• Sonuç bulunamadı

Farkındaysanız ben de bedenimden soyulmuştum, tekrar bu yaraya dönmek kolay değil, bunu çok iyi biliyor olmalısınız, dedi alaylı tebessümüyle

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Farkındaysanız ben de bedenimden soyulmuştum, tekrar bu yaraya dönmek kolay değil, bunu çok iyi biliyor olmalısınız, dedi alaylı tebessümüyle"

Copied!
3
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

19

kamaştı gözümün nuru onun hüsnü cemalinden (Erzurumlu Emrah - Bugün Ben Bir Güzel Gördüm)

Güneş; âdeti üzere kaldırım kenarındaki unutmabeni, menekşe ve sü- senlere dokunup karşı binadaki açık pencereye yüzünü dönmüştü.

Şair; haftalık ziyaretine renk katmak istediğinden arkadaşının evine sessizce girmiş, kübist resimleri andıran holdeki dağınıklığı biraz toparla- mıştı. Ödenmemiş faturalara boğulan masayı kendine hazırlayıp günün ağıt buketini seçtikten sonra, yan kanepede ilham avına çıkan ressamı ürkütmek için “Güneşi evime sokan kim?” diyerek bağırdı. Yerde ressamın alnını andı- ran tahtalar biraz aydınlanmıştı.

‒ Ah sayın bay, daha putunuzu boyayacaksınız; bakın gece kabuğunu soyalı beri nice vakit oldu, bu kadar uyku kâfi değil mi efendim?

Ressam, efkârının rüyalarına devam ettiğini bildiğinden onu rahatsız etmemek adına titiz bir yavaşlıkla başını yastıktan kaldırdı ve epey düşün- dü. Yastığın uçlarından açılmış mavisinde fikirlerinin düzlüğünü gördükten sonra:

‒ Hoş geldiniz şair bey, gününüz aydın olsun sizin de. Farkındaysanız ben de bedenimden soyulmuştum, tekrar bu yaraya dönmek kolay değil, bunu çok iyi biliyor olmalısınız, dedi alaylı tebessümüyle. Neden sonra rad- yonun derdine dokundu. Antenin ucuna yansıyan parlaklık bir elemi söyle- yecek olmanın rahatlığıydı.

“…di de saba makamındaki aksak eseri Alâaddin Yavaşça’nın yorumuyla dinliyoruz…”

Güneş

Mehmet Zahit EREN

Türk Dili Nisan 2018 Yıl: 68 Sayı: 796

(2)

Güneş

20 Türk Dili

Derunundan aldığı nefesle “Bilmemek bilmekten iyidir.” diyebildi şair fakat ciğerlerindeki hüznün sebepsiz çıkışlarından birine daha engel ola- madı ne yazık ki. Bu, sessizliğin cilalanmasına ve boşluğun genişlemesine katlanmak da demekti aynı zamanda. Ressam, şairin cevabıyla hüznün boy verdiği erguvanları zihninde mora hürleştirse de hatasını telafi etmek ister gibi tebessümünü hızlıca gamzelerine gömdü ve yine uzun uzun düşündü.

Böylelikle boş odalar mektebinin iki öğrencilik sınıfında zamanın hükmü, şairin hüzzamı ve ressamın sevincinin ölümüyle eşyaya evvelden sirayet et- miş ciddiyetin eline geçmişti.

“…Kimseyi gönlüm misali yakma Allah aşkına…”

Aksak eserin inceden girişi, yılgınlığı silkeleyip sanatyârlara -sanat ile kâr kelimesinin yan yana gelmesinden hiç hoşlanmıyorlardı- hayatlarını hatırlatmış; bu yüzden ciddiyet kapı menteşelerinde paslanıp kalorifer bo- rularından usulca akarak varlığını daha da belirginleştirmişti. Aynı esnada şair, elindeki kitapla yerleştiği masasında kalemini öperek “ikimiz de ne uy- kudayız ne uyanık” dizelerinin altını çizdi; ressamsa tuvali karşısına almış, parmaklarının toplu tümseklerine bazı renkleri yedirmekle meşguldü.

Dünyanın en güzel aksaklığının Yavaşça’nın yârine “Sarı giyme, bir daha gül takma” ikazını müteakip “Ezelden aşinanım” diyerek uzaması, res- samın portrenin iki kelebeğine can bezemesini fazlasıyla kolaylaştırdı. Di- linde karıncalar varmış da onları incitmemek adına ağır ağır mırıldandığı

“Dil harab-ı aşkınım sensin sebep berbadıma”nın sona ermesiyle kelebekle- rin üzerindeki ağaçlar da rüzgârın şişirdiği heybetli duruşuna sahipti artık.

Sanat güneşinin gül döktüğü yolları hatırlatan sesindeki hasret, ağaçların yanından dalgaları neredeyse ressamın dizlerine vuracak denizlerin mavi bestesini biraz söndürse de bir kıyıdan ötekine köprü olan bahçenin kan koyusundan dudak kırmızısına seyreldiği yerleri yine bu sesten başka kimse hatırlatamazdı ona.

Yeşil ördeklerin daldığı keder, kelebeklere kadar büyüyen çölün vahala- rını bile kuruttuğundan ressam; gam depreminden kurtulmuş bir gamzede- nin inleyen nağmelerini de duyunca -vaziyet hepten radyonun hâkimiyetine girecek korkusuyla- köşeli yalnızlığın derdini azaltmak için davrandı fakat feryat, çoktan çöldeki seyrek gamzeleri birbirine uzanacak kadar derinleş- tirmişti. Yine de ressam; normalde kaşların, tuvaldeyse ağaç ve kelebeklerin arasında çukurlaşan mihrabın beyazından başka işi kalmadığından morali- ni bozmadı. Şairse hem kaleme gelmeyen kelimelerinden kurtulup nefes al- mak hem de çırpınışının nedenini öğrenmek istediğinden ressamın yanında

(3)

Mehmet Zahit EREN

Türk Dili 21

bitivermişti. Gökkuşağına dönmüş yüzünü ve elbiselerinin beyaz perdesiz hâlini görünce ressama:

‒ Neden fırça değil de parmaklarını kullanıyorsun? diye sordu. Biraz sessizlikten sonra ressam, hayalinde nicedir hapsettiği cümlenin esaretine son verdi:

‒ Çünkü yalnız böyle dokunabiliyorum ona.

Şair; sözün nerede anlamsız kalacağını, nerede fazla kaçacağını ve ne- rede can yakacağını çok iyi bildiğinden, ressamın çaresiz bakan yüzüne dö- nüp uzun süre tek kelime dahi edemedi. Belki “Yalnız varlığına inanmak için ellerim sana dokunsun demek istiyorsun.” diyebilirdi ama zaten odaya keyfince kurulmuş ciddiyet; bu sefer de yalnızlığı kendine ortak eder, odayı tamamen yaşanmaz hâle getirirdi. “Günlerden Asaf Halet idi sayın bay.” di- yebildi o yüzden şair ve bir suçlu gibi ezik, evden çıktı.

Şairin gidişini bile fark edemeyen ressam, karanlık çökene kadar mih- rabı zorla tamamlayıp -odanın bir şekilde aydınlanması gerekiyordu- tuvali sayısız kere öptü. İmza atacağı yere “Güneş İçime Vuruyor” yazdı. O esnada boşluğun çağırdığı cereyanla odanın tek penceresi sertçe kapandı.

Ertesi gün çiçekçi hanımefendinin âdeti, daha sarı penyesinin yenlerini sıyırıp unutmabenilere dokunacağı esnada, ayağına çarpan tabloyla bozuldu.

Zaten yüzünü döndüğü kapalı pencerede de aceleyle yazılmış bir “Kiralık”

yazısı asılıydı.

Referanslar

Benzer Belgeler

adiyat: Sözlüğümüzde bulunmayan bu kelimenin anlamı ‘basit, sıradan, adi şeyler’ olarak verilebilir: “Süngünün deştiği bir karın- dan bağırsakların kerih

güneş gözlerinde hangi martı taşımadı ki gözlerimize maviyi dudaklarımızda ölüm suyu zemzem tadında rüyalarımız gökten düşen yıldızlar soframızda parçalanmış hali

kanatlarında kelebeğin göç yollarında mimar ipekten evler ören düşünceler öneren gölge savunucusu rüzgâr savuran sanki çölde rüzgâr çiçeklerine adanmış bir. serüven

Mina Urgan'ın kitabı, kültürüyle, yazarların kişisel özellikleriyle, dedikodularıyla, toplumsal, ekonomik, ideolojik etkenlerin romanların içeriğine olan etkileriyle

Tablo 4.14.’te görüldüğü gibi, Öğretmenler İçin Çokkültürlü Eğitime Yönelik Eğilim Anketinin dördüncü boyutunu oluşturan öğretmenlerin

K ültür Bakanlığının bir diğer mesajı da tarihi Pera Palas’m tar­ tışmalı ve bol mahkemeli kamulaş­ tırma, tapu tescil davalarında kar­ şı tarafı

Küçük, Munzur dağlarının öbür taraf ında Ovacıklıların da altın madenine karşı mücadele ettiğine dikkat çeken Küçük, dağın iki yanının direnişi ortakla

Doğal ve yarı yapay kaynaklı stabilizörlerin gıda üretiminde. kullanımına