• Sonuç bulunamadı

Tamer Derican nın yeni sergisi: Dejavu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "Tamer Derican nın yeni sergisi: Dejavu"

Copied!
32
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

1 EYLÜL 2021-SAYI:183

Tamer Derican’nın yeni sergisi: Dejavu

(2)

ONBEŞ GÜNDE BİR SANAL ORTAMDA YAYINLANAN E-DERGİ

1 EYLÜL 2021- SAYI: 183

Eskişehir Sanat Derneği Adına Sahibi:

ŞEHABEDDİN TOSUNER

Genel Yayın Yönetmeni:

DİLEK ÜSTÜNDAĞ

Yazı İşleri Müdürü:

EFNAN EZENEL

Yayın Kurulu:

Güler İşcan-Nilüfer Sezer– Abdurrahman Yıldırım–

Ayhan Oskaylar– Zehra Ataoğlu– Necdet Günar

Yönetim Yeri: İstiklal Mah. Şair Fuzuli Cad. No: 28 /2 Odunpazarı ESKİŞEHİR

Tel: 0 (222) 2302557 GSM: 05353238363 E-Posta : esk.sanatdernegi@gmail.com Web Site: www.eskisehirsanatdernegi.org

Eskişehir Sanat dergisi Basın-Yayın yasalarına uyar.

Yayınlanan yazı ve görsel eserlerden sahipleri sorumludur.

Kaynak gösterilerek yazılardan alıntı yapılabilinir.

(3)

3

4 DİLEK ÜSTÜNDAĞ– Kurbağalar

5 ŞEHABEDDİN TOSUNER– Tamer Derican’ın yeni sergisi

“Devaju”

7 NECDET GÜNAR– 12.Uluslararası Turizm Karikatürlerışması Yarışması ve Sergisi

10 EFNAN EZENEL – Filiz Yazıcılar ile Söyleşi 13 ABDURRAHMAN YILDIRIM (Fotoğraf) 14 HALİL AYYILDIZ (Şiir)

15 ADİL BAŞOĞUL – Sen Karanfil ve Bahar (Şiir)

16 BAKİ MESUT KÖPRÜCÜ– Bebeğin Beşiği Çamdan (Öykü) 19 KENAN ŞAHBAZ–Müştak Evşen’in Penceresi (Öykü)

21 YALIN TUNALI– çalınan Saksılar (Şiir)

22 FİLİZ KALKIŞIM ÇOLAK – Delfinyum’un Gözleri 26 KİTAPLIK - “Roman Kahramanı ve Öznellik”

27 Aykutalp Balkan’ın İlk Şiir Kitabı

27 Kitaplık: Gökyüzü,Yıldızlar ve Çamur / Tayfun Ak

(4)

ONLİNE SERGİLERİMİZ İÇİN

www.eskisehirsanatdernegi.org /e-galeri

KURBAĞALAR

Dilek Üstündağ Genel yayın Yönetmeni

Elmas’ın kocası ölmüş. Yer cenaze evi. Kadınlar yan gözle Elmas’ı süzüyorlar. Diğer taraftan da fı- sıldaşmalar… Artık köyde kimse için tekin değil bu Elmas. Çünkü genç, çünkü güzel, çünkü artık o, dul.

Hala yer cenaze evi. Fısıldaşmalar bitmiyor.

“Dul kadına güven olmaz.” “Dul kadına yakışan en kısa sürede kendi gibi dul hatta çocuklu bir adamla evlenmek olmalıdır.” Hatta “Dul kadın bir kez…”

Bu nedir şimdi derseniz, pek çoğumuzun belki de defalarca seyrettiği bir sinema filmi. Senaryosu Osman Şahin tarafından yazılan 1985 yılı yapımı bir Şerif Gören filmi, Kurbağalar. Zaten film ol- masa şaşardık hepimiz öyle değil mi? Böyle şeyler sadece filmlerde olur. Yoksa toplumda bir kadının dul kalması, geçimini tek başına sağlaması, çocuk- larına bakması hatta yaşamına istediği biçimde devam etmesinden daha olağan ne olabilir ki? Bun- ların anormal görülmesi, kadının toplumdaki diğer kadınların dedikodularına, erkeklerinse her türlü istismarına maruz kalması sadece filmlerde olur zaten. Bir de kadınların eril dünyaya tutsak olmuş halleri…

Filmi izlerken düşünüyorum, sinema, kadınlar ve

dişilik ile erkekler ve erillik, kısacası cinsel farklı- lıklar üzerine kurulan kültürel bir pratik değildir.

Yoksa öyle midir? Her anlatı biçimleri gibi sinema filmleri de kültürel ve ideolojik temsilleri içermez.

İçerir mi yoksa?

Neyse biraz daha devam edeyim ben size an- latmaya. Tüm bunlar olurken zamanında Elmas’a sevdalı bir Balkanlı Ali vardır filmde. O da dolanır Elmas’ın peşinde. Kalbine söz geçiremez, nasıl olursa anasını bile karşısına alıp bir gece gider El- mas’ın evine. Her şey iyidir güzeldir de tek sorun Elmas’ın camlı dolapta unuttuğu bir fotoğraftır.

Elmas’ın ölen kocasının fotoğrafı. Bu yeter Bal- kanlı Ali’nin kızmasına. Kapıyı çarptığı gibi çıkar evden ardına bile bakmaz. Doğru ya, duldur Elmas!

Anası haklıdır, tüm köylü haklıdır. O ancak kendi gibi dul ve çocuklu bir adama yakışır. Ama varsın olsun nasıl olsa bunların hepsi sadece bir film. Ka- dın bireyselliği, aile yapısı, toplumda kadına biçilen değer anlatılırken de sırf hayal dünyası kullanıl- mıştır bence. Ama anlayamadığım bir şey var, na- sıl oluyor da biz her gün sokaklarda gerçeğin tam ortasında bu hayal ürünü filmin devamını çekebili- yoruz?

(5)

5

Tamer Derican’ın yeni sergisi:Dejavu Şehabeddin Tosuner

Bizleri masal dünyasına götüren ressam Tamer Derican, Eskişehir Büyükşehir Belediyesi ‘nin Kent Müzeleri kompleksindeki sergi salonunda açtığı yeni sergisinde, sergisine “Dejavu” adını vermiş.

Dejavu; “Romantik hisli küçük bir andır. O anın sırdaşlığını yapmış sanatçı için bir tuval ölçüsünde o anın aktardığı andır” böyle diyor, sergisinin ma- nifestosunda Tamer Derican…

İnsanın kendisinde sırdaş olan anları, düşleri, özlemleri, çok bilirliklerinde, saflıklarında yaşadık- ları, çocuklaşmaları gibi binbir türlü halleri vardır.

Bazen yaşadıkları ile düşlerini karıştırır, yaşamış gibi hissettikleridir. Dajavu hali bunları yani unu- tulmuşluklarla düşleri geri dönüştürüp detaylayarak kendi dünyası olur, yaşar…

Ressam Tamer Derican; “işte bende bu unutul- muş dünyada her şeyi unutarak ve zamansallığımı kaybederek kendi dünyamı çizerim. Böylelikle içimdeki dünya büyüdükçe etrafımdaki dünya kü- çülür. Ve resimlerim hangi zamanlarım içinden geçerek şimdi, şu an izlediğiniz zamanın parçası olurlar” diyor bu sergisi için…

Gerçekten de Tamer Derican eserlerinde geçmi- şe, hatta çocukluk hallerine düşle gerçek arasında eğlenceli, cıvıl cıvıl renkli hayatına yolculuğa gö- türüyor. Hep kağıttan kayıklar, uşurtmalar, düdük- ler, palyançolar ya da palyanço gibi tipler.

Tamer Derican 1970 Eskişehir doğumlu. Ana- dolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Bölümü’nün ilk mezunlarından. Dumlupınar Üni- versitesi’nin Grafik Bölümünde yüksek lisansını yapmış Anadolu Üniversitesi’nde öğretim üyesi.

ulusal ve uluslararası çeşitli çalıştaylara katılmış.

Resimleri yurt içinde ve yurt dışında düzenlenen çeşitli jürili sergilerde değer görmüş, kişisel sergi- lerinin yanı, sıra eserleri pek çok karma sergide sergilenmiş, özel koleksiyonlara alınmış. Eserleri Eskişehir B.B. Kent Belleği Müzesinde, Trakya Üniversitesi’nin İlhan Koman Resim-Heykel Mü- zesinde, ayrıca 22. Uluslararası Mizah ve Güldürü Bienali’nde (2015) Gabrova’daki Gülmece Evi Müzesine alınmış. 2016 yılında Romanya’da yapı- lan BİAMT Bienalinde mansiyon ödülü almış. Es- kişehir Sanat Derneği’nin 2018 Yılın Eskişehir Re- sim Ödülünün sahibidir.Tamer Derican Eskişe- hir’in en önde gelen sanatçılarından biridir. Daha önce “Bir Varmış, Bir Yokmuş” Masal Dünyası sergisini görmüştük.

(6)
(7)

7

12.Uluslararası Turizm Karikatürleri Yarışması Sergisi

Necdet Günar

Karikatür yarışmalarında ya da sergilerinde konu

verilmesi, bir çok sanatçı tarafından konunun çeşitli yönlerinin düşünülmesi, sorunlarının ortaya konul- ması yönünden çok önemli. Bilhassa; karikatürde sanatçı duyarlığı ile çok farklı yorumları ortaya çı- karıyor. Bir de bu yarışmalar, sergiler uluslararası boyutta yapılıyorsa, konunun dünyanın değişik ül- kelerindeki karikatür sanatçılarının bakış açıların- dan, anlatım zenginliğinde dünyadaki durumu da seriliyor. Konunun evrenselliğini de görüyoruz. Ta- bi bu; karikatür sanatçılarınca ciddi ciddi ele alınır- ken mizahın doğası gereği alaya alınıyor, abartıra- rak yorumlanıyor. Böyle de olmalı, konuları, sorun- ları yorumlarken, paylaşırken. Yaşam hep asık su- ratlı değildir.

Anatolia turizm Akademisi, Anatolia Turzm Araştırmaları Derneği ve Turizm Yazarları ve Ga- zetecileri Derneği’nin işbirliğinde, Anadolu Üni- versitesi Turizm Fakültesi’nin öğretim üyesi Prof.Dr. nazmi Kozak’ın çabaları ve ünlü karikatür sanatçımız Prof. Atila Özer’inöncülüğünde 2009 yılında başlayan Uluslararası Turizm Karikatürleri Yarışması 12. Yılını gerçekleştirdi. Ve yarışmanın sergisi Tepebaşı Belediyesi’nin Prof. Atila Özer Karikatürlü Ev Sergi Salonunda açıldı.

Turizm’e “Bacasız sanayi”,ülkelerin gelir kayna- ğı olarak bakılsa da, önce ülkelerin tanıtımıdır.

Dünya insanlarının kaynaşarak evrensel barışı sağ- lamasını gerçekleştirmek içindir. Tabi ki; ülkeler, ülkelerine turist çekmek için doğa güzelliklerini göstermeleri, güzel bir tatil yapmalarına ortam sun- maları kadar tarihi,kültürel değerlerini de göstere- rek çekeceklerdir. Bütün bunlar için büyük yatırım- lar yapacaklar. Üniversitelerinde bu alana yönelik fakültelere, sivil örgütlenme kurumlarına, yayınları

na kadar araştırmalar yapılsın, daha bilinçli, daha doğru çalışmalar yapılsın diye örgütlenmişler- dir.Uluslararası Turizm Karikatürleri Yarışması böyle çalışmaların sonucunda, turizm hem ülkemiz- de hem de dünyadaki durumunu, sorunlarını görme, düşünme ortamı yaratmaya ve bunu sanat ortamına taşımaya yöneliktir.

12. yılında bu yarışmaya, ortalama her yıl 60 ci- varında ülkeden karikatür sanatçıları katılıyor. Şim- diye kadar 3 bin civarında sanatçı katılmış ve 10 bin 580 karikatürün bir araya getirildiği büyük bir

“turizm” konulu karikatür koleksiyonu oluşmuştur.

Bu nedenle de bu yarışma dünyada da bu alanda yapılan ve sürdürülen tek karikatür yarışmasıdır.

12.Uluslararası Turizm Yarışmasına 64 ülkeden 704 sanatçının 1324 karikatürü katılmış. Ülkemiz- den Mehmet Kahraman, Raşit Yakalı, Kamil Ya- vuz, Muhittin Köroğlu, Halit Kurtulmuş Aydostu, Madekonya’dan Jordan Pop-Iliev, Fransa’dan Ber- nard Bouton, İran’dan Leila Alaiy, Avusturya’dan Louis Pol, İtalya’dan Paolo dalponte, Endonez- ya’dan Jitet Kustana, Azerbaycan’dan Seyran Ca- ferli gibi ünlü karikatür sanatçılarından oluşan seçi- ci kurul değerlendirmiş. Sanatçılar genel olarak ka- rikatürlerinde korona salgını nedeniyle turizme ve turistlere etkilerini ele almışlar. Birincilik Ödülünü İran’dan Efat Amjadipoor, İkincilik Ödülünü İran’dan Ali Rastroo, Üçüncülük Ödülünü Belçi- ka’dan Stefaan Provjn, Atila Özer Özel Ödülünü İran’dan Javad Takjoo almışlar. Yarışmanın Genç- ler Kategorisinde Birincilik Ödülünü Türkiye’den Eren Göncüler (Yaşı 13), İkincilik Ödülünü Rusya Federasyonu’ndan Kirill Usachev (Yaşı 16), Üçün- cülük Ödülü Türkiye’den İrem Satır (Yaşı 11) ka- zanmışlar.

(8)

Birincilik Ödülü: Efat Amjadipoor (İran) İkincilik Ödülü: Ali Rastroo (İran)

Üçüncülük Ödülü: Stefaan Proujn (Belçika) Atila Özer Özel Ödülü: Javad Takjoo (İran)

(9)

9 Gençler Birincilik Ödülü: Eren Göncüler (Türkiye)

Gençler İkincilik Ödülü: Kirill Usachev (Rusya)

Gençler Üçüncülük Ödülü: İrem Satır (Türkiye)

(10)

Filiz Yazıcılar ile Söyleşi

Efnan Ezenel

yüzündeki gölge benden önce gideceğin yeri işaretlediğin ha- ritadan kalma” Filiz Yazıcılar Efnan Ezenel: Filiz Yazıcılar inşaat mühendisi ve mühendislik çok farklı bir alan. Şiirle yolu- nuz nasıl kesişti? Filiz Yazıcılar edebiyatın başkaldıran, duygu ve düşüncelerin derin yansıması olan şiiri nasıl tanımlar?

Filiz Yazıcılar: Şiirin matemati- ği, matematiğin de şiiri vardır

derler. Ayrıca mühendislik de bir başkaldırıdır ede- biyat gibi, sanatın her alanı gibi. Çare aramaktır çaresizliğe, enerjiyi bulmaya onu kullanabilmeye, daha pek çok şeye. Çare bulmaya çalışmak sevgi gerektirir ama öfke de getirir tıpkı şiirde olduğu gibi. Victor Hugo der ki “şairin tek modeli doğa, tek kılavuzu gerçektir” tıpkı mühendisin olduğu gibi…

Şiirin tanımını yapmak şiirden uzaklaşmak gibi bana göre. Şiir her şeydir. Birbiri ile örtüşük ve zıt her şeydir. Sestir, sessizliktir, anlamdır, iç konuşmadır da. İmge- dir, gerçektir, hayaldir, biçimdir, dizedir, sözcüktür kısaca her şey- dir. Duygudur ama her şeyden ön- ce.

Efnan Ezenel: İlk şiir kitabınız

‘’Ihlamurda Çoğalan Sabah” 2020 yılında yayımlandı. Bu sürece ge- lene kadar kitapta bulunan şiirleri- nizin hikayesini anlatır mısınız?

Filiz Yazıcılar: Kitaptaki tüm şiirler bireysel ya da toplumsal olana verilen tepkidir doğal ola- rak. Her şiirin kendi hikayesi vardır tabii. Çoğunlukla şiirle-ri ara ara değil bir kerede yazmış ama dönüp dönüp irdeleyip dü- zeltip değiştirmişimdir sonrasın- da. Yani çoğu bilinç dışı veya içi bir duygu akışının kâğıda yansı- masıdır bir anda.

Efnan Ezenel: Şiir kitabınızda yer alan şiirlerinizi okuduğumda şiirlerinizin bazılarını bireysel bazılarını ise toplum- sal ve politik buldum. Filiz Yazıcılar “Ihlamurda Çoğalan Sabah” kitabında yer alan şiirlerini nasıl tanımlar?

Filiz Yazıcılar: Çok haklısınız. Her şeyden sonra baskı öncesi kitaptaki şiirlere baktığımda daha çok bireysel duygulanım ve düşüncelere işaret eden şiirler olduğunu düşü- nürken çok sayıda toplumsal olay- lardan etkilenmiş şiir olduğunu gör- düm. Neredeyse eşit sayıdaydı bun- lar. Bunun beni mutlu ettiğini söy- leyebilirim. Bireyin toplumu etkile- diği muhakkak, toplumsal olanın bireyseli etkilememesi ise olanak dışı.

Efnan Ezenel: Günümüz Türk şii- rini ve şiir kitaplarını nasıl buluyor- sunuz? Okuduğunuz Türk şairler kimler?

Filiz Yazıcılar: Türk şiirinde çok

(11)

11 şair var bugün. Ne kadar çok şair varsa o kadar çok

“uslüp” var. Geleneğe yaslanmadıkları söyleniyor ama dilde, biçimde ve söylemde farklılık yarattıkla- rını düşünüyorum. Bazı yeni şar ve şiirlerini oku- sam da şu sıra en çok Birhan Keskin, Gökçenur Ç., Hidayet Karakuş, Tuğrul Keskin okuyorum ve etki- leniyorum. Kiminin saf ve lirik söyleyişi, kiminin Türkçe’yi bu kadar güzel kullanması, kiminin tarih ve geleneğe atıfları; kısaca her şairde başka şey et- kiliyor.

“çığ düşmüşse gülüşlerime artık tedbirli bir mevsim seçeyim kendime”

(Ihlamurda Çoğalan Sabah)

Efnan Ezenel: Size göre şair olmanın ölçütü nedir?

Şairi şair yapan ve şiiri şiir yapan nedir?

Filiz Yazıcılar: Şair sözcüğü o kadar geniş, şiir o kadar farklı tanımlara sahip ki, şairlik büyük bir sorumluluk. Tarihsel, toplumsal, bireysel veya ide- olojik derinlikli, imgelerle, dilin özel kullanımlarıy- la, çağrışımı yüksek, görünenden farklı şekilde an- latmaktır şiir. Son ürün olarak şiir, farklı etkilen- meler yaratan özel bir metindir. Şairi şair yapan ise, kendi tarzıdır. Söylemi,, dil kullanımı, yıkması ve baştan yaratması, çizdiği ses, gibi.

Efnan Ezenel: Şuan yeni bir şiir dosyası çalışma- nız var mı ve şiir yazan genç kalemlere tavsiyeleri- niz neler olur?

Filiz Yazıcılar: Yeni bir şiir dosyası üzerinde çalı- şıyorum ama biraz yavaş gidiyor. Sanırım benim de dilim ve gelenekten etkilenme derecem değişiyor.

Bazen yabancılıyorum yazdığım yeni şiirleri.

Şiir, yazdıkça gelişiyor, okudukça değişiyor. Ben uzun yıllar yazdıktan sonra çok uzun bir ara verdi- ğimden şimdi bakınca bunun büyük bir hata oldu- ğunu söylerim. Meslek aşkım buna neden oldu.

Tavsiye şu olabilir; mesleğe ya da neye kime aşık olursan ol yazmaya devam etmelisin. Olmuyorsa da en azından şiir okumalısın.

Efnan Ezenel: Bildiğim kadarıyla Bodrum Edebi-

yat ve Sanat Platformu’nun kurucu üyeleri arasında- sınız ve etkin bir şekilde çalışmalarınız devam edi- yor. Edebiyat ve sanat için bu tarz platformların edebiyata, sanata katkısını nasıl yorumlarsınız? Bu- na bağlı olarak gelecek günlerde Bodrum Edebiyat ve Sanat Platformu’nun herhangi bir etkinliği ola- cak mı?

Filiz Yazıcılar: Ülke genelinde ve Bodrum özelinde edebiyat ve sanat platformları ilgiyi ve edebiyat sevgisini canlı tutmaya, ortak payda etrafında top- lanmaya, bu alanla ilgili yeni ilişkiler dostluklar kurmaya faydalı oluyor. Sosyal medya bağlantıları- mızda o güne bir yazar, bir şair, bir şiir ya da öykü katmaya çalışıyoruz. Bu tip platformlar gibi birlik- telikler yazan ve üreten insanlarla üretmeye devam etmeyi de teşvik ediyor.

Pandemi etkinlik sürecimizi önemli ölçüde aksatsa da kısa süre önce internet üzerinden ve canlı olarak bazı etkinlikler gerçekleştirebildik. Yazar ve şair Sayın Hidayet Karakuş’u platform üyelerimizin ba- zılarının imza gününde Bodrum’da konuk ettik. Sa- yın Aydın Afacan ile sanal ortamda Mitoloji ve Sa- nat konulu bir söyleşi gerçekleştirdik yoğun bir ka- tılımla. Yeni etkinliklerimiz Bodrum’un biraz daha sakinlediği Eylül-Ekim aylarına planlanıyor. Ulus- lararası edebiyata yönelik etkinlikler de planlıyoruz.

Efnan Ezenel: Son olarak şiir severlere ve okuyucu- larınıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?

(12)

Tema: Yunus Emre

Son başvuru: 30 Kasım 2021 Bayut: Maksimum A4 (Dijital çalışmalar için maksimum boyut 5 NB)

Teknik: Serbest Teknik

(Çalışma üzerine pul yapıştırıl- malıdır)

Adres: Eserler pandemi nedeni ile dijital olarak 300 dpi forma- tında taratılarak

esk.sanatdernegi@gmail.com adresine gönderilmelidir..

Tüm katılımcılara elektronik ka- tılım sertifikası gönderilecektir.

tılımla. Yeni etkinliklerimiz Bodrum’un biraz daha sakinlediği Eylül-Ekim aylarına planlanıyor. Ulus- lararası edebiyata yönelik etkinlikler de planlıyo- ruz.

Efnan Ezenel: Son olarak şiir severlere ve okuyucu- larınıza söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Filiz Yazıcılar: Şiir okumak şiir dinlemek insanı ve hayatı güzelleştirir, umudu katar yaşama. Genel anlamda ise sanat, yaşamı güzelleştirir, direnmeyi yüceltir. Herkese edebiyatla sanatla dolu günler di- liyorum.

SEVGİLİME…

sevgilim gülme ülkesi, günah çıkarır

tortusu gözlerimde, zaman bana geç kalır silinir saatler yüzümden ellerimi bir çınara güvercine aklımı, ayaklarımı bir ırmağa, iki yaprakla

bir orman özeti

bir yolculuk gülmesi…

sevgilim ölme ülkesi akşam olur

ılık mavi gökyüzü özgürlük,

hesapsız kahkaha, aydınlık insan yüzü, güzel adamlar artık ötegeçer…

(Ihlamurda Çoğalan Sabah)

(13)

13

Abdurrahman Yıldırım

(14)

gülüşün nasıl alır aklımı nasıl götürür diclenin yeşiline nisan da kaysı beyazına hasretinin ela’sı damla damla ve fena oğlu fena

nicesin içimde ta içerimde bir bilsen!!

ve ölesiye gitmiyor yokluğun yaran, kavgan, aldığın nefes kutsal kitap gibi damarlarımda

oysa hikayelerine kadar ezberledim yüzünü oysa boynumda inanç gibi taşıdım sevdanı Nagihan! kızıl direnişi Çin'in

kızıl denizi Musanın ve onuru mezopotamya da insanlığın ilk kanı kardeş kanı

ve ağlayışı onurun ve kanayışı yağmurun

kirpiklerinde coğrafi buğusu acının

demi, küfürlü demi, mahkeme tutanaklarının oysa ben gözlerine hükümlüyüm

kahpeliğe bıçak gözlerine

o incecik namuslu ellerinin içinden, öperim kadın seni ben gözlerine sığacak bir ömür bulamadım

Halil Ayyıldız

(15)

15

SEN KARANFİL VE BAHAR

Unutur muyum hiç seni Unutulur mu

Aklımda sen

Göğsümde taşıdığımsın Karanfiller açsın

Ve koksun bahar sen diye

Masal şehrinin güzeli Bakire peri çiçeği

Boy pos o endam İki dirhem bir çekirdek Saçları alev sarısı Kirpikleri kömür karası Kaşları ömür yarası

Yedi cazibeli bakışları Baştan çıkarıcı

Süzen gözleriyle esir alışı İksir içiren yalvarışı

Yedi buselik dudakları

Islak pembe karanfil sıcaklığı Boynu serap aymazlığı

Gerdanı soluk kesen kutup yıldızı

Şehvetin yedi rengi akardı İçgüdü kızgınlığı

Süt beyaz memelerin

Sabah ayazında gül tomurcuğu

Hazzın yedi zevkini taşırdı Saf gümüşten yatağı

Altın tozu sürülmüş kalçaları Yıldıza dönmüş kasıkları

Seni unutur muyum

Sen bazan baktığım Yıldız dağları Sen bazan Trakya üzüm bağları Unutmam mümkün mü güzelim seni

Koy ver açsın kime ne Karanfiller açsın

Ve koksun bahar sen diye...

Adil Başoğul

(16)

BEBEĞİN BEŞİĞİ ÇAMDAN

Baki Mesut Köprücü

ÖYKÜ

Gece, iri cüssesiyle, çoktan çökmüş şehrin üstüne.

Mahalle soğuk, dilsiz... Sokak lambaları, yarım ya- malak aydınlatıyor caddeleri. Dışarıda ayaz... Kar, yağdı yağacak.

Kepengi çoktan indirilmiş bir berber dükkânı için- de, uyukluyor iki kişi. Biri müşteri koltuğunda, yü- zü aynaya dönük… Diğeri cam kenarındaki sandal- yede, başı duvara yaslı... Tezgâhın üzerinde bir mum... Eriyor sessiz sessiz... Titrek bir aydınlık, dükkânın içine serpiliyor.

Selahattin, gözlerini açtı. Oturduğu yerde uyuyakal- dığını fark edince çekidüzen verdi kendine. Gözle- rini ovuşturdu. Osman'ın hayalete benzeyen, esmer, cılız suratını gördü aynadan... Arkasına baktı. Kol- larını birbirine bağlamış, bacaklarını dükkânın orta yerine kadar uzatmış, uyuyor Osman. Saate çevirdi bakışlarını sonra... Gece yarılanmış, vakit epey iler- lemiş. Koltuğu aynaya döndürdü tekrar.

Rafın üzerinde, bit pazarından alınma bozuk bir radyo… Hâlâ açık... Yanık sesli bir türkücünün sesi dağılıverdi içeriye. Türküye kulak kesildi Selahat- tin. Vay namussuz, vay vicdansız… Başka türkü mü kalmadı şu topraklarda! Ciğeri dağlandı Sela- hattin’in. İçi paramparça oldu.

"Bebek beni del'eyledi;

Yaktı, yaktı, kül eyledi.

Şu kapıya kul eyledi;

Nenni bebek, nenni bebek…"

Bir sigara yaktı. Öylece dondu. Aynadan yüzünü seyretti uzun uzun... Bir nefes çekmeden, külünü dahi çırpmadan, iki parmağının arasında sönüverdi sigara... Küme küme dağılan duman, Osman'ı ök-

sürtünce, kendine geldi, çözüldü. Ayağa kalktı. Üze- rindeki temiz elbiseyi, toza toprağa bulanmış, ça- murlu elbisesiyle değiştirdi. Askılıkta duran paltosu- nu da aldı, Osman'ı uyandırmamaya çalışarak, ses- sizce dışarı çıktı. Kapıyı kilitleyip sokağa doğru yü- rüdü. Ortalık buz gibi... Yakasını kulaklarına kadar kaldırıp yüzünü ısıtmaya çalıştı. Sert rüzgâr, kar ta- nelerini süpürüp kirpiklerinde eritiyordu.

"Abi..." dedi Osman. "Gece, nereye gidiyordun öyle o vakitte?"

Selahattin, taze simidini çayla yumuşattı ağzında.

"Sen uyumuyor muydun?" dedi. "Nereden biliyor- sun dışarıya çıktığımı?"

"Sen çıkacağında aralanmıştı gözüm."

"Sigaram bitti. Petrole sigara almaya gittim."

"Tezgâhta iki paket sigara duruyordu ama..."

"Boş pakettir onlar..."

"Yok, abi... İçinden bir tane çıkarıp yaktım... Hatta paketin biri hiç açılmamıştı?"

"Öyle mi… Başka soracakların da var mı! Çekin- me…”

"Yok abi... Ne haddime... Ama şu çamurlu iş elbise- lerini, geceleri neden giydiğini anlamadım!"

“Eve uğruyorum Osman! Birkaç boya badana işi var, gidemez miyim, yasak mı?”

“Abi hani o olaydan sonra bir daha eve gitmeyecek- tin… Geçen gün senin eve gidelim, bu berber dükkânında kalmayalım artık dediğimde, nasıl kız- mıştın bana. Burada o evden bahsedilmeyecek bir daha, demiştin. Unuttun mu?”

(17)

17

"Ulan sorguya mı çekiyorsun beni...”

“Yok abi, ne sorgusu…”

“Bunca soru neyin nesi o zaman…”

“Estağfurullah abi…”

”Tezgâhın tozunu al, dükkânı süpür, bir şeyler yap.

Oturma öyle boş boş... Birazdan damlar müşteriler!"

Osman, sustu. Süpürgeyi, faraşı alıp yerleri bir daha temizledi. Bezini ıslatıp tezgâhın üzerinden bir kez daha geçti. "Çöp..." dedi sonra... "Çöpü döküp gele- yim."

Dükkânın karşısındaki konteynere yürüdü. İllaki görecek Selahattin onu. Tuvalete bile onsuz gitmeye alışkın değil... Korka korka çıkıp bin bir telaşla dö- nüyor. Arada bir bitişiğindeki bakkala gidiyor, o kadar... Krize girmediği her an, her saniye "N'olur Selahattin Abi..." diyor. "Ben ne yaparsam yapayım, ne dersem diyeyim. Tut beni, salma o torbacıların arasına. Dövsen de sövsen de razıyım."

Hapishaneden çıkınca bacanağı Selahattin'in dükkânına yerleşmiş, sözde kalfa olmuştu. Ama kal- falık yapmıyor. Çoğunlukla dükkânın bir köşesine çekilip kedi gibi oturuyor.

“Abi, çöpü döktüm. Geldim hemen."

"Tamam, geç otur."

Selahattin, her zamanki genç müşterilerden birini tıraş ediyor. Tıraş esnasında konuşmayı pek sevmez.

Büyük bir ciddiyetle çalışır. Beyaz, kıla batmış ön- lüğünü giyip de tarağı makası birbirine vurdu mu başını hafifçe yana eğer, işine odaklanır bir tek...

Ara ara aynadan müşterilerin yüzüne bakıp kendini zorlaya zorlaya gülümseyişi, ciddiyetine gölge dü- şürse de çoğunlukla hüzünlü bir yüzü var Selahat- tin'in... Tezgâhın tepesindeki küçük televizyondan dükkâna rastgele dağılan cıvık müzikler de olmasa yas evine dönecek içerisi.

"Cengiz'im..." dedi Selahattin, genç müşterisine.

"Enseni çizeyim mi, naturel mi olsun!"

"Naturel olsun Abi..."

"Yanaklara ağda ister misin?"

"Olur Abi..."

Başka soru sormadı Selahattin. Tıraş esnasında durmadan soru soran geveze berberlerden değil.

Hatta bir ara hiç soru sormuyormuş, soranlara ce- vap da vermiyormuş. Herkes lal kesildi zannetmiş onu.

Bir sabah, dükkânı açtığında, siyaha boyadığı pos bıyıkları, omzuna kadar inen jöleli saçları yokmuş artık. Gözleri kan çanağı, yüzü çöl gibiymiş. Sigara üstüne sigara içiyor, müşteri koltuğuna oturup gün boyunca kendini seyrediyormuş aynadan. Ara ara yanık bir türkü mırıldanıyormuş.

Bu hâlini fark eden esnaf komşuları ile dükkânın daimî müşterileri, "Abi, bi'şey söyle... Neyin var!"

deyip Selahattin'i onca sorunun içine daldırıp çıkar- salar da nafile... O, her seferinde kilitli ağzını, do- nuk gözlerini gösteriyormuş tepesinde dikilenlere.

Bir süre sonra muhatabı

olmayan bir iletişimin içinde çırpınmaya dayana- mamış, soru sormayı bırakmış herkes. Hatta Sela- hattin'in derdini anlamayı, içine gömdüğü sıkıntısı- nın peşine düşmeyi bile unutmuşlar.

Şimdi daha iyi... Hiç olmazsa hâl hatır soruyor müşterilerine. Kendisine soru soranlara cevap veri- yor.

Selahattin, genç müşterisinin boynuna havlu sarı- yordu. Osman'ın yerinde duramadığını; oturduğu yerde kıvrandığını fark etti aynadan. "Selahattin Abi... Selahattin Abi..." diyordu dişlerini birbirine kenetleyip. "Bırak, gideyim..."

Ayağa kalkıp duvarı yumrukladı sonra. Alnını yumruğunun üstüne koyup sakinleştirmeye çalıştı kendini.

Selahattin, Osman’ın yakasına yapışıp bir hamlede yere serdi onu. Dizini Osman’ın karnına bastırdı, bekledi bir müddet. Osman, bir türlü susmuyordu.

(18)

"Çekil üzerimden..." diyordu. "Kendi hâlime bırak beni..."

Selahattin, bacanağını susturamayınca her zamanki gibi yüzüne tokadı bastı. Evire çevire dövmeye başladı onu.

"Adam gibi dur Osman... Toparla kendini... Ya adam olursun, çoluğuna çocuğuna kavuşursun ya da bir serseri gibi tek başına ömür çürütürsün."

Osman, hâlâ direniyor; Selahattin'den kurtulmaya çalışıyordu. Selahattin, Osman’ın boğazına yapıştı iyice:

"Bak… Fatma da söz verdi. Düzelirse gelsin alsın beni babamlardan, dedi. Yapma, etme... Güçlü ol.

Tedavin de gayet iyi gidiyor. Kendine gel... Küçük Zehra’yı düşün. Cicili bicili elbiselerini… Murat- can’ı düşün… Babam ne zaman gelecek, diye so- rup duruyormuş. Futbola başlamış… Toparla ken- dini…"

Bir müddet, debelendikten sonra yatıştı Osman.

Dükkânın orta yerine sırt üstü bıraktı kendini. Gev- şedi. Selahattin, kenara çekildi. Bekledi biraz…

"Kalk..." dedi sonra. "Soğuk suyla elini yüzünü yı- ka." Cebinden sigara çıkardı. "Yak..." dedi.

Selahattin, genç müşterisinden özür dileyip tıraşa kaldığı yerden devam etti. Delikanlı, olan biteni çoktan anlamış gibi sessizce başını eğip kendini Selahattin’in makas şıkırtısına teslim etti.

"Bu kaçıncı..." dedi Selahattin kendi kendine.

"Ama düzelecek.. Her şey yoluna girecek."

Hele bir iyileşsin, kurtulsun o illetten… Evinin anahtarını Osman'a verecek Selahattin. "Al..." diye- cek. "Karınla, çocuklarınla doya doya otur. Kira mira da istemem. Nasıl olsa dükkânım, evim oldu artık. Kimim kimsem de yok. Ev benim neyime..."

Ama bunu ona söylemedi henüz. Fatma biliyor bir tek. Az mı dil dökmüştü onu ikna etmek için. "Söz veriyorum sana..." demişti Selahattin Fatma’ya...

"Eskisi gibi olacak her şey... Günde iki defa kendi elimle götürüp getireceğim tedaviye. Yanımdan …

ayırmayacağım hiç. Ben kefilim. Şu iki yavruyu ba- basız koma!"

Akşam, sızmıştı yine mahallenin sokaklarına... Her yer kapalı. Köşe başında küçük bir fırın işliyor bir tek. İnsanlar evine çekilmiş, perdeler örtük... Eski, iki üç katlı apartmanlar bir yabancı gibi duruyor dur- duğu yerde. Birkaç köpek havlamasa, bir iki kedi hırlamasa mahalle sağır...

Selahattin, rakı bardağını midesine boşalttı. Yine o türküyü mırıldanıyor:

"Bebeğin beşiği çamdan Yuvarlandı düştü damdan Anası da gider ardından

Nenni bebek, nenni bebek oy…”

Yanaklarına akan damlaları fark etmedi. Başını iki elinin arasına alıp sıktı, sıktı, sıktı. Bu baş ne zamana dek taşır bu derdi! Bu dert harlanır da dinmez mi!

Diner elbet... Gün gelir bu da geçer. Azrail, oturdu mu yanına "Haydi Selo..." der, "Senin de vaktin gel- di." O zaman biter bu acı, o zaman diner…

Şimdilik gelmesin ama Azrail... Hele beklesin. Os- man var daha... Çoluğuna çocuğuna kavuşsun. On- dan sonra gelsin gelecekse… Zaten arada Osman olmasa, çoktan dayamıştı usturayı bileğine…

Dışarıda ayaz var yine... Sokaklar kör... Rüzgâr, bu- gün de arsız... Dükkânın kepengini sallıyor…

Osman, çoktan devrildi koltuğa. Selahattin, çamurlu elbiselerini dolaptan çıkarıp üstünü değiştirdi. Askı- lıkta duran paltosuna uzanıp tezgâhtaki muma üfledi.

Kapıyı Osman'ın üzerine kilitleyip eski, dar sokakla- rın içine doğru ilerledi.

Dışarıda tipi... Selahattin'in her adımı kasvet, her adımı hasret... Kendi değil, ölüsü yürüyor sanki...

Balkonlara çoktan ördü duvarları, artık balkon yok.

Şimdi sıra pencerelerde

(19)

19

EVŞEN’İN PENCERESİ

Kenan Şahbaz

ÖYKÜ

Çocukluğum, penceresi sokağa bakan evlere özen- mekle geçti. Şöyle cumbalı, balkonlu, kapısı sokağa açılan, baktığı sokağı süsleyen rengârenk begonya, ortanca, sardunya, çan çiçeği, telgraf çiçekleriyle, menekşelerle süslü; duvarları hanımeli kokan, büs- bütün konsolos çiçeğiyle kaplı evler… Yeni dikilen apartmanların balkonlu evleri, köylerin bağa, bah- çeye bakan evleri, yaylaların penceresi gökyüzüne bakan evleri, boğazın akıp giden maviye bakan ev- leri...

Bizim nohut oda, bakla sofa evimizin, tek penceresi bir parmak boyu uzaklığına yapılan, Yıldırım Kar- deşler inşaatının çıplak tuğlalarını görüyordu. Per- demiz de o tuğlalardı, manzaramız da… Evimizde pencereye çıkmak diye bir deyim kullanılmazdı. İlk kez okulda sınıf öğretmenimin okuduğu bir hikâye- de işitmiş, deyimin ne anlama geldiğini düşündük- ten sonra, "pencereden çıkmak demek istedi herhal- de," diyerek kendimce düzeltmiştim. Hoş, bizde pencereye de çıkılmazdı, pencereden de… İnşaatın başlamasıyla hayatımıza giren bu penceresizlik hali öylesine acı vericiydi ki her birimiz öfkeyle kuşan- mış, sağa sola çatmaya bahane arar olmuştuk. An- nemin şikâyetleri, küçük kardeşimin sürekli ağla- ması, benim onu susturmak için elimi ağzına bastır- mam, annemin benim boğazıma sarılması, babamın annemi dövmesi derken bu hâl bir kısır döngüyle sürüp gidiyordu. Sonunda babam pazarda satılan manzara resimlerinden birini alıp sekizlik çiviyle yan evin tuğlalı duvarına çaktı da boş duvarın ya- rattığı ışıksız sıkıntıyı manzara izlencesiyle biraz olsun atlattık. İçinden çiçek kokuları gelmeyen manzaranın kelebekleri de bir adım bile yaklaşıp içeri girmeye yeltenmezdi. Ağacın gölgesinde giz- lenen sincabın gözü kahverengi miydi yoksa yeşil mi bir türlü çözememiştim. Her sabah kalkar kalk-

maz pencerenin başına dikilir, annem kahvaltı için seslenene dek sincabın gözüne bakar dururdum. Ka- pımızın manzarası pencerenin manzarasından daha iyi değildi. Eski, yıkık bir avlunun ortasında nereye çıktığı bilinmez bir merdivenin boz beton basamak- larına bakıyordu. Kapıdan çıkmak için attığımız ilk adımın ardından eğilip, merdivenin etrafından do- landıktan sonra idrar kokulu avluya çıkar, avluyu geçtikten sonra ikinci bir kapıdan sokağa çıkardık.

Sokağa çıkar çıkmaz bıyıklı iki koca adamın aşağı sarkık bıyıklarıyla sırıttığı fotoğrafın basıldığı lo- kanta tabelasıyla karşılaşırdık. Kardeşler Lokantası!

Akif Sönmez’le ikizi Atıf Sönmez kardeşler, sırıtış- larında yemek kokularına katık ettikleri betonu, tuğ- layı kusuyorlardı.

Evşen, bizim sokağın köşesinde, cumbalı, eski Rum evlerinden birinde oturuyordu. O evden her daim yayılan güzel yemek kokuları kaplardı sokağı. An- nesi mutfağa girdiğinde tüm mahalle aynı anda aynı yemeğin başına çökerdi. Gözler kapatılır, burun ka- natları açılır, hayaller kurulur, elde çatal kaşıklarla o hayallere üşüşen sinekler kovalanırdı. Mahallemiz- de pencereye çıkmak deyimi en çok onlara yakışır- dı. Babaannesi cumbaya oturur akşama kadar gergef işler, Evşen ise pencereye çıkardı. Evşen pencereye çıktığında kuşlar gökyüzünde asılı birer resme dö- ner, gölgeler ışıklanır, karşılıklı asılı çamaşırlar gökkuşağına renk yedirir, satıcıların ılık sesleri ha- vada donar, huzursuz karıncalar sırtlarından yükle- rini atardı. Bizim penceremizin karşısına astığımız resim de donuktu ama aynı şey değildi. Pencereye çıktığında pencere canlanır, Evşen en güzel gülü- şüyle donar kalırdı. Zaman bir tek Evşen pencere- sindeyken akmazdı. O donuk zamanın içerisine sü- müklü Halit'le Keçi'nin oğlu Zeynel'in girmesinden hiç hoşlanmazdım. Sümüklü Halit benimle aynı sı-

(20)

nıftaydı. Babası kapıcıydı. Annesi onu doğururken ölmüş. Beş buçuk kilogram doğduğuna göre anne- sinin yapacak başka bir şeyi olmadığına kanaat ge- tirmiştim. Yine de anasız büyüyor diye bir yanım hep acırdı. Zeynel, altı kardeşin en küçüğüydü.

Abileri at arabasıyla hurda toplar, fırsat bulurlarsa hırsızlığa çıkarlardı. En büyükleri hapse girdikten sonra diğerleri Zeynel'i de yanlarında götürmeye başlamışlardı. Ufak tefek olduğu için kapıdan pen- cereden kolay geçiyormuş. Bir tek bizim pencere- den geçemez… Bu ikisi sokakta top oynayacağız diye az cam çerçeve indirmediler. Bir keresinde ben de katıldım oyunlarına. Pek birlikte oynamazdık ya, nasıl olduysa denk geldik. Ben aşağı mahallenin futbol takımı Şimşekspor'a girdiğim için takım ar- kadaşlarım kızar diye başka yerde oynamamaya özen gösteriyordum. Takımın toplanıp Belgrad Or- manı'na pikniğe gittiği bir gün bu ikisi ellerinde ya- malı bir meşin topla yanıma gelip bir kereliğine de olsa Yıldırımspor'da oynamayı önerdiler. Takımdan kimsenin duymayacağına dair söz aldıktan sonra biraz da Evşen'in penceresinin önüne oynayabilme heyecanıyla takımlarına geçici transferle katıldım.

Babaannesinin uzun çoraplarından birini kalçasına dek çekmiş olan Halit kaleden uzun bir pas verdi.

Normalde eliyle düzgün pas atamayan Halit'in elin- de el örgüsü kışlık eldiven olunca daha da beterdi.

Asım bakkalın deposunun demir kapısına çarpıp seken top orta sahada sarı kafalı Veysel'in önüne düştü. Hızlı bir geri dönüşle önüne doğru kayıp to- pu Veysel'in ayağından kaptım. Kendi etrafımda bir tur döndükten sonra bir ara pasıyla Zeynel'e gön- derdim. Zeynel gelen topa öyle sert vurdu ki kaleyi korumaya çalışan Selo topu tutsa şiddetli bir rüzgâr gibi topla birlikte kaleden içeri girerdi. Değil Se- lo’nun kaleye girmesi, üst üste dizdiğimiz kale taş- larının tozu bile kalmazdı. Topun şişik kafasının yarattığı yamuk yumruyu hesaplayamadık ki kenar- da duran sivri taşa çarpmasıyla havalanıp tam tersi yöne, Evşen'in penceresine doğru kanatlandı. Evşen her zaman olduğu gibi pencereye çıkmış, başı göğe çevrili bulutlarla konuşuyordu. Pamuk bulutlardan bir dileği varmışçasına ellerini pervaza dayamış yağmur dileyen gözlerle bakan kuru toprak olmuştu

Yumrusu döne döne pencereye yaklaşan topu gördü mü, bilmiyorum. Gözümü açtığımda Evşen pencere- de, Yıldırımspor futbol takımı sahada değildi. Kırı- lan cama dönük bin baş, kınayan bakışlarını bana dikmiş, etlerimi lime lime ediyordu. Topun yamuk yumrusu mu cama önce değdi, kulağımı çınlayan şamar mı yüzüme önce değdi, bilmiyorum. Kırılan camların havada asılı durduğu süre boyunca tüm ev- reni dolduran bir çınlama hâkimdi. Yıldırımspor fut- bol takımı bu çınlamayı duyup mu kaçtı, yoksa bir anda mı buhar olup uçtu, onu da bilmiyorum. Aslın- da hiçbir şeyden emin değilim artık.

Evşen'in babası semt karakolunda polisti. Her öğle yemeğinde mutfaklarından taşan yemeğin kokusunu takip ede ede gelir, iştahla yemeğini yerdi. Onun ağız şapırtısı, kaşık çınlaması, geğirmesi tüm mahal- leye nam olmuştu. Biraz asık yüzlü, gözleri sürekli suçlu takibinde, kısa boylu, kalın gövdeli, boyunsuz, nemrut bir adamdı. Yürürken kaldırımları titretirdi.

Yanlışlıkla çimenliğe bastı mı kuruturdu yeşilliği. O geçerken sokağı ölüm sessizliği alırdı. Nasıl göre- memişsek onun geldiğini, yemeğin kokusunu unuta- cak kadar nasıl oyuna dalmışsak artık... Zeynel şutu çektiğinde Erşan komiserin ayağının ucu karakoldan çıkan köşeyi görmüş bile.

Kaldırıma yapışan bedenimi zorla, söke söke kaldı- rıp eve döndüğümde çınlama sürüyordu. Kapının gıcırtısı da aynı sesle çınlıyordu, kardeşimin ağlama- sı da, annemin telaşla açılıp kapanan ağzı da…

Ertesi günü babam benimle aynı halde arkasında Er- şan komiserle birlikte karakoldan çıkana kadar sürdü çınlama. Çınlama benden babama miras geçtiğinde öğrendim kırılan camın Evşen'in yüzünü birazcık çizdiğini. Belki birazcıktan da fazlasıdır ki bir daha pencereye çıkmamış diyorlar.

Babamın çınlaması kalıcı oldu. Arada anneme, arada bana geçiyordu ama babam sürekli aynı çınlamayla yaşadı ömrünü. O çınlamaların arasında her sabah evimizin penceresinin önüne geçmeyi sürdürdüm.

Pencereye çıkmadan, pencereden çıkmadan annemin kahvaltıyı hazır etmesini bekledim. Bir daha sokağın ucuna gidip Evşen'in pencereye çıkıp çıkmadığına bakmadım. Ne zaman düşünsem babamda kalan çın- lama gelip beni buluyor hâlâ.

(21)

21

ÇALINAN SAKSILAR

Dudaklarında su Tortusu

Tersine ağlayan nehirler Ellerin ağır

Sim

Mahvıma dünya gailesi Aklın

Bitimsiz

Serseri İyi olmaya çabalayan Gri Dişsiz mavi gözlü Bir bedevi

Minimal elleri Teni Aradığı başka

Başka şeyleri Kırkında peygamberi

Hasırı peyki

Tilda

Matilda Aklı

Tuzlu hayalleri Varlığa

Yokluğa Sevinen halleri O

Ben gibi Sokulgan İleri geri

Çocukluğun yan yatılan Büyülü çimenleri Öpüştüğüm Amalgam Kelime külleri

Yaptığın

Sanılan

Dünya

Yalın Tunalı

(22)

DELFİNYUM’UN GÖZLERİ

Filiz Kalkışım Çolak

Gelincikler ıslanırdı gözlerinde, kirpiklerinden kızıl kısrak taylar kanatlanırdı. Yanardı göğsü gü- neşin, şöyle dönüp bakınca Delfinyum. Ahu ahu bakışlarında büyürdü gökyüzü. Saçlarını salar sine- lerinden o mavisi pür pak bedenini büker, eğilip öperdi alnından ham güzeli. Samur samur saçların- da gece başka güneşlenirdi, susadıkça, gerdanının dizisinden bir çiy taneciği aşırıp sabaha durulanır- dı… Gece başka yosmaydı Delfinyum’un kolların- da. İnci tanesi doğardı gözeneklerinden, ta ki güneş kıskançlığından kamaşıp, hepsini ısısıyla eritip, yeşil yosunlar aralanan vadilerden sızıncaya değin.

Şeffaf ırmaklar acelesi gelmiş bakir çaylar akardı gizlerinden. Çiçekli fistanını çıkarıp ne zaman uy- kuya dalsa, koyaklarından gelin eteği kovalayan şelaleler dökülürdü. Sırılsıklam düşler ne güzel yakışırdı körpe kızın koynuna. Uyku onunla sar- maş dolaş, kim bilir yine sevdiğiyle hangi hayalin duvağından salınırdı ah Galanima’ya Galani- ma’ya. Ah Ganita, yeşillimin yosma Rum kızı, aşüfte Ganita sevdiğimi benden alan, ırağa en ıra- ğına gölgesini bırakan gavur dölü Ganita! Kaç ya- lanı görmezden geldi gözleri, kaç aldanmışlığı ağ- layarak anlattı, sığınıp kucağındaki oyuğa. O ağla- dıkça, falezin karnı büyüdükçe büyüdü. Ah ağla- dıkça kaç kız, yavrum hayallerinin akıntısına kapı- lıp kayboldu açıklarında bulanık meçhullerin. Bir Delfinyum gördü onu birde, kuzey. Sustular şahit olmak aldanmışlığa meğer ne zor şeymiş aşka sev- daya savrulan yalanları duymak; çelimsiz bedende filizlenirken tomurcuklar, henüz sızısı tazeyken bedenin Allah’ım, meğer aşkın bir aldanmışlıktan bir yalandan ibaret olduğuna şahit olmak ne zor şeymiş! Hep buğday tarlalarına koştu bu yüzden, hep gelinciklere. Gözlerinde tutunamayan yaşlarıy-

la suladı gelincikleri. Yoksa kırmızısı böylesi içli olur muydu, bu kadar güzel gelinciklerin! Yeşil te- peler, dağ başları, hep mekanı oldu kimsesiz kum- sallar mavisi ağaran körfezler… Yılmadı, bekle- di ;bir gün ellerinde çiy tanelerinden sonsuz bir de- met, aşkla gelecek olan sevgiliyi! Belki de hep ya- kınlarındaydı. Belki de hep kıyısından sekti, hunhar- ca yağmalanırken düşlerinde mavileri!

O’nun gözlerinde nisan; hep yeşil sineleri olan bir peri kızıydı, sütü kar suyu kadar saf ve te- mizdi. Rahmet yağarken sinelerinden nisanın hep yüzünü döndü, hep dudaklarını nemlendiren yağmu- run o taneciklerini emdi şuursuzca. Utanmadan açtı göğsünü aşka sevdaya. Öylesi dirildi öylesi, incelen bileklerindeki titreyişle. Saçları masmavi şarkılara haykıran nisan, sabaha çiylerini bırakarak yavrulardı kucağına Delfinyum’un. İlk şiir sancısı yine bir ni- san yağmuruyla doğdu. Atilla ne güzel okşuyordu oysaki ruhu ‘’Elimden tut yoksa düşeceğim, yoksa bir bir yıldızlar düşecek…’’ Yoksa şair miydi; on- dan mı içinde tırmanan o yoksulluk dile gelip hay- kırmaya başlamıştı içine, arasında ah neleri sakladı- ğı dizelerin! Nitekim ilk ağrı, ilk sancının suyu gel- di, ıslandı mısralar, yazdı yazdı ve yazdı aşkı gözbe- beklerinin suyuna…

Sonrası ardı kesilmeyen bitmek bilmeyen o aşk dolu sevgi sözcükleri. Nereden geliyordu bunca sev- gi? Yaşamış mıydı aşkı yoksa yaşayamadığında mıydı bu denli duygularının temiz oluşu, kirlenme- miş oluşu diye düşünürdü bazen. Sevmek ne kutsal duyguydu. Sevmek ah sevmek! Mayıs dallarında cıvıldarken kuşlar birbirine ve yumurtadan çıkan aşkın o sonsuz cıvıltılarındaki yavrularına, domates dilimi yedirirken gülümseyişiyle göğe dikip gözleri-

(23)

23 ni ‘’Kime gülüyor derken’’ anne kuşun telaşla dal- da yavrularını besleyen bu delinin yavrularına bir şey yapıyor endişesiyle ötüşünden özür dilemesi tam kuzeyliydi, Delfinyum’luktu. Kuzeyliydi, de- liydi en çok. Hayvanlarla konuştuğunu gören ne demezdi ki ardından. Mayıs, bir gelin edasıyla yeşil tellerini şakırdatırken, duvağından kopan o toz kü- mesiyle kendinden geçer; derin bir sessizliğe bürü- nür ormana dalıp giderdi susup şarkılarının koca köyü inleten nağmelerini. O koca gözlerini ormana dikip andıranaların ormana yaktığı türküleri dinli- yor, “Şarkılarına nota çalıyor olacaktı” ki yaprak hışırtılarının ruhunda kıpırdayan sancısıyla adeta tenini silip süpüren o konçertonun en baskın sesini duymuş olmanın derinliğiyle, birazı yeşil ,birazı mavi bir çift göze süzülürcesine göçüyordu. Kirpik- lerinde bir tutam hayal yeşili ,burnunun ucunda kıpkırmızı uğurböceklerinin benekli dansı, iç içe arıların ballanan vızıltısı; ilk çiçeklerin tomurcukla- rı çatırdarken sabaha… Sevmek ne güzel şeydi onun ruhunda hayallenen şelalelerin dizelerden uçuşunda. Bal rengi miydi gözleri, yoksa elasını yeşil bir halka çevreleyen irislerinde harelenen düe- ti miydi güzden kalan baharların? Kaç aşık gömü- lüydü o gözlere, kim bilir? Kaç kişi o gözlerin bü- yüsüyle kuzeye kendini sunarken yitirip gitmişti?..

Ve çığlıkları yırtılırken kumsalların, kaç kızın göz- leri yüzü suyu hürmetine avuntu oldu Delfin- yum’un uğrunda. Aldatmak tam burada takınıyordu ya o ürküten ifadesini. Aldatılan gerçekte kimdi?

Çok sevilen Delfunyum mu, yoksa kucağına sığınıp zavallılıkla sahip olduğunun sinesinde sayıklanır- ken Delfinyum, sahip olunan mı? Duymak hisset- mek ve yaradılış serüveninin o sonsuz senfonisini dinlemek, ruhuna yatırıp çayırları dinlendirmek, sırtında yükü anaları ve oyalı yazmasını çözüp rüz- gara dilek tutmak, uğruna bir yıldızın kayacağını bile bile gözlerinde koyulaşan aşkın kararlılığıyla.

Yaratan’ın huzurunda ağlamak hıçkıra hıçkıra, kal- bini alıp avuçlarına ağlamak, sesini dinlenmek, bir nazlı sevgili için kanı çekilene kadar damarların- dan, kurutuncaya gözlerinde lerzan gelincikleri...Ve hiçbir zaman kavuşamayacağını bile bile sevmek birisini, haziran eteklerini savura savura gelip çat-

mışken. Bilseydi bütün ömür beklediğinin defalarca yanından teğet geçtiğini, defalarca ona yaklaştığını ve nedenini bilmediği bir gücün varlığıyla hissetti- ğinin o olduğunu, böylesi haykırır mıydı içine ka- ranlık ve kamçılar mıydı bedenini nefessizliğin hış- mı? Leylak hüznü bulaşan sürmelerinden akar mıy- dı izlerine rastladığı sevgilinin o mağrur halleri?

Kaldırımlara düşer miydi karanfiller, sevda böylesi gazete altlarında uzanır mıydı? Sahi, sevdiği böylesi mağrur olur muydu Delfinyum eğer bulsaydı Gani- ta’nın dar geçit, Zağnos’un ander kaldırımlarında denizini?

Aydınlandı ya bir şekilde karanlık, bakışlarıy- la kesişen bakışların yanan yakan ışıyışında. O an gönlünde kıpırdayan, debisi ıslanan kuraklaşmış yatağına dolan rahmet pınarlarına değen, sevgilinin gözleriydi. Sanki yıllardır hep birlikte olduğu oydu, hiç yabancı değildi, hiç yabancı gelmiyordu bu adam. Artık o bitmeyen şarkıyı bestelemek zama- nıydı, ay ışığıyla sevişen uslanışında yanıp sönen irislerinde. Notaları portelerine iliştirmek için kuze- ye göz kırpma zamanıydı, körfeze şöylesi zira. Ni- tekim öyle yaptı, göz kırptı Kuzey Yıldızı damlar- ken koynuna, küçük ancak sevgilinin çenesinde de- rinleşen o masmavi okyanuslarca açıklara süzülen, derinliği sığlarında saklı gülümseyişiyle.

Deniz gözlerine verdi sırtını, yaslandı senliği- ne sevdanın. İster kabul görsün, isterse görmesin çılgın ya, adı delikanlı ya; alacak sevdiğini hiçe sa- yıp erlik makamının şanını, daldı o sonsuz bestenin senfonisine! İspinozlar, isketeler, ah yağmur sonrası gözeciğini bedenin taşıran karatavuk ötüşleriyle yaslandı billur ırmakların çağlayan dügâhlarına!

Rüzgar bir es bastı, dağıldı etekleri yârin suyuna.

Baldırlarında okşanırken suyun dokunuşları, saç uçlarından damlayan su damlacıklarından havalandı su gövde kuşları filizlerinin. Boynunda birkaç sani- ye durup yerinde dönen su; kendini sinelerinden vadilerine doğru bırakıyordu. Yosunlar şımarıyordu ayaklarının altında ve su aynı hızla vadilerinden şe- lalelerce dökülüyor, şarkıları susuyordu kaynağına sevgilinin. Şapşallayan sevgili bir düş gördüğünü sanırken suyu, Delfinyum’un o saf boynunda durak-

(24)

lıyor, yerinde birkaç kez döndükten sonra sineleri- nin üzerinden vadilerine süzülüyor, bakire bir şela- le gibi haykırarak kaynağına çarpılırcasına geri dö- külüyordu. Kabardı göğsü, kar tanecikleri tutam- lanmış göğsünde ağaran kuşların sevinci miydi, yoksa yılların yorgunluğu mu bilinmez ya; debisini aşan suyunun altına Delfinyum’u alıp derinlikleri- nin akıntısına aldırmadan, öylesi gusletti, yüz sürdü çağlayanlarına safir gözesinin suyu karışırken Del- finyum’la ruhunu. Sonra çekildi kısıldı gözbebekle- rinde aralığı vaktin, derken derinliğinde hep düşe kalmanın ağırlığıyla açtı gözlerini Delfinyum.

Gözleri, ah Delfunyum’un o ceylan gözleri…

Okyanusları bakışlarına sığdıramayan sevgiliyi, ışığına sığdıran gözleri… Şafağı koynundan öptü- ğü, izlerinde tutuştuğu, inadına kuzeyin, sevdiğini güzden kalma koynundan öptüğü, teninde beyazlat- tığı, gurbeti yakınına mızraplarıyla çizdiği gözle- ri… İçine yansıdığı geceyi kozasından yırtan, kuş- luk bağırtısı gelen fısıltıları çırılçıplak bir dokunuş- la Kule’nin duvarlarında okşanan yalnızlığına sev- gilinin resmeden seviyorum, aşığım, aşığım, aşık…

diye buğulanan gözlerini Boğaz’a haykırtan susa- mışlığına tan çığlıklarının yağan gözleri… Harele- nen çalkantısıyla duvarlara yansıyan ah! Yüreğiyle sevişen gözleri…Yıldızlarla içselleşen valsini galâksinin, sevgilinin hayaliyle kuşanan Delfin- yum’un gözleri…

Kimseyi kırmak incitmek onun gibi birinin bilemeyeceği bir şeydi. Her şeyin yavrusunu, o bü- yük aşkla seven, her şeyde Allah’ın yüceliğini his- seden biri için. Belki de gözlerinin bu denli anlamlı oluşunun sırrı buydu ve bundan suçlanamazdı. Her- kese kalbini veremezdi, yapamazdı hayır, onun sev- gisi kutsaldı. Öyle herkesi sevemezdi. Sevdiği şüp- hesiz çok merhametli, inanç yüklü bir kalp olmalıy- dı. Deli olmalıydı da biraz, duygulu, şen; sevdiği uğruna tüm dünyaya kafa tutacak çılgınlıkta, her şeyden mühimi yokluğunda en az onun kadar seve- cek, sevdiğini ebediyen yüreğinde yaşatacak biri olmalıydı. Biraz çılgın, biraz haylaz, ama çok mer- hametli, ille de inançlı, Allah’ını çok seven biri!

Herkese her şeye sonsuz sevgi beslemek, zira her

vicdanın harcı da değildi. Yaratan’dan ötürü sev- mek, sevebilmek, aşkla donanmak tepeden tırna- ğa… Böylesi seveni insan bulabilir miydi? Yara- tan’dan ötürü sevebileni aşkla sonsuz bağlılıkla?

Daha ne ister ki insan, artık sevdiğini bulmuşsa, başka güzellikleri istemek sevgisizlik değil miydi?

Zira seven, sevilen yar olan, bunu yapamazdı hayır!

İşte öyle birisiydi bir akşam aktiyle sözleştiği. Ay- kırıydı, çılgındı, sahiciydi, sevimliydi çocuktu, ço- cuğu gibiydi sevdanın hiç bilinmeyen makamında.

Hep aşka gebe, hep baharlara müjdeli bir cıvıltıydı hissettiği ruhunun zerreciklerinde kıpırdayan ve öy- lesi sevilen, öylesi arzulanan peltek bir şarkıydı of tüm hücrelerinde karıncalanan!..

Mayıs tomurcukları henüz lohusayken, henüz süt- lenmişken dimağı ceninciğinin sabaha akan güneşin ilk ışıklarında, üstelik güneş onları henüz görmeden cilveyle açılıyorken; birbirlerine… Öpmek kavrulan kanyonlarından, öpmek ve taşırmak, yeşertmek ina- dına kül kanatları kavrulan kelebeği sevgilinin o cennet kırsallarında. Haykırmak bozlak bozlak, yak- mak elvan elvan, koklamak fesleğenler tutmuşken ve başı dönüyorken Allah’ım dünya… Deniz, yeni doğum yapmış bir annenin göğüsleri gibi kabarıp ilk sütünü verme telaşıyla yavrusuna, kumsala soku- lup kucağına o sevgiyle boşalırcasına kesik kesik ağlayan yavrusunu gelip gidip emzirirken Delfin- yum’un gözlerinde sevmek Allah’ım ah sevmek!..

Bebekler emmek için ağladıkça ana yüreği bir kuş gibi pır, yavrusunun yanına konup yavrusunu emzi- rirken aşk dolu sürgünlerinde sağılmak çisem çisem yollarına sevdanın. Her bir damlasında hasret hasret büyütürken sevdiğini, maviye doyamayan nice sa- bahı uyuttuğu kirpiklerinde Delfinyum’un ah sev- mek, sevmek!.. Ve elasına yeşil kaçan alazlarında gözlerinin gittikçe koyulaşan o haylaz renk uyuş- mazlığını, ekmek yatağının sürrealist nemine! Şef- tali çiçekleri gün ışığıyla sevişirken, sevgilinin yol- larını kaplayan toz kümesinin çekirdeğinde epifitle- nen pembelere, çiy dilekler üflemek gizlerinden Delfinyum’un… Gökkuşağını sarıp boynuna, uyku- nun yadına düştüğü melez geceleri ayak üstünde, sevgilinin eşiğinde beklettiği gözlerinde sevmek...

Bakışlarıyla sararak, düş çarşısından aldığı görün-

(25)

25 mezlik kuşlarıyla ısıttığı aydınlattığı yüzünden me- lekler eğilip eğilip öpsün, dehlizlerine kendisini bı- raksın diye terk edip bedeni, kıvrılmak sevgilinin o cennet kokan diyarına açık bıraktığı gözlerinde sey- re dalmak aşkı Delfinyum’un. Ve gelincikleri sıkıp dudaklarına, dağ çileklerinden nehirler inceltmek sevda geçerken eteklerini çekip baldırlarına Delfin- yum’un gözlerinde. Biraz yeşil, biraz mavi alazları- nın deliliği Kuzeyin Kızı oluşundandı Delfin- yum’un! Gözlerinde güneşin bal arayışı, Güneşin Oğluna sevdalı oluşundandı. O titreşimleri evrenin suretine Delfinyum’un her daim taze nefesiyle üfle- yen Yaradan’ın adıyla, aşka sevdaya boyun eğen iki yüreğin tek ruhta birleşen vuslatıydı güneşin yıldız- ları emip sabahı doğurduğu gün sızısında… Ve ge- linciklerin günün uçlarında böylesi dirilişi, masum oluşu… Bakir bir cennete, hiç öpülmemiş bir koyu- na sağılışı vakitli vakitsiz Delfinyum’un. Duyduğu- nuz ses yağmurun dinlenmiş gelişine sinmiş martı- ların çığlıkları olsa da Delfinyum’un enginler silke- lenen gözlerinde aşkın kanat sesleriydi…

(26)

KİTAPLIK

ROMAN KAHRAMANI VE ÖZNELLİK

Söylem İdeoloji ve Coğrafya Semiramis Yağcıoğlu ÖTEKİ Yayınevi

Genişletilmiş ikinci baskısı yapılan bu kitapta yer alan makaleler, hemen hemen herkesin hayatının bir döneminde okuduğu kitapların roman kahra- manlarını odağına alıyor. Semiramis Yağcıoğlu, Suat Derviş’in Suskun Kadınlarını, Orhan Ke- mal’in Murtaza’sını, Aziz Nesin’in Zübük’ünü, F.Scott Fitzgerald’ın Gatsby’sini Lawrence Dur- rell’in Justine’ini, Ernest Hemingway’in Robert Jordan’ını ve daha birçok kahramanı incelerken, eleştirel okumanın yapı çözümcü bir yol haritasını sunuyor. Bu kahramanların ayna karşısında varo- luşsal bir endişeyle kendilerine sorduğu 'ben ki- mim?' sorusuna yanıt bulmanın peşine düşen yazar, roman kahramanının kendisine yönelttiği soruyu, ona soruyor: Sen kimsin? Yanıt ararken, roman kahramanının söyleminde tekrarlanan adılların ve hitap biçimlerinin izini sürerek, onun hangi itaat edilmiş ve onaylanmış ideolojinin ürünü olarak konuştuğunu ortaya koyuyor ve dilin asla masum olmadığını gösteriyor. (Tanıtım Bülteninden) Üniversitelerdeki İngiliz-Amerikan edebiyatı ve dilbilim derslerine yıllarını adayan, pek çok incele- me, araştırma yazısına imza atan Semiramis Yağcı- oğlu, bu kez yine akademik dünyadan seslenen ama akademi dışındaki okurlara da yeni ufuklar açan bir kitapla merhaba diyor. Roman Kahramanı ve Öznellik üst başlığı altında roman ve öykülerde- ki Söylem İdeoloji ve Coğrafya konularını odağa alan yazar, seçtiği metinlere alışılagelen yaklaşım- ların dışına çıkıp farklı bir yerden bakıyor ve onları yapıçözümcü yöntem doğrultusunda ayrıntılı bi- çimde inceliyor. (Yazınsal Metinlerin Derinliğinde – Hülya Soyşekerci)

(27)

27

Aykutalp Balkan’ın ilk şiir kitabı

Eskişehir Sanat derneği’nin

2020 yılında düzenlediği 12.Yunus Emre Şiir Yarışmasında Mansiyon ödülü alan, genç şair Aykutalp Balkan’ın “Visal” adlı ilk şiir kitabı yayınlandı.

Aykutalp Balkan 2001 yılında Bozüyük’de doğmuş. İlk ve orta okulu Bilecik ve Söğüt’de oku- muş. Şu an Eskişehir Eti Sosyal Bilimler Lisesinde öğrenci. Şiirle- ri Tütün, Hane, Raf gibi dergiler- de yayınlanmış.

Aykutalp Balkan’ın şiirleri yirmi yaş şiirleri yani deli dolu çağın aşk, sevmek ve arayışın şiir- leri. Kitaba adını verdiği uzunca

“Visal” şiiriyle başlıyor, güzel, şairane dizeleri var.

“Kaybolmuş bir çocuk gibiyim seni görmekten mahrum kaldığım her vakit”

“Kalbimin bahçelerde daima kalıcı olan bir gül- sün”

“Kırık kalpler durağında yangınlar var göremedi- ğimiz”

“Bir sevi uğruna çöllerde Mecnun şiirlerde Tahir kaldım”

“Yakamoz saçtığında mavi ışığını geceleyin”

“Yıkılmamak için sarıldım umutlarıma”

Gibi güzel, etkili dizeler var Aykutalp Bahar’ın şiir- lerinde...

Aykutalp Balkan’ın 80 sayfa- lık bu kitabında 71 şiiri var. Şiir- leri okudukça yıllar içersinde bi- riktirilmiş,.İlk şiirleri , ilk kitabı olmasına karşın şiirde epey me- safe almış, kendi kozasında şiiri- ni ören bir şairle karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz. Geçen yıl büyük katılımlı Yunus Emre Şiir Yarışmasında güçlü şairler arasında ödül alması da bunu gösteriyor. Aykutalp Bahar’ın şiir kitabı bir okunup kenara bıra- kılacağımız kitaplardan değil, açıp açıp okunacak şiirler. Bu ilk kitabında yolu açık ol- sun,diyoruz.

(28)

ESKİŞEHİR SANAT DERNEĞİ

4. HAKKI TÜRKKAN “ODUNPAZARI” KONULU FOTOĞRAF YARIŞMASI

1- Yarışmanın konusu: Odunpazarı Yaşam’dır

2- Fotoğrafların boyutu 30x40 cm (Dijital Baskı olabilir) 3-Yarışmaya en fazla üç fotoğraf ile katılanacaktır.

4- Fotoğrafların arkasına yapıştırılacak etikete Adı, Soyadı, e-posta adresi, telefonu yazıla- caktır.

5- Son katılma tarihi: 01 Eylül 2021 günü mesai saati sonuna kadardır.

6- Ödüller: Birincilik, İkincilik, Üçüncülük ve 2 Adet Mansiyon’a plaket. Sergileme kaza- nanlara Başarı Belgesi verilecektir.

7- Ödül töreni 15 Eylül 2021 günü saat 18.00’de Büyükşehir Sanat Merkezi’nde sergi açı- lışında yapılacaktır.

8- Ödül alan fotoğraflar “Eskişehir Sanat” dergisinde yayınlanacaktır.

9-Teslim Adresi: Eskişehir Sanat Derneği İstiklal Mah. Şair Fuzuli Cad. No: 28/2 Odunpa- zarı-ESKİŞEHİR

10-Bilgi için: esk.sanatdernegi@gmail.com GSM :05353238363

(29)

29

3. KRAL MİDAS ÖYKÜ YARIŞMASI

•Üçüncüsü düzenlenen Kral Midas Öykü Yarışması, edebiyatımıza yeni eserler kazandırılmasına aracı olmak, edebiyat dünyasına katılımı özendirmek ve edebiyata yeni yetenekler kazandırmayı amaçlar.

•Eskişehir Sanat Derneğinin düzenlediği, Kral Midas Öykü Yarışması’nın teması, “Düşler, Masallar, Kentler” olarak belirlenmiştir.

•Yarışmaya katılım 18 yaş üzeri herkese açıktır. Sadece öykü başvuruları kabul edilecektir. Katılım bir öykü ile olacaktır. Daha önce basılı veya sanal herhangi bir ortamda yayımlanmış ve/veya ödül almış öyküler değerlendirmeye alınmayacaktır.

•Öyküler bir yazı programına kaydedilmiş olarak belirlenen midasoyku@gmail.com adresine gönde- rilmelidir. Öykünün yer aldığı dosyada yazarın kimliğine dair bir bilgi bulunmamalıdır. Yazarlar öy- külerinin sağ üst köşesinde bir rumuz kullanmalıdır.

•Öykü dosyası ile birlikte öykünün adını taşıyan başka bir dosyada yazarların kimliklerini, rumuzları- nı, kısa özgeçmişlerini ve iletişim bilgilerini belirtmeleri gerekmektedir.

•Yarışmaya gönderilecek öyküler Times New Roman formatında, 12 Punto büyüklüğünde, satır aralı- ğı 1,15 olacak şekilde en fazla dört A4 sayfasında olmalıdır.

•Yarışmaya gönderilen öykülerin hukuki ve bilimsel sorumluluğu yazarına aittir.

ÖDÜLLER:

•Değerlendirme; birincilik, ikincilik, üçüncülük ve başarı ödülleri şeklinde yapılacaktır. Dereceye gi- ren yazarlara, Kral Midas Öykü Ödülü Plaketi verilecek olup ilk üçe girenlere ise ayrıca kitap seti he- diye edilecektir. Dereceye giren tüm öyküler, Eskişehir Sanat Dergisinde yayımlanacaktır.

YARIŞMA YÜRÜTÜCÜ VE ÖN SEÇİCİ KURUL ÜYELERİ Zerrin SARAL, Dilek ÜSTÜNDAĞ

SEÇİCİ KURUL ÜYELERİ:

Mehmet Fırat PÜRSELİM, Polat ÖZLÜOĞLU, Münevver İZGİ YARIŞMA TAKVİMİ:

•Başvuru Başlangıç Tarihi : 05 Temmuz 2021

•Son Başvuru Tarihi : 20 Eylül 2021

•Sonuçların Açıklanması : 15 Ekim 2021

•Ödül töreniyle ilgili içerik, ayrıca duyurulacaktır.

YARIŞMA İLETİŞİM BİLGİLERİ:

•Eserlerin gönderileceği e-posta adresi: midasoyku@gmail.com

•Kral Midas Öykü Yarışmasına katılanlar bu şartnameyi kabul etmiş olur. Şartnameye www.eskisehirsanatdernegi.org adresinden ulaşılabilir.

(30)
(31)

31

(32)

Referanslar

Benzer Belgeler

Epilepsi tedavisinde kullanılan levetirasetamın hızlı salım sağlayan tabletinin hazırlanması için SSE teknolojisinin potansiyelinin araştırılması(Cui ve ark.,

DİKKAT—ÇARPILMA TEHLİKESİ: Elektrik çarpması riskini önlemek için, yazıcıyı kurduktan bir süre sonra kontrol kartına erişiyorsanız veya isteğe bağlı donanım veya

etmek için bir oyuncak bulmaca tasarlayacaksınız, sonra bu oyuncak Dünya tarihinin en çok satan oyuncağı olacak, bulmacanızı en kısa sürede çözmek için

FastFFF teknolojisini tanıtan bir videoyu izlemek için https://youtu.be/8wVGaxgkmk4 adresini ziyaret edebilir ya da aşağıdaki kare kodu akıllı telefonunuza

yayımlanan araştırma masaüstü pek çok 3D yazıcının ürettiği gaz ve parçacıkların astımdan felce kadar sağlıkla ilgili pek çok sorunla ilişkili olduğunu

• Bir testin rapor edilebilmesi için geçmesi gereken çok sayıda laboratuvar içi kalite kontrol ölçümleri mevcuttur... Kan alımından itibaren 7 ile 10

 Gebelik otoimmün hastalıkların seyrini olumlu ya da olumsuz yönde etkileyebilir..  Transplasental geçen otoantikorlar fetus ve yenidoğanda problemlere

 Düşük doz estrojen içeren KOK veya yalnız progesteron içeren preparatlar kontraendike değil, safra asitleri ve KC enzim düzeyleri. normale döndükten sonra