• Sonuç bulunamadı

Bizans San'atının Prensipleri ve tarifi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Bizans San'atının Prensipleri ve tarifi"

Copied!
4
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

Bizans sanatı

B i z a n s S a n ' a t ı n ı n

P r e n s i p l e r i v e t a r i f i

R u n c i m a n n

İstanbul Üniversitesi Bizans sanatı pıofesöıü

İstanbulun san'at merkezi olan bu binada siz-lere hitap etmek fırsatını bulmak bana büyük bir mazhariyettir. Bilhassa, burada merkezini ve kendi-ni bulmuş, ismikendi-ni de bu şehirden atmış bir sanattan bahsedebilmek benim için bahtiyarlıktır. Mevcut sanat mekteplerinden, Bizans sanatı, eğer menşeleri ve telâkkileri hakkında bir bilgiye sahip değilsek, belki en zor anlaşılanı olduğundandır. Bu sebepten o, geçmiş nesiller tarafından ihmal, hattâ biraz da istihkar edilmiştir, ve Avrupalı sanat münckkidleri, nispeten yakın bir müddettenberi ona karşı alâka duymağa ve onu takdir etmeğe başlamışlardır. Bu takdir, hayret edilecek derecede değişik noktai na-zarlar ortaya atmaktadır.

Her şeyden evvel, onlar şu noktada mutabık değildirler :

Bizans sanatı deyince,' bununla ne kastediyo-ruz? Bazı sanat münekkitleri ona : İlk Hristiyan, ve-ya Şark Hrist've-yan sanatı diyorlar. Bunlar, zanneder-sem haksızdırlar; çünkü İlk veya son, garp veya şark, Hristiyan sanatı diye bir şey yoktur. Din, sa-nat varatmaz. Bilâkis, dinler ve sasa-nat mektepleri, her hangi bir devre insanlarının fikir ve İrslerinin birer ifade vasıtalarıdır. Daha ilerde göreceğimiz gi-bi, Bizans sanatı, özünden dinî bir sanattı; fakat bu

İ s a n ı n m o z a y ı k p o r t r e s i

din'n Hristiyan dini oluşu tamamiyle tesadüfidir, ve ancak teferruat kabilinden müh'm olabilir. Ben, bu sanata, Bizans sanatı ismini vermeyi tercih ediyorum ve bununla. Şark Roma İmparatorluğu ile ona tabi devletlerin kültür merkezi olan İstanbul veya B'.-zarısta, birinci Konstantinden sonuncu Konstantine, yâni 330 dan 1453 e kadar inkişaf eden sanatı an-lıyorum. Bu onbir asırlık uzun müddet zarfında pek çok değişiklikler ve inkişaflar oldu. Fakat üç unsur esas kalarak hepsine bir bütünlük verdi.

İlk unsur coğrafî unsur idi : Söylemiş olduğum gibi, İstanbul bir imparatorluğun merkezi idi, asır-larca, mevcut şehirlerin en zengini ve en medenîsi kaldı. Coğrafya onu öyle bir yere koymuştu ki, dün-yanın her tarafından gelen mevzu ve fikirleri al-makla kalmıyor, kendi mevzu ve fikirlerini de bü-tün dünyaya yayabiliyordu. Böylece fikirleri hem çe-kiyor, hem de yayarak komşu memleketleri tesir:

al-tında bulunduruyordu.

(2)

Bir m o z a y ı k

nevi eğlence sayar. Bu, eski Romada da aşağı yu-karı böyle idi. Romalılar için sanat. Roma devlet mahfilerine veya zenginlerin, asiller.n muhitine gi-rebimek için bir vasıta idi. Romalılar sanata karşı az hassas İdiler, lâkin devlet için infrsarcı bir gö-rüşle ve kontrolleri altında bulundurdukları nispet-te onu tasvip ederlerdi.

Yunanlıların görüşleri bambaşka idi. Filhakika, onlar iç'n sanat, yaşama ve hayat zevklerinin ifadesi olan biı tezahürdü. Fakat Yunanı devre İlerledik-çe görüşlerinde bir değişiklik oldu. Yunanlılar «Hik-meti Hükümet» ile temasa girdiler ve gittikçe artan bir tasavvufa, gündelik hadiseleri ebedi şekillerle verebilecek temsilî bir sanata karşı büyük bir zevk duymağa başladılar. Son Roma İmparatorluğu bu yeni telâkkinin hükmü altına girdi. Bu telâkki sa-nattan evvel fikir ve felsefede tezahür etti. Lâkin 4 üncü asırdan sonra sanata da girdi ve Orta çağda, Garp Avrupasında olsun, B'zansta olsun, her sanat teşebbüsüne hakim oldu. Artık sanat ebediyetin hiz-metkârı olmuştu. Vazifesi, gözle görünen şeylerdeki ebedî hakikatleri ifade idi. Alelâde bir Bizansl. için sanat felsefesinin gözle görünür bir ifadesi idi Bu sanat alernşumûl idi, ve herşeyi tesiri altında bu-lunduruyordu. Eğer caizse, buna panteist bir sanat diyebiliriz. Bu sebepten Bizans sanatı sadece dinî usullere uygun bir sanat değildi. Bilhassa, kelimenin bütün manasıyle vazifedar bir sanattı. Bizanslı bir artist bir resmî, bizatihi bir sanat kıymeti olsun diye yapmazdı. Bir Ikon yapınca, bunu muayyen bir ye-re asmak için yapardı, bir panoyu, İmparatorun haş-metine delil olabilecek bir remiz halinde ona gön-dermek için yapardı. Bu, asırdide bir sanat yoktu mânasın? alınmamalıdır. Bilâkis, asırdide sanatın da bir gayesi vardı ve esas telâkki aynı idi. Bu telâkki, kendi zevkini tatmin için ferdî bir sanat eseri yap-mak istiyen sanatkârla mücadele halinde idi. Bir

bakımda, Bizans sanatı, inhisarcı bir sanattı. Bizans, Romadan, sanatı Devlet Kudretine bir destek say-mak telâkkisine tevarüs etti. Fakat Devlet-Kudreti Uluhyet ile mezcolmuştu, ve Allah devetin lideri sa-yılıyordu. İmparator, artık bizatihi Allah sayılmı-yordu - İlahi Ogüst gibi - Allahııı mümessili sayı-lıyordu, ve onun kanunlarına karşı gelirse pek âlâ değiştirebilir bir memurdu. Bu esaslı vazıyet zanslıların tabiî bedbinliği ile kuvvet buluyordu. Bi-zanslılar, tehlike dolu, kötü, karanık bir dünyada yaşıyorlardı; yegâne ışığın kendilerinde olduğunu bi-liyorlardı ve sonu muhakkak mağlûbiyet olan bir mücadeleye giriştiklerine kani idiler. Bu sebepten, öldükten sonra daha iyi bir havaca doğacaklarına inanıyorlar ve bütün düşüncelerini ebediyet fikrinde temerküz ettiriyorlardı. Bununla beraber Bizanslılar pratik insanlardı. Böyle olmasaydı; imparatorlukları bu kadar uzun müddet sürmezdi. Siyaset adamları Eski Yunan stanın realismasını muhafaza ettiler, ve hükümet Roma kanunu esaslarına dayanıyordu. Sa-natları da hiç. bir zaman aklı selimden ayrılmadı; teknik seviyesi yüksek kaldı, pek nâdir olarak mu-vazenesini ve nisbetlerini kaybetti. Esasında mistik olmakla beraber, bu sanat aklî, mantıkî ve disiplinli taraflarını muhafaza etti. Bizans sanatının bu vasıf-ları; mistikliği, adâp ve erkâna bağlılığı, bedbinliği ve mantıkçılığı başlangıçtan sonuna kadar her zaman görülüyor.

(3)

va-zıyetine sokmadı. Çünkü sanatta tesir yalnız bir tane değildi. Başka sanat eserleri de vardı, ve bu tesir rekabetinden mücadeleler doğdu, Bizans sanatına bir hayatiyet, aynı zamanda ona ömrü müddelince bir bütünlük verdi.

Bizans sanatının menşei meselesi mühimdir, lâ-kin halledilmiş değildir. Öyle zannediyoruz ki baş-lıca dört mektep vardır. Fakat bu mektepler, Bizans devresi başlamadan evvel birbirlerine müessir olu-yorlardı. En esaslı tesir, Greko-romen veya Klasik sa-natınki idi. Bu tesir muntazam bir tesirdi ve bir tek-nik seviyesi bir fikir görüşünü icap ett riyordu. Me-selâ, mimarîde mantık ve muvazene, resimde sağ-lam bir desen ve kompozisyon istiyordu, gayesi a-henkli ve güzel nispetler vermekti. Fakat daha ev-velki asırlarda, klasik sanat adeta ruhunu kaybet-mişti. Artisıtkı, teknik bilgileri ile fazla meşgul ol-muşlardı. Yunanlılar hoş bir kolaylıkla eserler veri-yorlardı. Bunlar sadece güzeldi; o kadar; Öte ta-raftan Romalılar bilgilerini büyük mikyasta inşaata hasrediyorlar, eserleri parlak biv şekilde yapılmış teferruatla boğuyorlardı. Fakat Yunanlıların man-tık ve ölçü hissi hiç bir zaman ölmedi ve bir klâsik unsur, rnuhtel f derecelerle Bizans devresine de hâ-kimdi.

İkinci tesir tamamen başka bir taraftan geliyor. Bu, bazan Suriye bazan da Semitik denilen mek:eP tesiridir. Ben buna «Ruhanî» mektep demeyi tercih ediyorum, çünkü bu sanat, dinî bir sanattı, ve onu şarkın kral rahipleri yaratmış ve himaye etmişlerdi, bu sanat klâsik sanat gibi natüralist değil, empres-yonist idi. Gayesi seyirciyi teshir değil, bilâkis

ürküt-mek ve korku içinde bırakmaktı, seyircinin kafasına değil, hislerine hitap ediyordu. Gayesi, etrafımızda-ki âlemi tasvirden ziyade, bize ebedî ve müthiş ha-kikatleri telkindi. Fakat bunun yanında, aynı rrıen-badan gelen dinî bir başka tesir de vardı ki; yapılan tasvirlerin bir hikâye anlatmasını icap ettiriyordu. Sanatkârlar seyirciye öğretici mahiyette dini sahneler resmetmekten hoşlanırlardı. Bu sebepten, klasik sanata temayülleri vardı. Çünkü, klasik sanat kolay tekniği ve bemsillerdeki kudreti ile, bir resmin ko-layca anlaşılmasını temin ediyordu. Böylece, bir hi-kâye anlatan tasvirler, klâsik bir tesir altında idi ve, bîr İnsan, bir aziz veya Allah tasvir edildiği vakit bu, o zamanın düşüncesine uygun olarak, ruhanî bir tarzda yapılıyordu. Yani hisler üzerinde müessir olacak bir mahiyette idi ve fikrî hiç bir cehiti icafp ettirmiyordu.

Bizans sanatını tesiri altında bulundurmuş olan üçüncü ve dördüncü mekteplerden aynı zamanda bahsedebiliriz, çünkü bunlar birleşmiştirler. Rirjsi steplerin hayvan resmi yapan sanatı idi ve Türkistan veya Moğolistandan geliyordu. Öteki ise bir şenil sanatı idi, bazan ona Altayik, bazan iranlı denilirdi: Kat'iyetle söyliyebileceğimiz bir şey varsa, o .la bu sanatın Asyaî oluşudur. «Hayvan resmi yapan sanat»

Iıayvân resimleri ve av sahneleri ile daha evvel Âv-rupaya «Scytes» lerle gelmişti. Greko-Romen sana-tında da tesiri olmuştu, fakat bu tesir dekoratif ma-hiyette idi. Bunların tesiri şu şekilde oldu: Kompo-zisyondan ziyade modelle alâka, tam ve sadık ter-sim usulüne lâkaytti. Bu sanat, stilize figürler, hay-vanlar, çiçekler ve deniz kabukları yapıyordu. Hen-desî olan, ve dekorasyonda klâsik «acanthe» tan ileri geçmiyen eski Yunan modeli, bu parlak resim-lerle süpürüldü gitti. Bilhassa «Mysteres» dinî men-supları İle Hristiyanlar bu yeni tesiri sevinçle kaışı-ladılar, çünkü sembolik işaretleri, hayvanları ve çi-çekleri seviyorlardı; tesirini göstermeden evvel, bu mektep hellenistik sanat üzerinde ve Yakın Şarkta müessir olmuştu. Bizans devresi boyunca bu mek-tep, kitapların resimlerinde olsun, kilise veya saray oyma ve işlemelerinde olsun, bütün dekoratif motif-lere hâkim olmuştu. Bizans sanatında görülen bütün yapraklar, tavuş kuşları ve yunus balıkları ıbu men-badan gelmedir. Bu tesiri, Bizans resim sanatında, heykellerinde ve küçük sanatlarında da buluruz. Mi-marîde ise Greko-Romen unsur daimî bir hâkimiyet kurdu ve öylece kaldı. Bizans mimarîsi Greko -Ro-men -Ro-menşeleri olan bir inkişaftır. Ruhanî unsur, Bi-zans mimarlarının, binalarına vermek istedikleri .ha-vada, yani geniş dekorasyon esaslarında idi. Asyaı unsur ise, dekoratif teferruatta ve birkaç mimarî e-serde kendini gösterir.

(4)

yüksek, itidal mevcut, dekorasyon yerinde, ruhanî unsur, heyeti umumiyenin itidal ve nisbetlerini boz-mıyacak derecede ihsasın en yüksek dereceline var-mıştı. Bu devre içinde muhtelif üslûp değişiklikleri vardır. Meselâ 1000 inci yılda, sanat 50 sene evvel-kinden ve 50 sene sonrasından daha ciddi ve aynı zamanda şiddetlidir. Komnenlerin devri olan 1 2 nci asırda lâtif bir inkıraz baş gösterir. Bu devrede, da-ha 1 1 inci asırda beliren bir tatlılık, bir teheyyüç, beşerî bir rikkat ve hatlarda lâtif bir mübalâğa gö-rülür. Bunda «Gotik» denebilecek birşey vardır, ve her halde Garp Avrupasının «Gotik» sanatı bu te-sire bir şeyler borçludur. 1 3 üncü asır siyasî sebep-lerden dolayı âdeta boş bir devredir. Bu devre, Lâ-tin imparatorluğunun ve Bizans âleminin parçalan-ması devresidir. Fakat 1 4 üncü asıria, şayanı dikkat bir «Rönesans» devresi oldu, ve Türk fethine kadar devam etti. Bu son terkip 1 2 nci asnn Hümanizrna-sının tam tekemmül şeklini veriyor. Onda, klâsik tek-nik vardır fakat klâsik itidal ile Makedonya devre-sinin şiddeti eksiktir. Dekor zengin fakat tazedir, ruhanî unsur hemen tamamen yoktur, dinî endişeler bir hikâye anlatan tasvirlerden duyulan hazda ken-dini gösterebilir. Bu, kuvvetli, ceyyid bir sanattır ve hiç bir inkıraz halinde, eski bir imparatorluğun son asırlarından, beklenmez. Hemen hemen, saf hayatiyeti İçinde, haddi zatında büyük bir tesir icra etmiş olduğu iptidaî İtalyan resmine çok yaklaşır.

Bizans sanatlarını ayrı ayrı tetkik edecek olur-sak, onları bu umumî semaya uygun görürüz. Aynı şeyi resimde, fresk, mozayık, minyatürde, hattâ kü-çük sanatlar, el işleri, dokumalar ve fil dişi, maden üzerine oymalarda da görürüz. Pek tabiî, bu sanat-larda, teknik meselede tadiller oldu fakat est-^ik prensipler aynı idi.

Bu tarihî tasnif pek tabü olarak mimarî

deko-rasyonundaki değişen zevklere bağlıdır. Mimarîde, geri plânda, temsilî ve öğretici mahiyette resimlere bir temayül olmakla beraber, münhasıran dekoratif endişe hâkimdir.

Altıncı asırda, dekoratörler, dahilî mimarîyi yumuşatmak için tekniklerini kullanmak hussunda ittifak ettiler. Ayasofyanın altın mozaikleri,

p.ers-pektiv kaidelerini gizlemek, ve bütün binaya parlak bir ışık vermek için yapılmıştır. Yedinci asır moza-ikleri, seyircileri ürkütmek için yapılmıştır. 9 uncu,

1 0 uncu 1 1 inci asırınkiler ise, bir başka âlemin va-kur muhitini telkin içindi; ve dekoratif şemanın ha-reket noktalarını temsil eder. 1 2 nci asırda dekoras-yon motifleri ayni olmakla beraber, onlarda ro-mantizm vardı. 1 4 üncü asırda, tek gaye, bir hikâ-ye anlatan tasvirlere derhal anlaşabilecek dekoratif bir şekil vermektir.

Bizans mimarîsinde de ayni tasnif vardır. Va-kıa, bu mimarî ayrıca tetkik edilmek İcap ederse de bugünlük vaktimiz yok.

Sizlere, Avrupada bin sene süren en mühim mektep, Bizans sanatı hakkında bir fikir verebilmiş olduğumu ümit ediyorum. Bu mektebin Medieval sanat ve Garp Avrupası Rönesansı üzerindeki tesir-leri ancak şimdi anlaşılmağa başlanıyor, ve bugüne kadar olan bütün şark Avrupası sanatını vermiş olan bu mekteptir.

Referanslar

Benzer Belgeler

These corporate and cooperative formulas will have a growing role in the future development of the sector and more particularly in the agricultural

İşgücü 2020 yılı Tem- muz dönem nde b r öncek yılın aynı dönem ne göre 1 m lyon 622 b n k ş azalarak 31 m lyon 491 b n k ş , ş- gücüne katılma oranı se 3,5

Bu arada, bilhas­ sa Bizansm inhitat zamanların da bu eğlenceler bazan pek ha­ fif meşrepçe bir hal alır ve tür lü rezaletler olur, dedikodular çıkar,

The aim of this Paper is about the Crystalline Structure of Ice which is a connected simple graph and identifies that its Structure is a dominating set and it exhibits the

üslubu, soyutlama ve mistik anlatım gibi Sasani sanatı öğeleri Bizans sanatı içinde özümlenmiştir.... BİZANS

istanbul'un fethinden sonra bu yapı Se- lim I'in kızı Fatma Sultan'ın kocası İbrahim Paşa (13) tarafından 1560 da camie çevril- miştir.Yapı bundan sonra halk arasında

Seküler Bizans müziği hakkındaki bilgilerimiz oldukça sınırlıdır. Seküler Bizans müziğinin ortaya çıkarak, geliştiği ilk yüzyıllarda kilisenin bu müzik türüne karşı

Bundan üç asır sonra İbn Arabî’nin eserini, manevi bir kardeşin eseri olarak bilen Saint Jean de la Croix (Aziz Jan dö La Kruva)’da ve Sainte Thérèse d’Avila