• Sonuç bulunamadı

ANA TANRIÇA KÜLTÜNÜN HELLEN-ANADOLU İLİŞKİLERİ

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2022

Share "ANA TANRIÇA KÜLTÜNÜN HELLEN-ANADOLU İLİŞKİLERİ"

Copied!
25
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

NKÜBAP.00.10.AR.14.05 nolu proje

ANA TANRIÇA KÜLTÜNÜN HELLEN-ANADOLU İLİŞKİLERİ

Yürütücü: Dr.Seher Selin ÖZMEN 2015

(2)

T.C.

NAMIK KEMAL ÜNİVERSİTESİ FEN EDEBİYAT FAKÜLTESİ

ARKEOLOJİ BÖLÜMÜ

ANA TANRIÇA KÜLTÜNÜN HELLEN-ANADOLU İLİŞKİLERİ

Seher Selin ÖZMEN

KLASİK ARKEOLOJİ ANABİLİM DALI

TEKİRDAĞ 2015 Her hakkı saklıdır.

(3)

ÖNSÖZ

Arkeoloji biliminin amacı insanoğlunun geçirdiği evreleri, gelişim sürecini, geçmişten bugüne ortaya koyduğu kültür varlıkları yoluyla yorumlamak ve aydınlığa kavuşturmaktır. Kazılarda ele geçirilen buluntular arasında, insanlığın binlerce yıl öncesindeki inanışlarına ışık tutacak kült nesneleri önemli bir yer tutmaktadır.

Arkeoloji biliminin bulguları ve disiplinler arası çalışmaların katkıları ile Ana Tanrıça kültüne dair araştırmalar 20. yüzyılın ortalarından bu yana önem kazanmıştır. Bu araştırmada, Anadolu’da Ana Tanrıça kültü, Hellen-Anadolu ilişkileri bağlamında ele alınmıştır. Tarih öncesi devirlerden Hellenistik Devrin sonuna kadar Anadolulu Ana Tanrıça’yı temsil eden semboller, kült nesneleri ve epigrafik kaynaklar bir arada değerlendirilmiş ve kronolojik düzende ifade edilmiştir.

Bu araştırma, Namık Kemal Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri tarafından NKUBAP.00.10.AR.14.05 No’lu proje olarak desteklenmiştir.

(4)

TEŞEKKÜR

Bu çalışmayı yapmamı öneren ve çalışmam sırasında desteğini esirgemeyen değerli hocam Prof. Dr. Neşe Atik’e teşekkürü borç bilirim.

Dr. S.Selin ÖZMEN

(5)

İÇİNDEKİLER

Önsöz………. i

Teşekkür………. ii

İçindekiler……… iii

Özet………... iv

Abstract………... v

Giriş………. 1

1. Anadolu’da Ana Tanrıça Kültü……….… 4

1.1. Neolitik Devir……….… 4

1.2. Tunç Devri (M.Ö. 3000-1200)……….……….... 4

1.3. Demir Devri - Geometrik / Karanlık Devir (M.Ö. 1200-700)…………..….. 6

1.3.1. Frigler………..…. 6

1.3.2. Geç Hititler………...…. 8

1.3.3. Urartular………... 8

1.4. Arkaik (M.Ö. 7 - 6 yy.lar) ve Klasik (M.Ö. 5 - 4. yy.lar) Devirler.……... 8

1.5. Hellenistik Devir (M.Ö. 3 - 1 yy.lar)……….….…… 9

2. Kibele ile Attis Söylencesi……….…..… 12

3. Gereç ve Yöntem………..…...… 13

4. Bulgular ve Tartışma / Sonuç……….. 14

Kaynakça………..…... 16

(6)

ÖZET Bilimsel Araştırma

ANA TANRIÇA KÜLTÜNÜN HELLEN-ANADOLU İLİŞKİLERİ

Seher Selin ÖZMEN

Namık Kemal Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi

Arkeoloji Bölümü Klasik Arkeoloji Anabilim Dalı

Anadolu’nun çoktanrılı kültleri içerisinde Ana Tanrıça kültü, binlerce yıl en üst sıralarda yer almıştır. Mitolojide hiçbir tanrı ya da tanrıçaya, Ana Tanrıça kadar çeşitli ad ve sıfatlar verilmemiştir. Bu ad ve sıfat çokluğu, Ana Tanrıçanın evrensel bir nitelik kazandığını göstermektedir. Ana Tanrıça, doğanın yaşam- ölüm döngüsü içerisinde doğurganlığının gücü ile tarih öncesi dönemden günümüze kadar Anadolu’nun en önemli ve en eski Tanrıçası kabul edilmiştir.

Neolitik devirden Hristiyanlığın ortaya çıkışına kadarki süreçte Anadolu’da Ana Tanrıça kültünün varlığı ve önemi, arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan kutsal alanlar ve buralardan elde edilen çeşitli formlardaki kült nesneleri ile kanıtlanmıştır. Neolitik devir Ana Tanrıça kültü araştırmalarında, Çatalhöyük ve Hacılar gibi kazı alanlarından elde edilen buluntular, Anadolu’da Ana Tanrıça kültünün ilk izleridir. Bundan sonrasında “Bin Tanrılı” Hitit panteonunda, Geç Hititlerin ve Urartuların inanışlarında farklı adlar ve formlarda da olsa Ana Tanrıça kültünün devam ettiği görülmektedir. Bununla beraber kültün en karakteristik ve en kalıcı özellikleri, Tanrıçaya “Matar” yani “Ana” adının verildiği yer olan Orta Anadolu’da Frigya’da biçimlenmiş ve zaman içinde buradan geniş bir alana yayılmış, Batı Anadolu, Avrupa ve hatta Kuzey Afrika coğrafyasını kaplamıştır.

Bu makalede, Anadolu’da Ana Tanrıça kültünün Neolitik devirden Hellenistik Devrin sonuna kadarki durumu, ulusal ve uluslararası literatürden elde edilen veriler ve arkeolojik buluntular ışığında ve Hellen-Anadolu ilişkisi bağlamında ele alınacaktır.

Anahtar Sözcükler: Anadolu, Ana Tanrıça, Kült, Kibele, Hellenistik.

(7)

ABSTRACT Scientific Exploration

HELLENISTIC - ANATOLIAN RELATIONSHIP OF MOTHER GODDESS CULT

Seher Selin ÖZMEN

Namık Kemal University Science-Literature Faculty Department of Classical Archaeology

Mother Goddess cult, for thousands of years, took the most important place among the other polytheistic cults of Anatolia. No gods or goddesses, were given as many names and epithets in mythology as the Mother Goddess. This variety of names and epithets indicates the Mother Goddess’ universal role. Mother Goddess with her power of fertility in the life-death cycle in nature has been accepted as the most important and ancient goddess of Anatolia from prehistoric times to the present day. The existence and importance of the Mother Goddess cult in Anatolia from the Neolithic period until the rise of Christianity has been proved with the cult objects in various forms obtained from sanctuaries by the archaeological excavations. In researchs about Neolithic period Mother Goddess cult, findings in Çatalhöyük and Hacılar are the first traces in Anatolia. Thenceforth it is seen that the Mother Goddess cult continued even though the different names and forms in the beliefs of the Hittite pantheon with "thousand gods", Late Hittites and Uratu. However, the most characteristic and most enduring features of the cult was formed in Phrygia in Central Anatolia where the Goddess called as “Matar” means “Mother” and the cult spread over time from there to a large area, and affected West Anatolia, Europe and even the North Africa. In this article, influence of the Mother Goddess cult in Anatolia from the Neolithic period until the end of the Hellenistic period will be discussed in the light of the data derived from the national and international literature and archeological findings also in the context of the Hellenistic-Anatolian relationship.

Keywords: Anatolia, Mother Goddess, Cult, Cybele, Hellenistic.

(8)

GİRİŞ

Kült kelimesi (Fr. “culte”, Lat. “cultus”), sözlük anlamı olarak, insanoğlunun tanrıya ve ilahi varlıklara inancı, bağlılığı ve saygısını göstermek amacıyla yaptığı dini törenlerin tümünü kapsamaktadır. Bu tapınımı gerçekleştirirken kullanılan nesneler ise kült nesnesi olarak kabul edilir.

Ana Tanrıça kültünün temelinde, dişi bir ilahi varlığa inanç duyarak O’na ait kutsal alanlar oluşturmak, O’nu çağrıştıran sembolleri kullanarak çeşitli nesneler üretmek ve adaklar sunmak bulunmaktadır. Bu inancın, insanlığın yerleşik hayata geçmesinden çok daha önceleri Paleolitik Devir’de de var olduğu, Avrupa’nın güneyindeki mağaralarda bulunmuş olan ve “Venüs” olarak adlandırılan kadın heykelcikleri ile kanıtlanmıştır. Litvanya asıllı Amerikalı arkeolog Marija Gimbutas, Avrupa’daki Neolitik Devir buluntularını da Ana Tanrıça kültü ile ilişkilendirmiştir.

Anadolu’da ise bilinen en eski kült merkezi olan ve Çanak Çömleksiz Neolitik Devir’in A evresine, yaklaşık MÖ. 9.500 ile 8.500 arasına tarihlenen Urfa Göbekli Tepe buluntuları, insanlığın avcılık ve toplayıcılıktan tarımsal yaşama geçişinde eril tanrı inancını göstermektedir. Buradaki insan ve hayvan kabartmaları arasında dişiliği gösteren tek önemli buluntu, anneliği ya da bereketi temsil etmeyen cinsel birleşme sahnesidir (Hodder and Meskell, 2010: 39-40). Anadolu’da Ana Tanrıça kültünün başlangıcının Neolitik Devir’e tarihlenmesi, İngiliz arkeolog James Mellaart’ın 1950’ler ve 1960’lardaki Hacılar ve Çatalhöyük kazılarından elde ettiği bulgulara dayanmaktadır. Mellaart’a göre Çatalhöyük ve Hacılar'da ortaya çıkan buluntular, Mezopotamya uygarlığından çok önceki bir dönemde Ana Tanrıça'nın Anadolulu olduğunu göstermektedir. Mellaart, her iki yerleşim yerinde elde edilen buluntulardan özellikle kadın heykelciklerini, Hitit, Frigya ve Hellen uygarlıklarını etkilemiş olan “Ana Tanrıça Kültü” ile ilişkilendirmiş, bunların Frigyalılar’ın Ana Tanrıçasının öncülü olan bir tanrıçayı temsil ettiklerini öne sürmüştür. Çatalhöyük’te günümüzde de süren kazı çalışmaları, İngiliz arkeolog Ian Hodder başkanlığında, 1993’te tekrar başlatılmıştır.

Heykelcikler üzerinde çalışan Prof. Lynn Meskell ve Dr. Carolyn Nakamura’ya göre, toprak ve taştan biçimlendirimiş Çatalhöyük figürinleri, anthropomorphic / insan betimli, zoomorphic / hayvan betimli ve tanımlanamayanlar olmak üzere üç tipte gruplandırılmıştır. Anthropomorphic olanlar da insan, insanımsı ve şematik olarak ayrılmıştır (Meskell ve Nakamura, 2006: 109). Çatalhöyük’ün ekonomik ve sosyal yapısının, yerleşme düzeninin, yapıların işlevlerinin ve sembollerin yeniden değerlendirildiği bu süreçte, Mellaart’ın Ana Tanrıçayla özdeşleştirdiği heykelcikler de tartışma konusu olmuştur (Hodder and Meskell, 2010: 15, 35).

(9)

Bir din tarihçisi olan Mircea Eliade’ye göre Çatalhöyük'ün leoparlı tanrıçası, Hititlerin tanrıça Hepat’ı ve Frigler’in Kybele'si arasındaki ilişki, Anadolu'da Hıristiyanlığın girişine kadar şaşırtıcı bir dinsel sürekliliğe işaret etmektedir (Eliade, 2003a: 176). Ana Tanrıça kültünün bu dikkat çekici sürekliliği, 20. yüzyılın başlarından itibaren, disiplinler arası bir çalışma konusu olarak ele alınmıştır. Analitik Psikolojinin kurucusu, 1875- 1961 yılları arasında yaşamış İsviçreli psikiyatrist Carl Gustav Jung’un “Ortaklaşa Bilinçdışı” ismini verdiği öğretisi, Ana Tanrıça kültünün kökenini araştıran bilim insanları için önemli bir dayanak oluşturmuştur. Jung’a göre insan zihni, onun evrimi tarafından biçimlendirilir ve bireyin varoluşundaki geçmişle kurulan bağlantı, onun yalnızca kişisel geçmişini değil, tüm insanlığın evrimini içerir. Ortaklaşa bilinçdışı, Jung’un “arketip” dediği doğum, ölüm gibi ilk tip ya da kök imgelerden oluşur. Kök imgeler, insanın vaktiyle atalarının geliştirmiş olduğu tepkilere benzer eğilimler göstermesine neden olur. Her insan doğuştan getirdiği ortak kök imgelere sahiptir.

Jung birbirini etkilemesi imkansız olan kültürlerde dahi ortak semboller keşfetmiş, aynı sembolleri hastalarının rüyalarında da gözlemlemiştir. Alman Psikiyatrist Erich Neumann ve Amerikalı mitolojist ve yazar Joseph John Campbell da Jung’un öğretisinin destekleyicileri olmuşlardır. Neumann’a göre Analitik Psikoloji, Ana Tanrıça kök imgesinden bahsederken, herhangi bir somut görüntüyü değil; insanda var olan içsel bir imgeyi kastetmektedir. Bu psişik olgunun sembolik ifadesi, insanoğlunun söylenceleri ve sanatsal yaratılarında bulunabilir (Neumann, 1974: 3). Bireyin özel yaşam deneyimi, kök imgelerin hangi özel biçim ve yolla ifade edileceğini belirler. Her kültürün kendine özgü koşulları ile farklı biçimlerde anlatılagelseler de dünyanın farklı coğrafyalarında ortaya çıkan söylencelerin pek çok benzer konu içermesi, ortaklaşa bilinçdışının varlığını göstermektedir (Rosenberg, 2003; 13).

Alman dil bilimcisi Walter Burkert, insanlığın geçmişte ne idi ise bugün de o olduğunu (Burkert, 1983: xx) söylerken, inancı, insanlığın tarihsel ve toplumsal gelişiminde geleneğe ve iletişime bağlı sürekli bir olgu olarak görmüştür. Burkert, İsviçreli antropolog ve kültür tarihçisi J. J. Bachofen’in 1861’de yayımlanan “Das Mutterrecht/Analık Hukuku“ adlı kitabında dile getirdiği, Prehistorik devirde insanlığın toplumsal konum itibarı ile analık hukukunun babalık hukukundan daha önce belirleyici olduğu bir dönem yaşadığı varsayımını fantastik bir teori olarak görmüştür. Burkert’a göre Prehistorik insanın böyle bir toplumsal düzeni oluşturması olanaksızdır ve bu ancak inançla açıklanabilir (Burkert, 1983: 80). Bilim insanlarının varsaydığı gibi, kültünün en eski döneminde böyle bir tanrısal varlık, yerel bir verimliliğin sahibesi olarak düşünülmüş olsa da Sümer’de, M.Ö. 3500-2350’lerde, ilk yüksek uygarlığın tapınaklarında Ana Tanrıçaya tapınma, bundan çok öteye varmıştır (Campbell, 1995:

11).

(10)

Anadolu’lu Ana Tanrıça Kibele’ye dair tek söylence, Tanrıçanın Hellen Panteonu’na girdiği dönemde ortaya çıkan Kybele ve Attis söylencesidir. Kibele ve Attis söylencesi, türünün örneği olan diğer söylenceler gibi insanların bu dünya ve sonrası için maddi ve manevi gereksinimlerini karşılayacak bir Tanrıçaya ve Tanrıya inanma istekleri ve bu isteğin antropomorfizm / insanlaştırma ile somut hale getirilmesidir. Doğayı ve mevsim değişmelerinin nedenlerini, ölüm ve yeniden doğuş döngüsü ile açıklayan (Erhat, 2008:184), Mısır mitolojisinde Isis ve Osiris, Sümer’de Inanna ve Dumuzi, Babil’de Iştar ve Tammuz, Suriye ve çevresinde Anat ve Baal, Hellen’de Aphrodite ve Adonis Tanrıça ve Tanrı çiftlerine dair söylenceler buna örnektir (Erdem, 2004: 275).

Bu araştırmanın amacı, alan yazın derlemesi ve arkeolojik veriler ışığında, Neolitik Devir’den Hellenistik Devir’in sonuna dek Ana Tanrıça kültünün Anadolu’daki sürekliliğini ortaya koymaktır.

(11)

1. ANADOLU’DA ANA TANRIÇA KÜLTÜ

1.1. Neolitik Devir

Diyarbakır/Çayönü’nde ele geçen hamile kadın heykelcikleri ile Urfa / Nevali Çori’de ele geçen bir kap parçasının üzerindeki el ele tutuşmuş hamile kadın ile erkek bezemesi, M.Ö. 7. Binde Ana Tanrıça kültünün ortaya çıktığını göstermektedir. Neolitik Devir’de, insanlığın tarıma dayalı yerleşik yaşam biçimine geçişi ile doğa olayları, doğum ve ölüm döngüsü içerisinde anlamlandırılmaya başlanmıştır. Neolitik Devir insanı, kadını doğuran, besleyen ve neslin devamını sağlayan varlık olarak kutsallaştırmıştır (Atik, 2004: 267). İngiliz arkeolog James Mellaart’ın 1960-1965 yılları arasındaki Çatalhöyük ve Hacılar kazılarında, M.Ö. 6. binin ortalarına tarihlenen, abartılı karın ve kalça ile dişiliğin vurgulandığı çok sayıda Ana Tanrıça heykelciği ele geçirilmiştir. Bunların çoğu, hamile ya da emziren çıplak kadın betimlemeleridir.

Bunların yanı sıra taştan ve mermerden yapılmış az sayıda erkek heykelciği de bulunmuştur. Çatalhöyük’te günümüzde de süren kazı çalışmaları, İngiliz arkeolog Ian Hodder başkanlığında, 1993’te tekrar başlatılmıştır. 2002 yılında bulunan, başı kopmuş bir şişman kadın heykelciğinin, karın bölgesinin arkasında tesadüfen açılmış bir oyukta, yabani bir tahıl türüne ait tohum tanesine rastlanmıştır. 2005 yılında yine Çatalhöyük’te bulunan, oturur pozisyonda göğüslerini tutan hamile kadın heykelciğinin arkası çevrildiğinde, kolların çok ince olduğu ve iskelete ya da çok zayıf bir insanın kemiklerine benzeyen bir betimleme yapıldığını görülmektedir. Hodder’a göre bu heykelcik, atasına benzeyen bir kadın, ölümle özdeşleştirilen bir kadın ya da ölüm ve hayatın birleşimi olarak yorumlanabilir. Bu heykelcik nasıl yorumlanırsa yorumlansın, Çatalhöyük’teki kadın betimlemeleri önemini, analık ve yetiştirme dışında, ölümle de bağdaştırmamız gerektiğini göstermektedir. (http://www.catalhoyuk.com/archive_

reports/2005/ar05_02.html.). Bu örnekler, hem hayat veren hem hayat alan dolayısıyla

“yaratan” kadın bedeninin, toprağın bereketi ile özdeşleştirildiğini göstermektedir.

Toprağın kışın canlılığını yitirip, baharda tekrar canlanması kadın bedeniyle sembolize edilmiştir. Diğer yandan Tanrıçanın birçok heykelcikte aslan ve leopar gibi hayvanlarla bir kompozisyon içerisinde yer alması, kişiliğinin hayvanlara da hükmeden yanını vurgulamaktadır (Aydıngün, 2005: 16-18).

1.2. Tunç Devri (M.Ö. 3000-1200)

M.Ö. 3. binyılda, Tunç Devri’nin başlangıcında, Anadolu’da büyük kentlerin kurulmaya başlaması ile siyasi örgütlenme de ortaya çıkmıştır. Öte yandan madenden yapılma alet ve silahlar, erkeğin savaşçı gücü ile toplumda ön planda olduğu bir sürece işaret etmektedir. Ticaretin yaygınlaşması da erkeği önceki devirlere göre daha saygın bir konuma getiren etkenlerdendir.

(12)

Bununla beraber Samsun/Horoztepe’de bulunan ince ve uzun oranların hakim olduğu emziren tanrıça heykelcikleri gibi örnekler, Ana Tanrıça kültünün önemini kaybetmediğini göstermektedir (Atik, 2004: 269-270). İlk Tunç Devri’nin kadın betimlemeleri önceki devirlerden çok farklı olarak yassı ve ince bedenli heykelcik ve idollerdir. Bu devirde taş, mermer, kil, kemik, maden, deniz kabuğu gibi malzemelerden üretilmiş olan heykelcikler ve idoller geçmişin görkemli Ana Tanrıça imajını daha insani hale getirmiştir. İdoller ayrıca Ana Tanrıça imajını soyut ve iki boyutlu betimleme ile devam ettiren semboller olmuşlardır (Aydıngün, 2005: 29-35).

Tunç Devri’nin en önemli uygarlığı, MÖ 2000 yıllarında Anadolu'ya göç ederek yerli Hatti Beyliklerini ortadan kaldıran Hititler’dir. Hititler, MÖ 1750 sıralarında Kızılırmak çevresinde merkezi bir krallık kurmuşlardır. İlk Hitit kralı, Hattuşalı anlamına gelen Hattuşili’dir. Anadolu’da bugün başkent Hattuşa/Boğazköy’ün yanı sıra Alacahöyük, Alişar, Eskiyapar, Kültepe, Acemhöyük gibi önemli Hitit şehirlerinin kalıntıları bulunmaktadır.

Hatti Beylikleri zamanında Mezopotamya ile kurulan ticaret ilişkilerinin sağladığı kültürel etkileşim Hitit inanç yaşamına da yansımış, Hititler Ana Tanrıçanın yanı sıra Mezopotamya uygarlığının doğaya hükmeden tanrılarına da tapınmaya başlamışlardır (Atik, 2004: 270). İmparatorluk döneminde, Mezopotamya ve Suriye'nin kuzey bölgelerinde yaşayan ve Hint-Avrupa ailesinden olmayan Hurriler’in kültürünü büyük ölçüde özümseyen Hititler’in Panteonunda Sümer-Akkad kökenli tanrılarla, Anadolu ve Hurri tanrıları yan yana yer almıştır (Eliade, 2003a: 176). Bu yüzden Hititler’in ülkesine

“Bin Tanrı İli” denmiştir. Başında ilk çiftin yer aldığı büyük bir aile olarak algılanan geniş Hitit panteonunda her büyük kentin bir tanrısı bulunmaktaydı. Bu ilk çift, Hitit ülkesinin koruyucuları olan Fırtına Tanrısı ve Arinna’nın Güneş Tanrıçası idi (Alparslan, 2013: 412). İmparatorluğun sonlarına doğru Kral III. Hattuşili ve Kraliçe Puduhepa çiftinin hükümdarlığı zamanında ülkede dinde sadeleşmeyi gerçekleştirecek bir dizi reform hareketi başlatılmıştır. Buna göre Arinna’nın Güneş Tanrıçası ve “anne”

kimliği ile öne çıkan Tanrıça Hepat özdeşleştirilmiştir (Sevinç, 2008). Hepat’ın kutsal hayvanları, tarih öncesinden beri var olan sürekliliği doğrulayacak biçimde aslan ya da leopardır. “Ülkenin kraliçesi, gök ve yerin kraliçesi, bütün Hitit krallığının koruyucusu”

olarak yüceltilen Güneş Tanrıçası, bu nitelikleri ile daha önceki Ana Tanrıça betimlemelerini anımsatmaktadır (Eliade, 2003a: 177). Kraliçe Puduhepa’nın öncülük ettiği tanrıçaları özdeşleştirme icraatına en güzel örnek Yazılıkaya açık hava tapınağıdır. Yazılıkaya Boğazköy’e çok uzak olmayan doğal bir kaya oluşumudur.

İmparatorluk döneminde kayaların üzerine Hitit panteonunun aldığı son durumu gösteren bir tanrılar alayı işlenmiştir. Burada kadın tanrıların başını çeken Hepat kutsal hayvanı aslanın üzerinde tasvir edilmiştir (Sevinç, 2008).

(13)

MÖ 1200’lerde Batı’dan gelen Ege Göçlerinin saldırıları eski gücünü kaybeden Hitit İmparatorluğu’na son vermiş, başta Boğazköy olmak üzere bütün Hitit şehirleri yakılıp yıkılmıştır.

1.3. Demir Devri - Geometrik / Karanlık Devir (M.Ö. 1200-700)

Anadolu’da, MÖ 1200-900 arası İlk Demir Devri, MÖ 900-700 arası Orta Demir Devri ve MÖ 700-330 arası Son Demir Devri olarak tanımlanır. Batı ve Orta Anadolu için Trak topluluklarının Anadolu'ya gelişi, Hitit İmparatorluğu'nun yıkılışı, siyasal ve kültürel birçok değişikliği de beraberinde getirmiştir. Orta Demir Devri’nde, İç Anadolu’da Frig ve Lidya gibi krallıklar, Ege kıyılarında ise İyon Kent Devletleri oluşmuştur. Güneydoğu Anadolu'da Geç Hititler ve Doğu Anadolu’da, katı merkeziyetçi devlet yapısıyla Urartu Krallığı, önemli bir siyasi güç olarak ortaya çıkmıştır. Kimmer, İskit ve sonunda Pers istilası ve hakimiyetine kadar da Anadolu Demir Çağı krallıkları ve toplulukları siyasi varlıklarını korumuşlardır (Konyar, 2013: 241).

Ana Tanrıça kültü, Geç Hitit ve Urartu uygarlıklarında da kültürel etkileşime dayalı benzer semboller gösterse de karakteristik özelliklerini Frigya’da bulmuştur.

1.3.1. Frigler

Anadolu topraklarına, Hitit İmparatorluğu’nun yıkılma sürecinde, bu sürecin bir parçası olarak görülebilecek göçler olmuştur. Yunan coğrafyacı ve yazar Strabon, Frigler’in M.Ö. 1200’lü yıllardan itibaren Balkanlar’dan Boğazları aşarak Anadolu’ya göç eden Trak kökenli boylardan biri olduğunu yazmıştır. Yunan tarihçi ve yazar Herodotos, Avrupa’daki yurtlarında Makedonyalılar’a komşu olan Frigler’in “Byrig” adı ile anıldığını, Asya’ya göç ettikten sonra adlarını “Frig” olarak değiştirdiklerini yazmıştır (Sevin, 2001: 193-194).

Frigler M.Ö. 750’den sonra Anadolu’da siyasi bir topluluk olarak ortaya çıkmışlardır.

Kral Midas döneminde ise tüm Orta ve Güneydoğu Anadolu’ya egemen, güçlü bir krallık olmuşlardır. Frigya’nın kapsadığı coğrafya Ankara, Afyonkarahisar ve Eskişehir’in tamamı; Konya, Isparta ve Burdur’un kuzey; Kütahya’nın ise batı bölümüdür. Alişar, Boğazköy, Kültepe, Alacahöyük, Gordion ve Pessinus en önemli Frigya merkezleridir. Hint-Avrupa kökenli olmaları ve hem Hellen hem Geç Hitit etkileri altında kalmalarına rağmen Frigler, kısa sürede Anadolululaşarak özgün bir kültür oluşturmuşlardır (Akurgal, 2005: 265). Kral Midas, bir yandan doğu ve güneydoğu Anadolu’da Urartu, Kuzey Suriye ve Assur ile diğer yandan batıda Batı Anadolu sahilleri ve Kıta Yunanistan ile ilişkiye giren Anadolu’nun ilk Demir Çağ kralı olarak haklı bir üne sahip olmuştur (Sivas, 2007: 10-11).

(14)

Frigya dilinde yazılmış birkaç yüz metin günümüze kalmış olsa da bunlar genellikle birkaç sözcük ya da özel isimden oluşan kısa ifadelerdir. Yazıtlardan elde edilen en önemli bilgi, tanrıçanın adının “Matar” yani “Ana” sıfatı ile birlikte kullanıldığıdır. Frigler, Hint-Avrupa ailesinden bir dil kullanmışlardır. “Matar”, bugün bu dil ailesine mensup Avrupa dillerinde “mother / anne” anlamıyla hala devam etmektedir. Frigya’nın politik gücünün zirvede olduğu M.Ö. 8. yüzyılın sonu ile 7. yüzyılın başlarında hükümdar olan Midas’ın adı da bir yazıtta geçmektedir. Bununla birlikte Ana Tanrıça kültü açısından önem taşıyan ve sonraki tarihlerde Hellen’de de Kybele kültü ile bağlantılı olacak Ates ve Baba adları da yazıtlarda yer almaktadır (Roller, 2013: 88-94). Ana Tanrıça kültü hakkında asıl bilgi kaynağı, tüm Phrygia kültürel etki alanına yayılmış olan zengin arkeolojik malzemedir.

Frigya Ana Tanrıça betimleri arasında en büyük ve en iyi korunmuş olan etkileyici beş büyük figür, Gordion’da, Ankara’da Bahçelievler ve Etlik’te, Ayaş’ta ve Boğazköy’de bulunmuştur. Ayaş’ta bulunan bağımsız heykel dışındakiler, Tanrıçanın, kapı eşiğini anımsatan dikdörtgen bir mimari yapının içerisinde gösterildiği, taş ya da kayalara oyulmuş kabartmalardır. Ana Tanrıça, Gordion ve Bahçelievler kabartmaları ile Ayaş heykelinde sol elinde bir kuş ve sağ elinde bir içki kabıyla gösterilmiştir. Boğazköy kabartması ise Tanrıçanın iki yanında duran ve biri flüt diğeri lir çalan iki çocukla betimlenmiş olması nedeniyle özel bir örnek oluşturmaktadır (Roller, 2013: 97-99).

Hemen hemen bütün örneklerde Tanrıçanın görünümü birbirinin aynıdır. Her zaman olgun bir kadın olarak betimlenen tanrıça, başı, gövdesi ve bacakları tamamen önden gösterilmiş biçimde dimdik durur. Kolları genellikle gövdesi üzerine çaprazlama kıvrılmış olup, elinde çeşitli cisimler tutar. Bedeni yoğun kumaş kıvrımlarıyla örtülüdür:

Boynuna dek kapalı, uzun kollu, uzun ve bol etekli, belde kemerle toplanan bir elbise giyer. Bol ve epeyce kalın kumaştan yapılmış, vücut hatlarını göstermeyen bir giysidir.

Tanrıça genellikle uzun, kat kat yükselen, polos denen bir başlık giyer. Bu başlıktan çıkan uzun bir örtü, tanrıçanın etek ucuna dek iner. Çoğunlukla bu örtünün bir ya da her iki ucu kemere sıkıştırılmıştır. Örtü o bölümde pliler halinde tanrıçanın eteğinden aşağıya dökülür.

Bu kabartmaların yanı sıra Matar figürünün içerisinde yer almadığı yalnızca mimariden ibaret olan Midas Anıtı gibi örnekler de vardır. Burada, kapı eşiğinin tabanındaki oyuklar, bayram gibi özel günlerde Tanrıçanın bir tasvirinin yerleştirilerek onurlandırıldığını göstermektedir. Matar kabartmalarının krallığın güvenliğini sağlamak istercesine Boğazköy ve Gordion’daki gibi şehir kapılarının yakınında, Ankara yakınları ve dağlık Frigya gibi ulaşım güzergahları boyunca ve Arslankaya gibi verimli vadilerin girişinde stratejik noktalara yerleştirilmiş olması da anlamlıdır.

(15)

Kimmer saldırıları sonucunda Orta Anadolu’nun egemenliği M.Ö. 7. yüzyılın son çeyreğinde Frigler’den Lidyalılar’a geçmiştir. Frigya Pers egemenliğine girdikten sonra da eski tapınım yerleri kullanılmış, Hellenistik Devir boyunca Ana Tanrıça tapınımı, anıtların, kült ve adak nesnelerinin giderek Hellenleşmesi biçiminde devam etmiştir.

Taş ve pişmiş toprak kabartmalardan oluşan zengin buluntu grubu Hellenistik Gordion’da ele geçmiştir. Frigyalılar, sadece maden ve ağaç işçiliğinde, dokumacılıkta ve müzikte (Akurgal, 1998: 265) değil, inanç biçimlerinde de Hellenler’i etkilemişlerdir.

Midas Şehri de Hellenistik ve Roma dönemlerinde kült merkezi olarak varlığını sürdürmüş ve Ana Tanrıça kültü Hristiyanlık hakim olana dek Anadolu’da yaşatılmıştır (Roller, 2007: 141-147).

1.3.2. Geç Hititler

Hitit devletinin yıkılmasını takiben, Anadolu’da kurulan Geç Hitit devletleri, Hitit kültürünü devam ettirmekle birlikte Ana Tanrıça kültünün de devamlılığını sağlamışlardır. Bu dönemde Ana Tanrıça “Kubaba” adıyla anılmıştır. Güney Doğu Anadolu’da Geç Hitit politik merkezlerinden biri olan Kargamış’ta M.Ö. 9. ve 8.

yüzyıllarda tapınılan Kubaba’nın görsel imgeleri ile Frigya’nın Ana Tanrıçası arasında özellikle dış görünüş açısından benzerlikler vardır (Roller, 2013: 69-70).

1.3.3. Urartular

Van Gölü ve çevresinde yaklaşık M.Ö. 860 ile 580 tarihleri arasında Urartular önemli bir devlet kurmuşlardır. Çivi yazısı kitabelere göre, Urartuların tanrı ve tanrıçalardan oluşan geniş bir Panteon içerisinde başlıca üç tanrıya inandıkları düşünülmektedir.

Başka kaynaklarca desteklenmemekle birlikte Akurgal bu tanrılardan Güneş Tanrısı Şivini’nin büyük olasılıkla bir tanrıça olduğunu ifade etmiştir (Akurgal, 1988: 176).

Urartular, M.Ö. I. Binin ortalarında Medler’in aynı bölgelerde güçlü bir devlet kurmalarıyla yıkılmıştır. Urartular ile Phrygia arasında resmi ilişkilerin bulunduğu, yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Bu da iki toplum arasında kültürel etkileşimin varlığını göstermektedir. Urartu ile Frigya inançları arasındaki taşıyan en önemli benzerlik, her iki halkın da ilahi gücün kayalık bölgelerde olduğuna inanmaları ve ilahi varlığı kapıya benzer bir çerçeve içinde düşünmüş olmalarıdır (Roller, 2013: 82-85). Urartular, bu çerçevenin içini, arkasında ilahi varlığın bulunduğu kapalı bir kapı gibi tasarlamış;

Frigler ise Ana Tanrıçayı bu çerçeve içinde betimlemişlerdir.

Urartu uygarlığında Frigya ve Lidya'dakine eş bir Ana Tanrıça kültünün varlığından söz etmek mümkün değildir. Bununla birlikte yaşam biçimi olarak daha muhafazakar bir yaklaşım içinde olan Urartular’da, kadına dair arkeolojik bulgular, Batı kültürüyle doğrudan bir etkileşim içinde olan Frig ve Lidya toplumlarından daha fazladır (Konyar, 2013: 244).

(16)

1.4. Arkaik (M.Ö. 7 - 6 yy.lar) ve Klasik (M.Ö. 5 - 4. yy.lar) Devirler

M.Ö. 8. yüzyıl, uzun bir dönemde dünyaya liderlik etmiş olan doğunun son altın çağı olmuştur. Bu dönemde doğu dünyasını Mısır, Fenike, Babil, Assur, Geç Hitit ve Urartu uygarlıkları temsil ederken denizci olan Hellenler’in doğu ile ilişkileri başta Mısır olmak üzere Akdeniz’in doğu kıyısı boyunca yerleşmiş Fenikeliler, Güneydoğu Anadolu ve Suriye’de Geç Hititler ve Halep’e kadar inmiş olan Urartular ile kurulmuştur (Akurgal, 2005: 247-248).

Anadolu’nun M.Ö. 7. yüzyıl başlarında Kimmerler’in saldırısına uğraması, aynı zamanda Frigya ve Lidya baskısı İyonlar’ın gelişmesini engelleyen faktörler olmuştur (Akurgal, 1988: 202). M.Ö. 6. yüzyılın başlarında Anadolu’nun Ana Tanrıçası’nın kıta Yunanistanı’nda tapınım görmeye başlaması, Batı Anadolu’daki Yunan kentlerinde kültün devem ettirilmesi ile bağlantılıdır. Miletos, Smyrna gibi kentlerde bulunan adak kabartmaları bunun kanıtıdır. Ana Tanrıça kültünün İyonya kentlerinde tanınması, Frigya ve Lidya ile kurulan ilişkiler ile açıklanabilir. Miletos’un İyonya birliğinin lideri konumunda olması da kültün buradan yayılışını sağlamıştır. İyonya’daki Yunan kentlerinde bulunan naiskoslar, Anadolu’lu Ana Tanrıça’nın Hellenleştirilme sürecinde önce ayakta ve sonra aslan atribüsü ile oturur pozda olmak üzere görsel imajında oluşan değişimleri göstermektedir. M.Ö. 6. yüzyılın sonlarına doğru Ana Tanrıça’nın atribüleri arasına “Tymphanon / Tef” de girmiş ve Tanrıçanın betimlemelerinde daima sol elinde yer almıştır (Roller, 2013: 142-164).

Lidya Krallığı’nın M.Ö. 546’da Persler tarafından yıkılması ile Anadolu iki yüzyılı aşkın bir süre Pers egemenliğinde kalmıştır (Akurgal, 1988: 204-206). M.Ö. 5. ve 4.

yüzyıllarda Batı Anadolu’daki Yunan kentlerinde Ana Tanrıça betiminin azlığı, Pers egemenliği altında İyonya’nın güçsüzleşmesi ile ilgili olmalıdır çünkü Hellenistik Devir kalıntıları Ana Tanrıça kültüne ilginin azalmadığını kanıtlamaktadır (Roller, 2013: 171).

Sardes yakınlarında bulunan bir yazıt, Lidya’da Ana Tanrıça inancının çok eskilere dayandığını gösterdiği gibi, MÖ. 4. yüzyıl başlarına tarihlenen bir kabartma da, tanrıçanın bölgede varlığını sürdürmekte olduğunu göstermiştir. Söz konusu kabartmada, ayakta duran ve kucağında bir karaca olan Artemis’in sağ tarafında, aslanını kucaklamış olan Tanrıça Meter durmaktadır. En sağda ise, daha kısa boylu gösterilmiş iki tapınıcı yer almaktadır. Tanrıça Artemis’in, Meter’e göre biraz daha uzun betimlenmesi, bölgede Artemis tapınımının daha önemli olduğunu göstermektedir (Roller, 2013: 232).

(17)

1.5. Hellenistik Devir (M.Ö. 3 - 1 yy.lar)

Büyük İskender’in M.Ö. 333 tarihinde Persleri yenmesi ve M.Ö. 334’te Hellespontus’u /Çanakkale Boğazı’nı geçmesi Hellen uygarlığı ve bütün dünya için büyük önem taşıyan yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Roma İmparatoru Augustus ile son bulan bu dönemde Hellen uygarlığı Asya ve Afrika’ya kadar uzanmış, doğu ve batı arasında bir kültür etkileşimi oluşmuş, dış görünümü ile Hellen, ancak özünde doğulu bir dünya görüşü ortaya çıkmıştır. Hellenistik dönem boyunca iki farklı yönetim söz konusu olmuştur. Pontus Krallığı ve Kommagene Krallığı’nın doğulu kültürel yapılarına karşılık, Batı Anadolu’da M.Ö. 283-133 yıllarında Aiolia ve İyonya Pergamon Krallığı ve M.Ö. 327-74 yıllarında Bithynia Krallığı Hellen uygarlığının temsilcileri olarak hüküm sürmüşlerdir (Akurgal, 1988: 204-206).

Frigya Ana Tanrıçasının Gordion, Pessinus ve Sardes gibi kentleri giderek Hellenleşmiş, Pergamon Ana Tanrıça kültünün önemli bir merkezi haline gelmiştir.

Hellenleşmiş Ana Tanrıça için Phrygia’daki Matar’a benzer biçimde ve aynı anlama gelen Meter sıfatı Kybele adı ile birlikte kullanılmıştır. Gordion’da bu dönemde heykelcikler ve adak nesneleri üzerindeki Yunan etkisinin ötesinde Ana Tanrıça, görsel imajıyla tamamen Hellenleşmiştir (Roller, 1991: 128). Frigyalı Matar’ın atribülerinden biri olan aslan yanında olduğu halde Yunan giysisi khiton içinde ve elinde tef ile betimlenmiştir. Frigyalı Matar kültünün bazı yönleri korunmakla birlikte Anadolu ve Yunan tarzının karışımı yeni bir Meter oluşmuş, bu unvanın arkasına da yer adından gelen bir sıfat eklenmiştir (Meriç, 2013: 67).

Anadolu’nun ormanlarla kaplı dağlarında Ana Tanrıçaya ait kült merkezleri bulunmaktadır. Bundan dolayı Meter adından sonra Tanrıçanın sıfatları olarak dağ isimleri kullanılmıştır. Bu, Ana Tanrıçanın Frigyalı Matar’dan beri süregelen ve Helenistik Devir’de de devam eden bir özelliğidir (Roller, 2013: 236). Meter bu dönemde Anadolu’daki yerini, aristokrasiye dayalı Yunan panteonunun Olympos Tanrılarıyla paylaşmış ve kent merkezlerinde tapınım gören en önemli Tanrıça olmamakla birlikte yine de dağlık, kırsal kesimde tapınılan ve halkın gözünde saygı gören bir Tanrıça olmayı sürdürmüştür. Zeus’un erkek egemen dinine rağmen Ana Tanrıça kültünün devam etmesi, tarım toplumunun ölüm ve yeniden doğumdan oluşan yaşam çemberini toprakta gözlemlemeleri ve böylelikle toprağa ve onun bereketi ile toplumlarının geleceğini güvence altına alacak olan Tanrıçaya bağlanmaları ile açıklanabilir (Rosenberg, 2003; 26).

(18)

Hellenistik Devir’de Batı Anadolu’nun Ionia bölgesinde kırsal kesimdeki Ana Tanrıça tapınım alanlarından en önemlisi Metropolis kenti yakınlarındaki Gallesion Dağı’nda bulunan Meter Gallesia Kutsal Alanıdır. Metropolis İzmir ili Torbalı ilçesi sınırlarında kurulmuş bir antik kenttir. 1989 yılından bu yana devam eden kazılarda Ana Tanrıçaya ait kutsal alan, mağaralar ve çok çeşitli buluntular tespit edilmiştir. Ana Tanrıçanın kült alanı olarak Gallession dağı yamaçlarındaki Tapınak mağaranın oluşturulması ve bu sıfatla anılması, Metropolis’de Kybele’nin resmi olarak kent yönetimi tarafından onurlandırıldığını göstermektedir (Meriç, 2013: 68).

İyonya bölgesine dahil olan kentler içinde Kybele kültü açısından özellikle Phokaia kenti büyük önem taşımaktadır. M.Ö. 6. yüzyılın başlarında Phokia kentinde Kybele adına oluşturulan açık hava kutsal alanı Hellenistik Devir’de de kullanılmıştır. Bu kent sınırlarındaki Değirmenli Tepe kaya Kutsal Alanı, Liman Kutsal Alanı ve kayaya oyulmuş Altınmağarası Tepesi Kutsal Alanı ile İncir ve Orak Adalarındaki açık hava tapınakları Kybele tapınımı için kullanılmıştır. 1989 yılında Prof. Dr. Ömer Özyiğit başkanlığında yeniden başlatılan Phokia kazıları halen devam etmektedir. Athena Tapınağı’nın kuzey yamacında ve adalarda deniz kıyısında kayaya oyulmuş olarak bulunan kaya tapınım alanları, Kybele kültünün Phokaia’da çok önemli olduğunu ortaya koymuştur. Athena Tapınağı’nın bulunduğu kayalık tepede kayalar içerisine oyulmuş olarak çeşitli çaplarda daire biçiminde ve yine çeşitli büyüklüklerde dikdörtgen biçiminde libasyon çukurlarına rastlanmıştır. Bu çukurların varlığı Athena Tapınağı’ndan önce bu alanda Kybele’ye tapınıldığını göstermektedir (Özyiğit, 2010:

390).

Batı Anadolu’da Mysia Bölgesi kentlerinden Pergamon, Kybele tapınımının önemli bölgelerinden biridir. Pergamon antik kentine 6 km uzaklıktaki yüksek bir tepede yer alan Kapıkaya Kutsal Alanında Kybele tapınımı için kullanılan bir mağara ve içinde bir su kaynağı bulunmaktadır. Kente 30 km uzaklıktaki Aspordenon Dağı’ndaki/Yunt Dağı Mamurt Kale'de yapılan kazılarda Hellenistik dönemde ve öncesinde Ana Tanrıça kültünün izlerine rastlanmıştır. Mamurt Kale Meter Aspordene Tapınağı, antikçağ yazarlarından Strabon’un da kaydettiği gibi Hellenistik Devir’de M.Ö. 3. yüzyılın başlarında Ana Tanrıça onuruna Attaloslar hanedanlığının kurucusu Philetairos tarafından inşa ettirilmiştir. Tapınak tabanı ve tapınak çevresinden biri adak, ikisi onur yazıtı olmak üzere toplam üç adet epigrafik buluntu ortaya çıkarılmıştır. Attaloslar tarafından büyük değer verilen bu kültün devamına ilişkin en önemli kanıtlar, kazılarda ortaya çıkarılan sikkeler ve tapınak tabanından elde edilen, ayakta ya da oturur şekilde, tamamen giyimli, başında bir taç, elinde tympanon, dizlerinde bir aslan ya da iki yanında birer aslan ile tasvir edilmiş terrakotta heykelciklerdir (Üreten, 2006: 212- 217).

(19)

Pergamon’da Ana Tanrıça kutsal alanı olabileceği düşünülen yerde insan boyunda, oldukça etkileyici bir Tanrıça Meter heykeli bulunmuştur. Burada Tanrıça, ayak koyma yeri olan ve özenle işlenmiş bir tahtta oturmaktadır. Göğüs altından kemerli bir khiton ve dizlerine sarkan dökümlü bir pelerin giymiştir. Pelerinin yatay kıvrımları, khitonun düşey kıvrımlarıyla bir zıtlık oluşturmuştur. Tanrıçanın tahtın koluna dayalı sol kolunun üst kısmında büyük olasılıkla ayrıca yapılmış olan bir tympanonun oturması için bırakılmış yuvarlak bir oyuk bulunmaktadır. Pergamon’un her yerinde Tanrıçayı betimleyen çok sayıda, taş ve terrakota heykelcik de bulunmuştur. Bu heykelciklerden iki tanesi, Tanrıçayı başında kule biçiminde yüksek bir taçla göstermiştir. Bu taç, Tanrıçanın Roma heykellerinde çok yaygınlaşacak olan kuleli tacın en eski örneklerindendir (Roller, 2013: 244-245).

Tanrıça Meter’in, Kuzeybatı Anadolu kentlerinde de tapınım gördüğü anlaşılmaktadır.

Meter kültü, hem Khalkedon, hem de Kyzikos’ta saygı görmüştür. Kyzikos’ta ona Meter Dindymene olarak tapınılıyordu. Kyzikos’ta, tanrıçaya kurban sunma sahnelerinin betimlendiği yazıtlı adak kabartmaları oldukça fazladır. Kybele Troas bölgesinde İda Dağı’nın Tanrıçası Mater İdaia olarak tapınım görmüştür. Karia bölgesinde yer alan Halikarnassos kentinde de Meter’e tapınım yapıldığı, MÖ. 3.

yüzyıla tarihlenen bir yazıttan anlaşılmaktadır (Roller, 2013: 235-242).

2. KİBELE İLE ATTİS SÖYLENCESİ

Roller, Ana Tanrıçanın oğlu, sevgilisi ve başrahibi Attis’le ilgili söylencenin M.Ö. 4.

yüzyılın ikinci yarısından sonra Yunanistan’da ortaya çıktığını, oradan Ege adalarına ve Yunanistan’ın kuzeyindeki Yunan kentlerine yayıldığını söylemektedir. Hellenistik dönemde Ana Tanrıça Kybele kültü ile bağlantılı dini ayinler hoş karşılanmamaktaydı.

Bu nedenle Hellen ve Roma aydınları Tanrıların Büyük Anası ile ilgili bazı tuhaf ritüelleri, Tanrıçanın rahiplerinin hadım oluşu gibi kült uygulamalarını açıklayabilmek için böyle bir söylence oluşturmuşlardır (Roller, 2013: 277-285). Phrygia’daki yazılı kaynakların azlığı göz önüne alındığında, yüzyıllar sonra Klasik Çağ yazarları tarafından kaleme alınmış olan Kybele ve Attis söylencesinin çok çeşitli anlatımlarının olması ve bunların tutarsızlık göstermesi doğaldır. Erhat’ın Ovidius, Pausanias ve Arnobius’tan aktardığı Ana Tanrıça ile Attis söylencesine göre Tanrıça, Attis adlı bir gence aşıktır. Attis ise Pessinus kralının -bazı kaynaklarda kral Midas'ın- kızıyla evlenmek üzeredir. Tanrıça düğün yerinde Attis’in karşısına dikilerek onu çıldırtır ve kendi kendini hadım etmesini sağlar. Akan kan toprağı sular, bitkilerin fışkırmasına yol açar ve bir çam ağacı ortaya çıkar. Bereket efsanelerinde görülen bu ölüm-doğum kurgusu, Ana Tanrıça kültünde bir çeşit kurban töreniyle gerçekleşmekte, Attis’in erkekliğini keserek kendini Tanrıçaya kurban etmesi gibi baş rahibin de kanlı bir törenle kendi eliyle kendini hadım etmesi gerekmekte idi.

(20)

Akan kanın toprağa karışması ile yitirilen erkeklik gücü bütün doğaya geçmekte ve bereket evrensel bir nitelik kazanmaktadır (Erhat, 2008: 184-185).

Attis’in görsel imajı ilgili olarak da aynı durum söz konusudur. Phrygia’da Ana Tanrıçayı temsil eden yirmiden fazla heykel ve rölyef bulunduğu halde Roma döneminden önce Attis’e dair hiçbir örnek bulunmamıştır. Frigya’da çok az sayıda bazı küçük erkek figürlerinin Tanrıçaya eşlik ettiği durumlarda da bunlar, ne giyim ne atribü olarak Yunan Attis betimlemesine uygundur. Frigya dini metinlerinde Attis adının ilk ortaya çıkışı, onun yönetici sınıfın etkili bir üyesi, belki de krallığının baş ilahesine karşı O’nu yüceltmekten sorumlu başlıca dini memur olarak kralın ta kendisi olduğunu göstermektedir. Frigya arka arkaya Lidya, Pers ve Yunan egemenliğine girdiğinde kralın siyasi ve askeri rolü ortadan kalkmış ancak rahiplik görevi devam etmiş, kraliyet adı olan Attis, Frigya kutsal alanlarında Ana Tanrıçanın başrahibi unvanı olarak kullanılmıştır. Sonuç olarak Phrygia’daki Ana Tanrıça kültü içinde Attis adı bir tanrı adı değil, dini bir statüdür Attis’in görsel imajı Hellen yaratımıdır. Attis Yunan kültüne Ana Tanrıçanın yoldaşı, Frigyalı kökeni ile sağlam bağları olan bir tanrısal varlık olarak girmiştir. Frigya’da Attis, Tanrıçanın hizmetinde bir insan olarak anıtlarda hiç temsil edilmemiş farklı bir figürdür (Roller, 1994: 254-259).

Metropolis antik kenti Gallession dağı Uyuzdere mağarası kült buluntuları da Roller’ın bu saptamasını doğrulamaktadır. Yüzlerce figürin içinde kesin olarak Attis olarak tanımlanan bir figürin bulunamamıştır. Attis’ten yazılı kaynaklarda “Poimen / Çoban”

olarak da söz edilmektedir. Çobanların sürülerini güttüğü bir yer olarak halen önemini koruyan çam ormanlarıyla kaplı Uyuzdere mağarasının etekleri bu bakımdan Attis söylencesinin geçebileceği çok uygun bir mekan olarak algılanmış olmalıdır. Attis törenlerinde mağara, Ana Tanrıçayla kutsal evlenmenin yapıldığı yer olarak da geçmektedir. Tanrıçanın mağaralarının özellikle çam ormanlarıyla kaplı dağların yamaçlarında bulunması ve Meter’in sıfatlarında hep dağ isimlerinin olması bu nedenledir (Meriç, 2013: 68). Bununla beraber Pergamon kenti Mamurt Kale buluntuları içerisinde kilden yapılmış, üzerinde bir flüt çalgıcısı tasviri ile “Attin”

yazısının bulunduğu kırık bir kap parçası Attis’i çağrıştırması nedeniyle dikkate değerdir (Üreten, 2006: 216).

Kibele Yunan Panteonuna girdikten sonra kişiliği Hera, Rhea, Demeter, Gaia, Artemis ve Afrodit gibi tanrıçalara bölünmüş; antik kaynaklarda bazen Zeus’un annesi Rhea, tarım ve bereket tanrıçası Demeter ve toprak ana olarak Gaia ile özdeşleştirilmiştir.

Bereketle ilintili mitolojinin ölüm ve yeniden doğuş döngüsünde Kibele ve Attis söylencesi de başka türlü efsaneler yoluyla Yunan Panteonunda yer almıştır.

Demeter'le Persephone, Afrodit ile Adonis söylenceleri baharın gelişini, doğanın yıllık yeniden doğuşunu anlatmaktadır.

(21)

Demeter'in, kızının yokluğundan duyduğu üzüntü, Afrodit’in Adonis’e özlemi kısır kış mevsimine neden olsa da söylence, onların yıllık birleşmelerini, her yılın bir bölümünü birlikte geçirebilmekten duydukları mutluluğu vurgulamaktadır (Rosenberg, 2003; 26).

3. GEREÇ VE YÖNTEM

Bu araştırmada, Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemlerinden biri olan Doküman İncelemesi ya da Belgesel Tarama (Karasar, 2004:183) Yöntemi kullanılmıştır. Buna göre, öncelikle araştırmanın konusu ile doğrudan ilgili, en kapsamlı ve güncel kaynağa ulaşılarak çıkış noktasını oluşturacak veriler elde edilmiş; bu çıkış noktasından yararlanılarak araştırmayı derinleştirecek yeni kaynaklara ulaşılmış ve alan yazın derlemesi yapılmıştır. Araştırmanın sınırları içerisinde oluşturulan tarihsel ve coğrafi çerçevede yazılı kaynaklar ile arkeolojik buluntulardan yararlanılmıştır.

4. BULGULAR VE TARTIŞMA / SONUÇ

İnsanoğlu varoluşundan itibaren yaşadığı zamanın koşulları ile ortaya çıkan gereksinimlerini karşılayacak, elde etiklerini koruyup devamlılığını sağlayacak olan ilahi güce inanmıştır. Çeşitli ritüeller yoluyla pekiştirilen bu inanç, kimi zaman erkek;

kimi zamansa kadın formunda heykelcikler ya da idollerle insanlaştırılıp somut olarak ifade edilmiştir. İnsanın, doğanın zorlukları karşısında yaşam mücadelesi verdiği Paleolitik devirde erkeğin gücüne dayalı avcılık önemli olmuş ve dolayısı ile inanç, erkeğin ön planda olduğu semboller ile ifade edilmiştir. Neolitik devirde ise tarıma dayalı yerleşik düzene geçildikçe toprakla özdeşleştirilen kadının doğurganlığı öğe ön plana çıkmış ve Ana Tanrıça inancı oluşmuştur. Bu, erkeğin dışlanmadığı ancak

“Erkeği doğuran ana” olarak Tanrıçanın ön sırada yer aldığı bir süreç olmuştur.

Çayönü, Çatalhöyük ve Hacılar buluntuları Neolitik devirde Anadolu’da Ana Tanrıça kültünün varlığını doğrulamaktadır. O devirde Ana Tanrıça tapınımı bugün bizim anladığımız anlamda sistematik bir inanç ya da Bachofen’in öne sürdüğü anaerkil bir toplumsal düzen olmasa da feminist yaklaşımdan farklı bir görüşle, dişil ve eril güç arasındaki doğal düzenin günümüze dek uzanan öngörüsü olarak yorumlanabilir.

Çatalhöyük buluntuları, o devirdeki inancın, şimdiki ve sonraki yaşamda bereketin sürekliliğine odaklandığını ve bunun da Ana Tanrıça kimliğinde simgelendiğini göstermektedir. Yan yana bitişik nizamda yapılmış, damlardaki açmalardan girilen evler; sokakların olmayışı; ölülerin evlerin içine gömülerek yaşamdan soyutlanmaması;

kutsal alanların gündelik yaşam içinde yer alması gibi özellikler, Çatalhöyük’te her türlü ayrımdan uzak, eşitlikçi ve barışçıl bir toplumsal yaşam oluşturulduğunu göstermektedir.

(22)

Tunç Devri’nde, ticaretin gelişmesi ile erkeğin öneminin artması, bu uygarlıkların çok sayıda tanrı ve tanrıçadan oluşan geniş Panteonları içerisinde Ana Tanrıçanın hala değer verilen bir ilahi varlık olmakla birlikte tek başına ve en önemli sayılmamasına neden olmuştur.

Demir Devri’nde Ana Tanrıçanın Frigya’daki üstün konumu, Kral Midas’ın inançla güçlendirdiği siyasi bir durum olarak yorumlanabilir. Anadolu’ya, göçmen Trak boylarından biri olarak gelen ve diğerleri gibi bir beylik kuran Frigler’in güçlü bir krallık olarak ortaya çıkması, kurucu lider Gordios’tan sonra krallığı devralan oğlu Midas’ın Ana Tanrıçayı krallığın koruyucusu olarak sınırlardaki kutsal alanlarla onurlandırması ve kendini O’nun oğlu olarak göstermesi ile gerçekleşmiştir. Ana Tanrıça kültünün Frigya’da bu denli benimsenmesi ve kalıcı hale getirilmesinde önemli bir soru, Midas’ın tarihsel akış içerisinde kendine daha yakın olan uygarlıkların erkek egemen panteonlarına rağmen krallığını güçlendirmek için yanına neden Ana Tanrıçayı aldığıdır. Midas’ın izlediği bu siyasette, çoğalmak ve kalıcı olmak için berekete duyulan gereksinim ve eşitlikçi, barışçıl bir toplum arzusunun yanı sıra Jung’un Ortaklaşa Bilinçdışı öğretisine dayalı Ana Tanrıça kök imgesinin etkisi de söz konusu olabilir.

Arkaik Dönemin başlarında Anadolu kültleri ile karşılaşan Yunan şehir devletleri kendi inanç sistemi ile mevcut Ana Tanrıça kültünü birleştirmenin yollarını aramışlardır.

Özellikle Batı Anadolu merkezli olmak üzere birçok şehir devletinde Ana Tanrıça kültüne ait izler bulunmaktadır.

İnsanlığın nüfus olarak çoğaldığı, uygarlığın gelişmesi için daha geniş topraklara ihtiyaç duyulan Hellenistik Devir’de, savaşların kazanılmasında erkeğin gücü ön plana çıkmış ve erkek egemen Hellen Panteonunda Ana Tanrıça yine ikinci sırada yer almıştır.

(23)

KAYNAKÇA

Akurgal, E. (2005). Anadolu Kültür Tarihi. Ankara: TÜBİTAK Popüler Bilim Kitapları.

Akurgal, E. (1988). Anadolu Uygarlıkları. İstanbul: Net Turistik Yayınları.

Alparslan, M.D. ve Alparslan, M. (Ed.), (2013). Hititler. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Atik, N. (2004). “Anadolu’da Ana Tanrıça Kültünden Çok Tanrılı İnanca Geçiş”. Sanat ve İnanç/1(ss. 267-273). İstanbul: MGSÜ-TSTUAM Yayınları.

Aydıngün, Ş. (2005.). “Kentleşme ve Tuncun Keşfi: İlk Tunç Çağı’nın Kutsal Bedenleri”. Tunç Çağı’nın Gizemli Kadınları Sergi Kataloğu. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Burkert W. (1983). Homo Necans The Anthropology of Ancient Greek Sacrificial Ritual and Myth. (Translated by Peter Bing). University of California Press.

Burkert W. (1998). The Orientalizing Revolution Near Eastern Influence on Greek Culture in the Early Archaic Age Revealing Antiquity.

Campbell, J. (1995). Batı Mitolojisi-Tanrının Maskeleri. (Çev. K. Emiroğlu). Ankara:

İmge Kitabevi.

Eliade M. (2003a). Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi - Taş Devrinden Eleusis Mysterialarına. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Eliade M. (2003b) Demirciler ve Simyacılar. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.

Erdem, Z. (2004). “Antik Çağ Mitoslarında Ölüm ve Yeniden Doğuş İnancı”. Sanat ve İnanç/1(ss. 275-285).İstanbul: MGSÜ-TSTUAM Yayınları.

Erhat, A. (2008). “Kybele”. Mitoloji Sözlüğü.

Frazer J. G. (2004) Altın Dal -Büyü ve Din Üzerine Bir Çalışma. Yapı Kredi Yayınları.

Gimbutas, M. (1974).The Gods and Goddesses of Old Europe. Thames&Hudson.

Gimbutas, M. (2006). The Language of the Goddess. Thames&Hudson.

16

(24)

Hodder, I. and Meskell, L. (2010). “The Symbolism of Çatalhöyük in its Regional Context”. Ian Hodder (Ed.) Religion in theEmergence of Civilization Çatalhöyük as a Case Study (ss. 32-72). Cambridge University Press.

İplikçioğlu, B. (2007). Hellen ve Roma Tarihinin Anahatları. İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları.

Konyar, E. (2013). “Demir Çağı’nda Anadolu’da Kadın: Urartu, Frig ve Lidya”, Anadolu’da Kadın (Ed. M. Darga), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Mellaart, J. (1967). Çatalhüyük a Neolithic Town in Anatolia. Thames&Hudson.

Mellaart, J. (1988). Yakındoğu’nun En Eski Uygarlıkları. (Çev. Bilgi Altınok). İstanbul:

Arkeoloji ve Sanat Yayınları.

Meskell, L. ve Nakamura, C. (2006). “Çatalhöyük Figürinleri”. Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük Sergi Kataloğu (ss. 109-137). Yapı Kredi Yayınları.

Neumann, E. (1991). The Great Mother - An Analysis of the Archetype. Bollingen Series.

Özyiğit, Ö. (2010). “2009 Yılı Phokaia Kazı Çalışmaları”, 32. Kazı Sonuçları Toplantısı, 3.cilt, 390.

Roller, L. E. (1994). “Attis on Greek Votive Monuments: Greek Godor Phrygian?”

(pp.245-262). Hesperia: The Journal of the American School of Classical Studies at Athens. Vol. 63, No. 2 (Apr.-Jun., 1994).

Roller, L. E. (1991). “The Great Mother At Gordion: The Hellenization of an Anatolian Cult” (pp.128-143). The Journal of Hellenic Studies, Vol. 111.

Roller, L. E. (2007). “Frig Dini ve Kült Uygulamaları” (ss. 141-147). Friglerin Gizemli Uygarlığı Sergi Kataloğu, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık.

Roller, L. E. (2013). Ana Tanrıça’nın İzinde Anadolu Kybele Kültü. İstanbul: Alfa Yayınları.

Rosenberg, D. (2003). Dünya Mitolojisi-Büyük Destan ve Söylenceler Antolojisi.

İstanbul: İmge Kitabevi.

Sevin, V. (2001). Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.

17

(25)

Sevinç, F. (2008). “Hitit Dininde Arinna’nın Güneş Tanrıçası Ve Onunla Özdeş Tutulan Diğer Tanrıçalar”. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Journal of the Institute of Social Sciences Sayı 1, Bahar 2008.

Sivas, T. T. (2007). “Frigler ve Frig Uygarlığı” (ss. 9-14). Friglerin Gizemli Uygarlığı Sergi Kataloğu, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık.

Üreten, H. (2006). “Mamurt Kale’de Meter Aspordene Kültü”. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 46, 1.

http://www.catalhoyuk.com/archive_reports/2005/ar05_02.html.

http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/917/11438.pdf

Referanslar

Benzer Belgeler

--temel gösterge sıradan insanlar ve iktidar sahibi insanlar arasındaki mücadeledir --çekişmenin nedeni iktidar ve üstünlük için duyulan şehvettir—bazılarının

durum (Makarnalık Buğday) = çıplak taneli kültür formudur... Sarı Başak Sert Buğday

Fen ve Sosyal Bilimler Proje Okulu Konyaaltı Hayme Ana Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi bünyesindeki İmam Hatip Ortaokulu için yapılacak olan yazılı sınava başvuru yapacak

likle  Augustus  için  kültler  tesis  edilmiş  olmalıdır.  Çünkü  Talloen’in  belirttiği  üzere, 

Çalışma, çeviri metni olduğu için esas metni “Târîh-i Buhârâ” bölümü oluşturmaktadır (3-152). Târîh-i Buhârâ bölümü, çoğu Arap ve Fars kaynağında

AlıĢ değeri olarak da kullanılan maliyet değeri varlığın edinilmesinde varlıkla ilgili yapılan ödemeler ve borçlanmalardır (Pamukçu, 2011: 79). Vergi Usul Kanunu‟nun

In this study, Active server page and Javascript techniques were applied to construct the web-based disaster planning and virtual exercise computer system after analyzing the

— O kadar çok doğurttum ki her çocuktan sonra bir yaprak sigarası içe içe bunun tiryakisi