aklımızdan çıkarmayalım ki, hiçbir milleti, sadece ilkokullarla öğretmenler kurtaramamıştır, şehirde olsun, köyde olsun, ilkokullar, neyse odurlar. Bizim parlak laflarımızla bunlar değişmez (…) Bir sorum var Halimcim! Bunca yıl esdüdücülük ardındasın, bakalım, çocukların da, köyün de, gerçekten değiştirilmek istendiğine inanıyor musun? (Tahir, 1976, s. 160-161)

Halim Akın - Ne demek? Karagöz mü oynatıyoruz Şefik?

Şefik Ertem - ‘Onların karakterlerini bozmayacak müesseselerde yetiştirecek’ diyor sizin kara kaplı kitap… ‘Değiştirmek kesinlikle söz konusu değil’ bundan daha açıkçası olur mu?.. (…) Evet, köyün değişmesi düşünülmediği gibi, çocukları değiştirmek de hiç düşünülmüyor aslında (…) Yarım yırtık okuttuğumuz çocuklardan, biraz dülgerlik, kaba demircilik, biraz nalbantlık, biraz duvarcılık, önemlice rençberlik istiyoruz! Köyün bunlarla kalkınamayacağını bilirsin sen de benim kadar! Köyü ancak kendi kendine yeterliğe zorlar bu… Sanki bin yıldır Anadolu köyü başka bir şey yapıyormuş gibi… Araçlarda bu kadar gelenekçi olduğumuz halde, öğretmen yetiştirmekte bu kadar devrimci oluvermemiz seni hiç mi düşündürmüyor? (Tahir, 1976, s. 161-163)

Şefik Ertem, köylerdeki değişimin köy enstitüleri üzerinden değil yapısal değişiklikler üzerinden gerçekleşebileceğine de şöyle işaret etmektedir: Niçin çok çalışsın, neden biriktirsin? Allahın malı olan topraklarda uğraşıyor binlerce yıldır, kiracı olarak… Ne demiş Frenk atasözü? ‘Toprağın varsa savaşın var’ demiş… Toprağı yok ki savaşı olsun…(Tahir, 1976, s. 392).

SONUÇ

Köy Enstitülerinin kurulmasına ilişkin yasa tasarısı, 17 Nisan 1940'da TBMM'ye sunuldu. Yasaya göre, beş sınıflı köy okulunu bitiren sağlıklı ve yetenekli çocuklar seçilecek ve okullara kabul edileceklerdi.

Bu okulları (enstitüleri) bitirip görevlerine atananların mecburi hizmet yılları yirmi yıl olacaktı.

Enstitülerin kurulma sürecini ve toplumsal karşılığını Kemal Tahir Bozkırdaki Çekirdek isimli romanında değişik boyutlarıyla ele aldı. Köy enstitüleri işlevselliği açısından sıradan bir eğitim kurumu

(7)

153

olarak algılanmamaktaydı. Aynı zamanda Türkiye’nin toplumsal değişim, modernleşme sürecine katkı

yapacak, toplumsal yapısında önemli değişikliklere yol açacak bir kurum olarak da görülmekteydi.

Enstitülerin sosyal/siyasal/ekonomik boyutları söz konusu olmuştur. Enstitüler/enstitülüler kırsal kesimdeki ağa/eşraf/din adamı/köylü toplumsal tabakalaşmasını rejimin belirlediği yöndeki değişime direnç noktası olmaktan çıkaracak, ekonomik alan üzerinden güç birikiminin oluşmasını engelleyecek bir işleve de sahip olacaktı. Köy Enstitüleri, siyasal olarak Tek Parti rejimi kuruluşlarından biriydi. Köy enstitülerinden mezun olanlar rejimin köylerdeki gözü, kulağı, eli olarak düşünülmekteydi.

Ulluslararası ilişkilerdeki köklü değişimler ve Türkiye’nin iç dinamiklerinde başat rol oynayan toplumsal kesimlerin talepleri karşısında enstitüler varoluş gerekçelerinin zeminini kaybetmeye başladı. 1946'dan başlayarak adım adım bu sistemi kaldırmaya yönelik adımlar atıldı. 1954’teki 6234 sayılı kanunla, "Köy Enstitüleri" bütünüyle öğretmen okullarına dönüştürülerek kapatıldı.

Şefik Ertem, Emine’e ile konuşurken… Bozkırda elbet var çekirdek ama, yaşama kanunları başka…

Bütün sağlam çekirdeklerin şaşmaz kanunu yeşermektir; çünkü yeşermezse çürür. Oysa bozkırdaki bizim çekirdeğin sağlamlılığı yeşermemeye doğrudur. Çünkü bin yıldır denemiş; ama yeşermesini önlemek için pusuda bekleyen güçler var. Bu güçler akıl almaz bir kıyıcılıkla en umutlu filizleri hemen ezer, tomurcuklanmaya yeltenen bütün kökleri acımasızca söker. Çünkü onun da varoluşu rahat yaşaması, bozkırdaki çekirdeğin yeşerip serpilmemesine bağlıdır….(Tahir, 1976, s. 392), der.

KAYNAKÇA

Akyüz, Y. (1989). Türk Eğitim Tarihi Başlangıçtan 1988’e. Ankara. A. Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları.

Aysal, N. (2005). Anadolu’da Aydınlanma Hareketinin Doğuşu: Köy Enstitüleri. AÜ Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 35-36, 267-282

Güvercin, H. C. ve Aksu, M. ve Arda B. (2004). Köy Enstitüleri ve Sağlık Eğitimi. A. Ü. Tıp Fakültesi Mecmuası, Cilt 57, Sayı 2, ss. 97-103

Kartal, S. (2008). Toplum Kalkınmasında Farklı Bir Eğitim Kurumu: Köy Enstitüleri. Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 4, Sayı 1, ss. 23-36

Şeren, M. (1982). Türkiye’de Köye Öğretmen Yetiştirme Köy Enstitüleri Sistemi, Yayınlanmamış Yüksek Lisansı, A.Ü. Eğitim Enstitüsü

Tahir, K. (1976). Bozkırdaki Çekirdek. Ankara: Bilgi Yayınevi, 3. Basım.

Türen, A. Ö. (2018). Köy Enstitüsü Dosyası: Türk Rönesansı. İstanbul: Destek Yayınları.

Referanslar

Benzer Belgeler

Avukat Celil Bey (Murat’ın yazıhanedeki patronu), Safo (Murat’ın sevgilisi), Aliye Hanım (Selim Bey’in karısı), Fatma (Aliye Hanım’ın kızı), Panayot Yordanidis

Çöp çeş­ melerinin başlıcaları Sırçacı So­ kak başındaki eski terkos çeşme­ si, Mektep Sokak merdivenleri başındaki Üç Yol Ağzı Çeşmesi ve tarihi

Gele gele bir ‘üzümlü tavuk ciğeri yah nişi’ geliyor Yemekte çok sevdiğim bazı şeyler vardır, sözgelimi tavuk ciğerine bayılırım, soslu yemekleri

Türk ilim ve irfanına ettiği [ hizmetlerden Şemsettin Sami be­. yin ismini ne derece: TepçU

«Kudretin böyle doğaüstü bir renk cümbüşüyle seyir için sun­ duğu göreyden herkes zevkle bü­ yülenmişken ufukta gayet hafif ateş rengi bir bulut

(100 kişi başına) Kontrol Değişken Dünya Bankası Ortak sınır Ülkelerin sınır komşusu olması durumunda 1 yoksa 0 değerini almaktadır Kukla Değişken

Beş sene sonra Romada temsil edilen (Sevil Berbe: Rossini’nin .şöhretini iyîı ye kuran eser olmuştur.. Bu tarihten on üç sene sonra, besteci şöhretinin en

Bununla beraber, kendi payıma, intıbalarımm umumiyetle müsbet olduğunu açıklayabilirim.. Yirmi beş yıl içinde en büyük kazancımız, halktaki uyanıklık