• Sonuç bulunamadı

RÜZGÂR EKEN, FIRTINA BÝÇER

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "RÜZGÂR EKEN, FIRTINA BÝÇER"

Copied!
52
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

RÜZGÂR EKEN, FIRTINA BÝÇER

DÜNYADAKÝ SU GÜNEÞTEN DAHAYAÞLI

GÝZLÝ BÝLGELÝÐÝN SALIVERÝLMESÝ

(2)

Aylýk Kültürel ve Siyasi Dergi

Onur Baþkaný:

Dr. Refet Kayserilioðlu Sahibi ve Genel Yayýn Müdürü:

Ayþegül Kayserilioðlu Yazý Ýþleri Müdürü:

Güngör Özyiðit Yayýn Kurulu:

Güngör Özyiðit Nelda Bayraktar

Hale Ürkmezgil Haberleþme ve Okur/Abone Ýliþkileri:

0535 4554223 - 0549 7220248 Yönetim Yeri:

Hayri Eðmezoðlu Sk. Ýkizler Ap.

No: 8 D: 32 Erenköy/Ýst.

Baský:

Hedef Dijital Baský Taksim Cad. No: 19/A

Taksim/Ýstanbul Fiyatý: 7 TL Yýllýk Abone: 80TL

Yurt Dýþý: 100 TL Cilt: 46 Sayý: 551 Kasým 2014

Rüzgâr Eken, Fýrtýna Biçer ... 2

Dr. Refet Kayserilioðlu

Güzeller Güzeli Bir Peygamber ... 5

Ahmet Kayserilioðlu

Kur’an ve Laiklik ... 13

Güngör Özyiðit

Tanrý Ýnancý ... 19

Zuhal Voigt

3. Alternatif ... 25

Ayþegül Çelikkol

2014 Kristalografi Yýlý ... 30

www.haber3.com

Yaþayacak Dünya Bulursanýz,

Savaþýrsýnýz ... 32

Neva Çiftçioðlu Banes

Dünyadaki Su

Güneþten Daha Yaþlý ... 34

Çeviren: Necati Tarýman

Yalýnayak Üniversitesi ... 36

Çeviren: Nelda Bayraktar

Gizli Bilgeliðin Salýverilmesi ... 41

(Canlý Kryon Celsesi)

Dergimizin internet sitesini www.sevgidunyasidergisi.com, www.dostluk.org adreslerinden ziyaret edebilirsiniz

ÝÇÝNDEKÝLER

(3)

Sevgili Dostlar

Gerçeði aramak, kendini aramak gibidir; aslýnda belki tamamiyle odur. Bu yolculuða çýkmak isteyenlerin, temizlikle niyetlenenlerin iþi ne kadar kolay þimdi, öncekilere göre.

Bilgi, artýk her yerde, korunmasý ve yok olmamasý için önceleri olduðu gibi saklanmasý gerekmiyor; çünkü bilgiyi korumanýn þimdi gizlemekten baþka yollarý da biliniyor.

Tecrübe, kendini arama yollarýndan geçenlerin istekli dinleyi- ci ve alýcý kitlesi bulamalarýyla kulaktan kulaða, gönülden gönüle çok daha çabuk yayýlýyor. Çeþitli kanallar üst âlemler- den neredeyse her gün bilgi yaðdýrýyor. Ama hangi bilgi, ama hangi tecrübe daha doðru ve yanlýþa götürmeyecek olandýr?

Onu tespit etmek tamamen bize ait. Kimsenin ve hiçbir görüþün etkisinde kalmadan sadece aklýmýz ve gönlümüzle yalnýzýz kararlarýmýzda. Varýlacak yere din yoluyla mý yoksa bilim yoluyla mý gitmekte hayýr vardýr? Bilginin maddi ve manevi diye ayrýlamayacaðýna, bu ayýrýmýn insanlarýn iþi olduðuna kani olmak önemli baþlangýçta. Ama daha sonra farkedeceðiz ki, bu yol hiçbir türlü baðnazlýðý, dedim dedik- liði, bir yere yapýþýp kalmýþlýðý kabul etmiyor. Aksine öyle bir an geliyor ki, saðlam ve güvenilir diye ayaðýmýzý bastýðýmýz taþlar kýmýldanýyor, bin bir emekle inþa ettiðimiz koruyucu saðlam kuleler çatýrdýyor. Onlarý býrakmanýn vaktinin geldiði- ni, onlarý býrakmadan daha ileri gidilemeyeceðini anlaya- biliyoruz deðil mi? Kandýrýlma ve kullanýlma korkusu mu var içimizde? O zaman korkumuz geçene kadar beklemek en güzeli olacak; kendimize sýkýntý çektirmek, bir baþkasýna eziyet etmek kadar haksýzlýk olabilir. Nasýl olsa eðer zamanýný sabýrla bekliyorsak, kendimizi O’nun sevgi kollarýna ve O’nun þaþmaz düzeninin adaletine býrakacaðýmýz hayýrlý zaman gelecektir. O zaman O’nun bir an bize gülümsediðini, alnýmýza ýþýkla dokunduðunu farkedebiliriz, bilgi denizinin kýyýsýndaki yemyeþil, dümdüz ovada neþeyle yola çýkarýz.

En Derin Sevgilerimizle SEVGÝ DÜNYASI

(4)

Rüzgâr Eken, Fýrtýna Biçer

Dr. Refet Kayserilioðlu

Dünyanýn temel hastalýðý bencilliktir. En güzel esaslar ve en güzel fikir- ler bencillik süzgecinden geçince zararlý ve çarpýk þeyler olup çýkýyor.

Ýnsanlarýn ve toplumlarýn mutluluðu için yalnýzca ekonomik ve sosyal

düzenlemelerin yetmediði, insanlarý eðitmek, yüce ideallere baðlamak ve sevgiyi gönüllerde geliþtirmek de gerektiði apaçýk görülmekte Düþmanlýk düþmanlýðý, kötülük kötülüðü çeker.

Düþmanlýk yalnýz sevgi ve

dostlukla durdurulabilir.

(5)

Dünya gerçekten bir bunalýmýn içinde ve ondan nasýl çýkacaðýný da bilemiyor. Kapitalist, ko- münist, dinci gibi grup- lara bölünmüþ, bunlarýn arasýnda ve dýþýnda bir de fýrsatçýlar var. Onlar hiçbir fikre ve ideale baðlý olmayan, fýrsatlar- dan alabildiðince fay- dalanýp çýkar saðlayanlar.

Bir fikre, bir ideolojiye ve bir inanca baðlanan- larsa genellikle hoþgörü- den sýyrýlýp koyu bir taassuba (baðnazlýk) saplanýyorlar. Birinin fikrini diðerine, onunkini berikine kabul ettirmek deðil, dinletmek imkân- sýz. Herkes toplumun hayrýný gözettiði para- vanasý arkasýna gizlenip kendi kiþisel çýkarlarýný saðlamak amacýnda..

Elbette körü körüne dava uðrunda koþan, gizli niyetleri göremeyen saf kiþiler de var. Bu boðuþ- malar, bu mücadeleler ve bu savaþlar ne

kazandýrýyor insanlara?

Kim yanlýþýný, ne derece görebiliyor, gören de gördüðünü ne oranda kabul edip deðiþmenin yoluna girebiliyor?

Kayýplarýn büyüklüðüne kýyasla kazançlar ne

kadar küçük!.. Emekler kayboluyor, canlar ve mallar kayboluyor, ümitler sönüyor ve hayra kullanýlýnca ne büyük imkânlar getirecek olan zamanlar kayboluyor.

TEMEL HASTALIK Bütün bu kargaþanýn temelinde yatan esas hastalýk

BENCÝLLÝKTÝR.En güzel esaslar, en güzel fikirler bencillik süzgecinden geçince zararlý ve çarpýk þeyler olup çýkýyor. Aslýnda iyi niyetli, insanlarý gerçek- ten, kendisini sevdiði gibi, seven bir kimse ister saðcý olsun, ister solcu olsun, o insanlarýn hayrýna çalýþacaktýr.

Elverir ki, katý prensip- leri veya parti disiplinini körü körüne uygulamak zorunda kalmasýnlar.

Kötü niyetli ve bencil bir kiþi de hangi doktrine, hangi dine, hangi esasa baðlanýrsa baðlansýn insanlara zararlý olacak- týr. Ýlk fýrsatta kendi çýkarý için insanlarý har- camaktan çekinmeyecek- tir. Belki kendi çýkarýný saðlamak için bazý gös- teriþli iþler, bazý fedakâr-

lýklar yapacak, "kaz gele- cek yerden tavuk esir- genmez" misali bazý kârlý alýþ veriþler yapacaktýr.

Ýþte dünya bu gerçeðe, yani insaný arýtmak, düzeltmek, gerçek insan yapmak gerektiðine yönelmeden, toplumlarý mutlu edebileceklerini sanýyorlar. Yalnýzca ekonomik ve sosyal düzenlemelerin

yetmediðini, insanlarý ve toplumlarý eðitmek, yüce ideallere baðlamak, sevgiyi gönüllerde ve toplumlarda geliþtirmek de gerektiðini görmek lâzýmdýr.

Dünyada huzursuzluk ve mutsuzluklar, kav- galar ve savaþlar, sömürmeler ve ezmeler, insanlarýn kardeþ olduk- larýný kabul ve idrak etmeleriyle, birbirlerinin iyiliðini ve hayrýný içten- likle düþünmeleriyle, sevginin bencilliði yen- mesiyle son bulacaktýr ancak.

RÜZGAR EKENLER Yoksa kötülüðün karþýsýna daha büyük kötülükle çýkmak, yeni daha da büyük kötülük-

(6)

leri davet etmek olur.

Düþmanlýklar, düþman- lýklarý biler, keskinleþtirir ve sivrileþtirir. Düþman- lýk, yalnýzca sevgi ve dostlukla, bir yerde dur- durulabilir. Bugün kapi- talist düzenlerin kötülü- ðüne karþý, zulmüne karþý silâhlanan, ayný zorbalýklarý yapanlarýn, yarýn daha kötü sömü- rücü ve kötülük edici olduklarýný görmekte deðil miyiz? Rus ihtilali yapýlýrken halkýn hakkýný koruyacaðýný iddia eden- ler, kendi halklarýna en büyük zulmü ve katliamý reva görmediler mi?

Hangi komünist ülkede söz hürriyeti, mülkiyet serbestisi, seyahat hür- riyeti var?!.. Herkes eþit olacak denilen ülkelerde herkes sýkýntý ve yokluk içinde. Hâlbuki onlar ne parlak lâflar ve ideallerle yola çýkmýþlardý. Ama yönetecek olanlar bencil- likten kurtulamadýk- larý için ve insanlarý tam sevemedikleri, onlarýn hayrýný en az kendi hayýrlarý gibi düþünemediklerinden zulme saptýlar, iþleri- ne gelmeyenleri ezdi- ler. Fakat zulüm yolunu açanlar, baþkasýný birer

ikiþer temizleyenler, bir gün kendileri de temiz- lendiler, baþkalarý da onlarýn kuyusunu kazdý.

Yaþadýklarý ve iktidarda kaldýklarý sürece de korku ve kuþku içinde yaþadýlar. Ýnsanýn dünya- da yapacaðý iþ bu mudur?

Korku vermek ve korku içinde yaþamak mý güzeldir? Yoksa huzur ve mutluluk vermek,

sevmek ve sevilmek mi?

Elbette düzenlerde bazý bozukluklar var. Elbette bozuk düzenden çýkar saðlayanlar durumun deðiþmesini istemeyecek- ler. Ama onlarýn da kardeþimiz olduðunu unutmadan, onlara yan- lýþlarýný sevgiyle uyararak, devamlý fikir- lerinizi delilleriyle, doðruluðunu gösteren belgeleriyle yayarsak ve

söylersek onlarý da doðruya çekemez miyiz?

Eðer bir fikir doðruysa o saðda da doðrudur, solda da. Aslýnda karþýt fikirlerden yapýlacak doðru sentezler çoðun- lukla deðiþimi daha tatlý bir akýþla ve daha hýzlý yapar. Hem de kimse ezilmeden, kimse yok edilmeden. Karþýlarýn- dakileri baþtan sona yan- lýþ sayýp, onlarý yok et- mek kararýyla yola çýkan- lar, çoðu kez kazdýklarý kuyuya kendileri düþer- ler. Yollarý kýsaltmamýþ, aksine çok uzatmýþ olma- larý ise en küçük zarar- larý. Olaylarý, dünyadaki geliþimleri incelersek bunu açýkça görmekte güçlük çekmeyiz.

Doðru yol, kendimizi bencillikten kurtarmaya çalýþmakta, insanlarý

kendi öz kardeþimiz olarak bilip, sevmek- te, onlara sabýr ve

tahammül göstererek doðruya, faydalýya ve yeniliðe, çekmek- tedir. Elimizdeki

rehber doðru araþtýrma ve gözlemlere

dayanan, doðru bil- gilerdir þüphesiz.

(7)

KUYUDAN MISIR'A…

Peygamber Yakub, ayný anneden doð- muþ son iki oðlunu çok ama çok sevi- yordu. Hele Yusuf'u… Onun farklý hanýmlardan 10 oðlu daha vardý ama Yusuf'a sevgisi bir baþkaydý. Sadece çok güzel, sevimli, iyi huylu olduðun- dan deðildi bu sevgisi. Ýleride onun da gülyüzlülerden biri olacaðý kendisine bildirildiði içindi. Geçen yazýmda aða- beylerinin bu sevgiden dolayý onu nasýl kýskandýklarýný, suyu derin olmayan sýð bir kuyuya býrakýverdiklerini, babalarý- na kana buladýklarý bir gömleðini geti- rerek kurt parçalamýþ gibi gösterdikleri- ni anlatmýþtým. Böylece babalarýnýn Yusuf'tan ümidini tam kesmesini ve sevgisini kendilerine hasretmesini bek- liyorlardý. Babalarýnýn önceden Yara- dan'dan oðlunu kaybedeceðini, ancak uzun sabýr yýllarýndan sonra ona tekrar kavuþacaðýný öðrendiðini bilmiyorlardý ki. Haber gizliydi, açýklayamazdý Hz.

Yakub. Kuþkusuz özlem dolu kanlý gözyaþlarý döktü yýllar boyunca… Tek tesellisi, tekrar kavuþmak ama ne zaman?!.

Kýskanç aðabeylerinin tahminleri aynen gerçekleþti. Mýsýr'a gitmekte olan kervancýlar, su almak için sarkýttýklarý kovayý çekince, bir de baktýlar ki içinde dünya güzeli bir çocuk. Ne yapsýnlar çocuðu? Mýsýr'a varýnca az bir paraya satýverdiler onu. Ama kime?!. Mýsýr'ýn bakan seviyesindeki çok önemli bir devlet adamýna. Bu çok akýllý, çok sevimli çocuðu baðrýna bastý, karýsý da.

Çünkü kendi çocuklarý yoktu. Bu çok üst düzey yöneticinin yanýbaþýnda büyüyen Yusuf, o keskin zekâsýyla konuþmalardan, görüþmelerden insan ve devlet idaresinin inceliklerini sünger gibi içine sindirmekte gecikmedi tabii.

Kuran "Hikâyelerin en güzeli" dediði, 12. Yusuf suresinde baþtan sona onun serüvenini anlatýr. Yusuf'un ilerde yük- Ahmet Kayserilioðlu, Psikolog

Gülyüzlülerden Ýbretler: 12

Güzeller Güzeli Bir

Peygamber

(8)

leneceði büyük devlet idaresi sorumlu- luðuna þimdiden hazýrlanmasý için Yaradan'ýn nasýl bir ince düzen kurduðu 21. âyette þöyle anlatýlýr:

** Ýþte biz böylece Yusuf'u oraya yer- leþtirdik ki, ona olaylarýn/ haberlerin yorumunu öðretelim.

Ýleride milletlerin hayatýnda çok önemli roller oynayacak kiþilerin, bu hayat - memat meselesi olacak büyük problemleri göðüsleyebilmeleri için, önceden nasýl özenle yetiþtirildiklerinin bir örneðini görmekteyiz burada.

Atatürk'ümüzün çocukluðu, gençliði de böyle bir örnek. Onun daha küçük yaþlarýnda annesi tarafýnda nasýl da adam çocuk gibi yetiþtirildiðini bili- yoruz. Ýstanbul'da Harp Okulunda ve Harp Akademisinde okurken, yakýn arkadaþlarý sayesinde baþkentin en seçkin insanlarýnýn fikir meclislerinde nasýl olgunlaþýp geliþmiþti. Sonrasýnda da aldýðý bu hýzla savaþlarda cepheden cepheye sürüklenirken, elinde altýný çizdiði kitaplarla nasýl çeliðe su veril- diðini hayat hikâyesini okurken hayretle görmekte ve Yaradan'ýn ince düzenine bir kere daha hayran olmaktayýz.

YUSUF, SOSYETE

KADINLARININ TUZAÐINDA Evet, Yusuf böylece üstün yönetim tecrübeleriyle dolu yýllar geçirirken ergenlik yaþýna ulaþmýþ, güzelliðine güzellikler eklenmiþ son derece yakýþýk- lý bir genç olmuþtu. Kader aðlarýný örü- yordu. Bu dayanýlmaz cazibeye can mý

dayanýr? Olan oldu ve evin hanýmý aþk- larýn en þiddetlisiyle yanýp tutuþmaya baþladý. Sabrýn önüne geçip açýldý Yusuf'a. Sonrasýný Kuran'dan okuyalým:

** ... Kapýlarý kilitledi "Hadi gel!"

dedi Yusuf'a. Yusuf: "Allah'a sýðýnýrým.

Rabbim beni güzel bir barýnaða kavuþ- turmuþtur, zalimler iflah olmaz" dedi.

Andolsun kadýn onu arzulamýþtý. Eðer Rab'binin gerçeðe dikkat çeken delilini görmeseydi, o da onu arzulamýþtý. Biz böylece ondan, kötülüðü ve fuhþu uzak tutuyorduk. Çünkü o bizim ihlaslý (seçkin) kullarýmýzdandý. (Yusuf 23-24)

Kadýn erkek iliþkileri üzerinde biraz söz etmeden önce, Kurandaki ihlaslý kullar kavramýna kýsaca deðinmek isti- yorum: Âdem'e secde etmeyen Ýblis, Yaradan'a "Bana mühlet ver, onlarýn hepsini azdýracaðým; yalnýz ihlaslý kullar müstesna" diye talepte bulunmuþ- tu. Yaradan'ýn, bizler henüz dünyaya ayak basmadan, meleklere ve aralarýnda bulunan Ýblis'e insaný yaratma planýndan söz ettiðini biliyoruz. Anlaþýlýyor ki, ihlaslý kullarýndan da bahsetmiþ onlara, yoksa Ýblis nereden bilecek? Ve Ýblis'in sözlerinden de anlaþýlýyor ki, aramýzda dolaþan öyle kardeþlerimiz var ki, büyük günahlardan uzak yaþayan ve yanlýþlarýndan hatalarýndan çabucak dönüp er geç doðru yolu bulan bir olgunluk içindeler. Toplumumuzda 100 kiþiden biri bile onlardan olsa; hangi düzensizlikler, adaletsizlikler içinde yuvarlanýrsak yuvarlanalým er geç doðru yolu bulacaðýmýzýn bir temi- natýdýr onlar.

(9)

Âdem'den kýyamete her dönemde her yerde yaþanacak bir büyük olgunluk sýnavýndan söz ediliyor Yusuf'un olayýn- da. Ýhlaslý bir kul olmasýna raðmen onun da cinsel arzusunun kabardýðý, ancak Yaradan'ýn korumasýyla yanlýþtan uzak durduðu anlatýlýyor âyette. Yani kadýn erkek iliþkilerinde doðruda kalmak, hiç de öyle kolayýndan çözümlenebilecek bir mesele deðil. Ancak þeytana uyul- duðu zaman bile kurtulma þansý her zaman elimizin altýnda. Tek ki, nef- simizi arkalamadan, yanlýþýn altýný çizip, en azýndan kendi kendimize itiraf edip tekrarlamamak için söz verip uygu- layarak.

Kadýn-erkek iliþkilerinde bir de iþin içyüzünü bilmeden kapý kapý dolaþýp dedikodu sarmalýna girenler ya da tam

tersine yanlýþý doðru gibi gösterip kýþkýrtanlar var ki, problemin çözümünü zorlaþtýranlar asýl onlar oluyor. Çünkü öyle bilmediðimiz incelikler olabilir ki iþin içyüzünde, gün gelip öðreniverince dedikodulardan ve kýþkýrtýcýlýklardan yüzümüz kýzarýr kaçacak delik ararýz.

Kýzýlderili atasözü bunu ne güzel vur- gular: "Baþkasýnýn çarýðýyla uzunca yü- rümeden onun hakkýnda karara var- mayýnýz."

Pek çok davranýþýmýzda da olduðu gibi kadýn-erkek iliþkilerinde de yanlýþý doðrudan ayýracak her zaman için geçerli olan temel ilâhi yasa: "Kendine yapýlmasýný istemediðini baþkasýna yapma" buyruðudur. Bu altýn kuralý topluca uyguladýðýmýzda dünyamýz bambaþka bir mutluluk dönemi yaþaya- cak kuþkusuz. Þimdi olayýn devamýný Kuran'dan okuyalým:

** Ýkisi birden kapýya koþtular. Kadýn onun gömleðini arkadan yýrttý. Kapýnýn yanýnda kadýnýn beyi ile yüz yüze geldi- ler. Kadýn seslendi: "Senin kadýnýna kö- tülük düþünenin cezasý nedir, hapse- dilmek mi, acýklý bir iþkence mi?"

Allahtan akýllý ve doðru sözlü biri vardý kadýnýn yakýnlarý arasýnda

"Erkeðin gömleði arkadan yýrtýldýðýna göre suçlu olan kadýndýr" dedi açýklýkla.

Yusuf'a: "Sus!" Kadýna da: "Günah- kârsýn af dile" dediler ama olay orada kalmadý ki. Kulak misafirleri olan biteni þimþek hýzýyla yaydýlar. Her taraf dedikoduyla çalkalanýrken kadýnýn da kulaðýna eriþmekte gecikmedi. Hiçbirini

(10)

yüzlemeden, sanki bilmiyormuþçasýna çok akýllý bir düzen kurdu. Elit züm- renin seçkin kadýnlarýný evinde ziyafete çaðýrýp býçakla meyvelerini soyarken, Yusuf'u aniden önlerine çýkarýverdi.

Kuran'da, gördükleri bu muhteþem güzellikten büyülenip þaþkýnlýkla elleri- ni kestikleri anlatýlýr. Ve þöyle dedikleri eklenir: "Aman Allah'ým!.. Bu bir insan deðil asil bir melek!.."

KURTULUÞ YERÝ: HAPÝSHANE Bu kadýnlarýn pek çoðunun da Yusuf'a göz koyup tekliflerde bulunduklarý ve delikanlýnýn bunalýmlar içinde Rab'bine þöyle yakardýðý anlatýlýr:

** Rabbim zindan benim için bunlarýn beni çaðýrdýðý þeyden daha sevimlidir.

Eðer onlarýn oyununu benden uzak tut- mazsan onlara meyleder de cahillerden olurum. (Yusuf 33)

Rabbi duasýný onayladý ve Yusuf hapsedildi. Onunla birlikte hapiste olan iki kiþi, Yusuf'un bilgeliðini ve öngörü- lerinin doðruluðunu yakýndan görüp anlamýþlardý. Ondan rüyalarýnýn yoru- munu istediler. Biri kendini þarap sýký- yorken, diðeri ise baþýnýn üstündeki sepette ekmek taþýrken onlarý kuþlarýn yediðini gördüklerinden söz ettiler.

Kuran'da Yusuf'un hemen rüya yorumu- na koyulmadýðý, onlarý çok Tanrýlý din- lerindeki yanlýþlarýndan vazgeçmeye ve tek Tanrýlý dine, atalarý Ýbrahim, Ýshak ve Yakub'un doðru yoluna çaðýrdýðý uzunca anlatýlýr. Buradan anlýyoruz ki artýk Yusuf'a nebi ve resûl olarak insan- larý uyarma görevi verilmiþ. En ufak fýr- sattan yararlanarak hemen duyurma, çaðýrma görevine koyuluyor. Bunu son- raki olaylarda daha açýk göreceðiz. O peygamberlikle görevlendirildiðinden artýk bundan sonra Hz. Yusuf diye söz edeceðiz ondan. Sýra rüyalarýnýn yormu- na gelmiþti. Kuran bunu þöyle anlatýr:

** Ey benim hapis arkadaþlarým!

Gelelim rüyalarýnýza sizden biriniz efendisine þarap sunacak, diðeri ise asýlacak, kuþlar baþýndan yiyecek. Ýþte rüyalarýnýz hakkýnda hükmüm bu.

Onlardan kurtulacaðýný düþündüðüne,

"Efendinin yanýnda benden söz et" dedi.

Ama þeytan o adama efendisinin yanýn- da Yusuf'tan bahsetmeyi unutturdu.

Böylece yýllarca hapiste kaldý. (Yusuf 42-43)

Yeri gelmiþken rüya çeþitleri üzerinde kýsaca durmak isterim. Onlarýn bir bölümü sadece fizyolojik, fizik etkilerin

(11)

sonucu. Örneðin çok tuzlu yemeklerden sonraki derin uykumuzda pýnar pýnar dolaþýp susuzluðumuzu gidermemiz ya da bir öðrencinin uyanmaya yakýn dýþar- dan gelen tiz bir sesi rüyasýnda teneffüs zili sanmasý gibi. Ýkinci çeþit rüyalar Freud'un, psikologlarýn hastalarýnda ipucu olarak yakaladýklarý, yani derin arzularýmýzýn veya korkularýmýzýn etki- siyle gördüðümüz bilinçaltý rüyalarý.

Hýrsýzýn uykusunda sürekli polis tarafýn- dan kovalanmasý, kavuþulamayan sevgiliyle kucaklaþma gibi. Bir de biz- lerin "haberci rüyalar" dediðimiz bir üçüncü çeþidi var. Ne fizik, fizyolojik ya da bilinçaltý diye asla yorumlanma- yacak olanlardýr bunlar. Yaþayacaðýmýz ya da sakýnacaðýmýz gelecekte baþýmýza gelecek olaylara ön hazýrlýk yapmamýz için üst âlemden veya rehber varlýklar- dan gelen sezgilerle gördüðümüz rüyalar bu türdendir. Üzerlerinde derin- liðine ve dikkatle durulmasý gerekir. Hz.

Yusuf'un yorumladýðý bu çeþitten iki rüya aynen gerçekleþtiði halde söylen- mesi unutturuldu. Ama Kral þu rüyayý görüp, çevresindeki bilge danýþmanlarý çaresiz kalýp, bunlar "hayal ve kuruntu eseri rüyalar" diye kestirip atýnca, bunu duyan þarap daðýtýcýsý Hz.Yusuf'u hatýr- lamaz olur mu? Kralýn rüyasý aynen þöyle:

** Rüyamda 7 semiz inek görüyorum.

Bunlarý 7 cýlýz inek yiyor. Ayrýca 7 yeþil baþak, 7 de kuru baþak görüyorum…."

(Yusuf 43)

Hz. Yusuf'un rüyasýný doðru yorum- ladýðý hapis arkadaþý tabircilerin çaresiz

kaldýðý Kralýn bu rüyasýný duydu ve yorumu için kendisini hapishaneye gön- dermelerini istedi. Hz. Yusuf'a rüyayý aynen aktardý. Onun yorumu çok ilginç:

Gelecek 14 yýlda Mýsýr dahil tüm o bölgede olacaklarý bildiren bir rüyadýr bu. Önce 7 yýl bolluk, sonra da 7 yýl kýtlýk var. Bolluk yýllarýnda har vurup harman savurmadan kýtlýk yýllarýna hazýrlýklý olmayý öðütleyen uyarýcý bir rüya olduðunu da sözlerine ekledi. Bu yorum Kralýn tam aradýðýydý, hemen saraya çaðýrdý Hz. Yusuf'u. Ne güzel, bunca meþakkatli tutukluluk yýllarýndan sonra sevinçle koþarak saraya gitmeli deðil mi? Hayýr böyle olmadý. Onun hiç acelesi yok. Gelecekte Mýsýr'da doldura- caðý yüce makamlarý, önceden Yaradan'ýndan öðrenen Yusuf'un ömür boyu yakasýna yapýþacak olan "ýrz düþ- maný" iftirasýndan kurtulmasý gerekir önce. Ve Krala haber gönderdi. Hani onu görüp býçakla ellerini kesen elit

(12)

sýnýftan kadýnlar var ya; evin hanýmý gibi ona cinsel tekliflerde bulunan.

Lütfen Kral onlarý bir bir sorgulasýn.

Dileði aynen uygulandý ve evin hanýmý dahil hepsi de Hz. Yusuf'un tamamen suçsuz ve masum olduðunu açýkça dile getirdiler.

Bu olayda hepimizin ibret alacaðý çok önemli bir sýr var. Toplumda önemli mevkilere talip olan veya þöhret basamaklarýnda yükseklere týrmanan kiþilerin geçmiþlerinde böyle iftiralar, haksýz hükümler varsa makamýn ve þöhretin cazibesine kapýlmadan mümkünse önce aklanmalarý çok gerek- li. Yoksa ömür boyu töhmet altýnda kalmak bir yana, bire bin katarak dedikodular üreterek onu periþan etmeleri iþten bile deðil.

Hz. Yusuf iftiralardan aklanýp Kralýn huzuruna tertemiz çýktý. Bu bilge, dos- doðru ve devlet iþlerinden de anlayan kiþiden; akýllý ve uzak görüþlü olduðu anlaþýlan Kral sonuna kadar yararlan- maya karar verdi ve Hz. Yusuf'un talebi üzerine onu bugünkü maliye bakaný benzeri hazine yönetimine getirdi.

Mýsýrda Kraldan sonra sözü dinlenen ikinci kiþiydi artýk. Nereden nereye deðil mi?

ÝBRETLÝK OLAYLAR

Hz. Yusuf bolluk yýllarýný çok iyi yönetti, halk tarafýndan çok sevildi.

Hazýrlýklý olduklarýndan kýtlýk yýllarýný da kazasýz belâsýz geçirmeye baþladýlar.

Mýsýr tedbirli, ya çevredeki ülkeler

örneðin Filistin ne durumda? Hepsi de açlýða mahkûm. Ama öðrendiler ki Mýsýrda yiyecek var. Onu kuyuya atan on aðabeyi, bu nedenle Mýsýr'a gelince Hz. Yusuf onlarý tanýdý ama onlar deðil, hâlâ gaflet içindeler. Onlara iyi davrandý, sohbet etti ve aðýzlarýndan küçük kardeþinin varlýðýný da onlara söyletince, ikinci geliþlerinde onu da getirmezlerse onlara asla mal vermeye- ceðini kesinlikle ihtar etti. Ayrýca adamlarýna, yükleri arasýna verdikleri paralarýný gizlice koyuvermelerini de.

Filistin'e varýp paralarýna da kavuþunca bu iyilik dolu ulu kiþinin dileðini, çok dil dökerek de olsa babalarýna kabul ettirdiler. Ýkinci gidiþlerinde Hz.

Yusuf'un öz kardeþi Bünyamin de vardý yanlarýnda. Hz. Yusuf baþ baþa iken Bünyamin'e kardeþi olduðunu açýkladý.

Kucaklaþýp hasret gözyaþlarý döktüler.

Kardeþine onu yanýnda alýkoyacaðý, bunun için zor bir durumda suçüstü yakalanacaðýný, sabretmesini ve sýr ver- memesini öðütledi. Çünkü onun yükü arasýna çok kýymetli nadide bir kupayý koyup hýrsýz diye yakalayacak ve gitme- sine izin vermeyeceklerdi. Plan aynen uygulandý ve Bünyamin suçüstü hýrsýz diye yakalandý. Aðabeyleri çok üzül- düler ama kýskançlýklarýný sürdürdük- lerinden þöyle demekten de geri kalmadýlar.

** Kardeþler dediler ki: "Bu çaldý ya, bundan önce de onun kardeþi çalmýþtý."

Yusuf bunu içinde sakladý onlara açýkla- madý. Þöyle dedi: "Kötü bir konum- dasýnýz. O sizin dilinize doladýðýnýz þeyi Allah daha iyi biliyor." (Yusuf 77)

(13)

Burada biraz duralým. Hz. Yusuf Mýsýrda ikinci adam. Böyle bir hýrsýzlýk senaryosuna ne gerek var ki? Kardeþini doðrudan yanýnda alýkoyamaz mý? Kim engel olabilir buna?

Ama gerçek böyle deðil. Öyle anlaþý- lýyor ki Mýsýr o zaman bir kanun devleti.

Kralýn yasasýna göre bunu yapmaya kimsenin hakký yok. 1990'larda "Ana- yasayý bir defa delsek ne olur?" diyen baþbakanlar gördük ülkemizde. Ýþte Hz.

Yusuf iktidarda olduðu halde bunu bile yapmýyor, kanunu çiðnemiyor.

Bir baþka ibretlik olay daha var bura- da. "Onun kardeþi de çalmýþtý" diyerek farkýna varmadan Hz. Yusuf'u suçladýlar ya, âyette okuduk. Ýçine attý açýklamadý ve iþi Allah'a havale etti.

Olayýn aslý þu imiþ. Doç. Dr. Ahmet Lütfü Kazancý'nýn Peygamberler Tarihi Kitabý'nýn 2. Cilt 33. Sayfasýnda açýk- landýðýna göre Yusuf çocukluðunda bakýlmak üzere bir süre halasýnýn yanýn- da kalmýþ ve günü dolunca da geri isten- miþ. Ama halasý ondan hiç ayrýlmak istemiyor. Hiç olmazsa biraz daha…

Kötü bir kurnazlýk yapýyor. Çocuðu süs- leyip püsleyip geri yollarken eþyalarý arasýna koyduðu bir mücevheri suçüstü yapýp yakalýyor. Bu düzmece hýrsýzlýðýn cezasý olarak halasýnýn yanýnda bir süre daha onun hizmetinde çalýþýyor. Bu olay her neyse öyle anlaþýlýyor ki Hz. Yusuf kendisini temize çýkarmak için saygýn- lýklarý zedelenmesin diye büyüklerini ele vermemeyi tercih ediyor. Bu olay bizlere þu öðüdü hatýrlatýyor:

"Yenilmekten deðil, ayrýlýkta olmaktan, kötüye vardýrmaktan korkunuz."

Bünyaminsiz yanlarýna varýnca Hz.

Yakub bir kez daha sarsýldý. Kýsmetine hep hasretlik mi düþecekti onun?

Bulacaðýndan emin ama þu özlem acýsý olmasa. Bunu en iyi çocuklarýný uzak- lara göndermiþ ana babalar hisseder. Ve Hz. Yakub'da "Yusuf, Yusuf!.." diye inlemeye baþlamýþtý:

**Ve yüzünü onlardan öteye döndürdü ve þöyle inledi: "Ey Yusuf'a duyduðum gam neredesin?!" Ve kederden gözlerine ak düþtü. Durmadan yutkunuyordu.

Dediler ki: "Hâlâ Yusuf'u anýp duruyor- sun. Sonunda ya kederinden eriyeceksin yahut da helâk olup gideceksin." Dedi ki: "Ben içimi doldurup taþan özlemimi, kederimi Allah'a arz ederim. Ve Allah'ýn yardýmýyla sizin bilmediðiniz þeyleri bilirim." (Yusuf 85-87)

Üçüncü defa hem ihtiyaçlarý hem de küçük kardeþleri için Mýsýr'a geldik- lerinde Hz. Yusuf kendini onlara tanýttý.

Ve vesvese verene uyarak ona yaptýkla- rýný da hatýrlattý. Af dilediler onlara yu- muþak davrandý ve baðýþlanmalarý için Allah'a niyazda bulundu. Babalarý yüzü- ne sürsün de gözleri açýlsýn diye göm- leðini gönderdi. Artýk tüm ailenin gelip Mýsýr'a yerleþmelerini de istedi onlar- dan. Filistin'e doðru yola düzülür düzül- mez Hz. Yakub: "Bana bunak demeyin ama Yusuf'un kokusunu duyuyorum"

demeye baþlamýþtý bile. Ve gömlek gelip yüzüne sürünce de açýldý gözleri.

(14)

BAYRAM GÜNLERÝ

Nihayet mutlu son gelmiþti.

Dönmemek üzere hep beraber Mýsýr'a göçtüler. Bu muhteþem kavuþma gününün tarife sýðmaz coþku ve heye- canýný birlikte yaþadýktan sonra Hz.

Yusuf ana babasýný tahtýnýn üstüne çýkardý. Ve hepsi birden Hz. Yusuf'un önünde secde ettiler. Kuþkusuz ki, bu bir ibadet secdesi deðildi. Meleklerin Âdem'e secdesi gibi onun yolunda hizmete hazýr olduklarýnýn bir iþaretiydi sadece. Hz. Yusuf'un çocukluk rüyasý gerçekleþmiþti böylece: Ýþte babasý, annesi yani Güneþ ve Ay ve 11 kardeþi yani 11 yýldýz onun için secdeye kapan- mýþtý. Bütün bunlardan sonra Hz. Yusuf tüm içtenliðiyle Rab'bine þöyle þükür duasý ediyordu:

** Rabbim sen bana egemenlik verdin. Bana olaylarýn yorumlanmasýný öðrettin. Sen göklerin ve yerin yönetici- sisin. Sen Dünyada ve ahirette benim koruyucumsun. Benim canýmý Müslüman olarak al ve beni barýþsever hayýrlý kullar arasýna kat. (Yusuf 101)

Hz. Yakub'un Rabbi tarafýndan Ýsrail adýyla onurlandýrýldýðýný biliyoruz. O Mýsýr'daki yýllarýnda da bir nebi olarak sadece kendi soyuna peygamberlik etti.

Ama Hz. Yusuf'un Mümin Sûresi 34.

âyette resul olduðu da bildiriliyor:

** Yemin olsun daha önce Yusuf da size açýk seçik mesajlar getirmiþti de, onun size getirdikleri hakkýnda hep kuþku duymuþtunuz. O ölünce de þöyle demiþtiniz: "Allah ondan sonra bir daha resûl göndermez" Allah aþýrý giden kuþkucularý iþte böyle saptýrýr.

Anlaþýlýyor ki Hz. Yusuf nebiliðinin yanýnda resûllükle de görevlendirilmiþ.

Öyleyse Mýsýrlýlar arasýnda da Hz.

Yusuf'a inanan bir topluluk olmasý gerekir. Ýsrailoðullarý ve onlar Mýsýr'da 600 yýl boyunca çoðala çoðala Hz.

Musa dönemine kadar yaþadýlar. Ancak baþka ümmetlerin baþýna gelen onlara da geldi. Her baktýklarý yerde mevcut olan Yüce Yaratýcýyý unutup elleriyle yaptýklarý böðüren altýn buzaðýya tapar olmuþlardý. Aralarýndan Hz. Musa ve Hz. Harun gibi iki kardeþin peygamber seçildiði günlerde onlar hem firavun ailesinin esiri hem de gerçeði kaybetmiþ acýnacak bir yaþama mahkûm yaþýyorlardý.

Gelecek yazýlarýmýzda Þuayb ve Musa Peygamberi incelerken bunlar üzerinde daha çok duracaðýz.

(15)

aynaðý tanrýsal olsun veya olmasýn, toplumsal geliþmelere ayak uyduramayan hiçbir kurum varlýðýný sürdüremez. O nedenle mutlak ve deðiþmez hükümler içerdiklerini iddia eden dinlerin toplumsal sorunlara çözüm getiremediklerinden dolayý uygulanamaz olmalarýný doðal görmek gerekir.

Ankara Üniversitesi Ýlâhiyat Fakültesinde öðretim üyesi olan Prof. Dr. Salih

Akdemir'e göre, evrende en deðerli varlýk insandýr. Her þey insan için, insanýn yüceliþi için. Ýþte o nedenle evrende en büyük cinayet ona yönelik olandýr. Ve yine bu yüzden Yüce Yaratýcý, kutsal kýldýðý insanýn haksýz yere öldürülmesini, bütün insanlýðýn öldürülmesi olarak nitelemiþtir. Ýnsanýn kut- sallýðý, içinde tanrýsal bir tohum bulundur- masýndan kaynaklanmaktadýr. Ýnsanýn göre- vi, içindeki tanrýsal kökenli gizil güçleri açýða çýkarmak, eyleme dönüþtürmektir.

K

Prof. Dr. Salih Akdemir Anýsýna:

Kur’an ve Laiklik

Güngör Özyiðit, Psikolog

(16)

Oysa insan özündeki tanrýsal tarafý fark edip, bu güçleri, kendisini gerçekleþtirecek yerde, söz konusu güçlerini kendi dýþýndaki varlýklara yükler. Kendi dýþýndakileri güçlendirirken, kendini güçsüz hale getirir.

Sonuçta kendine yabancýlaþýr. Baþkasýna yüklediði kendi gücü, ona düþman, yabancý bir güç olarak geri döner. Öylece bir türlü kendisi olamayan insan, özünden uzaklaþýr ve mutsuz olur. Ýnsan nasýl kendisi olabilir;

baþka deyiþle yabancýlaþmaktan nasýl kurtu- labilir? Ýþte yanýt asýl sorun budur:

Sayýn Akdemir, insanýn içindeki tanrýsal güçlerini tanrý olmayan varlýklara yük- lemesinin, yani þirk koþmasýnýn, yedek ilâh- lar edinmesinin yabancýlaþmaya yol açmasý nedeniyle en büyük günah olduðunu belir- tir. Tanrý'ya ortak koþmanýn dýþýnda bütün günahlarýn affedilmesi yanýnda, Yüce Yaratýcý'nýn þirki af dýþý tutmasýnýn sebebini ise þöyle açýklar:

"Mademki, insan içinde ilahi gücü barýndýran bir varlýktýr, o halde o, her ne pahasýna olursa olsun, içindeki gizli güçleri sadece kendini gerçekleþtirmek için kullan- malýdýr. Aksi davranýþlar, onu kendi olmak- tan, yani insan olmaktan çýkarmaktadýr. Þu halde insanýn insan olarak kalmasý kendi olmasýna, kendine yabancýlaþmamasýna baðlýdýr. Ancak insanýn insan olmasý, olmaya devam etmesi son derece güçtür;

çünkü kendi dýþýndaki dünya, onu, o olmak- tan engellemek için elinden geleni esirge- memektedir. O öylesine güçlüdür ki, kendi olmak isteyenleri çok defa engellemektedir.

Ama insan, insan olarak kalmak istiyorsa, bütün engellemelere, hayatý pahasýna karþý koymak durumundadýr. Aksi halde insan-

lýðýný yitirir, yani ilâhi kaynak ile olan baðlantýsýný yitirir. O, artýk kendi deðil, yabancýlaþmýþ bir toplumun ürünü olmuþtur.

Þu halde sorun Hamlet'in dediði gibi

"Olmak ya da olmamak" sorunudur. Ýnsan seçimi mutlak yapmak durumundadýr.

Olmak, yani insan olmak isteyenler,

toplumun her türlü dayatmasýna raðmen yýl- madan insan olmanýn gereklerini her zaman yerine getireceklerdir. Buna karþýlýk, aldatýcý ve geçici bir takým çýkarlar karþýlýðýnda kendileri olmayý terk edenler de, içinde yaþadýklarý düzenin insanlýk dýþý deðerlerini savunmaya çalýþacaklardýr. Ýþte bu baðlamda laiklik, insan olmayý tercih edenler ile insan olmayý reddedenler arasýn- daki onurlu mücadelenin adýdýr. Bu bakým- dan bize göre, ilâhi bir mücadelenin adýdýr.

Buna raðmen yine de dine karþý bir hareket olarak gösterilmiþtir."

Kur'an'ýn indiriliþ amacý da, bir bakýma, insana ilâhi ve sorumlu bir varlýk olduðu- nun hatýrlatýlmasýdýr. O, bu tanrýsal tarafýný unutmamak için, takva'ya sarýlmalý, yani kötülüðün her çeþidinden sakýnarak zarar- sýzlýðý öðrenmelidir. O yüzden, her zamanýn hep gündemde olmasý gereken en önemli sorunu, insana, ilâhi bir varlýk olduðu bilin- cini kazandýrmaktýr. Buna insaný, yeniden insanlaþtýrmak da diyebiliriz. Prof. Dr. Salih Akdemir'in "Kur'an ve Laiklik" kitabý, insanýn insanlaþma çabasýnda Kur'an'la laik- liðin örtüþtüðü tezini savunmaktadýr.

DÝN VE DEVLET ÝLÝÞKÝSÝ

Ýnsanýn özgürce düþünüp inanabilmesi ve bunu özgürce dile getirebilmesi, insan olmanýn olmazsa olmaz koþuludur. Bu

(17)

saðlanamazsa insanlar baþka türlü düþünür, baþka türlü konuþur, yani ikiyüzlülüðe itilir.

Öylece düþüncelerini gizleme ya da bastýr- ma yoluna gider. Ama böyle yapmakla sorumluluktan yakayý kurtaramaz. Ýçindeki- lerin bilindiði konusunda Bakara Suresinin 284. âyeti onu uyarýr: "Ýçinizdekileri açýk- lasanýz da, açýklamasanýz da, yine de Allah onlardan dolayý sizi hesaba çekecektir."

Buna göre saðlýklý yol, insanlarýn düþünce ve inançlarýný özgürce dile getirecekleri toplumsal bir yapýyý oluþturmaktýr. Ýçimiz deðiþirse, bu deðiþiklik dýþa da yansýr:

"Allah bir toplumun içinde bulunduðu durumu, (o toplumun fertleri) içlerini deðiþtirmedikçe, deðiþtirmez." (Rad - 11)

Sayýn Akdemir'in bu âyetle ilgili yoru- mu þu: "Bir toplumun içinde bulunduðu durumdan kurtulabilmesi, fertlerin saðlýklý bir ruhsal yapýya, yani yabancýlaþmamýþ bir kiþiliðe sahip olmalarýna baðlýdýr.

Yabancýlaþmadan kurtulmasý ise, ancak Ýslam ile yani insan doðasýnýn arýndýrýlmasý ve böylece orada barýþýn egemen kýlýn- masýyla mümkündür. Bu, insanýn kendisiyle barýþýk, yani saðlýklý olmasý demektir. Ýþte bizim Ýslam'da anladýðýmýz da budur."

Burada saðlýklý bireylerden oluþan saðlýk- lý bir toplumda, düþünce ve inançlarýn özgürce dile getirilmesi gereði açýkça ortaya çýkmaktadýr. Özgürlüklerin güvence- ye alýndýðý laik bir düzen, insanlarýn büyük savaþýmlar sonunda, büyük bedeller ödeye- rek ulaþmýþ olduðu bir yönetim biçimidir.

1789 Fransýz Devriminden önce, Doðu'da ve Batýda ülkeleri yönetenler, yönetme

yetkisini Tanrý'dan aldýklarýný ileri sürerler- di. Kendilerini yeryüzünde Allah'ýn gölgesi olarak görürlerdi. Hükümranlýk yetkisini Allah'tan aldýklarýndan, yaptýklarýndan dolayý halk onlardan hesap soramazdý. Bu dönemlerin bir önemli özelliði de

Kilise'nin, dinsel kurumlarýn ve din adamlarýnýn böylesi hükümdarlara destek çýkmalarýdýr. Egemenliði Allah'tan aldýðýný söyleyen Hükümdarýn yasallýðýný sürdüre- bilmesi için, Kilise ile iyi geçinmesi gerekir. Bu durumu kurnazca kullanan Kilise, kendisi de hükümranlýðý paylaþýr.

Düþünce ve vicdan hürriyetine karþý çýkar, Kendi istediði gibi düþünüp inanmayanlarý aforoz eder, hattâ daha ileri gider,

öldürülmelerini emreder. 1573 yýlýnda Fransa'da Saint Bartelemy katliamýnda, 30.000 Protestan, kadýn çocuk ayrýmý yapýl- maksýzýn hunharca öldürülür. Büyük Hýristiyan felsefecisi kutsal Thomas'ýn Kilise öðretisini benimsemeyenlerle ilgili önerisi tüyler ürperticidir. "Ýnsanýn ruhuna hayat veren imaný bozmak (ifsat etmek), sadece dünyevi çýkar saðlayan sahte para basmaktan daha aðýr bir suçtur. Sahte para basan kalpazanlarý öldürmek konusunda tereddüt etmiyoruz; öyleyse sapýklarý evle- viyetle (öncelikle) öldürebiliriz."

Böylesi baðnaz bir tutumun gerisinde

"Mutlakçýlýk" anlayýþý yatar. Gerçek, kurtu- luþ yalnýz Kilisenin tekelindedir. "Papa yanýlmazdýr" ilkesi, sonunda onlar gibi düþünmeyenleri cezalandýrmaya,

engizisyonda sorgulamaya ve diri diri yak- maya kadar varmýþtýr.

Buna tepki olarak 1776 yýlýnda

Amerika'da, 1789'da Fransa'da gerçekleþen

(18)

Devrimler sonucu, egemenliði halka veren laik devlet anlayýþý ortaya çýkar. Ýnsan Haklarý Bildirgesinde bütün insanlarýn hür olduðu ileri sürülür. Ýnsanlar haklarý yönün- den hür ve eþit görülür. Ýstediði gibi inanma konusunda serbest býrakýlýr. Kimse kimseyi

"Benim düþündüðüm gibi düþünmeye, benim inandýðýma inanmaya mecbursun"

diye zorlayamaz. Ýnsan Haklarý Bildirgesi aklýn ürünüdür. Ve týpký doða yasalarý gibi, herkes için yasal, zorunlu ve ebedidir.

Böylece laiklik ile ilk kez düþünce ve vic- dan özgürlüðü güvenceye alýnýr. Toplum içinde tek düzelik yerine çoðulculuðun ege- men olmasý saðlanýr. Laiklik, dinsizlik olarak yorumlanamaz ve uygulanamaz.

Laiklik, Devletin, inansýn inanmasýn veya neye inanýrsa inansýn, her dine ve inanca eþit mesafede durmasý, birini diðerine tercih etmemesi demektir.

LAÝK DEVLET

Sayýn Akdemir'in iyice altýný çizdiði gibi laik devlet ile birlikte iktidarýn dayanaðý Tanrýsal olmaktan çok, hak iradesine doðru kaymýþtýr. Hukukun temelleri de dinsel dog- malardan arýndýrýlmýþ, insan aklýnýn ürettiði kurallara dayandýrýlmýþtýr.

Bu kurallar, çaðdaþ bilimin ýþýðýnda, top- lumun gereksinmelerine göre deðiþebilmek- tedir. Çünkü insan aklýna dayanmakta ve gereksinmelere uyarlanabilmektedirler. Zira hukuk, ancak toplumsal geliþmeye ayak uydurabildiði ölçüde baþarýlý ve kalýcý çözümler üretebilir. Kaldý ki, din kurallarý bile, iddia edildiði üzere deðiþmez midirler?

Öyle olsaydý Tevrat'tan ve Ýncil'den sonra 1977'de doktora, 1984'de doçent

ve 1989'da profesör oldu.

Doktorasýný Paris Hukuk Fakültesi'nde tamamlayan Salih Akdemir, Ankara Üniversitesi Ýlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalý Öðretim Üyeliði yaptý.

Arapça, Akkadça, Ýbranice, Aramice, Latince, Klasik Yunanca, Fransýzca, Ýtalyanca, Ýspanyolca, Portekizce, Ýngilizce, Almanca ve Boþnakça bilen ve 30 (yeryüzündeki bir kelime her- hangi 50 dilde ortak olabileceðne göre, 30 az bile) kadar dille ilgile- nen Salih Akdemir'in en önemli araþtýrma alanlarýndan biri "Vahye Dayalý Dinlerin Aþkýn Birliði"'dir.

Dinlerin ezoterik yönleri ile de ilgilenen Akdemir, farklý dinlerin kutsal metinlerini de inceleyerek ruhsallýk olgusunun evrenselliði üzerinde durdu ve dinin þekilsel boyutunun modern insanýn ihtiyaçlarýný karþýlamaya yetmediðini vurguladý. Kur'an'ýn daha iyi anlaþýlmasý için Ýbranice çalýþmak gerektiðine inanan Akdemir, dönem bilgisine ve kul- lanýlan kelimelerin asýl anlamlarý- na nüfuz etmek için karþýlaþtýr- malý dinler tarihi çalýþmalarýna önem verdi.

(19)

Kur'an'ýn gelmesine gerek kalmazdý. Diðer yandan vahiy yoluyla gelen bilgilerin, asýl iþlevinin, Allah'la insan iliþkilerini düzen- leme konusunda yol gösterici olduðu göz ardý edilemez. Kur'an'ýn toplumsal geliþmeler doðrultusundaki çözümleri insana býraktýðý pekâlâ ileri sürülebilir.

Kaynaðý tanrýsal olsun veya olmasýn, toplumsal geliþmelere ayak uyduramayan hiçbir kurum varlýðýný sürdüremez. O nedenle mutlak ve deðiþmez hükümler içerdiklerini iddia eden dinlerin toplumsal sorunlara çözüm getiremediklerinden dolayý uygulanamaz olmalarýný doðal görmek gerekir. Batýda Katolikliðin, Türkiye'de Ýslam'ýn uygulamadan kaldýrýlmasýnýn ve yerlerine laikliðin konulmasýnýn temelinde bu tarihsel ve toplumsal zorunluluk yat- maktadýr.

DÜNYA DEVLETÝ - DÝN DEVLETÝ Dinin, özellikle Hýristiyanlýðýn siyasete bulaþmasýnda þu iki öðreti etkili olmuþtur:

V. Yüzyýlda Batý-Roma'nýn çökmesiyle bir- likte bazý Romalýlar, bunun nedenini, ata- larýnýn dinini býrakýp da Hýristiyanlýða girmelerine baðlar. Bu yýkýlýþtan

Hýristiyanlýðýn sorumlu olmadýðýný göster- mek amacýyla Aziz Augustin 426 yýlýnda

"Tanrý Devletine Dair" isimli bir kitap yazar. Devlet felsefesini iþleyen bu eser, Ortaçað boyunca bütün Hýristiyanlýðý etkisi altýna almýþtýr. Aziz Augustin'e göre, ilk günah sonucu Âdem'in Cennetten kovul- masýndan beri, dünya, Tanrý devleti ve Dünya devleti olarak üzere ikiye ayrýlýr.

Tanrý devletinin ülkesi, inanmýþ, arýnmýþ kullardan oluþur. Buna karþýlýk Dünya

devletinin ülkesi, þeytana uymuþ kiþilerden kurulur. Aziz Augustin'in, bu doktrinini benimseyen Kilise, kendini Tanrý devletinin temsilcisi olarak görür. Ve böylece hem dini, hem de dünyevi erki kendi bünyesinde barýndýrýr.

ÝKÝ KILIÇ ÖÐRETÝSÝ

Hýristiyanlýk Konstantin zamanýnda Roma'nýn resmi dini olana dek,

Romalýlar'dan çok çekmiþ, ilk Hýristiyanlar iþkenceler görmüþ, arenalarda aslanlara yem olmuþtur. O yüzden Romalýlar'ýn baskýsýndan kovuþturmasýndan korunmak için, Hýristiyanlar sözlerinde ve yazýlarýnda siyasi bir amaç gütmediklerini vurgulamaya özen gösterirler. Ve bunu Matta Ýncili'ndeki þu sözlere dayandýrýrlar: "Kayzer'in þeyleri- ni Kayzer'e ve Allah'ýn þeylerini de Allaha ödeyin"(Matta 22/21) Bu öðretiye göre

"din iþleri" ile "dünya iþleri" birbirinden ayrýlýr, dünyevi güç, otorite, imparatora tanýnýrken Kiliseye sadece ruhani konularda yetki verir.

Ne var ki, Konstantin zamanýnda,

Hýristiyanlýðýn resmi dini olmasýndan sonra, durum tamamiyle deðiþir. Bundan böyle Kilise, geçmiþte olduðu gibi, Kayzer'in þey- lerini Kayzer'e vermeyerek, onlarý da ken- disi kullanmak ister. Buna bir kýlýf uydur- mak için de "Ýki Kýlýç" öðretisini geliþtirir.

Öylece Luka Ýncil'ine gönderme yapar: "Ve onlar: Ya Rab, iþte burada iki kýlýç, dediler.

Ýsa onlara: Yeter, dedi"(Luka 22/38) Kilise, iþte bu "iki kýlýç" sözünü, Tanrý'nýn Hýristiyanlýðý korumak üzere vermiþ olduðu, biri dünyevi, diðeri ruhani olan iki

(20)

güç kaynaðý olarak yorumlar. Kilise, hem dünyevi, hem manevi gücü eline alarak, Papalýða ve Ýmparatorluða soyunarak, bu iki otoriteyi, ayný kiþide somutlar.

Kendisine uymayan krallarý da aforoz eder.

Kilisenin siyasi ve ruhani gücü kötüye ve kendi çýkarýna kullanmasý üzerine, din özünden uzaklaþýr. Geliþen toplumun ihtiyaçlarýna karþýlýk veremez. Giderek din baský ve zûlüm aracý haline dönüþür. Baþta aydýnlar olmak üzere, insanlar Katolik Kilisesine karþý tepkide bulunur.

Bu tepki, Fransa ve Ýtalya'da Rönesansa, aydýnlanmaya, devrime ve sonuçta

Laisizme yol açarken, Germen ülkelerinde, dinin özüne dönülmesiyle reforma, uzlaþ- maya, oradan da sekülarizme ulaþýr.

Luther'in protestosu ile Papalýk ve Katolik Kilisesinin eriþilmez, eleþtirilmez, insanüstü konumu yerle bir edilir. Öylece dünyevi güç, dünyevi iktidara verilir. Luther tarafýn- dan baþlatýlan Protestan hareketi sayesinde Almanya kendini Katolikliðin pençesinden kurtarýr. Ýki kýlýç doktrini de böylece red- dedilir. Kayzer'in þeyleri yine Kayzer'e, Allah'ýn þeyleri ise yine Allah'a ait olur.

Böylelikle dünya, din adamlarý tarafýndan deðil, dünya adamý krallar tarafýndan yönetilir. Din ve dünya iþleri kendi çizgile- rine çekilerek, devrime gerek kalmadan, dünyevileþme, yani sekülarizm gerçekleþir.

Deðiþmez ve statik bir din anlayýþýnýn, hýzla deðiþen toplumlarýn geliþen ihtiyaçlarýný karþýlayamadýðý tarihsel bir gerçektir. Bunun somut kanýtý ise, katolik- liðe dünya iþlerinden el çektirilerek, yerine laik sistemlerin geçirilmesidir.

Sayýn Akdemir, yabancýlaþmaya dikkati çekerek "Toplum içindeki, din de dâhil birçok kurum, taþýdýklarý isimler ne kadar yüce olursa olsun, yabancýlaþma kaynaðý olabilir" der ve tarihsel bir gerçeði vurgular.

"Çünkü bu kurumlar, tarihin birçok döne- minde açýkça görüldüðü üzere, Yaratýcý'nýn kutsal ve onurlu kýldýðý insanýn kendine ya- bancýlaþmasýna, yani köleleþmesine yardým- cý olmuþlardýr. Burada çok sýk karþýlaþýlan bir yanýlgýya da dikkat çekmek istiyoruz:

Allah'a inanmak, insaný Allah'a ortak koþ- maktan, yani kendine yabancýlaþmaktan kurtarmaz. Kur'an'ýn kendisi de bu yaman gerçeði doðrular: "Onlarýn çoðu, ortak koþ- madan Allah'a inanmazlar"(Yusuf, 104)

Ayný gerçek çaðýmýzýn büyük psikanaliz- cilerinden Erich Fromm'un þu sözlerinde dile gelir: "Fakat çoðunluk Tanrý'ya inanmýþ insanlarýn uðraþmasý gereken sorunlarla hiç ilgilenmez. Üretimimizle övünür, tüketimi- mizle de yetinmeyiz, aslýnda Tanrý tanýmaz diye kýnadýðýmýz materyalistlere yük- lediðimiz niteliklere sahip olan biz

kendimiziz. Tanrý ile iliþkilerimizde ciddiye alýnacak tek bir yan kalmýþsa o da Tanrý'yý putlaþtýrdýðýmýz gerçeðini kabul etmektir.

Bu put, atalarýmýzýn yaptýðý aðaçtan veya taþtan bir put deðilse de, sözcüklerden âyet, sûre, yorum ve doktrinlerden oluþan bir puttur. Tanrý adýnýn boþ ve gereksiz yere kullanýlmamasý yolundaki Tanrý emrini her an çiðneyip duruyoruz."

Din, gerçekten din olmak istiyorsa, insanýn özünü ve doðasýný doðru bir þekilde yansýtmalý, insanýn ve toplumun yükseliþine katkýda bulunmalýdýr.

(21)

Tanrý Ýnancý

Zuhal Voigt

Tanrý inancý nedir? Neye inanýyoruz? Neden inanýyoruz? Ýnanan neden inanýyor, inanmayan neden inanmýyor?

Bilim dünyasý son senelerde bu ve bunun gibi sorularla büyük bir merakla ilgileniyor, çeþitli üniversitelerde ve araþtýrma kurumlarýn- da denemeler yapýlýyor, çeþitli teoriler ileriye sürülüyor.

Bunu yaparken de, bu konuda her zaman olduðu gibi, yine ayni fikirde birleþemiyor. Bazýlarý, sadece bilimsel denilen metodlarla her þeyin izah edilemiyeceði kanýsýna varýrken, bazýlarý Tanrý

inancýný ve ruhsal fenomenleri, beynin kývrýmlarý içine hapsetmeye

uðraþýyorlar.

(22)

eçenlerde izlediðim bir TV pro- gramýnda, bir tarafta iki fizikçi, diðer tarafta iki teolog, bilim ve dinin karþýlýklý pozisyonlarý üzerinde tartýþýyorlardý. Fizikçiler tabii ki yalnýzca ölçebildikleri dünyayý kabul ediyor ama karþýlarýndaki din bilginlerinin ve onlarýn temsil ettiði büyük kitlenin ayaðýna bas- mamak için de büyük gayret göstererek, sanki reddettikleri þeylerin onlarla ilgisi yokmuþ gibi davranarak, bir çeþit dil ve düþünce cambazlýðý sergiliyorlardý.

Sonunda meali kýsaca aþaðý yukarý þöyle olan bir söylemde birleþtiler:

" Bilim dünyayý açýklamaya, din de insanýn ve dünyanýn varoluþ nedenlerini izah etmeye devam etsin." Her biri bir önemli mevkiye ve bir sürü ünvana sahip bu bilginler, böylece konuyu, dünyayý bilimsel olarak açýklamak ve insanýn varoluþu nedenleri üzerinde düþünmek sanki birbirinden çok farklý þeylermiþ gibi ortaya koyarak bitirdiler.

Eðer varsam ve bu fiziki dünya üzerinde yaþýyorsam, burada bulunma gerekçelerimin ve bunun nasýl husule geldiðinin de mantýklý bir açýklamasý olmalý ve benim bu açýklamalara günün birinde, - müsbet ilim denilen bilim dalý- na veya þu anda mevcut olan veya daha ileride ortaya çýkacak her hangi baþka bir araþtýrma dalýna mensup- birilerinin ulaþacaðýný beklemem de en mantýklý sonuç olarak anlaþýlabilmeli.

Çok þükür ki günümüzde pek çok baþka bilim insaný da, büyük bir merakla ve en önemlisi, önyargýlarýný bir tarafa koymaya çalýþarak bu konunun üzerine gidiyorlar.

Dinlerin Geri Dönüþü

Yapýlan araþtýrmalara göre, din ve Tanrý inancý kavramlarý, içinde bulun- duðumuz teknik açýdan hayal edemeye- cek olduðumuz þeylerin gerçekleþtiði zamanlara raðmen, yukarýya doðru yük- selen bir ivme gösteriyor. Yani ilerleyen teknoloji ve bilim, insanlarýn inancýný azaltmýyor, tersine arttýrýyor. Örneðin Almanlarýn yarýsý meleklere inanýyor- muþ. Hattâ Avrupa genelinde, "Dinlerin Geri Dönüþü" adý verilen bir akým gözlemlenmekte. Amerikan halkýnýn yüzde doksaný her hangi bir doðaüstü güce inanmakta. (Nature isimli dergiye göre). Bu oran Amerikan bilim adamlarý arasýnda yüzde kýrka iniyor. En önde gelen bilimciler arasýnda ise bu oran yüzde yedi oluyor.

Bilim ve ruhsallýðýn birbiri karþýsýndaki bu duruþu, akýllara bir çok soruyu

getirmekte. Bilimin nimetlerinden yarar- lanan büyük kitlelerde, inancýn yükseliþ gösterdiði tesbit edilirken,bazý bilim adamlarýnda neden bunun tersi gözlem- lenmekte? Bilimin temelinde düþünmek yatmaz mý? Düþünmek, inanmaya engel mi? Yoksa düþünceyi sýnýrlamak, onu yalnýz belli bir kulvarda koþmaya mecbur etmek mi bu sonucu doðuruyor?

Hem önce hangisi vardý, düþünmek mi, inanmak mý? Düþünmeden, düþünce olmadan inanmak mümkün mü? Elbette, akla uygun olmayan bir takým þeylere de inanmak mümkün ama onlarýn da temelinde, yanlýþ da olsa, düþünmek yer almýyor mu?

Soru sormaya devam edebilir, düþün- menin inançtan uzaklaþtýrdýðýný mý,

G

(23)

yoksa düþünmenin inanca götürüyor olduðunu mu tartýþabiliriz. Burada her- halde kilit noktasý, nasýl, hangi doðrultu- da düþünülüyor olmasý. Örneðin ilk insanlarýn, doða güçlerinden, vahþi hay- vanlardan, karanlýktan vesaire korktuk- larý için inanmaya baþladýklarý savunulur.

Ama insanoðlunun, neden inanmak eðili- minde olduðu hiç tartýþýlmaz. Yani, inan- mak eylemine çeþitli sebepler gösterilir de, insanoðlunda neden böyle bir ihtiyaç bulunduðu konusu ihmal edilmiþ bir konudur aslýnda. Öyle ya, doða güç- lerinden, vahþi hayvanlardan korkan insan, kendisini korumasý için görünmez güçler icat edip veya görünen þekillere görünmez kuvvetler atfedip onlara ibadet edeceði yerde; korunmak üzere deðiþik stratejiler üretebilir veya örneðin hiç korkmayacak bir yapýda ortaya çýkmýþ olabilirdi. Örneðin güçlü bir vahþi hay- vandan korkuyorsam, ondan daha güçlü baþka bir hayvana veya o hayvaný alt ettiðini gördüðüm baþka görünür bir güce güvenebilirim. Ýlk veya ilkel insan- larda görülen putlara veya totemlere tap- mak olgusu herhalde bu þekilde geliþmiþ bir inanç þeklidir. Bunun daha ötesi tek Tanrýlý dinler olarak görülür ama kork- mak duygusu ile korunmak için görün- mez bir güçten medet ummak düþüncesi arasýnda da çok mantýklý bir baðlantý var gibi görünmemekte. Korunmak için neden göremediðim ve varlýðýndan tam emin olamadýðým bir güçten yardým isteyeyim?

Ýnsanoðlu acaba aslýnda görünen þekillere görünmeyen güçler mi atfetti, yoksa görünmeyen güçleri, zaten yapýsýnda bulunan yetenekleri ile mi sezdi? Ýþte yine tartýþýlacak bir konu.

Beyin mi Tanrý'yý, Tanrý mý Beyni Yarattý?

Bu konu üzerinde kafa yoran bilim adamlarý, bundan kýsa bir süre önce, Arþimed gibi banyodan çýplak olarak fýr- lamadýlar ama "Evreka" (buldum) sevinç çýðlýklarý ile þunu ilan ettiler:

"Dinlerin kaynaðýný bulduk: Ýnsan beynindeki paryetal lob ve frontal lob ruhsal denemelerde özellikle aktif hale geçiyor."

Yani bilim adamlarý, dua halinde veya bir vizyon görüldüðünde, beynin bu böl- gesinde faaliyet tesbit etmiþler. Bilim adamlarý bu bölgeye güzel bir isim de buldular: Tanrý Lobu. Bunu daha fazla araþtýrabilmek için de, budist rahiplerle ve dua eden hristýyan rahibelerle bir dizi denemeler yaptýlar. Hattâ içlerinde daha da ileri giderek, Amerikalý beyin araþtýr- macýsý Dr. Vilayanur Ramachandran gibi, örneðin havarilerden St. Paul'un, çölde

(24)

Hz. Ýsa ile olan karþýlaþmasýný, bir epi- lepsi olayý olarak açýklayanlar bile oldu.

Sonra Kanadalý Dr. Michael Persinger, üzerinde, beynin paryetal lobuna elek- trikle etki eden manyetik bobinlerin bulunduðu bir çeþit kask icat etti ve bunu çeþitli denekler üzerinde denedi. Ger- çekten de, denekler kaský taktýktan sonra, Tanrý'yý hissettiklerini, havada uçtuk- larýný, meleklerle karþýlaþtýklarýný anlat- maya baþladýlar. Hattâ bazýlarý þeytaný gördükleri iddiasýyla korku içinde deneyi terketti. Bu durum tabii ki dini çevrel- erde ve dini inançlara sahip halk arasýnda infiale neden oldu. Ýnanan insanlar, Tanrý'yý beynimizdeki paryetal lobun bir takým halüsinasyonlarýna indirgeyen bu tezi þiddetle reddettiler. Bunun üzerine araþtýrmacýlar, Tanrý'nýn varlýðýný ya da yokluðunu deðil, insanýn nasýl ve neden inandýðýný araþtýrdýklarýný ifade ederek ortalýðý yatýþtýrmaya çalýþtýlar.

Bunun arkasýndan Ýsveç'te yapýlan bir dizi araþtýrma, paryetal lobun çalýþ- malarýný yine biraz kritik bir gözle araþtýrmak gereðini ortaya koydu:

Uppsala üniversitesinde yapýlan

deneylerde, deneklerin hepsine manyetik kasklar giydirildi ama, yalnýzca yarýsýnda bobinler faaliyete geçirildi, diðer yarýsýn- da ise, hiç bir þey yapýlmadý. Yalnýz bu durum deneklerden gizlendi. Sonuçta her iki taraftaki denekler de Tanrýsal

deneyler yaþadýklarýný bildirdiler. Bu durum þu þaþýrtýcý neticeye götürüyordu:

Dini veya ruhi deneyimleri yaþatan, beynin belli bir bölgesinin elektriksel olarak uyarýlmasý deðildi. Bu gizem daha derinlerde bir yerde, insanýn

düþüncelerinde veya beklentilerinde;

kýsaca ruhsal yapýsýnda saklanýyordu.

Sevgili araþtýrmacýlarýn aslýnda soruyu belki biraz baþka türlü sormalarý gerek- mekte. Ruhsal duygular ve inanç fenomeni acaba maddi beynin belli bir yerinde mi gizli ve o bölgenin uyarýlmasý sonucu mu ortaya çýkýyorlar, yoksa beynin o bölgeleri, onu yapan tarafýndan özellikle mi o þekilde yapýlmýþ? Yani insanoðlunun, maddi perdeyi aralayarak, ruhsallýkla ve görünmeyenle temasa geçebilmesini saðlamak için mi? Yani Yaradan maddenin o noktasýnda, gerek- tiðinde açýlabilecek bir kapý mý býrak- mýþ?

Bunu sorabilmek için, elbet ki yalnýzca maddi âlemin varlýðýna inanmanýn bir adým ötesine geçmek gerek.

Burada dönüp, o soruyu da yinele- memiz gerekiyor: Neden inanýyoruz, korktuðumuz, sýðýnmak istediðimiz bir þey aradýðýmýz için mi? Ve eðer öyleyse, neden sýðýnmaya, korunmaya ihtiyaç duyar haldeyiz? Bu ihtiyacý birisi bilerek mi oraya koymuþ? Yoksa inancýmýz, beþ duyumuzun dýþýnda olan bir þeylerle, biz- den üstün görünmeyen bir gücün var- lýðýný seziyor olmamýzdan mý kay- naklanýyor? Yoksa her ikisi de mi doðru?

Yaradan bizi, kendisine giden yolu bula- bilmemiz için açýk býraktýðý bir kapý ile mi yarattý ve biz oradan aldýðýmýz- tabiri caizse- dürtülerle mi onu arýyoruz?

Yorgun Bay Brown

ABD'li Psikolog Jesse Bering, 4 ile 6 yaþ arasýndaki küçük çocuklarla bir deneme yapýyor: Onlara bir kukla oyunu gösteriyor. Bu oyunun baþ rolündeki Fare Bay Brown, kötü bir gün geçirmiþtir.

(25)

Yorgundur ve karný açtýr. Üsüne üstelik, evine gitmeye çalýþýrken yolunu kaybe- der. Tam o sýrada çalýlarýn arasýndan fýr- layan bir timsah, zavallý fareyi yakalar ve onu midesine indirir. Oyundan sonra Psikolog Bering küçüklere çeþitli sorular yöneltir.

1.Fare yaþýyor mu? Küçüklerin hepsi farenin artýk hayatta olmadýðýnda hem- fikirdir.

2.Fare artýk hiç tuvalete gitmeye mecbur kalacak mý? Çocuklarýn yüzde doksaný bu soruyu "hayýr" diye cevaplar.

3.Acaba farenin kulaklarý hâlâ duyu- yor mu? Cevap: Hayýr.

4.Kendisini hâlâ kötü mü hissediyor?

Bu soruya yüzde seksen " Tabii" ceva- býný verir. Bir o kadarý da, zavallý Bay Brown'ýn hâlâ evine gitmek istediðinden emindir.

Deney daha sonra onbir yaþýndaki çocuklarla tekrarlanýr. Burada da çocuk- larýn dörtte biri, farenin hâlâ evine git- mek istediðini ifade eder.

Deneyden çýkarýlan sonuç, 6 yaþa kadar olan çocuklarýn genelde, ölen birinin artýk iþlemeyen bedeniyle, ruhsal ve duygusal dünyasý arasýnda sezgisel olarak kesin bir ayýrým yaptýklarýný ortaya koymaktadýr. Bazý bilim adamlarý bu sonuçlarda, ölümsüz bir ruh ve haya- let inançlarýnýn tohumlarýný görüyorlar.

Oysa bu apaçýk, dünyada henüz çok fazla vakit geçirip de, çeþitli etkenlerle

düþünce ve inanýþlarý deðiþmemiþ olan- larýn, genelde, beden ve ruh kavramlarý konusunda dosdoðru düþündüklerinin bir delilidir. Demek küçük çocuklar olarak, ruhsal gerçeklerin daha bilincinde oluyo-

ruz ama daha sonralarý inanç ve düþün- celerimiz çeþitli istikametler alýyorlar.

Yine bu yüzden, bazý bilim adamlarý, görünmeze inanmanýn insanlarda doðuþ- tan olduðunu ifade ediyorlar. "Ýnanmak doðuþtandýr, neye inanýlacaðý sonradan edinilen bir olgudur."

Yine ABD'li Psikolog Deborah Kelemen de þunlarý söylüyor: "Eðer çocuklarý, her türlü kültür etkisinden uzak ýssýz bir adaya toplamamýz mümkün olsaydý, onlar sezgisel olarak Allaha inanýrlardý." Kelemen yaptýðý araþtýrmalardan çýkardýðý sonuçlarýn, çocuklarýn doðuþtan inançlý olduðunu ispat ettiðini ifade ediyor.

Kuantum Fiziðin babasý olarak bilinen Alman Fizikçi Max Planck, yaþamý bo- yunca inançlý kalmýþ biriydi. Oðlu Er- win, 1945’de, Hitler'e karþý düzenlenen suikast denemesine katýldýðý iddiasýyla, Naziler tarafýndan idam edildikten sonra þunlarý söylüyordu: "Çocukluðumdan itibaren içimde kök salmýþ olan, her þeyi yaratan o en iyiye olan sarsýlmaz, hiç bir þeyin yýkamayacaðý inancýmý, bana gökyüzünün en büyük lütfu olarak görmekteyim."

Yirminci Yüzyýlýn büyük fizikçisi Albert Einstein hangi fikirde olduðunu tarihe geçen þu sözleriyle ifade etti:

"Dinsiz bilim felçli, bilimsiz din kördür."

Giessen Üniversitesi Sosyalbiyoloðu Eckart Voland þunu tesbit ediyor:

"Bilindiði kadarýyla þimdiye kadar hiç bir toplum tamamen dinsiz olmayý baþaramamýþtýr. Ýnanç insanlýk tarihi kadar eskidir."

(26)

Ýnanç ve Ýnsan Doðasý

Bu noktada "Ýnanç nedir, neye inaný- yoruz ve neden inanýyoruz?" þeklindeki baþtaki sorularýmýza tekrar dönersek, inanç dediðimiz þeyin, insan varlýðýndan ayrý bir þey olmadýðýný, aslýnda insanýn doðasýndan hiç ayrýlmamýþ olduðunu idrak etmeye baþlýyoruz. Ancak bu olgu- nun tezahür þekilleri deðiþmektedir. Ya koyu ve þekilci bir iman, ya yanlýþ þeylere takýlýp inanmak, baðnazlýk ve Tanrý ve inanç adýna akýl ve vicdan dýþý eylemlerde bulunmak veya hiç inanma- mak ve ruhsallýðý ve Tanrý'yý toptan red- detmek veya dini þekilcilikle ilgisi olmayan doðal ve kendiliðinden bir Tanrý inancý. Ama görüyoruz ki insanoðlu yaþamý boyunca her zaman inanç sorunu ile bir þekilde mücadele halinde, onun bir yerinde, bir safhasýnda bulunuyor.

Bundan þu sonucu çýkarabiliriz ki, inanmak veya inanmamak sorunu, temelde birbirinden ayrýlan deðil ancak biçim itibarile þekilden þekile giren bir insani olgudur. Her insan o anki tutu- muyla bu olgunun her hangi bir nok- tasýndadýr ama her zaman bu konu ile ilgilidir, onu sorgular, onunla uðraþýr haldedir.Bazýlarý neden inanmak gerek- tiðini ispata çalýþýrken, diðerleri neden inanmamak gerektiðini ateþli bir þekilde savunurlar. Bir insanýn yaþamý boyunca ya hep inançlý ya da hep inançsýz olmasý da bir kural deðildir. Ömür boyu inançlý kalanlarýn yaný sýra, inanmayý hep redde- denler olduðu gibi, yaþamý boyunca saf deðiþtirenlerin sayýsý da az deðildir.

Bu noktada tekrar küçük bir geri dönüþ yapýyor ve bilim adamlarýnýn " Ýnanmak

doðuþtandýr, neye inanýlacaðý sonradan edinilen bir olgudur." söylemini ele alý- yoruz: Demek ki, inanmak olgusunu do- ðuþumuzla birlikte getiriyoruz ama neye inanacaðýmýzý, yaþadýðýmýz olaylar ve edindiðimiz kanýlar belirliyor. Bu durum- da Tanrý'nýn var olmadýðýna inanmak da bir çeþit inanç demek oluyor. Ama böyle bir kiþisel inanca varmýþsak, bu Tanrý'nýn olmadýðýnýn ispatý demek olmadýðý gibi, kiþisel olarak inanýyor olmamýz da, Tanrý varlýðýnýn nesnel bir ispatý demek olmuyor. Demek ki inanç durumumuz sonuçta, yalnýzca kiþisel yolumuzun bir göstergesi, adeta kendi o anki seviye- mizin aynadaki aksi, bir tanýsýdýr.

Bilim günün birinde, Tanrý'nýn varlýðýný bugünün müsbet bilim kriterlerine göre açýkça ortaya koyacak bulgulara ulaþacak mýdýr bilemeyiz. Ama belki de o zamana kadar müsbet bilim çoktan kýlýk deðiþtir- miþ ve bambaþka kriterler geçerli olmuþ olacaktýr.

Görünen o ki, insanlýk öyle bir duruma ulaþýncaya kadar, görünmeyene ve Tanrý'ya inanmak kiþisel bir tercih ve karar olarak kalmaya devam edecektir.

Ve yine o zamana kadar dinlerin þekilci ve tekelci anlayýþlarý sürecek, Tanrý düþüncesini açýklayabilecek tek merci olarak ama yine her biri sadece kendileri- ni görmeye devam edecekler.

Oysa insan aklý, insan sezgisi, insan vicdaný ve insan düþüncesi neye ve neden inandýðýný, inanacaðýný bulmaya ve bilmeye yeteneklidir.

Yeter ki düþünsün.

Bilimsel veriler: P.M. Bilim Dergisi

(27)

instein, "Yaþadýðýmýz önemli sorunlar, onlarý yaratmýþ olduðumuz düþünce düzeyiyle çözülemez" demiþtir. Karmaþýk olmayan bir hayat, düþünümüzü kökün- den deðiþtirmekle mi mümkündür?

Bu soruyu 87 yaþýnda, 1300 kiþiye konuþma yapmak için sahne basamak- larýný çýkan yöneticimi seyrederken dü- þündüm: Her zamanki gibi gözlerimizle anlaþacaðýmýzý bildiðimden, beni göre- bileceði yakýnlýkta yerimi aldým.

3. Alternatif

Stephan Covey “3.

Alternatif” kitabýnda, 2 alternatifli düþünce þeklinin kiþiyi sadece rekabete götürdüðünü, iþbirlikçi duygusundan uzaklaþtýrdýðýný, her zaman "onlara karþý biz" duygusunu beslediðini, böylece insanlarýn sürekli yaratýlan sahte ikilemlere maruz

kaldýklarýný ve farklý bakýþ açýlarýna asla tahammül edemediklerini vurgular. Ve bu sorunlara son vermenin çözümünü 3.Alternatif diye adlandýrdýðý "Biz" olgusunun yaratýmýyla þöyle açýklar:

"Kiþisel inancým ve fikrim, birliðin gücünden oluþan o eþsiz sinerji mucizesidir ve bu dünyanýn her yerinde iþleyen temel bir ilkedir.

E

Kendimi görüyorum Seni görüyorum

Seni Arýyorum Seninle senkronize oluyorum

Derleyen ve Özdeþleyen:

Ayþegül Çelikkol

(28)

"Her þey yolunda, konuþma metniniz kürsünün önünde ve metnin tamamý ezberimde. Bir sorun olursa sesimi duyacaksýnýz merak etmeyin" dedim.

Rahatladýðýný gördüm. Hiç bekle- nilmeyecek bir çeviklikle kürsü önüne geldi, mikrofonunu kontrol etti. Ko- nuþma metnini eline aldý ve ters çevi- rerek tekrar kürsüye býraktý. Neler olu- yor diye baktým? Þaþýrdýðýmý görünce bana göz kýrptý. "Deðerli emekçilerim"

diye gür sesiyle salona seslendikten sonra: "Siz olmasaydýnýz ne bu þirket bu þekilde, ne de ben böyle olurdum.

Allah hepinizden razý olsun" dedi.

Anlýk derin bir sessizlikten sonra 1300 kiþi ayaða kalkarak gözyaþlarý içinde çýlgýnlar gibi alkýþ tuttu. Basýn mensuplarý aðlayan iþçilerin

fotoðraflarýný çekmek için birbirleriyle yarýþýrken yöneticim; ayný günün sabahýnda, birbirimize Stephen

Covey'in "3.Alternatif" kitabýný hediye etmenin iyi tesadüfünü hatýrlatýrcasýna;

"yaþadýklarýmýza verdiðimiz tepkiler arasýnda geniþ bir özgürlük alanýmýzýn olduðunu ve davranýþ biçimlerimizin bizlerin mutluluðunu ve baþarýlarýmýzý belirlediði görüþünü" dile getirerek:

“Bu Biziz” dedi.

Yeni çaðýn yeni söylemi olan "BÝZ"

dilini, Dr. Stephen Covey 3. Alternatif kitabýnda þöyle anlatýr:

"Tüm anlaþmazlýklar hep iki taraf- lýdýr. "Senin takýmýna" karþý "benim takýmým" diye düþünmeye alýþkýnýz.

Benim takýmým iyi, senin takýmýn kötüdür, ya da en azýndan "o kadar iyi deðil"dir. Benim takýmým haklý ve adildir; senin takýmýn haksýz, hattâ belki de adaletsizdir. Benim dürtülerim saf, seninkiler en iyi haliyle karýþýktýr.

Bu benim partim, benim ülkem, benim çocuðum, benim þirketim, benim görüþüm, seninkine karþý benim tarafýmdýr. Bunlarýn her birinde 2 alternatif bulunur.

"Hemen hemen herkes bu alternatif- lerini biri ya da diðeriyle özdeþleþtirir.

Muhafazakârlara karþý liberallerin, Demokratlara karþý Cumhuriyetçilerin, yöneticilere karþý çalýþanlarýn, kentsele karþý kýrsal kesimin, siyaha karþý beya- zýn, bilime karþý dinin, satýcýya karþý alýcýnýn, davalýya karþý davacýnýn, geliþmiþ uluslara karþý geliþmekte olan uluslarýn, eþe karþý eþin, kapitalistlere karþý sosyalistlerin ve inançsýzlara karþý inananlarýn bulunmasýnýn nedeni budur. Her türlü ýrkçýlýðýn, önyargýnýn ve savaþýn nedeni budur."

Stephan Covey, 2 alternatifli düþünce þeklinin kiþiyi sadece rekabete

götürdüðünü, iþbirlikçi duygusundan uzaklaþtýrdýðýný, her zaman "onlara karþý biz" duygusunu beslediðini, böylece insanlarýn sürekli yaratýlan sahte ikilemlere maruz kaldýklarýný ve farklý bakýþ açýlarýna asla tahammül edemediklerini vurgular.

Buna en güzel örnek, son zamanlarda ülkemiz olarak yaþadýklarýmýz deðil midir?

(29)

Kendi ülkemiz tarihine ve þu anda yaþanan olaylara da bakýnca; insanlýk tarihindeki en kötü devirlerin böyle olumsuz ötekileþtirmeyle baþladýðýna, sonra da þiddet içeren aþýrýcýlýða dönüþtüðüne þahidizdir ve bu tür olaylarýn bizleri nereye götüreceðini de biliriz üstelik.

Ýþte yazar bu sorunlara son vermenin çözümünü 3.Alternatif diye adlandýr- dýðý "Biz" olgusunun yaratýmýyla þöyle açýklar:

"Kiþisel inancým ve fikrim de; bir- liðin gücünden oluþan o eþsiz sinerji mucizesidir ve dünyanýn her yerinde iþleyen temel bir ilkedir.

"Örneðin; servi aðaçlarý saðlam dur- mak için köklerini iç içe geçirip inanýl- maz yüksekliklere eriþirler. "V" oluþtu- ran kuþlar, kanat çýrpmalarýnýn yarat- týðý çekiþ gücü nedeniyle tek bir kuþtan neredeyse iki kat uzaða uçabilirler.

Yosunda birleþen yeþil alg ve mantar, baþka hiçbir þeyin yetiþemediði çýplak kaya üzerinde geliþip çoðalýr. Bu örneklerin tümünde "bütün" parçala- rýnýn toplamýndan daha büyüktür."

Dr. S.Covey, 3.Alternatif düþüne doðru ilerlemenin ancak sinerji yaratýmýnýn içinde yer almakla mümkün olabileceðini yazar. Ve paradigmalarýmýzý dört önemli açýdan deðiþtirmemiz gerektiðini savunur. ("Paradigma" sözcüðü;

davranýþlarýmýzý etkileyen düþünce kalýbý ya da modeli anlamýna gelir.)

Birinci Paradigma:

Kendimi Görüyorum

Bernard Shaw'ýn deyiþiyle söylersek:

"Dünyanýn benim ya da bizim-düþünce tarzýmýza uymadýðýndan yakýnan bencil bir küçük þikâyetler yumaðý deðilim."

Kendimizi kendi baþýmýza tam göre- meyiz çünkü kendilikte kör noktalar yer alýr. 2 alternatifli düþünürler kendi programlarýný nadiren sorgularlar.

Onlara tamamen makul görünen, ama her zaman yetersiz olan kültürel varsayýmlara bel baðlarlar. Sinerji yal- nýz baþkalarý hakkýnda deðil, kendimiz hakkýnda da bir þeyler öðrenmemize neden olacaktýr, bu kaçýnýlmazdýr. Bu anlayýþ bizi alçakgönüllü yapar.

3.Alternatif her zaman "kendim'le"

baþlar. Ýçten dýþa doðru, içimin en derin parçasýndan, bir güven ve alçakgönül- lülük temelinden geliþir. Kendime dýþa- rýdan bakarak, kendi önyargý ve eðilim- lerimi gözlemleyip tartmamý saðlayan öz bilinç paradigmasýndan doðar.

Ýkinci Paradigma:

Seni Görüyorum

Baþkalarýna baktýðýmýzda ne görürüz?

Bir birey mi? Herkesi aslýnda kendi fikirlerimizi, önceden edinilmiþ kavramlarýmýzý, hattâ onlarla ilgili önyargýlarý gördüðümüz kadar görmeyebiliriz.

"Seni görüyorum" paradigmasý, temelde bir karakter sorusudur. Ýnsan

Referanslar

Benzer Belgeler

Yönetmelikte verilen basınç değerinin, yangın dolaplarının sprinkler sistemine bağlandığı noktada sağlanması halinde, sprinkler sistemi için basınç ve debi değerini

Bu amaçla, zaman gecikmeli rüzgâr türbini kanat açı kontrol sisteminin karakteristik denklemi kullanılarak sistemin kararlılık sınırını belirleyen ve sistemin

•  Bitkilerde kullanılan yöntemlerde çiçekler renklerine ve şekillerine göre ayrılmakta (kalp hastalığı tedavisi için yaprağı kalp şeklinde olanların

•  Eukledies tümdengelim yöntemini kullanmıştır. •  Gözlem ile matematik bilgisi bu dönemde birleştirilmiş ve astronomide sıçrama dönemine geçilmiştir. • 

• İlk insanın hayvanlarla ve kendi cinsinden olanlarla girdikleri mücadele sonrasında ilk olarak gerçekleştirdiği eylem kendi fiziksel gücünü kullanmayı öğrenmesidir....

Küresel ýsýnma nedenli iklim deðiþikliklerinin toplum saðlýðý üzerindeki olumsuz etkileri; türlerdeki çeþitliliðin azalmasý ve yaðýþ rejimlerinin deðiþimi nedeniyle

Sulama Sayaçları Hidrolik Hidrantlar Sürgülü Vanalar Kelebek Vanalar Demontaj Parçası Kinematik Vantuz Kontrol Vanaları Balans Vanları Otomasyon Ürünleri Debimetreler..

Johansen (1988) kointegrasyon analizi çerçevesinde Fisher Etkisinin Türkiye için geçerli olduğu sonucuna ulaşılmış, nedensellik analizinde enflasyon oranından faiz